Konuşmalarında Türkiye’nin bütünlüğünden, milli birlik ve beraberliğinden bahseden, sürekli kendilerinin de T.C vatandaşı olduklarını vurgulayan; ancak tüm hutbeleri, demeçleri, görüşmeleri, açıklamaları, bildirileri ve konuşmalarında Şiiliği bariz bir şekilde hissettiren bir şahsiyet olarak öne çıkıyor Selahattin Özgündüz.
Türkiye’de Açıkca devleti bile tehdit edebilen, Sünni Müslüman katliamı yapan Esed’i destekleyebilen her yerde ve her şekilde fitne konuşmalar yapabilen SELAHATTİN ÖZGÜNDÜZ KİMDİR ? _____________________________
Bu dosya kendi sitelerinden, hutbelerinden, bildirilerinden, televizyon-radyo konuşmaları/programlarından ve yayımlarından istifade ederek hazırlandı. Avrupa’nın en büyük inanç ve kültür merkezi olarak tanımlanan İstanbul’daki Zeynebiye Camii ve Kültür Merkezi’ne nezaret eden, burada hutbeler veren ve medyada ismi öne çıkan Özgündüz’e dair dosyada şu sorular ele alınmaktadır: Kimdir, düşüncesi nedir, neler söylemektedir, kimlerle görüşmektedir, kimleri niçin ve nasıl, ne şekilde hedef almaktadır, neler yapmaktadır, camiasında neler öne çıkmakta, onlara hedef olarak ne çizmektedir, camiasını nnasıl yönlendirmektedir, ülke dışından kimlerle ilişki kurmakta, bölgesel ve küresel gelişmelere nasıl bakmaktadır?
NİÇİN BU DOSYA HAZIRLANDI? Daha öncesinde Türkiye’de İran & Şii lobisi başlıklı kısımda farklı farklı kişiler, kuruluşlar, olaylar ve hadiseler ele alındı. Kamuoyunu ve ilgili kişileri bilgilendirme amaçlı bu dosyada bu sefer Türkiye’nin yakından tanıdığı bir şahsiyet ele alınmaktadır.
Dosya mevzubahis kişi ve camiasının Türkiye’de daha iyi tanınması, bilinmesi, varsa önyargıların ve yanlış anlaşılmaların giderilmesini temin etmek; yakın gelecekte yaşanacak muhtemel gelişmelere dair öngörülerde bulunacak sosyal bilimcilere, analizcilere, akademisyenlere ve İran uzmanlarına bilimsel bir araştırma zemininde katkılar sağlamak için hazırlanmıştır. Dosyada herhangi bir yanlış, yetersiz kaynak, eksik bilgi veya hakaretamiz anlaşılabilecek ifadeler olması; isimler, programlar, hareketler, liderler ve oluşumlara dair daha fazlasına ihtiyaç duyulması durumunda [email protected] adresine ulaşılmasını rica ederiz. Bu konuda mutlaka tavsiye, eleştiri, öneri, düzeltme, ekleme, çıkarma ve ilgili görüşlerin dikkate alınacağını vurgularız.
Selahattin Özgündüz’e ait ulaşılabilir internet veya yazılı/basılı (dergi, ilan, davetiye, gazete vs) medyadaki konuşmaları, açıklamaları, hutbeleri, buluşmalardaki, toplantılardaki demeçleri, verdiği röportajları, onunla ilgili yazılanlar ve söylenenleri içeren bu dosyanın hazırlanması için İran Analiz ekibi yaklaşık yedi yıllık bir arşivi kapsayacak şekilde geniş kapsamlı, çok boyutlu bir çalışma yapmıştır. Dosyada kısaca ve özetle yer verilen başlıkların/paragrafların hakkında detaylara veya kapsamlı bilgilere ulaşmak için zeynebiye.com başta olmak üzere diğer sitelere başvurulabilir.
YAKIN GEÇMİŞ VE SİSTEMATİK BİR ÇALIŞMANIN GELDİĞİ NOKTA
Türkiye’de İran’ın ve Şii oluşumların büyük mali bütçelerinin akıtıldığı; medya, dini, siyasi ve sosyal her açıdan desteğin temin edildiği, lider ve orta düzey elemanların yetiştirildiği bilinmektedir. Bunların en başında ise nispeten daha örgütlü olarak eğitimini dışarıda almış Şii din adamı Selahaddin Özgündüz ve çevresinde toplanan grup öne çıkmaktadır. Kendilerini Caferi Şiası olarak tanıtan bu grup çoğunlukla Iğdır, Kars bölgesindeki vatandaşlardan oluşmaktadır. İstanbul’un çeşitli bölgelerinde temerküz eden bu grup daha çok orta gelir seviyesine sahip, eğitim seviyesi düşük, toplumun çeşitli kademelerinde temsilde zayıf sosyal katmanlardan oluşmaktadır. İstatistiksel olarak kesin bir rakam bulunmamaktadır. Bununla birlikte sayılı da olsa Caferilere ait çeşitli camilerin varlığı, çeşitli münasebetlerle düzenledikleri programlar ve faaliyetlerdeki katılım oranları gibi istatiksel veri değeri taşıyan elementlere bakıldığında İstanbul ve Türkiye ortalamasında Şiiliği yaşayanların en fazla % 1-2 oranında oldukları tahmin edilmektedir. Buna siyasi veya fıkhi olarak Şiileşmiş olanlar da dahildir.
Başkanlığını Avukat Sinan Kılıç’ın yaptığı Caferilik İnancını Tanıtma, Araştırma ve Eğitim Derneği (kısa adıyla Caferi-Der) çatısı altında bir araya gelerek daha koordine faaliyet yürüten bu grupta öne çeşitli isimler çıkmaktadır.
Foto: Solda Özgündüz, ortadaki ise Kılıç.
Hamit Turan bunlardan din adamı olarak öne çıkarken basın bildirilerini ve PR çalışmalarını ise basın sorumlusu Kasım Alcan yürütmektedir. (Aşağıda solda)
Düzenli bir şekilde çıkarılan Caferi-Yol adlı dini, siyasi ve kültürel içerikli bir de dergileri bulunuyor. Dergi içinde zeynebiye.com sitesinde yayımlanan bilgiler, fotoğraflar ve temaslara da yer veriliyor. Özellikle Ortadoğu denkleminde Irak ve Şiiliği ilgilendiren gelişmelerden, bölgesel hadiselere kadar İran medyasındaki veya Şii alemindeki görüş, düşünce ve kanaatlerin nerdeyse aynısı daha çok Kasım Alcan’ın makalelerinde göze çarpıyor. Türkiye’de Şiilerden, İran’dan ve bu siyasetten yana bir görüşü aksettiren alıntı yazılara ve makalelere yer veriliyor.
Derginin içeriğinde aşırı bir şekilde Suudi Arabistan, Vahhabilik, Selefilik, Arap ve Taliban düşmanlığı yapıldığı görülüyor. Özellikle Kasım Alcan imzasıyla yayımlanan haber-analiz-yorumlarda direk Irak başta olmak üzere sair ülkelerdeki Irak İslam Yüksek Konseyi, Bedir Tugayları, Hizbullah gibi Şii terör örgütleri, oluşumlar ve grupların propagandasının yapıldığı gözlemleniyor.
Derneğin faaliyetlerinde ise daha çok Ehli Beyt sevgisi üzerinden kamuoyunu etkilemeye yönelik klasik Şii siyasetinin taktikleri kullanılıyor. Kutlu Doğum, Hz. Fatma, Vahdet, İmam Cafer-i Sadık, Kerbela, Birlik, Uzlaşı vs gibi konularda çeşitli konferanslar, sempozyumlar ve programlar düzenlendiği görülmektedir. Örneğin sözde Hz. Fatma’yı Anma Programı adı altında Zehra Ana Derneği adlı Şii kuruluş muhafazakarların yoğun yaşadığı Başakşehir’de program yapmakta, buraya alakasız bir şekilde İran’ın Başkonsolosu katılıp konuşma yapmaktadır.
Bunun yanı sıra Caferilerin aşırı şekilde siyasallaştıkları ve İran devletinin-Hamaney’in resmi açıklamalarıyla neredeyse paralel bir şekilde hareket ettikleri de tüm açıklamalarda, faaliyetlerinde ve yayın politikalarında net bir şekilde gözlemleniyor.
İran lobisinin tek merkezden çalıştığı, bu merkezin Zeynebiye olduğu örneğin Şiiliğini açıkça ilan eden Kenan Çamurcu’nun nerdeyse yapılan tüm programlara ya konuşmacı, ya katılımcı veya danışman olarak katılmasıyla da ortaya çıkıyor.
Fotoğrafta hemen her programda olduğu gibi yine Şii Kenan Çamurcu’nun yer aldığı görülüyor.
Aşağıda 31 Mart 2012 tarihli fotoğraf yer almaktadır. Konuşan Caferider Başkanı Av. Sinan Kılıç. Sağında ise İran lobisinin en önde gelen isimlerinden birisi olan Nurettin Şirin. Hizbullah terör örgütünün Suriye’de Esed katliamlarında yer alması nedeniyle yerle bir olan imajını düzeltmeye matuf bu taşıma kalabalıkla yapılan gösteride lobi mensuplarının ellerine Hizbullah bayrakları verilmiş. Yine manipülasyon aracı olarakHamas bayrakları da unutulmamış!
BASKI UNSURU OLMA VE ETKİN BİR İRAN-Şİİ LOBİSİ
Husi terör örgütünün kendi topraklarında saldırıp tahrik ettiği Suudi Arabistan’dan Türkiye’yi ziyareti gelen Bahreyn Kralına yönelik protesto eylemlerine; Şii tehdidine, İran’ın Suriye-İslam ümmeti aleyhindeki politikalarına değinen meşhur Sünni alim Yusuf el Karadavi’den Milli Gazete yazarı Şevket Eygi’ye, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’dan Vakit Gazetesi yazarı Mustafa Özcan’a, akademisyen Prof. Dr. Sedat Laçiner’den ilahiyatçı Ömer Döngeloğlu’na kadar eleştirel bir şey yazan, söyleyen ve konuşan her kim olursa olsun bunları kara propaganda mekanizmasıyla hedef almakta, saldırmakta ve linç kampanyasına tabi tutmaktadırlar.
Bunun ne derece tehlikeli sonuçlar doğurduğunu yapılan saldırılara cevap veren Prof. Dr. Laçiner’in şu cümlesi gayet iyi açıklamaktadır:
“Programda Ortadoğu’daki mezhep kavgalarını ve marjinal grupların diğer mezhepleri nasıl algıladığını tasvir ederken kullanmış olduğum ifadeleri benim şahsi görüşlerim olarak topluma lanse eden Özgündüz, programda geçen cümlelerin ilk kısımlarını tamamen keserek, cümleleri içeriğinden tamamen kopartarak, hiçbir şekilde bana ait olmayan görüşleri benim görüşüm gibi yansıtmakla kalmamış, basın yoluyla Türkiye Caferilerini ve Şii Müslüman kardeşlerimizi aleyhime provoke edebilecek son derece tehlikeli açıklamalarda bulunmuştur…”
İbretlik açıklamada Özgündüz’ün neler söylediği de ortaya çıkıyor: “Laçiner, açıklamasında Selahattin Özgündüz’ün şahsına yönelik “bağnaz ve yobaz”, “yobazlığı ve bağnazlığı beyninin merkezine oturtmuş bir insan” gibi pek çok hakareti de içeren bir konuşma yaptığını belirterek, “Kendisine yakıştıramadığım konuşmasını bilgi eksikliğine ve özensizliğe bağlamak istiyorum.”
Benzer şekilde Yusuf Kaplan, Mustafa Özcan, Ebubekir Sifil, Adem Özköse, Ersoy Dede, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Ömer Çelik, Dr. İbrahim Kalın, Ufuk Ulutaş, Prof. Dr. Yasin Aktay, Ali Ünal, Bülent Keneş, vs gibi akademisyen, yazar, siyasetçi, düşünür de anında yaptıkları açıklamalar nedeniyle damgalanmakta, tahkir ve teyzif ile hedef alınmaktadır. Özellikle twitter üzerinden Kenan Çamurcu’nun bu konuda en önde yer aldığı, lobinin diğer unsurlarının da paralel bir şekilde kara kampanyayı yürüttükleri görülmektedir.
Hedef alınan Sünni yazarlar, düşünürler ve kesimlerin yazdıklarına bakıldığında bunların gerek Türkiye’de gerekse diğer İslam coğrafyalarının tamamında azınlık olan (Caferi) Şii mezhep mensuplarının İran/Şii merciler üzerinden Sünnilere, değerlerine hakaret etmemeleri ve toplumsal bölünmeye yol açacak tavırlardan vazgeçmelerini tavsiye ettikleri görülmektedir. Siyasal ve askeri bir güç olarak iktidara gelen Büveyhiler, Fatımiler, Karmatiler, Hamdaniler, Safaviler ve en son İran İslam Cumhuriyetinde olduğu gibi Şii mezhebin hakim olduğu dönemlerde dini, mezhepsel, etnik ve kültürel olarak ciddi şekilde ayrımcı, ayrıştırıcı ve tasfiye edici bir politika yürütüldüğüne dikkat çekilmiştir. Bu çerçevede Irak, Suriye ve Lübnan’daki gelişmeler tehlike ve tehdide yönelik olarak yapılan uyarıları doğru çıkarmıştır. Bu meyanda mezkur şahsın ve camiasının kurduğu ilişkiler ağı, kullandığı retorik ve takip ettiği siyaset de tamamen mezhepçi ve dışa bağımlı bir hareket olduğu izlenimi vermektedir.
Camianın yayın organlarına bakıldığında Özgündüz’ün Müslüman camia ile işbirliğinin son derece kısıtlı olduğu görülmektedir. Dahası saldırgan ve hedef alan üslubu nedeniyle büyük bir kesimden tepki aldığı da bilinmektedir. Örneğin çok açık ve net bir şekilde gerek Özgündüz, gerekse İran&Şii lobisi Zaman, TodaysZaman, Milli Gazete, Yeni Şafak, Vakit, Star gibi gazetelerde çıkan köşe yazılarından, haberlere, makalelerden küçücük bir bildiriye kadar harekete geçmektedir. Bunları kimi zaman vahhabilik, fitnecilik ve kimi zaman da mezhepçilik yapmakla, bazen daha ileri giderek taşeronluk vs itham etmektedir.
Ak Parti hükümetini de açıkça hedef alan, tehdit ve tahkir eden Özgündüz’ün Suriye rejimini sonuna kadar savunup halkı koruyanların tamamını tekfirci, Vahhabi, selefi, Kaideci ve terörist diye yaftaladığı görülmektedir. Bu kadar net ve açık bir mezhepçi retoriği kullanan Özgündüz Türkiye’deki Aşura başta olmak üzere birçok programlarına meşrulaştırma aracı olarak Sünni şahsiyetleri, isimleri ve kuruluş temsilcilerini çağırmaktadır. Örneğin sürekli katılımını temin ettikleri olaylardan habersiz olduğu görülen Tiyemder adlı ciddi gücü/tabanı olmayan bir kuruluşun başkanı Selahattin Yazıcı öne çıkmaktadır.
Araştırmalar Selahattin Yazıcının bu grupla ilişkisinin daha gerilere gittiğini gösteriyor. Örneğin 2006 yılında Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı adlı bir kuruluşun ev sahipliğinde yapılan toplantının konusu Samarra’daki İmam Hadi el Askeri türbelerine yapılan saldırı. Toplantının konuşmacıları Necmi Sadıkoğlu, Selahaddin Özgündüz ve Fermani Altun. Yazıcının temsil ettiği kuruluş ise bu kurumun üyesi görünüyor, gazete küpürlerine bakıldığında aynı toplantıda onun da bulunduğu görülüyor. Sadıkoğlu’nun açıklamasında birlik çağrısı yapılırken Özgündüz’ün konuşmasında hedef direk daha faili belli olmamasına rağmen hemen tekfirciler, kaideciler, Saddamcılar vs klişe sıfatlarla belirli kesimler oluyor. Google ile yapılan taramada metinlere ulaşılırken fotoğraflara ulaşılamıyor. Şaşırtıcı olan ise Sadıkoğlu adlı şahsın bizzat Caferider’in büyük katılımlı bir programında protokol konuğu olarak katılması, burada uzunca bir konuşma yapması!
Foto: Ön sırada ortadaki şahıs Selahattin Yazıcı.
Özgündüz’ün ve taşıdığı zihniyetin retoriği özellikle Irak bağlamında sosyolojik ve medya dili açısından geniş kapsamlı bir şekilde ele alınmayı gerekli kılmaktadır. Bu inceleme beraberinde özellikle Suriye devrimiyle birlikte ittifak ağlarının daha net bir şekilde ortaya çıktığı Esed-Tahran-Maliki ve Hizbullah arasındaki ilişkiyi ve Türkiye düşmanı odağın mahiyetini anlamaya yardımcı olacaktır.
İran&Şii lobisinin direk veya dolaylı olarak hedef aldığı Sünni kökenli direniş grupları, oluşumlar ve genel olarak işgal karşıtı güçler. Irak içindeki Şii mercilerin, oluşumların, partilerin, medya kuruluşlarının nerdeyse tamamı da patlamayı hemen takiben yaptıkları açıklamada benzer hususları dile getirerek hedef gösterdiler. Planlayıcıları ve yürütücülerinin Amerikan işgal güçleri ve Irak hükümet güçleri olduğu gayet iyi bilinmekteydi. Hükümet güçlerinin ise İran’da eğitim alan terörist Bedir Tugayları milisleri ve Dava Partisi gibi diğer Şii güçlerden oluştuğu bilinmektedir. Tüm bunlara rağmen, aşağıdaki linkte görüldüğü gibi videolarının dahi kamuoyuyla paylaşılmasına rağmen bunlar görmezlikten gelinerek ülkedeki etnik temizlik saldırılarına zımnen kapı açılmış oldu.
İmam Hadi el Askeri Türbesine Amerikan-Irak hükümet işgal güçlerinin baskını:
YouTube
Oysa aynı esnada örneğin Irak’taki önde gelen Irak Müslüman Alimler Heyeti (Genel Sekreteri Şeyh Haris ed Dari)’nin tavrına bakıldığında bunlar olayı nefretle kınadığını, arkasında ülkeyi bölmek, fitne çıkartmak ve işgalcilerden dikkati uzaklaştırmak isteyenlerin oyunu olduğunu söyledi. Tüm kesimleri nefislerine hakim olmaya, tahriklere kapılmamaya çağırarak, sağduyuya davet etti. Bunun işgal güçlerine o tarihlerde günde başarılı yüzlerce operasyon yapabilecek güç ve kudrete sahip irili ufaklı çok sayıda Sünni kökenli direniş hareketleri için bir fetva görevi gördüğünü vurgulamak gerekiyor.
Yukarıdaki gibi bir çağrı olmaması durumunda Irak direniş güçlerinin olay daha sıcakken Sünni camilerini, merkezlerini ve sembollerini geniş şekilde hedef alan, bombalayan, yakan, yıkan ve işgal eden Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu başta olmak üzere birçok Şii grubu rahatlıkla durdurup karşı saldırı ile gerilimi tırmandırabilecek kapasitede, güçte, organizasyonel ve operasyonel yeterlilikte olduğunu ifade etmek gerekiyor. Çünkü gerek Türkiye’deki ve gerekse dünya genelindeki Şii medyasında özellikle “Irak Direnişi” kavramını özellikle kullanılmaması, kullanıldığında ise direk Şii örgütler ile irtibatlandırılıp vermeye çalışması, en önemlisi önde gelen Sünni alimlerden, şahsiyetlerden ve direniş örgütlerinin saygın isimlerinden birisi olan Irak Müslüman Alimler Heyeti Şeyh Prof. Dr. Haris ed Dari’nin hedef tahtasına oturtulmasıdır. Aynı paralelde direnişi destekleyen Şeyh Prof. Dr. Yusuf el Karadavi’nin benzer saldırılara maruz kalması gözlerden uzak tutulmamalıdır. Benzer şekilde özellikle Suriye devrimine dair hangi Sünni alim açıklama yaparsa yapsın hemen karşısında ve şiddetli tepkisel/saldırgan bir şekilde saldırıya uğramaktadır.
İstisnasız Türkiye’deki tüm Şii lobi mensuplarının Irak’a dair kaleme aldıkları makalelerinde, çalışmalarında ve konuşmalarında bu rahatlıkla görünecektir. Zira alimler heyeti olsun, Irak direnişi ve Sünni kesimler olsun işgal karşıtı güçler İran’ın tam destek verdiği Amerikan projesi olan ülkenin Şii, Sünni, Kürt gibi etnik, mezhepsel temelde bölünmesine engel olan güçlerdir. Böyle olunca 2003 yılında başlayan BOP projesinin uygulanmasında kilit rol oynayan el Hekim grubu, Şii federal bölgesi rüyaları gören diğer kesimler ve Irak’ı kendine bağlamayı hayal eden büyük Şii imparatorluğu rüyası gören İran ile İran&Şii lobisi bu rüyalarını gerçekleştirmeyen tüm kesimleri hedef tahtasına oturtmuştur.
Yukarıdaki bağlamda lobi bünyesinde yer alan Selahaddin Özgündüz’ün, Kenan Çamurcu’nun, Alptekin Dursunoğlu’nun, Nurettin Şirin’in, Üzeyir Yiğit’in vs vs kişilerin yazıları, internet siteleri ve yazdıkları, konuştukları yerler ve eylemleri geçmişe doğru tarandığında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. Hedef Irak’ı bölmek isteyen Amerikan işgalcilerine ve elbette katı Şiicilik projesiyle mezhep çatışmalarını körükleyen İran’la ülke içindeki işbirlikçi oluşumlara karşı duran Haris ed Dari ve elbette cesaret etmeyip isim vermedikleri ancak çeşitli sıfatlarla karalamaya çalıştıkları Irak direnişidir. Bu şahıslara ve sitelerine (velfecr, rasthaber, zeynebiye, caferiyol, israhaber, kudusyolu, saafonline, yakindoguhaber, irakhaber vs) bakıldığında Pentagon’un dahi itiraf ettiği, bir günde yüzlerce direniş operasyonunun yapıldığı zamanlarda dahi Irak’tan tek bir direniş haberine yer vermemeleri, olayı karartmaları, çarpıtmaları ve Türkiye kamuoyundan gizlemeleri neyle açıklanabilir? Bunun tek sebebi vardır: Irak’ta işgalin gölgesinde İran’ın tam onayıyla ve Amerikan-İran işbirliği ile kurdurulan hükümetlerin ve yeni devletin Şii partilerin hegemonyası altında olmasıdır! El Hekim, Sadr, Caferi, Maliki vs bu gruplar İran’ın onayı olmaksızın tek bir adım dahi atamayacak olan gruplardır. Bunların Türkiye’ye geldiğinde irtibata geçtikleri resmi makamlardan sonraki ilk yer elbette Zeynebiye ve Özgündüz’dür…
İMAM HADİ EL ASKERİ TÜRBESİ PATLAMASI VE MEZHEPÇİLİĞİN HORTLAMASI
Şiiler için en kutsal mekanlardan birisi olan ve Irak içinde Sünnilerin ve işgal karşıtı oluşumların önemli bir mercisi olan Irak Müslüman Alimler Heyeti başta olmak üzere tüm Müslümanların nefretle kınadığı İmam Hadi el Askeri türbesi saldırısı çok önemliydi. Çünkü terörist saldırıda asıl hedef Amerikan işgalcileri ve işbirlikçisi İran&Şii milislerin bir türlü başa çıkamadığı tamamına yakını Sünnilerden oluşan Irak Direnişini durdurmak ve toplumsal yapıyı parçalamaktı.
Ne yazık ki saldırının arkasında kim/ler/in olduğu daha ortaya çıkmadan neredeyse Şii merciiyyet makamlarının tamamı, İran&Şii lobisine ait yazılı, görsel basın-yayın kuruluşlarının tamamı, direk veya dolaylı olarak olayın suçlusu olarak Vahhabi, Selefi, Tekfirci, Saddamcı, Baasçı, el Kaideci, Navasıb gibi aslında Irak’ta Sünnilerin tavsif edildiği sıfatları kullanarak bu tehlikeli planın yürütülmesine ön ayak oldular. Yukarıdaki videoda ve olay sonrası birçok makalede, araştırma ve görgü şahitlerinin ifadelerinde bunun mezhep fitnesi çıkartmak isteyen ABD-İran projesi olduğuna işaret edilmekteydi.
Samarra’daki patlamanın ardından bu toplumsal öfkenin yönlendirildiği yerler ve kesimler Sünniler, Sünni camileri, alimleri, kuruluşları ve mahalleleri oldu. Sadece bir gün içerisinde başkent Bağdat ve muhtelif şehirlerde yüzlerce Sünni camisi basıldı, yakıldı, yıkıldı, işgal edildi, sokak ortasında alimler sürüklenerek öldürüldü. Bu kanlı ve geniş çaplı etnik temizlik operasyonların yürütülmesinde Mukteda Sadr liderliğindeki Mehdi Ordusu teröristleri, Bedir Tugayı teröristleri, Irak Hizbullah’ı teröristleri, Şii Fazilet ve Dava Partisine bağlı milisler, hükümete bağlı Şii komandolar, polisler ve güvenlik görevlileri ve elbette İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Tugayları yer almaktaydı. Modern Irak tarihine kara bir leke olarak geçecek olan bu etnik temizlik operasyonlarına dair hangi caminin, nasıl ve ne şekilde hedef alındığına dair dosyayı İran Analiz grubu olarak yayımlamıştı. İlgilenenler Sünni Camiler başlıklı kısma bakabilirler.
Ne Selahaddin Özgündüz, ne Caferider, ne Nurettin Şirin, ne Kenan Çamurcu, ne Alptekin Dursunoğlu, ne de bu konuda konumunu açıkça ortaya koyan İran lobisinden herhangi bir şahıs, direniş eksenini savunduğunu iddia eden kişi, kurum, kuruluş veya internet sitesinde bu denli geniş ve sistematik saldırılara dair neredeyse tek bir haber, tek bir yorum, tek bir alinti bile yapılmadı! Son derece dikkat çekici olan bu konu kesinlikle ele alınması gereken bir mevzudur. Halen olayın faillerinin ortaya çıkartılamaması ve sözde kim olduğu bilinmemesine rağmen yayımlanan haberlerle bu konu manipüle aracı olarak kullanılmaya devam etmektedir
Zira bu hadise üzerinden genel anlamda Irak dosyanın açılması demek bugün İran’ın rolünün ne olduğunu ve İran&Şii lobisinin neler yaptığını, neyi hedeflediği, ne tür ilişkiler ağının olduğunu iplik söküğü gibi ortaya çıkartacaktır. Bu nedenle mezkur lobinin sanki vebalı bir alanmış gibi Irak meselesinden kaçınmalarının sebebi anlaşılmaktır. Zira Irak denilince akla direniş gelmektedir. Direniş güçlerinin de ülkede masum halkı ve onları savunan kesimleri hedef alan Amerika ve işgalci güçlerle, işbirlikçi Şii partilere mensup güvenlik güçleriyle, Şii milis güçlerle ve İran Kudüs Tugayları, özel birlikleri ile savaştığı gayet iyi bilinmektedir.
İlişkilerine bakıldığında bulundukları ülkelerde kan akıtılmasına sebebiyet veren, terörist faaliyetlerde bulunan, yazılı-görsel medyalarında Sünni karşıtlığının bariz bir şekilde görüldüğü ve tamamının yine İran tarafından desteklenen örgütler olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin komşusu olan Irak’ta son beş yıl içinde Maliki hükümetinin Milli Eğitim Bakanlığında yaptığı Şiileştirme politikası, Şii eyaletlere yönelik kayırmacı ekonomik yatırımlar, devlet kurum ve kuruluşlarında mezhepsel renklerin ön plana çıkartılarak kadrolaşmanın yapılması, yüzlerce Sünni cami, dini merkez ve özellikle Osmanlı-Türk eserlerinin tahrip edilmesi, yıkılanların restorasyonuna izin verilmemesi gibi hadiseler yaşanmıştır. Bu tür mezhep çatışmalarını körükleyen kişi ve yapıların en başında Şii merciler, Şii partiler ve hükümet gelmektedir.
Bunların tamamıyla Selahattin Özgündüz ve ekibinin çok sıkı ilişkiler içinde olduğu, görüşmeler yapıldığı ve karşılıklı ziyaretlerin gerçekleştirildiği görülmektedir.
Örneğin 2012 Mayıs ayının sonu itibariyle içinde İran lobisinin önde gelen isimlerinden birisi olan Şii Kenan Çamurcu’nun yer aldığı Zeynebiye merkezli Özgündüz ve küçük bir grup Irak’a gitti. Burada açıkça ve net bir şekilde Türkiye’yi tehdit eden, her fırsatta Türkiye ve Sünni dünyasına düşmanlığını ortaya koyan, ülkedeki masum insanları etnik temizlik operasyonlarına uğratan oluşumlarla görüşüldü.
Terörist Mehdi Ordusunun lideri Mukteda Sadr, bir diğer terör örgütü Bedir Tugaylarının bağlı bulunduğu (sözde ayrıldı) Irak İslam Yüksek Konseyi (Hekim grubu), Amerikan işgaline kapıları açan Şiilerin mercisi olup direnişe fetva vermeyen Ali Sistani ziyaret edilenler arasında.
Elbette gerek Türkiye’den giden Özgündüz ve taifesinin gerekse Irak’ta görüşülen taifenin hepsinin Şii olması, bunların hepsinin halihazırda Türkiye düşmanı olan mezhepçi Şii siyaset güden Maliki’den yana olması gözlerden kaçmıyor. En önemlisi ise tüm isimlerin, mensubu olduğu oluşumların, bağlı bulundukları Şi mercilerin ve emir aldıkları İran’ın çocukların boğazlanarak kesildiği, vahşice katledildiği Suriye’de sonuna kadar Beşşar Esed rejimini destekledikleri gerçeği. Irak’a ziyarete giden ekip de, ziyaret edilen ekip de, finans kaynaklarını sağlayıp, koordinasyonu temin eden de, bunu basına servis edip Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, devletinin, dıp politikasının ve kamuoyunun açıkça karşısında yer alıp düşman safında yer alanların da aynı zihniyet dünyasının birer unsurları olduğu ortaya çıkmaktadır.
Örneğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK için düzenlediği operasyonlar esnasında/sonrasında bu görüşülen isimlerin Türkiye’ye yönelik tehditvari açıklamaları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Haşimi’ye kapısını açması nedeniyle yapılan açıklamalar ve Maliki’nin mezhepçi olduğu yönündeki demeçlerine yine aynı grupların verdiği tepkilerin neler olduğuna bakıldığında dehşet bir şekilde Şii mezhepçi retoriğe başvurulduğu görülüyor.
İran-Şii lobisine ait tüm internet sitelerinde yukarıdaki gelişmelere dair yayımlanan haberler, Özgündüz’ün verdiği hutbeleri ve tahrik ettiği camiasının sosyal medyada hakaretlere varan (örneğin Zeynebiye’deki gençlik oluşumu mensuplarının hukuki olarak suç teşkil eden birçok hakareti açıkça Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için twitterda kullanması gibi) yazıları bu ideolojik fay hattını tehdit edici yönlerini ortaya koymaktadır. Lobinin tüm mensuplarının sıkı bir dayanışma içinde oldukları ve ortak hareket ettikleri küçük bir araştırmada anlaşılıyor.
Örneğin tüm Şiilik-İran vs kapsamındaki programlarda bir arada bulunan Caferider bşk Sinan Kılıç’ın Çamurcu’ya yönelik twitlerından bazıları…
Gerek 2012 Mayıs ayı sonunda Türkiye Caferilerinin gerçekleştirdiği kendi yayın organlarına yansıyan ziyaret çerçevesinde yapılan temaslar, gerekse dünyanın muhtelif yerlerinden İstanbul’daki Zeynebiye’ye yapılan ziyaretler ile gerçekleştirilen temaslar da oldukça dikkat çekici ipuçları veriyor. Irak’ta halihazırda İran’ın tahakkümünün yansıması olan oluşumlar ve Şii merciler ile görüşüldüğü ifade edilmektedir.
Benzer şekilde Şii oluşum, şahsiyet ve yapılanmaların Zeynebiye’ye gelmeleri de buranın dini bir merkez olmasının dışında İran devletinin siyasetinin direk şekilde yansıtıldığı bir propaganda merkezi, hareket üssü, uluslararası gelişmelere dair görüşmelerin yapıldığı, yol haritasının belirlendiği, para ve kaynak transferinin yapıldığı, know-how aktarımının temin edildiği bir çok yönlü hareket merkezi olduğu izlenimi edinilmektedir.
Örneğin biraz geçmişe gidildiğinde gerek İbrahim Caferi dönemi, gerekse Maliki döneminde üst düzey makamlarda bulunan ve şimdi hükümet sözcülüğü yapan Ali Debbağ’ın Türkiye’ye geldiğinde Zeynebiye’yi ziyaret ettiği, burada ağırlandığı ve ibadetini yaptığı görülmektedir. Sıradan bir olay gibi değerlendirilecek bu hadise aslında çok daha derin siyasi-mezhepsel-stratejik hedefleri olan bir planlı çalışmanın neticesidir. Zira özgürce ibadetlerini yapan Caferilere (11 İmamcı Şiiler) ait herhangi bir camiyi değil de neden Zeynebiye’yi ziyaret etmiştir Debbağ? Irak Hükümeti resmi sözcüsünün acaba buraya şatafatlı bir şekilde gelip, reklam yaparcasına bol bol fotoğraflar çektirmesi, buraya bu kadar önem atfetmesi kimlere, ne tür mesajlar vermektedir?
Türkiye Cumhuriyeti veya herhangi bir İslam ülkesinin resmi sözcüsü değil sıradan bir STK temsilcisi, veyahut ilim adamı, akademisyeni ve öğrencisinin dahi bugün İran İslam Cumhuriyeti’nin başkenti Tahran’a gittiğinde günlük namazlarını veya Cuma namazını kılabileceği tek bir Sünni camisi bulamayacağı bilinmektedir! Elbette bu vakıa, İran vatandaşı olan milyonlarca Sünni Müslümanın 30 yıldır yaşamakta olduğu dışlayıcı, ötekileştirici ve ayrımcı bir politikanın neticesidir. Aynı şekilde Debbağ ve temsil ettiği Şii partilerin hegemonyasındak Bağdat’ta Sünnilere ait yüzlerce caminin yakıldığı, yıkıldığı ve işgal altında bulunduğu, kullanılmaz hale getirildiği gerçeği de hatırlanmalıdır.
BÖLGESEL-KÜRESEL MEZHEP DAYANIŞMASI VE İRAN SİYASETİNİN YÜRÜTÜLMESİ
Türkiye’deki İran&Şii lobisinin Tahran’dan gelen bir emir üzerine küçük de olsa çeşitli münasebetlerle hemen toplanıp konuya göre destek&tepki gösterileri, açıklamalar veya eylemleri düzenlemektedir. Buna dair onlarca örnek bulunmaktadır.
Yemen’de yüzlerce Zeydi alim Husilerin Zeydi mezhebinden olmadıklarını, bozulmuş ve daha çok 12 İmam Şiasına (Caferilik) yakın Carudiye görüşüne sahip olduğu yönünde fetva verdi. Bunu zaten Husi hareketinin lider kadrosunun video kayıtlarında ve külliyatında görmek de mümkün. 12 İmamcı Şii oldukları, hatta Vilayet-i Fakih ideolojisini de savundukları biliniyor. Elbette aşağıdaki örnekte olduğu gibi bazen Şii lobisi yanlışlıkla da olsa Husilerin gerçek düşüncelerini açığa çıkarıyor.
Husi Hareketi çeşitli şekillerden örgütlenme modeli olarak Hizbullah ile benzerlik taşıyor. Ülkede binlerce masum insan Husilerin terör eylemleri, belirli yerlere nüfuz etme için gerçekleştirdiği saldırılar nedeniyle hayatını kaybetti, yaralandı ve yerlerinden zorunlu göçe tabi tutuldu. Husi Hareketi, İran ve Hizbullah’tan aldığı silah, lojistik, mühimmat ve istihbarat desteği ile saldırılarını sadece Yemen içinde değil Suudi Arabistan’ın sınır bölgesine kadar taşıdı. Birçok köye saldıran Husi güçlerinin katliamlarına Suudi Arabistan devleti şiddetli bir tepki verdi. Çok sayıda Husi terörist etkisiz hale getirildi ve saldırı püskürtüldü. Böylesi bir tepki ve karşılık beklemeyen Husiler desteğin de azalması nedeniyle Yemen Hükümeti ile anlaşma masasına oturdu ve sınır bölgesinden çekildi.
PKK benzeri sivil halkı, okulları, camileri, medreseleri, alimleri, imamları, memurları ve askerleri hedef alan bir siyaseti takip ediyor Husi örgütü. İşlenen ihlallere dair el Cezire Stratejik Araştırmalar Merkezi adlı Yemen kaynaklı teşkilatın yayımladığı raporlar dair çok sayıda insan hakları örgütünün çalışması var. Husilerin bu politikaları kamuoyundan gizlenerek sanki masum bir hareketmiş gibi lanse edilmeye çalışıldı. Selahaddin Özgündüz ve bir grup Şii İstanbul’da ve farklı yerlerde sokaklara çıkarak Husilere destek gösterisinde bulundu.
Yine İran lobinin bir diğer önemli üyesi olan Avukat Üzeyir Yiğit adlı şahıs ise Mazlumder çatısı altında olayı Ankara merkezli olarak organize etti. Burada Suudi Arabistan’a şiddetle saldırıldı, Husi terör hareketi masum ve saldırıya uğrayan bir hareket gibi lanse edildi. Dahası Husilerin öldürdüğü sivillerin fotoğrafları kullanılarak bunların Suud saldırılarında öldürüldüğü iddia edildi. Enteresan bir şekilde bu şahsın Suriye devriminin karalanması, Irak’taki Şii terör örgütlerinin meşrulaştırılması ve İran lehinde hangi program varsa düzenlenmesi, kolaylaştırılması ve katılımın sağlanması gibi önemli bir rol üstlendiği gözlerden kaçmıyor.
Oysa bunların tam aksine herhangi bir şekilde örneğin Maliki ve Sadr’ın tehditleri, Bahreyn’deki Şii terör, İran’ın Türkiye’ye yönelik tehdit içeren açıklamaları, Esed karşıtı gösteriler, demeçler ve eylemlere dair yapılan hiçbir şeye Üzeyir Yiğit’in hiçbir şekilde mü-dahil olmadığı, destek vermediği ve yer almadığı dikkatlerden kaçmamaktadır.
Kendisinin de ifade ettiği gibi Şii olan Yiğit’in sadakatı Türkiye’ye değil İran’adır, inancı ve akidesi bağlı bulunduğu merciye bağlıdır, Türkiye’ye yerleştirmek istediği sistem ise Müslüman olarak görmediği Sünnilerin nihayetinde Irak-Lübnan ve Suriye’de olduğu tasfiye edildiği veya etkisiz eleman olduğu, 12 İmamcı anlayışın (Velayeti Fakih düzeni de olabilir) yani Şiilik-Caferiliğin hakim olduğu bir devlet sistemidir. Mezhepçi ve dışlayıcı bir İran-Şii hadisesine dair küçücük bir açıklamada, demeçte veya harekette kendisinin twitter üzerinden tahammülsüz, teknit ve takbih edercesine saldırıya geçtiği onlarca örnek bulunmaktadır.
Ismarlama bir ziyaret olduğu açıkça anlaşılan Özgündüz, Çamurcu ve küçük bir grubun Irak ziyaretine dair twitter yazışmalarında Üzeyir Yiğit’in kim adına çalıştığı da açığa çıkmış oldu. Irak’ın açıkça bölünmesini isteyen, federatif bir Şii yönetimi kurmaya çalışan Hekim liderliğindeki Irak İslam Yüksek Konseyi’nin Türkiye’deki temsilcilerinden birisi de Üzeyir Yiğit’tir. Selam göndermekte ve sonuna eklemektedir Meclisi Âlâ’dan yani Meclis el-Ala el-İslamiyye. Hekim’in başkanlığını yaptığı İran’ın tam destek verdiği Irak İslam Yüksek Meclisi. Biraz öncesi Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi!
Abdullah Tütüncü adlı Irak asıllı şahıs her ne kadar bu terör örgütünün resmi temsilcisi olarak görülse de olayların arka planında Yiğit yer almaktadır. Ankara’daki Ammar Hekim basın toplantılarında alakasız bir şekilde farkında olarak veya olmayarak yer alan Üzeyir Yiğit’in nerdeyse tüm programlarda yer alması, bu örgütü net bir şekilde savunan yazılar kaleme alması ve attığı twit ilişkiler ağını kendi kaleminden ortaya koyuyor.
İRAN’DAN YAKILAN YEŞİL IŞIK VE DÜNYA GENELİNDEKİ ŞİİLERİN ORTAK HAREKETİ
Yukarıda detaylı olarak yer verildiği gibi Şii oluşumların hareket noktası kesinlikle İran ve Şii merciler olmaktadır. Merkezde İran-Şii mercilerin yer aldığı hareket noktası aynı zamanda, aynı konu, aynı sloganlar ve aynı hedefler doğrultusunda yürütülmektedir.
Mesela Bahreyn’de barışçıl gösteriler adı altında kamu ve özel kurumları, kuruluşları, işyerlerini çalışmaz hale getiren, bir müddet sonra direk Sünnileri ve Asya kökenli işçileri hedef alan, polisleri ezerek öldüren, caddeleri ve sokakları bölerek barikat kuran İran destekli Şii oluşumlar da Türkiye’deki Özgündüz ve grubunca gelen emirler üzerine desteklenenler arasında yer almaktadır. Başını Vilayet-i Fakihe bağlı el Vifak Hareketi’nin çektiği Bahreyn Şiileriyle ilgili çeşitli münasebetlerle Zeynebiye grubu kendi çapında destek gösterileri yaptı. Bahreyn Kralı Türkiye’ye gelince provokatif eylemlere, basın-yayın kuruluşlarında karapropaganda ve manipülatif eylemlere başvurmaktadır. Aynı şekilde Lübnan Hizbulah’ı, Mehdi Ordusu terör örgütü, Kuveyt Şiası, Husiler ve çeşitli yerlerdeki Şiiler de bu hareketi desteklemektedir.
Foto: TAYDER (Toplumsal Araştırma ve Yardımlaşma Derneği) tarafından organize edilen Filistin’de açlık grevinde bulunan 1600 Filistinli esir ve Bahreyn’de 70 gündür açlık grevinde bulunan Abdul Hadi Al- Khawaja ile dayanışma amacıyla, bugün (23 Nisan Pazartesi) saat18.00′de İstanbul’da Beşiktaş Fulya’da bulunan BM İstanbul temsilcilik binası önünde basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması Zehra TV Türkiye Genel Müdürü Ş.Cevat Gök’ün Kuran-ı Kerim tilavetiyle başladı.
Bahreyn’de birçok terör eylemi düzenleyen Vifak hareketinin fanatik Şii lideri Şeyh Ali Selman Türkiye’ye getirtildi. Burada Selahaddin Özgündüz ve grubu kapılarını açıp, medya kuruluşları (rasthaber vb) ile Bahreyn’de ciddi toplumsal ayrışmalara sebebiyet veren bu şahsa mihmandarlık yaptı.
Türkiye kamuoyunun ve medyasının bilmediği çok önemli bir ayrıntı böylece bir kez daha ortaya çıktı.Aşağıda rasthaber’de yayımlanan Tayder’de yapılan Selman ile Türkiye Şiileri arasındaki görüşmeye dair fotoğraf yer almaktadır.
Özgündüz başkanlığındaki Türkiyeli Caferilerin de Selman başkanlığındaki Bahreynli Caferilerin de İran rejimine sadakatları ve 12 İmamcı fanatizmi gerçekten şaşırtıcı boyutlarda. Örneğin görüşmelerde ve basına servis edilen görüntülerde Bahreyn bayrağı diye masalara konulan bayrak gerçek Bahreyn’i değil! Zira bayrak 12 imama nisbeten değiştirilen ve Şiilerin kullandığı ters çevrilmiş bir Bahreyn bayrağı. Görüşmeyi gerçekleştiren iki tarafın son derece iyi bildiği bu sinsi ve tehlikeli adımı ne yazık ki sadece konuyla ilgilenen araştırmacılar ve uzmanlar bilmektedir.
Öte yandan İstanbul’da düzenlenen onlarca konferanstan birisi de vahdet konferansı adını taşımaktaydı.
Buraya Şii propagandası yapan ve birçok fanatik Şii’yi, Sünni karşıtlarını toplayan, sonrasında bunları Zeynebiye Kültür Merkezinde gezdiren ise Selahaddin Özgündüz ve grubuydu. Bunların içinde dikkati çeken Batılı medya kuruluşlarının dahi adını korkuyla andıkları ve direk “aşırı Sünni düşmanı” diye vasıflandırdıkları fanatik Şii İbrahim el Caferi idi. İşgal altındaki Irak’ta başbakanlık koltuğuna oturtulan bu şahsiyet zamanında ülkede onbinlerce insan sahip olduğu mezhep ve düşünce nedeniyle tutuklandı, işkence gördü ve devlet kurumlarından paramparça şekilde cesetleri çıkarıldı. Konuyla ilgili olarak Ölüm Tugayları adıyla bir uzun belgesel dahi hazırlanıp yayımlandı.
Tüm bunlara karşın konunun uzmanları, araştırmacılar, tarihçiler ve akademisyenler bu tür programlara sıradan bir Şii (Caferi) alimin, akademisyenin, aktivistin veya barışçıl bir şekilde hoşgörü ortamında birlikte yaşamayı savunan, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne tehdit olmayan kişi ve kuruluşların çağrılmasının daha makul olduğunu söylüyor. Çünkü nihayetinde binlerce yıl Anadolu toprağında farklı din, düşünce, mezhep ve etnik yapıları birlikte yaşamıştır, yaşamaya devam etmektedir. Hz. Ömer (ra) dönemiyle birlikte İslamlaşmaya başlayan Anadolu coğrafyası çeşitli beylikler, Selçuklular ve nihayetinde Osmanlı Devleti ile birlikte Ehli Sünnet vel Cemaat anlayışının kökleştiği bir yapı halini almıştır.
İslam’ın sahih bir şekilde yaşandığı bu coğrafyada tarih boyunca sapkın ve tehlikeli bir azınlık akım olarak kalan Şiilik özellikle Fars/Safavi emperyal hedefleri olan İran tarafından kullanılması durumunda ülkedeki mozayiği bozan bir mahiyet arz etmiştir. Bu sebeple bir kez daha özellikle İran’ın direk müdahil olduğu, karıştığı Arap körfezi ülkeleri, Yemen, Lübnan ve son olarak Suriye gibi ülkelerde Şii azınlığın siyasi olarak istismar edilmelerinin ne tür tehlikeli sonuçlar doğurduğunu göstermiştir. Ermeni, Rum, Yahudi gibi gayri müslimlere de, Asuri, Yezidi ve Keldani gibi unsurlara da hoşgörü ile muamele eden Türkiye, bünyesindeki Alevi-Şii-Caferi toplumuna da aynı şekilde muamele etmiştir. Ancak özellikle Suriye devrimiyle birlikte dış güçlerin açık bir şekilde siyasal, finansman, lojistik, medyatik destekleri ve manipülatif bir şekilde yönlendirmeleriyle, provokasyonlarıyla hareket eden ve tehdit unsuru halini alan bazı marjinal gruplar olduğu görülmektedir.
Bu marjinal grupların devlet içinde devlet gibi davranmaları, dış politikadan iç politikaya, ordunun sınırları düşmanlara karşı koruması görevinden milli istihbarat teşkilatının yapılanmasına, Diyanet İşleri Başkanlığının programlarından ülkenin saygın şahsiyetlerinin vaaz/hutbelerine kadar her konuda konuşmaları, tenkit ve tehdit edici bir siyaset takip etmeleri, bunları hedef almaları ve İran-Esed-Hizbullah-Maliki hattı ile aynı paralelde bir retorik geliştirmeleri dikkatlerden kaçmamaktadır. Kendi ülkelerinde milli güvenliği tehdit eden veya Sünnileri açıkça hedef alan örgüt liderlerini ağırlamak, bunları davet etmek, görüşmek, propagandalarını yapmak gibi açıkça tehlikeli birçok faaliyet imza atan bu oluşumlar nedeniyle Türkiye zor duruma düşmektedir. Şu an açıkça bebeleri acımasızca bıçaklarla doğradığı halde halen Esed rejimi desteklenmekte; bunlar da Türkiye karşıtı güçler tarafından kullanılmaktadır.
Örneğin Bahreyn’de polisleri arabalarla ezmek, molotof kokteyller ile araçları yakmak, camileri basmak, sokak ve caddelerde terör estirmek suçlamasıyla yüzlerce müntesibi ceza alan el Vifak İslami Cemiyeti adlı Şii örgütün başkanı Ali Selman bunlar arasında yer almaktadır.
Yine örneğin Tunus ve çeşitli Afrika ülkelerinde son derece aşırı Sünni düşmanlığı yapan Şii Dr. Muhammed Ticani yer almaktadır.
SALDIRGAN PSİKOLOJİNİN YANSIMALARI VE KULLANILAN DİL
26 Ağustos 2011, Cuma günü verdiği hutbesinde kullandığı cümleler Özgündüz’ün ve İran-Şii dünyasının zihni arka planını anlamaya dair çok önemli ipuçları taşımaktaydı. Burada Afganistan ve Irak’ta iki zalim idareden kurtulduklarını ve yerine yeni kendi istedikleri rejimlerin kurulduğunu söylüyordu. Doğrusu gerçekten de her iki ülkede de İran kuklası olan, işgal altında bulunan ve Şii rengin hakim olduğu sözde hükümetler kurulmuştu. Örneğin Türkiye’ye şiddetli şekilde saldırmasına, mezhepçiliği ayan beyan olmasına, yolsuzluklarda dünya sıralamasına girmesine rağmen Maliki’yi sonuna kadar savunan çokça makaleye rastlamak mümkün. Bunların başında ise Zeynebiye camiası ve Avukat Üzeyir Yiğit öne çıkıyor; zira yukarıda da değinildiği gibi Yiğit’in kendisi aynı zamanda Irak’ta ciddi etnik temizlik operasyonları yürüten Irak İslam Yüksek Konseyi adlı terör örgütünün Türkiye’deki temsilcilerinden bir tanesi.
Öte yandan Özgündüz ve camiası için mezhepsel söylev ve pratikte bunun uygulanması her daim öncelik taşıyor. Öyle ki sözde dini yönleri olmasına rağmen mezhepdaşlık nedeniyle CHP gibi laik, Kemalist bir partinin vekiliyle aynı şekilde ırkçı ve laik tandanslı MHP vekili ağırlanıyor, bunlara destek çağrısı yapılıyordu. Bunlar da karşılıksız bırakmayarak bir Şii heyet geldiğinde Özgündüz’ün karşılama ekibinde yer alarak boy boy fotoğraflarını veriyor.
Zeynebiye’nin karapropaganda sindirme ve şantaj, çevreleme ve yönlendirme gibi çok yönlü çalışmaları mevcut. Türkiye’de Şii, İran, Veliyyi Fakih, Esed, Hizbullah vs gibi kilit kelimelere dair yazılan, çizilen, söylenen ve yapılan her şeyi takip etmeye çalışan bu ekip olumsuz veya tehdit unsuru olarak algıladıklarına karşı hemen saldırıya geçiyor.
İTİBARSIZLAŞTIRMA, SİNDİRME, YÖNLENDİRME VE SALDIRI
Bu saldırılar koordineli bir şekilde yapılıyor. Yukarıda Prof. Dr. Sedar Laçiner’le ilgili gelişmelere yer verildiği gibi benzer onlarca hadiseye rastlamak mümkün. Özgündüz’ün bizzat kendisi örneğin Ömer Döngeloğlu gibi tanınmış bir şahsiyet Kanal 7’de program yapıp Suriye’deki katliamları , Esed rejimine alenen destek verip bunu deklare eden İran rejimini ve Hizbullah’ı, Nasrallah’ı kınadığında direk telefona sarılıp baskı yapabilmektedir! Bunu elbette sözde Anadolu Ehlibeyt Derneği, çeşitli küçük uydu dernekler, oluşumlar ve internet siteleri ile sosyal medya takip etmektedir. Döngeloğlu’na giden on telefon, belki en fazla yüz mail nihayetinde onun sözde Nasrallah’ı yanlış tanıdığını, onun büyük bir kahraman olduğunu söylemesi gibi bir facia ile sonuçlanmaktadır! Bu gerek zeynebiye ve gerekse lobi için başarı hanesine yazılmaktadır!
Gerçekten son derece mezhepçi ve sinsi bir siyaset takip eden Özgündüz geçtiğimiz yıllarda açılım politikaları nedeniyle Ak Parti hükümetine haddini aşan, fazlaca iddialı ve gerçek niyetini ortaya koyan bir dizi talepler sıraladı. Bunlar içerisinde Caferilerin de Diyanet gibi bir yapı kurmaları, kendilerinin onlara boyun eğmeyeceği vs vs iddiaları yer almaktaydı.
Selahaddin Özgündüz örneğin Kenan Çamurcu’nun bir televizyon kanalındaki programına çıkıyor. Bölgedeki gelişmeleri değerlendirmesi beklenen Özgündüz tam anlamıyla İran&Şii propagandası yapıyor.
Program yapımcısı ve sunucu Çamurcu’nun da bu lobinin önde gelen ismi olduğu göz önüne alındığında aslında son derece tek merkezli bir politikanın yürütüldüğü gözlemleniyor.
Yine sözde Ortadoğu’daki gelişmelerin değerlendirildiği bir toplantı yapılıyor.
Ortadoğu’da Değişim Süreci Paneli adlı programa katılan isimler de aynı lobi grubunun mensupları: Özgündüz, Nurettin Şirin…
26 Ağustos 2011, Cuma günü Bağcılar’da Mesih Nefesli Kudüs adlı bir diğer ısmarlama program yapılıyor. Katılımcılar yine lobi mensupları: Nurettin Şirin, Üzeyir Yiğit ve Abbas Kasimi. Elbette politika gereği olayın farkında olmayan tamamı Sünni olan değerli ilim adamları, yazarlar, düşünürler ve şahsiyetler de davet ediliyor. Böylece olayın rengi ve boyutları sanki farklıymış gibi lanse ediliyor.
SONUÇ: Medeniyetlerin beşiği olan ve son olarak Osmanlı İmparatoluğunun hükümferma olduğu Anadolu coğrafyası, gelinen noktada tarihi bir değişime tanıklık etmektedir. Ortadoğu ve Afro-Avrasya kıtasındaki dengelerin yeniden şekillenmeye başlandığı bir kavşak noktasında yer alan Türkiye tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktadır. Tarihi, akidevi kökleri, bileşenleri ve geleneğiyle yeniden geçmişiyle barışık bir güç olarak sahneye çıkan Türkiye’yi küre ölçeğindeki Müslüman topluluklar başta olmak üzere uluslararası güçler takip etmektedir.
Arap devrimleriyle yeniden şekillenen coğrafyada idari yapıları iç dinamiklerin etkisiyle yeniden dizayn edilen ülkelerin dini, kültürel, sosyal ve tarihi benzerlikleri Türkiye’yi buralara daha da yakınlaştırmaktadır. Her anlamda Türkiye’ye yönelik beklentiler de aşırı şekilde paralel olarak artmaktadır. Bunların başında ise yakın havzada yer alan Suriye, Irak, İran, Lübnan gibi yakın ülkeler ile diğer ikinci halkadaki coğrafyalar gelmektedir. Mezkur ülkelerin demografisinin çoğunlukla Sünni Müslümanlardan mürekkep olması, yeni iktidarları bu kesimlerin şekillendirmesi, halkı ezen batılılaşmış ve yabancılaşmış kesimlerin uzaklaştırılmasıyla birlikte derinlerde yatan daha yakıcı tehdit gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Bu da tarih boyunca olduğu gibi bugün de İslam dünyasını en ciddi şekilde tehdit eden Şiilik ve bunun yayılmacı bir şekilde İran tarafından kullanılması gerçeğidir. Bunun Irak işgaliyle birlikte Sünnilere yönelik etnik temizlik operasyonları haline dönüşmesi, Yemen’de ana unsur olan Sünniler ve Zeydilere karşı Husiler üzerinden iç karışıklığa gidilmesi, Bahreyn’de kanlı bir devrim için Şii muhaliflerin kullanılması, Suudi Arabistan’daki azınlık Şiileri terör eylemleriyle ayaklanmaya itelenmesi, Lübnan’da azınlık iktidarı kurdurtarak Hizbullah’ın darbeyle hakim olmasının sağlanması ve son olarak azınlık Nusayri diktası Esed rejiminin tüm gücüyle desteklenmesi bunlara örneklik teşkil etmektedir.
Bu çerçevede Türkiye’yi direk ilgilendiren insani krizin yanı sıra, etnik ve mezhepsel temelde bir siyaset güden Esed rejiminin Suriye halkını soykırıma tabi tuttuğu görülmektedir. Tüm gayri meşru yollara başvurularak yürütülen soykırıma İran-Rusya-Çin rejimlerinin yanı sıra Irak ve Lübnan hükümetleri, Hizbullah, Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu gibi Şii örgütler ve Türkiye ile dünya genelindeki Şii oluşumlar destek vermektedir. Beşşar Esed rejimine açıkça destek veren oluşumların her şeyi göze alarak savaşın tarafı olması, devrimi ve halkı destekleyen Türkiye devleti, hükümeti ve halkını karşısına alarak milli güvenliği tehdit eden bir konumda bulunması tehlikenin boyutlarını göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bu desteği alenileştirerek bölgeselleştirip medyayı kullanarak uluslararasılaştırmak cinayete ortaklığın, soykırımın devamında rejimi meşrulaştırmaya çalışmanın somut kanıtlarıdır.
Mezkur kişi, kuruluş ve oluşumların ellerindeki tüm imkanlarla Esed rejiminin açıkça yanında yer almaya devam etmeleri; PKK üzerinden Türkiye’ye karşı savaş açan tarafta yer almaları Türkiye devletinin anayasası, ilgili yasa ve yönetmelikleri, milli güvenliğe müteallik hususlarda ilgili kurum ve kuruluşların muhakkak surette dikkatle takip etmesi; gereken önlemleri acilen alması gereken son derece tehlikeli ve tehdit edici bir durum arz etmektedir. Zira mezkur oluşumların din adamlarının, yazar, çizer, düşünür ve temsilcilerinin şu an itibariyle bir şuur travması yaşadıkları, mezhepçi-ideolojik bağnazlıklarından kurtulamadıkları, gittikçe bir girdap içerisinde tehlikeli sularda yüzmeye devam ettikleri görülmektedir.