Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevbe Ve Istiğfar Arasındaki Fark!

lost Çevrimdışı

lost

Üye
İslam-TR Üyesi
İstiğfar ve tevbe farzdır. İstiğfar amel defterini günahlardan, tevbe kalbi günah kirlerinden temizler. Biri dille, diğeri kalple olur. İstiğfar kolay, tevbe zordur. İstiğfar, Yüce Allah'a dönüşün başı, tevbe ise sonudur. Tevbenin kabulü de, kulun ilâhi dostluğa alınmasıdır.

İnsan, işlemiş olduğu günahların ahiret gününde karşısına çıkmaması için Allah'tan mağfiret diler, yani istiğfar eder. Aynı günahları tekrar işlememek için de kalben tevbe eder ve bir daha yapmamaya azmeder. Bunun için gösterdiği gayret de kalbinin temizlenmesine sebep olur.

Temizlenmeyi isteyen, bu isteğin gereklerini yerine getirmek zorundadır. Bu iş, Yüce Allah'tan hayırlı rızık, ilim ve şifa istemeye benzer.

Bir kimse, Allahım, senden hayırlı rızık istiyorum diye dua ediyor. Ardından rızkın gelmesini beklemiyor, rızık için meşakkatlere katlanıyor, yol arıyor, sebeplere yapışıyor, yoruluyor ve sonuçta nasibine ulaşıyor. Yüce Allah'tan ilim ve sıhhat isteyen kimse için de durum aynı. Bunun gibi isteyen talep eder, talep eden peşine düşer, arayan bulur...

Yüce Allah, Şüphesiz nefsini temizleyen kurtulmuş, onu günah kirleri içinde bırakan ise helâk olmuştur. (Şems, 9-10) buyurarak ebedi saadeti tevbe ve temizliğe bağlamıştır.
Tevbe isteyen kul da terbiye yoluna girer. Terbiyenin sebeplerine yapışır, sıfatlarını güzelleştirme derdine düşer. Yüce Allah'tan yardım ister, kendisine yardım edilir, yol açılır.
Tövbe, bir büyük suçtan sonra; ortaya konulan fiîlden duyulan pişmanlık ve geri dönüş dolayısıyla yapılır.

İstiğfar ise, günlük olaylar içinde, varoluş gayemizin hakkını şuûrlu bir biçimde edâ edememekten dolayı yapılan hatalı hareketlerin ardısıra özür dilemektir. Gelecekte dahi yapılabilecek hatalar sebebi ile arınma temennisidir. Yapılabilecek hataların önüne geçilebilmesi için edilen bir duadır da.
 
B Çevrimdışı

Bellavi

Üye
İslam-TR Üyesi
TÖVBE VE İSTİĞFAR ARASINDAKİ FARK NEDİR?

1-Tövbe: Tövbe geçmişi, hali hazırı ve müstakbeli içerisine alır. Kul; geçmişi için pişmanlık, hali hazırda işlemiş olduğu günahlardan el çekme, soyutlanma, müstakbelde de o günaha bir daha dönmemeye azmeder.

İstiğfar ise: bağışlanmayı, af edilmeyi istemektir. İstiğfarın aslı kulun günahlarının gizlenmesi, ortaya çıkarılmaması ve günahın şerrinden ötürü cezalandırmaktan korunmaktır.

Allah tealanın bir kula istiğfar etmesi iki şeyi içerir: Kulun günahının gizlenmesi ve bu günahından ötürür cezaya maruz kalmamasıdır.

İşte böylelikle tövbe ve istiğfar arasındaki fark ortaya çıkmış olmaktadır: Yani kul tövbe etmemiş ancak istiğfar (bağışlanma) etmiş olabilir şu günümüzde birçok insanın düşmüş olduğu aslında budur.

2-Tövbe ise istiğfarı içerir yani her tövbe eden istiğfar etmiş olur ancak her kendisine istiğfar edilmiş tövbe etmemiş olabilir.

3-Bunların yanında Tövbe; insanın yalnız kendi nefsi içindir. Yani kişinin kendisini ilgilendirir.

İstiğfar ise; hem kendisini hem de başkası için olabilir.

4-Belki fark olarak söylenilmesi gereken şeylerden biriside: Tövbe; zordur. İstiğfar; kolaydır.

Bazı âlimler, “Tevbenin, istiğfar olmadıkça eksik olacağını, tamam olması için mutlaka istiğfarın da yapılması gerektiğini" söylerler ve bu kanaatlerine şu ayeti delil gösterirler: “Ve Rabbinizden mağfiret dileyiniz, sonra O’na tevbe ediniz ki, sizi (dünyada) belirli bir vakte kadar güzel bir nimetle faydalandırsın ve (ahirette) her fazilet sahibine mükâfâtını versin! Eğer yüz çevirirseniz, artık şüphesiz ki ben, sizin üzerinize (dehşeti) büyük bir günün azabından korkarım!” (Hud, 3)

ELLİ BİRİNCİ FARK

“SAHİH HADİS” VE “İSNADI SAHİH” KAVRAMLARI ARASINDAKİ FARK NEDİR?

Birincisi:

Hadisçiler bir hadisin sahih olması için, peygamber efendimize (s.a.v)nisbetinin-galibi zan-sabit olduğunu gösteren şartları şöyle sıralamışlardır:

1-Bütün ravilerin adil olması.

2-Bütün ravilerin zabt sahibi olması.

3-İsnadının baştan sona muttasıl olması.

4-Senedinde ve metninde herhangi bir şazlığın bulunmaması.

5-Senedinde ve metninde bir illetin bulunmaması.[1]

İkincisi:

Bu saymış olduğumuz şartların dört ve beşincisi hadis uzmanları ve tenkitçileri için araştırıp bulunması gereken şartların en zorudur. Zira büyük bir çaba ve gayret gösterilmesi, araştırılması ve hadisin geliş yollarının hepsinin toplanması gereken konulardır. Dolayısıyla bu konuların araştırılması uzmanlık ve araştırma isteyen konulardır. Bu konuların tenkidini yapabilmek için bir kişinin bu alanlarda uzmanlaşması gerekir. Bunun için bu alanlarda çalışmalar yapanlar sahih hadislerin şartlarının ilk üçünün üzerinde durmakla yetinmişlerdir. İşte bu üç şartın bulunduğu tespit edilen hadisler hakkında “isnadı sahih” demişlerdir. Bunu yapmakla sanki okuyucuya; sahih hadis şartlarının ilk üçünün var olduğunu diğer iki şart konusunda ise bir güvence vermediklerini söylemiş olmaktadırlar. Böylelikle hadis tahkikçisi okuyucuya basiretli olması konusunda yardımcı olmuş olur.

-Hafız İbni Salah şöyle demiştir: “ Bu hadis sahihtir yahut hasendir” denilmeyip sadece “Bu hadisin isnadı sahihtir yahut isnadı hasendir” denildiğinde hadis uzmanlarının kast ettikleri; bu hadisin isnadının sahih olduğu ancak şaz ve illetli olma konusunda salık veremediklerini söylemektedirler. (Mukaddime Fi Ulum El Hadis, S. 23)

-İbni Kesir şöyle demektedir: hadisin isnadının sahih veya hasen olması hadisin metninin üzerinde bir etkisi yoktur. Çünkü metin şaj ve illetli olabilir. (İhtisar Ulum El Hadis, S. 43)

-Iraki “Elfiyyesinde” şöyle demektedir: Bir hadisin isnadına sahih ya da hasen hükmü verilmesi, hadisin metninide böyle olmasını gerektirmez. (Et Tabsıra ve Et tezkira, 1/107)

Üçüncüsü:

Bu hususta bazı hadis imamları hiçbir ayrıma gitmeden “isnadı sahih” veya “sahih hadis” tabirlerini birbirinden ayırt etmeden kullanmışlardır. Özellikle mütekaddimin olan hadisçiler bu tür kullanımlar yapmışlardır. Böylelikle mevzu bahis hadisin; sahih hadis şartlarını taşıdığını kast etmişlerdir.

-Hafız İbnu Salah şöyle demiştir: Bazı güvenilir hadisciler sadece” isnadı sahih” diyerek, hadiste herhangi bir illetin varı olu olmadığını zikretmeyerek o hadisin sahih olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü hadiste asıl olan illet ve şajlığın olmamasıdır. (Mukaddime Fi Ulum El Hadis, S. 23)

-Hafız İbni Hacer şöyle demiştir: bu konuda bana göre bu iki kavramın arasının ayrılmasıdır. Zira böylelikle hadisin mutlak olarak sahihliği ya da bir takım kayıtlar koyarak hadisin tamamıyla sahih olduğuna hükmedemeyecek olduğuna işaret etmesi daha doğrudur. Dolayısıyla bir hadisci, bu iki kavramı ayırt etmeyip, kendisinin araştırma ve tahkik ehli olduğu bilinirse hadisin isnadının ve metnini sahih olması gerektiği kanısı oluşur. Şayet hadisci, hadisi bir takım şartla kayıtlıyor “isnad araştırmasını ve illet ve şazlık araştırmasını ayrı ayrı ele alıyor ise bu hadisçinin kavramları da ona göre değerlendirilir. Yani hadisçinin bu iki kavramı kullanmasına göre kendisinin hükümlerine hüküm verilir. (En Nüket Ala İbnu Salah, 1/474)


[1] 1. Sahih hadisin ravileri âdil yani adâlet vasfına haiz olmalıdır. Adâlet ise, insanı takva ve mürüvvet sahibi yapan bir melekedir. Zira insanın şirk, fısk ve bid'at gibi her türlü büyük ve küçük günahlardan sakınması, ancak bu meleke sâyesinde mümkün olabilir. Bu nedenle takva ve mürüvvet sâhibi râvilere, hadis ıstılahında adl veya âdil denilmiştir (Nureddin Itr, Mu'cemill-Mustalahâtil-Hadîsiyye, Dımaşk 1977, 5-64).

2. Sahih hadisin râvileri zabt sâhibi kimseler olmalıdırlar. Zabt, ravinin, rivayet ettiği hadiste, yahut hadisi yazmış ise, kitabında fazla hata yapmayacak derecede hâfız, dikkatli ve titiz olmasını sağlayan bir melekedir (Nureddin Itr, a.g.e., s. 60). Ravilerde zabt vasfının şart koşulması, galatı çok, gafleti fâhiş olan kimselerin hadislerini sahihin dışında bırakmak içindir (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1981, s. 384).

3. Sahih hadisin isnadı muttasıl olmalıdır. Yani isnadda yer alan ilk raviden son ravisine varıncaya kadar isnadı muttasıl, kesintisiz olmalıdır. Bu nedenle sahih hadisin vasıfları anlatılırken "muttasıl" veya "mevsul" ifadeleri kullanılır. İsnadda ittisalin şart koşulması ile munkatı, mu'dal, mürsel ve müdelles gibi çeşitli inkitalarla gelen hadisler, sahih hadis tarifi dışında bırakılmıştır. Makbul olan görüşe göre mürsel hadis sahih değil, zayıftır. Aynı şekilde munkatı hadis de sahih değildir. Zira onun da isnadında bir kişi düşmüştür veya senedinde müphem olan bir kişi zikredilmiştir. Sened'de müphem bir ravinin yer alması ise, ondan bir kişinin düşmesine benzemektedir. Mu'dal da bu durumdadır; zira mu'dal hadis, senedinden iki veya daha fazla râvisi düşen hadistir (Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, s. 119).

4. Sahih hadis şazz olmamalıdır. Şazz hadis, ravileri adâlet ve zabt yönünden güvenilir, muttasıl isnadla gelmiş olan fakat daha kuvvetli isnadla gelen aynı hadisin diğer rivayetine veya rivayetlerine muhalefetle münferid kalan hadistir. Böyle durumlarda, daha güvenilir olan ravinin rivayeti tercih olunur; diğer rivayet ise sahih olma vasfını kaybeder.

5. Sahih hadis muallel olmamalıdır. Muallel, dış görünüşü itibariyle (zahiren) illetten salim gibi görünse de metni veya isnadında sıhhatini zedeleyen gizli bir illeti ortaya çıkan hadis demektir.

İllet, hadisi zaafa düşüren bir kusurdur. Bu kusur tesbit edilinceye kadar, zâhirî olarak sahih olduğu sanılan hadis, kusurun anlaşılmasından sonra sahih olma özelliğini kaybeder.
 
Üst Ana Sayfa Alt