İslam Ümmetine
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam ise peygamberimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına olsun.
Sevgili İslam Ümmeti,
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Filistin’in gasp edilmiş topraklarında Batılı liderlerin de katılımıyla Siyonist varlığın Yahudiler tarafından kuruluşunun 60. yıldönümü kutlamaları açıkça gösterdi ki, adalet, özgürlük ve insanlık değerleri, zayıf halkları aldatmak için kullanılan boş bir slogandan başka bir şey değildir. Bu sloganlar, bu çağın hâkim kanununun gerçeklerini gizliyor; o ki orman kanunları, güçlünün zayıfı yediği kanunlar, yırtıcı aslanların kanunları. Eğer bir kurt değilseniz başka kutlar sizi yiyor, en güçlü olan hayatta kalıyor ve güçsüz olan av oluyor. Haksız dahi olsa güçlüler mutlak efendi iken, haklı bile olsa güçsüz olanın bu kanunlar altında yeri yok.
Ey Müslüman Ümmetim! Filistin, Hıristiyanların ve ardından Yahudilerin eline geçeli doksan yıl oldu. Bu dönemde yaşayanlar Allah’ın hükmüne gitselerdi (ya), eğer yöneticiler ve krallar Filistin’i ve el-Aksa’yı tahtlarını korumak için feda etseler de –ki bu olgularla ve belgelerle ispatlanmıştır-, eğer birçok alim şöhretlerini ve mevkilerini korumak adına yöneticilere boyun eğdirilmeyi seçmiş olsalar, bunun “Dava” ile ilgili olduğunu söyleseler de ve bütün bu “efendiler” ve “liderler” Filistin davasından vazgeçseler de, Kâbe’nin rabbi sorumlu tutmadıkça biz bu sorumluluktan muaf tutulmuş değiliz. Her birimiz Gazze’de zulme maruz kalmış insanımızın ölümünden sorumluyuz.
Gazze’ye sınır olan Mısır’ın kahramanlarının daha ilk başta kırmış olması gereken bu zalim abluka yüzünden düzinelerce insan öldü. Bu yüzden bu ablukayı kırmalılar ve Benî israil’in çocuklarını öldüren Haman ve Firavun’a benzeyen, Mısır’ın katı kalpli müstekbir ve Gazzeli çocukların katili olan yöneticisini devirmeliler, Allah ona ve onun destekçilerine mislini versin.
Filistin’i özgürleştirmek için -geçtiğimiz on yıllar boyunca olan- daha fazla başarısız girişimi engellemek adına, şimdiki nesil, bu başarısızlıkların arkasındaki sebepleri iyice düşünüp taşınmalı ve onlardan ders çıkarmalıdır. Burada onların üstesinden gelmesi için bazı hatalı noktalardan bahsedeceğim. Başlarken derim ki:
Ümmet Filistin’i geri almak için gönüllü olan ve cihad eden doğru kişilerin azlığından dolayı yenilmedi. Fakat insanının çokluğuna rağmen, Osmanlı Devleti’nin düşmesinin ardından yeni siyasi durumun bilgisine sahip değillerdi. Bu süreçten beri, bölgedeki kararlar, ülkelerimize ajanlarını lider olarak atayan haçlılar tarafından alındı ve Ümmet de bu ajanların kendi çıkarlarını gözeten, kendi meşru liderleri olduğunu sandı. İnsanlar onların işlerini halledeceğine ve Filistin’i geri alacağına dair onlara inanıp güvendi ve bu büyük bir hataydı.
Burada Ümmetin durumunu özetlemek ve netleştirmek için bir örnek vermek istiyorum. Büyük baş bir hayvanın sürüsüne iyi davranmayan fakat buna rağmen sürüsünü kurtlardan koruyan bir çobanın koruması altında emniyetsiz bir yerde olması gibidir. Fakat düşmanları ona karşı toplanmış ve aslında bizim düşmanlarımız olan kurt hemşerilerimizi onunla yer değiştirmek için onu öldürmüşler, böylece bu yeni çobanlar, onları kurtlardan yana emniyette kılmak ümidiyle günlük olarak onları yiyip bitirmiş, koyunların ve keçilerin canını yakmış, fakat onların bu ümidi yararsızdır. Akıllı bir adam bu ümidin yerinde bir ümit olmadığında şüphe edebilir mi? Bizim durumumuz bu.
Osmanlı Devleti büyük hatalarına rağmen, Ümmeti, haçlı Batılı kurtlara karşı koruyordu. Daha sonra İngiltere bazı Arap liderleriyle gizli anlaşma faaliyetlerine girdi. Onların başında Şerif Hüseyin ve evlatları ve de kral Abdulaziz el Suud geliyor. Onlar İngiltere’yle beraber Osmanlı Devleti’yle savaşmak ve onu devirmek için plan kurdular ve olan oldu. Sonra İngiltere kendi ajanlarını bizim masrafımıza karşı kendi siyasetini uygulaması ve çıkarlarını koruması için atadı.
Haçlı-Siyonist ittifakının ajanlarının dinimizle olan savaşı ve mallarımızı çalmayı sona erdireceklerini sanmak katıksız bir ahmaklık olurdu. Onlar koyunları yiyip bitirinceye kadar asla durmayan kurtlar gibidir.
Merada koyun otlatırken uyuyan kimseleri,
Aslanlar yiyecek onun(koyunun) yerine onları.
Ve bugün Ümmetimizin hatası zannettiği gibi haçlıların ajanlarıyla karşı karşıya gelmeyi ve onların tehlikesini bertaraf etmeyi icra etmemesi ise, (Ümmetin) hala, Müslüman ülkelerin yöneticilerinin Amerika’nın ikincilleri olduğunu anladığında onlardan nefret eden, onları terk eden ve İslam’la hükmetmeye, hilafete dönmeye ve Filistin’i geri almaya çağıran İslami gruplara katılan, samimi evlatları var.
Gerçek şu ki, bu İslami grupların liderleri bunun çok büyük bir yük olduğunu anladılar ve bununla birlikte yöneticiler de amaçları doğrultusunda çalışmalarına izin vermedi. Onlara baskı oluşturdular, meşru metottan vazgeçmeye zorladılar: onları İslam devletini kurmaya muvaffak kılacak olan cihaddı, ya da işkence görüp öldürüleceklerdi. Böylece bu liderler cihaddan vaz geçmeyi tercih ettiler. Üstelik bir de mürted yöneticilerle savaşmayı “şiddet” olarak isimlendirdiler ve bu Cihada ve Mücahidlere hep birlikte hakaret ettiler. Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.
Aslında bu liderler, yöneticilere ikincil olmaktan kurtarıp, tanınmak ve kendilerine saygı duyulacak, yanlış bir şekilde bunun “Dava”nın ve İslam’ın yolunda olduğunu iddia eden kimselerdi. Bu, Ümmetin son doksan yıldır içinde bulunduğu tehlikeli çemberin içinde hala Ümmetin samimi evlatlarına sahip olmamızın sebebidir.
Ey Müslüman Ümmetim, sizin için bu labirentten şimdi çıkmanın vakti değil mi? Acı veren yaralar sizi çok zayıflattı ve büyük kayıplar sizi çok yordu. Siz hala inatçı tağutların peşinden gidiyorsunuz.
Endonezya’dan Moritanya’ya kadar Arap olan ve olmayan bütün mürted yöneticilerden kurtulmanın ve soyutlanmanın şimdi vakti değil mi? Onurun, saygınlığın, şerefin, mutluluğun ve Filistin’i geri almanın yolu Allah’ın dininde açık ve bellidir. Bu yol Müslüman yiğit “Selahaddin Eyyubi”nin gittiği yoldur.
Onun hareketleriyle Arap yöneticilerin arasında geçen onlarca yıl üzerinden küçük bir karşılaştırma yapalım, böylece Filistin’i geri almanın yolu inşaallah netleşecektir.
İlki: Selahaddin İslam’ın hükümlerine sımsıkı tutundu ve Allah’ın kelimelerini okudu: “Sen artık Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de (cihada) teşvik et. Umulur ki Allah o kafirlerin baskısını önler. Allah kahrı daha çetin olandır; ibret alınacak cezası da daha şiddetlidir.” [Nisa: 84]
Bu nedenle O, kâfirlerin baskısını önlemenin yolunun Allah yolunda cihad olduğunu anladı. Fakat Arapların yöneticileri İslam’ın hükümlerine aldırış etmedi, cihad ve savaş ayetlerinin okul müfredatlarından kaldırılmasını ve barış adı altından teslim olmamızı gerektiren Amerika’nın hükümlerinin peşinden gittiler. Bu nedenle onların hepsi stratejik seçim olarak Siyonistlerle barış yapmayı tercih ettiler ve ne kötü bir tercih idi!
İkincisi: Selahaddin, savaş meydanlarında bile ilim edinip onunla amel etmek için Müslüman faziletli alimlerle olurdu. Onlara haçlılara karşı savaşmak için Ümmeti teşvik etmede yardımcı olurdu. Diğer taraftan Arap yöneticiler hakkı gizlemek için işleriyle bağlanmış alimler edindiler ve hiç kimse bunun tutsak edileceğini reddetmiyor. Gençleri cihaddan vazgeçirmek, Mücahidler hakkındaki izlenimi çarpıtmak ve onların meşru yöneticiler olduğunu söylemek suretiyle mürted yöneticilere ikincil olarak kalmak için bozuk alimlere medya kanalları açtılar.
Üçüncü: Selahaddin, Müslümanlara karşı haçlıların safında savaşan emirleri ve destekçilerini “La ilahe illallah” demelerine rağmen öldürdü. O biliyordu ki onlar haçlılarla beraber Müslümanlara karşı savaştıklarında, onlar şehadetlerini iptal etmiş ve İslam dairesinin dışına çıkmışlardı. Buna karşılık Arap yöneticiler, terörizmle savaştıklarını iddia ederek İslam’a ve Müslümanlara karşı Bush’la aynı tarafta haçlı ve Hıristiyanlık bayrağı altında savaştılar. Bu apaçık bir irtidattır. Buna rağmen Mücahidler onlara karşı savaşınca onları haricilikle suçluyorlar.
Dördüncü: Harameyn beldesinin müftüsü, eski Sahva (uyanış) liderinin öncülüğündeki resmi ve yarı resmi alimlerden oluşan bir grupla Amerika’ya karşı savaş için Amerika’nın Riyad’daki hizmetkarının mutabakatını şart olarak koymuşken, Selahaddin; savaşa katılmak isteyen gençleri hoşça kabul etti ve İngiltere kralının veya onun hizmetkarlarının mutabakatını Cihada başlamak için şart olarak koymadı. Ve Peygamber (sav) buyurdu ki: “Eğer utanmıyorsan, dilediğini yap.”
Mısır’a gelince, Müslüman Kardeşler, Amerika’nın Kahire’deki hizmetkârı (Hüsnü Mubarek)’ten Yahudilerle savaşmak için 10.000 adam göndermek için izin istiyor!
Bu, gençlerin akıllarını ne kadar da hiçe saymak oluyor!
Ve Lübnan’da, Nasrallah para istemediğini söylüyor. Çünkü temiz bir parası olduğunu söylüyor, aynı şekilde adama ihtiyacı olmadığını çünkü yeterince adamı olduğunu söylüyor. Her ne kadar gerçek bunun tersine de olsa, eğer yeterince adamı ve parası olduğunda doğru ise neden Filistin’i özgürleştirmek ve oradaki insanımızı Yahudilerin elinden kurtarmak için savaşmaya devam etmedi?
Aksine Yahudileri korumak için gelen haçlı birliklerini hoşça kabul etti! Gerçek, Kofi Annan Lübnan’a geldi ve grubun liderleriyle grup ve Siyonistler arasında mutabakat sağlamak için görüştü. Bu grubun gönüllü Mücahidleri geri çevirmesinin sebebidir, çünkü bu mutabakatı bozardı, diyen Hizbullah grubunun eski sekreteri “Subhi Tufeyli” tarafından beyan edildi. Bu şekilde, Selahaddin Eyyubi tarafından uygulanan kâfirlerle savaşma ve onları geri püskürtme şeklindeki metotla şimdiki Arap liderleri tarafından uygulanan düşmana teslim olma metodu arasındaki fark netleşti. Bununla birlikte, devletlerle müttefik olan alimler, partiler ve tarikatlar tarafından uygulanan metotta netleşti, bu apaçık bir sapkınlıktır. O halde, “Çözüm İslam’dır” bayrağını kaldırsalar bile bu insanlar tarafından aldatılmayın, devletleri tanıdıkları ve onlarla ittifak kurdukları zaman bunu inkar etmiş oluyorlar. İslam’ı bağrına basan bir adama benziyorlar ve Çözüm İslam’dır diyorlar. Aynı zamanda Ebu Cehil’in ve diğer Kureyş liderlerinin meşru yöneticisi olduğunu söylüyor ve Darun Nedve’nin İslami olmayan yasama ve hükümlerini kabul ediyorlar. Hiçbir akıllı Müslüman böyle bir adamın doğru yoldan sapmış olduğunda şüphe eder mi?
Ve menhecin sağlamlığı, ülkelerin, cemaatlerin ve insanların güvenliğinden önce gelirken, ben, İslami cemaatleri yanlış gidişi uyarmak adına içinde bulundukları halleriyle tarif ettiğimde, bu, tavsiyenin ve Ümmetin ilgilendiklerinin dışında kalacak. Eğer bunların güvenliği menhecin sağlamlığı ile çelişir görülürse, o zaman bu afakî bir güvenlik olacak, gerçek güvenlik, Allah tarafından indirilen Peygamber’in (sav) menhecini takip etmeyle gelir. Batılı dayatmak –günah olduğu gibi- başkalarını yanlış yola teşvik etmektir, dini desteklemek sadece O’nun indirdiklerini takip etmeyle olup, Allah’ın dininde icat edicilerin icat ettiklerini takip etmeyle olmazken, onlar dini destekliyor zannedilir. Bu dayatmacılar Kudüs’ü özgürleştirmeyecek, Kudus’ü özgürleştirecek olanlar Rablerine iman eden ve O’nun da onların imanını artırdığı gençlerdir. Krallara ve prenslere karşı Vela ve Bera (Müslümanlarla dostluk, kafirlere düşmanlık)’a öncelik veren gençlerdir, savaşmamayı tercih etmişlerse liderlerinden izin beklemeyen gençlerdir ve saptıklarında alimlerinin fetvalarına itaat etmeyenlerdir. İmanlarını ve emirlerini Birleşmiş milletlerin yasalarından veya sözde “uluslararası hukuk”tan veya doğunun tağutlarından ve sapmış alim ve cemaat liderlerinden almayan gençlerdir. Onların aldıkları kaynak, Allah’ın hükümlerini takip etmeyen cuntacı medyanın politik analizleri değildir, o medya ki mizah adı altında Allah’ın diniyle alay ediyor ve ifade özgürlüğü adı altında ateizmi yayıyor, Mücahidler hakkındaki izlenimleri çarpıtmak ve onları kötülemek için çalışıyor.
Bununla birlikte onların aldıkları kaynak Allah’ın kitabı ve Sünnettir. Ağaçlar ve taşlar onlara “Ey Müslüman, Ey Allahın kulu.. Arkamda bir Yahudi var, gel ve onu öldür” diye seslendiğinde kayan bir yıldız gibi aceleyle koşar, düşmanın başını keserler ve onlar bir tağuttan –ve müttefikinden- Allah’ın ve Rasulü’nün (sav) bir hükmünü uygulamak için izin istemek yerine ölmeyi tercih ederler.
Son olarak, derim ki, Filistin’i özgürleştirmenin yolu teorik olarak açık ve bellidir. Ne zaman uygulanmaya konsa, meşhur tartışmalar çıkıyor. Filistin’i özgürleştirmenin, Yahudileri her tarafından çevrelemiş olan sözde İslami hükümetler ve partilerle savaşmaktan başka yolu yoktur. Fakat ne zaman bu olsa, birçok insan: “La ilahe illallah diyenleri nasıl öldürebilirsiniz” diye bağırıyor.
Ve eğer bu insanlar Selahaddin Eyyubi’nin zamanında güç sahibi olsalardı, onu Kudüs’ü özgürleştirmek için attığı adımlardan alıkoyardı. Sonra el-Aksa Mescidi yüzyıllarca esarette kalırdı. Bu tip insanlar dinleri hakkında bilgisiz olabilirler, sahabenin hepsi –r.anhum- La ilahe illallah demelerine ve İslam’ın diğer rükûnlarını icra etmelerine rağmen zekât vermeyi reddedenlerle savaşmak hususunda ittifak üzereydiler. O zaman, İslam’ın yerine İnsanların yaptıkları kanunları getiren, Haçlılarla birlikte Müslümanlara karşı savaşan yöneticilerin durumu ne olacak? Başka bir olasılık da, bu insanlar korkak, düşmana karşı savaşmaya güç yetiremeyen, Cihadın mal olduklarına ve zorluklarına dayanamayan, böylece halkını ve memleketini terk eden kimseler olabilirler. Veya sırf yöneticilerin Allah’ın hükümleriyle hükmetmediklerini ve tahtlarını askeri darbeyle veya silahlı dış güçlerin desteğiyle elde ettiklerini anlamıyor ve bu tip insanlar o zaman bize silaha dayanmayın diye emrediyor olabilirler! Derim ki, yiğitliği zayıflamış ve dini sapmış olanlardan başka hiç kimse silahından gönüllü olarak vazgeçmez.
Mücahidler ise Allah’ın şöyle buyurduğunu işittiler: “Müminler arasında Allah’a verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi. Kimisi de beklemektedir. Onlar hiçbir şeyi değiştirmemişlerdir.” [Ahzab: 23] Silah imanlı kişilerin, sahabenin –Allah hepsinden razı olsun- ellerindeydi, kimisi şehadeti kazandı, kimisi sağ kaldı, aynı şekilde ahdimize sımsıkı bağlıyız ve onu hiçbir şeyle değiştirmeyeceğiz inşaallah.
Ey Müslüman gençler, Filistin’i ve Aksa mescidini özgürleştirmek ve inşaallah hilafete geri dönmek için cihaddan başka hiçbir yol yoktur. O halde savaş meydanlarına, özellikle de en yakın olan Filistin’e koşun. Sizi temin ederim ki Filistin topraklarındaki Siyonistler çok zayıf ve zayıf noktaları çok. Onlar (Siyonistler) biliyorlar ki –büyük İslami semtlerde olduklarından beri- Batılıların ve bölgedeki hizmetkâr yöneticilerin yardım ve desteklerinden, hayatta kalmak için gerekli olan öğelerden yoksunlar.
Ve bu tamamen, bu (Siyonist) varlığın yaşamasının ve aynı zamanda Filistin’i özgürleştirmek için kendisinin savaşa tabi tutulmamış olmasının ciddi nedenidir. Bazıları diyebilir ki, Araplar Yahudilere karşı defalarca savaştılar fakat Filistin’i geri alamadılar. Derim ki, bu tip savaşların hakikatinden haberdar olanlar, kesinlikle bunların gerçekçi olmadıklarını ve bunların hiçbirinin Filistin’i özgürleştirmek için yapılmadığını bileceklerdir. Buna ilaveten, bütün bu savaşlar başarı için gereken şartlardan yoksundu.
Ve altmış yıl önceki -48 savaşı diye bilinen- ilk savaşa katılan bütün Arap ordularının komutanının “Glubb” adındaki İngiliz subayının olduğunu bilmek yeterlidir. Hiçbir akıllı insan Arapların Filistin’i geri almak için ciddi olduğuna inanabilir mi? Filistin’i, Yahudilere teslim eden ve bu subayı Ürdün ordusuna lider olarak atayan İngiltere’ydi ve o gerçek liderdi. Önceki kral Abdullah bin Şerif’in unvanı ve bayrağından başka bir şeyi yoktu. Bu yüzden bu savaş rolden ve hainliğin bir çeşidinden başka bir şey değildi.
Onlar ise –savaştan sonra direk olarak- acele ateşkesi ve sonra daimi olanını kabul ettiler.
“10 Ramazan”da yapılan ana amacı Filistin’i özgürleştirmek değil, Sina’yı kurtarmak olan ve bunu da yapan bu savaşın komutanı, Mısır’ın eski devlet başkanı olan “Enver Sedat” tarafından gerçekleştirilen hariç Yahudilere karşı düzgün bir şekilde hazırlanmış bir savaş olmadı.
İki yıl önce güney Lübnan’da Yahudilerin ağır kayıplar verdiği savaş ise hakkıyla sınıflandırıldığında, o bir savunma savaşıydı, Filistin’in özgürleştirilmesi için değildi.
Böylece, Siyonist varlığın şimdiye kadar yaşamış olmasının kendi gücünden dolayı olmadığı açıkça belli oldu, bununla birlikte, bunun sebebi komşu ülkelerin ona karşı koymaması ve savaşmamasıdır. Zayıflığına rağmen onlar tarafından korundu.
Sizi temin ederim ki Siyonistler, Afganistan’daki Mücahidlerin Ruslara karşı savaşta sergiledikleri gayretin onda biri kadar veya bugün Mücahidlerin Irak’ta Amerika’ya ve hizmetkârlarına karşı yaptıklarının onda biri kadar direnemez.
Ey Ümmetim! Bütün bu gayretler evlatlarınız tarafından yapılıyor, hükümetler tarafından değil; o halde Allah’a güvenin sonra kendinize güvenin ve cihad yoluna yapışın.
Ve bilmelisiniz ki, yalnızca Siyonistlerin zayıflığı onları yok etmeye yetmez, çürümüş ağaca zayıf olmasına rağmen, düşürmek için güç kullanmak gerekir. Siyonistleri yok edecek bu gücün inşaallah siz olacağınızı umuyorum.
Ey Müslüman gençler:
Tutkularımız bana soruyor: korkaklık ve zayıflık nedir diye
Zararlı politikalarca hayatlarımızı çalmaya itilmişken
İmanlarımızı zayıflatmak amaçlanmış, işte tehlike budur.
Ey kardeşim! Sen büyük bir güçsün, kâfirlerle savaşmak senin vazifendir.
Senin Cennetin olduğu halde ölümden nasıl korkarsın
Din, oy kullanmayla ve seçimlerle güçlenmeyecek
Yemin ederim, savaşmaktan başka hiçbir şey yardım etmeyecek!
Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam ise peygamberimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına olsun.