Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü 'Ummetimin Alimleri Beni İsrailin Peygamberleri Gibidir ve Zalime Verilen Rüşvet Sadakadır' Rivayeti Sahih midir?

Ebukutub Çevrimdışı

Ebukutub

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Evet kardeşler yukardaki sözü Hz. peygamber söylemişmidir?bilen varmı? internetten baktım ama emin olamadım.

Birde '' Ümmetimin alimleri Ben-i İsrail oğullarına gelen peygamberler gibidir '' var.Bu hadis sahih midir? İnternetten bunada baktım genellikle ''zayıf ravi'' ve ya '' münker hadis '' denmiş.Bilenlerden cevap verirlerse hoş olur inşaAllah. Allaha emanet olun.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
علماء أمتي لي مثل أنبياء اسرائيل

"UMMETİMİN ALİMLERİ BENİ İSRAİL’İN PEYGAMBERLERİ GİBİDİR"

Bu söz için Demirî ve Askalânî; Aslı yoktur, dediler.
Zerkeşî de böyle sükut etmiştir.

(Âliyyu’l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 247; Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, 286)
es- Sehâvî şöyle der: "Hocamız (İbn Hacer) ve ondan önce de ed-Demîrî ve ez-Zerkeşî, "Aslı yoktur" demişlerdir. Bazıları buna, "Herhangi bir muteber kitapta mevcudiyeti bilinmemektedir" ifadesini de eklemiştir."
(es-Sehâvî, el-Makâsıdu'l-Hasene, 286; krş. a.mlf. el-Ecvibetu'l-Mardıyye, I, 248; ez-Zerkeşî, et-Tezkire, 167; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 83)
Yinen İmam Suyûti de bu sözün aslının olmadığını bildirmiştir.


_Said Nursî, bu hadisi de diğerleri gibi kaynak vermeden kitabına koymustur((Şuâlar, 80, Altıncı Şua/İkinci Suâl/Birinci Cihet; 486, Onbeşinci Şua/Elhüccetü’z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yûsufiye’nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Dokuzuncusu;
Kastamonu Lâhikası, 9, Yirmiyedinci Mektubdan/ Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Kuvvetli, Dirayetli Arkadaşlarım; Barla Lâhikası, 385,Yirmiyedinci Mektubdan/Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir şâkirdi olan Yusuf’un bir fıkrasıdır.) )


Hadisin aslı olmadığından haberi de yoktur. Hadis, sadece sika imamların kitaplarından alınır. Hangi hadisin zayıf, hangisinin merdut, hangisinin makbul olduğu kendisine müracaat edilen alınır.
Bu imamların koydukları kaidelerden birisi şöyledir: Bir hadis rivayet açıkça belirtmek ya da kim tahriç etmişse ona isnat etmek zorundadır. (Ebû Şehbe, Sünnet Müdafaası, 1/190.)



Peygambere iftira atmanın dehşetini bilmeyen kimseler arasında bu tür uydurma sözler hadis diye oldukça yaygındır . Kaynağa itibar etmeyen kimseler olduklarından dolayı ; kendi aralarında bu tür sözlerin senedi , ravi zinciri , muhaddislerin bu söz hakkında hükümlerinin pek kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü bunları kabul etmek işlerine gelmektedir. Böylece alim bildiklerini kutsamış , alim bilinenler ise kendilerini peygamber seviyesinde kabul ettirebildiklerinden dolayı her türlü talimatları ve emirlerine körü körüne itaat ettirebileceklerdir. Bu tür kişilerden delil sorulduğunda kınanırsınız. Onlar Allah dostlarıdır ! denilerek hatadan münezzeh itibarı verilmek istenerek söylemlerinin sıhhat derecesi sahih ! olduğu vurgulanmak istenir . Fakat ehli sünnet için delil edille-i şeriyyedir. Bu tür safsatalara itibar edilmez . Bakınız aşağıdaki iki hadis sahihtir .

_ Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin. Zira benim üzerime yalan uyduran cehenneme girer."
(Buhâri ,İlm38; Muslim, Mukaddime1, (1); Tirmizi, İlm 8, (2662);Kutub-i sitte: 5176)

_Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki
:

"Benim üzerime söylenen yalan, bir başkası üzerine söylenen yalan gibi değildir. Öyleyse kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın
(Buhâri, Cenâiz 34; Muslim, Mukaddime 4, (4); Tirmizi, İlm 9,(2664). Kutub-i sitte :5178)


 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Rüşvet hakkında bahsetmiş olduğunuz "Zalime verilen rüşvet sadakadır" anlamında Ehli sunnetin Hadis kitaplarında Sahih bir hadis bulunmamaktadır. Rüşvet hakkında ehli sunnetin kitaplarında bahsedilen hadis ve açıklamalar aşağıda mevcuttur.


11- Dar'ul-harb'te Rüşvet Meselesi

Dar’ul harb’de din , akıl , nesil , can ve mal emniyeti yoktur. Müslümanlar Dar’ul harb’te korku içerisindedirler. Çünkü harbiler iktidara sahibtirler. Dolayısıyla dar’ul harbte “rüşvet” , harbiler için geçim kaynağıdır.
İslam uleması tarafından rüşvetin çeşitli tasnifleri yapılmıştır. İbn Abidin şöyle diyor:
Rüşvet kelimesi veya raşvet şeklinde söylenebilir. Misbah isimli lügat kitabında ; rüşvet şeklinde zabtedilmiş ve rüşvet ; kişinin hakime veya başkasına ; lehinde hüküm vermesi için veya isteğine ulaşabilmek için vermiş olduğu şeydir.”
(Reddu’l Muhtar Ala’d Durri’l Muhtar (ibn abidin) C:5 ,sayfa:362, İst./1984)



Rüşvet haram ve caiz olmak üzere kısımlara ayrılır :

Kâdî Hân, fetvâlarının el-Kâdâ bahsinde der ki :
"Rüşvet dört türlüdür.
Bir çesidi vardır ki, her iki taraf içinde haramdır. Kadıyı (yani hâkimliği) rüşvet ile olsa, bu adam hâkim olamaz. Bu durumda rüşvet, alana da, kadıya da haram olur. Bu bir ;


ikincisi, kendi lehine hüküm vermesi için hâkime rüşvet verse, bu rüşvet de her iki taraf için haramdır. Hüküm ister bi-hakkın verilmiş olsun, ister olmasın, değişmez.

Diğer bir şekli: Malının ya da canının telef olacağı korkusuyla rüşvet verse, bu rüşvet alana haramdır ama, verenin vermesi haram değildir. Yine malında gözü olana, malının bir kısmını rüşvet olarak verip; kalanını kurtaranın durumu da böyledir.

Bir diğer şekli: Devlet idarecilerinin nezdinde işini takip etmesi için rüşvet verse, veren için vermesi helâldir ama, alan için alması haramdır. Bu durumda verdiği rüşvetin alana da helâl olabilmesi için; veren, alanı, rüşvet vermek istediği miktarla, bir gün geceye kadar ücretle tutar. Çünkü bu nevi icâre sahîhtir. Sonra müste'cir (ücretle tutan) dilerse onu yaptıracağı bu işte, dilerse başka işte çalıştırır.

Bu, devlet idarecisi nezdinde işini takip etmesi için rüşveti önceden verirse böyledir.

Hiç rüşvet adı etmeden işini takip etmesini istese ve işi olduktan sonra rüşvet verse durum ne olur?

Bunda ihtilâf vardır. Alanın alması helâl olmaz diyenler varsa da, sahîh olan, helâl olur diyenlerin görüşüdür.
Zira, bu, bir nevi iyilik, mükâfaat ve ihsandır. Aynen imâma ya da müezzine, şart koşmadan bir şey vermek gibidir. Hâkimin rüşvet alması helâl olmadığı gibi, hâkim olmazdan önce kendisine hediye vermek âdeti olmayan yabancıdan hediye alması da câiz değildir.
Borç ve iare de hediye gibidir.
Fıkıh kitaplarının vasiyyetler bölümünde fukaha; kişinin canını ve malını zûlümden kurtarmak için, kendi hakkında verdiğin rüşvet olmayacağını, başkasında olan malını çıkarabilmek için sarfettiğinin ise rüşvet olacağını söylerler.
elHulâsa adlı kitapta denir ki :
Hâkim rüşvet alıp hüküm verse, ya da hüküm verdikten sonra rüşvet istese ve hâkimin oğlu veya onun için şehadeti kabul edilmeyecek birisi alsa, hüküm nâfiz olmaz. Ancak tevbe eder ve aldığını geri verirse, verdiği hüküm sahîh olur.


el-Akdiye'de de şunlar vardır:
Hediyeler üç türlüdür:


Verene de alana da helâl olan:
Mücerred sevgiden dolayı verilen hediyeler gibi.


Ikincisi, her iki tarafa da haram olan:
Yaptığı zulümde, kendisine yardım için verilen hediye gibi.


Üçüncüsü, verene vermesi helâl olan :
Zalime, zûlmünü def etrnek için verilen hediye gibi. Bu alana haramdır.



Bu hususta çıkış yolu şöyledir :

Işini gördüreceği adamı iki üç gün gibi bir zaman ücretle tutar. Sonra -eğer yaptıracağı iş, meselâ bir mesaj götürmek gibi, ücret vermenin câiz olduğu bir iş ise- onu bu işte çalıştırır. Ama çalıştıracağı süreyi tayin etmezlerse, bu câiz değil dir.Bütün bunlar şartlı olursa böyledir. Ama hediye şartsız olarak verilse ve fakat alan, kendisine; devlet dairelerinde ona yardım etmesi için hediye verdiğini kesinlikle bilse, ulemâmız bunda bir beis olmadığı görüşündedirler.
Her hangi bir ön şart olursa böyledir. Ama hediye şartsız olarak verilse ve fakat alan, kendisine devlet dairelerinde ona yardım etmesi için hediye verdiği kesinlikle bilse, ulemâ bunda bir beis olmadığı görüşündedirler.
Herhangi bir ön şart ve bekleyiş olmaksızın ihtiyacını giderse ve ondan sonra hediye verse, bunu kabul etmekte bir beis yoktur. Bu hususta almanın hoş olmayacağına dair Ibn Mes'ûd'dan rivayet edilen haber, takvânın ileri derecesini bildirir. Bu husus Bezzâziye'de de aynıdır.
Hâkim bir tutanak yazsa veya bir taksim işini üzerine alsa ve bunları yaptığı için ecr-i misil istese hâkkıdır . Ama küçük bir kızın nikâhına veli olsa, herhangi bir şey alması helâl değildir. Zira kendisine vacip olan bir şeyi yapmıştır.
Vâcip olan bir şeyi yapma karşılığında ücret almak ise câiz değildir. Yok eğer üzerine vacip olmayan bir şeyi yapsa ücret alması câiz olur .


Fetevây-ı Kâdîhân'da el-Bakkâlî'den naklen şöyle bir şey vardır:
Birisi. bir bekâr kızın nikâhını (velisi olarak) akdettiğimde bir dinar alırım. Dul ise yarım dinar alırım dediğinde, kızın başka velisi yoksa. onun bunu alması helâl olmaz. Ama bir başka velîsi varsa biraz önce zikrettiğimiz hükme binaen aldığı helâl olur. Yetimin malını satsa da bir şey alamaz. Eğer alsa ve bey de de mezun olsa, alış verişi nâfiz değildir.


Fethu'l-Kadîr'deki ifadeye göre, rüşvet dört kısımdır.

Alana da verene de haram olanı vardır. Kazâ ve imâret makamlarını elde etmek için verilen rüşvet bu kabildendir. Bu şekilde iş başına gelen kadı olamaz.

Ikincisi, kadının hüküm vermek için rüşvet alması durumudur. Bu da her iki taraf için haramdır. Rüşvet alarak hüküm verdiği hâdisede hükmü nâfiz (geçerli) değildir. İster bi-hakkın, isterse bâtıl bir hüküm vermiş olsun, değişmez. Eğer haklı bir hüküm vermişse o, zaten ona vâcipti. Binaenaleyh, buna karşılık bir mal alması câiz olamaz. Bâtıl bir hüküm verdiği takdirde ise, durum daha da açıktır. Önceden rüşvet alıp hüküm vermesiyle, önce hüküm verip sonra rüşvet alması arasında da bir fark yoktur.

Üçüncüsü, bir zararı def etmek, ya da bir menfaati celbetmek maksadıyla, devlet dairesinde bir işi halletmek için rüşvet almak halidir. Bu, alana haramdır ama, verene haram değildir.
El-Akdiye'de hediye kısımlara ayrılırken bu, hediyenin kısımlarından olarak gösterilmiştir.


Dördüncüsü, malına ve canına karşı korkusu olduğu kimseye, bu korkusundan kurtulmak için verdiği şeydir. Bu, veren için helâldir ama alan için haramdır. Zira müslümandan zararı def etmek vâciptir. Vâcibi yerine getirmek için mal almaksa câiz degîldir.


El Kunye'de mahzurlu olan şeyler babında şöyle denir :

Zalimler, halkın ormanlardan odun yapmasına, kendilerine bir şeyler verilmeksizin müsaade etmiyorlarsa, o şeyi vermek de,almak da haramdır. Zira verilen bu şey rüşvettir. Aynı yerde, âşıkların rüşvet olarak verdiklerinin de mülk edinilemeyeceği yazılıdır. Bu sağlam nakillerle anlaşılmış oldu ki, kadı'ya (hâkime) verilen rüşvet, her iki taraf için de haramdır. İster hükümden önce olsun, ister sonra olsun, ister haklı bir hüküm vermesi istensin, ister bâtıl ile hükmetmesi istensin, hepsi eşittir. Yine anlaşılmış oldu ki, hakime verilen hediye de rüşvet gibidir; dolayısıyla her iki taraf için de haramdır.
Meselâ bir adam, hâkime gelip bir miktar mal vererek, kendi lehine hükmettiği için verse, veren bir haram irtikâp etmiş olur. Binaenaleyh, hâkim bunu kabul etmese ve onu tâzir ile cezalandırmak istese bu, şu fıkhî kaideden dolayı onun hakkıdır: "Belli bir had cezası olmayan bir masiyeti işleyene ta'zir vâcip olur."
El-Bedâye'de kaydedildiğine göre, ta'zirin vâcip olmasının sebebi, şeriatte tayin edilmiş bir haddi bulunmayan bir cinayeti irtikâp etmesidir. Bu cinayet ister ALLAH'ın hukukuna, isterse kul hukukuna karşı yapılmış olsun. Vucûbunun şartı ise, sadece akıldır.
Binaenaleyh, belirli bir had cezası olmayan bir cinayeti irtikâp eden her akıllıya ta'zir uygulama salâhiyeti var mıdır? denirse, Câmi'ul-Fusûleyn ve daha başka yerlerdeki ifadeye dayanarak, evet vardır, deriz.
Aleyhine hüküm veren kadı'ya, "Rüşvet aldın!" derse, kadı'nın ona ta'zir uygulama yetkisi vardır. Ta'zir cezasıni teşhir ederek uygulamak da câizdir. Çünkü bu da bir nevi ta'zirdir.


Imâm Eba Hanife'nin, yalancı şahidlik yapan için, "Sokaklarda, toplulukların huzurunda teşhir edilerek ta'zir edilir. Başka cezası yoktur." sözü bunu gösterir.
İmâmeyn ise acıtacak şekilde dövülüp hapsedileceğini söylerler.


Fethu'l-Kadîr'de: "İmâm Azam'ın (Tâzir uygulamam) sözü, (Dövmem) manasında olmuş oluyor.
Neticede ta'zirinde ittifak vardır. Şu kadar var ki, Imam ta'zir edilenin bu durumunu, sokaklarda teşhir ettirmekle iktifa etmiştir. Bu da bazan gizlice dövülmesinden daha ağır bir ceza olur.
İmâmeyn ise, buna dövmeyi de ilâve etmişlerdir:" deniyor:
Mesele, el-Inâye de ve başka kitaplarda da böylece izah edilmiştir. Teşhirin bir nevi ta'zir olduğunu ifade etmişlerdir. Binaenaleyh, kadı (hâkim), yalancı şahidi cezalandırmakta başkası için bir maslahat murad etse, bozguncuları men için ona ta'zir uygulama yetkisi vardı;. Çünkü ta'zir, kadı'nın görüşüne bırakılmıştır.


Şöyle bir soru akla gelse: Acaba kadı'nın, ta'zirde yüzü karartma, ya da sakalının bir tarafını traş etme yetkisi var mıdır ?
Çünkü bunlar "Müsle" uz'vu keserek cezalandırma kabilindendir. Bu ise yasaklanan bir şeydir. Evet yapabilir deriz. Zira bunlar müsle cinsinden değildir. Bunun ne olduğuna verilecek cevap, Hz. Ömer'in şu fiiline verilecek cevabın tâ kendisidir:
İbnu Ebî Şeybe'nin kendi senediyle rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Şam diyarındaki valilerine, yalancı şahide kırk sopa vurulmasını, yüzünün karartılmasını, sarığının boynuna atılmasını, kafasının traş edilmesini ve hapsinin uzun tutulmasını yazmıştır.
Abdurrezzak da Musannef’inde: Hz. Ömer (radıyallâhu anh) yalancı şahidin yüzünün karartılmasını, sarığının boynuna atılmasını ve kabîleler arasında dolaştırılmasını emretti, diye rivayet eder. Fethul-Kadîr'de bunun "müsle" olup olmadığı görüşü cevaplandırılırken deniliyor ki:
"Müsle" ancak uz'uvları, ya da bedendeki uz'uv gibi şeyleri kesmekle olur ve devam eder. Yıkamakla kaybolacak arazî şeyler "müsle" değildir.
Ulemadan bazıları da Hz. Ömer'in bu yaptığı bir siyaset idi. Binaenaleyh, hâkim bir maslahat görürse, bunu yapma yetkisine sahiptir, diye cevap vermişlerdir. Fethul-Kadîr'de ise, buna karşı, "Hz. Ömer’in Şam diyarındaki valilerine yazması, bu görüşü reddeder." denmiştir.
Vurulacak sopanın kırka vardırılması, bunun siyaset olduğunun delilidir. Zira ta'zir, hadler derecesine vardırılamaz, denmesinin de bir manası yoktur. Zira bu, ihtilaflı bir meseledir. Alimlerden bunu câiz görenler vardır. Buna göre Hz. Ömer'in görüşünün de böyle olması câizdir.
Buradan anlaşılıyor ki, siyaset, şer'î bir nas vârid olmaksızın hâkimin, umumun maslahati için yaptığı şeydir. Binaenaleyh, şayet hâkim, rüşvetin bu zamanda yaygın olduğunu göz önünde bulundurarak, bunu azaltmak maksadıyla, başın bu şekilde teşhir edilmesini umumun maslahatına uygun görürse, bunun için sevabı gerektiren bir iş yapmış olur. İsterse şer'î bir nas bulunmasın. Kaldı ki, yalan yere şahidlik yapanın durumu, buna asıl teskil eder. Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH en iyisini bilir.



Dar'ul-harb'te Rüşvet


Rüşveti veren de alan da haram işlemiştir.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

Rüşvet verene, alana, aralarında aracı olana ALLAH lanet etmiştir.”
(Ahmed b. Hanbel , sahih senedle)


Rüşvet, bazı konularda sadece alan için haram olur, veren için haram olmaz. Kişinin, kendisine yapılan zulmü kaldırmak için hakime, polise vs. rüşvet vermesi gibi...

Hasan el Basri şöyle dedi:

Irzını korumak için bir kimseye para vermekte sakınca yoktur.”
(Kurtubi-Ahkamul Kur’an)


(Bunun ismi rüşvet değil, zulmü kaldırmaktır.)

İbni Mes’ud (r.a), Habeşistan’da iken iki dirhem rüşvet vererek şöyle dedi:

Günah rüşveti alanadır, verene değildir.” (Kurtubi)

(İbni Mes’ud (r.a), kendi hakkını almak ve zulmü kaldırmak için rüşvet vermiştir.)

Vehb b. Münbih’e şöyle soruldu:
Rüşvet herşeyde haram mıdır?” Hayır dedi.
Haram olan rüşvet, senin olmayan şeylerin senin olması için rüşvet vermendir. Veya ödemen gerektiği bir şeyi ödememen için rüşvet vermendir. Fakat dinini, kanını, malını korumak için rüşvet vermen haram değildir.”


Ebu’l Leys Semerkandi, bu görüşü alıyoruz dedi. Kişinin nefsini, malını korumak için rüşvet vermesinde sakınca yoktur.
(Kurtubi)




İbn Abbâs'tan (r.anh) gelen bir rivayete göre de Abdullah ibn Ced'ân'ın kölesi Suheyb ibn Sinan er-Rûmî, Mekke'deki mal ve mülkünden vazgeçerek bunun mukabilinde serbest kalmıştır. (Fahraddin Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 204)

Suheyb, muşriklerin elinden kurtulup Medine-i Munevvere'ye gelişini kendisi şöyle anlatıyor:
Mekke'den Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hicret etmek istediğimde onlara: "Ben bir ihtiyar adamım. Sizden olmam size bir fayda sağlamıyacağı gibi düşmanlarınızın yanında olmam da size bir zarar vermez. Ben İslâm için bir söz verdim, o sözden dönmeyi kerih görürüm, bırakın Medi*ne'ye gideyim." dedim.

Kurayş: "Ey Suheyb, sen bize geldiğinde hiçbir şeyin yoktu. Mal olarak ne kazandınsa burada kazandın. Şimdi bunları alıp gitmene asla izin vermeyiz." dediler.
Ben: "Peki, malımı sizlere verirsem, nefsimi malımla sizden satın alırsam beni gitmekte serbest bırakır mısınız?" dedim.
"Olur." dediler de malımı onlara verdim, beni hicret etmemde serbest bıraktılar.
Mekke'den çıkıp Medine'ye geldim.
Benim böyle yaptığım Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ulaştırılınca: "Suheyb kâr etti, Suheyb kâr etti." buyurmuş.


Hadise Hammâd ibn Seleme kanalıyla Saîd ibnu'l-Museyyeb'den biraz daha farklı rivayet ediliyor:
Suheyb Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hicret etmek üzere Mekke'den çıktığında Kurayş'ten bir grup onu yakalayıp Mekke'ye geri götürmek üzere peşine düşmüştü. Suheyb takip edildiğini farkedince binitinden inip mevzilendi, sadağından bir ok çıkarıp yayına yerleştirdi ve bekledi. Kurayşliler bir ok atımı mesafeye gelince onlara seslendi:
"Ey Kureyş topluluğu, biliyorsunuz sizin en iyi ok atıcınız benim. Siz bana ulaşmadan sadağımdaki bütün okları üzerinize yağdırırım, sonra kılıcıma el atar ve elimde en küçük parçası kalıncaya kadar sizinle vuruşurum, ancak ondan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Ama bunun yerine isterseniz size Mekke'de bıraktığım malların yerlerini söyleyeyim, onları alın ve karşılığında yolumu açın, bırakın gideyim." dedi. Onlarda: "Olur." deyip bu teklifi kabul ettiler."

(Tabakât, 3 / 227-229 ; Siyeri İbni Hişam; İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr Fi İlmi't Tefsîr, 1, 223 ; İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, İstanbul 1984 (Kahraman Yayınları), 1,260-261)






DAR’UL-HARB VE DAR’UL- İSLAM (kitap)

https://www.islam-tr.org/konu/dar’ul-harb-ve-dar’ul-islam-kitap.7235/
 
Üst Ana Sayfa Alt