Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevbe Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı

9- TEVBE SURESİ

Ebu İshak'tan rivayette o şöyle diyor: el-Berâ'yı: "Son nazil olan âyet: "Senden fetva isterler; de ki: Kelâle hakkında size fetvayı Allah veriyor..." (Nisa, 4/176) âyet-i kerimesi; son nazil olan sûre de Berâe'dir." derken işittim.[1]
İbn Keysân'dan[2], bu Sûre-i celîlenin Medine-i Münevvere'de Hicretin dokuzuncu senesi Şevval ayının başlarında nazil olduğu rivayet edilir[3] ki buna göre surenin baş kısmı (30 veya 40 âyeti) Hz. Peygamber (sa), Tebük seferinden dönmüş, hacca gitmeye niyetlenmiş ama o sene müşriklerin de hacca eski âdetlerine göre katılacağını göz önünde bulundurarak o sene hacca gitmekten vazgeçerek insanlara hac menâsikini eda ettirmek üzere (hacc emiri olarak) Hz. Ebu Bekr'i görevlendirerek yola çıkarmış olduğu bir sırada nazil olmuştur.[4] Rivayetlerin muhassalası bu olup ayrıntıları biraz sonra gelecektir
Sûrenin tamamının Medine'de nazil olduğu cumhurun kavli olup bunda ittifak (icmâ) olduğu da söylenmiştir. İbnu'l-Feres'in "Son iki âyetinin Mekke'de nazil olduğu"na dair kavli hiç kabul görmemiş olup aslında meşhur olan, bu surenin son iki âyetinin en son nazil olan âyetler arasında sayıldığı görüştür.
Bazıları da sadece 113. "Cehennem ashabı oldukları kesin olarak ortaya çıktıktan sonra akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek O Peygamber'e ve iman. etmiş olanlara yaraşmaz." âyetinin Hz. Peygamber (sa)Mn, amcası Ebu Tâlib'e: "Nehyolıınmadıkça elbette senin için (Rabbıma» istiğfarda bulunmaya devam edeceğim." demesi üzerine Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğu da söylenmiştir.[5]
Sûreden ilk nazil olan âyet veya âyetlerin hangisi olduğu da ihtilaflı olup Mücâhid 25. âyetinin, Ebu'd-Duhâ ve Ebu Mâlik 41. âyetinin, Mukatil de 40. âyetinin ilk nazil olan âyet olduğunu söylemişlerdir.[6]

1. Müşriklerden muahede yaptıklarınıza Allah ve Rasûlii 'nden bir ihtardır
2. Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz, Allah 'ı âciz bırakacakla değilsiniz. Hem Allah, muhakkak kâfirleri riisvay edendir
Bu sûrenin hicretin dokuzuncu senesi Şevva) ayının başında indiği rivayet edildiğine göre bununla kendilerine mühlet verilenlerin serbestçe dolaşabilecek*leri dört aylık süre Şevval İle başlamakta ve sürenin bitimi haram ayların bitimi*ne denk gelmektedir.
Enes ibn Mâlik'ten rivayette o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sa) Berâe'yi (insanlara tebliğ etmek üzere) Ebu Bekr ile gönderdi. Sonra onu çağırdı ve: "Bunu insanlara ancak benim ehlimden birinin tebliğ etmesi gerekir." Buyurup Ali'yi çağırdı ve Ona verdi.[7]
Aslında hicretin dokuzuncu yıh Şevval ayında surenin tamamı değil de 40 kadar âyeti nazil olmuş olmalıdır. Çünkü, o sene hacc mevsiminde Hz. Ebu Bekrin hacc emiri olarak gönderildiği hacda Hz. Ali ile birlikte, insanlara tebliğ edilmek üzere gönderilen miktar bir rivayete göre 30. meşhur rivayetlere göre de 40 âyettir ve Enes rivayetindeki "Berâe Sûresi" ifadesini "Berâe Sûresinden üı'sıifeda nazil olan miktarı" şekiinde anlamak gerekecektir ki benzerleri nüzul sebebi rivayetlerinde çoktur.
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî ve başkalarından rivayete göre Rasûlullah (sa), hicretin dokuzuncu senesi hacc emiri olarak Hz. Ebu Bekr'i görevlendirmiş, arkasından da Berâe Sûresinden 30 veya 40 âyetle birlikte Hz. Ali'yi göndermiş, o da Arafe günü insanlara bu âyetleri okuyarak müşriklere dört ay daha serbestçe dolaşabileceklerini bildirmiş. Buna göre müşriklere verilen mühlet Zilhicce'den yirmi gün, Muharrem, Safer ve Rebîulevvel ayı ile Rebîulâhir ayından on günden ibarettir. Ayrıca Hz. Ali, evlere kadar giderek müşriklerin evlerinde "Bu seneden sonra hiçbir müşriğe haccetme imkânı verilmeyeceğini ve çıplak olarak tavaf yapılmasına izin verilmeyeceğini de bildirmiştir.[8]
Bu hadise İbn Abbâs'tan, nüzul kaydı olmamakla birlikte, şöyle nakledilmektedir: Hz. Peygamber (sa) Ebu Bekr'i (hacc emîri olarak) gönderdi ve insanlara bu kelimeleri (Berâe Sûresinden nazil olan âyetleri) nida etmesini emretti. Sonra peşinden Ali'yi gönderdi. Ebu Bekr yolda rken Hz. Peygamber (sa)'in devesi Kasvâ" (başka bir rivayette Adbâ')nın sesini duydu. Telâşla çıktı, zannetmişti ki gelen Hz. Peygamber (sa)'dir. Bjrde baktı ki gelen Ali'dir. (Ona: "Emîr olarak mı. yoksa memur olarak mı geldirjldiye sordu; O: "bilâkis memur olarak geldim." dedi) ve Hz. Peygamber (sa) in. mektubunu kendisine verdi. Mektupta bu kelimeleri insanlara nida etmesini Ali'ye emrediyordu. Birlikte yola devam ettiler, birlikte haccettiler, sonra teşrik günlerinde Ali kalktı ve insanlara şöyle seslendi: "Allah ve Rasûlü'nün zimmeti bütün müşriklerden bendir, uzaktır. Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın. Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmiyecek, Beytullahı hiçbir çıplak tavaf etmiyecek, cennete ancak mü'min olan girecektir." Bunları Ali nida ediyor, o yorulunca Ebu Bekr kalkıyor O nida ediyordu.[9]
Zeyd ibn Üseyğ'den gelen rivayette, müşriklere verilen süre konusunda başka bir ayrıntıya da yer veriliyor ki Hz. Ali, hicretin dokuzuncu senesi lıaccında insanlara tebliğle görevlendirildiği hususların dört olduğunu ifade ile: 'Şu dört şeyle gönderildim: Beytullah'i hiçbir çıplak tavaf etmiyecek, her kimin Allah'ın Rasûlü (sa) ile bir antlaşması varsa onun süresi antlaşmanın bitimine kadardır, her kimin de Rasûlullah (sa) ile bir antlaşması yoktur onun mühleti de dört aydır, bu seneden sonra hacda müşriklerle müslümanlar bir araya gelmiyeceklerdir." Bu, hasen bir hadistir ve bu hususlar Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayette de yer almaktadır.[10]
Ebu's-Sahbâ' el-Bekrî'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: Ali ibn Ebî Tâlib'e "Hacc-ı ekber günü"nü sormuştum. Şöyle dedi: Allah'ın Rasûlü (sa) insanlara haccettirmesi için (hac emîri olarak) Ebu Bekr'i gönderdi. Onunla birlikte beni de Berâe Sûresinden 40 âyetle (o kırk âyeti insanlara tebliğ etmek üzere) gönderdi. Ebu Bekr, Arafat'a geldi, orada hutbe okuduktan sonra bana: "Kalk ey Ali, Rasûlullah'm mesajını edâ et." dedi. Kalktım ve arafat ehline Berâe Sûresinden 40 âyeti okudum. Sonra Arafat'tan ayrıldık, Minâ'ya geldik, şeytanları taşladım, kurbanımı kestim, traş oldum ve oralarda anladım ki insanların bir kısmı Ebu Bekr'in hutbesinde hazır bulunmamış; hemen çadırları dolaşmaya başladım ve çadırlarda olanlara Berâe Sûresinden o kırk âyeti okudum.[11]
İmam Ahmed'in Müsned'inde Hz. Ali'den rivayetle tahric olunan bir haberde ise o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa)'e Berâe Sûresinden 10 âyet nazil olunca Hz. Peygamber (sa), Hz. Ebu Bekr'i çağırdı ve bunları Mekke halkına okumak üzere onunla gönderdi. Sonra Hz. Peygamber (sa) beni çağırdı ve: "Ebu Bekr'e yetiş, ona nerede yetişirsen mektubumu ondan al ve onu Mekke halkına götürüp onlara oku." buyurdu. Ebu Bekr'e Cuhfe'de yetiştim, mektubu ondan aldım. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (sa)'e döndü ve: "Ey Allah'ın elçisi, benim hakkımda bir şey mi nazil oldu?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Hayır, fakat Cibril bana geldi ve: "Senden, ya bizzat sen, ya da senden bir kişi bu tebliğ görevini yerine getirebilir." dedi." diye cevap verdi.[12] Bu rivayette sanki ilk on âyetin Hz. Ebu Bekr hacc emiri olarak gönderilmeden önce onun sırf Tevbe Sûresinden 10 âyeti mekkelilere tebliğ etmek üzere yollandığı ve onun Cuhfe'den geri döndüğü gibi bir mana anlaşılmakta ise de doğrusu yukarda geçtiği üzere özellikle Tevbe Sûresinin başındaki, müşriklere belli bir süreye kadar emanı ifade eden âyetlerin Hz. Ebu Bekr'in hacc emiri olarak gönderildiği hacc esnasında insanlara ve özellikle de müşriklere tebliğ olunduğudur.
Bu rivayetlerden bazısında (özellikle son verdiğimiz Müsned hadisinde) Hz. Peygamber (sa)'in: "Bunu insanlara ancak benim ehlimden birinin tebliğ etmesi gerekir." buyurduğu ayrıntısı varsa da Buhârı'deki Ebu Hüreyre ve Tirmizi'dekİ İbn Abbâs hadisinden[13] anlaşılıyor ki Berâe Sûresi ile Hz. Peygamber (sa)'in o seneki hacda ilânını emrettiği dört husus sadece Hz. Ali tarafından değil, bizzat Hz. Ebu Bekr ve onun görevlendirdiği diğer bir takım müezzinler tarafından da yüksek sesle okunarak insanlara ulaştırılmış, tebliğ olunmuştur. Bu rivayette Ebu Hüreyre şöyle anlatıyor: Ebu Bekr, Mina'da insanlara "Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmiyecek ve Beytullah'ı hiçbir çıplak tavaf etmiyecek." diye yüksek sesle bildirimde bulunmak üzere görevlendirip gönderdiği müezzinler içinde beni de gönderdi.[14]

12. Eğer antlaşmalarından sonra yine yeminlerini bozar ve dininize saldırırlarsa o küfür önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Böyle yaparsanız belki (saldırılarından veya küfürden) vazgeçerler.
İbn Abbâs der ki: Hz. Peygamber ile olan antlaşmalarını bozan ve O'nu Mekke'den çıkarmaya çalışan, sonra da Hz. Peygamber (sa) ile antlaşmaîı olan Huzâ'a'ya karşı Bekr oğullarına yardım eden Ebu Süfyân ibn Harb, el-Hâris ibn Hişâm, Süheyl ibn Amr, İkrime ibn Ebî Cehl ve sair Kureyş büyükleri (reisleri) hakkında nazil olmuştur.[15]
Katâde'den gelen rivayette bunlara Ebu Cehl ibn Hişâm, Ümeyye ibn Halef ve Utbe ibn Rabîa'nın da isimleri eklenmiştir.[16]
Ancak Kurtubî âyet-i kerimenin bu rivayetlerde belirtilenler hakkında nazil olmasını uzak görerek "Çünkü bu âyet-i kerimenin nazil olduğu zamanda, anılan Kureyş büyüklerinin güç ve kuvvetleri kırılmış, müslüman olan olmuş, olmıyanlar da müslümanlarla antlaşma yapmak zorunda kalmıştı." der ve Kelbî'den şöyle bir rivayet nakleder: Allah'ın Rasûlü (sa) Hudeybiye'de Mekkelilerle, o sene Mekke'ye girmemek şartıyla antlaşma yapmışlardı. Bir süre sonra Hz. Peygamber (sa)'in eman ve garantisi altına girmiş oaln Huzâa ile Kureyş'in eman ve garantisi altına girmiş olan Bekr oğullan arasında savaş olunca Kureyş, emanlan altında olan Bekr oğullarına silâh ve yiyecek vererek yardım ettiler. Bunun üzerine Huzâalılar da Hz. Peygamber (sa)'den yardım istediler de bu âyet-i kerime nazil oldu ve Allah'ın Rasûlü (sa)'ne emanı altında olanlara yardım etmesi emrolundu.[17]
Suyûtî ise Ebu'ş-Şeyh'in Katâde ve İkrime'den rivayetle tahric ettiği habere dayanarak bu sûrenin 14. âyeti olan "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları azâblandırsın, rüsvay etsin, sizi onlara karşı üstün kılsın ve mü'minler topluluğunun göğüslerini ferahlandırsın." âyet-i kerimesinin bu sebeple nazil olduğunu söyler. Buna göre "intikamlarının alınmasıyla göğüslerine ferahlık verilen mü'minler" Huzâa'lılardır.[18]
Bekr oğullan'nın Huzâa'ya saldırması ile patlak veren hadiseler ve Mekke'nin fethi hicretin sekizinci yılında vukubulduğuna göre bu âyet-i kerimeler de o sene nazil olan âyetler cümlesinden olmalıdır.[19]

17. Müşriklerin, kendi küfürlerine kendileri şâhidler iken Allah'ın mescidlerini imar etme ehliyetleri ve haklan yoktur, İşte onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte ebedî olarak kalıcıdırlar.
Bu âyet-i kerime de Efendimiz (sa)'in amcası Abbâs ibn Abdülmuttalib hakkında nazil olan âyetlerdendir. Müfessirlerin anlattıklarına göre Hz. Abbâs, Bedr Gazvesinde esir edilince müslümanlar "Allah'a inkâr ettiniz, akrabalık bağlarını kopardınız." diyerek onu ayıplamaya başlamışlar. Özellikle Hz. Ali ona çok sert şeyler söylemiş. Abbâs: "İdeden hep kötülüklerimizi, kusurlarımızı sayıp döküyor da iyiliklerimizden hiç bahsetmiyorsunuz?" demiş. Hz. Ali: "Yanı sizin iyilikleriniz mi var?" diye sormuş; Abbâs: "Elbette var; bizler Mescid-i Haram'ı imar eder, onun perdedarlrğını yapar, hacılara su verir, (veya: hacılara yemek verir, onlara ikramda bulunur), köleleri esaretten kurtarırdık." demiş ve Allah Tealâ da Abbâs'a red makamında olmak üzere bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[20]

19. Siz, hacılara su vermeyi, Mescid-i Haram'ı imar etmeyi; Allah 'a ve âhir et gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir ve eşit olmazlar ve Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.
1. Vâlibî rivayetiyle İbn Abbâs, İbn Sîrîn ve Murre el-Hemedânî bu âyet-i kerimenin de Hz. Peygamber (sa)’in amcası Hz. Abbâs hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan İbn Abbâs rivayeti şöyledir: Hz. Abbâs, Bedr günü esir edildiğinde yanına gelip (müşrik olarak Mekke'de kaldığı için) kınayanlara "Hğer siz İslama girmekte hicrette ve cihadda bizden önce iseniz biz de Mescid-i Haram"ı imar eder, onu örter (sedanet görevini yerine getirir), hacılara su verir, köleleri esaretten kurtarırdık." demiş de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş[21] Bu rivayete göre âyet-i kerime, Bedr Gazvesi esnasında nazil olan âyetlerdendir.
2. Hasen, Şa'bî ve Kurazî kavlinde zaman kaydı olmaksızın Hz. Ali, Hz. Abbâs ve Talha ibn Şeybe'nin birbirlerine karşı övünmeleri üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir. Herbiri, sahip olduğu bir fazileti zikretmiş; Talha, Ka'be'nin anahtarının kendisinde olduğunu; Abbâs, şikayet görevinin kendisinde olduğunu; Hz. Ali de insanlardan 6 ay önce namaz kıldığını ve cihad ettiğini söyleyerek diğerlerinden üstün olduğunu ispatlamaya çalışmış ve işte bu karşılıklı övünme bu âyetin inmesine sebep olmuştur.[22]
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayette o şöyle anlatmış: Abduddâr oğullarından Talha ibn Şeybe, Abbâs ibn Abdülmuttalib ve Ali karşılıklı olarak birbirlerine övündüler. Talha: "Ben, Ka'be'nin anahtarının sahibiyim. Dilersem girer Ka'be'nin içinde yatarım." dedi. Abbâs: "Ben hacılara su verme görevinin sikâyet'in sahibiyim. Dilersem girer Mescid-i Haram'da geceler, orada yatarım." dedi. Ali de: "Doğrusu sizin ne söylediğinizi anlamıyorum! Ben insanlardan altı ay önce kıbleye doğru namaz kıldım, ben cihadın sahibiyim." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ: "Siz, hacılara su vermeyi, Mescid-i Haram'ı imar etmeyi; Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz?..." âyetini indirdi.[23] Hasen rivayetinde bunun üzerine Hz. Abbâs'ın: "Öyle sanıyorum ki hacılara su vermeyi bırakacağım." dediği ve fakat Hz. Peygamber (sa)'in ona: "Hacılara su vermeye devam ediniz, hiç şüphesiz onda sizin için hayır vardır." buyurduğu ayrıntılarına da yer verilmektedir.[24]
Bu karşılıklı övünme hadisesinin biraz sonra zikredileceği üzere bu surenin 20 ve 21. âyetlerin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmiştir.
en-Nu'mân ibn Beşîr'den gelen bir rivayette de tartışmacıların ismi verilmeksizin bu âyetin, üç kişinin Mescid-i Nebevî'nin minberi yanında Cuma günü yüksek sesle tartışmaları üzerine nazil olduğu belirtilmektedir. Buna göre bu tartışmacılardan birisi: "İslâm'dan sonra hacılara su vermem dışında başka hiçbir hayır amelimin olmamasına aldırmam." demiş. İkincileri: "İslâm'dan sonra Mescid-i Haram'ı imar etmemden başka bir hayır amelimin olmamasına aldırmam." demiş. Üçüncüleri de: "Allah yolunda cihad şu söylediklerinizden daha üstün, daha faziletlidir." demiş. Günlerden Cuma imiş. Bunların tartışmalarını duyan Hz. Ömer "Rasûlullah (sa)'ın minberi yanında seslerinizi yükseltmeyin. Ben (Cuma) namazından sonra Allah'ın Rasûlü (sa)'nün yanına gireyim de ayrılığa düştüğünüz ve tartıştığınız konuyu ona sorayım." deyip onları susturmuş. Namazdan sonra Rasûl-i Ekrem (sa)'in yanına girip konuyu sormuş da "Allah elbette zalimler kavmine hidayet eylemez."e kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeyi İndirmiş.[25] Vahidî bu haberi "Ma'mer ibn Beşîr'den" şeklinde vermişse de[26] doğrusu "en-Nu'mân ibn Beşîr el-Ansârr'den olacaktır.
Ancak âyet-i kerimenin "ve Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez." şeklinde bitmesi; anlatılan bu hadisedekilerin "üç amelden hangisinin daha faziletli olduğu" konusunda tartışmaları ve bunlardan birini yapanların zalimlerden olmaması sebebiyle çelişir görünmektedir. Dolayısıyla âyet-i kerimenin bu sebeple inmiş olmasını makul görmeyen Kurtubî şöyle der: "Bazı raviîer, "Bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi, veya bunun üzerine bu âyet indi." sözünde gevşek davranmış olmalıdır. Herhalde cihadın, bu amellerin en faziletlisi olduğunu bildiren Hz. Peygamber (sa), Hz. Ömer'e bu âyet-i kerimeyi okumuş, ravi de bu âyet-i kerimenin o anda nazil olduğunu zannetmiş olmalıdır. Büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber (sa), kendisine daha önceden nazil olmuş olan bu âyet-i kerimeyi, söylediğinin bir delili olarak okumuş, değilse âyet-i kerime bu hadise üzerine inmiş değildir.[27]
3. Murre el-Hemedânî ve İbn Şîrîn rivayetlerinde de Hz. Ali ile Hz. Abbâs arasında geçen bir diyalog bu âyetin iniş sebebidir. Bu diyalogda Hz. Ali, amcası Abbâs'ı hicrete tevik edince Abbâs: "Ben halen hicretten daha faziletli bir iş üzere değil miyim? "Allah'ın evini haccetmeye gelenlere su vermiyor muyum, Mescid-i Haram'ı imar etmiyor muyum?" demiş de bu âyet nazil olmuş[28] Suyûtî bu diyalogun, Hz. Ali'nin Mekke'ye bir gelişinde orada vukubulduğu ayrıntısına yer veriyor. Hz. Ali'nin bu Mekke ziyaretinde isimlerini verdiği, hicret etmeyip Mekke'de ikameti tercih eden diğer bazı müslümanlara: "Hicret edip Allah'ın Rasûlü'ne katılsanız ya." demesi ve onların da: "Burada kardeşlerimizle, aşiretimizle kendi evlerimizde oturuyoruz (neden hicret edelim ki)." demeleri üzerine de Allah Tealâ'nın, bu sûrenin 24. "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz...size Allah'tan, Rasûlü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise..." âyet-i kerimesini indirdiğini de kaydediyor.[29]

20. Onlar ki iman etmişler, hicret etmişler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmişler; işte onlar derece bakımından Allah katında en büyüktürler ve işte onlarfevze erenlerin ta kendileridir.
21. Rabları onlara, kendinden bir rahmet, hoşnutluk ve içlerinde tükenmez, ebedî nimetler bulunan cennetleri müjdeler.
Süddî'den rivayete göre Ali, Abbâs ve Şeybe ibn Osman birbirlerine karşı övünmüşler. Abbâs: "Ben en faziletlinizim; çünkü Allah'ın evine hacca gelenlere su veririm (Şikayet görevi bendedir)." demiş. Şeybe: "Ben de Allah'ın mes*cidini imar ederim." demiş. Ali: "Allah'ın Rasûlü (sa) ile hicret ettim ve onunla birlikte Allah yolunda cihad ettim." demiş de bunun üzerine Allah Tealâ: "içle*rinde tükenmez ve ebedî nimetler bulunan cennetleri müjdeler"e kadar olmak üzere "Onlar ki iman etmişler, hicret etmişler ve Allah yolunda mallarıyla canla*rıyla cihad etmişler..." âyetlerini indirmiştir.[30]

23. Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı, kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden her kim onları dostlar edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
24. De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçen mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, size, Allah'tan ve Rasûlü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise o zaman Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Ve Allah, fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.
Kelbî der ki: Rasûlullah (sa), ashabına Medine-i Münevvere'ye hicret etmelerini emrettiği zaman müslümanlardan kimisi bunu babasına, kardeşine, karısına söyleyip onlardan izin alma gereği duymadan hemen Rasûlullah (sa)'ın emrine uydu. Kimisi de karısı, çocukları ve ailesi efradı: "Bizi burada malsız, mülksüz, sahipsiz bırakacaksın, biz de zayi olup gideceğiz." deyince şefkati galip gelip ailesi efradı ile Mekke'de oturmaya devam ederek hicreti terketti. İşte bunları kınamak üzere bu âyet-i kerimeler nazil oldu.[31]
Mücahid'den rivayete göre ise hicretle emrolundukfarı zaman Abbâs ibn Abdülmuttalib ve Abdüddâr oğullarından Talha'nın: "Biz hicret etmiyeceğiz." demeleri ve buna gerekçe olarak da Abbâs'ın: "Ben, hacılara su veriyorum.", Talha'nın da: "Ben Ka'be'nin sahibiyim (Ka'be'nin anahtarı bende)." demeleri üzerine bu âyet-i kerimelerin nazil olduğu belirtilmektedir.[32]
Mukâtil'den rivayete göre irtidad edip Mekke müşriklerine katılan dokuz kişi hakkında nazil olmuş ve mü'minlerin onlara dostluk beslemeleri bununla yasaklanmıştır.
Ebu Ca'fer ve Ebu Abdullah'tan rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'in, Mekke'yi fethetmeye hazırlandığı esnada bunu Mekkelilere haber veren Hâtıb ibn Ebî Belte'a hakkında nazil olmuştur. Her ne kadar Râzî, "Sûrenin Mekke'nin fethinden sonra nazil olduğu" gerekçesiyle bu son rivayeti müşkil görmüşse de Sûrenin Mekke'nin fethinden sonva nazil olması ondan bazı naz/) olduğu ifadesinden çoğunun fetihden sonra nazil olduğu da anlaşılabilir. Öte yandan âyet, fetihden sonra ve daha önce anılan sebepler üzerine nazil olmuş olsa bile, "Hâtrb ibn Ebî Beite'a hakkında nazil olmuştur." ifadesi ile fetihden sonra bu âyet-i kerimede anılan vasıflara sahip olan Hâtıb ibn Ebî Belte'a gibilerinin bu âyetin hükmü altına girdikleri de kastedilmiş olabilir.[33]
"Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı, kardeşlerinizi dostlar edinmeyin." âyet-i kerimesinin nüzûJ sebebine dair gelen rivayetlerin en garibi âyetin, Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayettir.. Ebu Süleyman ed-Dimaşkî'nin kaydettiğine göre Hz. Peygamber (sa). aralarındaki antlaşmaya rağmen Kureyş müşriklerinin, Huzâ'a'ya karşı savaşan Bekr oğullarına yardım etmeleri ve vukııbulan çatışmada yenilerek gelip Hz. Peygamber (sa)'den yardım isteyen Huzâ'alılara yardım etmek üzere ashabına hazırlanmaları emrini veren Hz. Peygamber (sa)'e Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, onlara, kendi kavmimize karşı mı yardım edeceğiz?'" diye sormuş da işle onun bu sorusu üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[34]

25. Andolsım ki Allah size birçok yerlerde ve Hımeyn gününde vardım etmiştir. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmiş de (çokluğunuzun) size bir faydası olmamış; yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmiş, sonra da gerisin geri dönüp gitmiş (bozguna uğramıştınız).
Beyhakî'nin Delâilu'n-Nubuvve'sinde Rebî" ibn Enes'den rivayetine göre Huneyn Gazvesinde 12 bin kişiye ulaşan İslâm ordusuna bakan bir adamın: "Bugün biz asla azlıktan (sayımızın az oluşundan) dolayı mağlup olmayız." demiş; bu. Hz. Peygamber (sa)'in zoruna gitmiş ve Allah Tealâ da bunun üzeri*ne bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[35] İbn Abbâs "Bugün biz asla azlıktan (sayımızın az oluşundan) dolayı mağlup olmayız." diyenin Seleme ibn Selâme ibn Vakş olduğunu da kaydetmektedir.[36]
İbn Cureyc'in Mücâhid'den rivayetine göre Berâe Sûresinden ilk nazil olan âyet-î kerime budur.[37] Ancak Berâe Sûresinden hangi âyet veya âyetlerin ilk nazil olduğu ihtilaflıdır ve Sûrenin başında geçtiği üzere bu hususta muhtelif rivayetler vardır. Bu cümleden olarak meselâ 41. "Gerek hafif, gerekse ağırlıklı olarak elbirliğiyle savaşa çıkın, mallarınız ve canlarınızla cihad edin..." âyetinin de ilk nazil olan âyet olduğu rivayet edilmektedir.[38]

28. Ey iman edenler, doğrusu müşrikler pistirler. Onun için bu yıllarında sonra Mescid-i Haram 'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi lıılfu ile zenginleştirir. Hiç kuşkusuz Allah Alîm 'dır, Hakim'dır.
Bu âyet-i kerimenin nüzulü hicretin dokuzuncu senesindedir. Allah'ın Rasûlü (sa) hac emîrinin Hz. Ebu Bekr olduğu o seneki hacca Hz. Ebu Bekr ile birlikte Hz. Ali'yi de göndererek müşrikler (insanlar) içinde "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmiyecek, Beytullah'ı hiçbir çıplak tavaf etmiyecek." Diye İlân etmesini emretmişti.[39]
Saîd ibn Cubeyr'den rivayette o şöyle demiştir: "Ey iman edenler, doğrusu müşrikler pistirler. Onun için bu yıllarında sonra Mescid-i Harâm'a yaklaşma*sınlar." âyet-i kerimesi nazil olduğunda bu, Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazılarına ağır geldi ve: "Yiyeceklerimizi bize kim getirecek, mallan bize kim getirecek?" dediler de "Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi lûtfu ile zenginleştirir." âyet-i kerimesi nazil oldu.[40]
Ayet-i kerimeyi ikiye ayıran ve sanki yarısı bir. ikinci yarısı bir nazil olmuş gibi gösteren bu rivayet yanında Atıyye'den gelen bir rivayette o şöyle anlatı*yor: (Hicretin dokuzuncu yılındaki hacda) "Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmiyecek." diye ilân edilince bazıları: "Onların hac mevsimindeki alış verişlerinden (ticaretlerinden) biz de istifade ediyor, biz de bir şeyler elde edi yorduk." dediler de bunun üzerine "Ey iman edenler, doğrusu müşrikler pssor-ler. Onun için bu yıllarında sonra Mescid-i Harâm'a yaklaşmasınlar. Eğer fakir*likten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi Iûtfu ile zenginleştirir âyet-i kerimesi nazil oldu.[41]

29. Kitab verilmiş olanlardan Allah 'a da, âhir et gününe de iman etmnvn Allah 'in ve Rasûlü 'nün haram kıldığını haram saymıyan ve hak dini kendisim din edinmeyenlerle boyun eğüip kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
Bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)'e, Rumlarla savaşmasını emretme sadedinde nazil olduğu ve bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine O'nun, Tebü. seferine çıktığı söylenmiş olup bu görüş Mücâhid'den rivayet edilmiştir.[42]

30. Yahudiler dediler ki: "Uzeyr Allah 'in oğludur. " Hristiyanlar da dediler ki: "Mesîh Allah 'in oğludur. " Bu, onların ağızlarında dolaşan sözleridir h daha önce küfretmiş olanların sözüne benzetiyorlar. Allah onları kahretsin nasıl da uyduruyorlar!
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Selâm ibn Mişkem, Nu'mân ibm Evfâ, Muhammed ibn Dihye, Şâs ibn Kays ve Mâlik ibnu's-Sayf, Hz: Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Sana nasıl tabi olalım ki sen, kıblemizi terkettiı ve Uzeyr'in Allah'ın oğlu olmadığını iddia ediyorsun." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ "Yahudiler dediler ki: "Uzeyr Allah'ın oğludur..." âyet-i kerimesini İndirdi.[43]

34. Ey iman edenler, doğrusu hahamlar ve rahiblerin çoğu insanların mallarını bâtıl yollarla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamıyanlar var ya; işte onlara azâb-ı elimi müjdele.
35. O gün, cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır ve bunlarla onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. "İşte bunlar, kendiniz için biriktirdikle*riniz. Tadın biriktirmiş olduğunuzu. " denir.
Ayet-i kerimenin "Ey iman edenler, doğrusu hahamlar ve rahiblerin çoğu insanların mallarını bâtıl yollarla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar." kısmı*nın halktan rüşvet alan yahudi ve hristiyan bilginleri ve kurrası hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[44]
Zeyd ibn Vehb anlatıyor: Bir gün Rabeze'ye uğramıştım, baktım Ebu Zerr de orada, "Seni buraya getiren nedir, neden burada oturuyorsun?" diye sordum. Şöyle anlattı: "Şam'da idim. Orada "Altını, gümüşü biriktiren ve Allah yolunda harcatnryanlar..." âyet-i kerimesini okumuştum. Muaviye ile aramızda (bu âyet hakkında) anlaşmazlık çıktı. O: "Bu âyet bizim hakkımızda değildir. Bu âyet ancak kitab ehli hakkında nazil olmuştur." dedi. Ben de: "Hayır, kitab ehli ve bizim hakkımızda nazil olmuştur." Dedim.[45] Aramızda sert tartışmalar oldu da Osman'a beni şikâyet eden bir mektup yazdı. Osman bana: "Medine'ye gel." diye yazınca kalktım Medine'ye geldim. İnsanlar, sanki daha önce beni hiç görmemişler gibi etrafımda toplandılar. Bunu Osman'a söyleyince (ya da ben, insanların bu şekilde etrafıma toplanmalarından Osman'a şikayette bulununca) "İstersen biraz uzaklaş, Medine'ye yakın bir yere git" dedi. Ben de: "Allah'a yemin olsun, söylemekte olduklarımı asla bırakacak değilim." dedim. İşte beni buraya getiren ve burada ikamet ettiren budur. Eğer benim üzerime bir ordu gönderseydi ona da itaat ederdim"[46]
Sevbân'dan rivayette de o şöyle anlatıyor: "Altını, gümüşü biriktirenler..." âyet-i kerimesi nazil olduğunda biz, Hz. Peygamber (sa)'le birlikte seferlerinden birisinde idik. Ashabından birisi: Altın ve gümüş hakkında bu âyet indi. Bilsek hangi ma! daha hayırlı, o malı edinsek." dedi de Allah'ın Rasûlü (sa): "En faziletlisi (üstünü) zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve imanına yardımcı olan bir eş." Buyurdular.[47]

38. Ey iman edenler, size ne oldu ki, Allah yolunda elbirliğiyle savaşa çıkın denildiği zaman yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhireti bırakıp da dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçimliği âhiretinki yanında pek azdır.
Tebük Gazvesine teşvik ve bu gazveden geri kalanları bu geri kalmaların*dan dolayı azarlamak için inmiştir. Allah'ın Rasûlü (sa) Taif ve Huneyn seferinden döndükten sonra Medine-i Münevvere'de kısa bir ikametin ardından hicretin dokuzuncu senesi Receb ayında Rumlarla savaşmak üzere cihad ile emrolundu ve seferberlik ilân etti. Ancak zaman gazveye gitmek için en uygun*suz zamandı: Ülkede kıtlık ve kuraklık vardı, sıcaklar çok şiddetliydi; hurma ve meyveler olgunlaşmıştı ve insanlara gölgenin hoş geldiği bir mevsimdi. Bir de gidilecek mesafe çok uzak, üzerlerine gidilecek düşmanlar çok kalabalıktı. Do*layısıyla gazveye çıkmak insanların gözlerinde büyüdü, gölgede, evlerinde, çoluk çocuklarıyla kalmak daha sevimli, savaşa çıkmak da zor geldi. Allah Tealâ, insanların savaşa çıkmada ağır davrandıklarını bilince işte bu âyet-i kerimeyi İndirdi.[48]
Hz. Peygamber (sa), Mekke'nin fethinden bir sene sonra, hicretin dokuzuncu yılında Tebük'e çıktığına göre bu âyet ve Tebük Gazvesi hakkında nazil olan diğer âyet-i kerimeler hicretin dokuzuncu senesi nazil olan âyetlerden cümlesindendir.[49]

41. Gerek hafif, gerekse ağırlıklı olarak elbirliğiyle savaşa çıkın, mallarınız ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için en hayırlıdır.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca üç rivayet vardır:
l. Mücâhid der ki: Mekke'nin fethi, Huneyn ve Taif savaşlarından sonra yaz mevsiminde Tebük Gazvesine çıkmak üzere seferber olmakla emrolunmuşlardı. O sırada sıcaklar şiddetliydi, hurmalar toplanmıştı, meyveler olgunlaşmıştı. Sıcaklar sebebiyle herkes gölgelere çekilmiş, nefisler gölgeyi ister olmuştu. İşte bütün bunlardan dolayı yeni bir sefere çıkmak insanlara zor geliyor ve: "Bizden ağır olanlar var, ihtiyaçlı olan var, yoksul olan var, işi olan var, işi dağınık ve çok olan var." diyorlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Gerek hafif, gerekse ağırlıklı olarak elbirliğiyle savaşa çıkın..." âyet-i kerimesini indirdi.[50]
2. Hadramî'den rivayete göre ise insanlardan bazılarının hasta veya yaşlı olması dolayısıyla "Eğer ben bu sefere katıimazsam herhalde günahkâr olmam." demesi üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.[51]
3. Suddî der ki: İri ve şişman olan Mikdâd, Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve bu durumundan şikâyetle Tebük seferine katılmamasına izin vermesini istemişti. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.[52] Ayet-i keri*menin "Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak savaşa çıkın..." ifadesi de bu duruma uygun düşmektedir.
Süfyân es-Sevrî'nin babasından, onun da Ebu'd-Duhâ Müslim ibn Sabîh'den rivayetine göre Berâe Sûresinden ilk nazil olan bu âyet-i kerimedir[53] Bu, Ebu Mâlik el-Ğıfârî'den de rivayet edilmiştir.[54]

42. Eğer kolay bir kazanç ve orta (uzaklıkta) bir sefer olsaydı elbette senin arkana düşerlerdi. Fakat zorluk onlara uzak geldi. Kendilerini helak edercesine "Gücümüz yetseydi herhalde biz de sizinle birlikte çıkardık." diye yemin edeceklerdir. Allah biliyor ki onlar muhakkak yalancılardır.
Müfessirler bu âyet-i kerimenin, Tebük Gazvesine katılmıyarak geride kalan münafıklar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir[55] ki Allah Tealâ bu âyet-i kerime ile Rasûlü (sa)'ne bu münafıkların nifakını haber vermiş oluyor.[56]

43. Allah seni affetsin! Doğrular sana besbelli olup yalancıları bilmeden Önce neden onlara izin verdin ?
Mücâhid der ki: Bu âyet-i kerime, "Rasûlullah'tan (Tebük Gazvesine ka*tılmamak için) izin isteyin. Eğer size bu sefere katılmama izni verirse oturun, sefere katılmayın; izin vermezse yine oturun ve sefere katılmayın." diyen kim*seler hakkında inmiştir.[57]
Amr ibn Meymûn'dan rivayette o şöyle demiş: Rasûlullah (sa), kendisine haklarında herhangi bir emir gelmemişken iki şey yapmıştı. Bunlar: Tebuk Gaz*vesinden geri kalmaları hususunda münafıklara izin vermesi ve Bedr esirlerin*den fidye alması. Allah Tealâ bunlardan birincisi hakkında daha sonra "Allah seni affetsin; doğrular sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?" âyet-i kerimesini indirdi.[58]

45. Senden ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmıyanlar ve kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocahyanlar izin isterler,
İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime de herhangi bir özrü olmaksı*zın Tebük'e katılmamak üzere izin isteyen münafıklar hakkında nazil olan âyet*ler cümlesinden olup bazı rivayetlerde bunların 39 kişi oldukları da kaydedil*miştir.[59]
rpy.r onlar çıkma;-: 'Şicsch-di elhcie bunun için hazırlık yaparlardı dm-rat ; arını çirkin gördü de kendilerim sefere çıkmaktan '': a: "Olurun oturanlarla beraber. " denildi.[60]

47. Eğer onlar da aranızda çıkmış olsalardı size şer ve fesadı artırmaktan büyka bir :j ey yapmazlar ve aranıza muhakkak bir fitne sokmak isteyerek koşarlardı. İçinizde onlara iyice kulak verenler de var. Allah, zalimleri çok iyi bilen*dir.
Bu âyet-i kerimeler de Tebük Gazvesi hakkında nazil olan âyetlerdendir.
İbn İshak'tan rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'den, Tebük Gazvesine çıkmamak için mazeret bildirerek izin isteyenler şerefli kimselerdendiler, Ab*dullah ibn Übeyy ibn Selûl ve Cedd ibn Kays da onlardan olup kavimleri içinde şerefli kimselerdi.[61]
Suddî der ki: el-Mikdâd ibnu'l-Esved çok iri ve şişman birisiydi. Rasûlullah (sa)'a geldi ve bu durumundan şikâyetle kendisine gazveye katılmama konusunda izin vermesini istedi ve onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu. Ancak bu âyet-i kerime insanlara ağır geldi de Allah Tealâ bunu neshederek (Tevbe, 9/91) âyet-i kerimesini indirdi. Bundan sonra da Tebük gazvesinden geriye kalan (ve bu gazveye katılmıyanlar) hakkında da Allah Tealâ (Tevbe, 9/42) ve (Tevbe, 9/47) âyetlerini indirdi.[62]

Rasûlullah (sa) Tebuk gazvesi için Medine-i Munevvere'den hareketinde ordugâhını Seniyyetu'l-Vedâ'da kurdu. Abdullah ibn Ubeyy de Seniyyetu'l-Vedâ'dan aşağıda Zi'l-Hıdde'de ordugâh kurdu. Onun ordugâhindaki insan sayısı Hz. Peygamber (sa)'inki ile kıyaslanırsa iki ordugâhın az olanı değildi. Rasûlullah (sa) hareket edip Tebuk'e doğru yürüyünce Abdullah ibn Ubeyy beraberindeki münafıklar ve şüphe ehli ile birlikte geri kaldı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ Peygamberini teselli etmek üzere "Şayet sizinle birlikte çıkmış olsalardı sizin kaybınızı artırmaktan baka bir işe yaramazlardı..." âyet-i kerimesini indirdi.[63]

48. Andolsun ki onlar daha önce de fitne aramışlar ve sana karsı bir takım işler çevirmişlerdi. Nihayet hak ortaya çıktı ve onlar istemedikleri halde Allah 'in emri galip geldi.
İbn İshâk'ın Zuhrî, Yezîd ibn Rûmân, Abdullah ibn Ebî Bekr, Asım ibn Ömer ibn Katâde ve başkalarından rivayetine göre Allah'ın Rasûlü (sa), müslümanlara, Rumlarla savaşa çıkmak üzere hazırlanmalarını emretti. Bunu öyle bir zamanda emretti ki insanlar için savaşa çıkmak zordu; sıcaklar şiddetli, havalar kurak, meyveler olgunlaşmış, gölgeler daha çok sevilir, insanlar gölge*lerde meyveleriyle kalmayı sever, içinde bulundukları rahat halden dışarı çık*maktan hoşlanmazdı. Halbuki daha önce Allah'ın Rasûlü (sa) bir gazveye çıkar*ken çıkacağı yeri ya söylemez, ya da kinaye yollu söyler, söylediğinden başka bir yere yönelir; gazveye çıkacağı hedefi gizlerdi, Bu sefer ise öyle yapmayıp tam tersine hedefi açıkladı. Çünkü mesafe uzaktı, sefere çıkmak için en uygun olmıyan zamandı, düşman kuvvetli ve çoktu. Savaşa çıkılacak yeri açıkladı ki insanlar kendilerini ona göre hazırlasınlar, hazırlıklarını ona göre yapsınlar. Dolayısıyla insanlara cihadı emredip, Rum üzerine sefere çıkmakta olduklarını onlara haber verdi. İnsanlar, savaşa gidilenler Rumlar olduğu ve onları da kuv*vetli ve kalabalık gördükleri için istemeye istemeye hazırlandılar. Rasûlullah (sa) bu seferde işi sıkı tuttu, insanlara acele etmelerine emretti, zenginleri, Allah yolunda harcamada bulunmaya, gazilerin masraflarını üstlenmeye teşvik etti.
Sefere çikılmca Rasûlullah ordugâhını Veda tepelen üzerine, Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl de ordugâhını ondan aşağıda Zi'1-Hidde'de Cebâne dağı etekle*rinde kurdu. Onun ordugâhı kalabalık olması bakımından iki ordugâhın az olanı değildi. Allah'ın Rasûlü (sa) ordugâhından hareketle yola çıkınca Abdullah ibn jÜbevy ibn Selûl, münafık ve şüphe ehliyle birlikte geride kaldı. Abdullah ibn Üb%y ibn Selûl, Avf ibnu'l-Hazrec oğullan kardeşi; Abdullah ibn Nebtel, Amr ibn Avf oğulları kardeşi; Rifâa ibn Yezîd ibn Tâbut ise Kaynukâ' oğullan kar*deşi olup her üçü de münafıkların büyüklerinden, İslâm'a ve müslümanlara tu*zak kurmaya çalışan kimselerden idiler. İşte onlar hakkında Allah Tealâ: "Andolsun ki onlar daha önce de fitne aramışlar ve sana karşı bir takım işler çevirmişlerdi." âyet-i kerimesini indirdi.[64]
Saîd ibn Cubeyr ve İbn Cureyc'den "Andolsun ki onlar daha önce de fitne aramışlar ve sana karşı bir takım işler çevirmişlerdi." âyet-i kerimesi ile, Akabe gecesi Hz. Peygamber (sa)'e suikast hazırhyan 12 münafık kastedildiği rivayet edilmişse de[65] Biraz ilerde geleceği üzere sahih olan, bunlar hak*kında bu sûrenin 74. âyeti olan "Onlar, başaramıyacakları bir şeye yeltendiler..." âyetinin nazil olduğudur.[66]

49. 0nlardan kimi de vardır ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme. " der. İyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Şurası muhakkak ki cehennem kâ*firleri çepeçevre kuşatıcıdır.
Cedd ibn Kays hakkında nazil olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa), Tebuk Gaz*vesi için hazırlıklarını sürdürürken ona: "Ey Ebu Vehb, Asfar oğullarından (Rumlar) köle ve hizmetkârların olsun istemez misin?" buyurmuş. O da: "Ey Allah'ın elçisi, kavmim beni bilir ki ben kadınlara düşkün bir adamım.Korkarım ki Asfar oğulları kızlarını görünce onlara sabredemem. Beni onlarla fitneye düşürme. Bana savaşa katı/mama konusunda izin ver, ben sana malımla yardım ecfeyinı.^aemiş'. f&suluılaff (sa/ûfa ondan y\ımm'qevwm^ " buyurmuş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.
Bu âyet-i kerime inince Rasûlullah (sa) Selime oğullarına: "Sizin efendiniz kim?" diye sormuş; "Cedd ibn Kays'tır ama biraz cimri ve korkaktır." demişler.
Hz. Peygamber (sa): "Cimrilikten daha ağır bir hastalık var mı? Sizin efendiniz şu beyaz genç Bişr ibnu'1-Berâ' ibn Ma'rûr (başka bir rivayette Amr ibnu'l-CemÛh)'dur." buyurmuş[67]
Bu âyet-i kerimeden "Sadakalar Allah'tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere... mahsustur." (âyet: 59) âyetine kadar olan âyetler hep münafıklar hakkında inmiştir.[68] İbn Zeyd'den rivayette ise bu Cedd ibn Kays'ın münafıklardan olduğu belirtiliyor.[69]
Öyle anlaşılıyor ki 46-59 âyetleri hep bir siyak üzere; Tebük seferine katılmıyan münafıklar hakkında nazil olmuş olan âyetlerdir.[70]

50. Eğer sana bir iyilik erişirse bu onları fenalaştınr. Bir kötülük erişirse de derler ki: "Biz, önceden tedbirimizi almışızdır, " Ve sevinerek dönüp gider*ler.
İbn Ebî Hatim'in Câbir ibn Abdullah'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Tebuk Gazvesine katılmıyarak Medine'de geri kalan münafıklar, Hz. Peygam*ber ve beraberindeki mü'minler ordusu hakkında "Muhammed ve ashabı büyük sıkıntıya uğradılar, helak oldular."gibi aslı astarı olmıyan kötü haberler yayma*ya başlamışlar. Daha sonra Hz. Peygamber ve ordusunun selâmette oldukları mealinde onları yalanlıyan haberler gelince bu münafıkları üzmüş, onların fena*sına gitmiş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Eğer sana bir iyilik erişirse bu onla*rı fenalaştınr..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[71]

53. De ki: 'Gerek istekli, gerek isteksiz olarak infak edin, nasıl olsa kabul edilmiyecektir. Çünkü siz gerçekten fâsıklar topluluğu oldunuz. "
54. Verdiklerinin onlardan kabul edilmesini engelleyen şudur: Onlar, Allah'a ve Rasûlü'ne küfretmişlerdir. Namaza tembel tembel gelirler ve mallarını da istemeye istemeye infak ederler.
Bu âyet-i kerimeler de yukarda bahsi geçen Cedd ibn Kays hakkında naziî olmuştur. Tebuk Gazvesi için hazırlıklarını sürdürürken kendisini sefere katıl*maya teşvik eden Hz. Peygamber (sa)'e: "Bana savaşa katılmama konusunda izin ver, ben sana malımla yardım edeyim." demiş ve işte onun bu sözü hakkında bu âyet-i kerimeler nazil olmuştur.[72]

58. İçlerinden kimi de sadakalar hakkında sana dil uzatırlar. Eğer ondan kendilerine verilirse hoşlanır, ondan kendilerine verilmezse bir de bakmışsın hemen kızarlar.
59. Şayet onlar Allah 'in ve Rasûlü 'nün kendilerine verdiklerinden hoşnut olsalardı da "Bize Allah yeter, yakında bize lûtfundan bol bol verir, Rasûlü de. Biz ancak Allah 'a rağbet edenleriz. " demiş olsalardı.
l. Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) ganimetleri taksim ederken Temîmli Zu'1-Huvaysıra (veya Ebu'l-Havasir) deni*len Hurkûs ibn Zuheyr geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi bizim hakkımızda (bize ganimet bölüştürmede) adaletli ol." dedi. Rasûlullah (sa): "Yazıklar olsun sana, ben adaletli değilsem benden başka kim adaletli olabilir?!" buyurdu ve bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu Hurkûs, daha sonra çıkan Haricîlerin başı (aslı) olmuştur. Bu haber Buhârî tarafından da tahric edilmiştir.[73]
Hadise, bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu kaydı olmaksızın Buhârî'de Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetle şöyle tahric olunmuştur: Biz, Rasûîuliah (sa)'ın yanındaydık. O, ganimetleri (veya kendisine getirilen zekât mallarını) taksim ediyordu. Temîm oğullarından birisi olan Zu'1-Huvaysıra geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, adaletli ol." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Yazık sana. Ben adaletli değilsem, başka kim adaletli olabilir ki? Eğer ben adaletli davranmamışsam sen hepten kaybettin, hüsrana uğradın demektir." buyurdu. Ömer: "Ey Allah'ın elçisi,, izin ver şunun boynunu vurayım." dedi. Efendimiz (sa): "Bırak onu. Onun öyle arkadaşları var ki sizden birisi onunla birlikte kıldığı namazını, onunla birlikte tuttuğu orucunu hakir görür, onlar Kur'ân okurlar ama Kur'an onların hançerelerinden aşağı geçmez, okun yaydan çıktığı gibi dinden Çtkarlar..." buyurdular.[74] Hadise Müslim'de de Câbir ibn Abdullah'tan Huneyn dönüşü Ci'râne'de Hz. Peygamber ganimetleri dağıtırken ayrıntılarıyla ve fakat Zu'l-Huvaysıra'nin adı verilmeksizin tahric olunmuştur.[75]
Buhârî ve Müsned'de Ebu Saîd el-Hudrî'den gelen başka bir rivayet biraz daha ayrıntılı ve bu münafığın ismi Abdullah ibn Zi'l^Huvaysıra olarak zikredi*liyor. Şöyle ki: Rasûlullah (sa) ganimeti taksim ederken İbn Zi'1-Huvaysıra et-Temîmî geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi adaletli ol." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Yazık sana, ben adaletli değilsem başka kim adaletli olabilir ki?" buyurdu. Ömer ibnu'l-Hattâb: "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver şunun boynunu vurayım." dedi, Hz. Peygamber (sa): "Bırak onu; onun öyle arkadaşları var ki sizden birisi onunla beraber kıldığı namazını, onunla beraber tuttuğu orucunu hakir gö-rür.Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar: Okun demirine bakarlar bir şey yok, okun sapma bakarlar bir şey yok, okun tüyüne bakarlar bir şey yok; yani ok hedefe isabet etmemiş. Onlardan siyah (zenci) bir adam (çıkacak ki) iki elinden (veya iki memesinden) biri kadın memesi (ya da lop et) gibi hop hop eder. İn*sanların fitnesi zamanında (ya da insanlar ayrılığa düştükleri bir zamanda) çıka*caklar." buyurdular. İşte onun hakkında "İçlerinden kimi de sadakalar hakkında sana dil uzatırlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Ebu Saîd el-Hudrî der ki: Şehadet ederim ki bunu Rasûlullah (sa)'tan işittim ve yine şehadet ederim ki Ali onu öldürdüğünde ben de onunla birlikte idim, onu getirdiler; tam tamına RaSÛİUİlah (sa)'in onu tarif ettiği VaSlf Üzere İdi.[76]
İbn Mes'ûd'dan gelen rivayette ise Hurkûs'un, Hz. Peygamber (sa)'in gı*yabında: "Bu taksimle Allah'ın rızası gözetilmem iştir." dediği, bunu duyan İbn Mes'ûd'un gelip Hz. Peygamber (sa)'e haber vermesiyle Efendimiz (sa)'in: "Allah Musa'ya rahmet eylesin; ona bundan daha fazla eziyet edilmişti de sab-retmişti." buyurduğu ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu belir*tilmiştir.[77]
2. Kelbî'den, bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)'i kastederek: "Arka*daşınızı görmez misiniz? verdiğiniz zekâtları koyun çobanlarına dağıtıyor ve bunun adaletli olduğunu sanıyor." diyen münafık Ebu'l-Cuvâz hakkında nazil olduğuna dair bir rivayet daha varsa[78] da meşhur olan Zu'l-Huveysıra Hurkûs ibn Zuheyr hakkında nazil olduğudur.[79]

61. İçlerinden öyleleri vardır ki "O, herşeye kulak kesiliyor." diyerek O Peygamber 'e eziyyet verirler. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah 'a inanır, mü 'minlere inanır ve sizden iman etmiş olanlar için bir rahmettir. Al*lah 'in Rasûlü 'ne eziyyet edenler içinse elîm bir azâb vardır.
62. Sizi hoşnut etmek için Allah 'a yemin ederler. Halbuki Allah ve Rasûlü onların hoşnut etmelerine daha lâyıktırlar. Eğer mü 'minler iseler.
Hz. Peygamber (sa)'e eziyet eden ve içlerinde el-Culâs ibn Suveyd ibnu's-Sâmit, Rifâ'a ibn Abdu'l-Münzir ve Vedîa ibn Sabit'in de bulunduğu bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa) hakkında ona yaraşmıyacak şeyler söylüyorlardı. İçlerinden bazıları: "Böyle şeyler söylemeyin, sonra kulağına gider de bizim aleyhimize olur."dedilerse de Hz. Peygamber (sa) hakkında ileri geri konuşanlardan el-Culâs ibn Suveyd: "Muhammed, işiten bir kulaktır; ne işitirse ona kanar. Burada onun hakkında istediğimizi konuşur, sonra onun yanına varır başka türlü konuşuruz, onun yanında söylediklerimize inanır ve bizi tasdik eder." dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[80] İbn Abbâs'tan rivayetle Ebu Salih kavlinde Rifâ'a ibn Abduİ-Münzir ve Vedîa ibn Sâbit'in yerine Hizam ibn Hâlid ve Ubeyd ibn Hilâl'in isimleri geçmektedir.[81]
Suddî, hadiseyi ayrıntılarda biraz daha farklı anlatır: İçlerinde el-Culâs ibn Suveyd ibnu's-Sâmit ve Vedîa ibn Sâbit'in de bulunduğu bir grup münafık top*lanmış aralarında konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (sa)'e sövmek, onun aleyhinde konuşmak istediler. Yanlarında Ansar'dan Amir ibn Kays adında bir çocuk vardı. Onu küçük görerek varlığına aldırmadılar ve konuşmalarına devam ettiler; "Eğer Muhammed'in söyledikleri gerçekten doğruysa biz eşeklerden daha kötüyüz." dediler. Amir ise Hz. Peygamber (sa)'e gelerek münafıkların aralarında konuştuklarını O'na haber verdi. Allah'ın Rasûlü (sa) de onları çağırıp o sözleri söyleyip söylemediklerini sordu. Amir'in yalancı olduğuna yemin ettiler. Amir de onların yalancılar olduğuna yemin etti ve: "Ey Allahım, doğru söyleyenin doğruluğu yalancının yalanından ayrılıp ortaya çıkacak şekilde sen aramızı ayır." diye dua etti de onlar hakkında bu ve bunu takip eden âyet-i kerime nazil oldu.[82]
"Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler..." âyeti hakkında Katâde'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: Münafıklardan bir adam: "Allah'a yemin ederim, bunlar bizim ileri gelenlerimiz ve en hayırlılarımız. Eğer Muhammed'in söyledikleri hak ise bunlar eşeklerden daha kötüler." demişti. Bunu müslümanlardan bir adam duydu ve: "Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in söyledikleri haktır ve sen eşeklerden daha kötüsün." dedi ve gidip olanları Hz. Peygamber (sa)'e anlattı. Hz. Peygamber o adamı (münafığı) çağırttı ve ona: "Seni, bu söylediklerini söylemeye iten nedir?" diye sordu. Kendi kendine lanet etmeye ve böyle bir şey söylemediğine dair Allah'a yemin etmeye, onun söylediklerini gelip Hz. Peygamber (sa)'e anlatan müslüman da: "Ey Allahım, doğrunun doğruluğunu, yalancının da yalanını ortaya çıkart." demeye başladı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler..." âyet-i kerimesini indirdi.[83]
İbn İshak ve diğer bazılarının rivayetinde Hz. Peygamber (sa) hakkında O'na yaraşmıyan şeyler söyleyen münafık, Culâs değil, Amr ibn Avf oğullarından Nebtel ibnu'l-Hâris'tir. Bu rivayet şöyledir:
İbn İshâk'tan rivayete göre bu âyet-i kerime münafıklardan Nebtel ibnu'l-Hâris denilen bir adam hakkında inmiştir, (ezlem?), şişman, saçı sakalı karışık (dağınık), gözleri kırmızı, sarı benizli, çirkin yaratılıştı bir adamdı. Hz. Pey*gamber (sa)'in: "Her kim şeytana bakmak isterse Nebtel ibnu'l-Hâris'e baksın." buyurduğu kişi işte bu münafıktır. Hz. Peygamber (sa)'in sözlerini münafıklara taşırdı. Ona: "Bunu yapma." dediklerinde "Muhammed işiten, işittiğini tasdik eden bir kulaktır. Kim ona bir şey söylerse onu doğrular. Biz, dilediğimizi söy*ler, sonra ona gidip onları söylemediğimize yemin ederiz, o da inanır." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti "İçlerinden öyleleri vardır ki "O, herşeye kulak kesiliyor." diyerek O Peygamber'e eziyyet verirler. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır..." âyet-i kerimesini indirdi.[84] Bir rivayette Hz. Peygamber (sa) hakkında böyle ileri geri konuşan ve hakkında bu âyet inen kişi Attâb ibn Kuşeyr'dir.[85]
Bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olan kişi, rivayetlerde muhtelif kişiler olarak verilmekle birlikte hepsinin ortak vasfı münafık olmalarıdır ve bu yönüyle rivayetler arasında gerçek bir ihtilâftan söz edilmez.[86]

64. Münafıklar, üzerlerine kalblerinde olanı haber verecek bir surenin indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: "Siz alay edin bakalım, Allah elbette çekinmekte olduğunuzu ortaya çıkarandır. "
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında başlıca üç rivayet vardır:
l. Mucahid der ki: Münafıklar kendi aralarında bir takım şeyler konuşurlar ve "Umarız Allah sırrımızı ifşa etmez." derlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
2. Suddi konuyu biraz daha kişiselletirir ve der ki: Münafıklardan birisi: "Bana yüz celde vurulsa da bizim hakkımızda bizi rezil edecek bir şey nazil olmasa." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[87] İbn İshak bu münafığın ismini Mahşî ibn Humeyyir olarak vermekte ve daha sonra tevbe ettiğini, tevbesinin kabulü ile Yemâme'de şehid olduğunu kaydetmektedir[88] ki 65. âyetin nüzul sebebinde de zikredilecektir.
3. İbn Keysân da münafıklardan bir grubun, Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönüşü sırasında karanlık bir gecede Hz. Peygamber (sa)'e suikast hazırladıklarını, Cibril'in de gelerek Rasûluilah (sa)'a bunu haber verdiğini ve işte böylece bu âyet-i kerimenin inmiş olduğunu söylemiştir.[89]

65. Şayet onlara soracak olursan mutlaka "Andolsun ki biz, dalmış oyala*nıyorduk. " diyeceklerdir. De ki: "Allah ile, O'nun âyetleri ile ve O'nun Rasûlü ile mi alay etmekteydiniz ? "
66. Mazeret beyan etmeyin. Gerçekten siz, imanınızdan sonra kâfirler oldunuz. İçinizden bir topluluğu affetsek bile mücrimler oldukları için bir topluluğa da azâb ederiz.
Bu âyet-i kerimeler de Tebük Gazvesi'nde nazil olan âyetlerdendir. Zeyd ibn Eşlem ve Muhammed ibn Vehb anlatıyorlar: Tebük seferinde münafıklardan birisi Rasûluilah ve ashabını kastederek: "Şu bizim kurramız gibi midesine düşkün, dili yalancı, düşmanla karşılaşma esnasında korkak olanını görmedim." demişti. Ashabdan Avf ibn Mâlik: "Yalan söyledin, fakat sen bir münafıksın ve hiç şüphen olmasın bu söylediklerini Rasûiuflah (sa)'a haber vereceğim." deyip olanları anlatmak üzere Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi ve gördü ki Kur'ân, ondan önce haber vermiş. O adam Rasûluilah (sa)'a geldi. Yerinden ayrılmış, devesine binmişti. "Ey Allah'ın Rasûlü, biz eğleniyor, yolcuların yolculuktan sıkılmasını önlemek üzere anlattığı sözler kabilinden konuşuyorduk." Dedi.[90]
Katâde de yine Tebük Gazvesinde bir münafığın Hz. Peygamber ve müslüman ordusuyla alay etmesi üzerine bu âyetlerin indiğini şöyle anlatır: Allah'ın Rasûlü (sa) Tebük Gazvesinde iken önünde bir grup münafık yürüyormuş. İçlerinden birisi: Bu adam Şam'ın kalelerini ve saraylarını fethedeceğini sanıyor, heyhat ki heyhat!" demiş. Allah Tealâ, Rasûlü'nü onun bu sözüne muttali kılmış da yanındakilere binitleriniz üzerinde durun." buyurup o münafıklara gelmiş ve: "Şöyle şöyle söylediniz değil mi?" buyurmuş. "Ey Allah'ın elçisi, biz konuşmaya dalmış eğleniyorduk." demişler de Allah Teaiâ bu âyet-i kerimeleri indirmiş.[91]
Bu hadiseyi İbn Abbâs'tan rivayetle Ebu Salih şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa) Tebük'ten dönüş yolunda iken el-Cedd ibn Kays, Vedî'a ibn Hizam ve el-Cüheyr ibn Humeyr, Rasûl-i Ekrem'in önünde yürüyor ve aralarında konuşuyorlarmış. Bunlardan ikisi Hz. Peygamber (sa) ile alay etmeye, üçüncüleri de bir şey demeyip o ikisinin söylediklerine gülmeye başfamış.Cibrîl gelerek Hz. Peygamber (sa)'e onların, kendisiyle alay >dip güldüklerini haber vermiş de Efendimiz (sa) Ammâr ibn Yâsir'e: "Git, şunlara neden güldüklerini sor ve Allah sizi yaktı." de." buyurmuş. Ammâr yanlarına gelip neye güldüklerini sorunca ve "Allah sizi yaktı." deyince haklarında bir âyet indiğini anlryarak özür dilemek üzere Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Cüheyr: "Vallahi ben bir şey söylemedim, sadece söylediklerine şaşarak güldüm." demiş ki âyet-i kerimedeki "Mazeret beyan etmeyin. Gerçekten siz, imanınızdan sonra kâfirler oldunuz." ile Cedd ibn Kays ve Vedî'a; "İçinizden bir topluluğu affetsek bile" ile Cüheyr; "Mücrimler oldukları için bir topluluğa da azâb ederiz." ile de yine Cedd ve Vedî'a kastedilmiştir.[92]
İbn Ömer'den gelen bir rivayette de bu münafığın Abdullah ibn Übeyy ol*duğu tasrih, edilerek "Abdullah ibn Übeyy Rasûlullah'ın önünde yürüyor, ayağı taşlara takılıyor, "Ey Allah'ın elçisi bizler konuşmaya dalmışız eğleniyorduk." diyor; Rasûlullah da: "Allah'la, Rasûlü ile ve âyetleriyle mi eğleniyordunuz?" diyordu."[93] ayrıntılarına yer verilmektedir. Ancak eğer bu hadi*se Tebük Gazvesi esnasında olmuşsa bu münafığın Abdullah ibn Übeyy olması mümkün değildir. Çünkü daha Önce başka âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde de geçtiği üzere Abdullah ibn Übeyy Tebük Gazvesine katılmamıştır. Bu durumda ya bu münafık, başka rivayetlerde geçtiği üzere Vedî'a ibn Sâbit'tir[94], ya da biraz sonra (74. âyetin nüzul sebebinde) geleceği üzere hadise Mustalık oğulları gazvesinde olmuş olmalıdır.
İbn İshak bu münafıklardan Ümeyye ibn Zeyd oğulları kardeşi ve Amr ibn Avf oğullarından olan Vedîa ibn Sabitin adım vermektedir.[95] Bu seferde Hz. Peygamber (sa) ile eğlenenlerden birisi de Seleme oğulları ile antlaşmah olanlardan birisi olan Mahşî ibn Humeyyir el-Eşcaî imiş. Ancak -ikinci âyette "İçinizden bir topluluğu affetsek bile..." ifadeleriyle işaret olunduğu üzere- bu zat, daha sonra güzelce tevbe etmiş, Hz. Peygamber (sa)'den ismini (bir rivayette kendisinin ve babasının ismini) değiştirmesini istemiş, Efendimiz de ona Abdullah ibn Abdurrahman adını vermiş. Allah yolunda cihadda şehid olarak ölmeyi temenni etmiş, bu dileğine erişerek Yemâme savaşında şehid olmuş.[96]

74. Allah adına yemin ederler ki bir şey söylemediler. Halbuki onlar küfür sözünü söylemişler ve Müslümanlıklarından sonra kâfir olmuşlardır. Onlar, ~başaramıyacakları Vır şeye yeltendiler. Halbuki öç almaya yeltenmeleri için Allah ve Rasûlü 'nün onları zenginleştirmesinden başka bir sebep de yoktur. Eğer tevbe ederlerse onlar için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da âhirette de pek elim bir azaba uğratır. Onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcı da yoktur.
Bu âyet-i kerimenin nüzulünde başlıca altı rivayet vardır:
1. Bunlardan birincisine göre bu âyet-i kerime de Tebük Gazvesi sırasında münafıklar hakkında inen ayetlerdendir. Katâde şöyle anlatıyor: Tebük seferi sırasında Birisi Cuheyne, diğeri de Gıfâr'dan iki kişi dövüşmüştü. Gıfâr'dan olan Cuheyne'liyi bastırınca Cuheyneliler Ansar'ın antlaşmalısı, anlaşmalı dostları olduğu için Abdullah ibn Übeyy: "Ey Evs oğulları, kardeşinize yardıma koşun. Vallahi bizim ve Muhammed'in misali aynen "Köpeğini semirt seni yesin." diyen adamın söylediği gibidir. Vallahi, eğer Medine'ye dönecek olursak içimizden daha aziz ve güçlü olan daha zelil olanı oradan çıkaracaktır." demiş ve onun bu sözünü duyan bir müslüman da gelip Hz. Peygamber (sa)'e haber vermiş. Allah'ın Rasûlü (sa) de Abdullah ibn Übeyy'i çağırtarak yanma getirtmiş; Abdullah ibn Übeyy de böyle bir şey söylemediğine dair yemin etmeye başlamış ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[97]
Dahhâk'in bu âyetin nüzul sebebinde anlattıkları ise daha geniş olup Tebük Gazvesine katılan münafıklar hakkında nazil olduğunu söylemektedir. Buna göre Tebük Gazvesinde münafıklar kendi aralarında başbaşa kaldıklarında Rasûlullah (sa)'a ve ashabına söver, dine hücum ederlermiş. Onların bıi tavırla*rını Hz. Peygamber (sa)'e Huzeyfe'nin nakletmesi üzerine Efendimiz münafık*ları çağırıp: "Sizden bana ulaşan bu sözler de nedir?" diye sormuş. Bunların hiçbirini söylemediklerine dair yemin etmişler de Allah Tealâ onları yalanlamak üzere bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[98]
Siyer ve tefsirlerde meşhur olan Cuheyneli-Ğıfarh kavgası, Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl'un mes'eleye karışması ve "Medine'ye dönünce aziz olan zelil olanı oradan çıkaracaktır." demesi hadisesi hicretin beşinci senesi olaylarından Mustalık Oğulları gazvesinde meydana gelmiş olup Münâfıkûn Sûresi bu sebep*le nazil olmuştur ve yerinde genişçe verilecektir. Dolayısıyla bu Katâde rivaye*tinde ya Mustalik Oğulları gazvesi yerine yanlışlıkla Tebük Gazvesi denilmiştir, ya da benzer bir kavga ve bu sefer başka bir münafığın mes'eleye karışarak İbn Übeyy ibn SelûTun sözleri gibi bir söz sarfetmesi Tebük Gazvesi yolunda da olmuştur. Buna göre bu sözleri söyleyen İbn Übeyy ibn Selûl olamaz. Çünkü o, kendine tabi olanlarla birlikte bu sefere katılmamıştı. Bu durumda âyet-i kerime İbn Übeyy hakkında değil de başka bir münafık hakkında nazil olmuş olmalıdır. Bu ihtilâfın üzerinde, zaman faktörü dışında durmamak gerekir. Çünkü neticede bu âyet-i kerime bir münafığın Hz. Peygamber ve getirdiği hak dine hakaret ve daha sonra da bu hakaretin inkârı üzerine inmiştir ve burada vurgulanan da mü-nafıklardaki ruh halidir. Öte yandan bu rivayetleri "Bu hadiselere karışanlar bu âyet-i kerimenin hükmü altına girmişlerdir." şeklinde anlamak da mümkündür.
2. Hişâm ibn Urve'nin babasından rivayetine göre "Allah adına yemin eder*ler ki bir şey söylemediler. Halbuki onlar küfür sözünü söylemişler ve müslümanlıklarından sonra kâfir olmuşlardır..." âyet-i kerimesi el-Culâs ibn Süveyd ibnu's-Sâmit hakkında nazil olmuştur. O ve karısının Mus'ab adındaki oğlu Küba'dan geliyorlarmış. Culâs: "Muhammed'in getirdiği hak ise biz şu üzerinde olduğum eşekten daha kötüyüz." demiş. Mus'ab: "Ey Allah'ın düşma*nı, senin bu söylediklerini gidip Allah'ın Rasûlü (sa)'ne haber vereceğim." de*miş. Mus'ab kendisi şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa)'e geldim. Benim hak*kımda bir âyet inmiş olmasından veya başıma bir felâket gelmesinden korku*yordum. "Ey Allah'ın elçisi, ben ve Culâs Küba'dan geliyorduk; şöyle şöyle dedi. Şayet onun bu suçu ile cezalandırılmam ya da başıma bir felâket gelmesi, ya da onun bu suçuna karıştırılmam korkusu olmasaydı bunu size haber vermez (koğucu gibi davranmak istemez)dim." dedim. Culâs'ı çağırttı ve ona: "Ey Culâs, Mus'ab'ın söylediklerini gerçekten söyledin mi?" diye sordu. Culâs öyle bir şey söylemediğine dair yemin etti de Allah Tealâ "Allah adına yemin ederler ki bir şey söylemediler. Halbuki onlar küfür sözünü söylemişler ve müslümanlıklarından sonra kâfir olmuşlardır..." âyet-i kerimesini indirdi.[99] İbn İshâk ise bu el-Culâs ibn Süveyd'in karısının oğlunun adını Umeyr ibn Saîd olarak vermekte[100]: İbnu'1-Esîr de Usdu'l-Ğâbe'sinde Umeyr ibn Saîd isminin hatalı olduğunu, doğrusunun Umeyr ibn Sa'd olduğunu, bu Umeyr'in Amr ibn Avf oğullarından ve el-Culâs ibn Süveyd'in karısının oğlu olduğunu kaydedip bu hadiseyi aynen anlattıktan sonra Culâs'in tevbe ettiğini ve hem de tevbesinde samimi olduğunu ve Hz. Peygam*ber (sa)'İn de onun tevbesini kabul buyurduğunu zikretmekte[101] ve fakat aynı hadiseyi bir de Mus'ab ibn Ümmü'l-Culâs'ın hal tercemesinde Mus'ab için anlatmaktadır.[102] Bu durumda Culâs'in ya birisi Mus'ab, diğeri Umeyr olmak üzere ana bir, iki kardeşi vardır; ya da aynı kişi kaynaklarda bir defa Umeyr, bir defa da Mus'ab adıyla kayde*dilmiştir. Mes'elenin bu yanı tabiidir ki bizim için önemli değildir. Bizce önemli olan bir münafığın Hz. Peygamber aleyhinde gıyabında atıp tutması, ona haka*retler etmesi ve bir müslümanın da -akrabası bile olsa- gelip Hz. Peygamber (sa)'e durumu haber vermesidir. Bu hadise, Tebuk Gazvesi hazırlıklarının ya*pıldığı bir Sirada meydana geldiğine göre[103] âyet-i kerime Tebuk Gazvesi hakkında nazil olan âyetlerdendir.
3. İbn Ebî Hâtim'in Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Zeyd ibn Erkanı, Hz. Peygamber (sa) bir gün hutbe okurken münafıklardan bir ada*mın: "Eğer bu doğru, gerçek ise biz eşeklerden daha kötüyüz." dediğini duymuş ve bunu Hz. Peygamber (sa)'e iletmiş. Bu sözü söyleyen münafık ise söylediği*ni inkâr etmiş ve bunun üzerine Allah Tealâ "Allah adına yemin ederler ki bir şey söylemediler..." âyet-i kerimesini indirmiş.[104]
4. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün (Tebuk Gazvesi sırasında olsa gerek) Hz. Peygamber (sa) bir ağacın altında oturuyordu. "Size birazdan şeytanın gözleri ile bakan bir adam gelecek." buyurdular. Gözleri mavi (çini gözlü) birisi göründü. Hz. Peygamber (sa), adamı çağırıp: "Sen ve arkadaşların bana neden sövüyordunuz?" diye sordu. Adam gidip arkadaşlarını da getirdi ve hep birden böyle bir şey söylemediklerine yemin ettiler de Hz. Peygamber onları bıraktı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Allah adına yemin ederler ki bir şey söylemediler..." âyet-i kerimesini indirdi.[105]
5. Bu âyet-i kerimenin "Ulaşamıyacaklan bir işe kalkıştılar." kısmının nüzul sebebi hakkında da Dahhâk şöyle anlatır: Rasûlullah (sa)'ın yanında olanlardan bir grup münafık onu öldürmeyi plânladılar ve plânı tatbik için fırsat kollamaya başladılar. Nihayet bir gece bir geçitte plânlarını uygulayabileceklerini düşüne*rek Efendimiz (sa)'i tam geçitte binitinden vadiye itmeye karar vererek bir kıs*mı ilerlerken bir kısmı da geride kaldı. O gece Rasûlullah (sa)'ın binitini çeken Ammâr ibn Yâsir, arkadan süren de Huzeyfe imiş. Huzeyfe birden develerin tırnaklarının sesini duyup geri dönünce bu kişilerle karşılaşmış: "Uzaklasın ey Allah düşmanları." diye bağırmış ve isteklerine ulaşamamışlar. Allah'ın Rasûlü (sa) ilerleyerek konak!ıyacakları yere gelmiş ve işte orada Allah Tealâ "Ulaşamıyacaklan bir işe kalkıştılar..." ayet-i kerimesini indirmiş.[106]
Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî'nin Delâilu'n-Nübüvve'sinden naklen İbn Kesîr'in Tefsîru'l-Kur'âni'I-Azîm'inde hadise Huzeyfe ibnu'l-Yemân'ın ağzından anlatılmakta ve Hz. Peygamber (sa)'e suikast hazırlıyan münafıkların sayısı 12 olarak verilirken tanınmamak için yüzlerini peçeledikleri (örttükleri), buna rağmen Hz. Peygamber (sa)'in ve Huzeyfe'nin onları tanıdıkları ayrıntılarına da yer verilmektedir.[107]
Olay, İmam Ahmed'in Müsned'inde Ebu't-TufeyFden naklen şöyle anlatı*lıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Tebük Gazvesi'nden dönerken bir münadiye emretti de o. şöyle nida etti: "Allah'ın Rasûlü (sa) yamaç yolunu (geçidi) tutmuştur, kimse o yolu tutmasın." Huzeyfe, Rasûlullah (sa)'ın binitini geminden tutup çeker, Ammâr da sürerken birden binitleri üzerinde yüzleri peçeli bir grup Rasûlullah (sa)'ın binitini sürmekte olan Ammâr'ın üzerine çullandılar. Ammâr. onların binitlerinin yüzlerine vurmaya başladı. Rasûlullah (sa)? Huzeyfe'ye: "Dur, dur!" buyurup binitinden indi.. Ammâr döndüğünde: "Ey Ammâr, o topluluğu tanıdın mı?" diye sordu. Ammâr: "Binitlerinin hepsini tanıdım, fakat kavim peçeliydi." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ne istediklerini bilir misin?" diye sordu. Ammâr: "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Allah'ın Rasûlü'nün binitini ürkütüp onu geçitten aşağı atmak istediler." bu*yurdu.
Bir gün Ammâr, Rasûlullah (sa)'ın ashabından bir adamla kavga etti de o-na: "Allah için söyle Akabe ashabı (geçitte Rasûlullah'a suikasta yeltenenler) kaç kişiydiler?" biliyor musun?" dedi. Adam: "On dört kişiydiler." dedi. Ammâr: "Şayet sen de onlardan isen 15 kişiydiler. Allah'ın Rasûlü (sa), onlar*dan "Allah'a yemin olsun ki biz, Rasûlullah'in münâdisini duymadık ve o toplu*luğun ne istediğini de bilmiyorduk." diyen üçünü mazur gördü. Ammâr der ki: Ben şehadet ederim ki kalan 12'si dünya hayatında da şahidlerin dikileceği gün*de de Allah ve RaSÛlÜ'ne düşmandırlar."[108]
Tebük dönüşü münafıkların Hz. Peygamber (sa)'e hazırladıkları bu suikast, Taberânî'nin el-Mu'cemu'1-Kebîr'indeki Huzyfe ibnu'l-Yemân Müsned'inde çok daha ayrıntılı bir şekilde ve suikastçıların isimleri de verilerek yer almakta*dır. Şöyle ki:
Şa'bî'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: "Huzeyfe, Ebu Bekr'in ve Ö-mer'in sahip olmadığı bilgiyi (münafıkların kimler olduğu bilgisini) nasıl elde etti?" diye konuşuyorduk. Sıla ibn Züfer dedi ki: Vallahi biz de bunu Huzeyfe'ye sorduk da şöyle anlattı: Bir yolculukta Allah'ın Rasûlü (sa) ile bir gece birlikte yürüyorduk. Gece karardığında biz yürümeye devam ediyorduk. Rasûlullah (sa) bir ara biniti üzerinde uyukladı. O esnada bir grup insanın: "Şimdi onu binitinden itelesek de düşse boynu kırılsa biz de ondan kurtulsak." diye aralarında konuştuklarını duydum. Bu konuşmalarını duyunca önlerine geçtim, onlarla Rasûlullah (sa)'ın arasında yürümeye ve (yüksek sesle) Kur'ân'dan bir sure okumaya başladım. Allah'ın Rasûlü (sa) uyandı ve: "Kim bu (Kur'ân okuyan)?" diye sordu. Ben: "Huzeyfe'yim ey Allah'ın elçisi!" de*dim. "Yaklaş." buyurdu, O'na yaklaştım, "Şu arkandakiler ne konuştular, duy*dun mu?" buyurdu. Ben: "Evet duydum ey Allah'ın elçisi ve işte onun için on*larla senin aranda yürüdüm." dedim. "Onlar münafıklardır, filân, filân filân'dır." Buyurdular.[109]
Başka bir rivayette de münafıkların isimlenni Hz. Peygamber (sa), Huzeyfe'ye değil, Huzeyfe. Rasûlullah (sa)'a söylemiş: Sıla ibn Züfer'den riva*yet ediliyor ki şöyle demiş: Huzeyfe'ye: "Allah'ın Rasûlü (sa)'nün ashabından ' inıse; Ebu Bekr ve Ömer bile bilmediği halde sen münafıkların durumunu (ve kimler olduğunu) nereden bildin?" diye sorduk da şöyle dedi: Rasûlullah (sa)'ın binitinin arkasında yürüyordum. Biniti üzerinde uyumuştu. Onlardan bir grup insanın: "Onu binitinden atsak da boynu kırılsa^ biz de ondan kurtulsak." diye konuştuklarını duydum ve hemen Rasûlullah (sa) ile onların arasında yürüyerek yüksek sesle Kur'ân okumaya başladım. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü (sa) uyandılar ve: "Kim bu (Kur'ân okuyan)?" buyurdular. Ben: "Huzeyfe'yim." dedim. "Kim şunlar?" buyurdular. Ben: "Filân, filân'dır." dedim ve isimlerini saydım. "Tsfe söylediklerini duydun mu?" diye sordu, ben: "Evet ve onun için seninle onların arasında yürüdüm." dedim. "Bunlar filân, filândır -isismlerini saydı- ve bunlar münafıklardır. Sakın kimseye haber verme." Buyurdular.[110]
Abdurrahman ibn Câbir'den, o da babasından rivayet ediyor ki o, şöyle demiş: Ammâr ibn Yâsir ile Vedî'a ibn Sabit arasında bir tartışma olmuştu. Vedî'a, Ammâr'a: "Sen, halâ Huzeyfe ibnu'l-Muğîra'nın bir kölesisin, henüz seni azat bile etmedi." diye hakaret etti. Buna karşılık Ammâr da ona: "Akabe ashabı (Hz. Peygamber (sa)'e Tebük dönüşü bir geçitte suikast hazırlıyanlar) kaç kişiydi? diye sordu. O: "Allah bilir." dedi. "Sen, bildiğini söyle." dedi. Vedî'a sustu. Orada bulunanlar: "Sorusuna cevap versene, sorduğu konuda bil*diğini ona haber versene." dediler. Ammâr aslında bu sorusu ile Vedî'a'nın. kendisinin de onların içinde olduğunu haber vermesini istiyordu. Vedî'a: "Onla*rın 14 kişi olduklarından bahsederdik, onların 14 kişi olduklarını konuşurduk."" dedi. Ammâr: "Sen de onların içindeysen demek ki 15 kişidirler." dedi. Vedî'a: "Ey Ebu'l-Yakzân, yavaş ol, Allah aşkına beni rezil etme." dedi. Ammâr: "Val*lahi ben, kimsenin adını söylemedim ve asla da söylemiyeceğim. Fakat ben şehadet ederim ki bu 15 kişiden 12'si bu dünya hayatında da şahidlerin dikile*ceği günde de Allah ve Rasûlü'ne düşmandırlar, onlarla savaş halindedirler." Dedi.[111]
Bu haberlerden sonra Müslim'in Sahîh'inde Ebu't-Tufeyl'den rivayet edi*len şu haber de bir anlam kazanmakta: Huzeyfe ile Akabe ashabından birisi arasında insanlar arasında olması mutad olan bir münakaşa olmuş ve Huzeyfe: "Allah aşkına söyle, Akabe ashabı (Tebük dönüşü bir geçitte Rasûlullah (sa)'a suikast hazırlıyanlar) kaç kişiydiler?" diye sormuş. Etraflarında olan insanlar o kişiyi sıkıştırıp: "Sorduğuna cevap ver, ona kaç kişi olduklarını haber ver." de*mişler de o: "Bize haber verildiğine göre onlar 14 kişi imişler." demiş. Huzeyfe: "Sen de onlardan isen demek ki 15 kişiymişler. Allah şahid olsun ki onlardan 12'si bu dünya hayatında ve şahidlerin dikileceği günde Allah ve Rasûlü ile harb halinde, onların düşmanlarıdır. Onlardan üçü: "Biz, Rasûlullah (sa)'m mü-nâdisinin "Oraya kimse gitmesin." diye nida ettiğini duymadık ve kavmin kastı*nın ne olduğunu bilmiyorduk." dediler de Allah'ın Rasûlü (sa) özürlerini kabul buyurdu." Demiş.[112]
ez-Zübeyr ibn Bekkâr rivayet edip dedi ki: Akabe ashabı şunlardır: Amr ibn Avf oğullarından Muattib ibn Kuşeyr ibn Melîl, Vedî'a ibn Sabit ibn Amr. Amr ibn Avf oğullarından Cedd ibn Abdullah ibn Nebîl, el-Hâris ibn Yezîd et-Tâî, Harise oğullarından Evs ibn Kayzî, Amr ibn Avf oğullarından el-Culâs ibn Suveyd ibnu's-Sâmit -bize ulaştığına göre daha sonra bu yaptığından tevbe etmiştir-, Mâlik ibnu'n-Neccâr oğullarından Sa'd ibn Zürâra ve Kays ibn Fehd. bı'1-Hublâ (veya Hablâ) oğullarından Suveyd ve Dâ'is, Kays ibn Amr ibn Sefil. Zeyd ibnu'l-Lasît, Selâme ibn'l-Hımâm'dırlar. Bu son ikisi Kaynukâ' oğulların*dan olup müslüman olduklarını izhar etmişlerdi.[113]
Bu hadise, Hz. Peygamber (sa) Tebük Gazvesinden dönerken, dönüş yolunda Akabe'de (veya bir geçitte) meydana gelmiş olmakla[114] âyet-i kerime Tebük dönüşü yolda nazil olmuş demektir.
İbn Cüreyc, bu 12 kişinin Hz. Peygamber (sa)'e suikast yapmaya kalkışması üzerine bu sûrenin 48. âyetinin nazil olduğunu söylemiştir.[115]
6. Ayet-i kerimenin "Halbuki öç almaya yeltenmeleri için Allah ve Rasûlü'nün onları zenginleştirmesinden başka bir sebep de yoktur." kssmının nüzul sebebinde İkrime'den rivayette o şöyle demiştir: Adiyy ibn Ka'b oğullarına ait bir köle Ansardan bir adamı öldürmüş ve Hz. Peygamber (sa) de diyetinin 12 bin olmasına hükmetmiş ve bunun hakkında "Halbuki öç almaya yeltenmeleri için Allah ve Rasûlü'nün onları zenginleştirmesinden başka bir sebep de yoktur." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.
Katâde'den gelen bir rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'in, lehine diyetle hükmettiği, ya da diyetini almasını sağladığı ve bunu alarak zenginleşen kişinin Abdullah ibn Übeyy olduğu belirtilmiştir.[116]

75. İçlerinden kimi de "Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse andolsun ki zekâtını vereceğiz ve salîhlerden olacağız. " diye Allah 'a ahdetmiş*lerdi.
76. Ama Allah onlara lütuf ve kereminden ihsan edince cimrilik ettiler ve yüz çevirdiler. Onlar zaten öyle döneklerdir.
77. Allah'a verdikleri ahdi tutmadıkları ve yalanı âdet edindikleri için, kendisinin huzuruna çıkacakları güne kadar Allah da onların kalblerine nifak (münafıklık) koydu.
Ebu Ümâme el-Bâhilfden rivayete göre Sa'lebe ibn Hâtıb ei-Ansârî, Rasûlullah (sa)"a gelmiş ve c"Ey Allah'ın Elçisi, Allah'a düa et de bana mal ver*sin." demiş. Rasûlullah (sa): "'Yazık sana ey Sa'lebe, şükrünü eda edeceğin az mal, dayanamıyacağın çok maldan daha hayırlıdır." buyurmuş. Sa'lebe tekrar aynı istekte bulununca "Allah'ın peygamberi gibi olmaktan honut olmaz mısın? Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki dağların benimle birlikte gümüş ve altın olup akmalarını istemiş olsaydım akarlardı." buyurmuş. Sa'lebe: "Ey Allah'ın Elçisi, seni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki eğer bana mal vermesi için Allah'a düa edersen her hak sahibine hakkını mutlaka verece ğim." demiş ve onun bu ısrarı üzerine Allah'ın Rasûlü (sa) de: "Ey Allahım, Sa'lebe'ye mal ver." diye düa buyurmuş.
Sa'lebe bir koyun edinmiş ve o koyun, kurtçukların ürediği gibi hızla çoğalmış, Medine'ye sığmamaya başlamış ve Medine'den dışarı çıkıp şehir dışındaki vadilerden birinde oturmaya başlamış. Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılarken diğer vakitlere gelememeye başlamış. Hayvanları daha da Çoğalmış ve Sa'lebe sadece Cumadan cumaya namaza gelmeye, diğer namazları ise terketmeye başlamış. Sonra hayvanlar yine kurtçuklar gibi sür'atle üremeye devam etmişler ve Sa'lebe Cuma namazını da terketmiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Sa'lebe ne yaptı?" diye ashabına sormuş, "Koyun edindi, Medine ona dar gel*di..." diye onun haberini Rasûlullah (sa)'a nakletmişler. Efendimiz üç defa: "Yazık oldu Sa'lebe'ye." buyurmuşlar.
Nihayet "Onların mallarından, onları temizliyeceğin, tezkiye edeceğin bir sadaka (zât) al." ayet-i kerimesi ve zekâtla ilgili farzlar nazil olunca Hz. Peygamber (sa) birisi Cuheyne kabilesinden, diğer Suleym oğulları kabilesinden iki kişiyi zekât toplamaya gönderdi ve onlara zekâtı nasıl toplryacaklarmı tarif eden bir mektup verip: "Suleym oğullarından filâna ve Sa'lebe'ye uğrayın ve zekâtlarını alın." buyurdu. İki zekât memuru Medine'den çıktılar ve Sa'lebe'ye uğradılar. Zekâtını vermesini istediler ve Rasûlullah (sa)'ın mektubunu ona okuttular. Sa'lebe: "Bu, cizyeden başka bir şey değil. Bu, cizyenin bir kardei, bu nedir bilmiyorum. Şimdi gidin, diğer işlerinizi bitirin bana öyle gelin." dedi. Sa'lebe'nin yanından ayrılıp Suleym oğullarından olan adama geldiler ve zekât farzıyyetini ona da haber verdiler. Yetişkin develerinin en iyilerine bakıp onları zekât olarak vermek üzere ayırdı, sonra da o develerle zekât memurlarını karşıladı. Develerinin en iyilerini seçtiğini görünce: "Bu sana farz değil (en iyilerini değil orta hallilerini vermen farzdır). Binaenaleyh biz senden bunları kabul etmek istemiyoruz." dedilerse de o: "Hayır, bunları benden alın. Ancak bunları benden alırsanız gönlüm hoş olacak (Ben bunları kendim, gönül hoşluğu ile veriyorum. Bunlar benim develerim ve ben size bunları veriyorum." dedi. Onlar da o develeri zekât olarak alıp tekrar Sa'lebe'ye uğradılar. "Mektubunuzu, Hz. Peygamber (sa)'in size verdiği mektubu gösterin bana." dedi. Mektuba bakıp: "Bu, cizyenin kardeşinden başka bir şey değil! Şimdi siz gidin, ben bir düşüneyim, sonra görüşümü bildireceğim." dedi. İki zekât memuru da yanından ayrılıp Medine'ye döndüler.
Hz. Peygamber, zekât memurlarının dönmekte olduklarını görünce henüz onlar yanına gelip kendisiyle konuşmadan: "Yazık oldu Sa'lebe'ye." Buyurup ovum maA\m WekeÜe.Y\&vc«Ye,s\ \ç\x\ dua. (sa)'in yanına gelip Suleym oğullarından olan o kişinin ve Sa'lebe'nin yaptıkla*rını haber verdiler de bunun üzerine Allah Tealâ: "İçlerinden kimi de "Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse andolsun ki zekâtını vereceğiz ve sal inlerden olacağız." diye Allah'a ahdetmişlerdi. Ama Allah onlara lütuf ve kereminden ihsan edince cimrilik ettiler ve yüz çevirdiler. Onlar zaten öyle döneklerdir. Allah'a verdikleri ahdi tutmadıkları ve yalanı âdet edindikleri için, kendisinin huzuruna çıkacakları güne kadar Allah da onların kalblerine nifak (münafıklık) koydu." âyetlerini indirdi. O sırada Rasûlullah (sa)'ın huzurunda Sa'lebe'nin akrabalarından biri vardı. Bunu işitti ve çıkıp Sa'lebe'ye vardı, "Yazık sana ey Sa'lebe, Allah Tealâ senin hakkında şöyle şöyle âyet indirdi." dedi. Sa'lebe hemen çıkıp Medine'ye Hz. Peygamber (sa)'e zekâtının getirdi ve zekâtını ken*disinden kabul buyurmasını istedi. Hz. Peygamber (sa): "Doğrusu Allah, senin zekâtını kabul etmemi yasakladı." buyurdu. Sa'lebe başına toprak saçmaya baş*ladı da Rasûlullah: "İşte senin işin bu; ben sana emretmiştim de bana itaat et*memiştin." buyurdu.
Rasûlullah (sa), zekâtını almamakta ısrar edince Sa'lebe evine döndü ve Allah'ın Rasûlü (sa), ölünceye kadar onun zekâtını kabul etmedi, almadı. Efen*dimiz vefat edip de Ebu Bekr halife olunca Sa'lebe, zekâtını belki o kabul eder diye zekâtını Ebu Bekr'e getirdi ve: "Sen, benim Allah'ın Rasûlü katında dere*cemi ve Ansar içindeki yerimi biliyorsun, zekâtımı al." dedi. Fakat o da: "Al*lah'ın Rasûlü (sa) senin zekâtını kabul etmedi." deyip zekâtını reddetti ve vefa*tına kadar da onun zekâtını almadı. Ondan sonra Ömer halife oldu ve Sa'lebe, belki o kabul eder diye zekâtını ona getirdi ve: "Ey mü'minlerin emîri, zekâtımı kabul et." dedi. Hz. Ömer: "Ne Allah'ın rasûlü (sa), ne de Ebu Bekr senin zekâ*tını kabul etmemişken ben mi kabul edeceğim?!" deyip geri çevirdi ve ölünceye kadar zekâtını kabul etmedi. Nihayet Hz. Osman halife olunca bu sefer Sa'lebe ona geldi ve ondan, zekâtını kabul etmesini istediyse de o da Ebu Bekr ve Ömer gibi onun zekâtını kabul etmedi ve Sa'lebe, Hz. Osman'ın halifeliği sırasında öldü.[117]
Suyûtî, bu haberin isnadının zayıf olduğunu kaydederken[118] Kurtubî de Sa'lebe'nin, Bedr Gazvesinde bulunmuş seçkin sahabîlerden olmakla böyle bir konuma düşmesini şüpheli görür ve âyet-i kerimenin başkaları ve özellikle de münafıklardan Nebtel ibnu'l-Hâris, Cedd ibn Kays ve Muattib ibn Kuşeyr hakkında nazil olduğunu ifade eden Dahhâk'in görüşünü kabule meyleder.[119]
Hasen ve Mücâhid'den gelen bir rivayette ise bu âyet-i kerimenin "Allah kendilerine lûtfundan verirse mutlaka hakkını verecekleri ve tasaddukta buluna*caklarına yemin eden, zengin olunca da cimrilik eden iki kişi hakkında nazil olduğu; bu iki kişinin Sa'lebe ibn Hâtıb ve Muattib ibn Kuşeyr olduğu belirtil*miştir.[120]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de Hâtıb ibn Ebî Beltea'nın Şam'dan gelecek olan bir kervanda malı varmış. Kervanın gelmesi gecikmiş. Hâtıb, ansar meclislerinden birinde: "Eğer bu malım gelirse ondan tasaddukta bulunacağım, onunla akrabalarıma sıla-i rahimde bulunacağım." demiş; ama kervan sağ salim gelip malını alınca cimrilik edip ondan hiç sadaka vermemiş de bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[121]
Dahhâk ise "Allah bize lûtfundan verirse mutlaka ondan tasaddukta bulu*nacağız." diyen ve Allah kendilerine lûtufta bulunup mal verince de cimrilik eden ve haklarında bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kişilerin Nebtel ibnu'l-Hâris, Cedd ibn Kays, Sa'lebe ibn Hâtıb ve Muattib ibn Kuşeyr olduğunu sö\-lemiştir.[122] Ayet-i kerimede sığanın -bize verirse, biz tasaddukta bulunacağız şeklinde- çoğul ve zikredilenlerden üçünün münafık olmasına uygun olan da bu rivayettir.[123]

79. Sadakalarda gönüllü olarak bağışla bulunan mü'mirilerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle eğlenenler yok mu; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elîm bir azâb vardır.
Ebu Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Zekât âyeti nazil olduğunda biz zekât verebilmek için sırtımızda yük taşır, ondan kazandığımızdan getirir tasaddukta bulunurduk. Bu arada meselâ birisi çok mal getirip tasaddukta bulunursa (münafıklar) onun için: "Riyakâr, gösteriş için bu tasaddukta bulundu." derler; birisi getirip bir sâ' hurma tasadduk etse: "Allah şunun bir sâ' hurmasından müstağnidir." derlerdi. İşte bunun üzerine "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minlerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle eğlenenler yok mu?..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[124]
Ebu Davud et-Tayâlisî'nin... Ebu Mes'ûd el-Bedrî'den rivayetinde o öyle anlatıyor: Biz, sadakalarımızı taşıyarak Allah'ın Rasûlü (sa)'ne getirirdik. Birisi büyük bir sadaka getirirse "gösteriş için böyle büyük sadaka getiriyor." derlerdi. Bazı (fakir müslümanlar) da yarım sâ' (yarım ölçek) bir miktar sadaka getirirdi (de onlar için de: "Şu kadarcık şey de getirilir mi?" diye alay ederlerdi). Bunun üzerine "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minlerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamıyan fakirlerle eğlenenler yok mu?..." âyeti nazil oldu.[125]
Müslümanların tasaddukta bulunmalarını bazı münafıkların dedikodu ve alay konusu etmeleri hadisesinde diğer bazı rivayetlerde isimlendirmeler de mevcuttur. Bu kabilden olarak tasaddukta bulunup da münafıkların dedikodusuna konu olanlar arasında Abdurrahman İbn Avf, Asım ibn Adiyv Ebu Akîl'in adları geçmektedir. Şimdi bu rivayetleri zikredelim:
1. Yukarda verilen Ebu Mes'ûd hadisi, Buhârî ve Müslim'de başka bir ka*naldan şöyle tahric olunmuştur: Sadaka vermekle emrolunduğumuzda (ya da zekât vermemiz emredildiğinde) biz, sırtımızda ücretle yük taşır, ondan kazandığımızdan bile tasaddukta bulunurduk. İşte böyle hamallık yaparak hayatım kazanan Ebu Akîl bir gün yanm sâ' hurma getirip tasaddukta bulunmuş, o gün bir başkası da çokça mal getirip sadaka olarak vermişti. Münafıklar: "Allah, şunun verdiği şu (yarım sâ' hurma)dan müstağnidir, şu (çok sadaka veren) de bunu olsa olsa gösteriş, riya için yapmıştır." dediler de "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minlerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle eğlenenler yok mu?..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[126]
2. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sa) insanlara çıkıp onların içinde: "Sadakalarınızı (ya da zekâtlarınızı) toplayınız." diye nida ettirdi. İnsanlar sadaka olarak verdiklerini topladılar. Arkalarından bir adam bir sâ' hurma getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, şu bir sâ' hurmayı geceleyin sırtımda iple su taşıyarak kazandım. Gece iki sâ' hurma kazanmıştım, birisini yemeleri için aileme bıraktım, diğerini Allah'a bir yakınlık, Allah yolunda bir sadaka olsun diye sana getirdim." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) ona, bu bir sâ' hurmayı toplanan sadakaların içine koymasını emretti. Bazıları onunla alay edip: "Muhakkak ki Allah ve Rasûlü, bundan müstağnidir; Allah ve Rasûlü senin bu bir sâ1 hurmanı ne yapsın?" dediler. Sonra Abdurrahman ibn Avf, Rasûlullah (sa)'a: "Zekât ehlinden, ya da sadaka verecek başka kimse kaldı mı?" diye sordu. Hz. Peygamber (sa): "Hayır." buyurunca "Benim yanımda sadaka olarak verilmek üzere yüz ûkıyye altın var." dedi. Ömer ibn Hattâb ona: "Sen deli misin?" dedi. O: "Hayır, bende hiçbir delilik yoktur." dedi. Ömer: "O halde bu yaptığın nedir?" diye sordu. Abdurrahman: "Benim sekiz bin dirhemim var; bunun dört binini Rabbıma borç olarak veriyorum, kalan dört binini de kendime bırakıyorum." dedi. Rasûlullah (sa) ona: "Vermeyip kendine bıraktığını da, sadaka olarak verdiğini de Allah bereketlendirsin." diye dua buyurdu. Münafıklar ona da dil uzatıp: "Allah'a yemin olsun ki Abdurrahman bu verdiğini gösteriş, riya için vermiştir." dediler. Onlar yalan söylemiştiler. Zira Abdurrahman bu verdiğinde gönülden davranmıştı. Allah Tealâ da onu ve o bir sâ' hurma getiren yoksul arkadaşını mazur gören bir âyet indirip şöyle buyurdu: "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minlerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle eğlenenler yok mu?..." Mücâhid ve bir çoklarında da böyle rivayet edilmiştir.[127]
Bu siyakı ile Abdurrahman ibn Avfın bu bağışı "Kimdir o ki Allah'a güzel bir borç verir..." (Bakara, 2/245) âyetinin inmesi ve Hz. Peygamber (sa)'in bu âyete binaen ashabını sadaka vermeye daveti üzerine olmuştur. Buna göre Bakara âyeti ile bu âyet-i kerime peşpeşe inmiş olmalıdır.
3. Ebu Akîl Habhâb'ın gece bir gece sırtında iple su çekerek kazandığı 2 sâ' hurmadan birini sadaka olarak getirmesi hadisesi bizzat kendisinden şöyle riva*yet edilmiştir: Geceleyin iki sâ' hurma karşılığı sırtımda iple su çektim. Bir sâ'ını yemeleri için aileme götürdüm. Diğerini de sadaka olarak vermek üzere Rasûlullah (sa)'a götürdüm; O'na gelip böyle böyle yaptım diye haber verdim de: "Toplanan sadakanın içine at." buyurdular. Oradakilerden bazıları alay edip: "Muhakkak ki Allah, şu yoksulun sadakasından müstağnidir." dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minlerle ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle eğlenenler yok mu..." âyeti ile onu takip eden âyet-i kerimeyi indirdi.[128] Ansar'dan olan bu Ebu Akîl'in ismi Habhâb (veya Hubâb) olup Abdurrahman ibn Abdullah[129], Abdurrahman ibn Bîcân veya Sîhân, Ebu Akîl ibn Kays da denilmiştir. Ka'b ibn Mâlik ise yoksul olduğu halde tasaddukta bulunan bu sahabî için Ebû Akîl yerine Ebu Hayseme demiştir.[130]
4. İbn İshak anlatıyor: "Sadakalarda gönüllü olarak bağışta bulunan mü'minler"den maksat Abdurrahman ibn Avf ve Asım ibn Adiyy'dir. Allah'ın Rasûlü (sa) sadaka vermeye teşvik etmişti. Abdurrahman ibn Avf kalktı ve dört bin dirhem tasaddukta bulundu. Asım ibn A*diyy kalktı ve yüz vesak hurma tasaddukta bulundu. (Münafıklar) her ikisiyle de eğlendiler ve "Bu ancak bir riyadır. Bunlar gösteriş olsun diye böyle çok tasaddukta bulunuyorlar." dediler. Çalışıp kazandığından sadaka veren ise Ebu Akîl idi. Bir sâ' hurma getirip sa*daka olarak toplananların içine boşaltmıştı. Ona da gülüştüler ve: "Allah, Ebu Akîl'in bir sâ' hurmasından müstağnîdir." Dediler.[131]
Mu'cem'inde Beğavî'nin ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasen'den rivayetlerinde habe*rin başında şu fazlalık vardır:
"Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün kalktı ve: "Ey insanlar, tasaddukta bulunun, ey insanlar tasaddukta bulunun ki kıyamet gününde tasaddukta bulunduğunuza şehadet edeyim. Belki de biriniz devesinin yavrusu karnı tok sırtı pek halde yatarken yakınında oğlu açlıktan kıvrılmış haldedir, belki de birinizin ağaçları güzel meyve vermişken komşusu hiçbirşeyi olmıyan bir yoksuldur. Bir adam yok mu ki develerinden birini sadaka olarak versin de bu onun için sabahı için bir bağışı, akşamı için bir bağışı olsun. Ailesinin sabah sağdıkları sütle sabahlasın, akşam sağdıkları sütle akşamlasın. Uyanık olun! bunun mükâfatı pek büyüktür." buyurdular. Bir adam kalktı: "Ey Allah'ın elçisi, benim develerim var; yanımda dört deve sürüsü var (bu develerimden birisi sadaka olsun)." dedi. Bir başkası kalktı. Kısa boylu, çirkince bir adamdı. Çok güzel bir deveyi çekiyordu. Münafıklardan birisi Hz. Peygamber (sa)'in duymadığını sanarak yanındakine: "Devesi kendisinden daha hayırlı." diye fısıldadı. Ancak bunu duyan Hz. Peygamber (sa): "Yalan söyledin, o senden de devesinden de daha hayırlı." buyurdular..," hadisenin kalan kısmı İbn İshak'ın anlattığı şekildedir.[132]

80. Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de Allah onları yarhğamıyacaktır. Bu, Allah'a ve Rasûlü'ne küfretmeler indendir. Allah, fâsıklar topluluğuna hidayet etmez.
İbn Abbâs'tan rivayete göre bir önceki âyet-i kerimede "Allah onları mas*karaya çevirmiştir.Onlar için elîm bir azâb vardır." buyrulunca yaptıklarından pişman olan bazı münafıklar Hz. Peygamber (sa)'in, kendileri için istiğfarda bulunmasını istemişler. Hz. Peygamber (sa)'in de istiğfarda bulunmaya niyet*lenmesi üzerine bu âyet-i kerime inmiş ve Hz. Peygamber (sa) bu münafıklar lehinde istiğfarda bulunmamıştır.[133]
Bu âyet-i kerimenin nüzulü üzerine Hz. Peygamber (sa), bu âyet-i kerime*yi, münafık bile olsalar ashabının bağışlanmaları için istiğfar etmekte muhayyer bırakıldığı şeklinde anladığı için bu âyet-i kerime, başka bir âyetin nüzulüne sebep olmuştur. Şöyle ki:
Hişâm ibn Urve'nin, babasından rivayetine göre Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl, Hz. Peygamber ve ashabı hakkında: "Onlara infakta bulunmasanız ashabı çevresinden dağılır gider." demişti. Yine: "Medine'ye varınca elbette aziz olan, zelîl olanı oradan çıkaracaktır." diyen de o idi. Allah Tealâ: "Onlar için ister istiğfar et, ister etme. Onlar için yetmiş kere istiğfar etsen de Allah, hiçbir za*man onları mağfiret edecek değildir." âyet-i kerimesi nazil olduğunda Hz. Pey*gamber (sa): "Yetmişten fazla istiğfar edeceğim." buyurdu da Allah Tealâ: "On*lar için ha istiğfar etmişsin, ha onlara istiğfar etmemişsin, haklarında birdir. Allah onları kesinlikle yarlığamaz..." (Münâfikûn, 63/6) âyet-i kerimesini in*dirdi.[134] Nitekim Münâfikûn Sûresinin nüzul sebebinde tekrar hatırlatılacaktır.[135]

81. Allah 'in Rasûlü 'ne muhalefet için savaştan geri kalanlar oturup kalma*larına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve: "Bu sıcakta savaşa çıkmayın. " dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır. " Keski bilselerdi.
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî ve başkalarından rivayette şöyle diyorlar: Allah'ın Rasûlü (sa) sıcakların çok şiddetli olduğu bir zamanda Tebük seferine çıktı. Seleme oğullarından bir adam: "Bu sıcakta sefere çıkmayın." dedi de onun bu sözü üzerine Allah Tealâ: "De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır, daha şiddet*lidir." âyet-i kerimesini indirdi.[136] Beyhakî'nin Delâju'n-Nubuvve'sinde İbn İshak kanalıyla Asım ibn Amr ibn Katâde ve Abdullah ibn Ebî Bekr ibn Hazm'dan rivayet ettiği haberde bu kişinin münafık olduğu tasrih edilmektedir.[137]

84. Onlardan ebediyyen (küfür veya nifak üzere) ölmüş birinin üzerine (cenaze) namazı kılma ve kabri üzerinde durma. Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlü 'ne küfrettiler vefâsıklar olarak öldüler.
İbn Ömer'den rivayete göre Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl öldüğünde oğlu Abdullah, Rasûlullah (sa)'a gelmiş ve babasının kefeni olarak kullanılmak üzere Efendimiz'in gömleğini istemiş, Hz. Peygamber (sa) de gömleğini ona vermişti. Abdullah sonra da Hz. Peygamber (sa)'den, babasının cenaze namazını bizzat O'nun kıldırmasını istemiş, Allah'ın Rasûlü (sa) İbn Ubeyy'in namazını kıldırmak üzere kalkınca Hz. Ömer Efendimiz'in eteğinden tutarak: "Ey Allah'ın elçisi, Allah seni onun namazını kılmaktan men'etmişken sen onun namazını kıldırmak mı istiyorsun?" demiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Rabbım beni, onun namazını kıldırıp kıldırmamakta muhayyer bıraktı ve "İster onun için istiğfar et, ister istiğfar etme. Sen yetmiş kere istiğfar etsen de..." buyurdu. Ben de yetmişten fazla istiğfar ederim." buyurmuş. Hz. Ömer: "Ama o münafık." demişse de Hz. Peygamber (sa) kalkmış ve onun cenaze namazını kıldırmış da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi İndirmiş[138] ondan sonra Hz. Peygamber münafıkların cenaze namazını kıldırmayı terketmiştir.[139]
Buhârî'deki başka bir rivayette "Allah'ın Rasûlü (sa) onun (Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl) üzerine cenaze namazı kıldı, biz de kıldık." ayrıntısına da yer verilmiştir.[140] Neseî'de Câbir'den gelen bir rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'in, o kabre konulduğunda kabrine geldiği, emri üzerine cenazenin kabrinden çıkarıldığı, Efendimiz (sa)'in onu dizleri üzerine koyup gömleğini kefen olarak bizzat giydirdiği ve ona üfürdüğü de kaydedilmiştir.[141]
Ayrıntılarda bir takım farklarla Tirmizî ve Neseî haberi İbn Abbâs'tan rivayetle tahric etmiş olup (Lâfız Tirmizî'nindir) bu haberde Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Übeyy öldüğünde Allah'ın Rasûlü (sa), onun namazını kıldırmaya çağrılmıştı. Onun cenaze namazını kılmaya kalktı, namazını kılmak üzere önünde durduğunda yerimi değiştirdim ve göğsünün hizasında dikildim: "Ey Allah'ın Rasûlü, şu şu günlerde şöyle şöyle diyen ve Allah'ın düşmanı olan Abdullah ibn Übeyy'in cenaze namazını mı kıldıracaksın?" dedim, ve Allah'ın Rasûlü (sa) tebessüm ederken ben Abdullah ibn Übeyy'in münafıklık ettiği günleri saymaya başladım. Ben sözü uzatınca: uEy Ömer, geri çekil, onun namazını kılma hususunda muhayyer bırakıldım ve namazını kılmayı seçtim. Bana: "Onlar için ister istiğfar et, ister etme; onlar için yetmiş kere istiğfar etsen de Allah onlara mağfiret edecek değildir." denildi. Bilseydim ki istiğfarı yetmiş üzerine (yetmişten fazla) artırdığımda mağfiret olunacaklar; mutlaka artırır, daha çok istiğfar ederdim." buyurdu. Sonra onun cenaze namazını kıldırıp cenazesi yanında yürüdü, kabri başında durdu ve defni bitirildi. Allah ve Rasûlü en doğrusunu bilirken kendi cür'etime ve Rasûlullah (sa)'a söylediklerime daha sonra kendim de şaştım. Ama vallahi çok geçmedi "Onlardan ebediyyen (küfür
veya nifak üzere) ölmüş birinin üzerine (cenaze) namazı kılma ve kabri üzerinde durma..." diye iki âyet-i kerime nazil oldu ve ondan sonra Allah'ın Rasûlü (sa), ölünceye kadar bir daha hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı ve kabri başında durmadı.[142] Tirmizî hadisin hasen, sahih, ğarib olduğunu da kaydeder.[143]
Cabir'den gelen bir rivayette de İbn Übeyy ibn Selûl'un oğlu Abdullah'ın Hz. Peygamber (sa)'e gelerek babasının kefenlenmesi için gömleğini istemesi ve cenaze namazını bizzat kıldırması talebi, babasının vasıyyetine dayandırılmakta[144]; İbn Kesîr de Hz. Peygamber (sa)'in, ona, kefenlenmesi için gömleğini vermesini Hz. Abbâs'ın Bedr'de esir edildiğinde çıplak olarak kendisine getirilmesi esnasında giydirilmesi için bir gömlek istemesi, iri yapılı olması sebebiyle Abdullah ibn Übeyy'in gömleği dışında ona giydirilecek bir gömlek bulunamaması ve İbn Übeyy'in o gün Hz. Abbâs'a giydirilmek üzere gömleğini vermesi hadisesiyle ilişkilendirmektedir.[145]

90. Bedevilerden özür beyan edenler, kendilerine izin verilsin diye geldi*ler.Allah 'a ve Rasûlü 'ne yalan söyliyenîer ise oturup kaldılar. Onlardan, küf*retmiş olanlara eîîm bir azâb isabet edecektir.
İbn Abbâs bunların Hz, Peygamber (sa)'e gelerek özür beyan eden ve özür*leri kabul buyrulup kendilerine izin verilen bedeviler olduğunu söyler. Bunların Amir ibnu't-Tufeyl'den gelen bir grup olduğu da söylenmiştir. Gelip: "Ey Al*lah'ın elçisi, seninle birlikte gazveye çıkarsak Tay bedevileri gelir kadınlarımı*za, çocuklarımıza ve hayvanlarımıza saldırırlar." demişler, Hz. Peygamber (sa) de: "Allah bana sizin haberlerinizi bildirdi ve bizi sizden müstağni kıldı (sizin bu sefere katılmanıza ihtiyacımız yoktur)." buyurmuş, onların bu özürlerini kabul ederek kendilerine sefere katılmama hususunda izin vermişti.[146]
İbn İshak bunların Gıfâr oğullarından bir grup olduğunu söylerken "sıkıntı*da oldukları ve ehlü iyallerinin çokluğu" bahanesiyle sefere katılmamak için izin istemeye gelen Esed ve Gatafanlılar oldukları da söylenmiştir.[147]

91. Zayıflara, hastalara ve harcayacak şeyleri bulunmıyanlara, Allah 'a ve Rasûlü'ne sadık kaldıkları müddetçe bir sorumluluk yoktur. Muhsinlerihfsaba çekmeye de bir yol yoktur. Allah Ğafûr'dur, Rahim 'dir.
92. Kendilerine binek vermen için sana geldiklerinde "Size bir binek bulamıyorum." dediğin zaman infak edecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözlerinden yaşlar akarak geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur.
İbn Abbâs'tan rivayete göre Rasûlullah (sa) insanları Tebük gazvesine ka*tılmaya davet edip seferberlik ilân ettiğinde ashabından, içlerinde Abdullah ibn Muğaffel el-Müzenî'nin de bulunduğu bir grup ona gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi sefere katılmamız için bize binit ver." demişler. Allah'ın Rasûlü (sa) onla*ra: "Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum." buyurmuş. Binitleri ve yolda harcayacak nafakaları olmadığı için cihaddan geri" kalmak kendilerine ağır gel*diği için ağlıyarak geri dönmüşler ve işte onların Allah'a ve Rasûlü (sa)'ne sadakatları ve ihlâsları sebebiyle cihada katılmamalarında mazur olduklarını bildirmek üzere Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirmiştir.
Katâde'den gelen bir rivayete göre ise âyet-i kerimeler İbn Abbâs rivaye*tinde anlatılan ashabın durumundaki Aiz ibn Amr ve diğer özür sahipleri hak*kında İnmiştir.[148]
Bunların Müzeyne kabilesinden Mukarrin'in oğulları -ki yedi kardeş olup yedisi de sahabedendir- Ma'kıl, Akîl, Sinan, Süveyd ve Nu'mân (Mücâhid'den) olduğu[149], İrbâz İbn Sâriye (Abdurrahman ibn Amr es-Sülemî'den) olduğu[150], Ebu Musa ve arkadaşları (Hasen'den) olduğu[151] rivayetleri de vardır.
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî ve başkalarından rivayette de bunların yedi kişi oldukları belirtilip isimleri sayılmaktadır. Bunlar: Amr ibn Avf oğullarından Salim ibn Umeyr, Vâkıf oğullarından Heramî ibn Amr, Mazin ibnu'n-Neccâr oğullarından Ebu Leylâ Abdurrahman ibn Ka'b, Muallâ oğullarından Selman ibn Sahr, Harise oğullarından Ebu Able Abdurrahman ibn Yezîd, Seleme oğul*larından Amr ibn Aneme ve Abdullah ibn Amr el-Müzenî'dir.[152] Vahidî ise bunların yedi kişi olduklarını söyledikten sonra altısı*nın isimlerini: "Ma'kıl ibn Yesâr, Sahr ibn Huneys, Abdullah ibn Ka'b el-Ansârî, Salim ibn Umeyr, Sa'lebe ibn Aneme ve Abdullah ibn Muğaffel" olarak[153] sayarken Kuşeyrî de bunları "Ma'kıl ibn Yesâr, Sahr ibn Hansa', Abdullah ibn Ka'b el-Ansârî, Salim ibn Umeyr, Sa'lebe ibn Aneme, Abdullah ibn Muğaffel ve yedinci bir kişi" olarak saymıştır.[154] Vâkıdî'nin Kâtibi Muhammed ibn Sa'd ise "Sahr ibn Selman" yerine Seleme ibn Sahr'ı, "Sa'lebe ibn Aneme" yerine de Amr ibn Aneme'yi zikretmiştir.[155]
İbn İshak da bunların, ansardan ve başkalarından yedi kişi olduklarını belirtip isimlerini de "Amr ibn Avf oğullarından Salim ibn Umeyr, Harise oğulları kardeşi Ulbe ibn Zeyd, Mazin ibnu'n-Neccâr oğullan kardeşi Ebu Leylâ Abdurrahman ibn Ka'b, Selime oğulları kardeşi Amr ibnu'l-Humâm ibnu'l-Cemûh ve Abdullah ibnu'l-Muğaffel el-Muzenî" olarak sayar ve ekler: Bazı kimseler bunların Abdullah ibn Amr el-Muzenî, Vâkıf oğulları kardeşi Heramî ibn Abdullah ve İrbâz ibn Sâriye el-Fezârî olduklarını söyler. Bunlardan Ebu Leylâ Abdurrahman ibn Ka'b ile Abdullah ibn Muğaffel, daha sonra İbn Yâmîn ibn Umeyr ibn Ka'b en-Nadrî'nin kendilerine sağladığı imkânlarla bu sefere katllabilmişierdir.[156]
Bu sayılanlardan hangileri olursa olsun neticede bu rivayetlerin ortak nok*taları, bu âyet-i kerimenin inmesine sebep olanların Tebük gazvesine katılmak isteyip de maddî imkânsızlık sebebiyle gelip Hz. Peygamber (sa)'den sefere katılmalarını sağlıyacak vasıta taleb eden ve kendilerine bu imkân sağlanama*yınca da Hz. Peygamber (sa)'le birlikte sefere katılamamanın üzüntüsüyle ağlıyarak geri dönen yoksul müslümanlar (daha sonra "el-Bekkâûn" adıyla a-nılmışlardır) olmalarıdır.[157]

96. Size yemin ederler ki kendilerinden hoşnut olasınız. Siz onlardan hoşnut olsanız da hiç şüphesiz Allah, fâsıklar güruhundan asla hoşnut olmaz.
İbn Abbâs'tan rivayete göre Cedd ibn Kays, Muattib ibn Kuşeyr ve müna*fık olan arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Sayıları seksen küsur olup Hz. Peygamber (sa), Tebuk Gazvesi dönüşü, ashabına, onlarla oturup kalkmamala*rını, onlarla konuşmamalarını emretmiş, ashabı da bu emre uymuşlardı.
Mukatil'den rivayete göre ise yine Tebuk Gazvesi dönüşü Hz. Peygamber (sa)'e gelerek, bir daha asla O'nunla hiçbir gazveden geri kalmıyacağına yemin ederek kendisinden hoşnut olmasını isteyen Abdullah ibn Übeyy hakkında nazil olmuştur.[158]

97. Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha yaman ve Allah 'm. Rasûlii ne indirdiğinin hududunu bilmemeye daha müsaittirler. Ve Allah Alîm'dir, Ha*kim 'dir.
98. Bedevîlerden öyleleri de vardır ki infak edeceğini angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini beklerler. Belâlar onların başlarına olsun! Ve Allah Sem î 'di r, A lîm 'di r.
Esed ve Gatafân bedevileri hakkında nazil olmuştur.[159] Alûsî bunun Kelbî'den rivayet edildiğini kaydetmiştir.[160]

99. Bedevilerden öyleleri de vardır ki Allah'a ve âhir et gününe iman eder ve in/ak ettiğini Allah katında yakınlıklara ve Rasûlü'nün duasına nail olmaya vesile sayar. İyi bilin ki bunlar, kendileri için gerçek bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine koyacaktır. Hiç kuskusuz Allah Gafur dur, Rahîm 'dir.
Mücâhid ve başkalarından rivayete göre Müzeyne'den Mukarrin'in oğullan hakkında nazil olmuştur. Kelbî'den gelen rivayette ise üç kabile hakkında nazil olduğu belirtilmektedir ki Eşlem. Gıfâr ve Cuheyne kabileleridir.
Başka bir rivayette İse bundan önceki âyet-i kerimenin Esed, Gatafan ve Temîm oğullan kabileleri hakkında; bunun ise Zu'l-Bicâdeyn Abdullah ibn Abdi Nuhm el-Müzenî hakkında indiği söylenmiştir[161] ki bu sebebler de yine Tebuk Gazvesi ile ilişkilidir.[162]

101. Çevrenizdeki bedevilerden de münafıklar vardır, Medine halkından da. Ki Onlar münafıklıklarında diretirler. Siz bilmezsiniz onları. Biz onları biliriz. Onlara iki kere azâb edeceğiz. Sonra da onlar, çok daha büyük bir azaba dön*dürüleceklerdir
Kelbî der ki: Medine halkından Cuheyne, Muzeyne, Eşca', Eslem ve Gıfâr hakkında nazil olmuştur ki bu (kabilelerin ismi verilerek onlardan olan) Abdul*lah ibn Übeyy, Cedd ibn Kays. Muattib ibn Kuşeyr. el-Culâs ibn Suveyd ve Ebu Amir er-Râhib kastedilmektedir.[163]

102. Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar, iyi ameli kötü ile karıştırdılar, işle Allah'ın onların tevbelerini kabul buyurması umulur. Hiç şüphesiz Allah Gafur dur. Rahîm 'dir.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Allah'ın Rasûlü (sa) Tebük Gaz*vesine çıktığında Ebu Lübâbe ve beş arkadaşı Hz. Peygamber (sa)'den geride kaldıiar, sefere katılmadılar. Sonra Ebu Lübâbe ve arkadaşlarından ikisi düşün*düler, pişman oldular ve bu geride kalmalarıyla helak olacaklarına kanaat getir diler, "Biz burada kadınlarla beraber gölgede huzur ve rahat içindeyiz ; Allah'ın Rasûlü de mü'minlerle birlikte cihadda. Allah'a yemin olsun ki biz, kendimizi mescidin direklerine bağlıyacağız ve bizi mazur görerek Allah'ın Rasûlü bizi çözmedikçe de kendimizi bu direklerden çözmeyeceğiz." dediler. Ebu Lübâbe ve iki arkadaşı gidip kendilerini mescidin direklerine bağlarken üçü kendilerini direklere bağlamadılar.
Allah'ın Rasûlü (sa) gazveden döndüler, Mescid-i Nebevî'ye girdiler. Mescidde yolu üzerinde direklere bağlı olanları görünce: "Kim bu kendilerini direklere balamış olanlar?" diye sordular. Ashabı: "Ebu Lübâbe ve arkadaşları*dır. Allah'ın Rasûlü (sa) ile sefere katılmayıp geride kaldılar, günahlarını itiraf ettiler ve Allah'a ahdettiler ki sen kendilerinden razı olup onları çözünceye ka*dar bağlarını çözerek kendilerini serbest bırakmıyacaklar." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Benden geride kaldılar, benimle cihada katılmadılar, müslümanların gazvesinden ve cihaddan yüz çevirdiler; Allah'a yemin olsun, Allah onları mazur görünceye kadar onları mazur görmiyeceğim, onları serbest bırakmakla emrolunmadıkça onları serbest bırakmıyacağım, bağlarını çözmiyeceğim." buyurdular da Allah Tealâ: "Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar, iyi ameli kötü ile karıştırdılar, işte Allah'ın onlarm tevbelerini kabul buyurması umulur..." âyet-i kerimesini indirdi.[164]
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Ebu Lübâbe'nin ismi verilmezken kendilerini direğe bağlıyanların sayısı 7, kendilerini direğe bağlamıyan üç kişi ile birlikte bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olanların toplam sayısı da on kişi olarak verilmekte[165], Zeyd ibn Eslem'den gelen bir rivayette de Kurdum ve Mirdas'ın isimleri verilip sayıları sekiz olarak verilirken Katâde'den gelen bir rivayette de hepsi Ansardan olmak üzere 7 kişi oldukları, Cedd ibn Kays, Ebu Lübâbe, Haram ve Evs olmak üzere bunlardan dördünün kendilerini Mescid-i Nebevinin direklerine bağladıkları kaydedilmektedir.[166]
Zuhrî der ki: Ebu Lübâbe, Hz. Peygamber (sa) ile Tebük Gazvesine katılmıyarak geri kalanlardan idi. Kendini Mescid-i Nebevî'de bir direğe bağladı ve: "Allah'a yemin ederim ki ölünceye veya Allah tevbemi kabul edinceye kadar kendimi direkten çözmeyeceğim, yemeyeceğim, içmeyeceğim." dedi. Direğe bağlı olarak yemeden, içmeden üzerinden yedi gün geçti ye sonunda bayılarak yere yığıldı. Ravi der ki: Sonra Allah Tealâ onun tevbesini kabul buyurdu da gelip kendisine: "Ey Ebu Lübâbe tevben kabul edildi." dediler. "Allah'a yemin ederim ki bizzat Allah'ın Rasûlü gelip beni elleriyle çözmedikçe kendimi çözmiyeceğim." dedi. Hz. Peygamber (sa) geldiler ve elleriyle Ebu Lübâbe'yi direkten çözdüler. Ebu Lübâbe: "Ey Allah'ın elçisi, tevbemin tamamından olarak bu günahı işlediğim kavmimin yurdunu terkedeceğim, kendisi sebebiyle bu günahı işlediğim malımın tamamı da Allah ve Rasûlü yolunda sadakadır." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Üçte birini sadaka olarak vermen sana yeter ey Ebu Lübâbe." buyurdular.[167]

103. Onların mallarından sadaka al ki bununla onları temizleyip arıtmış o-lasın. Ve onlara dua et; hiç şüphesiz senin duan onlar için bir sükûnet ve bir rahmettir. Allah Semî'dir, Alım'dır.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Tebük Gazvesinden geri kalma*ları, sonra pişman olarak tevbe edip kendilerini Mescid-i nebevî'nîn direklerine bağlamaları ve haklarında bundan önceki âyet-i kerime inerek bağışlanmaları üzerine Ebu Lübâbe ve iki arkadaşı gidip mallarını Hz. Peygamber (sa)'e getir*diler ve: "Ey Allah'ın elçisi, bu mallar bizi seninle birlikte gazveye çıkmaktan geri bıraktı. Bizim için bu mallan sadaka olarak dağıt, bizim mağfiret olunma*mız ve bu günahtan temizlenmemiz için dua et." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Emrolunmadıkça onlardan bir şey alıp da sadaka olarak dağıtmam." buyurdular da bunun üzerine Allah Tealâ: "Onların mallarından sadaka al ki bununla onları temizleyip arıtmış olasın. Ve onlara dua et; hiç şüphesiz senin duan onlar için bir sükûnet ve bir rahmettir..." âyet-i kerimesini indirdi ve Allah'ın Rasûlü on*dan sonra onların mallarından alıp sadaka olarak dağıttı.[168]
İbn Zeyd'den bu âyet-i kerimenin, Tebük Gazvesine katılmıyan bir grup münafığın Hz. Peygamber (sa)'e gelerek tevbe ettiklerini söylemeleri ve malla*rından bir kısmını sadaka olarak dağıtmasını istemeleri üzerine indiği rivayet edilmişse[169] de meşhur olan Ebu Lübâbe ve üç (veya altı) arkadaşı hakkında nazil olmuş olmasıdır.[170]

104. Bilmezler mi ki Allah muhakkak kullarından tevbeyi kabul edecek ve sadakaları alacak olanın kendisidir. Ve muhakkak ki Allah Tevvâb 'dır, Rahîm 'dır.
Bu âyet-i kerime, hem Tebük Gazvesinden geri kalan ve hem de tevbe et*meyenlerin, Tebük Gazvesinden geri kalmaları, sonra pişman olarak tevbe edip kendilerini Mescid-i nebevi'nin direklerine bağlamaları üzerine haklarında bun*dan önceki âyet-i kerimeler inerek bağışlanan Ebu Lübâbe ve arkadaşları hak*kında "Bunlar da dün bizimle birlikteydiler, onlarla da kimse konuşmuyor ve kendileriyle kimse oturup kalkmıyordu. Bizim dışımızda böyle bağışlanmalarını gerektiren özellikleri nedir ki?!" demeleri üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.[171]

106. Diğer bir kısmı da Allah'ın emrine bırakılmışlardır; ya onlara azâb eder. ya tevbelerini kabul buyurur. Allah Alîm'dir, Hakîm'dİr.
Mücâhid ve Katâde'den rivayete göre bunlar, hepsi de Ansardan (Evs ve Hazrec'den) olmak üzere daha sonra "Geri bırakılan üç kişiye de yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar gelmiş ve nefisleri de kendilerini sıkıştırmıştı da..." âyet-i kerimesinde[172] kıssaları anlatılacak olan Tebük Gazve*sinden geri kalan üç kişi olup Ka'b ibn Mâlik, Hilâl ibn Ümeyye ve Mürâra ibnu'r-Rabî'dirler.[173]

107. Zarar vermek, küfretmek ve mü 'mirilerin arasına tefrika sokmak ve da*ha önce Allah 'a ve Rasûlü 'ne karşı savaşan kişiyi bekleyip gözetlemek üzere bir mescid edinenler: "Biz, iyilikten başka bir şey istemedik. " diye yemin ederler. Allah şehadet eder ki onlar, hiç şüphesiz yalancılardır.
İbn Abbâs'tan rivayete göre bunlar, Ansardan bir takım kimselerdir ki Ebu Amir er-Râhib'in isteği ve direktifleri doğrultusunda bir mescid inşa etmişlerdi. Ebu Amir er-Râhib bunlara: "Mescidinizi yapın, gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve silâh hazırlayın. Ben şimdi Rum kralı Kayser'e gidiyorum. Rumlardan bir ordu getireceğim ve Muhammed ve ashabını buradan çıkaracağım." demişti. Mescidlerini yapıp bitirince Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Mescidimizi yapmayı bitirdik; isteriz ki orada namaz kılasın ve bereketli olması için dua edesin." dediler de Allah Tealâ: "Zarar vermek, küfretmek ve mü'minîerin arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah'a ve Rasûfü'ne karşı savaşan kişiyi bekleyip gözetlemek üzere bir mescid edinenler..." âyet-i kerimesini indirdi.[174]
Bu konudaki İbn Zeyd rivayeti biraz daha ayrıntılı, şöyle ki: Küba halkı hep birlikte Küba mescidinde namaz kılarlardı. Burada münafıkların reislerin*den Ebu Amir Ebu Hanzala adında bir adam vardı. O, Sayfi ve kardeşi başlan*gıçta en hayırlı müslümanlardan idiler. Bunlardan Ebu Amir, Sakîften İbn Bâlîn ve Kays'tan Alkame ibn Ulâse ile birlikte Hz. Peygamber (sa)'den kaça*rak Rum (Bizans) kralına katıldılar. Daha sonra Alkame ve İbn Bâlîn döndüler, Hz. Peygamber (sa)'e bîat ettiler ve yeniden müslüman oldular. Ebu Amir ise hristiyan olup orada kaldı. İşte Küba'da bir takım münafıklar bu Ebu Amir gelip içinde namaz kılacak diye, bir de Küba mescidinde hep birlikte namaz kılan müslümanlar arasına ayrılık sokmak, onları bölmek için mescid-i dırârı inşa ettiler ve Hz. Peygamber (sa)'i de kandırmak üzere geldiler: "Ey Allah'ın elçisi, belki sel gelir de vadi ile aramızdaki irtibatı koparır, kavmimizle aramızda bir engel oluşturur. İşte böyle durumlarda biz mescidimizde namaz kılalım. Sel geçtiğinde yine kavmimizle birlikte namaz kılarız." dediler. Ravi der ki: Aslında onlar bu mescidi nifak üzere bina etmişlerdi. Mescidleri Hz. Peygamber (sa) zamanında yıkıldı, insanlar çöplerini ve pisliklerini oraya atarlardı. İşte bunların bu mescidi bina etmeleri ve Hz. Peygamber (sa)'i de kandırmaya çalışmaları üzerine Allah Tealâ: "Zarar vermek, küfretmek ve mü'minlerin arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaşan kişiyi bekleyip gözetlemek üzere bir mescid edinenler..." âyet-i kerimesini indirdi.[175]
İbn İshak'ın kendi isnadıyla Katâde ve başkalarından rivayetinde şöyle anlatıyorlar: Allah'ın Rasûlü (sa) Tebük seferi hazırlıklarında iken mescid-i dırâr'ı yapanlar O'na geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, herhangi bir hastalık, ihtiyaç halinde ve yağmurlu gecelerde (kış gecelerinde) namaz kılmak üzer$ bir mescid inşa ettik. İsteriz ki bize gelesin ve orada bize namaz kıldırasın." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Ben şu anda sefer hazırlıkları ile meşgulüm. Ama eğer bu seferimizden dönecek olursak inşaallah size gelir ve sizin için orada namaz kılarım." buyurdular.
Tebük dönüşü Medine yakınlarında Zî Evân'a gelip orada konakladığında bu mescid ile ilgili haber (mescidin mescid-i dırâr olduğu, mü'minler arasına tefrika sokmak üzere inşa edildiği Allah tarafından kendisine haber verilmekle) kendisine geldi. Allah'ın Rasûlü (sa), Mâlik ibnu'd-Duhşum'u ve Ma'n ibn Adiyy'i ya da onun kardeşi Asım ibn Adiyy'i çağırarak onlara: "Ehli zalim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve yakın." buyurdu.
İkisi hızlı bir şekilde yola çıktılar, Mâlik ibnu'd-Duhşum'un kabilesi olan Salim ibn Avf oğullan'na geldiler. Malik, Ma'n'a: "Beni biraz bekle, ailemin yanına gireyim, onlardan bir ateş alıp geleyim." dedi. Ailesi yanına girip bir hurma dalı aldı, onu yaktı, sonra çıktı birlikte koşarak mescid-i dırâra geldiler, içinde o mescidin ehli varken mescide girdiler ve onu yaktılar, yıktılar, içindeki cemaati de dağılıp gittiler. İşte onlar hakkında Kur'ân'dan "Zarar vermek, küfretmek ve mü'minlerin arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaşan kişiyi bekleyip gözetlemek üzere bir mescid edinenler..." âyet-i kerimesi indi.[176]
Vahidî bu mescidin inşasında Küba Mescidi'nin Amr ibn Avf oğulları tara*fından inşası ve halkının daveti üzerine Hz. Peygamber (sa)'in buraya gelip namaz kılmasını kardeşleri ve Ansar'in münafıklarından olan Ğanm ibn Avf oğullan'nın hased etmesinin de tesiri olduğunu kaydederken Hz. Peygamber (sa)'jn, buranın yakılması ve yıkılmasıyla Mâlik ibnu'd-Duhşum ve Ma'n ibn Adiyy ile birlikte Amir ibn Yeşkur (veya es-Seken) ve Hz. Hamza'nm katili Vahşî'yi de görevlendirdiğini söylemektedir.[177]
Bu mescidi bina edenler on iki kişidirler. Bunlar, Ebu Lübâbe ibn Abdülmünzir'in arkadaşları olup: Amr ibn Avf oğullarından Hizam ibn Hâlid ibn Ubeyd ibn Zeyd -ki mescid-i dirâr onun evinden çıkarılmış, yani onun evinden bölünerek inşa edilmişti-, Ubeyd oğullarından (ya da Ümeyye ibn Zeyd oğullarından) Sa'lebe ibn Hâtib (Bu surenin 75. âyetinin nüzul sebebinin de bu Sa'lebe olduğu biraz önce geçmişti), Dubey'a ibn Zeyd oğullarından Muattib ibn Kuşeyr, yine Dubey'a ibn Zeyd oğullarından Ebu Habibe ibnu'l-Ez'ar, Amr ibn Avf oğullarından Sehl ibn Huneyf in kardeşi Abbâd ibn Huneyf, yine Dubey'a oğullarından Câriye ibn Amir ile iki oğlu Mücemmi' ibn Câriye ve Zeyd ibn Câriye, Nebtel ibnu'l-Hâris, Abdullah ibn Huneyf in dedesi Bahdec (ya da Bahzec), Dubey'a oğullarından Bicâd (ya da Nicâd) ibn Osman ve son olarak Vedî'a İbn Sâbİt İdiler.[178] Sayılarının 17 olduğu da söylenmiştir.[179]
İbn Abbâs'tan geien bir rivayette de bu mescidi bina edenler hepsi de Ansardan olmak üzere Abdullah ibn Huneyf in dedesi Bahdec, Vedî'a ibn Hizam, Mücemmi' ibn Câriye el-Ansârî olarak verilmektedir.[180]

108. Orada asla durma. İlk gününden takva üzere kurulmuş olan mescid, içinde durmana daha uygundur. Orada iyice temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah, iyice temizlenenleri sever.
Ebu Hüreyre'den, onun da Hz. Peygamber (sa)'den rivayetinde şöyle buyurmuştur: "Orada iyice temizlenmeyi seven adamlar var. Allah iyice temizlenmek isteyenleri sever." âyeti Küba halkı hakkında nazil oldu.
Râvi der ki: Onlar (büyük abdest bozduklarında taş ile istincadan sonra bir de) su ile istinca eder temizlenirleri. İşte bu sebeple onlar hakkında bu âyet indi.[181]
Urve ibnu'z-Zubeyr'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa) onlar hakkında bu âyet-i kerimenin inmesi ve sebebini öğrenince: "Ne iyi insanlar! Uveym ibn Sâ'ide de onlardan." buyurmuş ve bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olanlardan birisinin ismini vermiştir.[182]

111. Muhakkak ki Allah, mü 'mirilerin mallarını, canlarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürür ve öldürülürler. Bu. Tevrat ta. İncil 'de ve Kur 'ân 'da Allah üzerine hak bir va 'ddir. Kim Allah 'dan daha çok ahdini yerine getirebilir? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin. İşte bu, o en büyük kurtuluştur.
Muhammed ibn Ka"b el-Kurazî ve başkalarından rivayette şöyle anlatıyorlar: İkinci Akabe Bîatı gecesi Ansar yetmiş küsur kişi olarak Rasûlullah (sa)'a bîat ettiklerinde Abdullah ibn Revâha, Hz. Peygamber (sa)'e: "Rabbın ve kendin için dilediğini şart koş." demişti. Allah'ın Rasûlü (sa): "Rabbım için O'na kulluk etmenizi ve O"na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı; kendim için de mallarınızı ve canlarınızı neden koruyorsanız beni de onlardan korumanızı şart koşuyorum." buyurdu. "Bunu yaparsak bizim için ne var?" diye sordular, Hz. Peygamber (sa): "Cennet." buyurdular. Onlar da: "Kazançlı bir alış-veriş; biz bu alış-verişi bozmayız, bozulmasını da istemeyiz." dediler de bunun üzerine "Muhakkak ki Allah, mü'minlerin mallarını, canlarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[183]
İbn Ebî Hâtim'in Câbir ibn Abdillâh'tan rivayetinde ise bu âyet-i kerimenin, Medine-i Münevvere'de ve Hz. Peygamber (sa) Mescid-i Nebevî'de iken nazil olduğu belirtilmektedir. Bu habere göre bu âyet-i kerimenin nüzulü üzerine Mescid-i Nebevî'de insanlar (ashab) çoğalmış. İçlerinden, ridâsının bir ucunu omuzuna atmış halde, ansardan olan birisi ilerleyip: "Ey Allah'ın elçisi gerçekten böyle bir âyet mi nazil oldu?" diye sormuş, Efendimiz (sa)'in: "Evet." cevabı üzerine de: "Kârlı bir alış-veriş, ne bozarız, ne de bozulmasını isteriz." demiş.[184]
Ayet-i kerimenin Medine'de nazil olduğunu ifade etmesi hasebiyle bu ikinci sebep tercih edilebilirse de aslında hüküm itibariyle Akabe bîatında Hz. Peygamber (sa)'e aynı sözleri söyleyen Abdullah ibn Revâha da evleviyyetle âyet-i kerimenin hükmüne girmektedir.[185]

112. Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, ma'rufu emredenler, münkeri yasaklıyanlar ve Allah'ın hadlerini koruyanlardır. Mü tninleri müjdele.
İbn Abbâs der ki: Bundan bir önceki âyet-i kerime nazil olunca bir adam: "Ey Allah'ın elçisi, hırsızlık yapsa, zina etse ve içki içse de mi?" diye sordu da bu âyet-i kerime nazil oldu.[186]

113. Müşriki er in, o Cahîm 'in yârânı oldukları muhakkak ortaya çıktıktan sonra artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne peygamberin ne de mü 'min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir,
114. İbrahim 'in, babasına olan istiğfarı ancak ona ettiği bir va'dden dolayı idi. Yoksa onun, Allah 'in bir düşmanı olduğu kendisince besbelli olunca o, on*dan uzaklaştı. İbrahim gerçekten Evvâh Halîm idi.
Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde muhtelif rivayetler vardır:
l. Ttrmizî'nin Abd ibn Humeyd kanalıyla... Hz. Ali'den rivayetinde o öyle anlatıyor: Bir adamı müşrik olan ana-babasına istiğfar ederken işittim de: "Müşrik oldukları halde ana-babana istiğfarda mı bulunuyorsun?" dedim. "İbrahim, babası müşrik olduğu halde onun lehine istiğfarda bulunmadı mı?" dedi. Gidip bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne söyledim de "Ne Peygamberin, ne de mü'minlerin müşrikler lehine istiğfarda bulunması doğru değildir..." âyeti nazil oldu. Tirmizî hadisin hasen olduğunu da kaydetmektedir.[187]
Ebu Davud et-Tayâlisî rivayetinde ise Hz. Ali'nin bi îaşiy:. >anında namaz kılarken istiğfarda bulunduğunu işittiği ve sonunda -İbrahim'in, badasına olan istiğfarı ancak ona eniği bir va'dden dola>ı idi..~ iyennm nazil olduğu belirtilmektedir.[188]
Mücâhid'den gelen bir rivayette de mü'mir. »eriri. Hz. ibrahim'in babasına olan istiğfarını delil göstererek (müşrik olan veya müşrik olarak ölen) babalarına istiğfarda bulunup bulunamayacaklarını sormaları üzerine bu â>et-i kerime in*miştir.[189]
Amr ibn Dinar'dan rivayette de müslümanların. müşrik ataları için istiğfarda bulunmak islemelerine Hz. Peygamber ı safin amcası Ebu Talib için istiğfarda bulunması sebep olmuş ve "Hz. Peygamber ısa) amcası için istiğfarda bulunduğu gibi biz de babalarımız için istiğfarda büiiunahm." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[190]
Katâde'den gelen bir rivayette de o şö>le anlatıyor: Rasûlullah (sa)'ın ashabından bazı kımseîer: "Ey Allah'ın peygamberi, bizim babalarımızdan komşuluğu güzel olan. siîa-i rahimde bulunan, köleleri azat eden, zimmetlere vefa gösterenler vard». Onlar için istiğfarda buiiînmı>ahm mı?" diye sordular. Hz. Peygamber (sar: ~E\et. onlar için istiğfarda bulunun. Vallahi ben de İbrahim'in babası içiri istiğfarda bulunduğu gibi babam için istiğfar ediyorum." buyurdular da Allah Teaıâ: "Müşriklerin, o Canimin yârânı oldukları muhakkak ortaya çıktıktan sonra anık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne peygamberin ne de mü'min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir." âyet-i kerimesini indirdi. Peşinden de ibrahim'in, babası için istiğfarda bulunmasında mazur olduğunu ifade sadedinde "İbrahim'in, babasına o ar. istiğfarı ancak ona ettiği bir va'dden dolayı idi.Yoksa onun, Allah'ın bsr Aşmanı olduğu kendisirce besbelli olunca o. ondan uzaklaştı..." âyet-i kenoe*.": indirdi.[191]
2. Saîd ibnu!-\fusey>ebden, o da babası Miisr-yeb ibn Hazen'den rivayet*te o şöyle anlatıyor. Ebu Talib'in ölüm hastahşnaı Hz. Peygamber (sa) onun yanına girdi. Ebu Talibin yanında Ebu Cehl ve Abojilah ibn Ebî Üme\)e de vardı. Allah'ın Rasûîü ısaı: "Ey amca, insanların be-.im üzerimde hakkı en bü*yük olanı sensin, insanların bana en çok ihsanda bt _~anı sensin, senin üzerim*deki hakkın babam<n üzerimdeki hakkından dahi trr.uktür.[192] Ey amca, lâ ilahe Ülaiiah kelimesini söyle ki Allah jlmt-cı senin için bir delile sa*hip olayım/' dedi Ebu Cehl ve Abdullah ibn EM '. ~evye de: "Ey Ebu Tiiib. Abdülmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin*" 3rc:ier ve böyle söylemece de devam ettiler. \e sonunda Ebu Tî r - söylediği son sozu: "Abdülmuttalib"m din: üzere." demek oldu. Hz. Pe r_~ber (sa): "Sana mal'^re: dilemekten men'oİLnrr.adîğım sürece senin için t*j: .±-,2 mağfiret dileyecek — buyurdu ve "Müşriklerin, o Canım'in yârânı oid_s.. .jl~ -tuıhakkak ortaya : *.:"• -tan sonra artık onların lehine, velev hısım ols_~ i" ne peygamberin *i :.mü'min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir." âyet-i kerimesi[193] ile "Muhakkak ki sen, her sevdiğini hidayete erdiremezsin..." (Kasas, 28/56) âyeti nazil oldu.[194]
Ca'fer ibn Avn'dan gelen rivayet, ayrıntılarda bir takım farkları ihtiva etmekle onu da zikredelim, o şöyle anlatıyor: Ebu Talib, vefatına sebep olan hastalığına yakalandığında Kureyş kendisine: "Ey Ebu Talib, Kardeşin oğluna birisini göndersen de o anlatmakta olduğu cennetten sana şifa olacak bir şeyler göndermesini istesen." dediler. Ebu Talib'in gönderdiği elçi onun yanından çıkıp Hz. Peygamber (sa)'i aradı ve nihayet onu Hz. Ebu Bekr ile otururken buldu, "Ey Muhammed, amcan der ki: "Ben zayıf, hasta bir ihtiyarım; şu anlatmakta olduğun cennetin yiyecek ve içeceklerinden bana şifa olacak bir şeyler gönder." diyor." dedi. Hz. Ebu Bekr: "Allah muhakkak onları kâfirlere haram kılmıştır." dedi. Kureyş'in göndermiş olduğu elçi bu sözü alıp Kureyş'e geri döndü, onlara: "Benimle gönderdiğiniz haberi Muhammed'e ulaştırdım, bana bir cevap vermedi, Ebu Bekr de: "Muhakkak Allah onları kâfirlere haram kılmıştır." dedi." diye olanları anlattı. Yeniden Ebu Talib'e ısrar ettiler ki tekrar birisini daha aynı mesajla Muhammed'e göndersin. Nihayet dayanamayıp yamndakilerden birisini daha Hz. Peygamber (sa)'e gönderdi. Bu elçi de Hz. Peygamber (sa)'i o oturmakta olduğu yerde buldu ve aynen birinci elçinin söylediklerini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa): "Hiç şüphesiz Allah, onun yiyecek ve içeceklerini kâfirlere haram kılmıştır." buyurdular. Sonra kalkıp o elçinin hemen peşinden Ebu Talib'in evine geldi ve orayı Kureyşlilerle dolu buldu. "Beni amcamla yalnız bırakın." dediyse de "Neden seni onunla yalnız bırakacakmişız? Onun yanında olmaya sen bizden daha lâyık değilsin ki; eğer akrabalık ise bizim de senin gibi onunla akrabalığımız var." dediler. Efendimiz amcasının yanına oturdu ve "Ey amca..." dedi...[195] Haberin bundan sonrası küçük farklarla biraz önce geçen rivayetlerdeki ile aynıdır.
Bu rivayetler, âyet-i kerimenin, Ebu Talib'in vefatı esnasında olanların he*men akabinde nazil olduğu vehmini vermekle birlikte bu sûre Hz. Peygamber (sa)1 e son nazil olan sûrelerden olmakla \îu mümkün âegıiffır. Nitekim eV Huseyn ibnu'1-Fadl da bu âyet-i kerimenin Mekke'de olan bu hadise üzerine nazil olmasını uzak görmüş ve âyet-i kerimenin çok daha sonraları Hz. Peygam*ber (sa)'in, amcası hakkında yapmakta olduğu istiğfarı neshetmek üzere inmiş olduğunu tasrih etmiştir.[196]
Vahidî de der ki: Aslında el-Huseyn ibnu'l-Fadl'ın bu sebebi uzak görmesi uzaktır. "Hz. Peygamber (sa), amcası Ebu Talib'in vefatından bu âyet-i kerime*nin nüzulüne kadar onun lehine istiğfarda bulunmaya devam etmiş ve kâfir ola*rak ölmüş olanlar hakkında kesin ve katı emir (medenî bir sûre olan) bu sûre ile gelmiştir." demenin ne sakıncası olabilir ki? Ayrıca "Bunun üzerine nazil oldu." ifadesi, "anlatılan hadisenin hemen akabinde nazil oldu." anlamına kullanılabil*diği gibi "Anlatılan hadise sebebiyle nazil oldu." anlamına da kullanılmaktadır.[197]
Ancak İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in Hz. Ali'den rivayet etmiş oldukları bir haber, bu âyet-i kerimenin, Ebu Talib'in vefatı üzerine Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğunu ifadede çok açıktır. Buna göre Hz. Peygamber (sa), amcası Ebu Talib'in vefatı üzerine ağlamış ve Hz. Ali'ye: "Git, onu yıka, kefenle ve göm. Allah onu bağışlasın ve ona merhamet etsin" buyurmuş ve günlerce onun için istiğfar etmeye başlamış ve bu âyet-i kerimenin nüzulüne kadar da evinden dışa*rı çıkmamış. Bu haberin sıhhati üzerinde konuşan olmadığına göre âyet-i keri*menin Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğunu kabul etme durumundayız. Bu da caizdir, çünkü Sûrenin Medine'de nazil olması, içinde mekkî âyet bulunmadığı anlamına da gelmemektedir.[198]
3. Abdullah ibn Mes"ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Pey*gamber (sa) kabristana çıktı, biz de peşinden gittik. Kabirlerden birinin başına oturdu, uzun uzun dua edip münâcatta bulundu, sonra ağladı, onun ağlamasına biz de ağladık, sonra kalktı. Ömer ibn Hattâb kalkıp ona doğru gitti. Önce om** sonra bizi yanına çağırdı ve: "Sizi ağlatan nedir, neden ağladınız?" diye sordu. Biz: "Senin ağlamana ağladık." dedik. "Yanına oturduğum kabir (annem) Ami-ne'nin kabriydi. Onu ziyeret için Rabbımdam izin istedim, bunun için bana izin verdi. Rabbımdan onun (annem) için dua etmek üzere izin istedim, bunun için bana izin vermedi ve bana "Müşriklerin, o Cahîm'in yârânı oldukları muhakkak ortaya çıktıktan sonra artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne peygamberin ne de mü'min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir." âyetini indirdi ve işte bunun üzerine bir çocuğun annesine olan acıması beni tuttu da (onun için ağla*dım.) Size kabirleri ziyareti yasaklamıştım. Şimdi onları ziyaret ediniz. Çünkü kabir ziyareti size âhireti hatırlatır." buyurdular.[199] Musned'deki Bureyde rivayetinde İbn Mes'ûd rivayetindeki hususlara ilâve olarak önceden yasaklanıp da serbest bırakılan hususlar üç olarak verilmiş: Kabir ziyareti, kurban etlerinden üç günden sonra da yemek, içki içmek için kullanılmış kabların başka maksatlarla kullanılması.[200] Bu rivayetleri verdikten sonra Suyûtî İbn Hacer'in şu değerlendirmesine de yer vermektedir: Muhtemeldir ki bu âyet-i kerimenin birden çok sebebi vardır; bunların bir kısmı eski, bir kısmı ise daha muahhar sebebîerdir. Meselâ bunlar*dan Ebu Tâlib'le ilgili olanı eski, geçmiş bir sebep iken Hz. Peygamber (sa)'in annesi Amine ile ilgili olanı daha sonra; hattâ Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönmesinden bile sonradır. Bunun yanında bazı âlimler de, rivayetlerin arasını bulma sadedinde âyet-i kerimenin bir kere Mekke-i Mükerreme'de, bir kere de Medine-i Münevvere'de olmak üzere iki kere nazil olmuş olabileceğini zikret*mişlerdir.[201]

115. Allah, bir kavmi hidayete erdirdikten sonra sakınacakları şeyleri onla*ra açıklamadıkça onları dalâlete düşürmez. Hiç kuşkusuz Allah herşeye Alîm'dir.
Hasen'den rivayete göre bazı farzlar nazil olunca bunların nazil olmasından önce vefat eden kardeşleri hakkında ashab-ı kiramdan bazılarının: "Ey Allah'ın elçisi, kardeşlerimiz bu farzların nazil olmasından önce vefat ettiler. Onların mertebeleri ve halleri ne olacak?" diye sormaları üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.
Mukatil ve Kelbî'den gelen rivayet bu konuda biraz daha açık, şöyle ki: Bazı insanlar içki haram kılınmazdan ve kıble Ka'be'ye çevrilmezden önce Medine-i Münevvere'ye gelmiş, müslüman olmuş ve kabilelerine dönmüşlerdi. Onlar kendi kavimleri içinde, öğrendikleri şekilde yaşarlar ve yokluklarında inen âyetlerden haberdar değilken içki haram kılınmış, kıble (Ka'be'ye) çevril*mişti. Bir zaman sonra Medine'ye geldiklerinde bunları öğrendiler ve: "Ey Al-lalvın elçisi, sen bir din üzeresin, biz başka bir din. Demek ki biz dalâletteyiz/" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[202]

117. Andohun ki Allah, O Peygamber "in ve güçlük ânında ona uyan muha*cir ve ansann tevbelerini kabul etti. İçlerinden bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Hiç şüphesiz O onlara Rauf ve Rahim 'dır.
118. Geri bırakılan üç kişiye de bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar gel*miş ve nefisleri de kendilerini sıkıştırmıştı da Allah 'tan başka sığınacak hiçbir şey olmadığını anlamışlardı. Sonra onları da eski hallerine dönsünler diye tevbeye muvaffak kıldı. Muhakkak ki Allah Tevvâb 'dır, Rahim 'dir,
119. Ey iman edenler, Allah 'tan takva üzere ve sâdıklarla da beraber olun.
Câbir'den rivayette o şöyle demiştir: Hepsi de ansardan olan Ka'b ibn Mâ*lik, Hilâl ibn Ümeyye ve Murâra ibnu'r-Rebî' hakkında nazil olmuştur.[203]
Tebük gazvesine katılmıyarak Hz. Peygamber (sa)'den geri kalan seksen küsur kişi içinde Hz. Peygamber (sa)'in seferden dönmesiyle O'na gelerek ya*lancı mazeretlerle Efendimiz (sa)'e gelerek mazur görülmelerini isteyenler ya*nında bu üçünün doğru söyleyerek herhangi bir mazeretleri olmadan seferden geri kaldıklarını söylemeleri üzerine onların durumları Allah Tealâ'dan gelecek bir iş'ara bırakılmıştı ki bu hadise onlar için gerçek bir imtihan olmuştu. İşte bu hadise ve âyet-i kerimenin inmesine tekaddüm eden günler, hadisenin kahra*manlarından Ka'b ibn Mâlik"in oğlundan, o da babasından ve bazı ayrıntıları da başka sahabilerden rivayetle hemen bütün sahih hadis mecmualarında yer al*maktadır. En geniş şekliyle Buhârî ve Müslim'in SahîhMerinde ve İmam Ahmed'in Müsnedinde bizzat Ka'b ibn Mâlik'ten rivayetle tahric edilmiş şek*liyle hadiseyi anlatalım:
Ka'b ibn Mâlik" in. ömrünün sonlarında kör olduğunda kendisini idare eden oğîu Abdullah'tan rivayette o şöyle demiştir: Ka'b ibn Mâlik'i, Tebük Gazvesi*ne katılmıyarak Rasûlullah (sa)'tan geri kaldığı zamandaki olanları anlatırken işittim, şöyle anlattı:
Tebük gazvesi dışında hiçbir gazvede Rasûlullah (sa)'dan geri kalmamış*tım. Bir de Bedr Gaz\esinde geri kalmıştım ama o gazveden geri kalan kimse kınanmamıştı. Bedr"e katılmama sebebim de Allah'ın Rasûlü (sa)'nün o gazve*de savaşa değil de Kureyş kervanına doğru (onu hedef alarak) yola çıkmış olma*sıydı. Ama Allah, onlarla düşmanlarını umulmıyan bir şekilde bir araya getiri-vermişti. Akabe (biati) gecesi, İslâm üzerine Rasûlullah (sa)'a el verdiğimizde O'nunla birlikte hazır bulundum. Her ne kadar Bedr Gazvesi insanlar arasında daha çok anılır ve meşhur olsa da Akabe bîatmda bulunmam yerine Bedr'de bulunmamı daha çok sevmezdim.
Tebük Gazvesinde Allah'ın Rasûlü (sa)'nden geri kalmam hususundaki ha*berime gelince: Bu gaz\eye katılmayıp geri kaldığım zaman kadar güçlü kuv*vetli ve bolluk içinde hiç olmamıştım. Allah'a yemin olsun ki bu gazveye gelin*ceye kadar hiç iki binitim olmamıştı. Tebük Gazvesine gelinceye kadar Rasûlullah (sa), çıkmış olduğu gazvelerde nereye çıkacağı bilinmesin diye onu gizlemediği (sanki başka bir tarafa gazveye çıkıhyormuş hissini vermediği) gazveelr son derece azdır. Tebük Gazvesinde ise Allah'ın Rasûlü (sa) şiddetli sıcakta gazveye çıkmış, çölde uzak bir sefere ve kalabalık bir düşmana yönel*mişti. Onun için bu gazvede düşmanları için iyi hazırlansınlar (düşmanın kuvve*tine ve mesafenin uzaklığına göre hazırlık yapsınlar) diye müslümanlara duru- mu açıklamış ve yöneldiği tarafı onlara haber vermişti. Rasûlullah (sa)'ın ya*nında müslümanlar çoktu, onların isimleri bir kitabda (bir divanda) toplanma*mıştı. (Gazveye katılmamak, savaştan kaçmak isteyen ve bunun için) gizlenmek isteyen çok az kişi, haklarında Allah'tan bir vahy inmedikçe durumunun gizli kalacağını sanmıştı. Rasûlullah (sa), meyvelerin ve gölgenin insanlara sevimli geldiği bir zamanda savaş için sefere çıktı. Ben de bu sefere çıkmaya niyyetli idim. Rasûlullah (sa) ve mü'minler bu harbe hazırlandılar. Ben de onlarla birlik*te harbe hazırlanmak için döndüm. Ama hiçbir hazırlık görmedim. Kendi ken*dime: "İstediğim zaman bunu yapabilirim." diyordum. Ben bu halde devam ederken insanlar işe ciddiyetle sarıldılar ve bir sabah Allah'ın Rasûlü (sa) ve müslümanlar yola çıktılar. Ben ise hiçbir hazırlık yapmamış ve: "Bir veya iki gün sonra hazırlanır, sonra onlara yetirşir iltihak ederim." demiştim.
Onlar ayrıldıktan sonra hazırlanmak üzere çıktım ama yine hazırlık yap*mamış olarak döndüm, sonra tekrar çıktım ama yine hiçbir hazırlık yapmamış olarak döndüm. Ben bu halde İken onlar sür'atle yol almış oldukları için artık benim için sefere katılmak kaçmış, gazveye katılma fırsatını kaçırmış oldum. Bir ara yola çıkıp onlara yetişmeye niyyetlendim -keşke bunu yapmış olsaydım-ama bu benim için mukadder değilmiş.
Rasûlullah (sa)'ın sefere çıkmasından sonra insanların yanına çıkıp arala*rında dolaştım. Sadece münafıklığı için ayıplanan veya Allah'ın, sefere çıka-mama hususunda gerçekten güçsüz veya yoksul olmasından dolayı Rasûlullah (sa)'m, özrünü kabul buyurduğu bazı kimseleri görmem beni hüzünlendiriyordu.
Tebük'e ulaşıncaya kadar Rasûlullah (sa) benim yokluğumun farkına varıp beni anmamış. Tebük'te ashabının içinde otururken: "Ka'b ibn Mâlik ne yaptı? didye sormuş; Selime oğullarından birisi: "Ey Allah'ın elçisi, kendisini beğen*diği ve iki cübbeye sahip olduğu için geri kaldı, kibri ve iki cübbesi onu sefer*den alakoydu." demiş. Muâz ibn Cebel o kişiye: "Ne kötü söyledin, Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın elçisi, biz onun için hayırdan başka bir şey bilme*yiz." demiş, Rasûlullah (sa) da susmuşlar.
Ka'b ibn Mâlik devamla şöyle anlatır: Rasûlullah (sa)'m tebükten ayrılıp dönmekte olduğu haberi bana ulaştığı zaman beni bir üzüntü aldı ve (kendimi mazur gösterecek) bir yalan düşünmeye başladım. "Yarın, onun gazabından nasıl kurtulacağım?" diyor, bu hususta ailemden aklı eren herkesten yardım istiyordum. Ama "Rasûlullah (sa) geldi." denildiğinde bütün bâtıllar benden uzaklaştı ve hiçbir şekilde (yalan söyliyerek) kurtulamıyacağımı anlayıp doğru söylemeye karar verdim.
Rasûlullah (sa) sabahleyin teşrif buyurdular. Bir seferden döndükleri zaman önce Mescid-i Nebevî'ye gider ve orada iki rek'at namaz kılar, sonra da orada otururdular. Bu sefer de böyle yaptı, gazveye katılmayıp geride kalanlar kendi*sin gelip ondan özür dilemeye ve ona yemin etmeye başladılar. Seksen küsur kişiydiler. Allah'ın Rasûiü (sa), onların beyan ettikleri özürlerini kabul buyurup onlar için mağfiret diliyor ve içlerinde gizlediklerini de Allah'a havale ediyordu. Nihayet ben de geldim, kendisine selâm verdiğimde öfkeli bir tebessümle tebessüm etti ve bana: "Gel." buyurdu. Yürüyerek geldim ve önüne oturdum. Bana: "Seni bu seferden geri bırakan nedir? Bineğini satın almamış miydin?" diye sordu. "Ey Allah'ın elçisi, eğer senin huzurunda değil de dünya halkından başka birinin yanında oturmuş olsaydım, bir bahane uydurup bir özür beyan eder ve böylece gazabından kurtulmayı düşünürdüm. Kendi kendime çok düşünüp mü*cadele ettim, fakat sonunda inandım ki bugün, sana hoşnut olacağın bir yalan söylersem çok geçmeden mutlaka Allah seni bana öfkelendirecektir. Şayet sana doğruyu söylersem bu hususta (sefere özürsüz katılmadığım için) şimdi sen bana kızacaksın, ama ben bunun, Alalh katında affa mazhar olmam için elverişli olacağını umarım. Allah'a yemin olsun ki benim bu sefere katılmamamı haklı gösterecek bir özrüm yoktur. Yine Allah'a yemin olsun ki bu gazvede senden geri kaldığımda, hiç bu kadar boş (meşguliyetsiz) ve eli bol durumda olmamış*tım." dedim.
Allah'ın Rasûlü (sa): "Muhakkak ki bu, doğru söylemiştir. Senin hakkında Allah bir hüküm verinceye kadar kalk, git." buyurdular. Kalktım, Selime oğulla*rından bazıları koşup peşimden geldiler ve: "Allah'a yemin olsun, biz senin bundan önce bir günah işlediğini bilmiyoruz. Seferden diğer geri kalanların beyan ettikleri gibi Rasûlullah (sa)'a özür beyan etmekten aciz kaldın. Halbuki Rasûiullah (sa)ın senin için istiğfarda bulunması bu günahın (bağışlanması) için sana yeterdi." dediler. "Allah'a yemin ederim, bana o kadar serzenişte bu*lundular ki dönüp kendimi yalanlamak istedim, ama kendimi tutup: "Benim bu yaptığımı başka kimse yaptı mı?" diye sordum. "Evet, iki kişi daha senin gibi yaptı; senin söylediğini söylediler ve onlara da sana söylenenler söylendi." dedi*ler. Ben: "Kim bu iki kişi?" diye sordum. "Murâra ibnu'r-Rebî' el-Amirî ve Hilâl ibn Ümeyye el-Vâkıfi." dediler ve Bedr'de bulunmuş iki salih kişiyi zik*rettiler. Bana o ikisini söyledikleri zaman dönüp gittim.
Rasûlullah (sa), müslümanların, Tebük'ten geri kalan biz üç kişiyle konuş*malarını yasakladı; insanlar bizden uzaklaştılar ve bize karşı değiştiler. O kadar ki kendimi orada garip hissetmeye başladım; sanki burası, benim tanıdığım, bildiğim ve yaşadığım yerler değildi. Bu şekilde 50 gece kaldık. İki arkadaşım evlerinde ağlıyarak oturup kaldılar. Ben, o üç kişinin en genci ve güçlüsü idim. Müslümanlarla beraber namazda hazır bulunuyor, çarşılarda dolaşıyordum. Kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasûlullah (sa) meclisinde otururken O'na varıyor, selâm veriyor ve kendi kendime: "Selâmımı almak için dudaklarını hareket ettirdi mi, hareket ettirmedi mi?" diyordum. O'na yakın bir yerde namaz kılıyor, O'na gizlice bakıyordum. Hissediyordum ki ben namaza döndüğümde bana bakıyor, kendisine döndüğüm zaman ise benden yüz çeviri*yordu. Müslümanların bu şekilde benden uzaklaşmaları uzayınca yürürdüm, amcamın oğlu ve bana insanların en sevgilisi olan Ebu Katâde'nin bahçesinin duvarına tırmanıp girdim, ona selâm verdim. Allah'a yemin olsun ki benim se*lâmımı almadı. Ona: "Ey Ebu Katâde, Allah aşkına söyle, benim Allah ve Rasûlü'nü sevdiğimi biliyor musun?" diye sordum, sustu. Tekrar Allah'ın adını vererek sordum, yine sustu. Üçüncü kere Allah'ın adını vererek sordum, "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir." dedi. Gözümden yaşlar boşandı, döndüm, duvara tırmanıp oradan çıktım. Medine çarşısında yürürken Şam Nabatîlerinden Medi*ne'ye satmak üzere yiyecek getiren birisiyle karşılaştım. "Bana Ka'b ibn Mâlik'i kim gösterir?" diyordu. İnsanlar ona beni göstermeye başladılar. Yanıma geldi, bana Gassân kralından bir mektup getirmiş. Ben, okuma yazma bildiğim için açtım, okudum, şunlar yazılıydı: "Bundan sonra; Bize ulaştığına göre Allah seni horluk ve hakaret yurdunda kılmamişken arkadaşın (Muhammed) sana cefa ediyormuş. Bize katıl, seni rahata erdirelim." Mektubu okuduğumda "İşte bu da bir imtihan." dedim ve mektubu fırına atıp yaktım.
Elli gecenin kırkı geçtiğinde bir de baktım, Allah'ın Rasûlü (sa)'nün elçisi (habercisi) bana geliyor, "Rasûlullah (sa) senin, karından ayrılmanı emrediyor." dedi. "Onu boşıyayım mı, yoksa ne yapayım?" diye sordum. "Hayır, onu boşama, fakat ondan ayrıl, ona yaklaşma." dedi. İki arkadaşıma da aynı emir gönderilmişti. Hanımıma: "Ailene git ve bu hususta Allah bir hüküm verinceye kadar onların yanında kal." dedim. Hilâl ibn Ümeyye'nin hanımı, Rasûlullah (sa)'a varıp: "Ey Allah'ın elçisi, Hilâl güçsüz kuvvetsiz bir ihtiyardır, hizmetçisi de yok; ona hizmet etmemi kerih görür müsün?" diye sormuş da Efendimiz: "Hayır, fakat asla sana yaklaşmasın." buyurmuş. Kadın: "Allah'a yemin olsun, onda hiçbir şeye karşı bir hareket yok ki. Vallahi senin emrin vukubulduğundan beri bugüne kadar devamlı ağlıyor." demiş. Ailemden bazıları: "Hanımın konusunda Rasûlullah (sa)'tan izin isteseydin. Baksana Hilâl ibn Ümeyye'nin hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiş." dedilerse de ben: "Vallahi bu hususta Rasûlullah (sa)'tan izin istemiyeceğim. Ben (Hilâl gibi düşkün bir ihtiyar değilim) genç birisiyim. Allah'ın Rasûlü (sa)'den bu konuda izin istediğimde bana ne söyleyeceğini bilmiyorum." dedim.
Bundan sonra on gece daha kaldık ve müslümanların bizimle konuşmasını yasaklamasından itibaren bziim için elli gece tamam oldu. Ellinci gecenin sabahında bizim evlerden birinin üstünda sabah namazını kıldım. Allah Tealâ'nın, bizim hakkımızda buyurduğu gibi, bütün genişliğine rağmen yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken Sel' dağına çıkmış birinin yüksek en yüksek sesiyle: "Ey Ka'b ibn Mâlik, müjde!" diye bağırdığını duydum ve hemen secdeye kapandım. Anladım ki bir ferahlık (benim için o keder ve üzüntüden kurtuluş) gelmiştir. Rasûlullah (sa), o sabah namazını kıldığı sırada Allah'ın, bizim tevbemizi kabul buyurduğunu ilân etmiş. İnsanlar bana ve iki arkadaşıma müjde vermeye geldiler. Birisi bana (bana müjdeyi vermek üzere) bana doğru at koştururken. Eşlem kabilesinden birisi de bana seslenmek üzere koşup dağa çıkmış. Zira ses, attan daha hızlıdır. Bana müjdeyi veren sesin sahibi bana geldiğinde üzerimdeki iki elbiseyi çıkarıp ona giydirdim. Allah'a yemin olsun o gün, benim o iki elbisemden başka ona verecek başka bir şeyim yoktu. İki elbise ödünç aldım, onları giydim ve Rasûlullah (sa)'a gitmek üzere yola çıktım. İnsanlar bölük bölük beni karşılıyor, tevbemin kabulünden dolayı beni tebrik ediyorlar, "Allah'ın tevbeni kabulü sana kutlu oisun." diyorlardı.
Nihayet Mescide girdim, baktım Rasûlullah (sa), çevresinde ashabı ile birlikte oturuyordu. Talha ibn Ubeydillah kalkıp bana doğru koştu ve beni kucaklayıp tebrik etti. Allah'a yemin olsun, muhacirlerden ondan başka kimse kalkmadı -Ka'b. Talha"nın bu hareketini hiç unutmadı-
Ka'b anlatmaya şöyle devam eder: Rasûlullah (sa)'a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parlıyarak: "Annenin seni doğurduğundan bu yana üzerinden geçen günlerin en hayırlısını sana müjdelerim." buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, bu, senin katından mı, yoksa Allah katından mı?" diye sordum. Allah'ın Rasûlü (sa) : "Bilâkis Allah katındandır." buyurdular. Rasûlullah (sa), sevindiği zaman yüzü aydınlanır, sanki bir ay parçası gibi olurdu da sevinci bundan bilinirdi. Önüne oturduğum zaman: "Ey Allah'ın elçisi, tevbemin bir parçası olarak (tevbemin tamam olması için) Allah ve Rasûlü için malımın tamamını sadaka olarak vermek istiyorum." dedim, "Malının bir kısmını kendine ayır; bu senin için daha hayırlıdır." buyurdular. Ben, kendim için sadece Hayber'deki hissemi tutuyorum (geri kalan malım sadakadır). Ey Allah'ın elçisi, Allah beni yalnızca doğruluğumdan dolayı bu sıkıntımdan kurtarmıştır. Tevbemin tamamından olarak, hayatta olduğum sürece ancak ve ancak doğru söyleyeceğim (asla yalan söylemiyeceğim)." dedim. Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (sa)'a bu sözü söylediğimden beri Allah'ın benden bir başkasına, benden daha güzel doğru sözlü olma nimeti verdiğini sanmıyorum. Rasûl-i Ekrem (sa)'e bu sözü söylememden yaşadığım bugünüme kadar vallahi hiç yalana teşebbüs etmedim, kalan ömrümde de Allah'ın beni bundan koruyacağını umarım. Allah Tealâ bütün bunların üzerine: "Andolsun ki Allah, O Peygamber'in ve güçlük ânında ona uyan muhacir ve ansarın tevbelerini kabul etti. İçlerinden bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Hiç şüphesiz O onlara Rauf ve Rahîm'dir. Geri bırakılan üç kişiye de bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar gelmiş ve nefisleri de kendilerini sıkıştırmıştı da Allah'tan başka sığınacak hiçbir şey olmadığını anlamışlardı. Sonra onları da eski hallerine dönsünler diye tevbeye muvaffak kıldı. Muhakkak ki Allah Tevvâb'dır, Rahîm'dir. Ey iman edenler, Allah'tan takva üzere olun ve sâdıklarla da beraber olun." âyetlerini indirdi.[204]
Buhârî'nin kendi senediyle Ka'b ibn Mâlik'ten rivayetle tahric ettiği bir haberde de bu üç kişinin tevbesini ihtiva eden âyet-i kerimelerin Hz. Peygamber (sa), zevcât-ı tâhirâtından Ümmü Seleme'nin odasında iken ve gecenin son üçte birinde nazil olduğu ayrıntısına yer verilmiştir.[205]

122. Mü'mirilerin hepsi de seferber olacak değillerdir. Her topluluktan bir taifenin dinini iyi öğrenmek ve kendisine döndüklerinde kavmini uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi? Olur ki kaçınırlar.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde birkaç muhtelif rivayet vardır. Şöyle ki:
l. Mücâhid'den rivayete göre o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazı kimseler çöle çıkmışlar, çöldeki insanlardan istifade edecekleri iyilik, ihsan ve bolluk görmüşler ve buldukları insanları hidayete, hak dine davet etmişlerdi. Ancak çölde rastladıkları bazı kimseler kendilerine: "Öyle sanıyoruz siz, ashabınızı terkederek bize geldiniz." demişler ve bu söz onların ağırına giderek hepsi birden çölden dönmüş, Hz. Peygamber (sa)'in huzuruna girmişlerdi ki Allah Tealâ "Mü'minlerin hepsi de seferber olacak değillerdir. Her topluluktan bir taifenin dinini iyi öğrenmek ve kendisine döndüklerinde kavmini uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi?..." âyet-i kerimesini indirdi.[206]
2. İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor: "Gerek medineliler için, gerekse onların çevrelerinde bulunan bedeviler için, Allah'ın Rasûlü'nden geri kalmaları ve kendilerini ona tercih etmeleri yaraşmaz." âyet-i kerimesi nazil olduğunda münafıklardan bazı kimseler: "Muhammed'le birlikte sefere çıkmayan ve ondan geri kalan çöl halkı helak oldular deseniz ya." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazıları da bu arada çöldeki kavimlerine dinlerini öğretmek üzere çöle gitmişlerdi. İşte münafıkların bu sözleri üzerine Allah Tealâ: "Mü'minlerin hepsi de seferber olacak değillerdjr. Her topluluktan bir taifenin dinini iyi öğrenmek ve kendisine döndüklerinde kavmini uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi?..." âyetini indirdi.[207]
İkrime'den gelen başka bir rivayette de bu âyet-i kerimenin yanında "Daveti kabul edildikten sonra Allah hakkında halâ tartışmaya girenlerin delilleri Rabları katında boştur. Onlar için bir gazab, yine onlar için şiddetli bir azâb vardır." (Şûra, 42/16) âyet-i kerimesinin de nazil olduğu belirtilmektedir.[208]
3. Kelbî rivayetinde İbn Abbâs der ki: Münafıkların cihada katılmamaları ve geri kalmaları sebebiyle onları ayıplayan âyetler nazil olunca mü'minler: "Vallahi Rasûlullah'ın çıkacağı hiçbir gazveden, göndereceği hiçbir seriyyeden asla geri kalmıyacağız." dediler. Rasülullah (sa) düşmanlarına karşı seriyyeler görevlendirip gönderdiğinde de bütün müslümanlar seferber olup Hz. Peygamber (sa)'i Medine-i Münevvere'de yalnız başına bıraktılar da işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[209]

128. Andolsun ki size kendinizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir, sizin üzerinize düşkündür, mü 'minlere raüf ve rahimdir.
129. Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter, yegâne ilâh O'dur. Ben, O 'na tevekkül ettim ve O, büyük Arş 'in Rabbı 'dır.
İbn Merdûye, Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan rivayet ediyor ki Allah'ın Rasûlü (sa), Medine-i Münevvere'ye gelince Cuheyne kabilesi mensupları Efendimiz (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, sen gelip aramıza indin. Bizim için, bizim senden, senin de bizden emniyette olacağına dair aramızda bir antlaşma yaz." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Bunu niçin istiyorsunuz?" diye sordular. "Biz ancak emniyet (güvende olma) peşindeyiz." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. [210]
Übeyy ibn Ka'b'dan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Kur'ân'dan son nazil olan âyet, sûrenin sonuna kadar olmak üzere "Andolsun ki size kendi*nizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya uğramanız kendisine ağır ge*lir..." âyet-i kerimesidir. Übeyy ibn Ka'b'ın: "Kur'ân'ın, zaman itibariyle Al*lah'a en yakın olanı "'Andolsun ki size kendinizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelir... ve O, büyük Arş'm Rabbıdır." âyetleridir/" dediği de rivayet edilmiştir[211] bu ifadeler Kur'ân'dan son nazil olan âyetlerin bu iki âyet olduğunu ifade etmekte ise de Alûsî, Übeyy ibn Ka*b"den gelen bu rivayeti, yukarda verdiğimiz İbn Merdûye'den gelen rivayet sebebiyle kabule lâyık görmemektedir.[212]

[1] Buhârî. Tefsîru'l-Kur'ûn.-9/l
[2] ıAlusi. age. x,40.
[3] Taberî. age. x,42.
[4] ibn Kesir, age. ıv.45.
[5] Alusi, Rûhu'i-Mafmî, x,40.
[6] ibnu'i-cevzî, age m.388-389.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/436.
[7] Tirmizî. Tefsîru'l-Kur'ân, 9/5, hadis no: 3090.
[8] Taberî. age. X.44ı.
[9] Tirmizî. Tefsîru'l-Ktıı'ân. 9/6, hadis no- 3091: İbn Hişâm, es-Sîrctıın-Nebevıyye, Lübnan I 3*-; i/197 1, IV, 190-191.
[10] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 9/7,8, hadis no: 3092.
[11] Taberî, age. X,49.
[12]Ahmed ibn Hanbei. Müsned, ı,i5i
[13] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 9/2; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 9/6. hadis no: 3091
[14] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 9/2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/437-439.
[15] Vahidî, age s. 168; tbnu'l-Cevzî, age. 111,404.
[16] Tabeiî, age. x,62.
[17] Kurtubî, age. vın,54,55.
[18] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, i,ı85-186.
[19] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/439.
[20] Vahidî, agc s. 168; Alusi, age, x,65.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/440.
[21] Taberî, age. x,67.68; Vahidî, age s. 169.
[22] Vahidî, age s. 169
[23] Taberî, age. x,68.
[24] Taberî. age. x.68.
[25] Bak: Mtlsüm. imâra. İti: Ahmed ibn Hanbel. Miisncd. ıv,269: Taberî, age x,67.
[26] Vâiudî. age s 168-169.
[27] Kurtubî, age. vm,59.
[28] Vahidî, age s. 169.
[29] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, i,i87.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/440-442.
[30] Taberî, age. x,68.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/442-443.
[31] Vahidî, age s. 169.
[32] Taberî, age. x.69.
[33] Alusi age. X,70.
[34] ibnu'i-Ccv/Z age. iıuı.u
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/443-444.
[35] Suyûtî. Lubâbun-Nukûi. ı,i88.
[36] ibnu"i-cevzî, age. nui4.
[37] ibn Kesir. age. ıv.67.
[38] ibn Kesîr, age. iv,96.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/445.
[39] iİbn Kesîr. Tctsîru'1-Kur'âııi'l-Azîm. 1V.73I.
[40] Taberî, age. x.75ı.
[41] Taben, age. x,76.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/445-446.
[42] "n*o£age. X,77.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/446.
[43] Taberî, age. X,78; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,189.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/446.
[44] vahidî, ages 170.
[45] Buhârî, Tefsîrui-Kur'ân, 9/6.
[46] Taberî, age. x,86; vahidî, age s. 170.
[47] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 9/9, hadis no: 3094.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/447-448.
[48] Vahidî, ages. 171; Alıısî. age. X,95.
[49] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/448.
[50] Taberî, age. x,94.
[51] Taberî, age. x,98.
[52] ibnu'l-cevzî, age. m,44).
[53] ibn Kesir. age. iv,96.
[54] Kurtubî, age.VHI.95.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/449.
[55] tbnu'l-Cevzî, age. m,444.
[56] Kurtubî, age. VIII,98.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/449.
[57] İbn Kesîr, age. IV,99.
[58] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, ı,i9i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/450.
[59] Alûsî, age. X. 110-1 11.
[60] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/450.
[61] Taberî, age. x, ıoi.
[62] Vahidî, ages.ni.
[63] Vâhtdî, age s. 171-172.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/450-451.
[64] Tabeıt age. x,ıo3-ıo4.
[65] Alusi, age. x,ıi3.
[66] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/451-452.
[67] Taberî, age. X.1O4; İbnul-Esîr, Usdu'1-Ğâbe, IV,206-207.
[68] Vahidî, age s 172.
[69] Taberî, age. x.ıo4.
[70] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/452-453.
[71] Suyûtî, ubâbu'n-Nukûi, i, 192.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/453.
[72] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, 1,192.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/454.
[73] Vahidî, age s. m.
[74] Buhârî, Mcnâkıb, 25; Edeb, 95; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 11,219; m,65
[75] Müslim, zekât, 142.
[76] Buhârî, tstitâbetu'l-Murteddîn, 7; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,56.
[77] Alûsî, age. X,l 19.
[78] Alusi, age. x,i20.
[79] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/454-455.
[80] Vâhtdî, age s 173; Alusi, age. x,i25.
[81] ibnu'l-Cevzî, age. ııı,460.
[82] Vahidî, age s. 173-174.
[83] Taberî, age. x,ıi8.
[84] Taberî, age. x,ı 16; vahidî, age s. 173.
[85] Kurtubî, age. vm, 122.
[86] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/456-457.
[87] Vahidî, age s. 174.
[88] ibn Kesîr, Tefsîru'i-Km'âni'i-Azîm, rv.112.
[89] Ibnu'i-Cevzî, age, 111,463.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/457-458.
[90] Vahidi age s. 174.
[91] Vahidî, age s. 174.
[92] ibnu'l-Cevzî, age. m,464.
[93] Vahidî, age s. 174-175.
[94] Kunubî, age. vm,i25
[95] ibn Kesîr, Tefsîm'i-Kur'âni'i-Azîm, iv,ıi2.
[96] ibnui-Esîr, üsdü'i-Ğâbe, v,i26; aıûsî, age. x,ni.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/458-459.
[97] Taberî, age. X. 128Vahidî, age s. 175.
[98] Vahidî, age s. 175.
[99] Taberî, age. x,i27-i28.
[100] Taberî, age. x.i28.
[101] ibnui-Esîr, age. rv,292, 294; v.180.
[102] ibnui-Esîr. age v.180.
[103] Mahmud Esad. İslâm Tarihi (Tarih-i Dini İslâm).sadeleştirme ve baskıya hazırlama: Ahmed Lütfı Kazancı, Osman Kazancı, Marifet yayınlan İstanbul, 1985 s 824.
[104] Suyûtî, LuMbu'n-Nukûi, i,i95-i96.
[105] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi. 1,196.
[106] Vahidî, age s 175.
[107] ibn Kesîr, age ıv,i2i.
[108] İmam Ahmed ıbn Hanbel, Müsned, V,453-454.
[109] Hafız Ebııl-Kasım Süleyman ibn Ahmed et-Taberânî, ei-Mu'cemu'1-Kebîr. tahkik: Hamdi Abdülmecîd cs-Selefi. Bağdad 1399/1979. birinci baskı, IH.181, hadis no: 3009.
[110] Taberânî, age. 111,182-183, hadis no: 3014.
[111] Taberânî, age. 111,183, hadis no: 3015.
[112] Müslim, Sıfâtu'l-Miinâfıkîn, 11.
[113] Taberânî, age. m, 184-185, hadis no: 3016.
[114] Mahmud Es'ad. is Tarihi, s. 827.
[115] Kurtubî. age 6.
[116] Taberi, age. x,i29.
[117] Taberî, age. X,130-131: Vahidî, age s.176-177; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîra IV, 124-125.
[118] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, ı,i97.
[119] Kurtubî, age. vin,m.
[120] Taberî, age. X,132.
[121] Kurtubî, age. vm,i33.
[122] ibnu'i-Cevzî, age. in.474.
[123] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/465-468.
[124] Buhar:i, Zekât, 10.
[125] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tcrlîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Da\u,, el-Mektebetu'1-İsiâmiyye. (İkinci baskı) Beyrut 1400, II,]9.
[126] Buhâri. Tefsîru'I-Kur'ân, 9/11; Müslim. Zekât, 72.
[127] Taberî. agc x,i34-ı?5; İbn Kesir. Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, IV. 126-127.
[128] İbm Kesîr, age. rv,ı27-128.
[129] Bak: ibnul-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, 1,438; 01,466.
[130] İbnu'l-Cevzî, age. 111,476.
[131] İbn Kesîr, age. iv,127.
[132] Alusi, age. x,i46.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/468-470.
[133] Alûsî, age. x,i48.
[134] Tabeiî, câmiu'i-Beyân. x.ı?8.
[135] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/471.
[136] Taberî, age. x,i39.
[137] Sııyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,200.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/472.
[138] Müslim. Sıfatu'KMünâfıkîn, 3; Buhâri. Tefsîru'l-Kuı ân, 9/12.
[139] Tirmızî Tefsîru'l-Kur'ân, 9/13, hadis no: 3098; Neseî, Cenâiz. 40, hadis no: 1898.
[140] Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, 9/13.
[141] Neseî. Cenâiz, 40, hadis no: 1899.
[142] Tirmizî. Tefsîm'l-Kur'ân, 9/12, hadis no: 3097; Neseî, Cenâiz. 69. hadis no: 1964.
[143] Ayrıca bak: Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,16; Neseî, Cenâiz. 40. hadis no: 1898.
[144] Taberî. age. x.i4i.
[145] ibn Kesir, age. [V,134. Ayrıca bak: Neseî. Cenâiz. 40. hadis no: 1900.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/472-473.
[146] Kunubî, age. VIII, 143; Alûsî, age. X, 157.
[147] Alusi, age. X,157.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/474.
[148] Taberî, age. X,145.
[149] Bak: Taberî, age. X,146; Vahidî, age. s.179; Kurtubî, age. VIIL145.
[150] Taberî, age. x,i46.
[151] Kurtubî, age vhı,i45.
[152] Taberî, age. x,i46; ibn Kesîr, age. rv,i38.
[153] Vahidî, age. s. 179.
[154] Kurtubî, age. vm, 145.
[155] ibnui-Cevzî, age, 111,485-486.
[156] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Saka, İbrahim el-İbyârî, Abdülhafîz Şelebî, Beyrut 1391/1971 (3. baskı), IV, 161.
[157] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/474-475.
[158] Alûsî, age. Xl,4.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/476.
[159] Vahidî, age s 179.
[160] Alûsî, age. xi.5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/476.
[161] iAlusi, age xi,7; ibnıf i-Esîr, Oâbe, H1227-228
[162] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/477.
[163] Vahidî, age s 179.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/477.
[164] Taberî, age. xi,ıo-11.
[165] Taberî, age. xi,ıo.
[166] Taberî, age. xı, i.
[167] Taberî, age. xi,i2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/477-478.
[168] Taberî, age. xi,n; vahidî, age. s. 179-180
[169] Taberî, age. xi.i4.
[170] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/479.
[171] Kurtubî, age. VIII, 159.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/479.
[172] Tevbe Sûresi, âyet: 118
[173] Taben, age. xij7.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/480.
[174] Taberî, age. XI, 19.
[175] Taberî, age. XI,20
[176] Taberî, age. xi,i8.
[177] Vahidî, age. s. ıso-fsi; Kurtubî, age.
[178] Taberî, age XU8; İbn Hişârn, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Beyrut 1391/1971, rv,i74.
[179] ibnu'l-Cevzî, age. nı,499.
[180] Taberî, age. xi,i9.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/480-482.
[181] Ebu Davud, Tahâre, 23, hadis no: 44; İbn Mâce, Tahâre, 28, hadis no: 357; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 8/15, hadis no: 3100.
[182] Taberî, age. xi,23.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/482.
[183] Taberî, age. xı,27; Kurtubî, age. VIII, 169.
[184] AiûsÎ, age, XI,26.
[185] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/483.
[186] Ibnu'i-Cevzî, age. 111.505.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/484.
[187] Tirmizî, Tefsîrui-Kuıân, 9/16, hadis no: 3101. Ayrıca bak: İmam Ahıned ibn Hanbel, Müsned. 1,99.
[188] ASmas: \bdurrahman el-Bennâ, Minhait'l-\U -ne ~ 7=-ifrı V.^rjea: :-Ti>iîısi Ebi Dâvûd, 11,19.
[189] Taberî, age. XL3.
[190] Taberî. age xı:-
[191] ibn Kesîr, age iv.i6u-161.
[192] Taberî, age x\?
[193] Buhârî, Tefsîru'i-Kuran,9/16.
[194] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 28/1; Müslim, İman, 39; imam Ahmed ibn Hanbel, Müsned, V,433.
[195] Vahidî, age. s. 182-183
[196] Kurtubî, age. vm,i73.
[197] Alûsî, age. XI,33.
[198] Alusi, age. xi,33.
[199] İbn Kesir, Tefsîru'i-Kur'ânii-Azîm, iv. 159.
[200] Ahmed ibn Hanbei, Musned. v,359
[201] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,2 i 1-212.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/484-487.
[202] Alusi, age. xi,39
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/488.
[203] Taberî, age XI,41.
[204] Buhârî, Megâzî, 79: Müslim, Tevbe, 53: Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,456-459; İbn Kesîr, age. 1V,165-169.
[205] Buhârî, Tefsîru'i-Kurân, 9/18.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/489-493.
[206] Taberî, age. XI,48-49.
[207] Taberî, age. xi,50.
[208] Taberi. age. XI,50.
[209] vahidî, age. s 1S4.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/494.
[210] Alusi, age. xı,53.
[211] Taben, age. xi,57.
[212] Alusi, age. xi,53.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/495.
 
Üst Ana Sayfa Alt