Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Türkiye'deki İslamcıların İbn Teymiyye'ye ve M.İbn Abdilvehhab'a Saldırma İhtiyaçları

heycan Çevrimdışı

heycan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
TÜRKİYE’DEKİ İSLAMCILAR NEDEN İBN TEYMİYYE’YE VE M. İBN ABDİLVEHHAB'A’ SALDIRMA İHTİYACI HİSSEDİYORLAR? ( I-II )


I


Türkiye’de İbn Teymiyye (h.661-628/m.1263-1328) düşmanlığı veya imâlı bir şekilde onu tekfirin altında iki şey ya da iki saik vardır: Birisi Batınî sufilik saiki, diğeri de ırkçılık saiki. Bu her iki saikin de gayet usta bir biçimde kendisini “tasavvuf” Eş’arilik ile Maturidîlik ardına gizleyerek ya da açıkça ilan ederek gündeme getirildiğini görürüz.


Türkiye’de Dini cemaatların nezdinde âlimlik şehadetnâmesi, adeta Türk ve Osmanlı olma İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab’a (rh.a) hakaret etmeden veya aşağılamadan elde edilemez.


Türkiye’de “tasavvuf” menşeli âlimlerin ve Osmanlı asabiyeti güden ilim ehlinden önemli bir kısmı, memleket çapındaki itibarlarını oradan buradan misallerle İbn Teymiyye’yi "tahkir" ve "terzil" etmeye çalışırken, diğer bir kısmı da onu müctehid gösterirken ona hakaretin en ustalıklısını yaparak bir kısım sefihleri aldatmaya ve bir kısım ukalayı da tatmin etme ve âlimlik (!) icazetini göğüslerine İbn Teymiyye’nin ve M. İbn Abdilvehhab’ın (m.1703-1792) kanlı etini yiyerek asıyorlar.


İbn Teymiyye’yi hem müctehid hem yüzbinlerce hadisi hıfz eden "Hafız" hem zahid, hem de mücahid gösterip sonra onu şiddet sahibi ve ahlakî kusur ehli birisi olduğunu söylemek, acaba bu vasıflandırma içinde hangisini tesbit ve takyim içindir?


'Evet biz İbnTeymiyye’nin âlim birisi olduğunu söyleyebiliriz, ama onun ahlaklı bir alim olduğunu söyleyemeyiz' demeye mi getiriyor bu sözü söyleyenler? Mesela, bir Hoca Efendi, onun Sünnet’e aykırı abdest alan birisini uyarması için nasıl davranmış olabileceğine dair kouşurken (tabii ki ne olayın aslı yok Hocamız bir senaryoyu bir zihin cimnastiği olarak dinleyicileriyle paylaşıyor) sözlerine şöyle devam ediyor:


“…Bir başka özelliği; maalesef bu özeliği başının belası.. Merhametli ama çok sert. Mesela şimdi, diyelim ki; gerçek olarak söylemiyorum,örnek olsun diye söylüyorum, anlaşılsın diye söylüyorum..Birisinin abdesti hızlı aldığını görüyor..Normalde bir çocuğa nasıl söylenir bu? Böyle abdest aykırı denir. Bir büyük yapıyorsa bunu, bu Sünnete ters denir.


Bunu İbn Teymiyye eğer söyleyecek olursa şu şekilde SÖYLÜYORDUR: [sanki böyle bir olaya şahid olmuşlar..!] Sen, ateşten başkasının derisini yakmayacağı adam, sen cehennemden abdest alıyorsun sen..! Bu yaptığın Peygamber’in -Rasulullah- yaptığına ters değil mi? Hırisityanlardan farkın ne senin?” en adil söyleyeceği söz budur..” (!)


“..Çünkü İbn Teymiyye’nin sünnete aykırı bir şeye tahammül etmesini beklemek mümkün değil. Deli, Sünnet delisi. Sünnetle delirmiş. Peygamber sevdası, nerdeyse PEYGAMBER’DE BİLE KUSUR GÖRECEK hale getirmiş onu.(!!!) Mübalağayla bunu söylüyorum. Bu tarzda şiddetli bir dili var sert biri ”


“…Bir Şiî’yi anlatırken, ya Firavun’u anlatıyor ya da Haman’ı anlatıyor zannedersiniz, yani çok enteresan çok sert bir üslubu var. Ama arkadaşlar öbür türlü ses getiremezdi..” [http://www.youtube.com/watch?v=gFnj4dgttCs]




Gerçekten bu sözleri sarfden dostumuz onun hakkında mübalağda mı bulunuyor yoksa ne söylediğinin bilincinde olarak mübalağa sanatını ve üslubunu amacına vesile mi ediniyor? Demek ki mübalağa için ğiybet olan sözler alimler için de olsa caizdir öyle mi?


Demeki Rasulullah'ın (salallahu aleyhi ve sellem) Din, tevhid ve güzel ahlak ve edeb olan Sünenini hıfzeden İbn Teymiyye'nin "en adil sözü" bu oluyor ha..?


Alim, müctehid, hafız, ateşin bir zeka, Allah yolunda cihad ahlakı ve emsali az görülür cesaret sahibi olduktan sonra, kafirlerin ilim adamına bile layık görmeyeceğimiz derecede ahlâkî yönden tefessüh etmiş bir İbn Teymiyye..!?


Öte yandan sahabeyi tekfir eden ve İmamlarımızın (Ebu Bekr ve Ömer) kafir ve Kureyş'in putları tağutları, ve cibti görenler hakkında Hocamız edebe muğayır ve mübalağa olan tek söz sarfdetemiyor ve üstelik İranın Türkiye'deki temsilcilerinden söz işitmemek için ifadelerine gayet dikkat ediyor.


İşte M. Zahid el-Kevseri de İbn Teymiyye hakkındaki hakaretlerini ve İbn Mutahhir el-Hıllî konusunu anlatırken aynen böyle davranıyor. (bkz. el-İşfâk)


Rasulullah'a sövenler hakkında "es-Sarim el-Meslûl" adlı eseri kalem almış bir alimi ve Din İmamını; "Rasulullah da bile kusur arayacak kadar" aşırı ve ileri bir dalalet içinde olduğunu söylemek acaba sadece "mübalağa" dan mı ibarettir?


Hoca; İbn Teymiyye gibi, haşa azgın ve saldırgan ve "tekfirci" (!) davranmamak için sahabeyi tekfir edenlere karşı ne kadar nazik davranıyor, acaba bu da mı "mübalağa"dır? Yoksa Hoca, "takiyyesinin" adını mübalağa mı okuyor?


Eğer o Şia'nın bizleri aslında icmalen "küfr" üzere olduğumuzu söylediklerini onların kaynaklarından okusa idi ve onların alimlerinin ağzından bizim duyduğumuz gibi: "BİZ ŞİA İ'TİKAD EDİYORUZ Kİ SAHABE RASULULLAH'TAN SONRA MÜRTED OLMUŞLARDIR" diyen Musa Aydın -bir zamanlar Kırıkkale'de Şiî davette bulunan Türkiyeli bir Huccetullah- gibi birisiyle üç uzun tartışmada bulunsa ve kendilerine tartışma kayıtlarının verileceği vaad edildikten sonra, kendilerine yalan söylenerek bu kayıtlar verilmemesinin şahidi olsa idi böykle konuşamazdı. ya da bunların tamamını bilmesine rağmen, Türkiye'de "selametle yaşamak" ve "selametle cemaat" olmak için bu takiyyede bulunuyorlar.


Bu fakir bu satırları yazmamamk için çok sabrettim ve çok direndim. Sevgili kardeşler ve Sayın Hocamızı sevenler -ki bende sevenlerindenim- beni Hocam da dahil ma'zur görsünler. Zira İbn Teymiyye konusunda zalimce saldıralar ve ustaca "tekfir" etmeler canımıza tak etti ve tabir yerinde olsun istemiyorum ama "bıçak ilmin ve ilim haysiyesiyetinin kemiğine dayandı" dilerim bir alime ve Din imamına ve müctehidine Türkiye'ki bağnazlar ve zavallılar tarafından bu kadar hakaret edilmesi, iman ve ilim sahibi olan birilerinin de kalbini incitmeli. Bu konuda bu zalimâne saldırılara ve İbn Teymiyye'i haşa "şamar oğlanına çevirmek isteyen" te'vilcilerin saldırlarına bir dur denilmeli ve onların da batılları ve dalaletleri ve Dini tahfirleri ortaya konulmalıdır.


Bu başta Allah'a iman eden her mü'minin, sonra da alimlerin omuzlarındaki bir farzizadır. İbn Teymiyye'nin ilminden istifade eden ve onun üzerinden Türkiye gençliğinin sevgisini kazanmış olan bütün salih ve emma zalimlerle işbirliği olmayan kardeşlerin; bu zalim savaşın ve kirli rüzgarın ve telinin karşısında yiğitçe çıkmaklı ve bu saçmalıklara bir dur demek için Hakk olan sözü söylemeliyiz.


Birileri "KUREYŞ'İN İKİ PUTU"adındaki şeytani dualarında Ebu Bekr ve Ömer "tağut, şeytan, Cibt ve Firavun" ilan ederken,Hocamız buradan bu insanları incitmemek için ağzından ballar saçıyor.


Abdestinde bir sünnette hata eden adamı -hâşâ-cehennelik ve Hıristiyan gören ve Ebu Bekr'e ve Ömer'e tağut ve kafir diyenleri anlatırken, Firavun'dan ve Hâmân'dan söz edercesine aşırı ve katı davranan bir İbn Teymiyye. Doğru.. Peki sahabenin Kur'an'daki makamını bile bile bu sözleri söylemek mi dinin izzetine uygundur, yoksa onları tekfir edenler hakkında bu kadar nazik davranmak mı?


İbn Teymiyye'i "tavsif" mi ediyoruz yoksa "tafdîh" (ayıplarını ortaya çıkarma)de mi bulnuyoruz? Mesel: Merd-i Kıbti meseli gibi mi yoksa?


Bu dostumuz aynı zamanda İbn Teymiyye’de bizim mezhep İmamlarımızdaki ictihad şartlarının tamamının bulunduğunu da zikretmeyi ihmal etmiyor. Evet, o âlim ve müctehid bir alim.. Ancak onun yolunu izleyenler şiddet yanlısı tıpkı üstadları gibi. Zahid ve abidler ama edebli değiller demeye getiriyor.


İşte buradan da M. İbn Abdilvehhab ve İbn Teymiyye öğrencilerinin bu ümmete önderlik edecek kimseler olmadıklarını bize zihinsel olarak hatırlatıyor, İbn Teymiyye gibi âlim fakat edebli olmanın ne demek olduğunu bilmeyen ve öğrencileri İngilizlerin hizmetinde olan bir adamın yolundan bizi sakındırıyor Hoca Efendi..


Hoca Efendinin fıkhı bu. O diyorsa doğrudur mu diyeceğiz?


Demek ki İbn Teymiyye; hem Sünnet delisi olacak kadar Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine vakıf, hem Hanefi ulemasının bile sevgisini ve takdiri kazanacak kadar alim, ama bu âlimlerin bile onun ne kadar edebden yoksun olacaklarını bilmediğini de söylemiş olmuyor mu bu Hocamız?


Sultanlara boyun eğmeyen Moğollara meydan okuyan adam, Cihadın İslamdaki yerini bilen ve Ümmete ne kadar merhamet ettiğini alimlerimizin şehadetiyle maruf bir adamı, bu çağda İbn Teymiyye gibi bir alimi tezkiye ediyorum derken terzil ve tahkir eden bu Müslümanların dilinden onların şehadetiyle korumuştur.


İbn Teymiyye hakkında, burada onun da buluncağı bir mahkemekurulmayacak. Ama kıyamet günü böyle bir mahkeme kurulduğunda, bu sözlerin sahiplerinin ahvalini hiç düşünmek bile istemiyorum. İbn Teymiyye hakkında fakında olarak veya olmayarak bilinçli veya bilinçsiz söz söyleyenlerin tamamına bakın; günümüzün sultanları karşısında nasıl İbn Teymiyye döneminde Şam’da isimleri silinmiş yok olan ve adları sanları bile zikredilmeyen âlimlere benzediklerini ve sultanın ve saltanatın nimetlerinden faydalandıklarını görürüsünüz. İbn Teymiyye’ye karşı bu "tahkir" techil ve terzil ve linç girişimini ilim ve din adına yapanları biz rejim söz konusu olduğunda nasıl da İbn Teymiyye’nin övdükleri vasıflarının gölgesine bile yakalaşamayıp ondan fersah fersah uzak olduklarını görüyoruz.


Hele onu bazı kendisini bilmez kibirli ve şirk mezheplerine mensup dalalet fırkalarından bazılarının İslamda ilk reformist yani dini tahrif eden kimse gibi göstermeleri hezeyandan başka bir şey değildir. Hele daha Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) benzemekten bu kadar uzak olan adamlardan birisinin onu “kâfir görmesi gibi bir dalaleti ve tekfiri ortaya koyması (Bkz):[ https://www.youtube.com/watch?v=MV7Tnoa62ZA ] akıl ve haya sınrılarını aşıyor. Zira reformcu olanlar (bu âdemin şeyhine göre İslamda ilk reformcu oluyormuş: reformcular da iman ve ibadetleri bozuyorlar ve bir kısmını çıkarıp bir kısmını da tahrif ediyorlarmış.) İbn Teymiyye’yi şeyhi dinsiz (!) gördüğü için o da dinsiz görüyor. İbn teymiyye reformcuların imamı oluyormuş ve dini bozuyormuş.Bu ne büyük bir kin ve dalalet bu ne hased ve ne Allah'tan korkmazlık..! Bunu söyleyenler bir zamanlar Askeri Cunta'nın yanında olanlar.


Tarikatlarındaki şirkleri Allah’ın dinine nasıl bir zarar verdiğini ve insanları saptırdığını bilmeyen bu zalim adam; Şeyhi İbn Teymiyye’yi kafir gördüğü için o da onun kafir yani dinsiz olduğunu söylemeye getiriyor sözünü. Birisi överken yeriyor, birisi ise, doğrudan onun dinsizlerin önderi ve imamı olduğunu söylüyor. Sonra da kalkıp selef akidesine mensup Müslümanları “tekfirci”likle suçluyorlar.


İbn Teymiyye'yi yücelten Hocamız konuşmasının (konferans) bir yerinde İbn Teymiyye'nini Ümmeti müctehidlerine muhalefet ettiği konulardan birisinini de kabir ziyaretlerini yasaklamasıdır diyor. Öyle ki Rasulullah'ın da kabri buna dahildir diyor. Bu sözü İbn Teymiyye hakkında konferans verecek kadar onun hayatını ve alimlerin onun hakkındaki sözlerini inceleyen bir insan; acaba onun "kabri ziyartleri" hakkındaki risale ve fetvalarından nasıl haberdar değil?


İbn Teymiyye'nin aşağıdaki Risalesini okuyan onun kabir ziyaretleri ve "kabir ziyaretleriye ilgili nezirde bulunma hakkındaki görüşlerini öğrenebilir. Kabri ziyaretleri hakkında nezirin hükmü ile Üç Mecsid ile ilgili "nezr" de bulunmanın hükmü aynı değildir. "Allahın kabrimimi dönüp dolaşılıp bayramgâh -bayram yeri- kılma" diye ne diye dua etti





زيارة القبور والاستنجاد بالمقبور - المكتبة الوقفية


Adı geçen "Risae" İbn teymiyye'nini kabir ziyaretleri hakkında müstakil bir risalesidir. Dostalarımız İbn Teymiyye'nin Rasulullah'ın bile kabrinini ziyaret etmesini haram kıldığını söylesi asla doğru değildir. Ama bunun için nezrde bulunulmaz. "Üç Mescid" hadisinde "kabir" ile ilgili herhangi bir açıklama yoktur.


İbn Teymiyye'yi süreyyaya çıkardıktan sonra esfeli safiline indirmek için onun Nebi'yi bile ziyareti ve umum kabir ziyaretini yasakladığını, menedip karşı çıktığını söylemek düpedüz ona bir iftiradır.İbn Teymiyye'yi bu kadar ayrıntılı olarak konferansında suna Hocamız zahmet buyurp bir de bu risaleyi okurlar ve oradan da nakilde bulunurlar mı? Veya bu risaleyi gisterip işte şurasında kabri ziyaretlerini yasaklıyor deseydi ya?


Rasulullah'ın "akide" "vela ve bera" "davet" "cihad" ve "Tevhid"le ilgili hadislerini, sadece aksesuar olarak veren zümreler, neden lafı dönüp dolaştırıp "kabir meselesi"ne getirirler biliyor musunuz? İbn Teymiyye'yi Rasulullah'ı sevmeyen bir insan olarak nu göstermek için. Bir diğer gayeleri de, "kabir ziyaretini uyduruk bir çok evliyaları için tazim etmek ve bunun önemi vurgulamak.


Sünnî tasavvuf; kabir ziyaretleriye ilgili inanışlarında ve gelenekelerinde; daha çok Şia'nın etkisinde kalmışlardır. Tarikatlarının tazim ettiği bir çok insanı kutsamak ve yüceltme için, halkı kabirleri ziyaret konusunda teşvik ederler. Tasavvuf eviliyasının öldükten sonra da tasarruf sahibi oldukları ve kendilerine öldükten sonra da "tevessül" edilip onlardan "istiğasede" bulunabileceği akidesini telkin tasavvufda önemli bir konudur. Veli dedikleri zatların kerametlerini ve öldükten sonraki tasarruflarını meşru kılmak için Rasulllah'ın da (sallallahu aleyhi ve sellem) öldükten sonra tasarrufda bulunduğunu inancını öğretirler. Bunun için bir çok "vâhi" "zayıf" hadisi delil gösterirler.


Böylece bir taşla iki kuş vurma misali, İbn Teymiyye'ye Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonraki tasarruflarını inkâr ediyor gösterilir. İbn Teymiyye elşeştirilerindeki en önemli hedeflerden birisi budur; onun Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) saygı duymadığını ispat. Eğer saygı duysaydı, O'nun kabrinin ziyaretini menetmezdi demek için. Tarikatlar bu konuda aynen Şiiler gibi darvranırlar. mantıkî mukaddimelerle zihinleri hakikat olmayana hakikatmış gibi bakmasını vehmettririrler.


“Tekfir” nitelendirmesi de “terör” nitelendirmesi gibi ABD, İsrail ve Batının projesidir. Halbuki Türkiye’deki en gizli “tekfir” hareketi Nakşiliğinin içinde barınmaktadır. Ama küfr ehline değil, İbn Teymiyye'nin M. İbn Abdilvehhab’ın talebelerine karşı.


Bizi yönetenler sütten çıkmış kaşık iken M.İbn Abdilvehhab İngiliz uşağı. Bu zavallıların ağzına “reform” sakızını da tıkıştıranlar kim acaba? Neden İbn Teymiyye’yi kafir gören bu tarikat ehli, Kur’an'da ve Sünnette olan fıkhî ve akidevi bir ıstılahı kullanmaz da “iftira ettikleri -dinsizleri- (!) yine Batılıların Kiliseye ait olan bir kavramıyla isimlendiriyorlar? “REFORMCU”


Bu, İbn Teymiyye, Seyyid Kutub ve Mevdudi (rahimehumullah) bu âlimlerin ve davet ehlinin hakettiği bir söz ve hüküm değildi. Ama varsın olsundu. Madem söyleyen bizden birisidir. Ve tasavvufu kutsuyor ve ehlini de göklere çıkarıp onlardan başka kimseyi “Allah dostu” görmüyor, önemli değildi. Binlerce ve milyonlarca insan bu dalalet ve batıl kokan sözü söyleyen zatı takdis ediyordu. O, Allah’ın şeriatı ve fıkıh hakkında cahil olsa ve akide ilminde bir tek sahih eser okumasa bile, dinin usul ilimlerinden hiçbir şey bilmese bile, sözleri bizim için altın nibras değerindeydi (!)


Özellikle ABD'nin Irak, Somali, Afganistan işgali ve Suriye’deki Bâtınîlik savaşından sonra, Türkiye’de Hükümete ve devletin hassas makamlarıyla irtibatı olanlar İbn Teymiyye’ye ve M. İbn Abdilvehhab’a hakaretlerde bulunarak mevkilerini meşrulaştırmaya ve itibarlarını resmileştirmeye ve pekiştirmeye gayret ediyorlar. Onlar bu niyette olmasalar bile, din üzerinde mühendislik çalışması yapan devlet, onları çok yakından izlemekte ve sözlerine büyük bir önem vermektedir.


Siz, Türkiye’de Milli Türk Akide anlayışına ne kadar hizmet ederseniz, devletin kurumlarında ve sesi olan organlarında kendinize o kadar bir yer edinebilirsiniz.


Devletin sesi ve dili olan organlarda kolay kolay herkese söz verilmediğini bilen bir insan olarak bunu söylemekte bir beis görmüyorum.


Dediğimiz gibi Türkiye’de İbn Teymiyye’yi; iki zümre aşağılamakta ve onun üzerinden dünyadaki İslamî oluşumlara bir tefsir ve yorum, hatta hüküm getirerek, Türkiye’deki Millî ve Irkî ve Osmanlıcı olmayan İslami yapılanmaları kuşatmaya, deşifre (!) etmeye ve devlete kendilerince bir mesaj vermeye çalışıyorlar.


İbn Arabi’yi İran’ın yükselmesinden sonra; İbn Teymiyye’nin yerine koyan Batınîleşmiş kesimler ve Türkiye’deki temsilcileri; TV kanallarında İbn Teymiyye’ye olmadık hakaretleri yaparken, Tasavvuf ehli de onları alkışlamaktadır. Ama kendi tarikatlarına dokunulduğu zaman Türkiye’li Batınîlerle İbn Teymiyye’yi aynı kefeye koyuyorlar ve İbn Teymiyye’yle birlikte bu Batinîleri de tekfir ediyorlar.


Tekfir etmeyen ve onu müctehid gördüğünü söyleyen kimileri de İbn Teymiyye’yi Selefîliğin ve Vehhabîliğin İmamı, teorisyeni ve kurucusu olarak göstermeye çalışıyorlar.


İbn Teymiyye’ye terzil çabaları Şia’ya ve Amerika’ya hizmet edecektir. İbn Teymiyye’nin şahsında Selefin akidesine karşı gizli ve açıktan savaş verilmektedir. İbn Teymiyye’ye karşı savaş, Bâtıniliğin ve onlarla işbirliği yapan Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen Müslümanların ortak savaşıdır. Çünkü tevillerde ve İbn Arabî savunmasında Şia ile ittifak ettiklreini görüyoruz Ama halifeler hakkında ise Şiîlerden ayrılmaktalar. Bu ihtilafı ve ittifakı anlamak aklı zorlayan bir durum. Hakeza Celaluddin Rumi ve Hallac hakkında da aynı şey söz konusudur.


Hâlbuki Türkiye’deki tarikatlar te’vil ve “evliya akidesi” konularında Ehl-i Sünnet akidesinden ziyade Şia’ya ve Batinîliğe daha yakındırlar. Hallac ve İbn Arabî sevgisinde, takdisinde ve ta’ziminde Şia’yla ortak olmaları bunun en açık misalidir. “Rabt” denen Batınî ve Karmatî ilkesinin Türk tarikatlarında “rabıta”ya dönüşmesi bunun bir diğer misalidir.


İbn Teymiyye’yi karalayanlar ve hatta bağnaz ve kuru bir fakih görenler; bunu iki amaçla yapıyorlar: Birisi teşeyyu’ düşüncesindeki sahabe düşmanlığı ve batınî te’villeri yermesinden ötürü, İran’a ve ulemasına yaranmak ve Şiî davetin önünü açmak diğeri de ABD’ye yaranmak ve İran’ın siyasî duruşunu Selefi Cihad hareketlerinin dışında tutmak ve Ehl-i Sünnet akidesini dünya barışını tehdit ediyor göstermektir. Diğerlerinin amacı ise mezhep taassubu ve Sünnileştirilmiş Bâtıniliği (!) yaşatmak ve ömrünü uzatmak ve Milli bir İslam anlayışını hâkim kılmaktır.


Bunun en açık tezahürlerini Mevlana’ya gösterilen cahilane sevgide ve Cemevleri ve Cami ile ilgili Allah’ın dinini hiçe sayan projelerde görebilirsiniz.


Türkiye’de Batınilik; Ehl-i Sünnet adı altında devletin ideolojisi ve Milli projeleri için Hak ile Batılı biribirine karıştırıyor. Türkiye’de Karmatilik yeniden diriltiliyor. Kendilerine Ehl-i Sünnet diyenler bazıları ise, bunu taşeronluğunu yapıyorlar.


Türkiye’de Cemevi ve Caminin yan yana inşası, İslamî bir proje değil, Dinlerarası Diyalog projesinin bir devamıdır ve İslama sorulmadan; Kur’an ve Sünnet dışlanarak gündeme getirilmektedir. Kur’an’ın bütün emirleri te’vil eden ve İslam diye bir şey bırakmayan zümrelerle böyle bir projeye adım atmak Karmatîliği ve Batinîliği resmi devlet dini ve akidesi haline getirmenin yolunu açacaktır. Cami ile Cemevini bir arada teklif eden zatta Karmatîler hakkında sanki hiçbir şey bilmiyor.


Türkiye’de insanlar birbirlerini ötekileştirirken bilmeden mi yaptılar bunu? Şimdi ötekini “ben” görmek için de aynı gafleti mi sergiliyoruz diye sormaya gerek yok. Zira bu toplumsal projede; kimin kimi nasıl tanıdığını ve kimsenin İslam nasıl baktığını diğerlerine ilan etmeden ve bunu deklere etmeden bu siyasi oyun sahneye konuluyor.


Hükümet, bu konuda hiçbir İslamî projeye sahip değildir. Bu proje tamamen güvenlik amaçlıdır ve Türkiye’de gelecekte hiçbir İslamî varoluşa hizmet etmeyecektir Üstelik Batıcılığın ve laikliğin himayesinde Batınîliğin daha güçlenmesine ve İslama karşı yıkıcı ve öldürücü bir kuvvet kazanmasına sebep olacaktır.


Ortalık çevremizde bu kadar sıcakken ve çok kanlı savaşlar kapımıza dayanmışken, İbn Teymiyye’nin fikirlerinin; M. İbn Abdilvehhab’ın -hâşâ- dalaletinin, küfrünün ve sapkınlığının ardında olduğunu söyleme ucuzluğu bir kısım insanın ağızlarına sakız olmuş durumda. Bu hakaretler ve sataşmalar ve malum dindar çevrelerin gözüne girme ve Türkiye’de İbn Teymiyye sövgüsüyle itibar elde etme merakının neye hizmet ettiğini anlamak hiç de zor değil.


Türkiye’de İslami gençliğin saflarında bir değişim ve hâkim dini itibarlar ve kurumlarla bir hesaplaşma görülmektedir. Birileri bu dönüşümü teröre ve şiddet hareketlerine giden bir yol olarak göstererek güvenliklerini sağlama almayı ve çevrelerindeki değişimi ve erimeyi durdurma telaşı sebebiyle İbn Teymiyye düşmanlığı ve İbn Abdilvehhab’ı tekfir etme ya da onun Müslümanları tekfir ettiğini gündeme getirme ihtiyacı duyuyor.


Özellikle M. İbn Abdilvehhab hareketini daha doğrusu akidevi çıkışını Ehl-i Sünnet menşeli olmadığını yayarak, bu âlimin İslam tarihinde özellikle yaşadığı dönemde nasıl bir ıslah projesine sahip olduğunu körlemeye ve hareketini ve düşüncesini sapkınlıkla eşdeğer görüp zalimce ve adil olmayan bir eleştiriye tabi tutuyorlar. Vehhabiliğin (!) Osmanlıyı yıkan hareketlerin başında görenler, bize tarihin kendilerine bakan karanlık yüzünden söz ettiklerinin hiç farkında değiller. Hicaz’da Vehhabî (bu İngilizlerin adlandırmasıdır) Selefliği ve Şiîliği paralel kulvarlarda göstermeye çalışan ve bu hatayı işleyenler, Türkiye’yi nasıl bir tehlikenin içine ittiklerinin farkında değiller. Selefiliğin Osmanlı düşmanlığı demek olduğunu ve Selefi gençlerin bu şekilde Türkiye’de “istenmeyen adamlar” ilan etmeye çalışanlar İranî Batınîliğin yollarına gül serpiyorlar.


Çaldıran’ın (1514) Osmanlı’nın dört Bağdad Seferinin, hâlâ ya adını bilmiyorlar ya da bundan hiç haberleri yok. M. İbn Abdilvehhab’ı kötüleyenler ve onun bir İngiliz ajanı ve hatta ahlaksız bir insan olduğunu kafirlerin uydurma hikayelerine dayanarak anlatanlar, Fatih'e, Yavuz Selime, Sultan Süleyman’a ve IV. Murad'a hiyanet içindedirler. Siz Yavuz Selim’in Batınî ve Karmati Şah İsmail denen Deccala karşı savaşına sahip çıkacaksınız ve hem de M. İbn Abdilvehhab'a düşman olacaksınız. Bunun aklen ve dinen imkanı yok, ama Batınîleşen zihinler böyle bir düşmanlığı ve tarihin ne demek olduğunu bilmeden bu sözleri sarfedebiliyorlar.


İbn Teymiyye’nin Şiîlerden söz ederken (Şii demez Rafıdî der) onları ya Firavun’ ya da Haman gördüğünü söyleyen Hocamıza “ Duau Sanemeyyi Kureyş”i (KUREYŞİN İKİ PUTU DUA’sını]


https://www.youtube.com/watch?v=8apcN-e20k8,


https://www.youtube.com/watch?v=kA5FyIPvECI, https://www.youtube.com/watch?v=dLDc48gZgV8, https://www.youtube.com/watch?v=u42HsP3Q_9U,


www.kerrar.com/site/index.php?option=com_content...id..,


yaabbas.blogcu.com/kureys-in-iki-putu/6640735‎


www.youtube.com/watch?v=wtPT7SZfTzw‎


http://www.izliyom1.com/kureysin-iki-putu-hamid-riza-alimi-ya-ali-ya-ali-hq.html







okumasının tavsiye derim . Daha bilmiyorsa Hz. Aişe hakkında el-Meclisî’nin neler söylediğini sitemdeki “Belgeler” kısmına bakarak okuyabilir ve görebilir. Rafizîler Ebu Bekr'e ve Ömer’e tağut ve kafir derlerken İbn Teymiyye’yi bu tekfirci Mecusîlere karşı kınamak gerçekten zavallılıktan başka bir şey değildir. Hatta bundan öte korkunç bir gaflet ve Şia’yla batılları ve sahabeyi tekfirlerine rağmen diyalog yolu arama zilleti ve gevşekliğidir...





II


Selef akidesinin iki yüz yıl içinde gelen en önemli şahsiyetlerinden olan M. İbn Abdilvehhab gibi bir alimi tahkir ve tezyif girişimleri kesinlikle ilmî değil; siyasi, ırki ve sömürgecilik mantığına daha yakın olan bir zihniyetin ürünüdür.


M İbn Abdilvehhab’a hakaret edenler, Hicaz’da 250 bin Müslümanı kılıçtan geçiren Batınî Bektaşi M. Ali’nin çocuklarının, bugün Suriye’dekinden daha korkunç bir katliam yaptıklarından ise hiç söz etmezler. Aynı zalim Batınî M. Ali Mısır’da yüzlerce ilim adımını bir gecede Kale’de öldürdü ve binlerce Mısırlıyı katletti ve topraklarına zulmen ve zorla sahip oldu. Osmanlıyı can evinden vurdu ve donanmasını tamamen imha etti ve Kütahya’ya kadar gelip Osmanlı’ya Rusya önünde diz çöktürdü. Habeşistan’ı, Cibuti’yi ve Somali’yi İtalyanlara peşkes çekti. Libya’yı İtalyanlara, Filistin'i İngilizilere ve Yahudilere terk ettiğimiz gibi.


M. İbn Abdilvehhab’ı sapkınlık ve Osmanlıya karşı savaş açmak ve İngilizlere hizmetle suçlayanlar; halifelerinin kızlarını batılılara nasıl benzettiklerini hatırlasınlar. Osmanlı saraylarını, kâfir Fransız saraylarına benzeten ve kızlarına İtalya’dan devasa piyano getiren Halifelerini de hatırlasınlar ve bunu unutmasınlar. M. İbn Abdilvehhab, diğer bütün İslam âlimleri gibi bir İslam alimidir ve Tevhid akidesini savunmak ve dini bidatlere ve ehline karşı korumak için mücadele vermiştir.


Ama bizim ülkemiz; bid'atlerin ve hurafelerin ve hatta Batınîliğin vatanı haline gelmesine rağmen, Osmanlıda bile tevhid ve akide mücadelesi veren âlimlere karşı savaştık ve onları devletin, yani saltanatın gücü ile susturduk.


Türkiye’de bunun için kabirlerle ilgili akide ve bilgi, “evliya" kıssaları ve yalanlarıyla ilgili akide ve bilgi, Ebu Hanife’nin ve diğer İmamlarımızın bize bıraktığı saf İslam akidesini geride bırakmıştır. Bizde bunun için “evliya” dendiği zaman, insanları Kur’an'nın “Alahın evliyası” ayetlerinde ve Sünnette anlatılan "evliyaullah" değil, Tasavvufun önlerine koyduğu ve üzerlerine Mecusîlik ve Şamanist geleneklerde olduğu gibi, görkemli türbeler yapılan insanların veli oldukları akla gelir. Türkiye halkı, yeni yeni “Allah’ın velileri ile Şeytan’ın velileri" meselesini öğrenmeye çalışıyor.


Türkiye Müslümanlığı adeta; kabircilik, türbecilik, evliyacılık tarikat, tasavvuf ve ölülerden yardım dileme ve evliyayı Allah’a ortak kılma Müslümanlığı oldu.


Tarikat ve tasavvuf ehline göre, kabirlerin üzerlerine türbe, yani kubbe yapımına karşı çıkan ve evliyanın ruhundan istimdadın yanlış ve batıl olduğunu söyleyen ve “rabıta”yı yani (el-Gazali: Fedaihu'l-Batıniyye) Karmatilikteki “Rabt”ı reddenler, “münkir” yani (zındık ve kâfir) ilan edilirler.


M. İbn Abdilvehhab’ın Müslümanların dinlerinde ihdas ettikleri bid’atler ve şirklerle savaşını “şiddet” “terör” ve "sapkınlık" olarak niteleyen dostlarımız ve ilim ehli, lütfen bir daha bu sözleri üzerinde bir kez daha düşünsünler.


Ricam, M. İbn Abdilvehhab’ı, kitaplarını açarak ve satır satır hangi batılları ve sapkınlıkları akide olarak ortaya koyduğunu; bir ellerinde Kur’an diğer ellerinde Sünnet ile Müslümanların karşısına çıkıp anlatsınlar. İğfal ve iğvaya gerek yok. Eğer bu insanın dalaletleri varsa, Bunu Kur’an ve Sünnetle dalalet olduğunu ispat edelim. Onun düşmanlarının; kimi siyasî ve kimi mezhebî ve de bölgesel düşmanlıklar sebebiyle söylediklerine ve İttihatçı Osmanlıların onun hakkında ettikleri iftiralarla değil. Sapkın ve aşırı fikirlerine bula bula sadece ve ancak İbn Teymiye’yi mesned edindiğini söylemek ancak sahibini üzecek olan bir iftiradır.


M. İbn Abdilvehhab, hâşâ ne Ebu Hanife’yi ve ne de diğer İmamları hafife almış ve onların ilimlerini kendisinin dalaletine (!) uymadığı için reddetmiş biridir. Ne de dalalette olduğu için İbn Teymiyye'yi örnek almıştır. Hâşâ İbn Teymiyye, Şia’nın yaptığı gibi, bu celil İmamlarımızın yolunu terk eden ve onların ilmini tezyif eden birisi de değildir. M. İbn Abdilvehhab’ın da Ahmed İbn Hanbel gibi, İmam Ebu Hanife’nin, İmam Malik’in, sabrettiği gibi, Osmanlı Halifesine sabretmesi gerektiğini söyleyerek, onun Osmanlılara karşı başkaldırdığını söylemeye çalışıyor.


Böylece, onun fetva ve hüküm vermediği bir hususta kendi başına hareket etmemesi gerektiğini söyleyenler adı geçen imamlarımızın sünnetine muhalefet ettiğini söylemek isteyerek zimni olarak zulmün cevazını ifade ediyorlar.


Abbasi Halifesi, Ebu Hanife’ye zindanlarda işkence edip şehid etti, Ahmed İbn Hanbel'e işkence yapıp onu 14 yıl zindanlarda yatırdı. Peki, Abbasilerin akibeti ne oldu?


M. İbn Abdilvehhab Osmanlı idaresine karşı baş kaldırmadı. Onun bulunduğu bölgenin de o dönemde ne kadar Osmanlı Hilafetine bağlı olduğu da tartışmalıdır. Ebu Hanife bir İslam devletinde Kadılığı reddetti. İmam Ahmed İbn Hanbel bir akide mücadelesi veriyordu ve Halifeyi dalalet ehlinin elinden kurtarmaya çalışıyordu. İmam Malik’in kollarını yerinden çıkaracak kadar işkence edenlere lanet etmediği doğrudur. Ama Allah, bunu yapanları lanetliyordu. Çünkü Nebilerin varisleri olan bu İmamlara zulmen işkence ediliyordu. Eğer bunun bir ictihad olduğunu; halifenin ictihadı gereği bir İmamı ve müctehidi kırbaçlatabileceğini ve kafasına sopayla vurdurarak öldürebileceğini Dine muvafık sayıyorsanız, Hicaz'da da 250 bin Müslüman'ın öldürülmesine sesinizi çıkarmadığınız gibi, yarın Türkiye'de selefilerin yani İbn Teymiyye'nin talebelerinin de öldürülmesine cevaz verirsiniz..!


İmam Malik, uydurma bir hadisi nakleden birisiyle oturan bir talebesinin kırk gün selamını almadı ve derslerini dinlemesine izin vermedi. Abdurrahman İbn Mehdi gibi bir alimi namaza dururken cübbesini yere atarak cemaatın nazarlarını sesin geldiği tarafa çevirmelerine sebep olduğu için hapsettirebiliyordu. İmam Ahmed Kur’an mahlûktur diyenlerin kafir olduğu fetvasını verebiliyordu.


Peki biz Kur’an’a, Sünnete ve hatta sahabeye bu kadar hakaret edenlere kafirdir hükmü verebiliyor muyuz? Ülkede her tarafı şirk ve dalalet sarmışken, Camiler bid’at ve hurafelere teslimken, kabirlerden hâlâ meded umuluyor ve üzerlerine kurban kesiliyorken ve Allah’ın kitabına ve Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kadar dil uzatılırken, biz bunlar hakkında, Ebu Hanife’nin, İmam Ahmed’in ve İmam Malik’in ve Şafii’nin verdiği fetvaların bir benzerini verebildik mi?


İşte M. İbn Abdilvehhab Müslümanların tasavvuf ve teşeyyu' sebebiyle umum Arabistanda içine düştükleri şirkleri, Müslümanlara bildirmek ve dinen sarih şirk olanı işleyenleri hüccet ikamesine rağmen tevbe etmediklerinde şirke düşeceklerini bildiği için bir tevhid daveti ve mücadelesi başlattı.


Arabistan ve Yemen'de, türbeleri takdis ve onların üzerinde günlerce yapılan törenler ve kurban kesmeler adeta birer dini bayram halini almıştı. İbnu'l-Hac el-Malikî'nin "el-Medhâl" isimli eserini okuyanlar tasavvuf ehlinin dine neler kattığını görebilirler. Ebu Şame'nin zamanının halkı hakkında ve eş-Şevkanî'nin Yemen halkı hakkında yazdıklarını okuyanlar bunu rahatlıkla görebilirler. Hakeza es-San'nî'nin eserleri bu dalaletleri açıklamakla doludur. (Bkz. Tathiru'l-İ'tikad: tercümemiz)Abdulhayy el-Leknevî'nin "el-Âsâr el-Merfua"sı bunun en iyi delillerindedir. Bu konuda el-Leknevî de aynı yolu izleyen alimlerdendir.


Türkçe Olimpiyadları namında cahiliyye geleneklerini ihya eden törenler sebebiyle Allah'ın Rasulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bile -hâşâ- bu batıl ve çıplak kadınların bulunduğu ortama getiren bir Hoca, Amerikan saçmalıklar gönderip ümmetin dini üzerinde dalaletini ve tasallutunu açıkça ilan ederken, İbn Teymiyye'yi linç etmeye kakışanlar; bu Hoca'nın sözleri hakıkında tek kelime etmediler. Halbuki el-Leknevî bu i'tikadın küfr olduğunu söyler. Neden, çünkü Hoca'nın cemaatının gücü bunları ürkütüyor ya da hayranlıklarını cezbediyor.


Zira İbn Temiyye'ye adeta sövgüler dizenler Türkiye'deki Millî Türk Dini cemaatları diyebileceğimiz cemaatların desteğine muhtaçlar, çünkü onar da Türkiye'de selefi salihinin te'vilden uzak akidesi ve menhecinin yayılmasını istemiyorlar. Şia ile Türkler bu konuda ittifak etmiş gibidirler. Şia, Kerbela (M.İbn Abdilvehhab zamanında) vakası ve İbn Teymiyye sebebiyle bütün Hanbelileri Vehhabi ve kafir görürlerken (sitemizdeki Belegeler kısımına bkz.) bizimkilerde bütün Arabistandaki alimleri neredeyse Vehhabi ve İngiliz uşakları görürler. Türkiye'deki Camii imamların ardında kıldıkları namazlarını iade etmezler ama Ka'be'de ve Mescid-i Nebevi'de kıldıkları namazlarını iade ederler. Şiller de aynı şeyi yapmaktalar.


Ama Vehhabiler (!) Türkiye'ye geldiklerinde, Türk imamların ardında Cuma namazı bile kılıyorlar. Müsamahayı ve liyni gördünüz mü? Adamın şeyhi şirk içinde, onun cemaatı Mescid-i Nebevi'deki imamın dininden şüphe ediyor ve ardıında namaz kılmıyor. Ne de olsa İmamları böyle bir devletin altyapısı ya!?


M. İbn Abdilvehhab ümmetin rabbanî alimlerinin sünnetini ve menhecini ihya ediyordu. Saltanatçılar ise, batılları din edinmeye yüz tutan toplum kesimlerini, alimlere ve fakihlere karşı savunuyorlardı.


M. İbn Abdilvehhab’ın İslamı tahrif eden ve Müslümanların kanlarını helal kıldığını söyleyenlerin; ben ne yazık ki Suriye’deki ve Afganistan’daki katliamlarla ve Irak’ta Müslümanlara yapılan zulümle ilgili ciddi bir sözlerini duymadım ve internette videolarına rastlamadım. Bu da yetmiyormuş gibi, bir de İbn Teymiyye'yi her önüne gelen Şiiyi, Firavun ve Haman gibi görüyormuş diye teşhir ediyolar.


Şia'nın ve Amerika'nın Irakta ve Afganistan'da Müslümanlara yaptıklarını lütfen bir gün çıkıp anlatırlar mı? Onbinlerce Müslüman kadının kayıp olduğunu bu Hocalarımız acaba biliyorlar mı? Onların ırzını helal etmenini dindeki hükmünün ne olduğunu İbn Teymiyye'yi "terzîl" (rezil etme) yarışına giren üstadlar bunu bir kez dile getirebildiler mi?


Bunu yapanlar sanmasınlar ki Müslümanlar onların bunları söylemkele neyi kasdettiklerini bilmiyorlar. Siz Allah yolunda Cihaddan söz edersiniz ama ehline düşmanklık edersiniz ve onların mezheplerinin sapık olduğunu söylemeyi de ihmal etmezsiniz.


Dahası var; M. İbn Abdilvehhab’ı İngilizlere hizmet etmekle suçlayanlar; lütfen Osmanlı'nın dönüşümünde Padişahlarının ve onların hükümetlerinin yaptıklarını da düşünsünler. Tanzimat Fermanını M. İbn Abdilvehhab ilan ettirmedi. Osmanlı'da küfr diyarının yasalarını M. İbn Abdilehhab alıp Müslümanlar üzerinde uygulamadı. M. İbn Abdilvehhab kızlarına kâfir diyarından mürebbiyeler tutmadı, Necd ve Diriyye’ye Fransa’dan piyano getirmedi. Hanesindeki kadınların Avrupalı kadınlar gibi fotoğraflarını çektirmedi. Sabah ezanlarımızı bile İranî makamlarda okutup saz ve caz meclisleri kurmadı şarkı besteleyerek ölmedi. Ama bizim bazı padişahlarımız halifelerimiz şarkı söyleyebiliyorlardı. Ümmet çökerken ve helak olurken onlar Fransız Devriminin kirlerini ülkeye taşıyorlardı. M İbn Abdilvehhab Allah var iken şeylerden istimdadda ve istiğasede bulunmadı. (hiç bir İmamımızın da yapmadığı gibi) Tabii bütün bu söylediklerimiz, adil ve salah ehli sultanları aşağılamak anlamına alınmasın. Bunu misal için sayın dostlarımıza hatırlatma babında söylüyorum.


M.İbn Abdilvehhab, tarikatların, tasavvuf ehlinin ve Şia’nın Yemen’de Hicaz’da ve Irak’ta işledikleri şirkleri ve küfürleri durdurmayan bir devletin üzerine düşen farizasını üstlendi. Hâlâ âlimlerimiz kabirlerden yardım dilemenin ve kabirler üzerinde kurban kesmenin ve onlara adak sunmanın şirk ehlinin ameli olduğunu söyleyemiyorlar.


Bu söylediklerimi gözlerimle gördüm ve defalarca bu konuda tebliği çalışmalarımdnda bulundum. fakat nafile. Adamlar türbeyide tıpkı ka'be gibi tavaf etmekten vaz geçmiyorlar.


Ankara'da Karyağdı türbesi, tavaf istikametini okla duvarlara çiniyle gömmüşler) İnanmayanlar Ankara Yenimahalle MEMLİK Köyünde tapınılan birer put ve insanların maddi olarak istismar ve Alevilerin Dini Merkezi haline getirildiğini görürsünüz.(Halbuki orada yatanların Selçuklu dönemi, şehidlerinden oldukları söyleniyor) Zira türbeleri tapınılan birer puta dönüştüren bu kesim, Allah yolunda Cihada iman etmez nasıl şehidleri tazim edeceklermiş.


Bir kezinde buradaki yüzlerce insana vekabirlerin yanıbaşında yatırlmış olan onlarca hastaya tebliğde bulunduğumda; Sivas'ta derin devletin işi olan Otel (MADIMAK)i hatırlattı bana, Hacettepe Sosyoljide olan bir Kızılbaş kızcağız. "Biz sizin camilerinize geliyoruz muyuz ki siz bizim yaırıların fayda verdiğimizi inkar ediyorsunuz" "Siz gidin önce Madımak'ın hesabını verin" diyorken, bir seferinde de Diyanet'ten veya bir cemaattan oldukları belli memurlar, beni "Yeşil Komünist" olmakla suçladılar. Niye..? Çünkü ben oaradak tuzağı zavallı halka gösteriyordum.


Muhtarın ve cemaat çetelerinin kurduğu bir şebeke halkı soyuyorlardı.Bu türbye gidin ne kadar ZAVALLI TAVUĞUN, HOROZUN VE KOYUNUN TELEF EDİLDİĞİNİ VE ÇEVRENİN kan revan içinnde bırakıldığını görürsünüz..! Burada çocuk isteyenden şifa isteyene ve kızlarının nasibinin açılmasını isteyen nice insana rastlarsınız. Öyle ki Çankaya'dan zengin aile kızları beni de onlardan sanarak bana yaklaşıp benden dua istedi.


Mesela bir kezinde hacıbayram caminde 500 TL bir paket kesme şeker satan ve Minarenin anahtarını parayla elden ele dolaştrıan bir çeteyle tartıştığımda beni evliya düşmanı olarak ilan etmişlerdi.. Geçen hafta Antakya'da Habib en-Neccar'ın dağdaki mekanına yaptığımız bir gezide; kırkbeş yaşlarında ve İran'ın eski kahinlerine benzeyen birsi arabamıza yaklaşıp 'buranın hizmetini biz yapıyoruz zekatlarınızı bize verebilirsiniz' diyordu. Bu adam sakallarının tarzından belliydi ki, türbe çetesiydi ve Belediye bile onlardan korkuyor ve onları oradan men edemiyordu. Bizden zekat isteyen genç, sanki bizdenmiş gibi davranarak ve de İslamdaki "zekat"a iman ediyormuş havası vermeye çalışıyordu. Halbuki Nusayrilikte zekat, daha farklı bir anlam ifade eder. İmamlarının akidesini yaymaktır zekat.


İşte M. İbn Abdilvehhab, bu ve buna benzer dalaletlerin imhasını ve sahih akidenin neşri için kıyam etti ve cahiliyye yasalarıyla kabilelerini yönten şeyhlere davet ve tebliğde bulunup onları Allah'ın şeriatına uymaya çağırdı.


İşte M. İbn Abdilvehhab ve her Sünni alim yani sünnet üzere olan alimin de akidesi budur. Peki türbe şirklerine bahane üretenler hangi alimlerin izini sürüyorlar?


M. İbn Abdilvehhab gibi bir şaşkının (!) bula bula İbn Teymiyye gibi bir adamdan gayrısnı kendisine rehber bulamadığını söylemek, en azndan İbn Teymiye’ye ve onun akidevi mirasına sahip çıkan ve bunu dirilten M. İbn Abdilvehhab gibi bir adam hakkında hiçbir şey bilmemek demektir. Bu söz, aynı zamanda İbn Teymiyye’nin sapkın (!) ve teröristlerin imamı olduğunu söylemekle eşdeğerdir. Zira İbn Teymiyye’ye saldırı; içerde rejime ve -güya- güvenliğe hizmet ederken, dışarıda da ABD vd. batılı devletlerin gözünde "meşruiyyet" ve "tanınma" arama çabasıdır. Habeşîler denen Sünni Batınîlerin (Hafız Esed’in ajanlarıydılar) daha önce Lübnan’da ve şimdi de Etiopya’da Yahudilerle işbirliği ettikleri gibi.


Dört İmamızı zulme boyun eğen ve zalim sultanların hükmetmesine cevaz veren âlimler olarak gösterip sonra da İbn Teymiyye’yi bu geleneği bozan anarşist ve saldırgan, asi bir âlim gösterme gayreti, gerçekten zavallı ve sefil bir yaklaşımdır. Böylece İbn Teymiyye’yi yöneticilere başkaldırmayı, İslam tarihinde ilk kez ihdas eden bir kimse olarak gösterilmiş oluyor. Bu kardeşlerimize lütfen Batınî hareketlerin tarihini yeniden okumalarını tavsiye ediyorum. En azından Haricîlerilerle Ali'in (radiyallahu anhu) savşalarını düşünmelerini diliyorum...


Şimdi Dört büyük İmam; zulme sabredip sultana isyan etmediklerine göre, M. İbn Abdilvehhab’a ne oluyor ki, Osmanlı Sultanı’na isyan etmiş oluyor? İşin sırrı da burada gizli. Hakikaten onun hareketi bir sultana isyan hareketi mi idi, yoksa kendi velayetlerinde olan bir beldede şirkin ve dalaletin intişarına karşı bir uyarı ve davet hareketi mi idi? Demek ki İbn Teymiyye de sultanlara isyan etmiş, onların velayetini çiğneyerek kargaşa çıkarmıştı değil mi?


Öyleyse M. İbn Abdilvehhab da İbn Teymiyye'nin diktiği zehirli ağacın meyvesi oluyor. İbn Teymiyye’nin hayatını okuyan onun ne kadar merhametli, adil bir ve takva bir alim olduğunu görecektir. Hanefi âlimleri dahil onun bu yönünü anlatan binlerce alimin şehadeti kitaplarımızda mevcuttur. İmam el-Bezzar bu konuda şahid olarak bize yere de artar da. Onun bu ümmetin dini ve akidesi üzerinde nasıl titrediğini bilmeyen ancak ya cahildir ya da kalbini öfkenin, kinin ve nefretin bürüdüğü bir insandır.


Bu münasebetle deriz ki; Selefilerin ve İbn Teymiyye’cilerin (!) İbn Teymiyye’den daha iyi kullanacakları bir malzeme olmadığı için ona sarıldıklarını söylemek, zulümden ve hakkı inkârdan ve hakikatları örtbas etmekten başka bir şey değildir. İbn Teymiyye’yi okuyanlar onun siyaseti şer’iyye bahislerinde ne kadar derin bir fıkıh ve siyer bilgisine sahip olduklarını onun eserlerinden her hangi birisinin on sayfasını bitirmeden görürler.


İbn Teymiyye’nin açlıktan ölüp gittiği söyleyenler, M. İbn Abdilvehhab’ın da tokluktan çatlayıp gittiğini mi söylemek istiyorlar.. İbn Teymiyye haşa ne açlıktan öldü ve ne de sefaletten.. O günlerinin çoğunu oruçla geöçiren takva ehli bir âlim ve İmam idi. Ailesi de fakir değildi. Ne de İbn Abdilvehhab Hicaz’da petrol çıkacağını biliyordu ve böyle bir kavga için davada bulundu ve tokluktan çatlayıp öldü!


Yani karnı tok ölen bir M. İbn Abdilvehhab üstadının akidesine ve hayat tarzına hakaret etmiş oluyordu. Sanki bu söz yazanlar ve söyleyenler bir dilim ekmek ve zeytine talim ediyorlar. Mademki siz Ebu Hanife’nin (rahmetullahi aleyhi) yolundasınız o zaman kendinize bir bakın siz bu ülkede ne yapıyorsunuz Ebu Hanife ne yapıyordu?


Haydi, siz de “hükümde rüşvet almak küfürdür” deyin bakalım. Haydi siz de "Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenle ancak kafirlerdir" deyin bakalım..!


İbn Teymiyye’yi ancak sefihlerin ve teröristlerin kullanabileceğini ABD ve dünyaya deklere edercesine, onun diğer tüm İslam âlimlerinin zulme razı göstermeye çalışmak akla ve insafa asla yakışmayacak bir davranıştır. Ebu Hanife’yi kullanamazlarmış, Ebu Yusuf’u da kullanamazlarmış.. Peki kimi kullanabilirlermiş; Ahmed İbn Hanbel'i değil, İmam Malik’i değil.. İctihad yeteneğinde en az onlar kadar olan ve hatta onlardan da aşağı olmayan İbn Teymiyye’yi kullanabilirlermiş?.


İnsanın neredeyse İbn Teymiyye'ye vay zalim vay diyesi geliyor değil mi? İbn Teymiyye’yi nerede kullanmışlar, İbn Teymiyye neye hizmet etmiş..? Demek ki İbn Teymiyye; hidayete değil, dalalete ve dinî bozgunculuğa davet etmiş insanları.


Bu sözleri söyleyen ilim ehlinden ricam, bu sözlerini tekrar dinlesinler -tabirimi de ma’zur görsünler -tribünlere oynamadan kendilerini bir hesaba çeksinler.


Ey dostlar..!Yarın ahirette size İbn Teymiyye'nin ğiybetinini ve düşmanlığının hesabı sorulduğunda, bu sözleriniz asla size şefaat etmeyecektir. İmamlarımızın şefaatını rica eden İbn Teymiyye gibi bir insanı, İmamların menhecine ve yoluna düşman ya da aykırı ve muhalif gösterme girişimi; sadece saf gençliği ve kafası karışıkları ve bağnaz sufileri ve mutaassıp bir kesim insanı razı etmeye ve desteklerini sağlamaya yönelik girişimlerdir. Bu sözlerde Allah’ın ve Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) rızası yoktur.


Bu sözleri söyleyen kardeşimiz, sözlerinin doğruluğuna lütfen Allah’ın kitabından, Rasul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetinden ve selefin ilkleri olan sahabenin ilminden, söylediklerine delil göstersin..! Üstelik Ebu Bekr’in (radiyallahu anhu) “Riddet savaşları”ndaki tavrını da unutmasın. Hanefi fukahasının bir beldede İslam’ın Şiarı olan ezanı terk edenlerle bundan vazgeçmezlerse savaşılır fetvasını da akıldan çıkarmasın.


İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab meselesini ulu orta konuşan bir hocamız, İbn Abdilvehhab hakkında;


“..bir kere İngiltere’nin talimatıyla kurulmuş bir devletin alt yapısı sensin”demekle, çok zalimâne bir hüküm verdiğini bilmelidir. Lütfen M. İbn Abdilvehhab’ın sahip olduğu akideye rağmen İngiltere’ye nasıl hizmet ettiğini ortaya koysun.. Bunu söylerken, Türkiye’nin nasıl kurulduğunu ve Osmanlı’nın da nasıl yıkıldığını unutmasın.


Bu satırları ne M.İbn Abdilvehhab sevdalısı olduğum ve ne de Osmanlı devletini ve bu satırların yazarlarının ya da sözlerin sahiplerinin düşmanı olduğum için yazıyorum. Bu bir dostane uyarıdır. Sözümüzü ve kalemimizi kimin için kullanıyoruz buna işaret etmek istedim.


Peki aynı soruyu son dönemin tüm Osmanlı âlimlerine yöneltsek;




İslam lime lime edilirken neredeydiniz?




Türkiye’de İslam kaldırılırken nerededeydiniz?




Ezan yasaklandığında nerdeydiniz?


Allah’ın hükümlerinin Arapların uydurma yaveleri olduğun söylen M. Kemal İslama savaş ilan ederken nerdeydiniz, diye sorma hakkımız var mı yok mu?


Dolmabahçe sarayı Kisra’nın sarayına ya da kâfir Krallarının sarayına benzetilirken ve Osmanlı borç bataklığında iken, bu israfların yapıldığında neredeydiniz? Bir Padişah’ın; kızı için kırk gün ve kırk gece düğün yapılır ve kendisine 300 deve çeyiz verilirken ve bunun için dünyanın muhtelif ülkelerinde soytarılar ve canbazlar çağırılırken nerdeydiniz?


Türbeler inşa edilirken Buharî'nin ve diğer Hadis İmamlarının bu konuda rivayet ettikleri Hadislere neden işaret edip bu sultanları engellemediniz?


Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan bunu ilan edenlerin Allah’ın dinini incittiklerinin de farkındamıydınız diye âlimlerimize soru sorsak acaba Vehhabi ve İbn Teymiyyeci olur muyuz?


Bundan yaklaşın iki yıl önce ziyaret ettiğimiz bir Hocamız; İbn Teymiyye’ye "rahmetullahi aleyhi" dediği halde, sair zamanda bu sözlerini unuturcasına; onun hakkında kimi özel meclislerde tekfirini mucip olacak örneklendirmeler (Mücessime olması vs..) yapan ve onun düşüncelerini ne kadar “zararlı” olduğundan söz eden bu dosta dedim ki::


“ Hocam lütfen bu konularda daha itidalli ve daha ilme ve haysiyetine münasip olan sözler söyleyelim. Bir kesim, İbn Teymiyye’nin ne kâfirliğini ve ne de zındıklığını bırakıyor ve ona her türlü hakareti ve tel'ini caiz görüyor ve tasavvufun eleştirilmesine tahammül edemeyerek ona “dini içinden bozan bir kafir” gözüyle bakıyor. Lütfen siz de bu kervana katılmayın. Bu konuda sabrediyorum ve bu meseede kalemlerini musahhar edip selefîliği (bunu selefîlik değil, selefin menhecine ve akidesine sahip çıkma olarak adlandıralım) şeytanlaştırmak (!) isteyenlerle ve özellikle de sizin de bu akıma ve kesime yakınlığınız sebebiyle, sizi taraf almak istemiyorum.


Bununla şunu demek istiyordum: Türkiye’de bundan daha önemli meselelerimiz var. Ehl-i Sünnet Müslümanlar olarak bu batıllara karşı birlikte duralım ve ayrışmayı kızıştıran ve Millî duyguları ve kavmiyet damarını besleyecek olan davranışlardan ve yazılardan sakınalım.


İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab hakkında böyle tek taraflı konuşmak yerine bu konuda ilim sahibi olan Müslüman âlimleri de çağıralım ve sizin de olduğunuz bir panelde ya da konferansta bir araya gelelim ve bütün Türkiye’nin gözü önünde M. İbn Abdilvehhab’ın günümüzde talebeleri konumunda olan ilim ehlini; gerekirse yurt dışından da çağıralım ve bu konuda Müslümanları aydınlatalım, bakalım gerçekler nasılmış? Vehhabî dediğimiz Arap âlimlerinin ağzından ve M. İbn Abdilvehhab’ın kitaplarından ve fetvalarından ortaya koyarak konuşalım demiştim. Bu Hocamızı münasip olduğu bir zamanda benimle bu konuya konuşmaya davet etmiştim, Hâlâ da bekliyorum ki, Arap âleminden ve Türkiye’den de çağıracağımız ilim adamlarıyla birlikte M. İbn Abdilvehhab’ın fikirlerini ve akidesini konuşalım.


Bu konuda Türkiyeli önemli sayıda Müslümanın S. Arabistan’daki âlimlerin çoğunu sapık görme yaklaşımları, onları Türkiye’den uzaklaştırmıştır. Ne yazık ki onlar da böyle bir yaklaşımı akledemediklerinden böyle bir karşılaşma ve tartışma asla mümkün olamamıştır.


Ne yazık ki onların da taksiri sebebiyle böyle bir insana zulüm devam ediyor. Mesele Din ve Tevhid ise, Türkiye’de daha çok Din ve Tevhid akidesiyle savaşılmakta ve çocuklarımız okullarda şirk ve küfr olan fikirleri öğrenmeye ve bunu itikad etmeye zorlanmaktadır. Çocuklarımızı rejim ve Kemalistler adeta malları ve eşyası gibi görüyor ve bize dilediklerini dikte ettirip Allah’ı ve dinini inkâr ettikleri halde, kendilerini Müslüman görmemizi bize dayatıyorlar ve Allah’a bu kadar uzak olmalarına rağmen, cenazelerini de bize kıldırtıyorlar. Zira maaşını onlar vermiyor mu imamların, öyleyse camiye gelen her cenazenin cenaze namazını kılmak zorundayız değil mi? Bu misali verdiğimde, söz konusu Hocamız dedi ki: "Bunlar gerçek Ehl-i Sünnet değil ki.." Yani Türkiye’deki İmamların konumunu ve hükmünü konuştuğumuzda bunları dile getiriyordu. Bunu bize söylüyordu, ama yazılarında ve konuşmalarında, Türkiye’deki Müslümanlarla bunu paylaşmıyordu.


İbn Teymiyye'yi tanıtmayı kendisine vazife bilen bu Hocamız, Türkiye’deki Camii imamlarını; İslam dininin hiçbir yasasını kabul etmeyenlerin de üzerine cenaze namazı kıldıkları için “gerçek Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Müslümanlar” görmüyordu.


Fakat İbn Teymiyye “mücessime” ve “müşebbihe” oluyor ve cehennemin ebedi olmadığını söyleyebiliyordu. Çünkü İbn Teymiyye’ye sövseniz bile Türkiye’de sizi yargılayacak bir merci' ve makam olmadığından; bu sövgü size itibar kazandırıp okuyucunuzu ve dinleyicinizi bile artırırdı. Öyleyse İbn Teymiyye hakkında onun düşüncelerini ve sözlerini çarpıtmanın hiç korkulacak bir tarafı yoktu. Nasıl olsa Allah’ın da burada bir mahkemesi bulunmuyordu, dileyen dilediğini söyleyebilirdi.


İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab meselesi, akidevi ve dini bir meseledir ve Dinin alimlerinin ğıybeti meselesine dahildir. Dileyen artık onlara sövsün ve dileyen de tekfir etsin.


Ama bunu yapanlar asla şunu unutmasınlar; Allah Azze ve Celle’nin hükümleri ve dini Kur’an ve Nebevi Sünnette mevcut. Âlimlerimizin birbirini cerhetmeleri ve akranların birbirleri hakkındaki sözleri, bizi cehenneme götürecek batıl ve dalalet onlara sözlere götürmemelidir.


Rabbimizin kitabından, Rasulümüzün sahih hadislerinden ve Sünnetinden ve sahabenin ictihadı ve fetvalarından İbn Teymiyye’nin ve M. İbn Abdilvehhab’ın kâfir, zındık ya da dalalet ehli olduğuna dair sözleri varsa, bunu bu Mizanda tartarak hüküm veren beri gelsin ve konuşsun. Alimlerin etleri zehirlidir. Ulemanın ğıybeti herhangi birinin ğiybeti gibi değildir. Allah’ın yeryüzündeki şahidleri ve hüccetleri alimlerdir.


Allah’tan korkalım ve kardeşliğimizi yıkacak olan sözlerden ve amellerden uzak duralım.




01.10.2013


Salı 20:29

Mehmet Emin Akın
 
Üst Ana Sayfa Alt