Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale TEVESSÜL,VESİLE İLE İLGİLİ HADİSİN SELEFİLERE VE TASAVVUFÇULARA GÖRE TAHRİÇLER

M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1. HADİS

Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gelerek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) rivâyet ettiği bu hadisin isnadının sahih olduğunu zikretmektedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edilmektedir.

Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde ettiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Abbas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuştur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yaparlardı. Onların böyle bir şeyi yapmamaları, söz konusu rivâyetin meşru/makbul olmadığını göstermektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hakkında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâyetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].

Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[6]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendileri yapmaya kalkarak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda “Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler. Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâyet yaptığını nerden biliyorsunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyeceklerdir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyeceksin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyetler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sahih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapmaması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebilecek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedirler: “Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Simân’dan rivâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güvenilir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin makbul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazımdır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiştir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir: A’meş’in, bazen kim olduğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duyduğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir sorun yoktur. Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kullanırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocalarından biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin mezardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[16]Fakat onunla bunun arasında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre mezar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [17]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılığıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin kabul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklanmış olduğunu söylüyor.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”(Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [18]
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasaklayan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müslümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu delillere dayanarak, bir müslüman da Peygamberlerden, şehitlerden ve vefat etmiş salih kulların ruhlarından, kendisi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir. Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu konuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.

[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.

[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.

[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294

[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213

[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133

[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484

[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131

[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.

[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.

[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470

[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.

[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.

[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.

[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.

[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.

[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.

[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULERIN GÖRÜŞLERİ
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
TASAVVUF HAKKINDA (Cumhuru Ulemanın)
Tasavvuf Ehli Hakkında ki Görüşleri


ALİMLERİN SÖZLERİ


İmam Şafii şöyle diyor:

“Hiçbir akıllı kimse yoktur ki sabahleyin tasavvufa girsin de, ikindi namazının vakti girdiğinde aklını yitirmiş olmasın.”

YAHYA B.MUAZ ŞÖYLE DEDİ:

''İnsanların üç sınıf kimseden kaçının; gafil Alimler, yağcı fakirler,cahil sofiler .''

Yahya b. yahya şöyle derdi::

"Hariciler bana sofilerden daha sevimlidir"


Abdumelik b. ziyad anlatıyor:

"İmam Malik ile birlikte oturuyorduk ona memleketimizin iki sofisinin durumunu anlattım ana dedimki:

" Sofi denilen bu kimseler en güzel yemeni elbiseleri giyiyorlar ve şöeyle yapıyorlar "

İmam Malik: "Vay be! Onlar müslüman mıdırlar? dedi ve öyle güldüki, etrafındakiler şöyle dediler ;

" Biz onun böyle güldügünü hiç görmemiştik."

Yunus b. Abdullah anlatıyor. Şafii şöyle derdi:

"Eğer bir adam günün ilk saatlerinde tasavvufa girerse öğlen olmadan ahmaklaşır."

İmam Şafii şöyle der:

"Sofilerle kırk gün beraber olan kimsenin aklı bir daha ebedi olarak ona geri dönmez."

ALLAHU EKBER ALAHU EKBER

Ve yine şöyle der: "Yanına geldiklerinde abid görünen
Yanlız kaldıklarında aç kurtlara dönenleri birakın."

Asım şöyle derdi:

"Bizler hala sofileri ahmak olarak biliriz .Ama onlar konuşmaktan hep gizlenirler."

1.Sofilerin Duygusal İnsan ve İçli İnsanlardan olduğunu çok iyi biliyorum ancak bu İnsanlar ''Ehl'i Beyt'' den olan insaların yanlış yapmayacağına inanıyorlar,oysa ''Sapık ŞİA'' nın inancı budur...

2.Sofi olan İnsanlar Kendilerini hiç geliştirmiyor ve ''TEVHİD AKİDESİ'' ile ilgili üzerlerine Farz'ı AYN olan bu İlime ihtiyaç duymuyorlar..

3.Sofiler kendi inandıkları ve duyduklarını ''DİN'' olarak alıyorlar ve Hiç araştırma gereği duymuyorlar..

4.Sofiler gerçekten ''İSLAM'IN TEVHİD İNANCINI'' anladıklarında ''Allah yolunda Ölmek ve Öldürülmek'' onlar için hiç bir sorun Teşkil etmez.

5.Sofiler bir çok ''PARTİ VE DERNEK - VAKIF'' gibi yerlerin hazır Kitleleridir bütünü bu ''Tarikatlara OLTALARINI'' atarlar hata bazılar ''OLTA'' atmadan ''SERPME '' ile hepsini yakalar ve Kullanır..

6.Sofiler İtikad İmamı olarak inandıkları İmamlarının dahi Kitaplarını okumazlar..



ALLAH BU ''SAF'' Sofi Taifesine Hidayet versin bir an Önce İslam'ı NASS ları ve DELİL leri ile Öğrenmelerini Onlara Nasihat ederim..

Allahumme Amin..
 
K Çevrimdışı

KırıkGitar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Alimlerin Tasavvufla İlgili Fikirleri


Şimdi İslam ulema, fukaha ve müctehidlerinden tasavvuf ve rical-i tasavvufu takdir ve tahsin eden zevatın mütalaalarını inceleyelim:

1. Mezhebimiz imamı, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah: İbni Âbidin "Haşiye" sinde bu hususu tafsil ve beyan etmiştir.

2. İmam Malik buyurur ki: "Tasavvuf bilmeyen fakîh, fiska, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zendekaya duçar olabilir. Bu ikisini cem' eden ise hakikate vasıl olur". Bu sözü Abdü'l-Baki ez-Zerkanî Fıkh-ı Maliki şerhinin ikinci cildinin 195 inci sayfasında ve 1014 hicrîde vefat eden Aliyyü'l-Kâri, aynı eserin birinci cildinin 33 üncü sayfasında ifade eder.

3. İmam Şafiî: Celalüddin-i Suyûtî'nin "Te'yidü'l-Hakikati'l-Aliyye" adlı eserinin 15 inci sayfasında der ki: "Sofiyye ile sohbetim esnasında kendilerinden üç şey istifade ettim:

1. Zaman bir kılıçtır, sen onu kullanmazsan, o seni keser.
2. Kendini hakla meşgul etmezsen, batıl seni istila eder.
3. Kendine hiçbir varlık isnad etmemek, erbab-ı ismetten olmak demektir.
4. İmam Ahmed İbni Hanbel, rical-i sofiyye ile sohbete başlamasından önceki günlerde oğlu Abdullah'a der ki:
"Oğlum! Sana hadîs ile meşgul olmanı tavsiye ederim. Kendilerine sofî diye ad takan kimselerle düşüp kalkmaktan sakındırırım. Çünkü onların içinde ahkam-ı dine cahil olanlar vardır".
Sonradan kendisi sofiyyûndan Bağdadlı Ebû Hamza'ya mülaki olunca ve sofilerin ahvalini öğrenince oğluna dedi ki:


"Sofîlerle sohbeti tavsiye ederim. Onlar ilimleriyle, murakabeden edindikleri feyz ile, Allah korkusunu hakkıyla tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden uzak kalmakla ve alî himmet olmalarıyla bizi geçmişlerdir". Bu söz 1332 hicrîde vefat eden Şeyh Emin Kürhî'nin "Tenvîru'l-Kulûb" isimli eserinde zikir ve beyan edilmiştir.


Keza, 1188'de vefat eden Allame Muhammed Sifarinî, "Gızau'l-Elbab li Şerhi Manzûmeti'l-Adab" adlı eserinin, birinci cildinin 120'nci sayfasında İbrahim bin Abdullahi'l-Kalanisî'den naklen İmam Ahmed İbni Hanbel'in sofiyye için: "Onlardan daha efdal bir zümre bilmiyorum" dediğini nakleder. Bir de aynı eserde: "Onları vecidleriyle bir müddet bırakınız, ferahlasınlar" buyurmuştur. "Onlar ilham alırlar ve vecde müstağrak olurlar" dediği de rivayet edilmiştir.

5. Hüccetü'l-İslam İmam Gazzalî "el-Münkizu Mine'd-Dalal" adlı eserinde, sofiyyeden ve onların sülûk ve tarikatlerinden bahsederken der ki:

"Yakinen bildim ki, onlar betahsis Allah yoluna girmişlerdir. Onların sîretleri ahlakın en güzeli, tarikatleri de yolların en doğrusudur".

6. Herat'da 606 hicrî tarihinde vefat eden müfessir İmam Fahrüddin er-Razî: "Müslimlerle Müşriklerin İtikadları" adlı eserinin sekizinci babında sofiyye ahvalinden bahsederken der ki:

"İslamî fırkalar arasında sofiyyeyi zikretmemek hatadır. Zira sofiyye sözlerinin hülasası şudur: Allah'ı bilmenin yolu, kalbin masivadan tasfiyesi ve alâik-i bedeniyyeden tecerrüddür. Bu ise güzel bir yoldur".

Yine İmam-ı müşârünileyh buyurur ki:

"Mutasavvife tâifesi Hakk'ı tefekkür ile meşgul olurlar, alâik-i cismaniyyeden nefsi tecrid ederler, rûhlarının ve kalblerinin zikr-i Hak'dan hali kalmamasına çalışırlar, diğer ef'al ve tasavvurlarında kemal-i edeble Hakk'a inkiyad ederler. İşte onlar Adem oğullarının en hayırlı fırkasıdır".

7. Şam'da hicrî 577 tarihinde doğan ve 660 tarihinde vefat eden "şeyhü'l-ulema" ve "sultânü'l-ulema" lakaplarıyla tanınan, birçok eserler te'lif eden, Şihabüddin Sühreverdî'den inabe alan ve Şeyh Hasan Şazelî'ye mülazemet eden İzzüddin ibni Abdi's-Selam rahimehullah:

"Sofiyyeden bir taife dünya ve ahiret yıkılmayan kavaid-i Şeriati, üss-i hareket ittihaz etmişlerdir. Diğerleri rüsûma bağlanmışlardır. Onlardan zuhur eden kerametler ve harikulade haller öne sürülmüşse de, bu gibi haller Hakk'a yakınlık bakımından ve Hakk'ın rızasına uygunluk noktasından teferruattan sayılır" buyurmuştur.

8. İmam-ı Nevevî rahimehullah "el-Makâsıd" adındaki eserinde der ki:

"Tarik-i tasavvufta beş asıl vardır:

1. Zahir ve batında takvayı şiar etmek,
2. Sözlerinde ve işlerinde sünnet-i Nebevîye uymak,
3. İkbal ve idbar zamanında halktan birşey beklememek,
4. Az olsun, çok olsun Hakk'ın herşeyde, her türlü vergisine içten boyun eğmek,
5. Ferah ve sıkıntı zamanında Hakk'ı düşünüp, O'na rücû' edebilmektir".


9. Gırnatalı, Malikî mezheb "el-îmamu'ş-Şatibî" lakabıyla meşhur İbrahim İbni Musa, Selefî olan bu zat



"Kitabü'l-İ'tisam" adlı eserinde İslamî tasavvufun, dinin rûhundan olduğunu ve asla bid'at olmadığını beyandan sonra der ki:


"Birçok cahiller sofilerin ahkam-ı şer'iyyeyi iltizamda mübalatsız olduğunu itikad ederler. Ben onları, söylenen bu sözden ve bu itikaddan tenzih ederim. Onların tarikatleri sünnet-i seniyye üzerine bina olunmuştur. Ona muhalefetten sakınırlar".


10. Hicrî 771 tarihinde vefat eden Tâcüddin Abdü'l-Vahhab es-Subkî "Muîdü'n-Niam" adındaki eserinde:


"Allah onlara sağlık ve uzun ömürler versin" diye dua ettikten sonra:


"Onları hakikî hüviyetleri herkes tarafından bilinmediğinden, haklarında pekçok söz söylenmiştir. Şeyh Ebû Muhammed Cüveynî der ki: - Bilinen kat'î birşey olmadığı için aleyhlerinde bulunmak doğru olmaz. Onlar dünyaya yüz çevirmişler ve birçok vakitlerini ibadete hasretmişlerdir, dedikten sonra: "Onlar havass-ı ehlullahdır. Zikirleriyle rahmet umulur, dualarıyla yağmur beklenir. Allah onlardan ve onların yüzü suyu hürmetiyle bizden razı olsun".

Alıntı
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
1. HADİS

Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gelerek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) rivâyet ettiği bu hadisin isnadının sahih olduğunu zikretmektedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edilmektedir.

Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve sonunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değildir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul olduğunu göstermektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Hatim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletmemesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meçhul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzındaki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyoruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşısında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde ettiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Abbas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuştur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yaparlardı. Onların böyle bir şeyi yapmamaları, söz konusu rivâyetin meşru/makbul olmadığını göstermektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hakkında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâyetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].

Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görülmektedir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[6]İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göstergesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanaatine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Heysemî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vakanın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz konusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söylemesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdktan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değildir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşunun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sahip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştuğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimizdeki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi tarihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çelişen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Medine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkmaması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldığım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesilesine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebilinir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câizliğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçlamaktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlayamadı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel vekil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sahih olmalıdır. Nakledilen vaka, rüyanın delil olarak kullanıldığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalıdır. Çünkü rüya ile ahkamın sabit olmadığı bilinen bir husustur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yaptığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini inkâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüzlüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklindeki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sözünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve senet aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahihtir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyetleri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sahih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydiler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr etseler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı zamanda “metin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer hadisi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendileri yapmaya kalkarak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda “Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler. Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâyet yaptığını nerden biliyorsunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyeceklerdir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyeceksin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyetler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sahih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapmaması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebilecek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedirler: “Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Simân’dan rivâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güvenilir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin makbul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazımdır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiştir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir: A’meş’in, bazen kim olduğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duyduğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir sorun yoktur. Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kullanırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocalarından biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflığını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin mezardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölüden istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeyecek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[16]Fakat onunla bunun arasında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklanması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymaktan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasağın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitnenin ortaya çıkması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre mezar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğratacak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [17]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılığıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin kabul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklanmış olduğunu söylüyor.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”(Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [18]
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasaklayan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müslümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu delillere dayanarak, bir müslüman da Peygamberlerden, şehitlerden ve vefat etmiş salih kulların ruhlarından, kendisi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir. Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu konuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.

[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.

[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.

[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294

[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213

[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133

[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484

[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131

[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.

[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.

[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470

[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.

[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.

[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.

[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.

[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.

[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.

[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULERIN GÖRÜŞLERİ



UYDURMA BİR HADİSE


Yine bazı kabir sevicilerin kendilerine payanda yapabilmek için hadis olmayan fakat "bazı tarih kitaplarında geçen zayıf olayı" , sanki sahihmiş gibi aktarmaları aslında aleyhlerine delil olmaktadır. Şimdi bahsi geçen çarpıtılan olayı aktaralım ve hakiki yorumunu yapalım :

HADİSENİN HAKİKATİ

(Taberi tarihinde , İbn Esir tarihinde ve el bidaye ven nihaye isimli kitablarında aşağıdaki olayı nakledecekler. Orada birileri Rasulullah'ı aracı kılacaklar)


Ömer (r.anh)’in oğlu Asım diyor ki :

Ömer zamanında insanlara kıtlık geldi . Hayvanlar oldukça zayıfladı . Çölde yaşayan Muzeyne oğullarından bir aile gelip adamlarına dediler ki : "Bizim açlığımızın ne dereceye vardığını görüyorsun , koyunlarından birini keste yiyelim" .

Koyunların sahibi dedi ki : "VAllahi koyunların üzerinde et diye bir şey yok".

Fakat onlar ısrar ettiler. Onlara bir koyun kesti . Soyduğunda kırmızı kemikten başka bir şey görülmedi .

İşte burada adam şöyle seslendi : “Ya Muhammeda” (Yetiş ey Muhammedim)

Adam rüyasında gördü ki Rasulullah s.a.v. ona geldi ve dedi ki : “sana yağmur yağacağını müjdeliyorum. Git Ömere , ona benden selam söyle ve de ki : “ Ey Ömer , benim seninle yaptığım sözleşme oldukça sağlam sözleşmedir . Sen ahde vefakar birisin . İnsanlara iyi davran , iyi davran.”

Adam geldi Hz. Ömerin kapısına vardı ve kapıda bulunan köleye : “ sen Rasulullah için Ömer’den izin iste” dedi . (Yani ben Rasulullah adına geliyorum dedi)

Köle geldi Ömer’e söyleyince . Ömer telaşlandı . Dedi ki : “bu gelen adamda herhangi bir işkence izi gördün mü?” Köle dönüp baktı döndü “hayır yok" dedi. “Bırak içeri girsin” dedi.

Adam içeri girdi haberi Ömer’e anlattı.

Ömer insanları camide toplanmaya davet etti. Minbere çıktı ve şöyle dedi : “Sizi İslam’a eriştiren Allah hakkı için söyleyin bana siz benden sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey gördünüz mü?”

Onlar da dediler “Allah için görmedik”. Ve devam ettiler “niçin böyle yaptın ya Ömer” dediler.

Ömer olayı onlara anlattı. Onlarda meselenin farkına vardılar , Ömer varamamıştı .

Dediler ki “Rasulullah’ın sana bunu söylemesi , kıtlık oldu yağmur için duada yavaş davrandın ondan olmuş olabilir. Gidelim yağmur duası yapalım”.

Ömer (r.anh) yağmur duasına çıktı. Kısa bir hutbe irad etti . Yine kısaca 2 rekat namaz kıldı sonra şöyle dedi : “Ey Allah’ım ; yardımcılarımız aciz kaldı, bizim gücümüz kuvvetimiz aciz kaldı , hatta kendimiz kendimize karşı aciz kaldık. Senin dışında herhangi bir halden diğer hale çevirecek veya bir şeye kuvvet yetiştirecek yoktur. Ey Allah’ım sen bize yağmur gönder , kulları ve memleketleri ihya et”.


Taberi Tarihi : C.4 , S: 99 ; İbn Esir Tarihi C.2, S:274 ; Bidaye ve’n Nihaye (Tarih) : C.7 , S:91


************************************************** ********


Görüldüğü gibi Adam burada “va Muhammeda” (Yetiş Muhammedim) diyor.

Diyen adam kim ? Oradaki koyunların sahibi. Bu sahabe mi ? Değil !. Ama Hz. Ömer döneminde birileri. Bunun böyle demesi ne kadar isabetli ?

Böyle dediği niye bir hadis kitaplarında yok ta Tarih kitaplarında zikrediyor ? Ne kadar doğru ? Böyle dedi mi demedi mi ?

Velhasıl , bunu delil getirerek Rasulullah’a “ey Muhammedim yetiş” dediğine göre “onun yüzü suyu hürmetine haydi haydi denilir , yetişte denir” gibi bize mesned olamaz.

Neye varıyoruz ; Demek ki Rasulullah’ın yüzü suyu hurmetine demek ihtilaflı. Bid’attir , değildir. Ama biz demeyelim bunu telafuz etmeyelim. Çünkü kimseden bu duyulmamış . Birileri de yapıyorsa yapma bunu diye uyaralım .


******************************

Biz Bunların bu sakat delillerini bildiğimizden daha önceden açıklamıştık.
https://www.islam-tr.org/tevhid/10768-tevessul-istigase-ve-sefaat.html
Ehli sünnetin hadis usulü kriterlerine uymayan tasavvufçular kendilerine özgü hadis sahihleme metodu (keşf-ilham) uydurdukları için onlar için uydurma bir hadis yoktur !

Şeyh Hasan Karakaya'dan aracı kılarak isteme hakkında hadisler ve değerlendirmelerini EHLİ SÜNNETE GÖRE sitemizden dinleyebilirsiniz !!


Akide Dersleri - 26 -Aracı Kılarak isteme -1
Aracı Kılarak İsteme 1. Bölüm, |[url="http://www.Gulyarasi.Com|"]www.Gulyarasi.Com|[/URL]

Akide Dersleri - 27 -Aracı Kılarak isteme -2
Aracı Kılarak İsteme 2. Bölüm, |[url="http://www.Gulyarasi.Com|"]www.Gulyarasi.Com|[/URL]

Stream Audio
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum abdulhak kardeş hadise uydurma olduğunu elbani bile söylemedi siz kime göre söylüyosunuz ayrıca hadisin tahriçi ile ilgili bir tek kelime yazmamışken tek tek ele alalım diysunuz başka bir konuyo geciyosunuz ona cevabda şöyle Süleyman (Aleyhisselâm) olayında olduğu gibi ve Hafız İbn Kesîr’in naklettiğine göre Yemâme vak’asında Müslümanların şiârı “Ey Muhammed!” sözleriydi. [1]
Abdullah İbn Sa’d şöyle anlatıyor: “Bir kere Abdullah İbn Ömer (Radiyallahu Anh)’ın ayağı uyuştu. O zaman bir adam ona en sevdiğin insanı an, dedi. O da “Ya Muhammed!” deyince bağlarından kurtulmuş gibi rahatladı. [2]
Sahâbelerin ve Tâbiin’in yaptıkları ortada iken, meded ya Rasulüllah, meded ya mürşidim! diyen bir insana nasıl kâfir dersiniz? Onları Müşriklerle ve putları ile eş tutmanız ne kadar doğru olur?
Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytandan sayanların büyük âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelikler gösterirler. Mesela: işâretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman, zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi gibi hârikulâde şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez.
Fakat bu fevkaladelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına, uzaktanda olsa yetişmesi gibi).
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler imânlarının nuruyla batini gerçeklerin yüze vurmasıyla İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[3]
Demek ki; Allah (Celle Celalühü), istediğine bu güçleri verebilir. Vermiştir de.
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
“Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sadece müttakilerdir. Çokları bilmezler.” (Enfal 8/34)
İbn Teymiyye: Bazı kimselerin Peygamber Efendimizden(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.[4]
İbn Teymiyye; böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.[5]
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin, Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu itiraf etmiştir.
Bazı âlimler de tevessül ile istiğâsenin ayrı olduğunu, salihlerin kabirlerini ziyaret esnasında bazı kimselerin “Ey fülan beni evlendir”, “Ey fülan bana şifa ver” gibi sözlerle doğrudan istekte bulunanları görüyoruz ki, bu istiğasedir. Şüpesiz bu tür nidalar için bir takım tevil yolları varsada en azından bazı kimseler hakkında bu bir şirk kapısıdır. Sufilerin kullandıkları “meded” lafzı salihlerin isimleri anmakla meydana gelen teberruk babındandır “salihler anıldığında rahmet iner”. Zehavi (bkz. el-Fecru’s-Sadık s.62). “nidâ esnasında istiğase edilen zat orada bizzat hazır olmaz. Allah’ın yaratmasıyla orada onun bereketi olur” der. Bir tür manevi iklimin feyiz ve bereket ortamının oluşması diye ifâde edilebilecek teberrük lafzı birçok âlim tarafından kullanılır. Böyle nida ve istiğâseyi yapan kişilerin şirk dairesine girmemeleri için doğru şeklini anlatmak lazım.
Bunu bildikten sonra vefat etmiş kimselerde yaşayanlar gibi bizim için Allah (Celle Celalühü)'a duâ ederek yardım olunmamıza sebep olabilirler. Bilindiği gibi vefat etmiş ruhlar akrabalarına duâ ederler.
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd (ö.204/819) et-Tayâlisinin Müsned’inde Câbir’den rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, derler.”[6]
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [7]
Bu hadis-i şerif Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in âlem-i berzah’da ümmeti için istiğfar ettiğini açıkça ifâde etmektedir, istiğfar da bir nevi duâ olduğu için ümmet bundan faydalanmaktadır.

[1] El-Bidâye ve’n-Nihâye, 6/324.

[2] Buhârî, Edebü’l Müfred, 448, No: 993. sh: 262.

[3] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları. 2003.

[4] Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493 bsk 2004

[5]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

[6] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer.

[7] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Âliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFCULARIN GÖRÜŞLERİ
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Mucahid-tr rumuzlu beynini kopyalanan kitap sahibine kiralayan şahıs !

Madem okuduğunu anlayamıyor , savunamıyorsun , boş işleri bırakta kısa zamanda ŞİRKten dönmek için kendini burada geliştirmeye bak.

Neyi savunmak istiyorsan o konu hakkında tek tek ele alalım delillerini karşılaştır ki o zaman ankebutlara sarıldığını göreceksin.
Ama sende konuşacak yürek ve beyin yok , sen sadece muhalefet olması için muhalefet ediyorsun. Korkme gel bize izah et tane tane hem tebliğ yapmış olursun, ama sakın yarıda bırakıp kaçmayasın.

Şeyhulİslam İbn Teymiyye'nin kimlerle mucadele edip , kimlerin onu zindana attırıp işknece ettirdiğini bir öğrende gel burada İbn Teymiyyeyi savun.
Şeyhulislam İbn Teymiyye sizin şeyhiniz olan İbn Arabiye "o şeyhi ekber değil şeyhi ekfer'dir" diyerek hangi hükmü verdiğini ve sebeblerini bir araştır. O aktardığın kitabın yazarına bir ulaşta öğren.

İbn Teymiyyenin yazılarını kendi kulliyatından aktar, sapık tasavvufçuların çarpıtıp kendi pisliklerine göre yorumlayarak tercüme edilen ve yorumlayan tevhid fukaralarının kalpazanlıklarını buraya aktarma!!

Şimdi sana Şeyhul islam İbn Teymiyyenin kendi kulliyatından Şeyhi ekferinizle alakalı deşifresini görünüz. Alıntı yaptığımız kitabının adını belleyin !




İBNİ ARABİ'NİN RASULULLAH'I (s.a.v.) SOLLAMA ZIRVASI


İbn Arabî, Füsûs'unda açıkça şöyle demektedir:

getimageV2.asp


"Velilik peygamberlikten (nübüvvetten) daha büyüktür, hattâ risâletten de daha kâmil (bir makam)dır".

İşte onun sözü:

Nübüvvet makamı bir berzahtadır ki
Rasulun az üstünde, velînin altında...

Ve onun ashabından (onun görüşünü benimseyenlerden) bâzısı bunu te'vîle kalkışarak;
"bu peygamberin veliliği nübüvvetinden üstün demektir", veya;
"aynı bunun gibi Rasulun veliliği de resûllüğünden üstün demektir" derler.

Veya, onun veliliğini Allah ile beraber olduğu hâl, resûllüğünü ise, yaratıklarla beraber olduğu hâl şeklinde anlatır ki, bu apaçık cehaletten başka bir şey değildir.
Çünkü, Rasûlullah mahlûkat ile konuşurken, risâleti onlara tebliğ ederken velilikten kopmuş değildir. Aksine o bu halde iken de, diğer hallerinde de Allah'ın velîsidir. Çünkü o, Allah'ın dostudur ve hiçbir halinde Allah'ın düşmanı değildir. Risâleti tebliğ ederkenki hâli, namaz kılarkenki, Allah'a duâ ederken O'na seslenirkenki hâlinden aşağı değildir.
Peki ya o ta'zîmkârın şu sözü hakkında bizim zoraki te'vîlci ne diyecek?

O diyor ki:
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, gümüşten bir kerpiçtir, kendisi ise altından ve gümüşten iki kerpiç. Ve Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kerpicinin zahirî ilim; kendi iki kerpicinin altın olanının bâtınî ilim, gümüş olanının ise zahirî ilim olduğunu, bu ilimleri aracısız aldığını iddia ediyor ve Füsûs'unda şunu açıkça söylüyor:

Velilik rütbesi nübüvvet rütbesinden daha büyüktür. Çünkü velî vasıtasız olarak alır, nebî ise vasıtalı olarak alır. Böylece kendisini peygamberden daha meziyetli hâle getiren faziletin (yâni veliliğin), hem kendisinde, hem peygamberde bulunan özellik (zahirî ilim makamın) dan daha büyük olduğunu söylemiş oluyor.

Kısacası o, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hiçbir hususta tabî olmamaktadır.

Çünkü kendi iddiasına göre o, zahirde tabî olduğu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in talîmatını Allah'tan almaktadır.
Muctehidin içtihadının başka bir müctehide, Rasûl'un sözlerinin başka bir rasule muvafık olması gibi.

Binâenaleyh ne haber yoluyla bilinen hakikatlerde, ne de şer'î hakikatlerde onun Resûl'e uyması, ondan bir şey alması asla söz konusu değildir.
Evet o, peygamberle bir Musa ve İsâ ilişkisine aynı şeriata bağlı iki âlim ilişkisine falan razı değildir. Kabul ettiği kendi şeriatını Allah'tan bâtınen aldığı iddiasındadır. Öyle olunca, onun Allah'tan şeriat alış biçimi, Rasûl'un alış biçiminden daha tumturaklı olmaktadır!

Onun, Rasûl'den daha seçkin olduğu ve Rasûl'un bu bakımdan ona muhtaç olduğu husus ise "altın kerpiç makamıdır".

İddiası şu:

Kendisi altın kerpici (ilmi)ni, Rasûl'e vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadır.

Şimdi bir bu herifin haline, bir de sonraki bâzı âlimlerin onu ta'zîm edişine bak!

Gazâlî açıkça şunu ifâde etmektedir:

"Velîlik rütbesinin, nübüvvet rütbesinden daha yüce olduğunu kim iddia ederse, onu öldürmek bence yüz kâfiri öldürmekten daha sevimli bir iştir. Çünkü onun dine vereceği zarar daha büyüktür".

Şeyhul İslam İbn Teymiyye; mecmu'ul feteva 4. Cilt SELEF İLE MÜTEAHHİRİN'İN YOLU


************************************************** **



Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu;

Benimle peygamberler zümresinin benzeri, şu kimsenin benzeri gibidir: O kişi bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette insanlar binaya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret ederek: Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı! derler. İşte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim; ben Hatemun-Nebiyyinim (Peygamberlerin sonuyum)
(İman Üzerine. İbn Teymiyye, Pınar Yay.s.77)

İbn Arabîi aslında duvardaki boşluğun bir değil iki kerpiçlik yer olduğunu, ne ki biri altın biri gümüş olan bu iki kerpiçten hatemül-enbiyâyı (nebilerin sonuncusu) temsil eden gümüş kerpici ALLAH Rasûlünün gördüğü halde “hatemü’l-evliyâ (velilerin sonuncusu)’yı temsil eden altın kerpici göremediğini bu hadisiyle belli ettiğini söyler. Halbuki bu ikisi birden olmayınca nübüvvet duvarı asla tamamlanmayacaktır der.

Eserinde nebilerin sonuncusu olan Rasûlü temsil eden kerpicin gümüş, velilerin sonuncusu (hatemül-evliyâ)yı temsil eden kerpicin de altın olmasını nübüvvetin zahir, velayetinse batın oluşuyla açıklar. Hatemül evliyânın İbn Arabî’nin kendisi olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur sanırız.

Tahavi akaidi şarihi yukarıdaki satırları kastederek der ki; Verdiği örnekte nefsini altın kerpiç, ALLAH Rasûlü’nü gümüş kerpiç olarak gösterenden daha kafir kim olabilir?


ALLAHın Rasûllerine inen bize de ininceye kadar iman etmeyeceğiz (En’âm/124) diyen kimselerin küfründen daha beterdir.

İbn Arabî bir şiirinde şöyle der: Nübüvvet makamının mevkii rasûlün üstünde ve velinin altında bir yerdir.
(Şerhu Akidetü’t-Tahaviye,II/743). (Buhari.C:7 s.3331,3332)

İbn Arabî gibi ya Benden sonra peygamber yoktur.sözünün sahibinin (Peygamberimizin) doğru söylediğine inanarak veya başka bir endişeye dayanarak kendilerini peygamberlik sevdasına kaptırmayanlar ve bu iddia ile ortaya çıkmayanlar peygamberlikten bile daha yüksek bir derecenin cazibesine kapılarak velilerin sonuncusu, peygamberlerin sonuncusundan daha büyüktür. Çünkü peygamberler ancak bir aracı vasıtası ile ALLAH’tan bilgi alabilirken veli bu bilgiyi aracısız olarak doğrudan doğruya alabilmektedir demişlerdir.
(İman Risalesi. M. İslâmoğlu. S98,99; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm. s.154-155,193; İbn Arabî ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: İmam İbn Teymiyye Külliyat C:2s. 163)

Velinin Peygamberden üstünlüğünün bir diğer sebebi de dinin onun eliyle tamamlanmış olmasıymış.
(İman Üzerine, İbn Teymiyye, Pınar Yay. S.192; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.s.193; Bkz: Said Nursi’nin; vahyin vasıtalı ilhamın vasıtasız oluşuna dair görüşleri. İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. Said Nursi. S.291)
DİNİ DOĞRU ANLAMAK AHMET Y. ÖZÜTOPRAK
getimageV2.asp



https://www.islam-tr.org/tevhid/13353-ibni-arabinin-rasulullahi-sollama-zirvasi.html
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
UÇMAYA KAÇMAYA - IŞINLANMAYA KLONLANMAYA SON

İNSAN AYNI ANDA İKİ (FARKLI) YERDE BULUNAMAZ
teleport%201.bmp
a32.JPG


Böyle bir şey gören - ya da gördüğünü söyleyenlere inanan bâzıları, bir kişinin aynı anda iki ayrı yerde olabileceğine inanmış, böylece de apaçık mâkul bir şeye aykırı davranmıştır.


Bunlardan bir kısmı, görüntünün, görülen şeyin cism-i lâtifi olduğu veya rûhâniyeti, ya da tecessüm etmiş mânası olduğu yanılgısına kapılmakta, bunun o görülen şahsın kılığına girmiş bir cin olduğunu anlayamamaktadırlar.

Görünenin melek olduğunu sananlar da vardır. Oysa melek, bir çok bakımlardan cinden ayrılmaktadır. Bir kere cin taifesi arasında kâfir, fâsık ve câhil olanları bulunduğu gibi, mü'min olup Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yolundan gidenleri de vardır. Bunların cin ve şeytanlar olduğunu bilmeyen bir çok kişi onlara melâike gözüyle bakmaktadır.
a38.JPG


Yıldızlara ve bunlardan başka putlara yakaranların durumu da böyledir. Böylelerinden birisine bir ruh gelir, adam da: «İşte bu, yıldızların rûhâniyetidir» der; bir kısmı ise bunun meleklerden olduğunu sanır. Halbuki bu, müşrikleri saptıran şeytanlar ve cinlerdendir.

Şeytanlar, arzu ettikleri şirk, fısk ve isyanı irtikâb eden kimseye yardım ederler.

Bâzan açığa vurması için ona gayba dâir bir takım şeyleri haber verirler.

Bâzan öldürme, hastalık verme ve benzeri şekillerle onun eziyet etmek istediği kimselere eziyet ederler.

Bâzan insanları arzuladığı kimselere çekerler. Bir başka zaman insanlardan para, yiyecek, giyecek gibi şeyler çalarak onları bu kimseye gizlice getirip verirler; o adam da bunu, evliyanın kerametlerinden sanır. Halbuki getirilen mal, çalıntıdan başka bir şey değildir.

Bazen de onu havada taşıyıp uzak bir yere götürürler. Bu kabilden olmak üzere şeytanların, arefe akşamı Mekke'ye götürüp sonra geri getirdikleri kimseler vardır. Müslümanların ifâ ettiği gibi bir hac yapmayıp ihrama girmediği, telbiyede bulunmadığı, Kabe'yi tavaf etmediği, Safa ile Merve arasında sa'y yapmadığı halde, bu adam da böyle bir şeyin keramet olduğuna inanır.-Malûmdur ki bu, büyük bir sapıklıktır.

Böylelerinden, şer'î bir umre tarzında olmaksızın Kabe'yi tavaf için Mekke'ye gidenler vardır ve bunlar mîkât'a (Mekke'ye dışarıdan gelenlerin ihrama girmeleri gerekli yere) geldikleri zaman ihrama girmezler. Yine malûmdur ki, ibadet amacıyla Mekke'ye yönelen kimsenin mîkâtı ancak ihramlı olarak geçmesi mümkün ve gereklidir.
Kişi Mekke'ye ticaret, bir yakınını ziyaret veya ilim tahsili için hareket etse bile aynı şekilde mîkât'ta ihrama girmek zorundadır. Bu durumda ihrama girmek acaba vâcib midir, yoksa müstehap mı? Bu hususta âlimlerin iki ayrı meşhur görüşü vardır ki bu, hacimli bir meseledir.

Şeytan'ın dostlarına yardım yollarından birisi de sihir ve keramettir ki bu hususta başka bir bölümde genişçe durulmuştur.

Puta tapan müşriklerle hıristiyanlar veya bu ümmetin bid'at ehlinden olup bu müşriklerle benzerlik gösterenler nezdinde bu meselelere dâir uzun uzun anlatılabilecek hikâyeler vardır. Yalnız durum şu ki, peygamber olsun-olmasın bir ölüye yakaran ve ondan istiğase (medet dileme) yi âdet edinen her kişide mutlaka onun dalâlete düşmesine neden olacak böyle bir hal ortaya çıkmıştır. Meselâ yokluklarında bu sâlih kullara yalvarıp onlardan istiğasede bulunanlar, aynen onların suretinde olan ya da onların suretinde olduğunu sandıkları, «Ben falancayım» deyip kendileriyle konuşan, bâzı ihtiyaçlarını da karşılayan bizzat kendileriyle konuşan ve isteklerini yerine getiren kişi olduğuna inanmışlardır. Halbuki bu ancak şeytan ve cinlerdendir.
jeerr_Untitled-1.gif

Bâzısı, bunun bir melek olduğunu iddia eder. Ama melekler, müşriklere yardım etmez; dolayısiyle bunlar ancak onları Allah'ın yolundan saptıran şeytanlardır.

Şirk konusunda, işte bu noktada bulunanların ve başlarına benzer haller gelmiş olanların bildiği, anlatılması uzun sürecek bir çok hikâye ve olay vardır.


Cahil kimseler bu hususta iki gruba ayrılır:

Bir grup böyle şeylerin tamamını inkâr eder. Diğer grup ise bunların Allah'ın veli kullarının kerametleri olduğuna inanır.

Birinci grup «Bu, hâriçte hakikati olmayan ve sadece onların nefislerinde cereyan eden bir hayalden ibarettir» demektedir.
Onlar bu görüşlerini topluluktan topluluğa aktardıklarında böyle bir şeyi gören ve mevcut olarak bizzat müşahede eden veya hâriçte mevcut olarak gören kimselerin haberlerine dayalı olarak âdeta bu husus tevatür derecesine ulaşan ve durumun kendisine, doğruluğundan şüphe etmediği kimselerin haber verdiği kişilere bakacak olursak; birinci grubun bu tutumu, işte ölünün gelip konuştuğunu müşahede eden, güvenilir haberlerle bunu kabullenen bid'at ehli ve müşriklerin dâvalarında sebat ve inat etmelerinin en büyük sebeplerinden biridir.

Sonra böyle bir şeyi kabul etmeyip reddedenler, daha sonra benzer bir şeyi gözleriyle gördükleri zaman, bu durumun kendi başına geldiği kimseye itaat eder, ona boyun eğer ve onun Allah'ın velî kullarından olduğuna inanıverirler; halbuki onlar bir taraftan da bilmektedirler ki, bu kişi Allah'ın farizalarını, hattâ beş vakit namazını dahi eda etmemekte, ne Allah'ın haram kıldığı şeylerden, ne rezîletlerden, ne de zulümden sakınmamakta, aksine Cenâb-ı Hakkın :

«İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman edip takva üzere olanlardır» ( Yûnus 62- 63) âyetinde velî kullarını kendisiyle vasıflandırdığı, insanlar içinde îman ve takvadan en uzağı durumunu arzetmektedirler.

Böylece bunlar, îman ve takva bakımından insanların en aşağısında olan bu kişilerin, Allah'ın takva sahibi velî kullarına has kerametlerden olduğuna inandıkları keşifleri ve harikulade tasarrufları bulunduğunu sanırlar.

Bunlar arasında, İslâm'dan irtidât edip yüz-geri dönenler, namaz kılmayan, hattâ peygamberlere dogru-dürüst inanmayan, onlara hakaretler edip noksanlık nispet edenler için «Allah'ın muttekî velîlerinin en büyüklerinden» diye inanç besleyenler vardır.

Bunlardan bir kısmı da şaşkın, mütereddit, şüpheli, endişeli bir durumda kalmıştır; küfre doğru bir adım ilerler, sonra diğer adımını İslâm'a doğru atar-, ama çoğu zaman küfre, îmandan daha yakın durumdadır.

Bunun sebebi, aslında onların velilik şartlarına hiç de uymayan şeyleri bu hususta delil kabul etmelerindendir. Oysa kâfirler, müşrikler, sihirbazlar ve kâhinlerin yanında onlara bunun kat kat fazlasını yapan şeytanlar vardır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

«Size haber vereyim mi, şeytanlar kimler üzerine inerler? Onlar her günahkâr yalancının üzerine inerler» ( Şuarâ 221- 222).

Cenâb-ı Hakk'ın Resulü yoluyla gönderdiği emir ve nehiylerden uzaklaştıkları için bunlarda mutlaka yalan, şeriata muhalefet, günâh ve bühtan bulunacaktır. Ve bu şeytanî haller, onların sapıklığının, şirkinin, bid'at ve cehaletlerinin, küfürlerinin bir sonucu olup, bu haller dahi bu hususun işaret ve belirtileridir.

Sapık ve cahil biriyse, bu hallerin, onların îmanlarının ve Allah'ın velî kulları oluşlarının bir sonucu olduğunu sanırlar. Bu zan, bu câhil kişinin Allah'ın velîleri ile Şeytan'ın dostlarını ayırdedecek sağlam bir kıstasa sahip olmayışından ve velilik konusunda delil kabul ettiği bu hallerin İslâm'a müntesip olanlardan daha ziyâde müşriklerden olsun, ehli kitaptan olsun kâfirler için geçerli olduğunu bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Delil, medlulü (işaret ettiği şeyi) gerektirir ve ona mahsustur, medlulü olmaksızın delil bulunmaz; bu haller kâfirlerde, müşriklerde ve ehl-i kitap'ta da bulunduğuna ve değil velilik, imanı daha gerektirmeyip, buna mahsus olmadığına göre veliliğin delili olması mümkün değildir.



وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ

Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Sebe suresi 12.ayet


Gördüğümüz gibi Allah peygamberine bile Rüzgarı emrine vermesine rağmen 1 aylık mesafeye 1 günde aldırırken , Hz. Muhammed s.a.s. ise Mekke'den Medine'ye hicretini günlerce çileli yürüyüş ile ulaştırıken bunları idrak edemeyen ehl-i sofiyye ise bu durumu "Allahın sevgili kulu , Allah istese ulaştırmaz mı" ya da "şeytanın aynı anda her yerde olabiliyor , Allahın velisi ise ondan aşağı mıdır" diyerek bu ışınlanmayı savunmaktadır .

Kişinin ruhu farklı yerlerde olsa da görülmez. Zira Rüyada konuştuğumuz arkadaşlarımız gündüzleyin yanımıza gelip senin ruhunu gördüm beraber şunu yapıyorduk derlerdi .
Açtığım konu başlığı , aynı kişinin bedeniyle farklı farklı yerlerde görüldüğünün iddia edilmesi üzerinedir.
Misal olarak sofiyye ehlince anlatıla anlatıla mütevatir palavraya dönüşen bazı cemaat adamlarının bir iyilik yapması üzerine hem evinde hem kabede (mekkede) aynı anda görüldüğünün iddia edilmesidir. Bu kişiler nedense mekkede gördükleri yakınlarına oradayken gidip konuşup hal hatır sormazlar, geri döndükten sonra ben seni orada gördüm diyerek işin tılsım yönünü vurgularlar.
wink.gif


Birde şu sözlerle sakat itikatlerini savunurlar :
"Şehidler her yere gidip yardım edebilmektedirler , Allahın velileri mi gidemiyecekmiş".
Bunlar Kuranın ruhunu anlayamamış , hadislerle tanışmamış sevgide şirke düşen cahillerdir. Şimdi konuyla ilgili hadis ve ayetleri inceleyerek konuyu izah edelim.

33- Şehid Ruhlarının Cennette Olduğunu ve Şehidlerin Rableri Katında Diri Olup Rızıklandıklarını Beyan Babı
(1887) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ikisi birden Ebû Muâviye'deıı rivayet ettiler.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr ile İsâ b. Yûnus hep birden A'meş'den naklen haber verdiler.

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Esbât ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

Abdullah'a —ki İbni Mes'ûd'dur— şu âyeti(n hükmünü) sorduk:

Allah yolunda öldürülenleri asla ölü sanma! Bilâkis onlar Rabbleri katında diri olup rızıklanmaktadırlar. [ Âl-i İmrân, : 169]
Abdullah şu cevabı verdi: Bakın buraya! Biz bunu (vakti ile Peygamber efendimize sorduk da :

«Onların ruhları yeşil bir takım kuşların karnmdadır. Onların Arş'a asılı kandilleri vardır. Cennette istedikleri yerde dolaşır; sonra bu kandillere inerler. Rabbleri onlardan öyle bir haberdâr olur ki!.. Ve kendilerine : Bir şey arzu eder misiniz? diye sorar. (Onlar) :

— (Daha) ne isteyelim, işte cennette dilediğimiz yerde dolaşıyoruz! Derler.
Bunu kendilerine üç defa tekrarlar. Sorulmaktan âzâde bırakılmayacaklarını görünce :

Yâ Rabb! Ruhlarımızı bedenlerimize iade buyurmanı dileriz! Tâ ki senin yolunda bîr defa daha Öldürülelim! Derler. Ve bir hacetleri olmadığını görünce bırakılırlar.» buyurdular.
( Muslim hadisi )

Al-i İmran 125- Evet, sabreder ve (Allah'tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.

ENFAL 12-İşte o anda Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, müminlere sebat verin. Kâfirlerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunlarının üstüne vurun, parmaklarına, parmaklarına vurun".


Hadisde gördüğümüz gibi Kıyamete kadar şehidler bile bedenleriyle değillerdir. Üstelik cennette , kuşların karınlarında uçup kandillere konmaktadırlar.
Kıyamet koptuktan sonra Rabbin huzuruna gelirken şehid oldukları hal üzere geleceklerinden yıkanmadan kefenlenmeden defnolunurlar.
Sizler ise şehidleri hem dünyada , hem bedenleriyle hemde sıkıştığınızda yadımınıza koşturup bazen milliyetçilik damarlarınız kabarıp çanakkale savaşlarında savaştırırsınız . Masalları , hikayeleri bırakıp kuran ve sünnette ittiba etmenin zamanı gelmedi mi ?

Bu masallar itikadini bilmeyen Türk toplumunda şahid olmayanlar bile , günaha girerim endişesiyle "Allahın her şeye gücü yeter istese olmaz mı ? , Allahın gücü yetmez mi ? , Şeytan aynı anda istediği yerde oluyor da veli kul neden olmasın" gibi seviyesiz ve ilimsiz vehimler öne sürmektedirler. Bilmezler ki şeytan yeyip içmez ama bizim veli dediklerimiz bir oturuşta sofrayı çökertmeden kalkamamaktadır
grin.gif



Taberi Tefsirinden Ahzab suresi 4. ayetin açıklaması

- Allah bir adam için içinde iki kalb yaratmamıştır. Ahzab 4

"Allah, bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadı." buyruluyor. Bu ifadeden maksat, Kureyş'ten iki kalpli olduğu iddia edilen bir adamın böyle olmadığını bildirmektir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir rivayette deniyor ki:
"Kureyş kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki kalbinin bulunduğu ve bunların her biriyle özel şeyler idrak ettiği iddia ediliyordu. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.
Mucahid, Katade, Hasan-ı Basrî ve İkrime bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir: Taberi de bu görüşü tercih etmektedir

Taberi Tefsiri Camiu’l-Beyân :



Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları:

Nuzul Tefsiri

Ahzab 4. Allah bir kişi içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerine (bana annemin sırtı gibisin diyerek) zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz kılmadı. Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar, sizin dilinize doladığınız sizin sözlerinizdir. Allah ise Hakkı söyler ve O, dosdoğru Hak yola iletir.


_ Cemîl ibn Ma'mer el-Fihrî hakkında nazil olmuştur. Hafızası çok kuvvetli, akıllı bir adam olan Cemîl hakkında Kureyş: "Bu kadar şeyi ancak iki kalbi olan birisi ezberleyebilir." derlerdi.
Bizzat kendisi de: "Benim iki kalbim var ve her bireriyle Muhammed'in akletmesinden daha iyi aklederim." dermiş.
Bedr günü müşrikler bozguna uğradığında bozguna uğrayanlar arasında bu Cemîl ibn Ma'mer de varmış; ayakkabılarının biri ayağında, biri elinde kaçıyormuş.
Onu bu halde gören Ebu Sufyân: "Ey Ebu Ma'mer, bu insanların hali nicedir?" diye sormuş, o da: "Bozguna uğradılar." demiş.
Ebu Süfyân: "Senin bu halin ne peki; ayakkabılarından biri ayağında biri elinde." diye sormuş da Cemîl: "İkisini de ayağımda hissediyordum." demiş ve insanlar da o gün anlamışlar ki iki kalbi olsa ayakkabısını elinde unutmaz, onu da diğeri gibi ayağına giyerdi.
[Vahidî, age. s. 249]

İbn Ebî Hatim'in Süddî'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu Cemîl ibn Ma'mer ibn Habîb, Fihr oğullarından değil Cümah oğullarından (el-Cümahî) olarak geçmektedir.
[Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,61-62; Kurtubî, age. XIV,78]

_ Katâde ise Hasen'in şöyle dediğini naklediyor:
Bir adam varmış, "Benim iki nefsim var; birisi emrediyor, diğeri nehyediyor." demiş de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.
[Taberî, Camiu’l-Beyân. xx1,75]
Burada benim iki nefsim var..." diyen kişinin adı anılmamakla birlikte Cemil ibn Ma'mer'in söylediğini andırmaktadır,

Taberî, bu iki rivayetten ikincisini yani Cemîl ibn Ma'mer hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti daha sahih görerek tercihe şayan kabul etmiştir.
[Taberî, Camiu’l-Beyân. xx1,75]
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları:


Rabbim daha insanları yaratmadan önce Ruhlarımızı yaratmış ve hepimiz söz vermişizdir.

Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık). Araf 172

Her insan Allahın c.c. tesbit ettiği zaman gelince Ruh üflenip bedenle eşleştirilerek dünyaya gelecektir. Her beden için ruh üfürülmüştür.
Aynı bedenler (ikiz , üçüz olsa bile benzerdir , aynı değildir.) birden fazla olması mümkün değildir.
Bir kişinin bedeni kopyalanarak (klonlama) ile üretilse bile aynı değil benzeridir. Ki bu da doğduktan sonra Rabbin tayin edeceği başka bir Ruh ile çiftleşecektir. Ruh klonlama veya benzetme diye bir şey yoktur. Bunu iddia eden sapık fırkalar veya müşrik ehli kitap bile iddia etmemiştir. Çünkü her Ruhun ayrı bir sorumluluğu ve yükümlülüğü vardır.
Maddeyle Ruhu birbirine karıştıranlar, işe maneviyat yüklüyorum , Allahın gücü yetmez mi diyerek her türlü fantazik hayal ötesi uydurukları sahihleyenlerin şeytanın oyunlarına gelmiş olmaları Kuran sünnet dışı mistik hurafi masallarını reddediyoruz.

Şimdi kendilerine sormak gerekiyor :

Hangisi ölünce hepsi (aslı) ölmüş sayılacak ?
Yoksa 7 canlı tabiri buradan mı türemiştir. ?
Tasavvufçuların kaç ruhu -bedeni vardır ?
Aynı kişi sevab ve günahı hangisine yazılacak ?
Ahirette katmerli mi azab görecek ?

isinlanma1.jpg
transporter.jpg

yeni-resim-_14_.jpg


Benzer Konular:

ŞEHİDLERİN DÜNYAYA TEKRAR DÖNÜP SAVAŞMALARI
https://www.islam-tr.org/tevhid/12149-sehidlerin-dunyaya-tekrar-donup-savasmalari-yaziya-cevap.html



https://www.islam-tr.org/tevhid/10491-ucmaya-kacmaya-isinlanmaya-klonlanmaya-son.html
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
esselamu aleykum ibn teymiyye ben buraya ilmi yazılar yazıyorum delilleri kaynağı ile veriyorum verdiğim kaynaklara ya bakmıyormusunuz bunlar ibn teymiyyenin sözleri ön yargılı kırıcı ve ilmi munazardan uzak çokça yorum ve hakeret ediyosunuz
İBN TEYMİYYENİN KERAMETİ KABUL EDİŞİ İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytandan sayanların âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelikler gösterirler. Mesela: İşâretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına, bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi gibi harikulade şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez.
Fakat bu fevkalâdelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmetleri yukarıda saydıklarımızdan daha büyüktür. (Havada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına uzaktanda olsa yetişmesi gibi.)
Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşüyorsa ne kadar güzel. Zira veliler, imânlarının nuruyla bâtınî gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[1]
Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
“Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sadece müttakilerdir. Çokları bilmezler.”(Enfal 8/34)
İbn Teymiyye aynı eseri sayfa 96’da şöyle diyor: Kitap ve sünnet ehlinin büyükleri ayân beyân ortadadır. Ve onları hiç kimse inkar edemez. Onlardan bir kısmı şunlardır:
Fudayl bin İyad, (ö.189/804) İbrahim bin Ethem (ö.161/777), Ebû Süleyman Dârânî, Marufu El-Kerhi, Cüneyd bin Muhammed Bağdâdî (ö.297/909), Sehl bin Abdullah El-Tüsteri (ö.273/886) ve benzeri büyükler. Yüce Allah bunların hepsinden razı olsun.
Allah’ın (Celle Celalühü) nebi ve rasüllerinde mucizeler vardır. Velinin kerâmeti zaten Allah’ın (Celle Celalühü) Resülüne tabi olmaktan geçer. Böyle olduğu için de velinin gösterdiği kerâmetler Allah (Celle Celalühü) Resülünün mucizelerine dahil olur.
İbn Teymiyye dedi ki: Bazı kimselerin Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dileklerinin yerine getirilmesi çok görülen bir olaydır.[2]
İbn Teymiyye; Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı başında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâmeti olarak sayılabilir.”[3]demiştir.
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bulmamakla beraber, böyle dileklerin Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu, itiraf etmiştir. Şeytandandır, demiyor, Ölünün kerâmetindendir, diyor. İbn Teymiyye’ye tabi olanlar şeytandandır, diyorlar.
Kudsî hadiste Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من عادى لى وليا فقد آذنته بالحرب وما تقرب الىّ عبدى بشئ احب الىّ مما افترضته عليه، وما يزال عبدى يتقرب الىّ بالنوافل حتى احبه فاذا احببته كنت سمعه الذى يسمع به، وبصره الذى يبصر به، ويده التى يبطش بها، وجله التى يمشى بها، وان سألنى لاعطينه ولئن استعاذنى لاعيذنه"
“Her kim benim kullarımdan birine düşmanlık ederse muhakkak ben ona harp açarım. Bir kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadetleriyle de durmadan yakalaşır, nihâyet onu severim. Kulumu sevince de onun gören gözü, işten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korur himayeme alırım.”[4]
Tevessülü ve meded’i kabul etmeyenlerin itibar ettikleri âlimlerinden İbn Kayyım el-Cevziyye bu hadisi şöyle açıklamaktadır:[5]
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
عن ابى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "اتقوا فراسة المؤمن فانه ينظر بنور الله
“Müminin firâsetinden sakının, o Allah (Celle Celalühü) nuru ile bakar.” [6]
Bu firâset, Allah’a yakınlıktan kaynaklanmıştır. Kul Allah’a yaklaşınca hakkı bilmesine, anlamasına engel olan kötü engeller ortadan kalkar. Allah’a yakınlığı ölçüsünde Allah’a yakın bir fener ışığı kula ulaşır. Yakınlığına göre bu ışık onu aydınlatır. Bu nurla, Allah’tan uzak kimsenin göremediği şeyleri görür.
Daha sonra İbn Kayyım yukarıdaki hadisi zikrettikten sonra hadisi şöyle açıklıyor:
Yüce Allah (Celle Celalühü) bu kudsi hadiste, kendisine yaklaşan kuluna olan sevgisinin faydalı olacağını belirtmiştir. Allah kulunu sevince kulağına, gözüne eline ve ayağına yaklaşır. Artık gözü Allah ile görür, kulağı Allah ile duyar, onunla tutar, onunla yürür kalbi eşyaların gerçeklerinin belirdiği saf ayna gibi olur. Firâsetinde oldukça az yanılır. Çünkü kul Allah ile varlığa bakınca onu olduğu gibi görür. Allah (Celle Celalühü) ile işitince onu olduğu gibi işitir. Ancak bu gayb bilgisinden sayılmaz. Yüce Allah’ın hakikatlerin sûretlerini görmeye mani olan vesvese, hayal ve batıl izlerden uzak, nurla kaplı, kendine yakın kulunun kalbine attığı hak ile hakikatlerin sûretlerini görür bilir.[7]
Demek ki Allah (Celle Celalühü) insanların yapamayacağı, Allah’ın(Celle Celalühü) yapabileceği ilimleri istediğine verebilir. Hızır (aleyhisselâm)’a, peygamberlere, cinlere, şeytanlara verdiği gibi insanlara da verebilir. Kimse Allah’a (Celle Celâlühü) ne yapıp yapmayacağı konusunda bir sınırlandırma getiremez.
Allah’ın, “işiten kulağı olurum” demesiyle veli kulların çok uzak mesafelerdeki şeyleri işitmesi, Allah’ın(Celle Celalühü) “yürüyen ayağı olurum” demesiyle bir anda çok uzak mesafelere gidip gelme gücüne sahip olamasını her iki taraf ta kabul eder. Çünkü kudsî hadiste böyle buyurulduğunu kendi âlimleri de söylemektedirler. Geriye, tartışılmakta olan; Allah dostunun uzak mesafeden bir insana yardım edip edemeyeceği meselesi kalıyor.
Her Peygamber’in, yaptığı gibi bir Allah (Celle Celalühü) dostuda insanları korumak ve zor anlarında yardım etmek için Allah’dan “Ya Rabbi! Müslümanların zor anlarında, bana onlara yardım etme gücü ver” derse Allah (Celle Celalühü) bu duâyı ister kabul eder, isterse kabul etmez. Ama Allah (Celle Celalühü) Kudsi bir hadiste “benden bir şey isterse” duâ ederse duâsını kabul ederim diyor.
Nitekim Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’e de binlerce kilometre uzaklıkta ki yenilmek üzere olan ordusunu ve ordudaki komutanı görüp onlara “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip uzaktan orduya komuta etmiştir.[8] Alâ b. Hadram’ın sahâbeye “besmele çekip atlarınızla denizde yürüyün” deyip atlarıyla denizin üstünden gitmeleri gibi. Bu delillere dayanarak geçmişte ve günümüzde yaşantısı Kur’ân ve sünnete uyan Allah (Celle Celalühü) dostlarının bu gibi kerâmetlerini gören, okuyan bir Müslüman niyetinde de “ilaç hastalığımı iyi etti” aslında iyi edenin Allah olduğunu bilerek bu sözü söylerken hakîkî fâili kastetmediği gibi Allah (celle celâluhu)’ın izni ile harikulade işleri yapan Allah dostlarından, insanların normalde yapamayacağı bir şeyi isteyebilir. (Bu konu ileride, istiğâse bölümünde daha geniş bir şekilde anlatılacaktır.)
Ancak bu ilmi Allah’ın verdiğine inanıp o insanı, Allah’a ortak koşmadan niyeti sağlam olmak kaydıyla istenebilinir. Niyet önemli.

[1] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. İbn Teymiyye, Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları, 2003.

[2] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493, bsk 2004.

[3] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye, Sırât-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

[4] Buhârî, Rikak 38: İbnu Mace, fiten 16

[5] İbn Kayım Ruh kitabı sayfa 304-305. Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, no: 1529, 7/354. Tirmizî, Tefsir, 16, No: 3127, 5/298.

[6] Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, no:1529, 7/354; Tirmizî, Tefsîr, 16, no: 3127, 5/298.

[7] İbn Kayyim, Kitâbu’r-Rûh, s: 305.

[8] Beyhakî Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe 2/3 İbn Kesîr Tefsir Bidaye c.7 s. 131


bir arkadaşım 1995 çeçenistanda vidino yakınlarında dargoda şamil basayev ile birlikteydi hattabın kanpı dere yatağındaydı oraya gelen vahhabi ve selefiler bu hakaret metodunu ordada sergilediler ordaki büyüklere babalara dedelere hocalara şirk işliyosunuz müşrik le itham ettiler yapıcı hoşgörülü olmadılar sonuç 1996 çeçenler zafer kazandı sonra selefiler eline güç geçirince daha sert davrandılar ve rusların istediği oldu mucahidler vahhabi damgasını vurdular tarikatlıyı rus vurdu dediki vahhabiler vurdu sonra vahhabilerden vurdular tarikatlı vurdu dediler bir vahhabi komutanda emre itaatsislik komisyonu dinlemeden dağıstana girince savasın baslamasına sebeb oldu şimdi iç savaş var dunyadan cecenlere giden yardımlar kesildi diyeceksinizki ne alakası var şimdi bu sözlerin kardeşlerim bir birimize karşı birz yapıcı olalım ibni teymiyye bir insan küfür sözü söylese elindede zayıfta olsa bir nasa dayanarak bu sözü söyledim diyosa o kişi tekfir edilmez siz tekfir ediyosunuz demiyom ama malisef bazı müslümanlar bir birlerinin sözlerini anlamak yerine ilimle onu çürütmek yerine hakaret yolunu seciylar ben size tevessülü ibn teymiiyenin kabul ettiğine dair delil sundum abdul vahhabın hanği şekilde olursa zat ile tevessülü kabul ettiğine dair delil sundum ebul ferec şevkaninintevessülü kabul ettiğine delil sundum kaynakları ile mesheb imamların delili sundum ölünün işittiğine dair ibn teymiyye ibn kayımın ölü işitir sözlerinin kaynağını meshem imamların hadisleri sundum ölüye kuran okumak ile sahebe ve mesheb imamlarının görüşlerini hadislerin tahriçini soyledim siz bunlara karşı ilmi kaynaklı cevap vermeyip yoruma acık alimlerin sozu diye yamış olduğunuz cevaplarında kaynağı yok ve yormdan kırıcı ifdelerden baska bir sey delil olarak getirmiyosunuz elbette elinde delili olmadan hadis ayet delil getirmeyip insan bu delillerden yoksun delilsiz yaptığı şirk bidat vs bunlar hoş karşılanmaz mucadele edilir sizin şirk olarak gördüğünüz şirkle itham ettiğiniz bir taraf diyorki ben bunu yaparken sizin alimlerinizden mesheb alimlerinde sahabeden rasulullhtan ayetten delilim var diyo bunları kabul edersiniz veya etmessiniz ama munazarda ilmi delilillerle birbirimizi çürutmeye çalışalım eğer karşı tarafın delilleri güçlüyse teslim olalım veya saygı gösterelim eğer sizi kıracak bir söz söyledimse özür dilerim kardeşlerim hepimiz bir birimize muhtacız oyuna gelmeyelim birlik yolu orta yol için uğraşalım saygılarla
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
1. Mezhebimiz imamı, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah'ın şöyle dediği İddaa edilmektedir: İbni Âbidin'in "Haşiye" sinde geçen şu 'Cümle'' de..

2. İmam Malik buyurur ki: "Tasavvuf bilmeyen fakîh, fiska, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zendekaya duçar olabilir. Bu ikisini cem' eden ise hakikate vasıl olur". Bu sözü Abdü'l-Baki ez-Zerkanî Fıkh-ı Maliki şerhinin ikinci cildinin 195 inci sayfasında ve 1014 hicrîde vefat eden Aliyyü'l-Kâri, aynı eserin birinci cildinin 33 üncü sayfasında ifade eder.

Ancak Altta ki kaynaklarda da Şunu söylemektedir...


Kendisi bazı konularda rey'e başvurmuş olsa da takipçilerini yer yer sıkı bir sekilde uyarmış ve hadislerin kendi görüşlerinden her zaman üstün olduğunu vurgulamıştı.


Kendisinin bazı sözleri aşağıdaki gibidir ;


1) "Ben bir insanım; doğruya isabet ettiğim de olur, yanıldığım da olur. Benim görüşlerime bakın; onlardan Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün sünnetine uyanları alın. Uymayanları bırakın!! [Ibn Abdil Berr, El Cami (2/32)]





2) " Herkesin sözü alınabilir de, terk edilebilir de. Ancak; “Allah Rasulün’nün mezarını işaret ederek” şu mezarda yatanın sözü bunun dışındadır.[İbn. AbdilHadi, "irşadu's-salik"(1/227)


Bu söz aslında İbn Abbas'ın bir sözüdür ve İmam Malik bu sözü kendisi de söyleyerek sahabenin anlayışını aynen devam ettirmek istemiştir.]

Görüldüğü üzere İmam Malik de aynen İmam Ebu Hanife gibi kendisinin hatalı olma ihtimalinin olduğunu, kendilerinden sonra takipçilerinin kendilerini değil Kur-an ve Sünnet'i esas almalarını emretmiştir.

Günümüzde ise kendi imamlarını takib ettiklerini söyleyenler imamlarının adlarını kullanarak yer yer tartışabilmekte ve dinde görüş ayrılıklarına düşebilmekteler...

 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Şimdi yine tasavvufa karşı çıkanların itibar ettikleri büyük zatlardan Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzi’nin görüşlerine bakalım:
Bu âlimin soyu Ebû Bekir Sıddıka dayanır. İbn Cevzî ismiyle meşhur olmuştur. (İbn Cevzî, İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye’den bir asır önce yaşamıştır.)
İbn Cevzî (ö.597/1200) bakın neler diyor: Günümüz zahitlerinin hareketlerine baktığınızda her ne kadar ihlası iddia ediyorlarsa da hareketlerinde riya ve münafıklığın emareleri olan bir çok hasletlerin mevcut olduğunu görmekteyiz. Mesela bunlar bir zaviye’ye çekilip halktan inziva ederek ibadetle meşgul olduklarını iddia ediyorlar. Ne bir dostun ziyaretine ne de hastaya geçmiş olsuna gidiyorlar. Aslında bunların yaptıkları tamamıyla gösteriş ve desinlere mebni kurnazlıktan başka bir şey değildir. [1]
İbn Cevzî eserinde, herkesce yanlış olanı anlatıyor. Bu sözlerden sonra gerçek Allah (Celle Celalühü) dostlarını ve onların yaşadığı tasavvufu kabul ediyor mu?
İbn Cevzî’nin konu hakkında neler söylediklerine şimdi bakalım:
Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevz Mü’minlere Öğüt[2] isimli eserinde şöyle diyor: İlk çocukluğumda devamlı oruç tutup ve namaz kılmakla zahitlerin izinde gitmeye özenmiştim. Bana yalnızlık sevdirildi. Gönlüm hoş, ferasetim gâyet keskin ibadetsiz geçen her saniyeye üzülen, bütün zamanımı ibedetle değerlendirmeye çalışan bir insan oldum. Bu duruma bir çeşit ünsiyet ve alışkanlık ile münacaat hazzı olmuştu. Beni vaaz etmeye meylettirdi. Tabiatım oraya yönelince o eski hazzı kaybetmeye başladım, sonra başka bir taraf beni kendine çekmek istedi, henüz o güzel haletimin etki etmesi sayesinde şüpheli şeylerin korkusundan onlarla haşır neşir olma onlarla yemekten kendimi koruyordum. Sonra “yorumlama” fikri oluşuverdi. Başladım mübah şeyleri kaygısızca almaya başladım. Neticede, önceleri bulmuş olduğum nur ve sukuneti kaybettim. Halkın içine karışmak kalbime zulmetti. Celbetti de o nur büsbütün kayboluncaya dek kaybettiklerime olan hasret ve özlemim meclisimdeki insanları endişelendirdi.
Onlar tövbe edip ıslah oluyorlar, ben ise kendi başıma, eli boş, iflas etmiş olarak çıkardım meclisten. Bu hastalığımdan ızdırabım çoğaldı, nefsimi terbiye edemedim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp, düzelmem için duâ ettim ve Mevlânın lutüf ve inâyeti nefsimin istemesine rağmen beni halvete cezp etti. Bundan bazen gönlümü geri döndürdü, kapmış olduğum hastalığı bana gösterdi. Gaflet hastalığından uyandım. Burada, İbn Cevzî’nin mü’minlere öğüt eserini türkçeye çeviren ve tasavvufa karşı olan şahıs dipnotta şöyle diyor. İbn Cevzî gibi büyük değerli bir âlimin nasıl mezarlığa gidip sâlihlerin kabri başında Allah (Celle Celalühü)’tan duâ istemeyi mübah görebilmiş anlayamıyorum?
Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî aynı eser (261). sayfada bakın ne diyor:
Sadece fıkıh ve hadis ilmini okumak kalbi ıslah etmeye yeterli değil. Kalbin ıslahı için selef-i salihinin hayatlarına bakmak ve tasavvufun incelikleriyle de hem hal olmak gerek. Zira selef nakli ilimlerden gerekeni aldıktan sonra emir olunan yüzeysel fiillerden sıyrılıp fiillerin manası ile murad edilenin zevkine ermişlerdir. Bu anlattıklarım tecrübelerimin neticesidir.
Muhaddis ve hadis talebelerinin ekserisinin gayesi ve himmeti; hadisin rivâyet ve turuklarına münhasırdır. Fakihlerin himmeti ise munazara bilgileri ile hasmını nasıl tuşa getireceğini düşünmekten başka bir şey değil. Kalp bunlarla nasıl incelsin? Selefden bazıları salih âlimin ilminden yararlanmak değil onun ahlak ve yaşayışından feyiz almak için ziyaret ederlerdi. Bu yaşayış ve davranış ilmin meyvesi olduğu hakikatına matuftur. Bu formülü öğrendiysen fıkıh ve hadis ilimlerini selef-i salihin ile dünyadan el etek çekenlerin hayatını incelemekle mezceyle ki kalbin incelmesine vesile olabilesin. Mesela Hasan el-Basrî, Süfyan es-Sevri, İbrahim bin Ethem, Bişri el- Hafi, Ahmed bin Hanbel, Maruf El-Kerhi ve isimlerini sayamadığım âlim ve zahidlerden her birinin hayatını ayrı, ayrı yazan kitablar yazdım. Maksuda ulaşma tevfikini veren Allah (Celle Celalühü) tır.
İbn el-Cevzî devamla aynı eserde (sayfa 353) şöyle diyor:
Lezzeti olmayan fakat hevası ağır olan bir hayat insanının; Hasan el-Basri, Ahmed bin Hanbel, Süfyan es-Sevrî gibi ihlaslı âlimler ile Maruf el-Kerhi gibi gerçek zahidlerin yakalayabildikleri mutluluk ve gerçek lezzetli hayatı başka birilerinin yakalayabilmiş olduğuna ihtimal vermiyorum. İşte Maruf el-Kerhî inzivayla, güzel ve en mutlu hayatı yaşamıştır. Sonra vefatının üzerinden dört yüz sene geçmesine rağmen her gün mezarında Kur’ân okunur hatimler indirilir, mezarını ziyaret edenler en azından bir ihlas okur, ruhuna hediye eder. Burada İbn el-Cevzî’nin sözlerini noktalıyoruz. biraz anlayışlı olalım iyi kötüyü ayıralım sap ile samanı karıştırmıyalım arkadaşlar müslüman kardeşlerim baştan beri şunu anlatmaya çalışıyom lütfen bakın sizinde görüşleriniz kaynağı olan büyük alimler ......
İbn Teymiyye, sorulan bir soruya “Ölünün Kur’ân okumak zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur.” demektedir. (3) .. ibn kayyım işitir diyo mesheb imamları işitir diyor kaynaklarını yazdık siz bunlardan dahamı iyimi biliyosunuz ................
Hanbelîler de Hanefîler gibi düşünerek, ölülere Kur’ân okunmasını câiz görmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel, kabirlerde Kur’ân okunmasının bid’at olduğunu söylemiş, daha sonra ise bu fetvâsından dönmüştür. [4] Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Kudâme el-Cevherî ile birlikte bir cenazeye katılmış ve tam mezarlıktan ayrılacakları esnada kör bir adam kabrin başında Kur’ân okumaya başlayınca İbn Hanbel: “Ey falan! Kabirde Kur’ân okumak bid’attır.” diyerek kırâata engel olmuştur. Bunun üzerine Muhammed b. Kudâme İbn Hanbel’den, Mübeşşir b. İsmâîl el-Halebî hakkındaki düşüncesini ve ondan hadis alıp almadığını sormuş, O da söz konusu şahsın sikâ olduğunu ve kendisinden rivâyette bulunduğunu ifâde etmiştir. Bunun üzerine Muhammed, Leclâc (Radıyallahu Anh) hadisin Mübeşşir b. İsmail’in kendisine rivâyet ettiğini söylemiştir. Bunu duyan İbn Hanbel, kabirde Kur’ân okumanın bid’at olduğunu söylediği adamın çağrılmasını ve kırâatına devam etmesini istemiştir. (5] Yine Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediği nakledilmektedir:
اذا دخلتم المقابر اقرؤا آية الكرسى ثلاث مرار (قل هو الله احد) ثم قل اللهم ان فضله لاهل المقابر
“Kabristana girdiğinizde Âyetülkürsî ve üç defa İhlâs sûresini okuyarak şöyle duâ edin: Allah’ım! Onun ecrini şu kabir halkına ulaştır.” [6] başka bir rivâyette ise, “…Fâtiha sûresini, Muâvizeteyn ve İhlâs sûrelerini okuyunuz. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayınız. Çünkü o ölülere ulaşır.” [7] buyurmuştur........ Hanbelî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İbn Kudâme (v.630/1223), İbn Kudâme el-Makdisî (v.682/1283) ve İbn Teymiyye (v.728/1327), İbn Hanbel’in bu görüşünün daha meşhur olduğunu söyleyerek tercihte bulunmuşlardır. [8]......ibn hanbel ibn teymiyyeden dahamı iyi biliyosunuz onlar kuran ve sünneti delil almıyoda sizmi alıyosunuz .....
İbn Kayyım el Cevziyye (Ruh kitabının sayfa 19’)da Hasan b. Sabbah Zaferani der ki:İmâm Şafi’ye sordum. O da: “Kabirde Kur’ân okumanın hiçbir sakıncası yoktur”, sözünü naklediyor. Ayrıca Nevevî, İmâm Şafi’nin şu sözlerini naklediyor: “Mezarın başında Kur’ândan âyet ve sûreler okumak müstehabdır”.[9]....bunlardamı hata ediyo bunlardamı tasavvufçu.......
Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha’dan (Radıyallahu Anh) şöyle bir hadis nakledilmektedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ’dan (Radıyallahu Anh): “Abdullah b. Abbas’ın (Radıyallahu Anh) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve O, Fâtiha sûresini okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye böyle okudum” dedi.[10].........
İbn Teymiyye’dir. Talebesi İbn Kesîr (ö.774/1372):
“İbn Teymiyye’nin devlet ve ulemânın huzurunda insanın duasında rasullahı zatı ile aracı yapım dua edbilir deyip önceki görüşünü deyiştirmiş görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip, fakat istigâse’nin haram olduğu görüşü üzere devam ettiği sözünü bizlere” nakletmiştir.[11]........
Muhammed bin Abdulvahhâb’ın tevessüle dair görüşünde yanlızca allahtan isteyerek dua ederse zat ile tevessülü ret etmemiş kaynağını verdim.. (12)
İbn Teymiyye, İzzuddîn b. Abdusselâm’ın (ö.660/1262) sadece Peygamber ile tevessülü kabul ettiğini söylüyor. [13]........
Şevkânî: (ö.1250/1834) Allah (Celle Celalühü)ü Tealaya fazilet ve ilim sahibi zatlarla tevessül etmek, hakikatte onların salih amelleri, faziletleri ve meziyetleriyle tevessül etmek demektir. Zira fâzıl zat ancak yaptığı amellerle faziletli olur.[14].....BUNLAR TASAVVUFÇU DEYİL SİZİN ALİMLERİNİZ takkenizi elinize bir alın bir düşünün tartıştıklarımız konuları sizin alimleriniz kabul ediyo ya onler hata etti diyeceksinizz yada biz onlara uymayız biz kuran sünnete uyarız diyeceksiniz peki o alimleriniz o sözleri söylerken neye uydular kac kere bunları yazdım hiç bunu açıklamadınız başka konuya geçtiniz ben bu alimlerinizin bu görüşleri hakında ne diyeceksiniz lütfen net ve yorumsuz . Bunları yazmamdaki maksat biraz daha olumlu olmanız saygılarla
[1] “Saydul-Hatır müminlere öğüt Ebu’l Ferec (İbn Cevzî) Tevhid yayınları s.475 baskı: 1998

[2] “Saydul-Hatır müminlere öğüt Ebu’l Ferec (İbn Cevzî) Tevhid yayınları s.99-100 Baskı: 1998

[3] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 378-379, Dârul Marife, Beyrut, tsz. İbn Teymiyye Sıratı’l-Müstakim, kabir ziyaretleri bölümü, Tercüme Pınar Yayınları, s.499, baskı: 2004
[4] İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, s.424

[5] İbn Kudâme, age., c.II, s.424.

[6] İbn Kudâme, age., c.II, s.424; Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.96.

[7] Kurtubî, age., I/96

[8) ..İbn Kudâme, age. C.II. s.424; İbn Kudâme, Şerhu’l-kebîr, c.II, s.424; İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, c.XXIV, s. 366, 367.

[9] Nevevî Riyazu’s-Salihin s.293

[10] Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77.
[11] el-Bidâye ve’n-Nihaye c: 14/47, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye. 107 ini sene den sonra başlığın altında 3. Baskı Beyrut/1987



12...Muhammed bin Abdulvahhab tüm eserleri 3.kısım, s:68 Muhammed bin Suud İslâm fakültesinde Muhammed bin Abdulvahhab haftasında neşrolunmuştur.
[13] İbn Teymiyye Külliyatı, c.1 s.179, Tevhid Yayınları ,1998.


[14] Şevkanî, ed-Dürru’n-Nedide, s. 5-6, Ducvi Makâlât fit-Tevessül Kitabu Buğye







 
N Çevrimdışı

nureddin_79

Üye
İslam-TR Üyesi
Mucahid_tr, iyiki bir kitabı bilgisayarına indirmişsin artık sabahlara kadar kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır kopya yapıştır
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum nureddin kardeş sen iyi bir müslümansın dinini en doğru yapmak istiyosun bunu anlıyorum saygı duyuyorum ama sap ile samanı karıştıryosun yaptıkları bir nasa dayanmayan cahillerin yaptıkları şirk ile elinde sizinde alimleriniz kabul ettiklerini yapanı elinde sahih ama zayıf nasları olanları aynı kefeye koymayalım velevki zayıf hadiste olsa zayıf hadis peyganberin sözüdür kimse deyildir demez fazail amellerde amel edilir tartıştığımız konular farz deyil vacip deyil onun için amel edilir haklı olduğunuz yerler var ama aşırıya gidip elinde nas olanı tekfir etmekle kendinide tehlikeye atıyorsun o kafir deyilse sana döner hem sen benim delillerimi tamamen teslim olacak şekilde çürütemedin çoğuna hiç cevam vermezken karşı tarafı tekfir etmek senin gibi dinini güzel yaşamak isteyen için belki şeytanın oyundur dikkat etmek lazım tasavvuf ehlide bilmeden şirk işleye bilir şeytan onuda kandırabilir haklısın alıntı yapıyomm pek bilgim olmadığı için sen ne kadar Allaha ortak koşmuyorsan ben de ortak koşmuyorum ortakkoşmaktan allaha sığınırım tasavvuf ehlininde doğru olanları öyledir saygılar kardeşim beni kardeş olarak kabul edersen
Selefîler ve Vahhâbîler, kâfirler için inen âyetlerin zâhirini delil alarak, Allah (c.c.)’ın kastetmediği bir sonuç çıkarıyorlar. Yani kendilerince âyetleri yorumlayıp Müslümanlarla kâfirleri bir tutup, zanda bulunuyorlar. Böyle yaparak Allah’a iftira atmak tehlikesine düşmekten korkmuyorlar mı?
Allahü Teala Hazretleri: “Biz hiç Müslümanları, (Allah‘a teslim olmuş kulları) mücrimler (günahkarlar) gibi tutar mıyız? Size ne oluyor, ne biçim hüküm veriyorsunuz?”(Kalem 35,36)buyuruyor.
Tevessülü kabul edenler, Allah’a yapılması gereken ibadet ve ta’zimin tevessül edilen kişiye yapılmasını kabul etmiyorlar. O kişiden Allah'tan korkar gibi korkmuyorlar, Allah'ı sever gibi sevmiyorlar. Ondan istemiyorlar. Allah’tan istiyorlar. Tevessül edilen zatı yaratma, icad etme ve birşey üzerine tesir etme gibi Allah’a ait vasıflarla vasıflandırmıyorlar. Tesirin Allah’tan olduğuna inanıyorlar.
Tevessül edilen kişinin Allah’ın Haram dediğini “Helal” demesini, Allah (Celle Celalühü) nün Helal dediğinide “Haram” demesini kabul etmiyorlar.
Tevessül edilen kişiyi hiçbir şekilde Allah’a ortak koşmuyorlar. Her türlü tağut düzenini ve tağutu kabul etmiyorlar. En cahillerimize bile sorsanız, hepsi yukarıdaki söylediklerimizi söylerler. Tevessülü kabul etmeyenler Şeriat zâhire hükmeder diyorlar? ki öyledir. Öyleyse yorum ve zân yapmadan tevessülü kabul edenlerin bu görüşlerini ve niyetlerinin böyle olduğunu, kabul etmeleri gerekir.
Hayır! Niyet önemli derlerse?
عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "ان الله لا ينظر الى صوركم واموالكم ولكن ينظر الى قلوبكم واعمالكم"
Ebû Hureyre (Radiyallahu Anh) Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Şüphesiz ki Allahu Teâlâ, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz; lâkin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1]
Tevessülü kabul edenler, niyetlerinin de anlattıkları gibi olduğunu söylüyorlar.
Zât ile tevessülü kabul edenler, yaptıkları amellerde muhakkak bir âyet ya da hadis’e dayanırlar.

[1] Müslim, Birr: 10, No: 34, 4/1987.

 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ibn teymiyyenin zat ile tevessülü kabul ettiğini kaynağını verdimm abdulvahhabın kabul edişi şeklini kaynayı ile verdim ahmet ibn hanbel kabul ediyor... izzudin abdisselam kabul ediyor.... şevkani kabul ediyo .. bazı kitablarınızda zamanının kutbu dediğiniz ebul ferec cevziyye kabul ediyo senin şirk dediğin tevessülü şeklini bu alimlerin kabul etmiş net delillerini kaynağı ile sitede mevcut peygamberimizde yapmış sahih olduğunun tahriçi var velevki zayıf olsun onla amel edilir zayıf hadis demek onu rasulullah demiştir demek tir. nerde amel edilip edilmiyeci deyişir yoksa söz rasulllaha aitdir
Enes b. Mâlik şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahimsin:”[1]

[1] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Tabarani yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121


şimdi sen yukarıda adı gecen alimlerini ve rasulullahı şirk ile itham etmiş oldun farkında olmıyarak üsteki yazınla.... sen bunların hepsine şirk işliyor diyosun şeytanın ve nefsin şerrinden allaha sığınırım
 
N Çevrimdışı

nureddin_79

Üye
İslam-TR Üyesi
Mekkeli müşrikler neleri (kimleri) ibadette Allaha ortak koşuyorlardı ??

Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin! (71/23)

İbn Abbâs(R)'tan olmak üzere şöyle dedi: Bu isimler esasen Nûh kavminden bâzı sâlih adamların isimleridir. Bu iyi kimseler vefat ettikleri zaman şeytân onların mensûb oldukları kavimlerine, bunların adlarına, hayâtlarında oturageldikleri mey-ki'lere birtakım putlar dikin ve onlara bu adamların isimlerini verin diye vahyetmiştir. Onlar da putları dikmişler ve bunlara o iyi kimselerin adlarım vermişledir. Bu heykellere ilk zamanlarda ibâdet edilmemiştir. Nihayet bunları dikmiş olan nesiller vefat ettikleri ve bunlarla ilgili bilgiler neshedilip unutulduğu zaman, cehaletle bunlara tapılmiştır (Buhari, Tefsir)

Urve b. ez-Zübeyr ve başkaları şöyle demişlerdir: Âdem (a,s) yanında Ved, Suvâ', Yeğûs, Yeûk ve Nesr adındaki oğulları da bulunduğu bir sırada rahatsızlandı. Ved onların en büyükleri ve Âdem'e un çok itaat edenleri idi.

Muhammed b. Ka'b dedi ki: Âdem (a.s)'ın beş oğlu vardı: Ved, Suvâ', Yeğûs, Ye'ûk ve Nesr. Bunlar çokça ibadet eden kimseler idi, Onlardan birisi öldü ve ona çokça üzüldüler. Şeytan: Ben size onun gibi bir suret yapacağım. Ona baktığınız takdirde onu hatırlayacaksınız, dedi. Onlar da: Yap dediler. O da onlardan ölen o kişinin suretini mescid içinde bakır ve kurşundan yaptı. Sonra bir diğeri öldü, onun da suretini yaptı. Nihayet hepsi öldü, hepsinin suretlerini yaptı. Günümüzde olduğu gibi eşyada gittikçe eksilmeler görüldü. Nihayet bir süre sonra yüce Allah'a ibadeti terkettiler. Şeytan onlara: Size ne oluyor da hiçbir şeye ibadet etmiyorsunuz, dedi. Onlar: Neye ibadet edelim deyince, o da kendilerine: Hem sizin, hern de atalarınızın ilâhlarına. Hiç namaz kıldığınız yeri görmüyor musunuz! Bunun üzerine onlara Allah'tan başka ilâhlar olarak bunlara ibadet ettiler. Nihayet Allah Nuh (a.s)'ı peygamber gönderince bu sefer; "Tanrılarınızı sakın bırakmayın. Sakın Ved, Suvâ'ı... terketmeyin" dediler.

Yine Muhammed b. Ka'b ile Muhammed b. Kays şöyle demişlerdir: Bunlar Âdem ile Nuh arasında salih kimseler idiler. Bunların kendilerine uyan kimseleri de vardı. Bunlar ölünce İblis onlara, gayretlerini anımsasınlar, onların suretlerini görerek teselli bulsunlar diye onların suretlerini yapma işini güzel gösterdi. Onlar da bu kişilerin suretlerini yaptılar. Bu suretleri yapanlar ölüp başkaları gelince, bu sefer: Keşke atalarımızın bu suretlere neler yaptıklarını bir bilseydik. Şeytan onlara gelip: Atalarınız bunlara ibadet ediyorlar, bunlar da onlara merhamet ediyor, onlara yağmur yağdırıyorlardı, dedi. Bu sefer sonra gelenler bunlara ibadet ettiler, İşte o vakitten bu yana putlara ibadet edilmeye başlanmış oldu.

Müslim'in Sahih'inde yer alan Âişe (r.anha)'nın rivayet ettiği hadis de bu anlamda açıklanmıştır: Buna göre Um Habibe ile Um Seleme Habeşistan'da gördükleri "Mâriye" adındaki ve içinde birtakım suretler bulunan bir kiliseden Rasûlullah (sav)'a sözettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Onlar öyle kimselerdi ki, aralarında salih bîr adam öldü mü kabri üzerine bir mescid yapar ve (gördüğünüz) o suretleri yaparlardı. Onlar kıyamet gününde Allah nezdinde yaratılmışların en kötüleridir." (Müslim, I, 375; Butıârİ, I, 165, III, 1406; Nesâi, II, 11; Müsned, VI, 51)


es-Sa'lebî'nin de zikrettiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Bu putlar Nuh kavminden salih birtakım kimselerin adını taşıyorlardı. Bu salih kişiler öldükten sonra şeytan onların kavimlerine: Bunların oturup kalktıkları yerlere taşlar dikiniz ve bu taşlara kendilerini anacağınız şekilde onların isimlerini veriniz, diye telkinde bulundu. Onlar da bunu yaptılar. O taştan dikenler helak olup bu husustaki bilgi silinip gidinceye kadar o taşlara ibadet edilmedi. Daha sonra Allah'tan başka onlara da ibadet edilir oldu. (İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an)



Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza'yı. Ve üçüncü (put) olan Menat'ı(n herhangi bir güçleri var mı)? (53/19-20)

İbn Abbas, İbn ez-Zübeyr, Mücahid, Humeyd ve Ebu Salih: "Lat' ismini "te" harfi de şeddeli olarak okumuşlar ve şöyle demişlerdir: Bu hacılara seviki yağa batıran bir adam idi. Bu şahıs ölünce bu sefer onun kabrinin başında toplandılar ve sonunda ona ibadet ettiler. (Ibn Abbastan, Buhari, Tefsir)

İbn Abbas dedi ki: Bu şahıs, bir kayanın yanında sevik ve yağ satar ve onun üzerine dökerdi. Bu şahıs öldükten sonra Sakifliler sevikin sahibini tazim etmek maksadıyla o kayaya tapındılar.

Ebu Salih dedi kî: Bu şahıs Taif'te bir adam idi. Onların ilahlarını korur, gözetir ve onlar için seviki yağa batırırdı. Bu şahıs ölünce Taifliler ona ibadet ettiler.

Mücahid dedi ki; Bu adam, dağın başında bir kaç koyunu bulunan bir kişi idi. Bunlardan yağı toplar, keşini alır, sütünü toplardı. Sonra hurma da katarak bunlardan bir çeşit yemek yapar ve bunu hacılara yedirirdi. Bu kişi Batn-ı Nahle'de bulunuyordu. Öldükten sonra ona ibadet ettiler. İşte Lat denilen put budur.

el-Kelbî dedi ki: Bu Sırma b. Gann diye anılan Sakiflilerden bir kişi idi. (İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 16/456-462)


Görüldüğü gibi Mekkeli müşriklerin putları, birtakım ölmüş salih kişilerdi. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Allahıda tanıdıklarını bize Kuran haber veriyor.

(Resûlüm!) De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?
"Allah'a aittir" diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor.
"(Bunlar da) Allah'ındır" diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız! de. (Müminun 84-87)

Ozaman niye müşriktiler ? Onuda bize Kuran anlatıyor.

"Bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz" derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola eriştirmez." (39 Zümer/3)

"Onlar Allah'tan başka kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere taparlar ve: "Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir" derler. Ey Muhammed! De ki: "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?" Allah onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir."(10 Yunus/18)

Ozaman bugün beyninde bu ölmüş salihleri canlandırıp, onların yüzünden akan feyzi nurlardan nurlanıp onlarla rabıta yapanlar, onları aracı kılıp ''bunlar aracı kılıp ibadet ettiğimizde bizi Allaha yaklaştıracaklar'', ''bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir'' diyenlerin Mekkeli müşriklerden farkı ney bunu bana anlatırmısınız ?? Yani Mekkeliler kendilerini İbrahimin dininden sayıyorlardı, kendilerini doğru yolda zannediyorlardı fakat bir gün onlara bir Peygamber (sav) geldi ve onlara ''siz ve atalarınız cehennemdesiniz'' dedi onları tekfir etti onların kanını döktü. Bugünde kendini Muhammedin (sav) dininden sayan, fakat mekkeli müşriklerin şirkini işleyen şirk ehli olmayacak, ama diğerleri (mekkeliler) müşrik olacak ?? Onlarda rabıta yapıyorlardı, bunlarda yapıyor - onlarda salihleri aracı yapıp ibadet ediyorlardı, bunlarda yapıyorlar. Bu nasıl bir mantık ?? Resulullahın (sav) zamanında güzel sayılan, müminler için bugünde güzel.
Resulullahın (sav) zamanında çirkin sayılan, müminler için bugünde çirkin.
Resulullahın (sav) zamanında şirk sayılan, müminler için bugünde şirk sayılır. Şeytanın hilesi şüphesiz zayıftır.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ibn teymiyyenin zat ile tevessülü kabul ettiğini kaynağını verdimm abdulvahhabın kabul edişi şeklini kaynayı ile verdim ahmet ibn hanbel kabul ediyor... izzudin abdisselam kabul ediyor.... şevkani kabul ediyo .. bazı kitablarınızda zamanının kutbu dediğiniz ebul ferec cevziyye kabul ediyo senin şirk dediğin tevessülü şeklini bu alimlerin kabul etmiş net delillerini kaynağı ile sitede mevcut peygamberimizde yapmış sahih olduğunun tahriçi var velevki zayıf olsun onla amel edilir zayıf hadis demek onu rasulullah demiştir demek tir. nerde amel edilip edilmiyeci deyişir yoksa söz rasulllaha aitdir
Enes b. Mâlik şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahimsin:”[1]

[1] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Tabarani yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121


şimdi sen yukarıda adı gecen alimlerini ve rasulullahı şirk ile itham etmiş oldun farkında olmıyarak üsteki yazınla.... sen bunların hepsine şirk işliyor diyosun şeytanın ve nefsin şerrinden allaha sığınırım

Sen zayıf hadisim ne olduğunu önce bir öğren!! Sana kim dedi zayıf hadisle din belirlenir !! Hele ki itikadi mevzuda !
Akıl taşıyan Rahmanın kulları önce sahih bir ilim elde etmenin yolunu araştırır, sonra atalar izinde gidip körü körüne batılı savunur mu kendisi anlar .

Şimdi Yukarıda hadis diye aktarılan rivayetin açıklamasını görünüz :





Enes Bin Malik radıyallahu anh’den;
“Ali Bin Ebu Talib radıyallahu anh’ın annesi Fatıma Binti Esed radıyallahu anha vefat ettiğinde… Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrin içine girdi ve yan yatarak buyurdu ki; “Dirilten ve öldüren Allah’tır. O Hiç ölmeyen diridir. Rabbim! Annem Fatıma Binti Esed’i mağfiret eyle! Huccetini (Kelime-i Tevhidi) ona telkin et ve onun kabrini geniş eyle. Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duamı kabul buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin en merhametlisisin!”
Nihayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cenaze için dört tekbir getirdi ve onu kendisi, Abbas ve Ebu Bekr radıyallahu anhuma kabre koydular.”

(Taberani(24/351) Taberani Evsat(191) Mecmauz Zevaid(9/257) Ebu Nuaym Hilye(3/121) Hakim(3/116) Nebhani Huccetullah(2/1097) Şevahidul Hak(s.153) İbni Cevzi İlel(1/270) İbni Abdilberr İstiab(4/1891) Muhibbut Taberi Rıyadun Nadra(2/202) İbni Esir Usdül Gabe(7/217) Şeblenci Nurul Ebsar(s.85) Kenzul Ummal(5/279) İsmail Çetin Mesaf(174) Elbani Daife(1/32)

Heysemi der ki; “Ravilerinden Ruh Bin Salah, İbni Hibban ve Hakim tarafından güvenilir görülmüştür. Ancak onda zayıflık vardır. Diğer raviler sahih ricalidir.”

(Heysemi Mecma(9/257)

İbni Adiy Ruh Bin Salah’ı zayıf addetmiş, Zehebi ve İbni Cevzi bunu İbni Adiy’den naklen belirtmişlerdir.

(İbni Adiy Kamil(3/146, no;667) Zehebi elMuğni(2139) İbni Cevzi Duafa(1243) İlelul Mutenahiye(1/270)
İbni Hibban onu, meçhul ravileri de güvenilir saydığı kitabı; es Sukat’ta zikretmiştir. (İbni Hibban Sukat(8/244 no; 13240)
Zehebi, Mizanul İtidal’de; onu İbni Adiy’in zayıf saydığını, İbni Hibban’ın Sükat’ta zikrettiğini, Hakim’in onun hakkında; “Güvenilir”, dediğini nakleder.(Zehebi Mizan(3/87 no;2804)
İbni Hacer de bu bilgilere ilaveten şunları söyler;
“İbni Yunus onu Tarihul Guraba’da zikretti ve dediki; “Musul ehlindendir. Mısır’a gelmiş ve orada hadis rivayet etmiştir. Ondan münker hadisler rivayet edilmiştir. Nisbeti İbni Siyabe’dir. Darekutni onun hakkında; “Hadiste zayıftır”, İbni Makula; “Onu zayıf saydılar” demişlerdir… İbni Adiy ondan iki hadis naklettikten sonra der ki; “Onun birçok hadis rivayeti vardır, bazı rivayetinde münkerlik vardır.

(İbni Hacer Lisanul Mizan(2/540 no;3433)

Ruh Bin Salah bu rivayette teferrüd etmiştir. Rivayet zayıftır. Delil olamaz.
Şu var ki, Elbani, bu hadis hakkında Taberani ve Ebu Nuaym’ın, zayıf hükmü verdiğini söyleyerek vehmetmiştir.(Elbani Tevessül s.144)
Halbuki her iki muhaddis de böyle bir hüküm belirtmemiş, sadece Ebu Nuaym, hadisin Ruh Bin Salah’ın teferrüdü (tek kalması) ile geldiğini söylemiştir. Şayet Elbani; “Zayıf olduğuna işaret ettiler” deseydi daha doğru olurdu.
İbni Hibban ve Hâkim’in tesahül (ravilerin değerlendirilmesinde gevşeklik) ile meşhur oldukları bilinmektedir. Ayrıca İbni Hibban’ın cerhte (ravi hakkındaki olumsuz eleştiride) muteşeddid olduğu söylenmekle ( Zehebi Mizan(2/253, 3/45, 1/274) Leknevi erRaf’ vetTekmil(177-179,203-204,208) Tehanevi Kavaid(180-6) Ali Özek Hadis Ricali(s.132) Kevseri Fıkhu Ehli Irak(s.77) birlikte mechulul hal olan ravileri güvenilir saydığı da malumdur. Yani hakkında cerh ve tadil bilinmeyen raviler hakkında hüsnü zan kaidesi ile hareket etmiştir. Lakin Ruh bin Salah’ı muhaddis imamlar cerhetmiş olduğundan, İbni Hibban’ın hüsnü zannı bu rivayette bir şey ifade etmemektedir.
Önceki peygamberler ile ilgili bazı zayıf rivayetler daha vardır; İbni Ebid Dünya, Ahkamul Kubur’da (Ebu Bilal Muhammed Bin Haris Bin Abdullah Bin Bürde Bin Ebu Musa el Eşari – Ebu Muhammed el Kasım Bin Abdullah – Anbese Bin Said senedi ile);
Ebu Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder. Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini emret. Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”

( İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35) Bkz.: İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)
Benzerini İbni İshak, Megazi’de ve Yunus Bin Bukeyr, Ziyadat’ta rivayet ettiler. (Siyreti İbni İshak(1/44) İbni Kesir Bidaye(2/40) İbni Kayyım İğasetul Lehfan(1/209, tercemesi; 1/514) Hidayetul Hıyara(1/84) Fevaid(2/21) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.33) Dekaikut Tefsir(2/151) Reddu Alel Bekri(1/92, 528) İktiza(s.339) Mecmuul Fetava(15/154, 17/463, 27/121,171) Fetaval Kubra(4/364) Cevabus Sahih(5/281)
Bu rivayette Ömer radıyallahu anh’ın Danyal aleyhisselam’ın kimsenin bilmediği bir yere gömülüp kabrini gizlemesi tavsiyesi de vardır.
Ancak İbni İshak ve Yunus Bin Bukeyr’in Ebul Aliye’den yaptıkları bu rivayetin tamamı dikkate alınırsa, orada; insanların, Danyal aleyhisselam’ın cesedini dışarı çıkararak onunla tevessul etmeleri sebebiyle onun cesedinin gizlenmek istendiği görülür. Yani Ömer radıyallahu anh, cesedinin çıkarılarak yanlış bir uygulama yaptıkları için, Onun kabrini gizlemek istemiştir! Bu da böyle bir tevessülün caiz olmadığına delildir.
Batıl bir rivayet şu şekildedir; Ali radıyallahu anh dedi ki; “Bir vadide yırtıcı hayvanlardan korkarsan de ki; “Korkaklıktan ve arslanın şerrinden Danyal’ın Rabbine sığınırım” buyurmuştur. (ed Dubbi Kitabud Dua(s.236) İbni Kesir Bidaye(2/344 tercemesi;2/530) Dumeyri Hayatul Hayevan(s.33) Kenzul Ummal(4997) Bursevi Tuhfetul Aliye(s.241) Bursevi Şerhu Nuhbetil Fiker(v.202/a)
Bu rivayetin tevessul ve istigase ile alakası yoktur. Ancak bu rivayet istinsah hatası olarak bazı kitaplarda “aslanın şerrinden Danyal’a sığınırım” şeklinde geçmiştir. Aşırı sapkın sufilerden İsmail Hakkı Bursevi de bunu fırsat bilerek şirkine delil getirmeye çalışmıştır.
Bu rivayeti İbni Sunni ve Havatıful Cann’da Harâitî; (İbrahim Bin İsmail Bin Ebi Habibe – Davud Bin el Husayn – İkrime – İbni Abbas – Ali radıyallahu anhum senedi ile ) rivayet ettiler.
Söz konusu rivayette zayıf bir ravi olan İbrahim bin İsmail bin Ebi Habibe’nin Davud bin el Husayn’dan rivayetleri, buradaki örnekte olduğu gibi hadis imamları tarafından özellikle münker olarak değerlendirilmiştir. (Buhari Tarih(1/271) Cerh ve Ta’dil(2/83) İbni Adiy(1/233-235,3/92) Mizan(1/135)
İbnul Medini ve Ebu Davud derler ki; “Davud ibnul Husayn’ın İkrime’den rivayetleri munkerdir.”
İbni Uyeyne; “Davud bin Husaynın rivayetinden sakınırız” dedi. (Cerh ve Ta’dil(3/408) el Mugni Fid Duafa(1987) Men Tekelleme Fih(s76) Siyeri A’lamin Nubela(6/106)
Ebu Abdurrahman Muhammed Bin Fudayl Bin Gazvan(vefatı h.195) bunu Kitabud Dua’da; Ebu Hazma Sabit es Sumali – Ebu Miskin Mevla Ali – Ali radıyallahu anh isnadıyla rivayet etti.
Ebu Hamza Sabit es Sumali metruktur. (Cerh ve Tadil(2/450) İbnul Cevzi Duafa(1/158)
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum Abdulhak kardeş ben sana o hadisin elbaniye ve hadisi delil getirenlere göre tahriçini yazıcam ki insanlar ayırt edebilsin doğruyu yanlışı ayrıca zayıf hadisle mezheb alimlerinden ahkama aiid konularrda bile amel ediliş onu yazıcam ayrıca ibn teymiyye zayıf hadisle nerde amel etmiş onu yazıcam...........................................
Enes b. Mâlik’in şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken, Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتهاEbu ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O, ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahimsin:”[1]
Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî bu hadis hakkında şöyle diyor: Ebû Nuaym, (ö.430/1039) et-Taberânî yoluyla Hilyetül Evliya’da (c.3 sh. 121) rivâyet eder; ikisine göre de onun isnadı zayıftır. Zira isnadındaki Ravh b. Salah tek başına bunu rivâyet eder. İbn Adiyy’de Ravh’ı zayıf görür. Dârâkutnî hadisin zayıf olduğunu söyler; cerh mübhem olduğu takdirde bile iki sözü arasında tezat söz konusu olunca, ölçü olarak kabul edilemez. Buradaki gibi hadis açıktan cerh olmuşsa hiç kabul edilemez. İbn Hibban (ö.354/965) ve Hâkim’in Ravh’ı tevsik ettiklerine bakarak bazıları bu hadis-i takviye etmek istemişlerdir.[2]
Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Heysemî hadisin senedi hakkında şöyle demektedir: “Râvîlerden Ravh b. Salah, İbn Hibban ve Hâkim tarafından sika görülmüştür. Ne var ki onda zayıflık vardır. Diğer râvîler ise Sahih’in ricalidir.”[3]
Ayrıca o, İbn Hibban ve Hâkim’in râvî Ravh b. Salah’ı tevsik etmelerini yeterli bulmamakta ve onların bu noktada tesahüllerinin maruf olduğunu da ifâde etmektedir.[4] Ancak biz Elbânî’nin, “Hadisin isnadı Taberânî ve Ebû Nuaym’a göre zayıftır” şeklindeki ifâdesini pek de objektif bulamamakta ve bunun yanlış anlamaya müsait olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ifâde tarzından, Taberânî ve Ebû Nuaym’ın hadisi zayıf gördükleri manası çıkmaktadır. Halbuki her iki hadisçiden de böyle açık bir beyan mevcut değildir. Mesela Ebû Nuaym[5] hadisin garip olduğunu ve sadece teferrüdde bulunan Ravh b. Salah vasıtasıyla hadisi kaydettiğini söylemekte, râvî veya hadisin zayıf olup olmadığı hakkında bir kanat belirtmemektedir.
Bu hadisi rivâyet edenler, Hâkim El-Mustedrek’inde sahihtir, dedi. Ayrıca ibnu Abdil Berr ve İbnu Ebû Şeybe, sahih demişlerdir.
Hâfız Gumârî, hadisin hasenlikten aşağıya düşmeyeceğini söylemiştir.[6]
Hâkim sika ve me’mun (güvenilir) bir râvîdir, demiştir. Heysemî Mecma’u-Zevaidde onda zayıflık var, der.
Ondaki zayıflık hafiftir, imâmların onun hakkındaki ifadelerinden bu anlaşılıyor, o yüzden Heysemî zayıflığın hafif olduğunu ifâde eden (onda zayıflık var) tabirini kullanmıştır. O zayıftır dememiştir. Öyleyse hadis hasendir, hatta İbnu Hibban’ın şartına göre sahihtir. [7]
Şu halde râvînin sikalığı (güvenirliği) münakaşalı olduğu gibi zayıflığı da tartışmalıdır, böyle bir râvînin rivâyeti Hasen olur. Bilenler bilir ki:
Ta’dilde (sikadır, güvenilirdir demek) müfesser olma (neden güvenilir olduğunu tefsir edip açıklama ve isbat) şartı olmadığı halde cerhde (zayıftır demekte) bu şart vardır. “Cerhin tadilden önce gelmesi” yani hakkında hem zayıf hem de güvenilir denilen râvînin zayıf olmasının öne geçeceği mutlak olmayıp cerhin müfesser olması şartıyla sınırlıdır. Oysa bu râvîdeki cerh müfesser olmayıp (sebebi açıklanıp izah edilmeyip) mübhemdir. Mübhem cerh ise muteber değildir. Ancak büyük ve meşhur hafızlarının mübhem cerhi, makbul ise de bu ihtilaflı olmayan noktalardadır.[8]
Halbuki bu râvimizin zayıflığı ve güvenilirliği ihtilaflı ve tartışmalıdır. Üstelik, zayıflık adaletle değil de zabtla (hafızada tutmak ve unutmamakta) olduğu ve az olduğu zaman hadisin derecesi sadece hasenlik mertebesine düşer. Öyleyse râvîmizin rivâyeti cumhura göre Hasen, İbn Hibban ve Hâkim’e göre sahihdir. Yani her hâlükârda delildir.
Hasen rivâyetlerin râvîleri, elbette müfesser/sebebi açıklanmış bir cerh ile Sahih'in râvîsi olmaktan düşerler. Durup dururken düşmezler. Bu müfesser olan cerh sebebiyle şu hadise Hasen denilmiştir. Yoksa mübhem olan cerh belli şartlarla râvînin sağlamlığına zarar vermezdi.
Şu tenkidçilerin tenkidinin, hafif cerh olduğu ve bunun râvîyi en fazla Hasenlik mertebesine düşürebileceği gösterildikten sonra bu çokbilmişçe uzatmalar hepten lüzumsuz olur.
Mütekaddimun'un yani, önceki hadisçilerin dilinde Münker ta'birinin râvî tarafından teferrüd edilen Ğarib ma'nasında kullanıldığı erbabınca bilinen bir husustur. Nitekim Ravh, bunu rivâyet etmekte tek kaldı ifâdesi de şu dediğimizi teyid etmektedir. Muteahhirûn/sonraki âlimlere göre ıstılah edinilen Münker zayıflık sebebi ise de, teferrüd ve ğarabet, mutlak olarak zayıflık sebebi değildir. Dolayısıyla Ravh'ın münker rivâyetleri demek, rivâyette tek kaldığı haberler demek olabilir ki, bu, rivâyetinin her halü kârda zayıflığını icab ettirmez.
İbnü Adiyy (ö.365/975) ile Dârekutni, sadece şu isnadda geçen bir râvî için zayıftır dediler; râvi bu rivâyette olması bakımında zayıftır demedikleri gibi, bu rivâyet içinde zayıftır demediler. Üstelik râvîdeki zayıflık da birçok yanıyla ictihadi bir husus olduğu gibi, bu zayıflık'ın isnadı zayıf yapıp yapmayacağı dahi ictihat ile alakalı bir husustur. Hem de râvîdeki zayıflık, tek başına olarak isnadı zayıf yapmaya her zaman yetmeyebilir. Veya şu isnad, başka bir takım telafiler ile zayıf olmaktan kurtulabilir. Dolayısıyla, şu iki imâmın bu isnâdla alakalı olmaksızın üzerinde konuşulan râvî hakkındaki hükümlerinden kalkarak, sadedinde olduğumuz isnada zayıflık damgası vurmak, ehli olmayanlarca yapılan doğru olmayan yeni bir şeydir.
İbn Abdilberr, İbn Abbas’tan, İbn Ebî Şeybe de Cabir’den bu hadisi nakletmiş, Deylemi ve Ebû Nuaym da ayrı rivâyetlerde bulunmuşlardır. Netice olarak başka başka senetlerle rivâyet edilen bu hadisler, birbirlerini kuvvetlendirmektedir.[9]
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre; “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[10]
Zayıf hadis olsa dahi merdut olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) Fazâili ameller hususunda amel edilir. Yani Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmayan konularda amel edilir. Evvabin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumakta Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmadığından ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir şey daha var. Bu ve diğer rivâyetlerde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah’a tevessül ettiği Peygamberlerin hepsi vefat etmişlerdir. Bu rivâyetin ortaya koyduğuna göre, “onun hakkı için” ya da “hak ehlinden olan kimseler hürmetine” diyerek duâ etmek câizdir. Üstelik bu zatların vefat etmiş olmaları onlarla tevessül edilmesine engel değildir................................
İBN TEYMİYYE .: Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sünnete uygun görmüş ki, el-Kelimu’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı eserine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allâh’tan değilde bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye insanlardan yardım istemeyi (istigâse) kabul etmezken bu hadisteki gibi “Ey Allâh’ın kulları!” diye seslenerek yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.
Utbe İbn Gazvân (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عن عتبة بن غزوان رضى الله عنه عن النبى صلى الله عليه وسلم قال: "اذا اضل احدكم شيئا او اراد احدكم عونا وهو بارض ليس بها انيس فليقل: يا عباد الله اغيثونى، يا عباد الله اغيثونى فان لله عبادا لا نراهم.
“Sizin biriniz bir şey kaybederse, yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdat edin!” desin. Çünkü, Allah’ın bizim görmediğimiz kulları vardır.” [1]
[1] Taberânî, Mu’cem-i Kebîr, No: 290, 17/117, Mecmau’z-Zevâid, No: 17103, 10/188.




[1] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Taberânî yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121

[2] Elbânî, Tevessül.

[3] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXIV, 351-352; Ebû Nuayım, Hılye, II, 121. Hakim, Müstedrek, III, 116-117

[4] Bkz. Elbânî, Tevessül, s.112; a.mlf., Daife, 1,79, 82.

[5] Ebû Nuaym, age, III, 121

[6] Bu kitapta yapılan hadislerin tahricinin bir kısmı Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî-el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntılar yapılmıştır.

[7] Hafız Gumari: İthaf-ul-Ezkiya: 20

[8] Geniş bilgi için Tedribu’r-Râvî (1/308-311) ve diğer usul kitablarına müracaat edilebilir.

[9] Müellif burada, bu muhaddislerin kıssasının aslını rivâyet ederek “müdelles” bir râvînin diğerinden hadis almadığı halde almış gibi göstererek yaptığı rivâyet. ç.) bir rivâyet yapmadıklarını ifâde etmiş olmaktadır. Nitekim “mustahrac” hadis kitabları yazan alimlerin çokça yapmış olduğu bir tarzdır bu. Bu husus usulü hadis kitaplarında tafsilatıyla açıklanmaktadır.
Müellif, Heytemi’nin hadis hakkındaki görüşlerini üzerinde bir şey söylemeden aynen aktarmakla mesuliyetten kurtulmuştur. Bazıları, hadiste geçen duânın sadece Heytemi’nin rivâyetinde yer alıp diğer rivâyetlerde olmamasını sebep göstererek rivâyetin “illet” içerdiğini iddia etmişlerdir. Bu bir illet kabul edilemez. Zira bu rivâyette fazladan gelen ziyade “münker” ya da “ğarip” değildir ki biz onu reddedelim. Üstelik bu hadisin manasında birçok başka rivâyetlerde vardır.
Hadis hafızlarının “Sahih” olduğunda ittifak ettikleri Osman bin Huneyf rivâyetinde, bilinmektedir. İbn Teymiyye’nin “el-kelimü’t-Tayyib” adlı eserinde “şu yürüdüğüm yolun hakkı için…” ifâdelerinin geçtiği bir rivâyet bulunduğu Muhammed bin Abdulvahhab’ın “âdabu’l-Meşyi ila’s-Salât” kitabında zikrettiği birçok rivâyette bu lafızlarla duâ edildiği görülmektedir.

[10] A. Naim, Tecrid Tercemesi (Mukaddime), 343........................................................................................Abdulhak kardeş şöyle yazmıştı......Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder emret . Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”
( İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35) Bkz.: İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)
Benzerini İbni İshak, Megazi’de ve Yunus Bin Bukeyr, Ziyadat’ta rivayet ettiler. (Siyreti İbni İshak(1/44) İbni Kesir Bidaye(2/40) İbni Kayyım İğasetul Lehfan(1/209, tercemesi; 1/514) Hidayetul Hıyara(1/84) Fevaid(2/21) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.33) Dekaikut Tefsir(2/151) Reddu Alel Bekri(1/92, 528) İktiza(s.339) Mecmuul Fetava(15/154, 17/463, 27/121,171) Fetaval Kubra(4/364) Cevabus Sahih(5/281......................................Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini ................Abdulhak kardeş ...Müslümanlar onunla (yağla) şifa taleb etmeleri sözünden neyi kasdetti hz Ömer ?????????
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Zat ile tevessülü kabul etmeyenlerin âlimlerinden Şevkânî’nin konu hakkındaki görüşleri:
“Biz onlara (putlara) ancak iyiden iyiye Tanrıya yaklaştırsın diye kulluk ediyoruz, (diyorlar)”(Zümer, 3) mealindeki âyette müşriklerin putlara Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ettiklerine açıkça delalet etmektedir. Halbuki âlim kişiye tevessül eden kimse, ona ibadet etmez, ilmi sayesinde Allah katında gerçek bir meziyeti olduğu için tevessül eder. “Allah (Celle Celalühü)’tan başkasından dilek dilemeyin” âyeti de (meâlen) buna delalet eder. Çünkü müşriklerin dilediklerini yerine getirmeyenler, putlardır. Müşrikler, dilediklerini kabul edip yerine getirecek olan Rablerinden dilemediler.
Âlimin ameline tevessül eden kimse Allah (Celle Celalühü)’tan başkasına dilekte bulunmamış ve dileğinde hiçbir kimseyi O’na ortak etmemiştir. Sen bunu anladıktan sonra artık tevessülü men edenlerin konu hâricî deliller getirdiklerini anlamış olursun. Çünkü bu, Ey Allah (Celle Celalühü), Ey Falan adam!” diyerek yalvarmasından, başkasını Allah’a ortak etmekten bir nehiydir. Halbuki âlim bir zata tevessül eden bir kimse, yalnız Allah (Celle Celalühü)’tan dilemiş, ondan başka veya onunla birlikte başkasından dilekte bulunmamıştır.
Şevkânî(ö.1250/1834) devam ederek der ki: Peygamberlerden veya âlimlerden birisine tevessül eden, onun aziz ve yüce Allah’a (Celle Celalühü) ortak olduğunu itikad eden kimse, şüphesiz açık bir yanılgı içindedir.
Bir âlim veya veliyle tevessül eden kişi ise sadece Allah’a duâ etmekte, ancak bazı Salih kulların işlediği iyi ameller hürmetine duasının kabulünü istemektedir.
Nitekim üzerlerine kaya düşüp mağarada mahsur kalan üç kişi, salih amelleriyle tevessülde bulunarak kurtulmuşlardır.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُمْ بِشَيْئٍ
“O’ndan başkasına duâ edenler, (var ya, o duâ ettikleri) onlara hiçbir şeyle icabet edemezler.” (Ra’d sûresi, 14’den) kavl-i şerifine gelince bu, duâlarını kabul eden Rablerini bırakıp, kabul etmekten aciz olan varlıklara duâ edenlerden bahsetmektedir.
Allah dostlarıyla tevessül eden kimse ise gerçekte ancak Allah’a duâ etmiş olup, ne O’nu bırakıp, ne de O’nunla birlikte başkasına duâda bulunmamıştır.
İşte bunu anladığında tevessüle mani olanların ortaya attıkları delillerin, nizâ mahallinden haric (münakaşa konusunun dışında) oldukları sana gizli kalmaz.
Şevkânî (rahimehullâh) konuyu sonunda şöyle bağlamıştır: Enbiyâ’dan herhangi bir nebi veya ulema’dan herhangi bir âlim ya da evliya’dan herhangi bir veli ile tevessül eden kişi, o araya koyduğu zâtın, hiçbir işte Allah ile ortaklığı bulunduğuna inanmaz, zira böyle bir itikada sahip olan kişi açık bir sapıklıktadır. [1]
Bir yanda “Biz putlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer, 3) diyen kâfirler…
Diğer yanda ise şu âyet, şu hadis ile beraber şu tecrübeye de dayanarak “Allah’a varmaya vesile arayınız” âyeti şümulünde görüyoruz diyen Müslümanlar, size göre… İkisi birbirine benziyor öyle mi? Böyle bir kıyas olmaz. Çünkü kıyasında bir ölçüsü vardır. Sizin kıyasınızdaki Menât[2] vesile olmak ise, “vesilenin Farz, Vacip, Sünnet, Müstehap, Mendup, Mübah, Mekruhve haram olanları da vardı. O zaman art niyetli değilseniz eğer, menâtınız puta ibadet ise, böyle bir şeyi söyleyen ve eden yok. Halbuki müşrikler; hem ibadet ediyorlar hem de ettiklerini söylüyorlar. Bu puta ibadet etmek şu batıl kıyâs sahibince menât değil, netice olabilir. Yok eğer kıyasa bile dayanmayan içtihadınızla, muhatabınızın fiilini puta tapma fiiline dâhil ettiyseniz, bunu bırakın. İlmi müzakere ve münakaşası ayrı ayrı şeylerdir. Eğer; tamam, her vesile ve vasıta şirk değil, kabul ettim, ama “vesile arayınız” âyetindeki vesile şudur diyorsanız, âyet veya hadisin ma’kul ve kesin delaleti bulunmadan tahsis ve sınırlama yetkisini nereden aldınız?
“Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin.”(En’âm/108) âyet-i kerîmesi Mekke putperestlerinin tapındığı taşların kusur ve eksikliklerini dillendirmeyi yasaklayarak haram etmiştir. Zira Müslümanların, putların kusurlarını ortaya koyan sözleri, putların menfaat ve zarar verebileceğine gerçekten inanan putperestlerin; putlara besledikleri bağlılık duygularını tahrik etmekteydi. Sinirlenen putperestler Müslümanlara aynı ile mukâbele edip her noksanlıktan münezzeh olan âlemlerin Rabbine noksanlık izâfe ederek sövmekteydiler.
Şimdi eğer bunlar gerçekten Allah’a (Celle Celalühü) yakınlık için ibadet ettikleri iddiasında tutarlı olsaydılar, intikam almak için kendi ilahları olduğunu söyledikleri Allah’a (Celle Celalühü) sövmezlerdi. Bu yaptıkları göstermektedir ki; Allah’ın (Celle Celalühü) onlar nezdindeki değeri, kesinlikle putlarından daha azdır.[3]
Eğer tevessülü kabul etmeyenlere göre itibar ve itimat lafızların zâhirine göre ise: El-Usul-ül-erbe’a fi-terdid-il-vehhâbiyye kitabında diyor ki; Vahhâbîler “Mecâz” ve “İsti’âne” ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir iş yapdığını söylemeğe, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa bile, hemen şirk ve küfr diyorlar.
Halbuki Allahü Teala, Kur’ânı Kerîm’in birçok yerinde, bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar olduğunu bildirmektedir. En’am sûresinin elliyedinci âyetinde ve Yusuf sûresinde, bir âyetde mealen, (Hüküm, ancak Allah’ındır), yani hakim yalnız Allahü Tealadır, buyuruldu. Başka bir âyetin mealinde ise, (Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hakim yapmadıkça, imân etmiş olmazlar) buyurulmuşdur. Birinci âyet-i kerîme, hakiki hakimin yalnız Allahü Teâla olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerîme ise insana da, mecâz olarak hakim denileceğini bildiriyor.
Her müslüman, diriltenin ve öldürenin, yalnız Allahü Teala olduğunu bilmektedir. Zümer sûresinin kırkikinci âyetinde mealen (Ölüm zamanında insanı, Allahü Teala öldürüyor) buyuruldu. Secde sûresinin onbirinci âyet-i kerîmesinde ise, mealen, mecaz olarak (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor) buyuruldu.
Hastalara şifa veren yalnız Allahü Teala’dır. Çünki, Şu’ara sûresinin sekseninci âyetinde mealen (Hasta olduğum zaman, bana ancak O şifa verir) buyuruldu. Al-i İmran sûresinin kırkdokuzuncu âyetinde ise mealen, İsa aleyhi’s-selâm’ın, (Âmâ’nın gözünü açarım ve Abras illetini iyi ederim ve Allahü tealanın izni ile, ölüleri diriltirim) dediğini bildirmektedir.
Cebrail Aleyhisselâmın ise, mecaz olarak (Sana, temiz bir oğul veririm) dediğini, Meryem sûresinin onsekizinci âyeti bildirmektedir.
İnsanın hakiki sahibi Allahü Teala’dır. Bakara sûresinin ikiyüzelliyedinci âyetinin meali şerifi (Allahü Teala, imân edenlerin velisidir.) bunu açıkca bildiriyor. Maide sûresinin ellialtıncı âyetinde mealen, (Sizin veliniz, Allahdır ve O’nun Rasulüdür) ve Ahzab sûresinin altıncı âyetinde mealen, (Peygamber, mü’minlere, kendilerinden daha çok sahibdir!) buyurarak, kulun da mecaz olarak veli olduğu bildirilmektedir. Bunlar gibi hakiki yardımcı Allahü Teala’dır. Kullarına da mecaz olarak mu’in demiştir.
İnsanların hakiki Rabbi Allahü Teala’dır. Fakat, mecaz olarak, başkasına da rab denilir. Yusuf sûresinin kırkikinci âyetinde mealen, (Rabbinin yanında beni an!) buyruldu.
Bir müslümanın Kur’ânı anlaması ne demektir? Mesela bir âyet okuyoruz ve hemen o âyetle hüküm veriyoruz. Niyetimiz iyi olsa bile yaptığımız doğru mudur? Mesela Yüce Allah buyuruyor ki “Müminler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer…” Tek başına ele alındığı zaman, zâhiren bu âyete göre Allah anıldığı zaman imânı artmayan ve kalbi titremeyen kişiler müslüman değil mi? Ve bunun gibi yüzlerce âyet ve hadis.
Sahih-i Buhârî’de ifâde edildiği gibi Abdullah İbn Ömer’in “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf 40) âyetini delil getirerek Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Âişe, Hz. Abbas’ın (Radıyallahu Anhüm) öldürülmelerini, mallarının ganimet olarak alınmasını hükmeden Hâricîler için şöyle diyor: “Gerçekte onlar müşrikler hakkında nâzil olan âyetleri müslümanlar için kullanıyorlar.”[4]
Peygamber Efendimiz Hâricîler hakkında buyurmuş olduğu, “Onlar imân edenleri öldürür, küfredenleri ve puta tapanları bırakırlar.”[5]
Günümüzde de Hâricîler mevcuttur. İsimlerini değiştirmişlerdir.
Tevessüle ve tasavvufa karşı olanları, bunlarla bir tutmuyoruz. Fakat bize karşı tutumları delilleri getirirken tuttukları yol; Hâricî metodudur.
Allah'u Teala “Biz hiç Müslümanları Allah'a teslim olmuş kulları mücrimler (günahkarlarla)gibi tutarmıyız. Size ne oluyor. Ne biçim hüküm veriyorsunuz.” (Kalem 35-36)

[1] Mekâlâtü’l-Allâme ed-Dücevî, fir-Reddi ale’t-Teymiyyîn, sh: 11-12.

[2] Hükmün bağlandığı illet/temel sebep. Kıyas olunanın hükmünün benzerinin kıyas edilende de var olduğuna hükmetmememizi icap ettirecek.

[3] Guraba Dergisi.

[4] Buhârî, İstitâbe, 6.

[5] Buhârî, Tevhid 23: Müslim, Zekât, 143: Ebû Dâvûd, 28.....................................................................
Abdullah İbn Ömer (r.a)(v.73/692) Hâricîler zümresi için: “Onlar, müşrikler için nâzil olan âyetleri müslümanlar için kullanıyorlar,”[1] demiştir.
Hâricîler ve Mu’tezile “Kim Allah (Celle Celalühü)’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridirler” âyetinin zâhirine göre Allah (Celle Celalühü)’ın indirdiği hükümleri kalben tasdik eden kişinin bu hükümleri gereğince amel etmemesinin, kendisini kâfir yapacağını ileri sürmüşlerdir. Halbuki ehl-i sünnet kelamcıları bu âyeti de “Kim Allah (Celle Celalühü)’ın indirdiği ile hükmetmemeyi helal görürse[2]” Allah’ın indirdiği hükümlerin bâtıl olduğunu iddia edenler, diye te’vil etmişlerdir.[3]

[1] Buhârî İstitabe 6

[2] el- Maturidi et-Tevhid s.348

[3] Buraya kadar olan kısım, Dr. Ahmet Saim KILAVUZ’un İman Küfür Sınırı adlı eserinden alıntı yapılmıştır..................................................................
İbn Teymiyye: (ö.728/1328) Bazı müslümanâlimleri görüşlerinden dolayı tekfir etmesi ve cumhur ulemaya muhâlif görüşleri neticesinde birkaç kez hapse atılmış ve sonuncusunda da orada vefat etmiştir.Buna rağmen tekfir hakkında[1] şunları bildirmektedir:
Hiçbir müslümanı işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i kıblenin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi herhangi bir meselede, düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek câiz değildir.
Selefin bir çok meseleyi tartışmasına rağmen onlardan hiç birisinin muayyen bir kimseyi ne küfür ve fâsıklıkla ne de isyanla suçladıklarına şahid olunmaz. [2]
Kişi, işlemiş olduğu yanlış zannedilen bir fiil hakkında karşıt bir nassı biliyor olabilir. Tevil etmiş olabilir. Tevilinde hata etmiş olsa bile o kimse tekfir edilemez. Tevil ise fıska manidir. “İctihadın sürüklediği hata, itaatsizlik sayılmaz”. .........NUREDDİN KARDEŞ ......... durumunuz o kadar sakatki şeytan seni güzel iş yapıyorsun diye kandırmışki muslumanlara çok kafir diyon peygamberimizin metotu olmıyan bir şekilde sen ve senin gibiler peynir ekmek yer gibi müslümanlara kafir diyor çamur atıyon çamurla çok uğraştığından ooooo çamuru atarken üstüne sıörıyo farkında deyilsin bir müslümana kafir diyen o müslüman kafir deyilse o kafirdir mayınlı arazilerde cırıt atıyon at bakalım burda sizin sitede senin gibi düşünenlerin içinde tekfir et alkışlan ..... bakalım ahirette Allahın huzurunda bakalım kullarını tekfir etmenden dolayı rasulullahta ümmmetini tekfir etmenden dolayı seni alkışlıcakmı benim mürşidim ben kuranda Allahın kafir dediği belli olan ebu leheb ve rasullahın dediği kimselerden başka kimseye kafir demem diyor bizde hata edebiliriz yanlışlarımız vardır ama müslümanların birliğine dinamit koyan tekfir hastalığı yok en azından sen iştahla devam et hakaret et olgun kardeş

[1] Mecmuati’r-Resail ve’l-Mesail adlı kitabının 5. cildinde, s. 159-201.

[2] İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetâvâ, 12/180.



 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
selamun aleykum Abdulhak kardeş ben sana o hadisin elbaniye ve hadisi delil getirenlere göre tahriçini yazıcam ki insanlar ayırt edebilsin doğruyu yanlışı ayrıca zayıf hadisle mezheb alimlerinden ahkama aiid konularrda bile amel ediliş onu yazıcam ayrıca ibn teymiyye zayıf hadisle nerde amel etmiş onu yazıcam...........................................
Enes b. Mâlik’in şöyle demiştir; “Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken, Allah Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:
"الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتهاEbu ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Allah yaşatan ve öldürendir. O, ölümsüz bir hayata sahiptir. Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki Enbiyanın hatırı için kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahimsin:”[1]
Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî bu hadis hakkında şöyle diyor: Ebû Nuaym, (ö.430/1039) et-Taberânî yoluyla Hilyetül Evliya’da (c.3 sh. 121) rivâyet eder; ikisine göre de onun isnadı zayıftır. Zira isnadındaki Ravh b. Salah tek başına bunu rivâyet eder. İbn Adiyy’de Ravh’ı zayıf görür. Dârâkutnî hadisin zayıf olduğunu söyler; cerh mübhem olduğu takdirde bile iki sözü arasında tezat söz konusu olunca, ölçü olarak kabul edilemez. Buradaki gibi hadis açıktan cerh olmuşsa hiç kabul edilemez. İbn Hibban (ö.354/965) ve Hâkim’in Ravh’ı tevsik ettiklerine bakarak bazıları bu hadis-i takviye etmek istemişlerdir.[2]
Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Heysemî hadisin senedi hakkında şöyle demektedir: “Râvîlerden Ravh b. Salah, İbn Hibban ve Hâkim tarafından sika görülmüştür. Ne var ki onda zayıflık vardır. Diğer râvîler ise Sahih’in ricalidir.”[3]
Ayrıca o, İbn Hibban ve Hâkim’in râvî Ravh b. Salah’ı tevsik etmelerini yeterli bulmamakta ve onların bu noktada tesahüllerinin maruf olduğunu da ifâde etmektedir.[4] Ancak biz Elbânî’nin, “Hadisin isnadı Taberânî ve Ebû Nuaym’a göre zayıftır” şeklindeki ifâdesini pek de objektif bulamamakta ve bunun yanlış anlamaya müsait olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ifâde tarzından, Taberânî ve Ebû Nuaym’ın hadisi zayıf gördükleri manası çıkmaktadır. Halbuki her iki hadisçiden de böyle açık bir beyan mevcut değildir. Mesela Ebû Nuaym[5] hadisin garip olduğunu ve sadece teferrüdde bulunan Ravh b. Salah vasıtasıyla hadisi kaydettiğini söylemekte, râvî veya hadisin zayıf olup olmadığı hakkında bir kanat belirtmemektedir.
Bu hadisi rivâyet edenler, Hâkim El-Mustedrek’inde sahihtir, dedi. Ayrıca ibnu Abdil Berr ve İbnu Ebû Şeybe, sahih demişlerdir.
Hâfız Gumârî, hadisin hasenlikten aşağıya düşmeyeceğini söylemiştir.[6]
Hâkim sika ve me’mun (güvenilir) bir râvîdir, demiştir. Heysemî Mecma’u-Zevaidde onda zayıflık var, der.
Ondaki zayıflık hafiftir, imâmların onun hakkındaki ifadelerinden bu anlaşılıyor, o yüzden Heysemî zayıflığın hafif olduğunu ifâde eden (onda zayıflık var) tabirini kullanmıştır. O zayıftır dememiştir. Öyleyse hadis hasendir, hatta İbnu Hibban’ın şartına göre sahihtir. [7]
Şu halde râvînin sikalığı (güvenirliği) münakaşalı olduğu gibi zayıflığı da tartışmalıdır, böyle bir râvînin rivâyeti Hasen olur. Bilenler bilir ki:
Ta’dilde (sikadır, güvenilirdir demek) müfesser olma (neden güvenilir olduğunu tefsir edip açıklama ve isbat) şartı olmadığı halde cerhde (zayıftır demekte) bu şart vardır. “Cerhin tadilden önce gelmesi” yani hakkında hem zayıf hem de güvenilir denilen râvînin zayıf olmasının öne geçeceği mutlak olmayıp cerhin müfesser olması şartıyla sınırlıdır. Oysa bu râvîdeki cerh müfesser olmayıp (sebebi açıklanıp izah edilmeyip) mübhemdir. Mübhem cerh ise muteber değildir. Ancak büyük ve meşhur hafızlarının mübhem cerhi, makbul ise de bu ihtilaflı olmayan noktalardadır.[8]
Halbuki bu râvimizin zayıflığı ve güvenilirliği ihtilaflı ve tartışmalıdır. Üstelik, zayıflık adaletle değil de zabtla (hafızada tutmak ve unutmamakta) olduğu ve az olduğu zaman hadisin derecesi sadece hasenlik mertebesine düşer. Öyleyse râvîmizin rivâyeti cumhura göre Hasen, İbn Hibban ve Hâkim’e göre sahihdir. Yani her hâlükârda delildir.
Hasen rivâyetlerin râvîleri, elbette müfesser/sebebi açıklanmış bir cerh ile Sahih'in râvîsi olmaktan düşerler. Durup dururken düşmezler. Bu müfesser olan cerh sebebiyle şu hadise Hasen denilmiştir. Yoksa mübhem olan cerh belli şartlarla râvînin sağlamlığına zarar vermezdi.
Şu tenkidçilerin tenkidinin, hafif cerh olduğu ve bunun râvîyi en fazla Hasenlik mertebesine düşürebileceği gösterildikten sonra bu çokbilmişçe uzatmalar hepten lüzumsuz olur.
Mütekaddimun'un yani, önceki hadisçilerin dilinde Münker ta'birinin râvî tarafından teferrüd edilen Ğarib ma'nasında kullanıldığı erbabınca bilinen bir husustur. Nitekim Ravh, bunu rivâyet etmekte tek kaldı ifâdesi de şu dediğimizi teyid etmektedir. Muteahhirûn/sonraki âlimlere göre ıstılah edinilen Münker zayıflık sebebi ise de, teferrüd ve ğarabet, mutlak olarak zayıflık sebebi değildir. Dolayısıyla Ravh'ın münker rivâyetleri demek, rivâyette tek kaldığı haberler demek olabilir ki, bu, rivâyetinin her halü kârda zayıflığını icab ettirmez.
İbnü Adiyy (ö.365/975) ile Dârekutni, sadece şu isnadda geçen bir râvî için zayıftır dediler; râvi bu rivâyette olması bakımında zayıftır demedikleri gibi, bu rivâyet içinde zayıftır demediler. Üstelik râvîdeki zayıflık da birçok yanıyla ictihadi bir husus olduğu gibi, bu zayıflık'ın isnadı zayıf yapıp yapmayacağı dahi ictihat ile alakalı bir husustur. Hem de râvîdeki zayıflık, tek başına olarak isnadı zayıf yapmaya her zaman yetmeyebilir. Veya şu isnad, başka bir takım telafiler ile zayıf olmaktan kurtulabilir. Dolayısıyla, şu iki imâmın bu isnâdla alakalı olmaksızın üzerinde konuşulan râvî hakkındaki hükümlerinden kalkarak, sadedinde olduğumuz isnada zayıflık damgası vurmak, ehli olmayanlarca yapılan doğru olmayan yeni bir şeydir.
İbn Abdilberr, İbn Abbas’tan, İbn Ebî Şeybe de Cabir’den bu hadisi nakletmiş, Deylemi ve Ebû Nuaym da ayrı rivâyetlerde bulunmuşlardır. Netice olarak başka başka senetlerle rivâyet edilen bu hadisler, birbirlerini kuvvetlendirmektedir.[9]
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre; “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[10]
Zayıf hadis olsa dahi merdut olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) Fazâili ameller hususunda amel edilir. Yani Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmayan konularda amel edilir. Evvabin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumakta Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmadığından ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir şey daha var. Bu ve diğer rivâyetlerde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah’a tevessül ettiği Peygamberlerin hepsi vefat etmişlerdir. Bu rivâyetin ortaya koyduğuna göre, “onun hakkı için” ya da “hak ehlinden olan kimseler hürmetine” diyerek duâ etmek câizdir. Üstelik bu zatların vefat etmiş olmaları onlarla tevessül edilmesine engel değildir................................
İBN TEYMİYYE .: Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sünnete uygun görmüş ki, el-Kelimu’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı eserine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allâh’tan değilde bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye insanlardan yardım istemeyi (istigâse) kabul etmezken bu hadisteki gibi “Ey Allâh’ın kulları!” diye seslenerek yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.
Utbe İbn Gazvân (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عن عتبة بن غزوان رضى الله عنه عن النبى صلى الله عليه وسلم قال: "اذا اضل احدكم شيئا او اراد احدكم عونا وهو بارض ليس بها انيس فليقل: يا عباد الله اغيثونى، يا عباد الله اغيثونى فان لله عبادا لا نراهم.
“Sizin biriniz bir şey kaybederse, yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdat edin!” desin. Çünkü, Allah’ın bizim görmediğimiz kulları vardır.” [1]
[1] Taberânî, Mu’cem-i Kebîr, No: 290, 17/117, Mecmau’z-Zevâid, No: 17103, 10/188.




[1] Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Taberânî yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121

[2] Elbânî, Tevessül.

[3] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXIV, 351-352; Ebû Nuayım, Hılye, II, 121. Hakim, Müstedrek, III, 116-117

[4] Bkz. Elbânî, Tevessül, s.112; a.mlf., Daife, 1,79, 82.

[5] Ebû Nuaym, age, III, 121

[6] Bu kitapta yapılan hadislerin tahricinin bir kısmı Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî-el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntılar yapılmıştır.

[7] Hafız Gumari: İthaf-ul-Ezkiya: 20

[8] Geniş bilgi için Tedribu’r-Râvî (1/308-311) ve diğer usul kitablarına müracaat edilebilir.

[9] Müellif burada, bu muhaddislerin kıssasının aslını rivâyet ederek “müdelles” bir râvînin diğerinden hadis almadığı halde almış gibi göstererek yaptığı rivâyet. ç.) bir rivâyet yapmadıklarını ifâde etmiş olmaktadır. Nitekim “mustahrac” hadis kitabları yazan alimlerin çokça yapmış olduğu bir tarzdır bu. Bu husus usulü hadis kitaplarında tafsilatıyla açıklanmaktadır.
Müellif, Heytemi’nin hadis hakkındaki görüşlerini üzerinde bir şey söylemeden aynen aktarmakla mesuliyetten kurtulmuştur. Bazıları, hadiste geçen duânın sadece Heytemi’nin rivâyetinde yer alıp diğer rivâyetlerde olmamasını sebep göstererek rivâyetin “illet” içerdiğini iddia etmişlerdir. Bu bir illet kabul edilemez. Zira bu rivâyette fazladan gelen ziyade “münker” ya da “ğarip” değildir ki biz onu reddedelim. Üstelik bu hadisin manasında birçok başka rivâyetlerde vardır.
Hadis hafızlarının “Sahih” olduğunda ittifak ettikleri Osman bin Huneyf rivâyetinde, bilinmektedir. İbn Teymiyye’nin “el-kelimü’t-Tayyib” adlı eserinde “şu yürüdüğüm yolun hakkı için…” ifâdelerinin geçtiği bir rivâyet bulunduğu Muhammed bin Abdulvahhab’ın “âdabu’l-Meşyi ila’s-Salât” kitabında zikrettiği birçok rivâyette bu lafızlarla duâ edildiği görülmektedir.

[10] A. Naim, Tecrid Tercemesi (Mukaddime), 343........................................................................................Abdulhak kardeş şöyle yazmıştı......Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder emret . Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”
( İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35) Bkz.: İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)
Benzerini İbni İshak, Megazi’de ve Yunus Bin Bukeyr, Ziyadat’ta rivayet ettiler. (Siyreti İbni İshak(1/44) İbni Kesir Bidaye(2/40) İbni Kayyım İğasetul Lehfan(1/209, tercemesi; 1/514) Hidayetul Hıyara(1/84) Fevaid(2/21) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.33) Dekaikut Tefsir(2/151) Reddu Alel Bekri(1/92, 528) İktiza(s.339) Mecmuul Fetava(15/154, 17/463, 27/121,171) Fetaval Kubra(4/364) Cevabus Sahih(5/281......................................Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini ................Abdulhak kardeş ...Müslümanlar onunla (yağla) şifa taleb etmeleri sözünden neyi kasdetti hz Ömer ?????????


Mucahid-tr
benim aktardığım senin aktardığın kitaptaki saptırmalara cevaptır . İyi bak !


7. ZULUM ve REDDİYE



Geçmiş Peygamberler İle Tevessul



Enes Bin Malik radıyallahu anh’den;
“Ali Bin Ebu Talib radıyallahu anh’ın annesi Fatıma Binti Esed radıyallahu anha vefat ettiğinde… Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrin içine girdi ve yan yatarak buyurdu ki;
الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
“Dirilten ve öldüren Allah’tır. O Hiç ölmeyen diridir. Rabbim! Annem Fatıma Binti Esed’i mağfiret eyle! Huccetini (Kelime-i Tevhidi) ona telkin et ve onun kabrini geniş eyle. Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duamı kabul buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin en merhametlisisin!”
Nihayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cenaze için dört tekbir getirdi ve onu kendisi, Abbas ve Ebu Bekr radıyallahu anhuma kabre koydular.”

(Taberani(24/351) Taberani Evsat(191) Mecmauz Zevaid(9/257) Ebu Nuaym Hilye(3/121) Hakim(3/116) Nebhani Huccetullah(2/1097) Şevahidul Hak(s.153) İbni Cevzi İlel(1/270) İbni Abdilberr İstiab(4/1891) Muhibbut Taberi Rıyadun Nadra(2/202) İbni Esir Usdül Gabe(7/217) Şeblenci Nurul Ebsar(s.85) Kenzul Ummal(5/279) İsmail Çetin Mesaf(174) Elbani Daife(1/32)



Heysemi der ki; “Ravilerinden Ruh Bin Salah, İbni Hibban ve Hakim tarafından güvenilir görülmüştür. Ancak onda zayıflık vardır. Diğer raviler sahih ricalidir.”

(Heysemi Mecma(9/257)


İbni Adiy Ruh Bin Salah’ı zayıf addetmiş, Zehebi ve İbni Cevzi bunu İbni Adiy’den naklen belirtmişlerdir.

(İbni Adiy Kamil(3/146, no;667) Zehebi elMuğni(2139) İbni Cevzi Duafa(1243) İlelul Mutenahiye(1/270)
İbni Hibban onu, meçhul ravileri de güvenilir saydığı kitabı; es Sukat’ta zikretmiştir. (İbni Hibban Sukat(8/244 no; 13240)
Zehebi, Mizanul İtidal’de; onu İbni Adiy’in zayıf saydığını, İbni Hibban’ın Sükat’ta zikrettiğini, Hakim’in onun hakkında; “Güvenilir”, dediğini nakleder.(Zehebi Mizan(3/87 no;2804)
İbni Hacer de bu bilgilere ilaveten şunları söyler;
“İbni Yunus onu Tarihul Guraba’da zikretti ve dediki; “Musul ehlindendir. Mısır’a gelmiş ve orada hadis rivayet etmiştir. Ondan münker hadisler rivayet edilmiştir. Nisbeti İbni Siyabe’dir. Darekutni onun hakkında; “Hadiste zayıftır”, İbni Makula; “Onu zayıf saydılar” demişlerdir… İbni Adiy ondan iki hadis naklettikten sonra der ki; “Onun birçok hadis rivayeti vardır, bazı rivayetinde münkerlik vardır.

(İbni Hacer Lisanul Mizan(2/540 no;3433)


Ruh Bin Salah bu rivayette teferrüd etmiştir. Rivayet zayıftır. Delil olamaz.
Şu var ki, Elbani, bu hadis hakkında Taberani ve Ebu Nuaym’ın, zayıf hükmü verdiğini söyleyerek vehmetmiştir.(Elbani Tevessül s.144)
Halbuki her iki muhaddis de böyle bir hüküm belirtmemiş, sadece Ebu Nuaym, hadisin Ruh Bin Salah’ın teferrüdü (tek kalması) ile geldiğini söylemiştir. Şayet Elbani; “Zayıf olduğuna işaret ettiler” deseydi daha doğru olurdu.
İbni Hibban ve Hâkim’in tesahül (ravilerin değerlendirilmesinde gevşeklik) ile meşhur oldukları bilinmektedir. Ayrıca İbni Hibban’ın cerhte (ravi hakkındaki olumsuz eleştiride) muteşeddid olduğu söylenmekle ( Zehebi Mizan(2/253, 3/45, 1/274) Leknevi erRaf’ vetTekmil(177-179,203-204,208) Tehanevi Kavaid(180-6) Ali Özek Hadis Ricali(s.132) Kevseri Fıkhu Ehli Irak(s.77) birlikte mechulul hal olan ravileri güvenilir saydığı da malumdur. Yani hakkında cerh ve tadil bilinmeyen raviler hakkında hüsnü zan kaidesi ile hareket etmiştir. Lakin Ruh bin Salah’ı muhaddis imamlar cerhetmiş olduğundan, İbni Hibban’ın husnu zannı bu rivayette bir şey ifade etmemektedir.
Önceki peygamberler ile ilgili bazı zayıf rivayetler daha vardır; İbni Ebid Dünya, Ahkamul Kubur’da (Ebu Bilal Muhammed Bin Haris Bin Abdullah Bin Bürde Bin Ebu Musa el Eşari – Ebu Muhammed el Kasım Bin Abdullah – Anbese Bin Said senedi ile);
Ebu Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder. Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini emret. Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”

( İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35) Bkz.: İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)
Benzerini İbni İshak, Megazi’de ve Yunus Bin Bukeyr, Ziyadat’ta rivayet ettiler. (Siyreti İbni İshak(1/44) İbni Kesir Bidaye(2/40) İbni Kayyım İğasetul Lehfan(1/209, tercemesi; 1/514) Hidayetul Hıyara(1/84) Fevaid(2/21) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.33) Dekaikut Tefsir(2/151) Reddu Alel Bekri(1/92, 528) İktiza(s.339) Mecmuul Fetava(15/154, 17/463, 27/121,171) Fetaval Kubra(4/364) Cevabus Sahih(5/281)
Bu rivayette Ömer radıyallahu anh’ın Danyal aleyhisselam’ın kimsenin bilmediği bir yere gömülüp kabrini gizlemesi tavsiyesi de vardır.
Ancak İbni İshak ve Yunus Bin Bukeyr’in Ebul Aliye’den yaptıkları bu rivayetin tamamı dikkate alınırsa, orada; insanların, Danyal aleyhisselam’ın cesedini dışarı çıkararak onunla tevessul etmeleri sebebiyle onun cesedinin gizlenmek istendiği görülür. Yani Ömer radıyallahu anh, cesedinin çıkarılarak yanlış bir uygulama yaptıkları için, Onun kabrini gizlemek istemiştir! Bu da böyle bir tevessülün caiz olmadığına delildir.
Batıl bir rivayet şu şekildedir; Ali radıyallahu anh dedi ki; “Bir vadide yırtıcı hayvanlardan korkarsan de ki; “Korkaklıktan ve arslanın şerrinden Danyal’ın Rabbine sığınırım” buyurmuştur. (ed Dubbi Kitabud Dua(s.236) İbni Kesir Bidaye(2/344 tercemesi;2/530) Dumeyri Hayatul Hayevan(s.33) Kenzul Ummal(4997) Bursevi Tuhfetul Aliye(s.241) Bursevi Şerhu Nuhbetil Fiker(v.202/a)
Bu rivayetin tevessul ve istigase ile alakası yoktur. Ancak bu rivayet istinsah hatası olarak bazı kitaplarda “aslanın şerrinden Danyal’a sığınırım” şeklinde geçmiştir. Aşırı sapkın sufilerden İsmail Hakkı Bursevi de bunu fırsat bilerek şirkine delil getirmeye çalışmıştır.
Bu rivayeti İbni Sunni ve Havatıful Cann’da Harâitî; (İbrahim Bin İsmail Bin Ebi Habibe – Davud Bin el Husayn – İkrime – İbni Abbas – Ali radıyallahu anhum senedi ile ) rivayet ettiler.
Söz konusu rivayette zayıf bir ravi olan İbrahim bin İsmail bin Ebi Habibe’nin Davud bin el Husayn’dan rivayetleri, buradaki örnekte olduğu gibi hadis imamları tarafından özellikle münker olarak değerlendirilmiştir. (Buhari Tarih(1/271) Cerh ve Ta’dil(2/83) İbni Adiy(1/233-235,3/92) Mizan(1/135)
İbnul Medini ve Ebu Davud derler ki; “Davud ibnul Husayn’ın İkrime’den rivayetleri munkerdir.”
İbni Uyeyne; “Davud bin Husaynın rivayetinden sakınırız” dedi. (Cerh ve Ta’dil(3/408) el Mugni Fid Duafa(1987) Men Tekelleme Fih(s76) Siyeri A’lamin Nubela(6/106)
Ebu Abdurrahman Muhammed Bin Fudayl Bin Gazvan(vefatı h.195) bunu Kitabud Dua’da; Ebu Hazma Sabit es Sumali – Ebu Miskin Mevla Ali – Ali radıyallahu anh isnadıyla rivayet etti.
Ebu Hamza Sabit es Sumali metruktur. (Cerh ve Tadil(2/450) İbnul Cevzi Duafa(1/158)
---------------------------------------------------------------

Ayrıca inşeallah Teberruk nedir , şartlerı nedir ona da değineceğim . Ama şunu bilki Teberrük Kuran ve sünnete bahsi- ismi meşru-geçenlerle olur. Ayrıca Rasulullaha ait bir özelliktir. Sadece Rasulullaha ait olan saçı, teri vs teberrüğü tasavvufculara sokuşturamazsın . Aksi taktirde Rasulullahın vefatından sonra cennetle müjdelenmiş büyük sahabelerde bunu birbirlerine yapar, sonraki nesiller de devam etitrirdi. BU konuda detaylı açıklama ileride gelecektir inşeallah !
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum Abdulhak soruma cevap vermediniz sorum basitti üstelik siz yazmıştınız Abdulhak kardeş şöyle yazmıştı......Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder emret . Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”
( İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35) Bkz.: İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini ................Abdulhak kardeş ...Müslümanlar onunla (yağla) ŞİFA TALEB ETMELERİ sözünden neyi kasdetti hz Ömer ????????? geçmiş peyganberlerin eserleri ile teberrük olabilirmi???????...........BUNA CEVAP VERMEDİNİZ...................2... Heysemî hadisin senedi hakkında şöyle demektedir: “Râvîlerden Ravh b. Salah, İbn Hibban ve Hâkim tarafından sika görülmüştür. Ne var ki onda zayıflık vardır. Diğer râvîler ise Sahih’in ricalidir.”[3]
Ayrıca o, İbn Hibban ve Hâkim’in râvî Ravh b. Salah’ı tevsik etmelerini yeterli bulmamakta ve onların bu noktada tesahüllerinin maruf olduğunu da ifâde etmektedir.[4] Ancak biz Elbânî’nin, “Hadisin isnadı Taberânî ve Ebû Nuaym’a göre zayıftır” şeklindeki ifâdesini pek de objektif bulamamakta ve bunun yanlış anlamaya müsait olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ifâde tarzından, Taberânî ve Ebû Nuaym’ın hadisi zayıf gördükleri manası çıkmaktadır. Halbuki her iki hadisçiden de böyle açık bir beyan mevcut değildir. Mesela Ebû Nuaym[5] hadisin garip olduğunu ve sadece teferrüdde bulunan Ravh b. Salah vasıtasıyla hadisi kaydettiğini söylemekte, râvî veya hadisin zayıf olup olmadığı hakkında bir kanat belirtmemektedir.
Bu hadisi rivâyet edenler, Hâkim El-Mustedrek’inde sahihtir, dedi. Ayrıca ibnu Abdil Berr ve İbnu Ebû Şeybe, sahih demişlerdir.
Hâfız Gumârî, hadisin hasenlikten aşağıya düşmeyeceğini söylemiştir.[6]
Hâkim sika ve me’mun (güvenilir) bir râvîdir, demiştir. Heysemî Mecma’u-Zevaidde onda zayıflık var, der.
Ondaki zayıflık hafiftir, imâmların onun hakkındaki ifadelerinden bu anlaşılıyor, o yüzden Heysemî zayıflığın hafif olduğunu ifâde eden (onda zayıflık var) tabirini kullanmıştır. O zayıftır dememiştir. Öyleyse hadis hasendir, hatta İbnu Hibban’ın şartına göre sahihtir. [7]
Şu halde râvînin sikalığı (güvenirliği) münakaşalı olduğu gibi zayıflığı da tartışmalıdır, böyle bir râvînin rivâyeti Hasen olur. Bilenler bilir ki:
Ta’dilde (sikadır, güvenilirdir demek) müfesser olma (neden güvenilir olduğunu tefsir edip açıklama ve isbat) şartı olmadığı halde cerhde (zayıftır demekte) bu şart vardır. “Cerhin tadilden önce gelmesi” yani hakkında hem zayıf hem de güvenilir denilen râvînin zayıf olmasının öne geçeceği mutlak olmayıp cerhin müfesser olması şartıyla sınırlıdır. Oysa bu râvîdeki cerh müfesser olmayıp (sebebi açıklanıp izah edilmeyip) mübhemdir. Mübhem cerh ise muteber değildir. Ancak büyük ve meşhur hafızlarının mübhem cerhi, makbul ise de bu ihtilaflı olmayan noktalardadır.[8]
Halbuki bu râvimizin zayıflığı ve güvenilirliği ihtilaflı ve tartışmalıdır. Üstelik, zayıflık adaletle değil de zabtla (hafızada tutmak ve unutmamakta) olduğu ve az olduğu zaman hadisin derecesi sadece hasenlik mertebesine düşer. Öyleyse râvîmizin rivâyeti cumhura göre Hasen, İbn Hibban ve Hâkim’e göre sahihdir. Yani her hâlükârda delildir.
Hasen rivâyetlerin râvîleri, elbette müfesser/sebebi açıklanmış bir cerh ile Sahih'in râvîsi olmaktan düşerler. Durup dururken düşmezler. Bu müfesser olan cerh sebebiyle şu hadise Hasen denilmiştir. Yoksa mübhem olan cerh belli şartlarla râvînin sağlamlığına zarar vermezdi.
Şu tenkidçilerin tenkidinin, hafif cerh olduğu ve bunun râvîyi en fazla Hasenlik mertebesine düşürebileceği gösterildikten sonra bu çokbilmişçe uzatmalar hepten lüzumsuz olur.
Mütekaddimun'un yani, önceki hadisçilerin dilinde Münker ta'birinin râvî tarafından teferrüd edilen Ğarib ma'nasında kullanıldığı erbabınca bilinen bir husustur. Nitekim Ravh, bunu rivâyet etmekte tek kaldı ifâdesi de şu dediğimizi teyid etmektedir. Muteahhirûn/sonraki âlimlere göre ıstılah edinilen Münker zayıflık sebebi ise de, teferrüd ve ğarabet, mutlak olarak zayıflık sebebi değildir. Dolayısıyla Ravh'ın münker rivâyetleri demek, rivâyette tek kaldığı haberler demek olabilir ki, bu, rivâyetinin her halü kârda zayıflığını icab ettirmez.
İbnü Adiyy (ö.365/975) ile Dârekutni, sadece şu isnadda geçen bir râvî için zayıftır dediler; râvi bu rivâyette olması bakımında zayıftır demedikleri gibi, bu rivâyet içinde zayıftır demediler. Üstelik râvîdeki zayıflık da birçok yanıyla ictihadi bir husus olduğu gibi, bu zayıflık'ın isnadı zayıf yapıp yapmayacağı dahi ictihat ile alakalı bir husustur. Hem de râvîdeki zayıflık, tek başına olarak isnadı zayıf yapmaya her zaman yetmeyebilir. Veya şu isnad, başka bir takım telafiler ile zayıf olmaktan kurtulabilir. Dolayısıyla, şu iki imâmın bu isnâdla alakalı olmaksızın üzerinde konuşulan râvî hakkındaki hükümlerinden kalkarak, sadedinde olduğumuz isnada zayıflık damgası vurmak, ehli olmayanlarca yapılan doğru olmayan yeni bir şeydir.
İbn Abdilberr, İbn Abbas’tan, İbn Ebî Şeybe de Cabir’den bu hadisi nakletmiş, Deylemi ve Ebû Nuaym da ayrı rivâyetlerde bulunmuşlardır. Netice olarak başka başka senetlerle rivâyet edilen bu hadisler, birbirlerini kuvvetlendirmektedir.[9]
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre; “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[10]
Zayıf hadis olsa dahi merdut olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) Fazâili ameller hususunda amel edilir. Yani Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmayan konularda amel edilir. Evvabin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumakta Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmadığından ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir şey daha var. Bu ve diğer rivâyetlerde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Allah’a tevessül ettiği Peygamberlerin hepsi vefat etmişlerdir. Bu rivâyetin ortaya koyduğuna göre, “onun hakkı için” ya da “hak ehlinden olan kimseler hürmetine” diyerek duâ etmek câizdir. Üstelik bu zatların vefat etmiş olmaları onlarla tevessül edilmesine engel değildir................................
İBN TEYMİYYE .: Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sünnete uygun görmüş ki, el-Kelimu’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı eserine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allâh’tan değilde bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye insanlardan yardım istemeyi (istigâse) kabul etmezken bu hadisteki gibi “Ey Allâh’ın kulları!” diye seslenerek yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.
Utbe İbn Gazvân (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عن عتبة بن غزوان رضى الله عنه عن النبى صلى الله عليه وسلم قال: "اذا اضل احدكم شيئا او اراد احدكم عونا وهو بارض ليس بها انيس فليقل: يا عباد الله اغيثونى، يا عباد الله اغيثونى فان لله عبادا لا نراهم.
“Sizin biriniz bir şey kaybederse, yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdat edin!” desin. Çünkü, Allah’ın bizim görmediğimiz kulları ........abdulhak kardeş saptırma hangisi söylermisin farz edelim hadis senin yukarıdaki acıklamana göre zayıf olsun Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre; “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[10] .kabirde dua etmek farz ,vacip, deyil ozaman senin hadisin yukarıdaki tahriçine göre zayıf olduğunu söylemiş oluyon çünki hiç bir alim bu hadise uydurma dememiş olduğundan zayıfta olsa onunla amel edilir tevessül için delil olur ilmen böyle sana göre nasıl belli CEVAP VEREMİCEKSEN 3 KONUMU KİLİT VURUP KAPATTIĞIN GİBİ BU KONUYADA BENİ CAHİL KONUMA KOYUP HAKARET EDEREK KAPATABİLİRSİN
 
Üst Ana Sayfa Alt