M
Çevrimdışı
1. HADİS
Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gelerek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) rivâyet ettiği bu hadisin isnadının sahih olduğunu zikretmektedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edilmektedir.
Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde ettiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Abbas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuştur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yaparlardı. Onların böyle bir şeyi yapmamaları, söz konusu rivâyetin meşru/makbul olmadığını göstermektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hakkında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâyetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].
Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[6]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendileri yapmaya kalkarak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda “Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler. Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâyet yaptığını nerden biliyorsunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyeceklerdir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyeceksin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyetler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sahih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapmaması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebilecek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedirler: “Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Simân’dan rivâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güvenilir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin makbul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazımdır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiştir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir: A’meş’in, bazen kim olduğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duyduğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir sorun yoktur. Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kullanırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocalarından biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin mezardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[16]Fakat onunla bunun arasında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre mezar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [17]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılığıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin kabul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklanmış olduğunu söylüyor.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”(Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [18]
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasaklayan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müslümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu delillere dayanarak, bir müslüman da Peygamberlerden, şehitlerden ve vefat etmiş salih kulların ruhlarından, kendisi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir. Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu konuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.
[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.
[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.
[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294
[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213
[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133
[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12
[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305
[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484
[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131
[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.
[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.
[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470
[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.
[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.
[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.
[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.
[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.
[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.
[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULERIN GÖRÜŞLERİ
Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gelerek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) rivâyet ettiği bu hadisin isnadının sahih olduğunu zikretmektedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edilmektedir.
Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde ettiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Abbas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuştur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yaparlardı. Onların böyle bir şeyi yapmamaları, söz konusu rivâyetin meşru/makbul olmadığını göstermektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hakkında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâyetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].
Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[6]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendileri yapmaya kalkarak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda “Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler. Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâyet yaptığını nerden biliyorsunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyeceklerdir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyeceksin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyetler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sahih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapmaması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebilecek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedirler: “Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Simân’dan rivâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güvenilir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin makbul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazımdır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiştir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir: A’meş’in, bazen kim olduğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duyduğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir sorun yoktur. Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kullanırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocalarından biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin mezardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[16]Fakat onunla bunun arasında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre mezar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [17]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılığıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin kabul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklanmış olduğunu söylüyor.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”(Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [18]
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasaklayan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müslümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu delillere dayanarak, bir müslüman da Peygamberlerden, şehitlerden ve vefat etmiş salih kulların ruhlarından, kendisi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir. Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu konuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.
[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.
[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.
[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294
[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213
[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133
[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12
[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305
[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484
[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131
[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.
[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.
[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470
[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.
[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.
[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.
[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.
[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.
[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.
[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULERIN GÖRÜŞLERİ