Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Üniversitede Felsefe Okumak Küfr mü?

Ebu Alihan eş-Şafii Çevrimdışı

Ebu Alihan eş-Şafii

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Esselemu aleykum va rahmetullah!

Üniversitelerde çoğu fakültelerde alakası olmasa bile felsefe dersleri yapıyorlar. Felsefede malumdur. Türlü küfr inanışlar felsefede var. Üniversitede bunları okumak küfr mü? Ders yapmak küfr mü? Yoksa küfrden kurtulmamız için hocayla her zaman tartışmaya mı girmeliyiz?

Allah razı olsun.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykumu's Selam we rahmetullahi we berâkatuh;

Felsefe adı altında İslam'a, vahye karşı zıt fikirlerin, küfür sözlerin dile getirildiği yerde musluman sakin oturup kalamaz!


Felsefe bir mesele hakkında vahyi değil nefsi/akli esas olarak kendince uygun olana göre değer ve hüküm kazanır ki bunu kabul etmek sapıklıktır. Nitekim ünlü İslam Filozofu diye bilinen İbn Sina aslen sapık fırkalardan Kadıyani taifesine dahil olup felsefeyi şu şekilde tanımlamaktadır:
Felsefe, insanın objelere, tüm hakikatlere vakıf olabileceği kadar vakıf olması, onların sırrına ermeye çalışması”dır. Filozoflar, insan hayatıyla ilgili her şeyi, akıl merkezli olarak, düşünmekle, felsefeyi, her şeyi araştıran bir alan olarak görmüşlerdir.

Felsefenin üç ana bölümü vardır:
1. Ontoloji (varlık) : Varlık var mıdır? Varlığın sebebi var mıdır? Eşyanın hakikati nedir?” gibi sorular üzerinde durur.
2. Epistemoloji (bilgi) : "Bilgi nedir? Eşya hakkında kesin bilgiye ulaşılabilir mi? Bilginin kaynakları nelerdir? Bilginin değeri nedir?" gibi soruları ele alır.
3. Değerler Felsefesi. (Etik / ahlak ve Estetik) : Ahlakın menşeini, kurallarını araştırır. Estetik ise, sanatla ilgili meseleler üzerinde yorumlar yapar.

İslam, menşeinde vahye dayanmakla beraber, akla çok büyük önem verir. Fakat aklı her şey olarak da görmez. Zira, akla dayanan felsefecilerin birbirinden farklı neticelere varmaları da gösteriyor ki, akıl kâinatın bütün sırlarını çözmek için yeterli değildir. Görme olayında gören bir gözle beraber bir ışığa da ihtiyaç olduğu gibi, gerçekleri görmek için de akıl gözüyle beraber vahiy güneşine ihtiyaç vardır.
"Akıl mı, yoksa vahiy mi?" şeklindeki bir soru karşısında bir Müslüman "vahyin rehberliğinde akıl" formülünü nazara verir. Yani, ne akıldan vazgeçer, ne de vahiyden. Aklına sahib çıkar, fakat özellikle metafizik konularda mücerret akılla yola çıkmaz, vahyin ışığında aklını kullanır.

***

Emevilerin son dönemlerinde ve Abbasiler devrinde Arab-İslâm düşüncesine, yavaş yavaş Hint ve Yunan felsefesi girmeye başladı.
Yunan felsefe akımları müslümanlara Farslar yoluyla geldi. Çünkü İslâmdan önce Fars kültürü, Yunan felsefesinin etkisinde kalmıştı.
Yine müslümanlara Yunan felsefesi, Süryaniler kanalıyla intikal etti. Çünkü Süryaniler, Yunan felsefesinin mirasçısı olmuşlar ve onu dini kisvelerine büründürmüşlerdi.
Yunan felsefesi, bizzat Yunanlılar eliyle de müslümanlara intikal etmişti. Çünkü, Arab olmayan bazı müslümanlar, Yunancayı çok iyi biliyorlardı.
Mutezilîler, görüşlerinde bu felsefenin tesiri altında kalmışlar, delil getirme metodlarının çoğunu bunlardan almışlardır. Yunan felsefesi, Mutezilîlerin delillerinde ve kıyaslarının önermelerinde apaçık görülmüştür.

Mutezilîleri, Yunan felsefesini incelemeye sevkeden iki sebeb vardır:

a) Mutezilîler, Yunan felsefesinde aklî açlıklarını giderecek ve fikri boşluklarını dolduracak düşünceler bulmuşlar, bunlarla fikrî eğitimler yapmışlar ve kendilerini, delil ileri sürme hususunda güçlendirmişlerdir.

b) Filozoflar ve diğerleri, bazı îslâmî prensiplere hücum edince, Mutezilîier bunlara karşı çıkmışlar ve onların tartışma ve münazara usullerini kullanarak cevab vermeye çalışmışlardır. Filozoflara gâlib gelmek için, onlardan çok şeyler öğrenmişler ve bu yolla, gerçekten müslüman filozoflar olmuşlardır. (İslamda Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/162-163.)



Felsefenin Kelâma Girişi

Felsefe Arabcaya nakledilip Müslümanlar ona dalınca; âlimler, Şeriata muhalif olan konularda filozofları reddetmeye koyuldular. Bunun neticesinde, maksadlarını iyice kavrayıp ibtal etmek için bir Çok felsefî meseleleri kelâm'a karıştırdılar. Bu durum onları, felsefeni tabiiyyât ve ilahiyat (fizik ve metafizik) kısımlarınin büyük bir bölümünü kelâm ilmine ithal etmeye sürükledi. Daha sonra riyazi (matematik) ilimlere de daldılar. Öyle ki, kelâm “Sem’îyyât” bahsini ihtiva etmezse, hemen hemen felsefeden ayırt edilmez ve seçilmez hale geldi. İşte bu da Muteahhirîn (sonrakiler) in kelâmıdır.

Kelâm, en şerefli bir ilim (eşrefu'l-ulûm)dur. Zira şer'î hükümlerin esası ve dinî ilimlerin başı odur. İslâm'ın akideleri hakkında onda bilgi verilir. Gayesi ise, hem dunya hem de âhiret saadetine nail olmaktır. Bu ilimdeki delillerin çoğu, sem'î ve nakli delillerle de têyid edilen kat'î (burhan, huccet) delillerdir.

Kelâmın kötülenmesi ve okunmasından menedilmesi hakkında seleften (ve ilk din âlimlerinden) nakledilen hususlar; sadece dinde taassub gösteren, yakîni (kesin ve sağlam) bilgiler tahsil etme ehliyetine sahib olmayan, müslümanlarm akidelerini bozma gibi bir maksad peşinde koşan ve aslında ihtiyaç duyulmayan (derin gamız, mûğdıl ve) anlaşılması güç felsefi konulara dalan kimseler için söz konusudur. Aksi halde farzların aslı ve teşri kılınan hususların esası olan bir hususun öğrenilmesinden menedilmesi nasıl düşünülebilir?

Kelâm ilminin temeli, sonradan olan (muhdes, hadis ve mahlûk) şeylerin var oluşu ile sanî'in (ve Allah'ın) varlığına, birliğine, sıfatlarına ve fiillerine istidlal, (eserden sanatkara, neticeden sebebe, malulden illete intikal) etmek ve daha sonra diğer semi (nakli ve dinî) konuların. isbatına geçmek olduğu için, (Ömer Nesefî tarafından bu) kitabın ayn ve araz (madde-cisim, özellik-nitelik) nevinden olmak üzere muşâhade edilen varlığa ve bunlar hakkındaki insan bilgisinin doğru ve gerçek olduğuna işaret edilerek başlatılması munasib düşmüştür. Böylece esas ve en önemli maksadın bilinmesini sağlamak için bu hususlar araç olarak kullanılmak istenmiştir. (Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 99-100)


Eş'ari, aklî delilleri, hiçbir zaman, nakli delillerden üstün sayarak onları tevile kalkışmaz veya zahirlerinden uzaklaştırmak istemez. Bilakis o, aklî delilleri nakli delillere hizmetçi olarak kullanır.
Eş'arî, bu hususta felsefî kaziyelerden mantıkçıların ve felsefecilerin daldıkları aklî meselelerden istifade etmiştir. İmam Eş'ari'nin, nakli deliller yanında aklî metodu da işletmesi, şu sebeblerden ileri gelmektedir.

1 — İmam Eş'arî, Mutezile âlimlerinden ilim tahsil etmiş, bunların sohbet meclislerinde yetişmiş ve bunların kaynaklarından su içmiş, Kur'an-ı Kerim'deki itikadi meselelere delil getirme hususunda bunların yolunu seçmiş, fakat Kur'an-ı Kerîm'in ve hadîslerin metinlerini anlamakta bunların metodlarını kullanmamıştır. Malûm olduğu üzere, Muteziîiler, delil getirme bakımından, mantıkçıların ve felsefecilerin yolunu tutmuşlardır.

2 — Eş'arî. Mutezilîlere karşı çıkmış ve bunlara cevab vermeye girişmiştir. Bu sebeble Eş'arî'nin, onların delilleri gibi delillere başvurması gerekmiş, onlara gâlib gelmesi, onların ortaya attığı şubheleri bertaraf etmesi, onları susturması ve onların delillerini çürütmesi için, Mutevilîlerin, delil getirme metoduna uyması icab ediyordu.

3 — Eş'ari, felsefecilere, Karamita'lara, Batmîlere ve benzeri gurublara cevab vermeye girişmişti. Bunların çoğu ise, ancak mantıkî kıyaslarla susturulabiliyordu. Yine, bunlardan bazıları felsefeci idi, ancak aklı delillerle önleri kesilebiliyordu.

Şurası bir gerçektir ki, Hicrî III. ve IV. yüzyıllarda Mutezilîlik akımı zayıflamıştı. Mutezilîler, arzu ve heveslerine uyanlara ve İslam'a karşı saldırıya geçenlere cevab vermek için ortaya çıkmışlar ve bu hususta, büyük gayretler göstermişlerdir.

****

Felsefeciler ise, Tevhid kelimesini, Mutezile gibi anlarlar. Hatta onlardan daha da aşırı davranarak, Allah Tealâ'nm sadece bir sıfat-ı selbiyesi veya sıfat-ı zatiyesi, yahud bunların bileşimi bir sıfatı bulunduğunu iddia etmişlerdir.

İlgili Konu:


Felsefe'nin İslam'a Göre Hükmü

Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'nin Felsefecileri Eleştirisi
 
Üst Ana Sayfa Alt