Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Tevrat ve İncil'in Tahrifi Meselesi ve Bozuk Din Taifesi

أ Çevrimdışı

أهل الحديث

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Selamun Aleyküm ve Rahmetullah.
Son zamanlarda hadis inkârcılarının saçağı olan bir fırkaya denk geliyorum. Bu fırkaya mensup mahluklar hiçbir kutsal kitabın hiçbir şekilde tahrif olmadığını iddia ederek hadisleri ve sünneti tamamıyla reddediyorlar. Ancak yeri geldiği zaman Ehl-İ Sünnet ulemânın tefsirlerindeki rivayetleri kendi sapkın dinlerini destekliyormuş gibi söylemekten çekinmiyorlar. Bunlar kendi dinlerini ne diye nitelendiriyorlar onu bilemem. Ancak ben onları hevaperest olarak görüyorum.

Konu Tevrat ve İncil'i de ilgilendirdiği için hem ilmî bir konu olması açısından, hem de ilmî bir reddiye olması açısından bu şekilde başlık attım.

Bilindiği gibi ulemâ bu konuda üç farklı gruba ayrılmıştır; Tevrat ve İncil metinlerinin tamamının veya çoğunluğunun tahrif edildiği söyleyenler, Tevrat ve İncil'in metninin değil sadece yorumunun tahrif edildiğini söyleyenler ve kısmî bir tahrif(Sadece bir kısmının tahrif edildiğini) söyleyenler.

Şimdi öncelikle bu bozuk fırkaya inananların görüşlerinin neler olduğunu görelim;

Bilindiği üzere Sâd suresinin 21-24. ayetlerinde Davud Aleyhisselam ve iki davacının kıssası anlatılır:

Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanıp, Davud'un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. «Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster» dediler.
"(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni yendi."

"Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi." (Sâd 21-24)

Bu ayetlerde Davud Aleyhisselam iki davacı hakkında hüküm veriyor, daha sonra ise "Davud kendisini sınadığımızı anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek secdeye kapandı." buyruluyor. Yani Davud Aleyhisselam haksız/adaletsiz bir hüküm vermedi ki, neden mağfiret dilemesi gereksin? diye düşünüyorlar.

Tevrat'ta 2. Samuel 11:2-5'te şöyle bir olay anlatılır:

Bir akşamüstü Davut yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. Davut onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdi.
Adam, “Kadın Eliam'ın kızı Hititli Uriya'nın karısı Bat-Şeva'dır” dedi. Davut kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Davut'un yanına geldi. Davut aybaşı kirliliğinden yeni arınmış olan kadınla yattı. Sonra kadın evine döndü. Gebe kalan kadın Davut'a, “Gebe kaldım” diye haber gönderdi.


Normalde çoğu Müslüman bu iki ayeti ve buna benzer iğrenç olayları Tevrat ve İncil'in tahrif edildiğinin delili olarak görürler. Ancak bunlar ise bu iki ayetin arasını bulmayı seçmişler ve diyorlar ki: İki davacının haberindeki koyunlar aslında kadın/eştir. Davud Aleyhisselam'ın halihazırda 99 eşi vardır ve komutanının karısına hâşâ göz dikmekle günah işlemiştir ve bu yüzden secde ederek mağfiret dilemiştir.

Bu dine inananlar kendi bozuk dinlerini yaymak için şöyle bir yola girişiyorlar. Sâd suresinde Davud Aleyhisselam'ın neden mağfiret dilediğini tam olarak anlayamıyoruz. O zaman tefsirlere bakalım demişler ve Suyuti tefsirinde ise Tevrat'ta geçen bu olayın anlatıldığını görerek bunu mutlâk doğru olarak kabul ediyorlar ve bu şekilde bozuk dinlerini ilmi olmayanlara yaymayı hedefliyorlar. "Bakın Suyuti sizin kendi aliminiz, o bile tefsirinde bunu zikretmiş. Bunu inkâr mı ediyorsunuz?" gibisinden saçma ve batıl bir iddia öne sürüyorlar. Sanki alimler bir rivayeti, kitaplarında zikrettikleri zaman mütevatir veya %100 sâhih diye zikrediyorlarmış gibi...

Ancak Suyuti, bu meseleyi zikrettikten sonra şu meseleyi zikrediyor;
İbn Ebî Şeybe, Hennad ve İbnu'l Munzir'in bildirdiğine göre Mücahid der ki:
"Hz Davud, mâlum hatayı işleyince ki, hatası onu(kadını) gördüğünde kocasından ayırmasıydı. Kadını kocasından ayırmış ama henüz kadına yaklaşmamıştı..." (Suyuti, Durru'l-Mensur, c:12, syf 492. Rivayetin kaynağı ise şudur:İbn Ebî Şeybe, 11/552, 553; Hennad, 452.)


Aynı rivayeti Taberi de rivayet ederken kadınla ilişkiye girmesi, evlenmesi gibi olaylardan bahsetmez. Bu konuyla ilgili bir hadiste Davud Aleyhisselam ile Cebrail konuşuyor ve Davud, "Ya o adam benden ahirette kan hakkı isterse? Bunu Rabbine sor." diyor.(Tarih-i Taberî) Ancak İbn Kesir ise tefsirinde hadisin zayıf olduğunu çünkü senedinde Yezîd er-Rekkâşî olduğunu belirtir.

Yani özetle bu Davud Aleyhisselam'ın bu iğrenç fiili işlediğini iddia etmek iftiradır. Onlar Adem Aleyhisselam'ın günah işlediğini bu sebeple peygamberlerin ister büyük, ister küçük olsun, her türlü günahı işleyebileceklerini, onların da tıpkı avam gibi olduklarını söylüyorlar.


/*/*/*/

Yaratılış 19. Babının 30-36 ayetlerinde ise Lut Aleyhisselam ve kızları hakkında şu iğrenç kıssa geçmektedir:
Lut Soar'da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti, onlarla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı. Büyük kızı küçüğüne, “Babamız yaşlı” dedi, “Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok. Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım.” O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Ertesi gün büyük kız küçüğüne, “Dün gece babamla yattım” dedi, “Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat.” O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar.


Yine bunlar bu iğrenç iftirayı atmaya cüret ederken şu ayeti delil getiriyorlar;
Milleti ona koşarak geldiler. Daha önce kötü işler işliyorlardı. "Ey milletim! İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir. Allah'tan sakının, konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?" dedi. (Hûd 78)

Diğer kıssada baktıkları tefsirlere anlaşılan bu kıssada bakmaya tenezzül etmemişler ya da işlerine yaramadığı için es geçmişler. Baksalardı görürlerdi ki, her peygamber gönderildiği kavmin aynı zamanda manevi bir büyüğü, tabiri caizse manevi babası konumundadır. Tabii ki büyüğü demek daha doğru olur. Bu yüzden ayet; Lut Aleyhisselam'ın kavmini, bu iğrenç fiilden vazgeçirmek için kendi kızlarının evlendikleri takdirde onlara helal olduğunu söylediği gibi aynı zamanda Lut Ümmetindeki kadınların da nikahlandıktan sonra onlar için daha temiz ve hayırlı olduğunu söyler. Allahu Alem. Peygamberlerin(ve eşlerinin), gönderildikleri kavimlerin manevi büyüğü olmasının delili ise şu ayettir;

"Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların anneleridir. " (Ahzâb 6)

/*/*/*/


"Kur'ân bu iddiaları yalanlamıyorsa o zaman doğrudur." iddiası akla zıt bir iddiadır. Çünkü tarihsel olarak baktığımızda Tevrat'ın en eski nüshası Kur'ân indirildikten 3-4 yüzyıl sonradır.
Bu bozuk fırkanın mensupları daha buna benzer pek çok sapkın iddia zikretmektedir. Ben burada bütün iddiaları tek tek ele alıp cevap vermeyeceğim. Sadece ilmi olmayan kardeşleri uyarabilmek açısından bu iki kıssaya cevap vermeyi gerekli gördüm. Ayrıca biz bir iddiaya cevap verirken onlar yenisini türetecekleri için biz doğrudan sorunun kaynağına inelim. Bakalım gerçekten Tevrat ve İncil onların iddia ettikleri gibi hiçbir tahrife uğramamış mıdır, görelim. Tabii ki bu işin tarihsel sürecini değerlendirmek bile şu konuştuğumuz konunun ne kadar seviyesiz ve sefilce olduğunu görebilmek için kâfi gelir. 19 adını verdikleri putu koruyabilmek için Tevbe suresinin son iki ayetini bile inkâr edebilecek kadar sapık bu taifenin Kur'ân'ın yazılmasının tarihsel sürecini bile akledemeyip Tevbe suresindeki son iki ayetin inkârına giderken, İsa Aleyhisselam'dan yaklaşık 100 sene kadar sonra yazılan İncil'in ve MS 10. yüzyıla tarihlenen en eski Tevrat'ın tahrif edildiğini akledemeyecek olmalarından dolayı direkt olarak akıl ve mantık kullanarak görülebilecek çelişkileri zikredeceğim. Eğer akıl nimetine sahiplerse hâlâ bu çelişkileri savunmakta diretmeyeceklerini ümit ederek onları tevbeye davet ediyorum.

Eyüp 16:7'de Eyyûb Aleyhisselam'ın şöyle dediği anlatılır:

Ey Tanrı, beni tükettin,
Bütün ev halkımı dağıttın.


/-/-/-/

Bilin ki, Tanrı bana haksızlık yaptı,
Beni ağıyla kuşattı.
“İşte, ‘Zorbalık bu!’ diye haykırıyorum, ama yanıt yok,
Yardım için bağırıyorum, ama adalet yok.
Yoluma set çekti, geçemiyorum,
Yollarımı karanlığa boğdu.
Üzerimden onurumu soydu,
Başımdaki tacı kaldırdı.
Her yandan yıktı beni, tükendim,
Umudumu bir ağaç gibi kökünden söktü.
Öfkesi bana karşı alev alev yanıyor,
Beni hasım sayıyor.
Orduları üstüme üstüme geliyor,
Bana karşı rampalar yapıyor,
Çadırımın çevresinde ordugah kuruyorlar.

(Eyüp 19: 6-12)

Görüldüğü gibi Tevrat'ta Eyyûb Aleyhisselam, başına gelen şeylerden ötürü sürekli şikayet eden, Allah'a karşı -hâşâ- bir peygamberin sarf etmeyeceği sözler sarf eden, asice ve sabırsızca davranan bir adam konumunda.
Şimdi bir de Kur'ân-ı Kerim'deki Eyyûb'e bakalım;

"Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi." (Sâd 44)

Eyyûb’u da an! Hani rabbine, “Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en merhametlisisin.” diye niyaz etmişti. (Enbiyâ 83)

Bu bir çelişkidir. Tevrat'taki Eyyûb, başına gelenlerden ötürü Rabbini suçlarken Kur'ân'daki Eyyûb ise Rabbine yönelerek "Şeytan bana hastalığım sebebiyle yorgunluk, bitkinlik ve acı vermektedir." (Sâd 41) diyen birisidir.

/*/*/*/

Bir diğer konu ise Süleyman Aleyhisselam'ın olayıdır;
Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı RAB'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı. Böylece RAB'bin gözünde kötü olanı yaptı, RAB'bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla RAB'bi izlemedi. (Tevrat 1. Krallar 11: 3-6)


Burada gayet açık, net ve kat'î bir şekilde Süleyman Aleyhisselam'ın hâşâ Allah'a ortak koştuğu anlatılıyor. Bunun te'vil edilebilir yahut başka tarafa çekilebilir bir yanı yok. Gayet açık.
Kur'ân-ı Kerim'deki Süleyman'a bakalım;


Ve onlar, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. (Bakara 102)

Onun bu sözünden dolayı Süleyman neşeyle gülümsedi ve “Ey rabbim!” dedi, “Gerek bana gerekse anne babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat!” (Neml 19)

«Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır. (Neml 30)

Şüphesiz, onun(Süleyman'ın) Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sâd 40)

Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi.(Sâd 30)


Bu da gayet sârih bir çelişkidir.

/*/*/*/

Bir diğer konu ise Harun Aleyhisselam'dır.


Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır'dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi. (Mısır'dan Çıkış 32:4)

Burada İsrailoğullarına buzağı putunu yapanın Harun olduğu geçmektedir.
Kur'ân'da ise şöyledir;


Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.
Bunun üzerine Mûsâ öfkeli halde ve hayıflanarak kavmine döndü. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Peki size bu süre çok mu uzun geldi, yoksa rabbinizin gazabına uğramak istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz!”
Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.

Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu. (Tâ-Hâ 85-88)


(Musa, döndüğünde:) Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime âsi mi oldun?
Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: «İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!» demenden korktum. (Tâ-Hâ 92-94)

Görüldüğü üzere Tevrat'taki Harun ile Kur'ân'daki arasında basbaya çelişki vardır. Bunu kimse inkâr etmez.

Bundan sonra, bütün bu çelişkilere kılıf uydurmaya çalışarak Allah Sübhane ve Teâlâ'nın kendilerini hak ile gönderdiği nebilerine günah ve şirk iftirası atmaya çalışanlar şeytanlaşmıştır. Bunların te'vil edilebilir bir tarafı olmadığı açıktır. Bir kıssa sözlü veya yazılı olarak yalanına, yanlışına bakmadan rivayet edilir. Sonra Rabbimiz bu işin hakîkatini, doğru şekilde Nebi (sav)'e hak olarak indirir. O'nun hakkında delil indirmediği şeyleri ise bilgisizce doğru kabul etmeye çalışmak yoldan sapmaktır.


Ebu Hureyre radiyallahu anh diyor ki:
"Ehl-i Kitap, Tevratı İbranice'den okuyor ve Müslümanlara Arapça izah ediyorlardı.
Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Siz, Ehi-i kitabı ne tasdik edin ne de yalanlayın. Siz: "Biz, Allah'a ve bize indirilene iman edenleriz." deyin
(Buhari, K. Tefsiru'l-Kur'ân, Sure 2, Bab: 11)

Görüldüğü üzere Allah Rasûlü (sav), Ehl-i kitabı tasdik etmek veya yalanlamaktan bizi nehyetmiştir. Ben normalde bu konu hakkında konuşmayacaktım. Ancak benim bu yazıyı yazmaktaki amacım ise insanların yalan-yanlış düşüncelerle günaha, şirke ve küfre düşmesinin önüne geçmektir. Rasûlullah (sav) bize "Biz, Allah'a ve bize indirilene iman edenleriz." dememizi emretmişse bizim üzerimize düşen de budur. Cahilce ve ilimsizce Ehl-i Kitabı tasdik etmeye çalışıp sünnetten yüz çeviren bu insanları, bunu yapmaya davet ediyorum.
Benim burada yapmaya çalıştığım Ehl-i kitabı tamamen yalanlamak değil, Kur'ân'a zıt fikirli bu arkadaşları yalanlayarak İslâm'ı doğrulamak idi. Bunun dışında İncil ve Tevrat'ta Kur'ân'ı tasdik eden şeyler olsa da bu hadiste "Ehl-i kitabı tasdik edenler"in hükmüne girmekten Allah'a sığınırız. Çünkü bunu yapanlar da mevcut olduğu için buna da değinmek istedim. Bizlere düşen "Biz, Allah'a ve bize indirilene iman edenleriz." diyerek Kur'ân'a, Sünnet'e ve Ashaba uymaktır. Bunun dışındaki şeylerden de Allah'a sığınırız. Rabbim bizi ve tüm kardeşleri şeytanın bu fitnelerinden korusun. Dosdoğru yola iletsin ve delalete düşenlerin yolundan korusun. Onlara da hidayet etsin.

En doğrusunu Allah bilir.
 
Alketa Çevrimdışı

Alketa

2024 Resmi Kitap Sponsoru
İslam-TR Üyesi
e kim bu taife ilk defa okuyorum 19 cu filan dedin edip yukselciler falan mi?
yani tevratta cidden hep bu tarz seyler var. o onunla birlikte olmus bu bununla kacmis
bi de surekli yemek uzerine kaideler vs. cok tuhaf yani tevrati okuyan birinin kendilerince sunduklari seyler. aşırı saçma yav
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Aleyküm selam kardeşim, meseleleri düzenli bir şekilde ele almışsın ancak bu meselelerin yorumu ve ayetlerin tevili münakaşa edilirken dinden bahsetmen ne kadar doğru? Din ibadeti Allah'a halis kılmaktır, ayetlerin tevilinde ihtilaf etmek dinde tefrikaya sebep olmamalıdır. Tabi kiminle ne gibi bir diyaloğun oldu bilmiyorum ama ilmi meselelerde nesnelliği korumak en güzeli, çünkü benzer bir yaklaşımı savunan herkes hadis inkarcısı değil.

Tevrattaki bu metinlerin yorumuna gelince bu konuda Yahudi ve Hristiyan ulemanın tefsirlerine bakmak meseleye daha fazla ışık tutacaktır çünkü Kuran-ı Kerim metinlerden çok bunların o dönem hakim anlayışını muhatap alıyor. Zaten İncil ευαγγελιον güzel haber (bushra/müjde) ve Tevrat da öĝretiler veya kanunlar demek, dolayısıyla Kuran bunları tasdikten bahsederken Allah'ın sözel olarak indirdiği vahiyden bahsediyor olmalı, ki bunların metninden çok yorumu önemli ve Kuran bize en güzel yorumu sunuyor (ehsanel kasas). Çelişki durumunda tabi ki Kuran'ın yorumuna öncelik vermeli.
 
Son düzenleme:
أ Çevrimdışı

أهل الحديث

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aleyküm selam kardeşim, meseleleri düzenli bir şekilde ele almışsın ancak bu meselelerin yorumu ve ayetlerin tevili münakaşa edilirken dinden bahsetmen ne kadar doğru? Din ibadeti Allah'a halis kılmaktır, ayetlerin tevilinde ihtilaf etmek dinde tefrikaya sebep olmamalıdır. Tabi kiminle ne gibi bir diyaloğun oldu bilmiyorum ama ilmi meselelerde nesnelliği korumak en güzeli, çünkü benzer bir yaklaşımı savunan herkes hadis inkarcısı değil.

Tevrattaki bu metinlerin yorumuna gelince bu konuda Yahudi ve Hristiyan ulemanın tefsirlerine bakmak meseleye daha fazla ışık tutacaktır çünkü Kuran-ı Kerim metinlerden çok bunların o dönem hakim anlayışını muhatap alıyor. Zaten İncil ευαγγελιον güzel haber (bushra/müjde) ve Tevrat da öĝretiler veya kanunlar demek, dolayısıyla Kuran bunları tasdikten bahsederken Allah'ın sözel olarak indirdiği vahiyden bahsediyor olmalı, ki bunların metninden çok yorumu önemli ve Kuran bize en güzel yorumu sunuyor (ehsanel kasas). Çelişki durumunda tabi ki Kuran'ın yorumuna öncelik vermeli.
Mesaj sayısının yetersizliğinden dolayı cevap yazamamıştım. O yüzden biraz geç bir cevap oldu.
Kardeşim haklı olduğun noktalar var. Ancak benim burada ilmî olarak ele almak istediğim konu Yahudilik veya Hristiyanlık değil, eğer öyle olsaydı evet, ihtilaflardan bahsedebilirdik. (O takdirde de başka sorunlar çıkardı ama konumuz o değil.)

Ayetlerin tevilini münakaşa edenler hakkında "Ben doğrusunu biliyorum, bana muhalefet eden mürteddir." gibi bir söz söylemedim. Bilakis Kur'ân'daki bu tarz ayetlerin muhkem olmadığını, farklı insanlarca farklı yorumlar yapılsa bile bunların te'vilinin en doğrusunu Rabbimizin bileceğini kabul ediyorum ve bunu imâ ile belirtmeye çalıştım.

Diğer mesele, bu insanlar Kur'ân'ın Arapçasını değil, hocalarının yazdıkları mealleri din kabul ediyorlar. Arapça aslına bakmıyorlar, hangi kelime hangi manâya geliyor, bunları önemsemiyorlar bile. Aynısı Tevrat ve İncil için de geçerli. Tamamen meal üzerinden gidiyorlar. Kur'ân meali, Tevrat meali ve İncil mealini alt alta yazıp "Aha bakın sünnete gerek yok, bunlar zaten birbirini tasdik ediyor." diyerek insanların akıllarını çeliyorlar.

Yani hadislerin sâhihini, hasenini reddediyorlar falan demiyorum. Mütevatir hadisler de dahil olmak üzere Sünnetin tamamını saçma bulup inkâr ediyorlar. Kur'ân'ı yorumlamaları tamamen İncil ve Tevrat üzerinden.

Bunlar yorumu değil, metnin kendisini baz alarak peygamberlere iftira atıp bunu kendi akıllarınca delillendirmeye çalışıyorlar. Misal Kur'ân'da "Süleyman kâfir olmadı." buyruluyorsa ve Müslüman olduğunu söyleyen birisi de çıkıp "Süleyman büyücüdür, kâfirdir." diyen bir metni kabul ederse bunun hükmü nedir?

İhtilaf olan meselelerde kat'î bir yorum ortaya atıp körü körüne bunu savunmak, aşırılık olurdu ve o zaman dinde tefrikaya sebep olmuş olurdu ki, bu konuda haklı olurdun. Lakin bu mesele, Müslüman ulemânın yorumunda itiraf ettiği bir mesele değil, hevâsını ilah edinen bir zümrenin Kur'ân'ı reddetmesi meselesidir.

İnsanların çoğunun aklı zayıf. Biri çıksa da ben de ona tabi olup peşinden gitsem diye düşünüyor çoğu. Son peygamberin geldiğini bilmelerine rağmen peygamberlik iddiasında bulunan birinin peşinden giden milyonlar var. İnsanları her anlamda gücümüz yettiğince uyarmamız lazım. Dinde tefrikaya sebep olmayalım diye kâfirleri, İslâm'a; bidat ehlini, sünnetle uyarmaktan geri durmayacağız. Aksi halde at izi, it izine karışır.

Bir örnek vereyim meselenin ehemmiyetini sen anla.
Tevrat'taki Yahudi ırkının üstünlüğüyle ilgili "Onların hepsini katledeceksin, kadınlarının ırzlarına geçecek, hepsini yok edeceksin." gibisinden sapkın şeyler olduğunu belki işitmişsindir. İşte bu insanlar, bu ayetler ile Kur'ân'daki cihad ayetlerinin arasını bulmaya çalışarak tasdike kalkışacak kadar sapıtmış bir fırkadır.

Kur'ân âleme nizam vermek, zulmü bitirmek, yeryüzünde adaleti sağlamak ve Allah dışında tapılan bütün putları paramparça etmek için cihadı emreder.

Bunların savunduğu ise yeryüzünde fesat çıkarmak, halkları kırıp geçirmek, bir ırkın üstünlüğünü savunmak gibi sapkın şeyler.
 
Son düzenleme:
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Mesaj sayısının yetersizliğinden dolayı cevap yazamamıştım. O yüzden biraz geç bir cevap oldu.
Kardeşim haklı olduğun noktalar var. Ancak benim burada ilmî olarak ele almak istediğim konu Yahudilik veya Hristiyanlık değil, eğer öyle olsaydı evet, ihtilaflardan bahsedebilirdik. (O takdirde de başka sorunlar çıkardı ama konumuz o değil.)

Ayetlerin tevilini münakaşa edenler hakkında "Ben doğrusunu biliyorum, bana muhalefet eden mürteddir." gibi bir söz söylemedim. Bilakis Kur'ân'daki bu tarz ayetlerin muhkem olmadığını, farklı insanlarca farklı yorumlar yapılsa bile bunların te'vilinin en doğrusunu Rabbimizin bileceğini kabul ediyorum ve bunu imâ ile belirtmeye çalıştım.

Diğer mesele, bu insanlar Kur'ân'ın Arapçasını değil, hocalarının yazdıkları mealleri din kabul ediyorlar. Arapça aslına bakmıyorlar, hangi kelime hangi manâya geliyor, bunları önemsemiyorlar bile. Aynısı Tevrat ve İncil için de geçerli. Tamamen meal üzerinden gidiyorlar. Kur'ân meali, Tevrat meali ve İncil mealini alt alta yazıp "Aha bakın sünnete gerek yok, bunlar zaten birbirini tasdik ediyor." diyerek insanların akıllarını çeliyorlar.

Yani hadislerin sâhihini, hasenini reddediyorlar falan demiyorum. Mütevatir hadisler de dahil olmak üzere Sünnetin tamamını saçma bulup inkâr ediyorlar. Kur'ân'ı yorumlamaları tamamen İncil ve Tevrat üzerinden.

Bunlar yorumu değil, metnin kendisini baz alarak peygamberlere iftira atıp bunu kendi akıllarınca delillendirmeye çalışıyorlar. Misal Kur'ân'da "Süleyman kâfir olmadı." buyruluyorsa ve Müslüman olduğunu söyleyen birisi de çıkıp "Süleyman büyücüdür, kâfirdir." diyen bir metni kabul ederse bunun hükmü nedir?

İhtilaf olan meselelerde kat'î bir yorum ortaya atıp körü körüne bunu savunmak, aşırılık olurdu ve o zaman dinde tefrikaya sebep olmuş olurdu ki, bu konuda haklı olurdun. Lakin bu mesele, Müslüman ulemânın yorumunda itiraf ettiği bir mesele değil, hevâsını ilah edinen bir zümrenin Kur'ân'ı reddetmesi meselesidir.

İnsanların çoğunun aklı zayıf. Biri çıksa da ben de ona tabi olup peşinden gitsem diye düşünüyor çoğu. Son peygamberin geldiğini bilmelerine rağmen peygamberlik iddiasında bulunan birinin peşinden giden milyonlar var. İnsanları her anlamda gücümüz yettiğince uyarmamız lazım. Dinde tefrikaya sebep olmayalım diye kâfirleri, İslâm'a; bidat ehlini, sünnetle uyarmaktan geri durmayacağız. Aksi halde at izi, it izine karışır.

Bir örnek vereyim meselenin ehemmiyetini sen anla.
Tevrat'taki Yahudi ırkının üstünlüğüyle ilgili "Onların hepsini katledeceksin, kadınlarının ırzlarına geçecek, hepsini yok edeceksin." gibisinden sapkın şeyler olduğunu belki işitmişsindir. İşte bu insanlar, bu ayetler ile Kur'ân'daki cihad ayetlerinin arasını bulmaya çalışarak tasdike kalkışacak kadar sapıtmış bir fırkadır.

Kur'ân âleme nizam vermek, zulmü bitirmek, yeryüzünde adaleti sağlamak ve Allah dışında tapılan bütün putları paramparça etmek için cihadı emreder.

Bunların savunduğu ise yeryüzünde fesat çıkarmak, halkları kırıp geçirmek, bir ırkın üstünlüğünü savunmak gibi sapkın şeyler.

Anladım kardeşim, cezâkellahu hayran. Bahsettiğin grupla henüz karşılaşmamışım öyleyse, o yüzden maksadını anlayamamıştım.
 
Üst Ana Sayfa Alt