Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhid Kelimesini Sadece Sözle Söylemek Yeterlidir Diyenlere!

karafi Çevrimdışı

karafi

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Tevhid kelimesini dil ile söylemek yeterlidir ve bunu söyleyenler mü'mindir diye iddia edenlere verilecek en doğru cevabı vermeye çalışacağız. Bu konuda doğru ve sahih olan mezhep hangisi ise, konuyla ilişkisi olan hangi hadis varsa birlikte vereceğiz:

Allâme İbn Kayyım (r.a) diyor ki: "Tevhid, sadece kişinin, "Allah'tan başka bir yaratıcı yoktur, Allah (c.c), her şeyin Rabbi Meliki, sahibidir," demek değildir. Nitekim putperestler de bunu söylemekteydiler ama yine de müşrik idiler. Bütün bunların aksine Tevhîd, Allah sevgisini içerir, Allah'ın tüm emirlerine boyun eğilmesini, emirleri karşısında tümüyle teslimiyetini ister. Allah'a kamil manada itaati, samimi ve ihlash bir şekilde ibadet etmeyi, O'nun yüce iradesini tüm söz ve fiilleriyle yerine getirmeyi gerektirir. Yasakladığını yasaklamak, ver dediğini de vermek, O'nun için sevmek ve O'nun için buğzetmek gerekir. Çünkü Tevhid bunları içerir. Kısaca kişi ile masiyet (kötü ve şer) sebepleri arasına girebilen şeyler ve bunlarda ısrar gibi hususlarda Tevhid esasından ayrılmayıp Allah'ın reddini istediği her şeyi reddetmek ve yapılmasını istediği her şeyi de yerine getirmek gerekir. İşin bu yönünü bilen bir kimse Rasûlullah (s.a)'ın şu ifadesini kavramış demektir:

"Bir kimse gerçekten Allah rızasını istemek suretiyle içtenlikle ve ihlash olarak "La ilahe illallah" derse, Allah (c.c) ona cehennem ateşini haram kılar."[1]

Yine Hz. Peygamber (s.a)'in: "La ilahe illallah, diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez"[2] hadisi ve benzeri hadisler, bir çok kişilerce yanlış yorumlanmıştır. Bir çok kimse bu hadisler karşısında zorlan*mışlardır. Hatta kimileri bu hadislerin mensûh olduğunu yani yürür*lükten kaldırılmış olduklarım sanmışlardır. Kimisi de bu hadislerin he*nüz emirler ve yasaklar gelmeden önce irad buyurulduklannı ileri sür*müşlerdir. Diğer bir ifadeyle: "Şeriat henüz kesinleşmeden önce bu hadisler söylenmiş olabilir," demişlerdir. Kimisi de bu gibi hadisleri müşriklerin ve kâfirlerin ebedî cehennem ateşinde kalacakları şeklin*de yorumlamışlardır. Bazıları ise, "Cehennemde ebedî kalış" husu*sunu şöyle yorumlamışlardır: "Yani bu, bunu ifade eden kimselerin sürekli olmamak kaydıyla cehenneme girecekleri" demektir, gibi hiç de hoş karşılanmayacak tevil ve yorumlara başvurmuşlardır.

Aslında Sâri' olan Rasûlullah (s.a) efendimiz, bu ifadeleri sadece dil ile söyleyenlere cehennem ateşi haramdır, diye söylememiştir. Doğrusu bu tüm bilinen gerçeklere aykırı düşmektedir. İslâm dininde zarurî olarak bilinmesi gereken şeylerle bu, çelişmektedir. Çünkü münafıklar da bunu dilleri ile söylemektedirler. Halbuki buna rağmen kesin inkarcı olmaları nedeniyle, cehennemin en alt tabakasında yer alacaklardır. Zira Kur'ân bu hususu böylece bildiriyor.

Dolayısıyla, sadece dil ile söylemek yeterli değildir. Dil ile söylenirken içtenlikle de yerine getirilmelidir.

Kalbin söylemesine gelince, bu hususun kalb ile bilinmesi ve onu kalbin de doğrulaması demektir. Aynı zamanda bu kelimenin içerdiği menfi ve müsbet noktaları da bilmesi ve bunları yerine getirmesi gerekir. Bu kelime neyi kabul etmemizi ve neyi de reddetmemizi istiyorsa, bunun gereklerini yerine getirmek zorundayız. Kişi böylece Allah'tan başka tüm şeyleri reddedecek, aynı zamanda Allah'a ait bilinmesi gerekenleri de bilmiş olacaktır. Zira Allah için var olması gereken nitelikler başkaları için asla söz konusu değildir, muhaldir. İşte Tevhid kelimesini söyleyen bir kimse bütün bunları kalbiyle kesin olarak bilecek, tanıyacak, yakînen kavrayacak ve ayni zamanda yaşayacaktır. İşte ancak bu manada Tevhid kelimesini söyleyen kimseye cehennem ateşi haramdır.

Bir de şu "Bitake" hadisini düşün. Bu, üzerinde şehadet kelimesi yazılı bulunan bir kağıt parçasından ibarettir.[3] Bu, kıyamet günün*de mizanın yani terazinin bir kefesine konuyor. Diğer kefesine ise 99 ciltlik bir dosya açılacak, açılan her bir dosyanın boyu göz alabildiğine uzun olacaktır. Ancak bu mini belge bütün bunlardan daha ağır basacak onca dosya havaya kalkacakdır. Sonuçta şahadet kelimesinin yazılı olduğu bu mini belgenin sahibi de azap ve ceza görmeyecektir. Şurası bilinmelidir ki, her bir muvahhidin bu bitaka yani ufacık kağıt parçası gibi tevhidinin gerçekleşmesi gerekir. Ama bu ufacık kağıdı her şeyden daha ağır kılan şey nedir? Bu belge sahiplerinin yaptıkları diğer işler neden bu belge kadar kâr getirici ve etkili değildir. Sebebi ne olabilir?

Yine şu müthiş olayı düşününüz. Yüz kişinin katili olan kimseyi[4]. İman olayı onun kalbinde öyle bir yer etmiştir ki, bu gerçek, onu gidilmesi gereken kasabaya gitmekten alakoyamıyor. Ölüm ile pençeleşip dururken bile göğsüyle gideceği yöne doğru sürünerek gitmeye çaba gösteriyor. Gerçekten bu da bambaşka bir iştir. Bambaşka bir iman duygusudur. İşte bunun içindir ki, bu kişi halkı salih ve iyi olan kasaba halkından sayılmıştır. Yine buna yakın bir başka örnek. Azılı bir kimsenin kalbine doğan merhamet ve şefkat olayı[5]. Çok katı yürekli olan bir kişi susuzluktan neredeyse ölmek üzere olan bir köpek görüyor. Hayvancağız susuzluktan nemli toprağı yalamaya başlamıştır. Onun bu halini görünce hemen o andan itibaren adamın kalbine bir yumuşaklık ve şefkat duygusu gelmiştir. Yanında suyu kuyudan çekebilecek herhangi bir alet de yoktur. Kendisine yardımcı olacak birileri de yoktur. Onun bu yaptığını gören birileri de bulunmamaktadır. Hemen bu şahıs kuyuya iniyor, ayakkabılarına kuyudan su dolduruyor. Sonra bunu ağzına alarak, dişleriyle tutuyor ve kuyudan yukarıya doğru tırmanıyor. O anda düşmeyi, ölmeyi unutmuştur. Kuyudan ayakkabılarıyla çekip çıkardığı suyu hayvancağıza içiriyor. Halbuki bunu yaparken de ondan bir karşılık ve bir teşekkür de beklememektedir. İşte Tevhid gerçeğinin bu kadarı bile, o kimse de ilahî nurun yeşermesini sağlamış, böylece bu azılı kimsenin bağışlanarak kurtulmasını sağlamıştır"[6]

Müslim'in Sahih'inde rivayet olunan hadise göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuşlardır: "Kim La ilahe illallah" derse, Allah'tan başka ibadet olunan ve saygı gösterilen tüm şeyleri de İnkâr ederse, o kimsenin malı, kanı haram kılınmış olur. Hesabı da Allah'a bırakılmıştır."[7]

Bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak Muhammed b. Abdullvahhâb şunları yazmaktadır:

yi "İşte Rasûlullah (s.a)'ın bu hadisleri, La ilahe illallah, kelimesi-,nin manâsını en açık bir şekilde izah etmiş olmaktadır. Dikkat edilirse hadis; dil ile bu kelimeyi söyleyen kimsenin malının ve canının garantiye alındığından söz etmemektedir.Yine hadis, bunun manâsını bilmekle de imanın gereğinin yerine getirilemeyeceğini bildiriyor. Evet bu kelimeyi sadece ikrar etmek de onun mal ve can emniyetini sağlamıyor. Kişinin Allah'tan başka İlah yoktur, O'nun eşi ve ortağı yoktur demesi de bunun için yeterli olmuyor. Bütün bunları söylemek o kimsenin mal ve can emniyetini sağlamıyor. Peki bu nasıl olacaktır? Hem yukarıda sayılan şartları yerine getirecek hem de Allah'tan başka tapınılan ve saygı gösterilen tüm küfür çeşitlerini ve düzenlerini reddetmek yükümlülüğünü yerine getirecektir. Bunu yapamadığı ya da bunda şüphe etmesi halinde veya birazcık olsun duraklaması durumunda böyle bir kimsenin mal ve can güvenliği söz konusu değildir."[8]

İşte biz buradan Mürcie akidesinin bozuk bir akide olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.[9] Çünkü bunlar şöyle demektedirler: "İman, sadece meseleyi bilip tanımaktır. Küfr ise bilmemektir, cehalettir." Bu bakımdan ameli imandan sonraya bırakmışlardır.

Şurası bilinen bir gerçektir ki, Mekke'li kâfirler, Hz. Peygamber (s.a)'in "La ilahe illallah" kelimesinden kasdının ne olduğunu biliyorlardı. Ancak sırf büyüklük (istikbar) gösterdikleri için kabullenmiyorlardı. Bu itibarla, onların Allah'ın bir tek oluşuna, rızık verenin de sadece O olduğuna, dirilten ve öldürenin de o olduğuna inanmaları onlara hiç bir fayda sağlamamıştır.

Hatta Hz. Peygamber (s.a), bu kimselere:

"Gelin Lâ ilahe illallah" deyin diye çağrıda bulununca şöyle cevap vermişlerdir:

"Acaba O (Muhammed), ilahları bîr tek ilah mı yaptı? doğ*rusu bu, şaşırtıcı bir şey." (Sâd, 38/5).

Muhammed b. Abdulvahhab şöyle devam ediyor:

"Cahil kâfirlerin bu gerçeği bildiklerini öğrendiniz. Bu duruma rağmen hala müslüman olduğunu iddia eden kimseye şaşılır. Çünkü müslüman olduğunu iddia ettiği halde, cahil kâfirlerin bildiği manâda bu kelimenin tefsirini ve içeriğini bilememektedir. Aksine bugünün müslümanı, manâlarını bilmeksizin ve kalben buna itikad etmeksizin, sadece söz ile bunu söylemeyi yeterli görüyor. Esas itibariyle bu hususta duyarlı olan kimse, bu kelimenin manâsının şöyle olduğunu kavramakta gecikmez." Yaratan, yedirip nzık veren, dirilten ve öldüren, bütün işleri düzene koyan, Allah'tan başkası değildir. Artık cahil kâfirlerin bile kendisinden çok daha iyi olarak kavradıkları "La ilahe illallah" kelimesini gereğince değerlendiremeyen bir müslümandan, hayır beklenemez.[10]

Aynı yazar bu hususta buna ek' olarak şunları yazıyor: "Burada bir şüphe ve kuşku bulunmaktadır. O da Hz. Peygamber (s.a)'in, Hz. Üsame (r.a)'ye: Lailahe illallah" diyen bir kimseyi öldürmesini hoş karşılamadığına dair olan sözüdür.[11]

Yine Hz. Peygamberin şu sözü de bu kuşkuyu gündeme getirmektedir: "İnsanlarla, La ilahe illallah, deyinceye kadar savaşmakla em-rohındum."[12] Yine buna benzer daha bazı hadisler de vardır ki, bunlar da, bu kelimeyi söyleyenlerden uzak durmayı içermektedirler.

"Aslında bu cahiller bu sözleriyle; "Bunu söyleyenler tekfir olunamazlar, ne yaparlarsa yapsınlar, kendileri öldürülüp, karşılarına çıkılamaz" demek istemektedirler."[13]

"Bu cahil müşriklere şöyle cevap verilebilir bilindiği gibi, Rasûlullah (s.a), yahudilerle savaşmış ve onları bulundukları yerden sürgün etmiştir. Halbuki bunlar da "La ilahe illallah" demekte idiler. Aynı zamanda Hz. Peygamber'in ashabı, Hanifeoğullarıyla (Benî Halîfeyle) savaşmışlardır. Halbuki bunlar Şeh. det kelimesini söylüyorlardı. Yani Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a)'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadette bulunuyorlardı, namaz kılıyorlardı, müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Nitekim Hz. Ali b. Ebî Talib onları ateşte yakmıştır.[14] Çünkü bu cahiller şunu ikrar edip söylemektedirler. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden küfre girmiş olur, dolayısıyla öldürülür. Bu kimse "La ilahe illallah" dese de öldürülür. Şayet İslâmî rükünlerden herhangi birisini inkâr ederse ve aynı zamanda tevhid kelimesini söylese de küfre girer ve öldürülür.

"Bu nasıl bir şeydir ki, İslâm'ın fer'î meselelerinden birini inkâr eden kimseye herhangi bir yarar sağlamıyor da dinin aslı, bütün peygamberlerin getirmiş olduğu dinin temeli olan ve başı durumunda bulunan tevhidi inkâr eden kimseye, sadece sözle "La ilahe illallah" kelimesi yarar sağlayabilir, menfaat getirebilir?"

"Ancak Allah düşmanları, hadislerin manasını gereğince kavrayamıyorlar. Şurası bilinen bir gerçektir ki, bir kimse müslüman olduğunu açıkladıktan sonra, artık ona aykırı olan tüm şeylerden kendisini çekip çevirmesi gerekir ki, bunlar kendisinde kesin bir iman halini almış olsun. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman

(mü'mini kâfirden iyice ayırdetmek hususunda meselelerin) tam açıklanmasını bekleyin (çok dikkatli davranın ve acele etmeyin)." (Nisa, 4/94).

Bû âyet şu gerçeği vurgulamış olmaktadır. Kişinin durumu kesin belirlenip ortaya konuluncaya dek, ona ilişmemek. Ancak mesele, araştırılıp ortaya çıkınca, kendisinde İslâm'a muhalif bir durum varsa, o zaman bu âyetin: "durumlarını belirleyince" hükmü gereğince öldürülürler. Şayet öldürülmeyip ya da kendileriyle savaşa girilmeyip olduğu gibi bırakılırsa, "durumları kesin olarak belirlenince" ifadesinin zaten bir anlamı da.olmamış olur."

"Aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a) efendimiz, Haricîlerin öldürülmelerini hadislerinde emir buyurmuşlardır:

"Onlara nerede yetişirseniz, derhal onları öldürün. Şayet ben onlara erişmiş olsaydım, tıpkı Âd kavminin öldürüldüğü gibi onları öldürürdüm."[15]

"Halbuki bunlar insanlar içerisinde en çok ibadet edenler, en çok "La ilahe illallah" ve "Subhanallah" diyenlerdir. Öyleki Sahabîbile, onların namazlarını gördüklerinde kendi namazlarını ve ibadetlerini küçümsenmişlerdir. Ki bunlar ilmi de sahabeden alıp öğrenmişlerdir Ancak bunlara ne "La ilahe illallah" demelerinin bir yararı olmuştur. Ne de çok çok ibadette bulunmalarının bir yararı. Ne de İslâm iddiasında olmalarının bir faydası. Çünkü bunlardan zuhur eden şeyler, şeriata muhalif şeylerdi."[16]

Artık hemen her akıl sahibi şu gerçeği anlamış olacaktır ki, şayet bu kelime, evet mücerred olarak bu kelime ile her şey olacak idiyse, yani sadece dil ile mücerred söylemekle, kelimenin gereklerini yerine getirmemekle her şey olacak idiyse, o zaman bu kelime Kureyşliler için gayet kolay gelirdi. Hemen onu söylerlerdi, böylece karşılaştıkları sıkıntılardan, ilahlarının aşağılanmasından da kurtulmuş olurlardı.

Ancak durumun hiç de öyle olmadığını görmektesin. Sen de bilmektesin ki, bu kelimenin medlulü ve içeriği Cahili Kureyşlilerinin tüm amaçlarını değiştirmektedir. Bu kelimenin insandan yerine getirilmesini istediği şeyler vardır. Bu istenilen şeyler Kureyş'in tüm azgınlıklarına ve taşkınlıklarına son vermekte, onların bunu insanlar için uzak bir şey gibi görmelerine de izin vermemektedir.

Bu kelimenin aynı zamanda, insanı özgürlüğüne kavuşturması bakımından büyük bir önemi vardır. İnsanı insana kulluktan kurtarıp Allah'a kul yapıyor. Evet insanların birbirlerine olan kulluklarından kurtularak bir tek ve Kahhâr olan Rabbin kulluğuna vermektedir. Bu kelime takvayı en önemli ölçü ve terazi olarak kabullenmektedir. İnsanın bu sayede en övünülecek şeyi bulmasını sağlamaktadır bu kelime. Yine bu kelime, insanların atalarından ve dedelerinden miras yoluyla edinmiş oldukları cahili gelenekleri, adet ve töreleri tümüyle reddetmektedir.

O halde müslümana düşen ve layık olan şey, İslânıım en iyi bir şekilde yaşaması, bu kelimenin istediği manada değerini vermesidir. Böylece kişi, Allah'a ibadet edenler arasında, ibadetini basîret üzere bilerek ve yakînî anlamda yerine getirenlerden olacaktır.



[1] Bu hadisin kaynağı daha önce belirtildi.


[2] Bununla ilgili bilgiler "Lâ İlahe illallah" şartlan bahsinde geçti.


[3] Tirmizî, İmân, 17, 2641. İbn Mace, Zühd, 35. Ahmed b. Hanbei, II, 213, 222. (Ab*dullah b. Ömer'den hasen senedle rivayet olunmuştur. Hadis ravileri güvenilir olup, hadis de sahihtir.)


[4] Buhârî, Enbiyâ, 54. Müslim, Tevbe, 46, 47.


[5] Müslim, Selâm, 2245.


[6] İbn Kayyım, Medaricu's-SalikînMen özetleyerek, 1/330-332.


[7] Müslim, İman, 23.


[8] K. et-Tevhîd, 115.


[9] Mürcie, İrca kökünden, tehir etmek, ertelemek anlamına gelir. Bunlar, imanın sa*dece ikrardan ibaret olduğunu savunurlar, bk. Eş'arî, Makâlât, I/214; Bağdadî, el-Fark Beyne'l-Fırak, 202.


[10] Muhammed b. Âbdulvahhab'in eserleri, 5/15 (I. Baskı).


[11] Müslim, îman, 97.


[12] Müslim, İman, 20.


[13] Aslında bu iddiayı ileri sürenler Mürcie mezhebinden olanlardır. Çünkü bunlara göre iman varsa, masiyetin ve isyanın bir zararı yoktur. Nitekim, kâfir olan kimseye ita*atin yarar getirmediği gibi.


[14] Bunlar Hz. Ali'nin ilahlığmı savunan sapıklardır.


[15] Müslim, Zekât, 1064.


[16] Keşfu'ş-Şubuhât, 40.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt