Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Velioğlu'nun 'tekfirciliğe' Bakışı

H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
123378_Velioglunun-Tekfircilige-Bakisi.jpg

Velioğlu'nun 'Tekfirciliğe' Bakışı
Hizbullah Cemaati'nin kurucu lideri Hüseyin Velioğlu'nun, son dönemlerde İslami kesimlerin gündemini işgal etmeye başlayan "Tekfircilik" akımına karşı kendine has bir tutumunun olduğu öğrenildi.

Hizbullah Cemaati'nin resmi internet sitesi Hüseyni Sevda'nın merhum Velioğlu'nun 13'üncü şehadet yıldönümünde yayınladığı, "Hüseyin Velioğlu'nun Hayatı ve Mücadelesi" adlı yazı dizisinde, Hizbullah Liderinin'nin "Tekfircilik" akımına karşı kendine has bir tutumunun olduğu aktarıldı.

Velioğlu'nun, hayatından kesitlerin aktarıldığı yazı dizisinin 6. bölümünde tekfircilikle ilgili şu görüşmelere yer verildi:

"Şehid Rehber önderliğinde kurulan Cemaatin faaliyetleri başlayınca bölgede ve özellikle Batman’da tekfircilik fikirleriyle ön plana çıkan şahıslar da vardı. Bunlar; camilerin dırar mescidi olduğunu, Cuma namazlarının kılınamayacağını, imamların arkasında bu camilerde namaz kılınamayacağını, toplumun cahili toplum olduğunu, böylesi cahili toplumda kesilen etlerin yenmemesi gerektiğini, devlet dairelerinde görev alınamayacağını vs. savunuyor ve böyle yapanları tekfir ediyorlardı. Aynı zamanda bunlar, İslami hassasiyet taşıyıp Şehid Rehber ve yakın çevresiyle dostluk ve arkadaşlıkları olan insanlardı. Şehid Rehber, bunların samimi ve güvenilir insanlar olduğuna inandığı ve bunlara güvendiği için, zaman içinde bu sivri ve tekfirci düşüncelerini terk edeceklerine ve vasat bir çizgiye geleceklerine dair ümidini muhafaza ediyor, bunun için çaba sarf ediyor, onlara zaman verip ilişkisini kesmiyordu. Ancak bunların fikirlerinde ısrar etmesi, Şehid Rehber’in de böylesi tekfircilik fikir ve akımlarına karşı çıkması ve uygun bulmaması nedeniyle, süreç içerisinde ilişkiler kesildi.

S.V. adlı Cemaat mensubu şöyle bir anı aktarmaktadır: “Bir gece, tekfirci olarak tanınan bir grup bize misafir olmuştu. Sabaha kadar akidevi ve fikri konuları tartışmıştık. Tartışma konusunda onlar kadar etkili olamadığımı fark etmiştim ve bu bana bir eksiklik gibi gelmişti. Daha sonra Şehid Rehber’e o gecede olup bitenleri anlattım ve bu konularda kendimi yetiştirmek istediğimi söyledim. Ancak O, buna gerek olmadığını söyleyerek: ‘biz bu tartışmalarla zaman geçirmeyeceğiz, çalışacağız, bu tartışmaların zarardan başka bir getirisi yoktur’ dedi. Daha sonra tartıştığımız bu arkadaşlardan bazıları Cemaatin isabetli tavrını takdir ederek içinde yer aldılar."

VELİOĞLU'NUN İSLAMİ CEMAATLER HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Yeni aynı yazı dizisinin 29. bölümünde ise, merhum Velioğlu'nun İslami Cemaatler hakkındaki görüşleri aktarılırken, Tekfirci gruplara dahi şunlar kaydedildi:

"İslam’ın hakim olmadığı ortam ve şartlarda Müslümanların Cemaat olup İslami faaliyet yürütmeleri gerektiğini belirtirdi. Fikir, düşünce veya yöntemlerde bazı ihtilafları olsa bile dünya küfrüne ve istikbarına karşı eylem birliktelikleri içinde olmalarını arzu ederdi.

Cemaati kurduktan sonra bölgenin bütününü dolaşıp İslami kişilik sahibi herkese, özellikle de medrese okumuş mollalara ve okul okumuş mekteplilere gidip İslam davası için çalışma teklifinde bulunması, irtibat kurup birlikte hareket etmeye onları davet etmesi bunun somut örnekleridir.

Şehid Rehber, Müslüman şahsiyetlere ve yapılara bakıp değerlendirirken, İslam davasını ve İslam davasına hizmeti mihver alır, bu zaviyeden bakar ve değerlendirirdi. İslam davasını yüklenen ve İslam davasına hizmet edenlere muhabbet ve yakınlık duyar, onlarla imkan dahilinde bir arada bulunmayı, uzak bile olsa yapabildiği kadar yardım ve destekte bulunmayı isterdi.

Ancak bu konuda kendine has prensipleri vardı. Öyle her nara atana, yaldızlı laf söyleyene, kuru kalabalık yapana itibar etmiyordu. Akidesini, bakış açısını, amaç ve hedeflerini önemsiyor, bunları değerlendirmede dikkate alıyordu. Bu yüzden; Mealcilik, Akılcılık, Tekfircilik, Mezhepçilik ve Milliyetçilik gibi hususları esas alan, laik ve gayri İslami rejimler ile muhalefet ve mücadele içinde olmayan, hele hele birlikte veya işbirliği içinde bulunan ve tavırlarıyla İslami mücadelede Müslümanlara ayak bağı olanlara itibar etmezdi. Ancak İslam davasına ve Müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe de onlara yönelik herhangi bir tavır içine girmezdi. Müslüman olduğunu ve İslami çalışma yürüttüğünü iddia edenlerin söylem ve faaliyetlerinin, İslam ve Müslümanların aleyhinde olmasını kabullenmezdi. İslam davası ve Müslümanlar lehinde bir şey yapmıyor olsalar bile, hiç olmazsa aleyhinde olmaması gerektiğini düşünürdü.

B. V. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “Mealcilik, Akılcılık, Tekfircilik, Mezhepsizlik, aşırı sünni veya Şiilik, (özellikle sonradan Şiiliğe geçenlerden) ve aşırı milliyetçilik gibi saplantılar içinde olmayan bütün İslami Cemaat ve hareketleri severdi. Onlara destek olmak isterdi ve onların aleyhinde konuşmaya müsaade etmezdi. Herhangi bir İslami Cemaat aleyhinde konuşulduğunda karşı çıkıyor; “Hiçbir Müslümanı gündeminize alıp aleyhte konuşmayın, çünkü hiçbir Müslüman ve İslami Cemaat bizim rakibimiz değildir. Rakiplerimiz gayri İslami güçler, örgütler ve rejimlerdir. Biz Müslümanlarla değil, İslam düşmanlarıyla mücadele ediyoruz” diyordu. İslam ülkelerinde gayr–ı İslami örgütler güçlenip İslami Cemaatlere alternatif oldukları zaman çok rahatsız olurdu. Daima Müslümanların sahipsizliğinden, zayıflığından ve dağınıklığından bahseder, üzülür ve iç çekerdi. Buna defalarca şahit olmuşuz. İslami Cemaat ve hareketlerin birbirleriyle uğraşmamaları gerekir. Aksine, İslam’dan uzak, hiçbir İslami Cemaat ile bağı olmayan ve cahili hayat sürenler üzerinde çalışmak ve İslam’a kazandırmak gerekir. Üzerinde çalışacağımız bu kesim insan potansiyeli olarak hepimize yeterdir. Yok, eğer Müslümanlar böyle yapmaz da birbirleriyle uğraşırlarsa, rakip gibi hareket edip karşı karşıya gelirlerse, enerjilerini birbirlerine karşı kullanmış olurlar ve neticede zayıf düşerler derdi. “

M. S. adlı Cemaat mensubu Şehid Rehber’in konuyla ilgili tutumundan şöyle bahsetmektedir: “Şehid Rehber, hiçbir zaman İslami Cemaat ve grupları gündem edip aleyhlerinde konuşmazdı. Arkadaşların da böyle yapmasını söyler, aleyhte konuşmalarına müsaade etmezdi. Vakitlerini bu gibi şeylerle harcamamalarını, kendi işlerine yoğunlaşmalarını söylerdi. “

İ. H. adlı Cemaat mensubu bu konuda şunları söylemektedir: “Şehid Rehber, Müslüman’ım diyen herkese kucak açılmasını, imkânlar ölçüsünde dertlerine ortak olunmasını, İslam düşmanlarından gelecek zararlara karşı Müslüman kardeşine siper olunmasını tavsiye ederdi. Dünya Müslümanlarını takip eder, yüz yüze bulundukları sorunlar kendisini rahatsız ederdi. Bütün Müslümanları, İslam ümmetinin uzuvları olarak görürdü. İslam ümmetinin birlik ve bütünlüğünün tesisi için yapılması gerekenler konusunda kafa yorar, hesap ve planlar yapardı."

VELİOĞLU'NUN AKİDESİ VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

Merhum Velioğlu'nun Akidesi ve Dünya görüşünün anlatıldığı yazı dizisinin 27. bölümde ise şu bilgilere yer verildi:

"Şehid Rehber, ilahi ve hak din olan İslam’ı; bireyin, ailenin ve toplumun bütününe ve hayatın her anına tatbik edilmesi gereken bir yaşam tarzı olarak görüyordu. Bunun bir gereği olarak devlet idaresinin mutlaka İslam’a göre şekillendirilmesi gerektiğine ve Müslümanların bundan dolayı sorumluluk sahibi olduğuna inanmaktaydı.

Kur’an’ın, insan hayatı ve yaşam tarzı için kaynak, devlet idaresi için anayasa, Resulullah’ın (sav) da Kur’an’ın yürüyen hali ve Müslümanlar için her konuda en güzel örnek olduğuna inanmaktaydı.

Mü’minlerin, iman bağıyla birbirlerine bağlandıklarına, bu bağın insanlar arasındaki en güçlü ve onları birbirlerine en çok yakınlaştıran bağ olduğuna, böylece bütün Mü’minlerin kardeş olup tek bir ümmet oluşturduklarına inanmaktaydı.

Müslümanların, İslam’ı kendi ve aile hayatlarında yaşamaları, toplum hayatına da hakim kılmak için çalışmaları, bunun için dağınık olmak yerine örgütlenip birlikte hareket etmeleri, bu uğurda başa gelenlere karşı sabır ve tahammül göstermeleri gerektiğine ve Allah’ın (cc) takdir ettiğinden başka bir şeyin başa gelmeyeceğine inanmaktaydı. Müslümanların Cemaat olmadan ve örgütlü bir güç haline gelmeden İslam’ı hakim kılamayacakları ve Müslümanların kurtuluşunu sağlayamayacaklarını söylerdi.

Laik Kemalist Rejimin, gayri İslami temeller üzerine bina edildiğini, İslam’a ve Müslümanlara karşı başından beri düşmanca bir siyaset izlediğini, İslam’ın toplumdaki müessese ve eserlerini yok etmeye ve Müslümanları sindirmeye çalıştığını, bu konuda çok zarar verip tahribat yaptığını, bu nedenle Müslümanların bu rejime karşı birleşip mücadele etmeleri gerektiğini, bu düzene karşı mücadele etmeyen ve mücadele safında yer almayanların sorumluluk altında kalacaklarını düşünürdü. Cemaati kurmasındaki temel saik ve faktör de buydu. Yani gayri İslami Laik Kemalist Rejime karşı mücadele, Hizbullah Cemaatinin varlık sebebi olmuştur.

Tekfirci, dışlayıcı, yapay, tecrite dayanan, yapmaktan çok konuşmaya ve tartışmaya, icradan çok şekilciliğe dayanan düşünceleri benimsemezdi. Her konuda Kur’an ve Sünnetin esas alınması aynı zamanda mücadele ve faaliyetlerde Rasulullah’ın (sav) hareket metodunun örnek alınması gerektiğini savunurdu.

İfrat ve tefrite dayalı tavır ve düşünceleri tasvip etmezdi. İçinde bulunduğu ortam ve şartları gözeterek, faaliyetlerde ihtiyaç duyulan ve çağın gerektirdiği her türlü meşru vasıtanın kullanılması gerektiğini savunurdu. Bunu bizzat pratiğinde de göstermiştir.

Kur’an ve Sünnet’e aykırı düşmeyen bütün mezhepleri kabul eder, mezhepler arasındaki çatışmaları benimsemezdi. Herkesin kendi mezhebine göre amel etmesini tabii görür, bununla birlikte Müslümanların yüz yüze bulunduğu çağdaş meselelere Kur’an ve Sünnet ışığında İslami çözümler getirilmesi için adaletli, emin ve alim Müslüman şahsiyetlerin içtihat etmelerini bir ihtiyaç olarak kabul ederdi."

CEMAATİN KURULUŞUNDAN ÖNCEKİ MÜCADELE HAYATI

Hüseyin Velioğlu'nun aile hayatının anlatıldığı 4. bölümde ise tekfircilik konusuna şu şekilde değinilmiş:

"1960’larda başlayan tercüme hareketleri fetret denilebilecek dönemdeki Türkiyeli Müslümanların İslami uyanışa ve silkinişine sebep olmuştu. Ancak Müslümanlar henüz İslami hareket konusunda çok gerideydiler. Bu tercüme hareketiyle yoğun fikri tartışmalar başlamakla beraber, birçok konu net olarak aralarında yer etmemişti. O zaman bölgenin Batman, Tatvan ve Kahta (Her üçü de o zaman ilçeydi) ilçelerinde hem kemiyet ve hem de fikri yoğunluk diğer yerlere göre fazlaydı. Bu üç yer, adeta bölgenin İslami fikir merkezleri durumundaydı.

Çıkan her yeni kitap bir müddet gündem olmakta ve fikri müzakere ve tartışmalara kaynaklık etmekteydi.

Evlerde ve özellikle de çayhanelerde, hemen hemen her gün bir araya gelinir; okunan kitapların içeriği gündem edilir, içinde bulunulan şartlar, rejimin uygulamaları ve Müslümanların genel durumu dikkate alınarak camiler dırar mescidi midir, camilerdeki imamların arkasında namaz kılınır mı, toplum cahili bir toplum mudur, eğer böyleyse bu toplumda kesilen etler yenir mi, Cuma namazı kılınır mı, devlet dairelerinde görev alınır mı, askere gidilir mi…. . vs gibi konular etrafında siyasi tartışmalarda bulunulurdu. Hatta aynı çayhanede bazen üç dört grup birbirlerinden ayrı olarak toplanır ve bu çerçevede tartışma ve sohbetlerde bulunurlardı. Bunun neticesi olarak, toplumu tümden İslam dışı görme ve tekfircilik anlayışı da pek çok kişide yer etmeye başlamıştı.

Şehid Rehber, birçok Müslüman tarafından yapılan ve neticesiz kalan pek çok Cemaat girişimi konusunda mustaripti. O dönemden bahsederken şöyle diyordu: “3–5 kişi bir akşam bir evde toplanır, Müslümanların Cemaat olmaları gerektiğinden yola çıkarak bir Cemaat kurmaya karar verilirdi. Cemaatin isminden başlanarak, lideri, bayrağı, tüzüğü belirlenmeye başlanırdı. Bu arada bunlardan biri üzerinde anlaşma sağlanamayınca tartışma çıkar ve aynı akşam Cemaat sona ererdi. Ya da her konuda anlaşma sağlanır ancak sabah olunca her şey unutulurdu.”

Tartışmalar sadece Müslümanlar arasında yaşanmıyordu. En az o yoğunlukta, Müslümanlar ile solcular arasında da yaşanıyordu. Birbirlerini tanıyanlar, daha önce arkadaş, akraba veya dost olanlar ev ortamlarında ve özellikle de çayhane ortamında yan yana gelir ve kendi inançlarını savunarak karşı tarafı ikna etmeye veya mağlup etmeye çalışırdı. Müslümanlar, inandıkları tebliğ görevlerini yaparak tanıdıkları solcuları İslam’a davet ederken, solcular da kurtuluş yolu olarak belledikleri sosyalizmi ve bunun temelinde yatan materyalist felsefesini anlatarak onları ikna etmeye ve İslam inancından vazgeçirmeye çalışırdı. Bu tartışmalar neticesinde pek çok kavgalar da yaşanmaktaydı. Bu fikri tartışmaların birçoğuna Şehid Rehber de iştirak etmişti.

Bütün bu tartışmaların yaşandığı ortamda bulunmasına rağmen Şehid Rehber, aşırılığa kaçmamış, bu yöndeki oluşumlara sıcak bakmamış, aksine mutedil ve vasat bir çizgi benimsemişti. Müslümanlar arasında tartışma ve tecrit yerine, çalışma ve sahiplenerek ıslah etme yolunu seçmişti.

Şehid Rehber, Ankara’da kaldığı dönemde İslami faaliyetlerde bulunuyordu. Aynı zamanda Batman ile olan ilişkisi de canlı olduğundan, sürekli gider gelirdi, tabiri caiz ise bir ayağı Ankara’da öteki Batman’daydı.

Batman’da İslami kesim MTTB bünyesinde bir araya gelmişti. O dönemde bölgede İslami kesimin toplanıp bir araya geldiği ve bünyesinde faaliyet yürüttüğü yer MTTB idi. Legal bir yapıydı ve legal olarak faaliyet yürütmekteydi. Derneğe gider gelir, fikri sohbetlerde ve müzakerelerde bulunurlardı. Dernek onlar için bir buluşma ve kaynaşma yeriydi. Şehid Rehber de arada bir Batman’a gider, bu ortamlarda bulunur, sohbetlerine iştirak eder ve faaliyetlerine katılırdı. Okulun tatil olduğu zamanlarda oraya gider, zamanının çoğunu gençlerle geçirir, onlarla ilgilenirdi. Gençlere fazla ilgi gösterirdi. Bu nedenle Batman ve yakın çevresindeki Müslümanlar arasında tanınan, aktifliği ve girişkenliğiyle ön plana çıkan biriydi.

70’i yılların son çeyreğine gelindiğinde, Batman ve Diyarbakır başta olmak üzere bölge, solcuların yüksek sesle fikirlerini dile getirdikleri ve Müslümanlara her yönden baskı kurup onları sindirmeye çalıştıkları bir süreci yaşıyordu. Solculuk o dönemde bölgede revaçtaydı. Çünkü sol ideoloji, halkların kurtuluş yolu olarak lanse ediliyor, genç kuşağın önemli bir kesimi de bu gözle bakıyordu. Solun bütün fraksiyonları bir yandan kendi aralarında çatışıyor, diğer yandan da Müslümanlara nefes aldırmıyorlardı. Genç kuşak arasında namaz bile yasaklı hale gelmişti. Bu hal, Müslümanları bir araya getirmişti. Özellikle Batman, halk arasındaki deyimiyle Şeriatçılar ve Komünistler diye iki kutba ayrılmıştı."

Velioğlu'nun, hayatından çarpıcı bilgilerin aktarıldığı yazı dizisinin diğer bölümlerini okumak isteyenler bu linki, http://huseynisevda.biz/articles.php?cat_id=31

tıklayarak okuyabilirler...
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
@Hattab Amedi ahi bu konuyla ilgili birkaç şey soracağım:

Parti üyelerine düne kadar demokrasi küfür dedikten sonra şimdi partileşmek de ne oluyor diye sorduğunuzda ne cevap veriyorlar acaba?

Mustazafların bugün cihada bakışları nasıl? Mesela içinden bir kardeş tutup ben Suriye'ye cihada gitmek istiyorum dese tepkiniz ne olur?

Bir de sizde önceliği akideye veriyor musunuz? Yani öncelikle aranızda akide kitapları vs. gibi şeyler okutuyor musunuz? Yok direkt ideolojik sistem / sistemin bozuklukları şeklinde mi devam ediyorsunuz?

Bu sorularımı cevaplandırırsan çok sevinirim. Allah sana yardım etsin.
Daha öncede dedim,yinede belirteyimki ben mustazafları temsil edebilecek bir kardeşiniz değilim,ama o camiayı bilen ve o gelenekten gelen ve halende o anlayışın sahibi olan,elimden geldiğince bu kardeşlerle beraber olan ve sohbetler ve etkinliklere iştirak eden,kısacası dışarıdan olmayan,bizzatihi o hareketi küçüklüğümden beri bilen bir kardeşinizim.Diyeceklerim şahidi olduklarım ve bildiğim hususlardır.Kulaktan duyma değil bizzatihi net bildiğim hususları paylaşmayı seçeceğimden şüphen olmasın..

Partileşme hususu,herkesin her bireyin hemen kabul edeceği bir husus değildi.Yani öyle karar alındı haydi hemen parti açalım diye bir durum yok.Elbetteki bu durum sancılı ve uzun soluklu bir istişare ile oldu,hatta topluma açık herkesin katıldığı konferans salonlarında herkes katılıp fikirlerini beyan etti,partileşmeyi artık gerekli bulanlar olduğu gibi bizi çizgimizden alıkoyar diyenlerde oldu.Çünkü bu camia cihad ve mücadele anlayışını şiar edinmiş,şehidler,zindan ve muhaceratı çokça yaşayan bir harekettir.Geçmiş kasetlerinde demokrasi ve put meclisi ile ilgili çokça eser bulunmaktadır,dolayısıyla geçmiş durumları bilen kardeşler elbetteki bunu sorgulama yolunu tuttu,bununla ilgili istişare ve bilgilendirmeler oldu,bunlar herkesin bildiği hususlardır.Bazı şeyleri anlayabilmek ve karar verebilmek için mustazafların mücadele alanını iyice irdelemeli ve sosyolojik durumu göz önüne almanız kaçınılmaz bir gerçek oluyor.
mesela,bu bölgede mustazaflar ve bdpnin eskiden beri bir mücadelesi var ve halende bdp-pkknın saldırılarıyla devam etmektedir,Bu bölgede islami bir direnişin tarafını mustazaflar yapmaktadır,pkkve bdp hayatın her lanına hakim olmaya çalışıp,tüm alanları darltmış ve müslümanalr için bir hayat alanı bırakmamıştır,yalan ve propaganda,medya kuvveti ve yasal olarak partileşme ile ve elde ettikleri bu imkanlarla çok daha etkili ve başarılı olmuşur.Bugün devlet tarafından kabul olması,kürd halkının nazarında muhatab olması ve karşılık bulması tüm bu imkanları iyi kullanmasından kaynaklanmaktadır.Bügün diyarbakırda belediye onun elindedir,bu imkanları kullanarak halkı ifsad noktasında çok başarılı faaliyetlerde bulunmaktadır,maddi kaynakları kullanarak çok daha rahat bir şekilde halka ulaşıp,istediği şekilde yönlendirmekte,propagandasını daha etkili yapmakta ve rakibini köşeye sıkıştırmada ve yalan ithamlarda çok daha rahat bir şekilde başarı elde edebilmektedir.yoğun bir medya gücü var ve bunların hepsi maddi kaynaklara bağlı olmakta,bu kaynaklarıda zehirleme için kullanmaktadır.Parti olması hasebiyle medyanın önünde sürekli o muhatab alındığı için ne derse desin hemen kabul görmekte ve muhatab alınmaktadır,ayrıca gündemi onlar belirlemekte ve kendilerini tüm kürdlerin temsilcisi olarak lanse edip,var olan islami çalışmayı lekelemekte ve söz hakkı vermemektedir.mesela bugün bile mustazaflar ışidin hamisidirler,sürekli onlara eleman kazandırıp halkı katletmektedirler gibi yalanlarla bu camiayı karalamaktadırlar ve ne yazıkki bundada başarılı olmaktadırlar.Sizde bilirsinizki bu beyaz ve siyah gibi birbirinden uzaktır ama söz konusu bdp olunca ve onlar bunu deyince hemen kabul görüyor,ayrıca bu halkın mayası islamdır,onlar elde ettikleri bu maddi güç ve yasal kuvvetle müslümanların özerine gelip hayat hakkı tanımamaktadırlar.Bir yandan yasal bir çerçeveyi kılıf olarak kullanıp,parti ve milletvekilleriyle işi tepeden halleden ve baskı kuran yasal görünümlü bir yapı ve onun yasal olmayan eli silahlı kanadı ve bölgedeki tehdit ve öldürme ,korkutma ve sindirme elemanları ile mücadele etmenin zorlukları...
Düşünün yöksekovada dernek başkanı sırf müslüman diye ve islami bir mücadele veriyor diye şehid ediliyor ama onlar,bunlar devletin kontraları deyip insanları kandırabiliyor,devlette onları muhatab alıyor ve halende katiller bulunmuyor,dernekte şuanda yöksekovada kapalı,defalarca yakıldı ...nerede bir mücadeleye giriyorsun orada önün kapanıyor,kısacası mücadelede şartlar değişiyor..sen düşmanına karşı mücadele etmek istiyorsan ya aynı şartlarda mücadele etmen lazım,yada taktiklerinde bir değişikliğe gitmen lazım..90lı yılların şartları ve ortamı ile bugünün şartları bir değildir...Bu şu anlama gelmiyor,90lı yıllarda kafir olanlar şimdi müslüman muamelesi görecek...metodta bir değişiklik var ama anlayışta bir değişim yok,en azından bizler büyle bir değişimi görmedik..Kimse demokrasi havarisi kesilmedi veya demokrasi artık iyi bir durumdur demedi ve demezde..ama demokrasi denilen imkanlardan faydalanma imkanı varsa,mücadele alanında daha verimli sonuçların oluşmasına araç oluyorsa neden bundan mahrum kalınsın?istikamette sapma olmayacak ve anlayıştan taviz verilmeden mücadele edilecekse bu araçlar neden kullanılmasın gibi gerekçeler sorgulandı..misal bugün belediye bdpnin elinde ,buradaki her şeyden onlar sorumlu ve alan için bile gidip onlardan izin alınmak zorunda kalınabiliyor,çocuklarımız belediyeye bağlı dernek ve evlerde ifsada uğruyor ve beyinleri kirletiliyor,kızlı erkekli etkinliklerle halkın manevi anlayışı kirletiliyor,buna yüzlerce örnek sıralayabiliyorum,bir düşününki o dindar kürd halkı bugün LGBT gibi ahlaksızlarla bile aynı etkinliklere sokulmaya çalışılıyor ve dindar insanların inançları ile mücadele ediliyor ve yok edilmeye çalışılıyor,,tüm bunlara karşı sen bir strateji geliştirmeyip ,sadece beklersen veya kıt imkanlarla etkili olmaya çalışırsan bu sadece denizde kayıkla yol almaya benziyor..Bunları bizler görüyoruz,dolayısıyla müslümanların akideden sapmadan mücadelelerine yeni alanlar açması kaçınılmaz oluyor.Araç ve gereçlerde yeniliğe gitmek lazım,düşman silahla saldırırken sen okla mücadele edemezsin,kafirlerin medyası varken sen zaten ALLAHcc gerçekleri biliyor deyip oturamazsın(buradaki sen sen değilsin )alternatifin yoksa başarılı olamazsın..Bunların hepsi elbette konuşuldu ve bu camianın alimleri bu konuda fikirlerini beyan ettiler,mesela molla mızgin sevilen ve sayılan bir alim,şuan 10 yıldır zindanda ve onun gibi cihad ve mücadelede öncü olmuş alimlerin tavsiye ve önerileride etkili oldu,tabi ehveni şerle ilgili ve bahsettiğiniz konuyla ilgili yazısı sitede bulunmaktadır,bakıp daha net anlıyabilirsiniz..
sonuç olarak,parti işi bir araç olarak benimsendi,uzun istişareler sonucunda ve herkeste bunu kabul etti,elbette etmeyen kardeşlerde oldu ama herkes iyi biliyorduki bu niyet mesele parti olma hevesi değildi,parti yetkilileri eğer saparsak bizi kılıçla düzeltin,eğer entegre olursak ALLAH bizi muvaffak etmesin,eğer çizgimizden saparsak partiyi ayaklar altına alırız dediler ve sonuçta bizlerde seçim zamanında gördükkki ,kardeşlerin söylemi ve eylemi islam,derdi islam...
şunuda diyeyim,parti olmadan önce yani yasal bir durum söz konusu olmadan önce,bu bölgede korku etkeni olarak gösterilip,insanlara vahşi olarak nitelendirilen bu camia,bu vesileyle islamı köy köy ,mahalle mahalle,ev ev tebliğ ve irşadın içine girdi..
Bu durumun öncesi ve sonrası az çok büyle,bunu biraz izah etmeye çalıştım,elbette itiraz noktalarının olduğunu biliyorum,şahsen ben asla parti anlayışını sevmem,partileşip sisteme entegre olanalrı çok gördük...ve şundanda emin olki camia islamı partiyle getireceğiz gibi islami olmayan bir metodun anlayışı içinde değildir,asla büylesi bir sakat anlayışı kabul etmez ve anlayışında sahibi değildir,cezayir,mısır ve haması iyi biliyor..buradaki durum,parti ile müslümanalrın alanını açma ve biraz daha rahat nefes almasını sağlamadır..
Ben bir birey olarak bunun büyle olduğuna inanıyorum,benim gibi herkeste bu anlayışın sahibidir.Kimsenin rehavete kapılıp veya artık islamı parti ile getireceğiz gibi gülünç bir iddiası yok ve zaten parti başkanlarıda bunu red ediyor..
keşke imkan olsada daha rahat ve yüzyüze konuşabilme durumu olsaydı.....

....
Mustazafların bugün cihada bakışları nasıl? Mesela içinden bir kardeş tutup ben Suriye'ye cihada gitmek istiyorum dese tepkiniz ne olur?
mustazaflar cihadı ve mücadeleyi her zaman esas alan,zaten süreklide bölgedeki kafir yapıya karşı mücadele eden bir camiadır,her gün üyelerinde,derneklerine saldırı oluyor ve kendileride pes edip,köşesine çekilmiyor,bilakis bölgede artık devletleşen bu kafir guruba karşı elinden geldiğince mücadele veriyor..sürekli şehadet bilinci diridir,zaten onları bilen ve takib edenler bunun büyle olduğunu bilir,en azından televizyonlarına bakın,sürekli olarak bu anlayışla ilgili programlar ve sohbetler oluyor..
Eğer bu ruh olmasaydı hangi cesaretle,pkknın kalesi liceye gider,diclede pkkyameydan okur,diyarbakır sokaklarında pkkyı lanetler ve ona karşı dururdu..bugün mustazaflar dışında bu bölgede onlara karşı duran ve mücadele eden hiç bir gurub ve cemaat yoktur,varsa birileri buradan diyebilir,onlarda bu kardeşleri bildiği için,şehadeti saadet bildiklerini bildiği için,kimseden korkmaz ama onlardan korkarlar,diyarbakır gibi bir yerde onlara meydan okumak cesaret ister,sanmaki bunu propaganda olarak diyorum,wallahi inadığım ve gördüklerimi diyorum,eğer abartıp sadece laf olsun diye diyorsam,inanmadığım ve görmediğimi anlatıyorsam muhakkak ALLAHmünafıkları rezil edecektir...
suriyeye gelince,mustazafla oraya asla kimseyi göndermemiş ve aksine oraya gidilmesini önermemekteler,bunada karşıdırlar..Bunun bir çok sebebi var,ama şüyle diyeyim,burasıda bir mücadele alanıdır,burayı terk edip oraya gidip,buraları islam düşmanlarının kucağına itmemek lazım,ayrıca suriye karışık ve fitnenin çok olduğu bir yerdir,oradkai tablo müslümanların arzulamadığı bir tablodur,heleki tekfirci anlayışa sahib olup müslüman kanına girmektense ölmek daha iyidir derler,esadı zalim,ona yardım edenelride zalim görürler,ama tekfir etmezler,yani iranı ve hizbullahı tekfir etmezler,ama şiddetle anlayışlarını red ederler,asla şia değildir,sünni bir hareket olduğunu belirtir,bu camia içinde şiayı sevenler az olsada vardır ve bu durumdanda asla hoşnut değiller,onlara görede camia elkaideleşiyor bile derler,inşaALLAH bu düşüncede olanlarda en kısa zamanda bundan vazgeçerler,zaten gittikçe sayıları azalmakta..en bariz örneği ben..eskiden iran hayranıydım,tabi bu hayranlık lillah içindi,ama şimdi aynı gerekçeylede irana ve hizbullaaha karşıyım,ama tekfir etmem.neyse o...ortama göre renk değiştiren ve bukalemun olan tiplerden münafıkalrdan Rabbim bizi korusun..
..
Bir de sizde önceliği akideye veriyor musunuz? Yani öncelikle aranızda akide kitapları vs. gibi şeyler okutuyor musunuz? Yok direkt ideolojik sistem / sistemin bozuklukları şeklinde mi devam ediyorsunuz?
En çok okunan kitablar,seyyid kutub,hasan el benna,siyerin çok önemi var bu camiada,sürekli siyer kitabları,sahabelerin hayatı,selefi salihin mücadele ve hayatları okunur..
akide hususunda ise ,şunu net diyebilirimki bu camia akideye çok önem verir ve ehli sünnet anlayışını baz alır..eskiden bizler,mutahharivb şia alimlerinide okurduk,ama sanırım bugün butür kitabları okuyan pek nadir..dua kitabevine bakabilirsiniz,ayrıca imkan olsaydıda sizle beraber derneklerde verilen sohbetlere katılmayı dilerdim,o zaman herşey daha net anlaşılırdı..
yoruldum,yoksa daha uzun yzardım,selametle...
 
K Çevrimdışı

Kuşçu

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi mustazafların Işid'e ve nusraya ve islami cepheye bakışları nasıl? Ve elkaydeye...

Televizyon açtığınızdan bu yana ne değişiklikler oldu?

Bir de hizbullah neden TC'ye karşı değil de sadece pkk'ya karşı tepki olarak doğdu?
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi mustazafların Işid'e ve nusraya ve islami cepheye bakışları nasıl? Ve elkaydeye...
olduğu gibi veriyorum...

48833.jpg

HÜDA PAR IŞİD ile İlgili Ne Düşünüyor?

HÜDA PAR'ın IŞİD'i desteklediği yönündeki iddialara yanıt veren HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, söz konusu iddiaları kesin bir dille yalanlayarak, bu iddiaları deli saçmasına benzetti.
Rehber TV'de her Cuma saat 20.00'de canlı yayınlanan Rehber'de Gündem programının bu haftaki konuğu, HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu oldu.

Program sunucusu Yunus Emiroğlu'nun gündemdeki konularla ilgili sorularını yanıtlayan Yapıcıoğlu, Kürt Ulusalcı çevrelerin, "HÜDA PAR IŞİD ile birlikte hareket ediyor" iddialarını kesin ifadelerle yalanladı.

"IŞİD'in Pek Çok Eylemi Gayri İslami"

IŞİD denilen yapının İslam adına hareket ettiğini söylediğini, ancak pek çok gayri İslami eylemlere imza attığının altını çizen Yapıcıoğlu, HÜDA PAR'a yönelik ortaya atılan, "HÜDA PAR IŞİD ile birlikte hareket ediyor", "HÜDA PAR IŞİD'i destekliyor" gibi iddiaları sert bir dille yalanlayarak, söz konusu iddiaları deli saçması olarak değerlendirdi.

'HÜDA PAR'ın IŞİD'i desteklediği' yönündeki iddiaların PKK/HDP cenahınca ortaya atıldığına dikkati çeken Yapıcıoğlu, "Bu deli saçması iddiaları cevaplamak ne kadar gerekli oda ayrı bir şey. Bu kesim konjonktürel olarak halkın gözünde kimin kötü bir sabıkası varsa, bizi orayla irtibatlandırdı. Daha önce bizim için 'JİTEM'le irtibatlıdırlar, JİTEM'le beraber hareket ediyorlar.' dediler. Sonra, "Bunları derin devlet kurdu" dediler. Bir dönem geldi dediler ki; "Bunlar El Nusra'ya yardım ediyorlar." En son IŞİD patlak verince, "oraya kendi gençlerini gönderiyorlar." dediler. Bizim altı gün önce İl Başkanları toplantımız vardı. Bitlis'ten gelen arkadaşlarımız şunları kaydettiler: 'Bitlis'te bir söylenti yayıyorlar, diyorlar ki; 'Sadece Bitlis'ten 800 genci IŞİD saflarında savaşmak için göndermişler' Geçen gün köşe yazarı diye geçinen kendini bilmezin biri, 'Burada pratik yapma alanları yok. Bu yüzden IŞİD'e savaşçı göndererek orada pratik yapıyorlar" diye yazmıştı." ifadeleriyle, kendilerine yönelik ortaya atılan iddiaların siyasi rant elde etme amacıyla ortaya atıldığını belirtti.

"Kara Propagandalar Kasıtlı Yapılıyor"

HÜDA PAR'ın bu konularda daha önce açıklaması olduğunu hatırlatan Yapıcıoğlu, "Bu iddiaları ortaya atanlar, HÜDA PAR'ın El Nusra, IŞİD ve diğer silahlı gruplarla bir bağlantısının olmadığını, bir tek gencini dahi El Nusra ve IŞİD saflarına göndermediğini çok iyi biliyor. Kasıtlı bir şekilde bu kara propagandaları yapıyorlar." dedi. Yapıcıoğlu, bu tür yalan söylemleri duyduğunda Nebe Suresi 38. ayetinin aklına geldiğini, yalancılığı karakter edinen insanlar ancak teneşire yatırılıp gömülüp Allah'ın (cc) huzurunda yalan söylemek mümkün olmadığından, yalan söylemekten vazgeçebileceklerini sözlerine ekledi.
.............................
Mustazaflar camiası kesinlikle ışidten beridir ve anlayışından uzaktır.Çünkü burada kendini ışida nisbet eden ebu hanzala çevresinin o kadar katı ve acımasız eleştirileri varki,bunu duyp onlara sevgi besleyen tek bir kişiyi bile bulamazsın..
Daha önce ışid nusrayı bir sanan veya ikisinide bir tutan vardı,ama artık söylemler genelde ışida yöneliktir,yanlız nusra veya elkaideyi sevende var sevmeyende,sevmeyenler genelde tekfirciler der,çünkü öyle biliyor veya kanaati bu,ama el kaidenin amerika ve diğer emperyalist güçlere karşı mücadelesini aşırı şiaya yakın olanlar hariç,sevmeyen ve desteklemeyen kimse yok,bu açıdan şehid inş üsame bin ladeni herkes sever ve saygı duyar,hatta mehmed göktaş hoca şehid olduğunda gıyabi cenaze namazını kıldırtmıştır.şahsen onun büyük bir mücahid ve şehid olduğuna inanıyorum ve bunu dile getirdiğimdede çevremdeki kardeşlerimden asla olumsuz bir tepki almamşım,aksine şehid olduğu dile getirilir ve şehadet şekli yani amerikalılarca şehid edilişi herkesi üzmüştür.kısacası bu konuda farklı bakışlar olabilir(elkaide-nusra konusu)..bu camiadaki bireyden bireye değişir..genel manada ışid gibi aşırı tekfirci unsurlara olan tepki daha fazladır,nusra ile ilgili pek bişey duymadım,belkide ışid ön plana çıktığı içindir,ama nusrayada giden hiç bir camia mensubu olduğuna inanmıyorum.el kaidede emperyalistlerle ve yerli uşaklarıyla mücadele ettiği sürece sevilir ama söz konusu camideki şialar veya pazar yerleerindeki bombaların patlaması vb şekilde şiaya yönelik hedefler olduğu zaman tasvib edilmez ve anlayışı kabul görmüyor(öylemidir değilmidir tartışmasında değilim,sadece olanı belirtiyorum)bunuda şiaya olan sevgi ve muhabbete bağlamayın,bu ümmetçi bakışından dolayıdır,bunun ümmete bir faydası yok,dolayısıyla bu tarz hareketleri tasvib etmezler,ama eğer islam düşmanı olan amerikaya karşı olursa bunuda severler..
hatta sana bir anımı anlatayım...
bu ikiz kuleler olayı olduğunda,biz o zaman medresei yusufiyedeydik..wallahi o gün muhteşem bir sevinç ve coşku gönüydü,tebrikler,dualar,tekbirler ve kantinden tatlı ısmarlamalar halen anılarımda tazeliğini korumaktadır.yani söz konusu abd olunca,israil olunca bundan iftihar edilir,ama sırf şia veya başka bir guruba mensub diye olabilecek hiç bir şiddetide bu camianın bireyleri sevgiyle bakmaz..ve o yaoılandan beriyyiz ve uzağız denilir..bu şia içinde geçerlidir,mesela hizbullah israille çarpıştığı zaman sevilir ve iftihar edilir,mesela imad muğniyye mossad tarafından vurulunca ve havaya uçurulunca herkes üzüldü ve inşaALLAH şehidtir dedi,ama nusraya vurarsa kimse ona destek olmaz veya esadla beraberdir diyede kimse her yaptığı haklıdır demez...umarım azda olsa anlatabilmişimdir..sahabeye küfredenleri kimse sevmez,bırak sevmeyi geçende bir kardeş,sahabeye biri düğünde laf attı diye vurmaya kalkmış ki keşke vursaydı..şimdi sıra sizin bu alçakça söylemlerinizime geldi demiş...bunu duyan bir çok kardeş,keşke ikitanede bizim yerimize vursaydın dediler...
....................
Televizyon açtığınızdan bu yana ne değişiklikler oldu?
En azından bu sesi duyulmayan camianın sesini herkes duymaya başladı,onu b,lmeyenler tanıma imkanı buldu,yalan ve iftiralar anında cevabını buldu,halka dindar insanlarında var olduğu ve bir mücadele içinde olduğu hisettirildi,artık her yalan eskisi gibi kalıcı olmuyor.
mesela eskiden bir olay yaparlardı ama iftirayı bu camiaya atarlardı,şimdiyse halk gerçekleri öğrenemey başlıyor..en azından müslümanalrında sesi suyuluyor.her ne akdar kıt imkanlarla olsada bölgede çok şeylerin değişmesine sebeb oluyor..

Bir de hizbullah neden TC'ye karşı değil de sadece pkk'ya karşı tepki olarak doğdu?
Bir mağduru olarak diyorum,bu propagandanın kökünde pkk vardır,bu tür söylemlerle bu camiayı devletle işbirliği içinde göstermek için bilinçli bir şekilde kullanılan bir söylemdir.
Bazı şeyleri bilmek ve anlamak için yaşamak lazım,o sosyal dokuyu tanımak lazım..
Bunuda en iyi tanımanın yolu gerçekleri bilmek lazım...
bu mustazaflar kimseye karşı doğmadı ama şartlar onu bazı duruşlara mecbur etti..diyeceksinki mesela ne?
Bizler küçüklüğümüzden beri camilere gider ve ders alırdık,o zamanlar pkk azgındı ama ortada bir durum yoktu..taki pkk bu camiayı kendine tehdit olarak görene kadar..önce bir kaç sofik deyip küçümsediler,bunları erkeklerimiz değil,dağdaki gerilla kızlarımızla yok ederiz dediler,ya teslim olun,ya bizden yana olun,ya gidin veya öleceksiniz dediler..işte bu aşamada bu camia yanyana geldi ve onlara telsim olmayıp mücadele etti,sonuç onlar için hüsran oldu...onun için bu tip argümanları devreye sokup,bunlar devletin kontraları vb onlarca yalanı yaydılar,amaç halkın nazarında onları pasifize etmek ve yıpratmak ve işbirlikçilikle suçlamaktı..kürd halkı ise ihaneti sevmez ve bunlarda bu tür harp daireleri tekniğini uyguladılar ve gördüğümüz gibi artık bu söylemleri herkes kullanıyor..ama hamd oslun artık tutmuyor,dedikya medya dili geliştikçe yalanlarda ortaya çıkıyor..
bunu daha iyi anlayabilmek için bu linklerin okunamsı faydalıdır..


kendi_dilinden.jpg

http://huseynisevda.biz/viewpage.php?page_id=33
...........

savunmalar1.png

http://huseynisevda.biz/Dokumanlar/savunmalar.pdf
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş ne olursa olsun metot bozuk bir metottur.Bugün baktığımızda bu kafirler sadece Türkiye'de etkili değil.Artık bunlar Türkiye'ye saldırmıyor.Suriye ve Irakta faaliyet gösteriyor.Sen bunları siyaset ile demokrasi ile bozguna uğratamazsın.Bunların dili yılan gibidir.Bu yılanı ancak kafasını kopararak etkisiz hale getirebilirsin.İşide bir çok konuda karşıyızdır.Bunun en büyük nedeni kafirleri bırakıp Mücahidleri , Müslümanları öldürmesidir.Ancak işidin yaptığı en doğru şey nedir biliyor musun? Bu kafirlerin dili neyse ona göre savaşmak.Bunlar işidden o kadar korkuyor ki ne yapacaklarını bilmiyorlar ve sakallılara saldırmaya başlıyor.Bugün bulunduğum yerde pkk lı sayısı yok denecek kadar azdır.Burada bile bazı kardeşlere işidçi diye saldırıyorlar.Sen bunlara siyasetle karşılık verirsen yüksekovadaki gibi seni öldürür.Peki işid ne yapıyor? İşid bunların yakaladığını kesiyor.Çok da iyi yapıyor.Halk bunlara destek oluyorsa onları da korkutuyor.Korkutması gerek ki bu kafirler destek bulamasın.
 
K Çevrimdışı

Kuşçu

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi son bir sorumu soracam inşallah.

1988'de Abdullah YOLCU ile Hüseyin VELİOĞLU görüşürler. Abdullah YOLCU Hüseyin VELİOĞLU'na iran hakkında bazı şeyler söyler ve irandan kopmasını tembihler. Daha sonra aralarında tam olarak ne yaşandığını ve de ne kadar zaman geçtiğini bilmiyoruz ama Türkiye Hizbullah'ından abdullah yolcuyu öldürme kararı çıkar. Abdullah YOLCU'yu gördükleri yerde infaz etmeleri gerekiyordur...

Bunu Abdullah YOLCU'nun kendisinden duydum. Hüseyin VELİOĞLU neden böyle bir şeyi yapmıştır bir fikriniz var mı? GEçmiş yıllarda özellikle doksanlı yıllarda elkaide / selefi takımıyla hizbulahçılar arasında nasıl bir sürtüşme yaşanmıştır?
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş ne olursa olsun metot bozuk bir metottur.Bugün baktığımızda bu kafirler sadece Türkiye'de etkili değil.Artık bunlar Türkiye'ye saldırmıyor.Suriye ve Irakta faaliyet gösteriyor.Sen bunları siyaset ile demokrasi ile bozguna uğratamazsın.Bunların dili yılan gibidir.Bu yılanı ancak kafasını kopararak etkisiz hale getirebilirsin.İşide bir çok konuda karşıyızdır.Bunun en büyük nedeni kafirleri bırakıp Mücahidleri , Müslümanları öldürmesidir.Ancak işidin yaptığı en doğru şey nedir biliyor musun? Bu kafirlerin dili neyse ona göre savaşmak.Bunlar işidden o kadar korkuyor ki ne yapacaklarını bilmiyorlar ve sakallılara saldırmaya başlıyor.Bugün bulunduğum yerde pkk lı sayısı yok denecek kadar azdır.Burada bile bazı kardeşlere işidçi diye saldırıyorlar.Sen bunlara siyasetle karşılık verirsen yüksekovadaki gibi seni öldürür.Peki işid ne yapıyor? İşid bunların yakaladığını kesiyor.Çok da iyi yapıyor.Halk bunlara destek oluyorsa onları da korkutuyor.Korkutması gerek ki bu kafirler destek bulamasın.
değerli kardeşim demokrasiyle bozguna uğratma gibi bir söylem elbetteki olamaz,büyle bir durumdan bahseden yok zaten,ama o bir araçtır,o aracı kullanmak ile onu amaç etmek arasında fark var.Bugün demokrasi denilen aracı kullanıp,dernek açıp onunla islama hizmet etmek bir metodtur.Ayrıca şunu unutmamak lazım,korku ile kalbleri ele geçiremezsin,ancak bedenlere sahib olursun,bedeni kontrol edense irade ve akıldır,senin korkun geçtimi beden aynı bedendir.Bugün ışid her gittiği yere korkuyu sevkedip insanları korkutup,kaçırtabilir ama unutmaki bu geçicidir,bir süre sonra korku geçtimi,yerini yine eski anlayıştan daha kuvvetli bu seferde kinli bir sapık anlayış bırakacaktır.Şayet korku yeterli olsaydı esede karşı gelen halk kıyam etmezdi,hiç bir zorba güç inancını şiddetle devam ettiremez.silah bir seçenektir,ama asıl tesirli silah yüreklerin fethidir.Bundan dolayı efendimiz bir yandan cihad ederken,bir yandanda güzel bir tebliğ ve davetle insanları kazanmıştır.Mesela mekke nasıl fethedildi?kaç kişi öldürüldü?uzun soluklu bir davet ve insanların yüreğini kuşatan bir davet ve ihlaslı bir mücadele ile fetihler kazanıldı.
90 lı yıllarda göneydoğudaki şiddeti yaşayanlar bilir,pkklıya bile çok ağır işkenceler ve öldürmeler yapıldı,peki çözüm oldumu?olmadı...Bugün olmadığını heppimiz görüyoruz..

Arkasında halkın olmadığı bir hareketin başarı şansı yoktur.Gazzede haması başarılı kılan etken,halkın ona bağlılığı ve güvenidir.şayet halk ona destek vermeseydi,bu süper güce dayanma imkanı varmıydı.Elbetteki halkın sevgisi hakka olan samimi ve ihlaslı çalışmadan geçer.Kuran ve sünneti kendine şiar edinen,o güzel ahlakı kuşanan tüm hareketler halkın sevgisine mazhar olur,buda beraberinde zaferi getirir.
BENİM ANLAYIŞIM BU..
 
Hilafet Sancağı Çevrimdışı

Hilafet Sancağı

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
parti kurmak ve demokratik seçimlerle yönetime talip olmak şirktir.Araç olarak kullanmak bile şirktir.Hizbullah cemaatinin liderlerinin bu cemaati ve destekçisi olan halk kitlelerini dalalete ve şirke sürüklemeye hakkı yoktur.Birazcık imanları ve samimiyetleri varsa tevbe edip parti işini bırakırlar.Bu mücadele değil,tebliğde değil bu şirkin ta kendisidir.Dernek kurmakla kıyaslanamaz.İkisi aynı şey değil.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi son bir sorumu soracam inşallah.

1988'de Abdullah YOLCU ile Hüseyin VELİOĞLU görüşürler. Abdullah YOLCU Hüseyin VELİOĞLU'na iran hakkında bazı şeyler söyler ve irandan kopmasını tembihler. Daha sonra aralarında tam olarak ne yaşandığını ve de ne kadar zaman geçtiğini bilmiyoruz ama Türkiye Hizbullah'ından abdullah yolcuyu öldürme kararı çıkar. Abdullah YOLCU'yu gördükleri yerde infaz etmeleri gerekiyordur...

Bunu Abdullah YOLCU'nun kendisinden duydum. Hüseyin VELİOĞLU neden böyle bir şeyi yapmıştır bir fikriniz var mı? GEçmiş yıllarda özellikle doksanlı yıllarda elkaide / selefi takımıyla hizbulahçılar arasında nasıl bir sürtüşme yaşanmıştır?
Bahsettiğin hususu duymamışım kardeşim,Abdullah yolcuyuda forumda tanıdım,halende pek tanımış sayılmam,bu camiayı bilen bir kardeşin olarak,onlara çok iftira atıldığını,nice listelerin onlara atfedildiğini,bununla islami çevrelerle aralarında bir nefret ve set çekilmek..
Bazı konularda çok yazıldı ve çizildi,benimde basından takib ettiğim hususlar var,yok ölüm listeleri,yok domuz bağları vb şeyler...şunu belirteyimki,domuzbağlarıyla ilgili bir tane delil getirin,bütün iddialarınızı kabul edeceğiz diyen avukatlar var.Tamamen zihinleri bulandırmaya yönelik medyanında etkisiyle oluşturulmaya çalışılan bir yoğun bilgi kirlililği varsır..
Rabbim hayrlısını nasib etsin..ben bir gözlemci kardeşin olarak fikirlerimi belirttim,sonuçta bu tür konuları açıklayacak makamda ve seviyede değilim,sadece bu camiayla gönül bağı olan bir kardeşinizim.
bahsettiğiniz selefilerle ilgili herhangi bir sürtüşmeye dair hiç bir iz,veya olay olmamıştır bildiğim kadarıyla...olsaydı bu bölgede yaşayan biri olarak muhakkak duyardık..

hamd olsun sorular bitti..kendimi bir an sorguda hisettim..:)

Keşke hizbullah(türkiye) şialardan beri olup selefilere yaklaşsa... Bu çok daha iyi olurdu... Ama zor maalesef :(
hayrlısı neyse o olsun..Rabbim bizi bir araya gelenlerden eylesin..
 
F Çevrimdışı

furkan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hizbullah Akidesini anladiyor zaten

Akidevi Olarak Hizbullah
Her ne kadar malumu ilam etmek olsa da, Hizbullah'ın akidesini net bir şekilde hatırlatmakta fayda vardır. Bu sayede ileri geri konuşup bizi tekfir eden, Harici yaftasıyla gözden düşürmeye çalışan veya değişik tanımlamalarda bulunan fikri akrabalarımız ya da düşmanlarımız, Mahkeme-i Kübra'da "Bilmiyordum" bahanesine sarılmasınlar.

Hizbullah Cemaati; Rabb olarak Cenab-ı ALLAH'ı, Peygamber olarak Hatemü'n-Nebiyyun olan iki cihan güneşi Hazreti MUHAMMED Mustafa Aleyhisselatu Vesselam'ı, Kitap olarak son ve değişmez, kıyamete kadar baki kalacak, her çağda insanlığın hastalıklarına şifa kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i ve bütün bunların tabii sonucu olarak da Kur'an ve Sünnet çerçevesinde hareket etmeyi şiar edinen İslamî bir cemaattir. Cemaatimiz; Ashabın çizgisini takip eden, selef-i salihini öncü olarak kabul eden, İslam tarihi boyunca, etnik ve bölgesel farklılıklarına bakmaksızın İslam için mücadele etmiş İslam Âlimleri ve Önderlerinin görüşlerinden ve hareket metodlarından istifade eden, dolayısıyla sorunlara ve bunların çözümlerine geniş bir perspektifle bakabilen örnek bir cemaattir.

Cemaat mensuplarının büyük çoğunluğu Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mezheplerinden birisi olan Şafii, geriye kalanın neredeyse tamamı da Hanefi Müslümanlardan oluşmaktadır. Bundan anlaşılması gereken şey, Hizbullah Cemaatinin mezhebi bir milliyetçilik ya da mezhep taassubu içinde olmadığı, bu tür anlayışları şiddetle reddettiğidir. Bize göre Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbelîler arasında hiçbir fark yoktur.

Şia Mezhebine bağlı olanları da Müslüman olarak kabul ediyor ve onları İslam'ın iman ve kardeşlik prensipleri gereği 'kardeş' olarak görüyoruz. Söz konusu mezhep ile Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında birtakım ihtilaflar olsa da İslam düşmanları ve emperyalistlerin kullanımına ve istismarına kapı açmamak için. Cemaat olarak bunlara takılıp kalmıyoruz. Biz; "Müslüman olduğunu beyan eden herkes, Müslüman'dır" ilkesini benimsiyoruz. Kişinin beyanında samimi olup olmadığı ALLAH'ın bileceği bir iştir. İşlediği günahları-vebali ve sevapların hayrı kendisine aittir. Ahirette kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun karşılığını muhakkak bulacaktır. Bununla birlikte biz, İslam'ın en önemli prensibi ve farziyeti olan "İyiliği emredip kötülükten sakındırma" ilkesi gereği insanlara doğruyu gösterip yanlıştan sakındırmayı kendimize vazife bilmekte ve bunu Cemaat olarak üzerimize bir farziyet olarak görmekteyiz. Zira Yüce Rabbimiz; daha önce de okuduğumuz gibi, Kutsal Kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'in Ali İmran Suresinin 104. Ayet-i Kerimesinde şöyle buyurmuştur: "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır."


tekfir mevzusuna gelince gulünç bir durum 90 lilarda işid benzeri bir tavir sergilerdi guney doguda tabi olmaya çagirdi kabul etmeyenlere saldirildi ve satirlarla ve hizbullah menzil gurubu çatişti ve çok ciddi kan dokuldu ve tekfir ettildi
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hizbullah Akidesini anladiyor zaten

Akidevi Olarak Hizbullah
Her ne kadar malumu ilam etmek olsa da, Hizbullah'ın akidesini net bir şekilde hatırlatmakta fayda vardır. Bu sayede ileri geri konuşup bizi tekfir eden, Harici yaftasıyla gözden düşürmeye çalışan veya değişik tanımlamalarda bulunan fikri akrabalarımız ya da düşmanlarımız, Mahkeme-i Kübra'da "Bilmiyordum" bahanesine sarılmasınlar.

Hizbullah Cemaati; Rabb olarak Cenab-ı ALLAH'ı, Peygamber olarak Hatemü'n-Nebiyyun olan iki cihan güneşi Hazreti MUHAMMED Mustafa Aleyhisselatu Vesselam'ı, Kitap olarak son ve değişmez, kıyamete kadar baki kalacak, her çağda insanlığın hastalıklarına şifa kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i ve bütün bunların tabii sonucu
olarak da Kur'an ve Sünnet çerçevesinde hareket etmeyi şiar edinen İslamî bir cemaattir. Cemaatimiz; Ashabın çizgisini takip eden, selef-i salihini öncü olarak kabul eden, İslam tarihi boyunca, etnik ve bölgesel farklılıklarına bakmaksızın İslam için mücadele etmiş İslam Âlimleri ve Önderlerinin görüşlerinden ve hareket metodlarından istifade eden, dolayısıyla sorunlara ve bunların çözümlerine geniş bir perspektifle bakabilen örnek bir cemaattir.

Cemaat mensuplarının büyük çoğunluğu Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mezheplerinden birisi olan Şafii, geriye kalanın neredeyse tamamı da Hanefi Müslümanlardan oluşmaktadır. Bundan anlaşılması gereken şey, Hizbullah Cemaatinin mezhebi bir milliyetçilik ya da mezhep taassubu içinde olmadığı, bu tür anlayışları şiddetle reddettiğidir. Bize göre Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbelîler arasında hiçbir fark yoktur.

Şia Mezhebine bağlı olanları da Müslüman olarak kabul ediyor ve onları İslam'ın iman ve kardeşlik prensipleri gereği 'kardeş' olarak görüyoruz. Söz konusu mezhep ile Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında birtakım ihtilaflar olsa da İslam düşmanları ve emperyalistlerin kullanımına ve istismarına kapı açmamak için. Cemaat olarak bunlara takılıp kalmıyoruz. Biz; "Müslüman olduğunu beyan eden herkes, Müslüman'dır" ilkesini benimsiyoruz. Kişinin beyanında samimi olup olmadığı ALLAH'ın bileceği bir iştir. İşlediği günahları-vebali ve sevapların hayrı kendisine aittir. Ahirette kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun karşılığını muhakkak bulacaktır. Bununla birlikte biz, İslam'ın en önemli prensibi ve farziyeti olan "İyiliği emredip kötülükten sakındırma" ilkesi gereği insanlara doğruyu gösterip yanlıştan sakındırmayı kendimize vazife bilmekte ve bunu Cemaat olarak üzerimize bir farziyet olarak görmekteyiz. Zira Yüce Rabbimiz; daha önce de okuduğumuz gibi, Kutsal Kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'in Ali İmran Suresinin 104. Ayet-i Kerimesinde şöyle buyurmuştur: "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır."


tekfir mevzusuna gelince gulünç bir durum 90 lilarda işid benzeri bir tavir sergilerdi guney doguda tabi olmaya çagirdi kabul etmeyenlere saldirildi ve satirlarla ve hizbullah menzil gurubu çatişti ve çok ciddi kan dokuldu ve tekfir ettildi....

işin aslı...burada belirtiliyor,okuyup okumamak,inanıp inanmamak sizin tercihinize kalmış..
MÜNAFIKLAR MENZİL İSİMLİ NİFAK GRUPÇUĞU
Kuran-ı Kerim ve Peygamberimizin hadislerinde nifak ve münafıklar konusu genişçe zikredilmiş olup, konuyla ilgili ayet ve hadislerde münafıkların özellikleri, amelleri, karakterleri, tavır, düşünce ve hareket tarzları hususunda önemli izahatlar yapılmıştır. Aynı şekilde, Peygamberimiz döneminde ve sonrasında yaşanmış nifak olayları ve bu olaylara sebep olan münafık kişilikler hakkında İslami kaynaklarda detaylı bilgiler verilmiştir. Ayet ve hadislerde Müslümanların bunları tanıyıp yaşanan olaylardan ders ve ibret almaları ve nifak tuzağına düşmemeleri için gerekli uyarılar yapılmış, bu beladan sakınabilmeleri için dikkat edecekleri hususlar, uyacakları önemli kural ve ölçüler beyan edilmiştir. Biz burada fıkıh ve itikad kitaplarında nifak ve münafıklarla ilgili detaylı olarak yapılan tarif ve sınıflandırmaları tekrar etmeyeceğiz. Her ne kadar bizim burada örneklendirip üzerinde duracağımız ve izah edeceğimiz nifak çeşidinin itikada taalluk eden tarafları varsa da, genel olarak söz konusu olan grubun, ameli uygulama ve pratiklerini esas alıp bunlara münafık dediğimiz için, konumuza ve tarifimize uygun düşen nifak çeşidi ameli nifaktır.

Menzil grubu hakkında söyleyeceklerimiz gerçeği yansıtmayan ve kesin bilgiye dayalı olmayan dedikodu, duyum ve rivayetlere değil, tam aksine Cemaatın bu grupla bir dönem yaşadığı birliktelik süreci boyunca ve bu süreç sonrasında yaşanan olaylara, kesin ve kat’i bilgi ve kanıtlara dayanmaktadır. Bu grubun tarihçesini, Cemaatle birliktelik sürecinin nasıl başladığını, bu süreç boyunca sergiledikleri tutum, davranış ve pratik uygulamaları, bu birlikteliğin son bulmasına neden olan söz ve eylemleri, birliktelik sürecinin son bulmasıyla meydana gelen gelişmeler, ihtilafların çatışmaya dönüşmemesi için Cemaat tarafından yapılan girişimler, çatışmaların nasıl ve neden başladığı, çatışmaların sebep olduğu zararlar, çatışmaların neticesi ve ulaşılan nokta gibi önemli olayları ve gelişmeleri detaylıca izah edip, bu grubun seyir çizgisini göz önüne sererek tanıtmaya çalışacağız.

Bu grupla yaşanmış bütün olayları tüm detaylarıyla en ince noktasına kadar bu kitapta dile getirmek mümkün değildir. Çünkü, böyle uzun bir süreç içerisinde yaşanan bütün olayları detaylarıyla izah etmeye kalkışırsak, konuyla ilgili başlı başına geniş hacimli bir kitap yazmak gerekecek. Bundan dolayı burada sadece kısaca ve öz olarak, bu grubun sebep olduğu önemli olayları gelişim seyrine göre ana hatlarıyla açık ve anlaşılır bir şekilde izah etmeye çalışacağız. Böylece bu gerçekleri okuyup gören herkes bu gruba niçin nifak grubu dediğimizi, bunlara bu ismi takmakta haklı olup olmadığımızı, eğer böyle bir vasıflandırmayı hak etmişlerse bu nifakın İslam’ın tarif ettiği hangi nifak çeşidine uygun düştüğüne kendileri karar verecekler.

Bu açıklamalarımızla her şeyin net bir şekilde anlaşılmasını ve gerçeklerin ortaya konulup İslami kamuoyunun aydınlanmasını amaçlamaktayız. Çünkü, anlatacağımız bu gerçekler geçmişte yaşadığımız ve yeterince zarar gördüğümüz olaylarla ilgili olup, bugün bizim için kapanmış ve sorun olmaktan çıkmıştır. Bunun için, bu konuyu gündeme getirmemizde Müslümanları bilgilendirmenin dışında hiçbir niyet ve kastımız yoktur. Dileğimiz bu gerçekler okunduktan ve görüldükten sonra nifak grubunun gerçek mahiyetinin ve iç yüzünün bütün Müslümanlar tarafından anlaşılmasıdır. Böylece, bugüne kadar yanlış bilgilenme veya bilgisizlik sonucu, Cemaate karşı söz, tavır ve davranışlarıyla zulüm ve haksızlık yapmış olan insanların hatalarını anlayıp bu hata ve yanlışlarından dönmeleridir.
NİYE BAŞKA HİÇ KİMSEYE DEĞİL DE BU GRUBA MÜNAFIK DEDİK?
Cemaatın uzun süreli mücadele hayatı boyunca değişik dönemlerde cemaatsel faaliyetler içerisinde Cemaatin yöntem ve hedeflerini kavramada zorluk çeken, her merhalenin beraberinde getirdiği yeni şartlara uygun yaşam biçimine adapte olamayan, Cemaatsel prensipleri anlama, kavrama ve bunları hayata geçirip pratize etmede başarısız kalan, sürekli gelişen mücadelenin beraberinde getirdiği dönemsel zorluklara katlanamayan, Cemaatin hızlı ilerleyişine ayak uyduramayan veya değişik nedenlerle Cemaatle görüş ve düşünce ayrılığı içine düşen ve bütün bu farklı sebeplerden dolayı Cemaatten ayrılan birçok insan olmuştur. Bu fertlerin çoğunun haklı neden ve gerekçeleri olmadığı halde, bu ayrılışlarından dolayı Cemaat tarafından münafıklık veya başka gayr-ı İslami bir isim veya vasıfla nitelendirilmemiş, itham edilmemiş ve düşman olarak da görülmemişlerdir.

Aynı şekilde, Türkiye genelinde Cemaate karşı düşmanca diyebileceğimiz bir tutum içinde olan, bu doğrultuda tavır ve davranış sergileyen, basın ve yayın yoluyla veya gizlice özel mahfillerde Cemaatı acımazsızca eleştiren, kıskançlık, kin, garaz, cehalet veya kavrayışsızlık gibi değişik nedenlerle Cemaat aleyhine gizli veya açık faaliyet yürüten başka kişi veya gruplar da vardı. Bütün bunları tanımamıza ve bunların yaptıklarından haberdar olmamıza rağmen, bu kişi ve grupları münafıklıkla veya başka gayr-ı İslami vasıflarla itham etmediğimiz gibi, bu tavır ve tutumlarından dolayı bu insanlara karşı maddi güç kullanarak çatışma yolunu da seçmedik.

Gerek Cemaatten ayrılan, gerekse Cemaatle beraberlikleri olmayıp Cemaat aleyhtarlığı ve düşmanlığı yapan söz konusu bu fert ve gruplar, hem keyfiyet olarak ve hem de kemiyet olarak nifak grubu diye isimlendirdiğimiz Menzil grupçuğundan daha ileri ve daha gelişkin durumdaydılar. Neden söz ve eylemleriyle Cemaate zarar verip faaliyetlerini engelleyen ve Cemaat için önemli derecede sorun teşkil eden bu fert ve gruplar münafık olarak nitelendirilmedi ve düşman muamelesine tabi tutulmadı da, bunlara nazaran hem keyfiyet ve hem de kemiyet açısından niteliksiz ve küçük kalan Menzil, nifak grubu olarak nitelendirildi? Bu isimle vasıflandırılmasına ne sebep oldu? Neden bu grupla ihtilaf ve ayrılıklar yaşandı? Bu ihtilaflar çatışmaya ve düşmanlığa nasıl dönüştü ve bu noktaya nasıl gelindi? Bütün bunlar bilinmeden ve bu sorular cevap bulmadan bu konunun anlaşılması mümkün değildir.

Bütün bu olup bitenlerin ve yaşananların bir illeti, bir delili, bir mantığı, bir izah şekli ve hepsinden öte İslami bir dayanağının olması gerekir. Yukarıdaki soruların cevap bulması ve net olarak anlaşılması için bu grubun ve bu grupla yaşanan olayların detaylı bir şekilde bilinmesine ve izah edilmesine ihtiyaç vardır. Bütün bunlar bilinmeden ve açıklığa kavuşmadan bu konuda fikir ve kanaat sahibi olmak mümkün değildir. Bundan dolayı, yaşanan olayları tarihi seyrine göre ana başlıklar şeklinde ele alıp izah edeceğiz. Bunlar yapıldıktan sonra bunları okuyan Müslümanların ve ilgi duyan herkesin bu konuda bir fikir ve görüş sahibi olması veya bir karara varması daha kolay olacaktır. Gizli ve aşikar, gelişen her şeyi en iyi bilen ve gören Rabbimizden dileğimiz, bütün Müslümanlara hakkı hak olarak gösterip ona tabi olmayı, batılı da batıl olarak gösterip ondan sakınmayı nasip etmesidir.
MENZİL GRUBUNUN TARİHÇESİ HAKKINDA KISA BİLGİ
1980 öncesi dönemde birçok yerde olduğu gibi Diyarbakır’da da bazı Müslüman fertlerin maddi desteğiyle o zamanın şartlarında İslami kesimin kitap, dergi vb. kültürel ihtiyaçlarını gidermek ve aynı zamanda Müslümanların uğrak yeri ve adresi olması için Menzil isimli kitapevi açılmıştı. O dönemde, bu kitapevi çevresini teşkil eden bu grup, sanat-edebiyat çevresi olarak bilinen metropollerdeki bazı edebiyatçı, şair, yazar çevreleri ve yayınevleriyle irtibatlı ve bu çevrelerin çıkardığı kitap, dergi vb. kültürel ürünlerinin satıcısı ve pazarlayıcısı olarak tanınırdı. Aynı zamanda, o dönemde kitapevi sayısı az olduğundan bu kitapevi, Diyarbakır’a dışarıdan gelen misafirlerin, buraya görev icabı gelen memurların ve okumaya gelen öğrencilerin de uğrak yeriydi.

Hem yapısal ve düşünsel özelliklerinden, hem de bireysel ve ahlaki özelliklerinden dolayı o dönemde gerek Diyarbakır merkezinde ve gerekse de bölgedeki diğer İslami şahıs ve gruplarla aralarında bir kaynaşma ve sıcak ilişki bulunmamaktaydı. Hem savundukları fikirler ve hem de kendilerinin dışındaki Müslümanlara karşı tavır, tutum ve davranışlarından dolayı varolan İslami grup ve şahıslar tarafından sevilmiyor ve sert bir şekilde eleştiriliyorlardı. Bu kitapevinin faaliyete geçmesinde sermayesi olan ve bu grubun faaliyetleri içinde yer alan bir çok Müslüman, sonraki dönemlerde bu gruptan ayrıldı. Ayrılan bu insanların bir kısmı ise sonradan Cemaatle beraber oldu. Bu grup, Fidan Güngör çevresi veya kitapevinin isminden dolayı Menzil Grubu olarak biline geldi.

1980 sonrası dönemde, özellikle 1979 İslam inkılabıyla beraber, Ortadoğu ve İslam dünyasında meydana gelen gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de İslami kesimde çok yönlü kültürel ve düşünsel bir aktivite ve hareketlilik dönemi yaşandı. O güne kadar savunulan düşünce, takip edilen hareket ve mücadele yöntemlerini ciddi anlamda sorgulama, tartışma ve eleştirme süreci içine girildi. Bu teorik ve düşünsel canlılık, okuma, tartışma ve eleştiri süreci sonucunda birçok fert ve grupta yapısal ve düşünsel değişiklikler meydana geldi. Böylece, o döneme kadar devam eden düşünsel ve grupsal bazı birliktelikler son buldu. Yeni süreçle beraber farklı ve yeni yapısal ve düşünsel birliktelikler ortaya çıktı. Bu gelişim ve değişim sadece Kürdistan ve Türkiye’ye has bir şey değildi. İslam coğrafyasının birçok yerinde aynı şekilde farklı boyutlarda teorik ve düşünsel bir gelişim, değişim ve yenilenme yaşanıyordu.

Yaşanan bu sürecin neticesinde her yerde ve her kesimde meydana gelen düşünsel ve yapısal değişim ve gelişmelere paralel olarak Menzil grubu da özellikle teorik ve düşünsel açıdan bir değişime uğradı. Bu değişiklik ve yeniliği söylemleriyle ifade etmeye ve göstermeye çalışıyorlardı. Ancak, her ne kadar teorik ve düşünsel bir değişiklik olduysa da, yapısal ve grupsal özelliklerinde bir değişiklik olmadı. Eskisi gibi diğer İslami grup ve fertlerle ilişkilerinde soğukluk ve kopukluk devam ediyordu. Bu dönemde de yine Diyarbakır şehir merkeziyle sınırlı, Menzil kitapevi çevresinde kümelenmiş küçük bir grup olmaktan öteye geçemediler. Bir hareket olmaktan çok bir arkadaş veya mahalle grubu görüntüsü vermekteydiler. Kendileri de bu durumdan kurtulmak ve bu görüntüyü değiştirmek için pratikte bir çaba ve gayret göstermiyorlardı. Aynı şekilde, hem Diyarbakır merkezindeki ve hem de bölge genelindeki Müslümanların bu gruba bakışlarında da ciddi bir değişiklik söz konusu olmadı. Birçok Müslüman fert ve grup tarafından Fidan’ın şahsı ve bu gruba yönelik ağır eleştiri ve ithamlar yapılıyordu.

CEMAATLE BÜTÜNLEŞME ÖNCESİ GELİŞMELER
1983 yılından sonra Cemaat faaliyetlerinin ağırlıklı olarak Diyarbakır’da yoğunlaşması, Cemaat ileri gelenlerinin buraya yerleşmesi, Diyarbakır’ın Cemaat faaliyetlerinin ve kültürel etkinliklerinin merkezi durumuna gelmesiyle beraber, bütün İslami gruplarla sıcak bir ilişki ve diyalog ortamı oluştu. Mevcut diğer gruplarla olduğu gibi Menzil grubuyla da aynı şekilde karşılıklı bir ilişki ve diyalog yaşandı. Bu ilişkiler, karşılıklı ziyaretleşme, sohbet ve fikir alışverişi şeklinde oluyordu. Bu görüşme ve sohbetlerde, İslami hareketin karşı karşıya bulunduğu yerel ve evrensel sorunlar ve özellikle o dönemde İslami kesimin gündemini teşkil eden birçok yeni konu ve sorun etrafında yoğun ve hararetli sohbet ve tartışmalar yapılıyordu. Bu teorik ve düşünsel tartışmalar fikri gelişim ve bilinçlenmeye sebep olduğu gibi, Müslümanlar arasında bir iletişim ve diyalog ortamı da meydana getiriyordu. Hem bu grupla ve hem de diğer fert ve gruplarla değişik düzeylerde farklı münasebetlerle bu görüşmeler, İslami kardeşlik ve dostluk çerçevesinde devam etti.

Genelde bütün Müslümanlar ve özelde İslami gruplar arasında olması gereken ilişki ve kardeşlik hukukuna verdiğimiz önem sebebiyle hiçbir zaman ilişkilerimizde İslam kardeşliğini zedeleyici ve kardeşlik hukukuna aykırı bir tavır veya tutum içinde olmadık. Müslümanlar arası ilişkilerde grup veya cemaat taassubuyla hareket etmedik. Grupsal ayrılıkların taassuba dönüşmemesi ve İslam kardeşliğini zedelememesi için özen gösterdik. Bu grupla geliştirdiğimiz ilişkilerde, bu grubun bize rakip veya alternatif olması gibi bir kompleksimiz veya bu ilişkilerden zarar görürüz gibi bir endişemiz hiçbir zaman olmadı. Böyle bir anlayış veya endişeyi gerektirecek bir durum da yoktu. Çünkü bu grup, yapı olarak Cemaate rakip veya alternatif olabilecek bir konumda değildi. Diyarbakır’daki ve diğer yerlerdeki Müslüman fert ve gruplarla olduğu gibi, bu grupla da İslami kardeşlik ve dostluk hukuku gözetilerek ilişkilerimizi sürdürmeye devam ettik. Yapı olarak ayrı organizasyonlar olmamıza rağmen, samimi ilişkilerimiz süreç içinde daha da gelişti.

Müslümanların küçük gruplar halinde dağınık ve bölünmüşlük içinde olmaları, asli ve temel önemli konuları gözardı edip tali ve fer’i meselelerle uğraşıp bu yüzden birbirleriyle çekişme ve sürtüşme içine girmeleri samimi bütün Müslümanları rahatsız ediyordu. Hatta İslami gruplar arasında yaşanan bu kısır döngü ve çekişmeler birçok insanın İslami faaliyetlerden uzaklaşmasına sebep oluyordu. Müslümanların ayrılığından rahatsızlık duyan ve her fırsatta bu rahatsızlığını dile getiren, sürekli olarak İslami grupların vahdet içinde olması gerektiğini söyleyen ve bu isteklerini değişik yollarla Cemaate bildiren çok sayıda Müslüman vardı. Bu istek ve talepler, hem Cemaat mensuplarından ve hem de Cemaatle organik ilişkileri olmayan çok sayıda samimi Müslüman’dan geliyordu.

Daha önce bu grupla birlikte olmuş, değişik düzeylerde bu grubun faaliyetleri arasında yer almış ve sonradan Cemaatın bölge genelindeki faaliyetlerini görüp tanıyınca Cemaatle beraber olmayı tercih eden arkadaşlarımız vardı. Ayrıca, her iki tarafı da çok iyi tanıyan ve çok yakın dostluk ilişkileri geliştiren ve kendilerine saygı duyulan bazı İslami şahsiyetler, her iki tarafla yakın ve samimi ilişkilerini sürdürüyorlardı. Özellikle bu Müslümanlar; “Aranızda temel itikadi, düşünsel ve siyasi konularda ciddi bir ayrılık yoktur. Aynı amaç ve gaye için mücadele ediyorsunuz. Hedef Allah rızası ve İslam’a hizmet olduğuna göre, Müslümanların küçük de olsa güçlerini birleştirip vahdet içinde olmaları gerekir. Böyle bir vahdet ve bütünleşmenin daha faydalı ve hayırlı olacağını ve güzel bir örnek teşkil edeceğini” söyleyerek, bu grupla birlikteliğin oluşması için Cemaate ısrarlı tekliflerde bulunuyor ve bu doğrultuda yoğun çaba sarf ediyorlardı.

Sözkonusu İslami şahsiyetler, bizden önce veya eş zamanlı olarak Menzil’e de bu taleplerini bildirmiş ve bu doğrultuda teklifler götürmüşlerdi. Bize teklif getirilince Menzil’in bu teklifi kabul ettiğini, bu işe hazır olduğunu, böylece eğer bu iş olmazsa Cemaatın sorumlu olacağını söyleyerek ısrarlı tutumlarını sürdürdüler. Bu haklı taleplere Cemaat, duyarlılık göstererek olumlu cevap verdi. Çünkü Cemaat, sadece Menzil grubuyla değil, aynı düşünce, gaye ve hedefler uğruna mücadele eden, aynı mücadele yöntemlerini benimseyen ve benzer cemaatsel ilkelere sahip olan, temel itikadi konularda ayrılığı bulunmayan bütün Müslüman fert ve gruplarla böyle bir birlikteliğin olmasını arzuluyordu ve bunu İslami bir görev olarak biliyordu.

İki grup arasında daha önce varolan ve devam eden samimi ilişkiler bu yoğun girişim ve çabalar neticesinde daha da gelişerek sıcak bir yakınlaşma ortamı meydana getirdi. Kendilerinin de böyle bir bütünleşme isteği içinde olduklarını beyan etmeleri ve bu doğrultuda tavır ve tutum sergilemeleri sonucu böyle bir bütünleşmeye karar verildi.
BİRLİKTELİK ANLAYIŞIMIZ VE BU SÜRECİN BAŞLAMASI
Geçmişte bazı İslami gruplar arasında, İslami endişelerle, iyi niyetli olarak yapılan bazı vahdet girişimlerinin kısa süre sonra başarısızlığa uğradığını, başarısızlıkla sonuçlanan bu denemelerin sonradan taraflar arasındaki ihtilafları düşmanlığa kadar tırmandırdığına şahit olmuştuk. Cemaat, daha önce İslami grupların bu konuda yaşadığı acı tecrübeleri de göz önünde bulundurarak İslami gruplar arasında koalisyon, sınırlı ittifak, program birliği, eylem birliği, maddi ortaklıklar vb. sun’i, geçici, kerhen, göstermelik ve yüzeysel birlikteliklere karşıydı. Bu doğrultuda yapılan şartlı beraberlik ve birleşme tekliflerine sıcak bakmıyordu. Böylesi birlikteliklerin arzulanan vahdeti sağlayamayacağını, verimli ve uzun ömürlü olmayacağını, böyle işlerle uğraşmanın Müslümanları oyalamak ve zaman öldürmek olduğunu düşünüyordu.

Herkesin kendisini sıfırlayarak hiç bir gizli hesap ve niyet taşımadan, aynı akide, amaç, gaye ve hedefler temelinde samimi olarak bir araya gelerek, Allah rızasını gözeterek takvayı esas alıp, sadece dava endişesiyle, şuurlu ve bilinçli bir şekilde bir yapının taşları gibi birbirine kenetlenerek, adeta et ve kemik gibi iç içe geçmiş, tamamen gönüllü ve ilkeli bir bütünlük ve birliktelik arz eden bir anlayış ve pratik neticesinde bir vahdetin olabileceğine inanıyordu. Bu grupla birleşme ve bütünleşme söz konusu olunca Cemaat, bu işin ilk günden itibaren ancak böyle bir inanç ve anlayışla, samimiyet ve içtenlikle, ön yargılardan ve basit grup çıkarlarından uzak bir şekilde olabileceğini düşünüyordu. Cemaat, bu inanç, düşünce ve bakış açısıyla meseleye yaklaşım göstererek bu beraberliği kabul etti. Yani bunu kabul edince farklı iki grubun ittifakı, koalisyonu, şartlı birlikteliği değil, sanki çalışmanın ilk gününden beri süregelen bir birliktelikmiş gibi bu işi ele alıp bu süreci başlattı. Tamamen iç içe geçmiş, hiçbir ayrılık ve ikilik düşüncesi taşımayan bir anlayışla işe koyuldu.

Bu grubun çalışmaları genel olarak Diyarbakır şehir merkeziyle sınırlıydı. Diyarbakır dışında bireysel bazı ilişkiler dışında grupsal anlamda bir çalışmaları yoktu. Bundan dolayı bu bütünleşme süreci başlayınca, özellikle şehir merkezinde o günden sonra yürütülecek faaliyetlerin organizesi hususunda kendileriyle üst düzeyde istişari görüşmelere başlandı. Bu özel oturumlarda yapılan görüşmeler ve istişareler neticesinde Diyarbakır’daki faaliyetlerde yeni bir düzenlemeye gidilmesi kararı alındı. Bu yeni düzenleme gereği bu grubun varolan çalışmaları Cemaatin Diyarbakır’daki çalışmasıyla beraber yeniden ele alınıp yeni bir organizasyona gidildi. Bütünleşen bu iki yapının tabanları yeniden gözden geçirilerek, sanki eskiden beri süregelen tek bir çalışmaymış gibi görev ve sorumluluklar belirlendi. Böylece bu yeni düzen ve yapılanmayla faaliyetlere yeni bir şekil kazandırıldı. Hem bu yapısal düzenlemeler yapılırken, hem bu düzenlemeler uygulamaya konulurken ve hem de birliktelik süreci boyunca, sürekli olarak bu grubun ileri gelenleriyle düzenli, programlı ve periyodik görüşmelerimiz hiç aksamadan devam etti. Samimi bir ortamda yapılan bu görüşmelerde çalışmalar üzerine istişareler yapılıyor ve faaliyetlere yön veriliyordu.

BİRLİKTELİK SÜRESİNCE CEMAATIN SAMİMİ TAVRI
Cemaat, Müslümanların vahdet içinde daha güçlü ve kuvvetli bir şekilde varlık gösterebileceklerini, dağınık ve küçük gruplar halinde kalmaları durumunda güç ve enerjilerini boşuna heder edeceklerini, bundan dolayı aynı düşünce, amaç ve hedefler doğrultusunda mücadele eden, temel ve asli konularda görüş ayrılığı olmayan fert ve grupların, cüz’i ve fer’i meselelerdeki ayrılık ve ihtilaflarını bir kenara bırakıp, bu temel ve asli konular etrafında bir araya gelmeleri gerektiği inancındaydı. Cemaat, bu inancı ve İslami sorumluluğu gereği hiçbir çıkar ve ikbal endişesi taşımadan, samimi bir tavır sergileyerek bu birliktelik sürecini başlattı. Bu grubun mahalli, lokal ve küçük bir grup olmasına bakmaksızın, sadece İslami vahdete verdiği önemden dolayı böyle bir bütünleşmeyi kabul etti.

Bu inanç, samimiyet ve dürüstlüğünü bu birliktelik süreci boyunca hep korudu ve devam ettirdi. Bundan dolayı bu bütünleşme süreci boyunca hiçbir zaman bu birlikteliği bozucu en ufak bir tutum ve tavır sergilemedi. Bu birliktelik anlayışına aykırı veya bunu bozacak davranışlardan özenle kaçındı. Bu işten zarar görme kaygısı taşıyarak, grup çıkarlarını gözetme gibi gizli bir niyeti veya planı hiçbir zaman olmadı. Cemaatın, İslami endişe ve sorumluluk anlayışı dışında gizli kapalı hiçbir düşünce, niyet ve hesabı olmadığı gibi, bu birliktelik süreci boyunca bu samimi ve sorumlu tutumun aksini gösterecek hiçbir tavır, uygulama ve davranışı da olmadı.

Cemaatin, bu süreç boyunca İslami vahdet ve kardeşliğe aykırı veya bu süreci bozacak hiçbir niyetinin olmadığı, bir taktik icabı grupsal çıkarları için bu işe girişmediğinin en bariz kanıtı, bu grupla beraber olan Zeki Savaş’ın bütünleşme sürecinin başlamasıyla, Dicle Üniversitesi ve bütün Diyarbakır’ın öğrenci işleri sorumluluğuna getirilmesidir. Diyarbakır’da üniversitede okuyan ve Diyarbakır Cemaat faaliyetleri içinde olan birçok kardeşimiz, Cemaatin değişik alanlarındaki çalışmalarının içerisinden çıkıp gelmişlerdi. Bunlardan bazıları geldikleri yerlerdeki Cemaat faaliyetleri içinde değişik alanlarda sorumluluk almış kişilerdi. Cemaat, bunları çok iyi tanıyor ve vereceği her görevde kendilerine güveniyordu. Bu kardeşlerimiz Menzil grubunu ve bu gruba bağlı şahısları hiç tanımadıkları halde direkt Zeki Savaş’ın sorumluluğuna verildiler. Aynı şekilde yıllarca Diyarbakır merkezinde Cemaatın faaliyetleri içinde bulunan ve halen değişik alanlarda bu faaliyetlerini sürdüren yüzlerce öğrenci, yeni düzenlemeyle Zeki Savaş’ın sorumluluğu altında cemaatsel çalışmalarını yürütmeye başladı. Cemaat faaliyetleri içerisinde sorumlu düzeyinde yer alan, tecrübe, yaş, kültür ve mücadele içerisindeki geçmişleriyle bu göreve daha uygun birçok Cemaat mensubu olmasına rağmen, böylesine önemli bir sorumluluk Zeki Savaş’a verildi.

Hiçbir ayrılık düşüncesi ve grup çıkarı gözetilmeden, sadece İslami davanın çıkarı ve geleceği düşünülerek; “Kendisi yerlidir, alanı daha iyi tanıyor, üniversiteyi bitirdikten sonra Diyarbakır’da kalacak, mücadele içinde yetişsin, gelişsin ve tecrübe kazansın” düşüncesiyle hareket edilip böylesi önemli bir görev Zeki Savaş’a verildi. Cemaat, onun Menzil grubuyla olan beraberliğini ve geçmişini bilerek, ancak bunu göz önünde bulundurmadan, isteyerek kendisine bu görevi verdi. Bunun gibi o grup içerisinde olan birçok kişiye de aynı şekilde değişik düzeylerde önemli görevler verildi. Bu görevlendirmeler yapılınca önceden bu konuda karşılıklı bir mutabakat veya anlaşma söz konusu değildi. Çok tabii bir şekilde, sadece dava endişesiyle hareket edilerek, grup taassubundan tamamen soyutlanmış samimi bir yaklaşımla böyle bir görevlendirme yapıldı.

Eğer Cemaat bu işe girişince sadece kendi çıkarını düşünseydi, art niyetli, hesaplı veya ön yargılarla meseleye yaklaşsaydı, bu şekilde samimi davranmaz ve böylesine önemli sorumlulukları bu grubun elemanlarına bırakmazdı. Özellikle Cemaatin o dönemde bölgenin tümünü kapsayan etkin faaliyetleri, kuşatıcılığı ve büyüklüğü göz önünde bulundurulursa, hem keyfiyet ve hem de kemiyet olarak böylesine küçük bir gruba ihtiyacının olmadığı daha açık ve net bir şekilde görülecektir. Ayrıca, eğer Cemaat, İslami sorumluluk ve dava endişesi taşımadan sadece bir taktik veya plan gereği böyle bir birlikteliği kabul etseydi bu şekilde samimi davranmazdı. Bu grubu etkisiz hale getirmek, faaliyetlerini engellemek veya Cemaat potası içinde eritmek için başka yollara başvurabilirdi. Ancak dürüst ve samimi hareket ettiği için bu yolların hiçbirisine tevessül etmediği gibi, bu dürüstlüğün aksini ortaya koyacak hiçbir uygulaması da olmadı.


BİRLİKTELİK SÜRESİNCE BU GRUBUN ART NİYETLİ VE MÜNAFIKÇA HAREKETLERİ
Bu grubun böylesine önemli ve hayati bir mesele olan bu birliktelikte dürüst ve samimi olmadığı, ilk günden itibaren hesaplı ve kötü niyetli olarak böyle bir yaklaşım içinde olduğu, bir müddet sonra su yüzüne çıktı. Cemaatin, dava endişesiyle, İslam’a hizmet etmeleri ve çalışmalar içinde yetişip gelişmeleri için kendilerine verdiği yetki ve sorumlulukları, sunduğu fırsat ve imkanları su istimal edip, süreç boyunca münafıkça ve sinsice kendi grupçuklarının çıkarı doğrultusunda ve Cemaatın aleyhinde kullandıkları anlaşıldı. Cemaatın kendilerine hazırlayıp sunduğu bu ortam ve imkanları ganimet bilip, kendilerine bırakılan sorumluluk alanlarında her türlü fitne, bozgunculuk, tahrip ve nifak çalışması yaptıkları net olarak ortaya çıktı.

Meğer beraberlik süreci boyunca İslam’a hizmet etsinler diye kendilerine bırakılan faaliyet alanlarında muhatap oldukları insanlara, sanki var olan ve gelişen bu mücadele ve imkanlar kendi grupçuklarının eskiden beri süre gelen çalışmasının devamı ve semeresiymiş şeklinde bir görüntü vererek, kendilerini olduğundan farklı lanse ederek, yaklaştıkları ve ilgilendikleri insanlara davayı ve mücadeleyi değil, kendilerini anlatıp, kabullendirip sevdirmeye ve etkinlik kurmaya çalışmışlar. İslami endişe, samimiyet, takva ve davaya hizmet anlayışından uzak bir şekilde hareket edip, hedef aldıkları kişi veya kişilerin bireysel ve psikolojik durumlarını, bu konulardaki bilgisizlik ve tecrübesizliklerini kendi şeytani emelleri için istismar ederek, ortamı uygun gördüklerinde fırsatı değerlendirip bu insanları Cemaatten koparmak için münafıkça yaklaşarak bozgunculuk yapmışlar.

Bu şekilde, süreç boyunca yaptıkları nifak ve bozgunculuk faaliyetleri neticesinde kendilerince müsait buldukları veya kendi grupçuklarına kazandırabileceklerine inandıkları herkese münafıkça yaklaşıp; “Gerçek anlamda biz farklı ve birbirinden ayrı iki cemaatiz. Varolan bu çalışma ve faaliyetler bizim eskiden beri devam eden grubumuzun çalışmasıdır. Durumunuzun ve geleceğinizin netlik kazanması ve çalışmaların çakışmaması için bu iki Cemaatten birisiyle beraber olma hususunda kararınızı vermeniz ve tercihinizi yapmanız gerekir” diyerek bu insanları iki seçenekten birini tercihe zorlamışlardı. Bu grubun bu tür tekliflerine muhatap olan Müslümanların çoğu Diyarbakır’a üniversiteye ilk geldiklerinde, ya geldikleri yerlerdeki Cemaat çalışmaları içinden geliyorlardı veya Cemaat mensupları ve dostlarının tavsiyeleri üzerine direkt Cemaatın Diyarbakır’daki yapısına, kendileriyle ilgilenilsin diye gönderilen insanlardı. Bunlardan bir kısmı ise, bu bütünleşme süreci öncesinde üniversiteye gelen, Diyarbakır’da Cemaatın öğrenci evlerinde kalan ve programlarına katılan öğrencilerdi. Bu şekilde teklif götürdükleri insanların çoğu önceden iki ayrı grup çalışmasının olduğunu ve sonradan bu iki grubun böyle bir bütünleşmeye gittiğini bilmiyorlardı.

Bu olaylara şahit olan ve böyle bir teklifle karşılaşan bazı Müslümanlar ise, bunların yaptıklarının ve söylediklerinin doğru olmadığını, gerçeğin tamamen bunun aksi olduğunu bildiğinden, büyük bir üzüntü ve moral bozukluğu içinde durumu Cemaate bildirdiler. Olayların gelişimini ve bu grubun tarihçesi hakkında bilgiye sahip olmayan, böyle bir ayrılık ve ihtilafın olabileceğini hayal bile etmeyen bir çok Müslüman ise, böyle bir durumla karşılaşınca hayal kırıklığına uğrayıp, yapıları bunu kaldırmaya müsait olmadığından, bu insanların çirkin ve tahripkar davranışları yüzünden ruhi çöküntü içine girerek davadan soğuyup faaliyetleri terk ederek kenara çekildiler. Böyle bir teklif ve ayrılık düşüncesiyle karşılaşınca derinden etkilenmeleri çok normaldı. Çünkü o güne kadar bu grubun geçmişi, yaşanılan olayların gerçeği, başlatılan birlikteliğin şekli, zamanı ve detayları hususunda Cemaat onlara hiçbir açıklama yapmamış ve böyle bir bilgilendirmeye ihtiyaç duymamıştı.

Böylece, bu insanların başlatılan vahdet ve bütünleşme sürecine vefa göstermeyip ihanet ettikleri, İslami kardeşlik ve dürüstlükle bağdaşmayan bir şekilde süreç boyunca Cemaat tabanını teşkil eden ve faaliyetler içinde olan bir çok Müslüman’a münafıkça yaklaşarak, Cemaatı karalayıp, faaliyetlerini engellemek ve etkisizleştirmek için bozgunculuk yaptıkları ve ileriye dönük şeytani hesaplar peşinde oldukları Cemaat tarafından anlaşıldı.
BİRLİKTELİĞİN SONA ERMESİ
Bu grubun tahrip ve bozma amacıyla yaklaşıp şeytani telkinatta bulunduğu birçok Müslüman’dan benzer şeyleri duyduktan sonra Cemaat, olaya el atıp detaylı bir şekilde durumu araştırdı. Araştırma ve tahkik neticesinde, bunların ilk günden beri bu şekilde herkese yaklaşıp, tek taraflı olarak kendi grupçuklarına kazandırma doğrultusunda münafıkça çalışma yaptıkları kesinlik kazandı. Cemaatın, İslami dava endişesiyle sergilediği samimi ve dostane yaklaşıma karşı, kendilerinin samimiyet ve dürüstlükten uzak, gayr-ı İslami, gayr-ı insani ve gayr-ı ahlaki bir şekilde süreç boyunca, hesaplı, art niyetli hareket edip basit grup çıkarlarının peşinde oldukları ve bütün faaliyetlerini bu doğrultuda yürüttükleri tamamen ortaya çıktı. Neticede, bu birliktelik süresince yaptıkları ve hepsini burada detaylıca izah edemeyeceğimiz bütün bozgunculuk ve nifak girişimleri en ince detayına kadar her yönüyle anlaşıldı.

Cemaatın, Müslümanların vahdetine verdiği önemden dolayı sadece Allah rızasını gözeterek hiçbir menfaat gözetmeksizin, İslami sorumluluğu gereği ortaya koyduğu bu fedakarlık ve dürüstlüğe bunlar ihanet ettiler. Müslümanların vahdetini arzulayan ve bu konuda samimi beklenti ve umut içinde olan Müslümanların beklentilerini boşa çıkarıp hayal kırıklığına uğrattılar. Kendileri için baştan beri olmamış ve hiçbir anlam ifade etmeyen bu birlikteliğin bundan sonra sürmesini beklemek sadece saflık ve zavallılık değil, davaya ihanetti. Çünkü, sadece İslam düşmanlarının yapabileceği böyle bir bozgunculuğa göz yumup binlerce Müslüman’ın emeği, alın teri ve ihlasının ürünü olan bir çalışmanın göz göre gere yok olmasını seyretmek İslami sorumluluk ve akılla bağdaşmazdı.

Bunların bu tahripkar tavır, davranış ve ihanetlerinin netlik kazanmasından sonra bu birlikteliğin hiçbir anlamı kalmamıştı. Cemaat, bütün bu olup bitenlerden sonra bu konuda kendilerine hiçbir şey söylemedi. Yaptıkları bu kötülük ve düşmanlığı bir çatışmaya veya onların yaptıkları gibi gürültü koparıp propaganda kampanyasına dönüştürmedi. Yaptıklarına öfkelenip sert bir tepki göstermediği gibi, hesap sorma ve intikam peşinde de olmadı. Sadece kendilerinin fitne yaptıkları ve bozmaya çalıştıkları Müslümanlara, o güne kadar yaşanan gerçekler hususunda açıklamada bulunup, bütünleşme süreci boyunca tek taraflı olarak bağlı ve sadık kaldığı bu birlikteliğe son verdi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi eskiden beri süregelen cemaatsel çalışmalarına devam etti. Kendileri de ilk baştaki grupsal durumlarına tekrar geri döndüler. Yani Cemaat, onları beraberlik öncesi içinde bulundukları gerçek vaziyetleriyle baş başa bıraktı.
ÇATIŞMALAR ÖNCESİ GELİŞMELER
Bu birlikteliğin ayrışmayla son bulması ve herkesin kendi eski durumuna dönmesiyle mesele bitmedi. Ayrılma sonrasında da bunlar kişiliklerine yerleşen ve alışkanlık hali alan bu nifak ahlakını terk etmediler. O zamana kadar yaptıkları bütün bu fitne ve bozgunculuk yetmiyormuş gibi, içine düştükleri suçluluk psikolojisiyle daha da saldırganlaştılar. Ondan sonra da sürekli olarak Cemaati karalama, aleyhte propaganda yapma, faaliyetlerine engel olma gibi tahripkar çalışmalarına aralıksız devam ettiler. Fırsat buldukları her yerde; üniversitelerde, liselerde, camilerde, esnaf arasında ve toplumun her kesiminde bu fitnelerini yaygınlaştırarak devam ettirdiler. Nerede iki Müslüman’ı bir arada görseler yaklaşıp bu konuları gündeme getiriyor ve Cemaatı kötülüyorlardı. Cemaatın ilgilendiği veya üzerinde çalıştığı ve bu konulardan habersiz insanlara yaklaşıp bu ihtilafları gündeme getirerek, bu insanların bozulup İslami faaliyetlerden ve hatta İslamdan uzaklaşmalarına sebep oluyorlardı.

Bu nifak grubunun elemanları camilere gidiyor, cami içerisinde ayrı gruplar oluşturuyor, Cemaatın camilerdeki faaliyetlerine engel olmak, bozmak ve provoka etmek amacıyla camideki çocukları yanlarına çağırıyor; “Bunların yanına gitmeyin, bunların yaptıkları İslami faaliyet değildir. Bunlar yarın elinize silah verip sizi eylemlere gönderecekler. Biz büyük bir cemaatız, bizim yanımıza gelin, biz size ders vereceğiz” şeklinde konuşmalar yapıyorlardı. Cami içinde ayrı gruplar oluşturarak Cemaatın cami faaliyetlerini engellemeye çalışıyorlardı. Bu bozgunculuk ve fitnelerine karşı çıkan ve onlara yüz vermeyen genç ve çocuklara cami içinde saldırma, sataşma, dövme gibi bir Müslüman’a yakışmayan tutum ve davranışlar sergiliyorlardı. Allah korkusundan uzak, hiçbir İslami ahlak ve kural tanımayan bu bozucu hareketlerini Diyarbakır’da şehir genelinde yoğun bir şekilde sürdürüyor, bu fitne ve nifak çalışmaları neticesinde birçok Müslüman gencin bozulmasına sebep oluyorlardı.

Bölgede çıkardıkları fitne ve yaptıkları düşmanlıkla yetinmeyip, Türkiye’nin birçok il ve ilçesini dolaşarak, bu fitne ve düşmanlıklarını daha geniş bir alanda sürdürmeye başladılar. Gittikleri yerlerdeki İslami grup ve şahsiyetleri ziyaret ediyor, olaylardan habersiz, gerçeği bilmeyen veya araştırma imkanları olmayan Müslümanları toplayıp sabahlara kadar yalan yanlış bilgilerle olayları olduğundan farklı bir şekilde göstererek Cemaat aleyhine propaganda yapıyorlardı. Gittikleri her yerde kimlerin yanına gidip ne konuştuklarını haber alıyorduk. O alanlardaki Cemaat mensupları ve Cemaat dostları bunların bütün yaptıklarını Cemaate bildiriyorlardı. Bunların yaptığı fitnelerden rahatsızlık duyuyor, Cemaatın bu duruma mani olmasını istiyorlardı. Ancak Cemaat, kendi programını takip edip ameli olarak kendisini ortaya koymayı, onların yaptıkları şekilde basit propaganda ve faydasız gündemler peşinde koşmaktansa suskun kalmayı tercih ediyordu.

Bu birliktelik son bulduktan bir müddet sonra PKK’nin zalimce dayatmaları ve başka hiçbir alternatif bırakmaması sonucu Cemaat, Kürdistan genelinde PKK ile yoğun bir çatışma süreci içerisine girmişti. Çatışmalar nedeniyle her gün bölgenin değişik noktalarında birkaç Müslüman ya şehid oluyor ya yaralanıyor veya yakalanıyordu. Bu yeni dönemin çok yönlü olarak beraberinde getirdiği ağır mücadele şartlarından dolayı Cemaat mensupları, bölgede çok büyük zorluklarla yüz yüze kalıyorlardı. Cemaatın içinde bulunduğu bu zorlu ve sıkıntılı durumu gören bölge dışındaki birçok Müslüman fert ve grup, Cemaatla irtibata geçip nasıl yardımcı olabileceklerini soruyor, en azından duyarlılık gösterip sözle dahi olsa Müslümanların dertlerini paylaşıyor, dualarıyla destek oluyorlardı. Bölge dışındaki Müslümanlar bu şekilde duyarlılık gösterip bu doğrultuda yaklaşımda bulunurken, yanı başımızda bulunan nifak grupçuğu ise gözü dönmüşçesine Cemaate düşmanlık ve saldırılarına devam ediyordu.

Maalesef PKK ile çatışmalar başladıktan ve bölge genelinde şiddetli bir çatışma süreci içine girildikten sonra da bu grup, hiçbir İslami endişe taşımadan ve hiçbir İslami ölçüye riayet etmeden, çok acımazsızca Cemaate düşmanlığına devam etti. PKK ile aynı dili kullanıp Cemaatı kötülüyor, adeta PKK’nin Cemaate yönelik iftira ve ithamlarını doğrularcasına bir kampanya yürütüyordu. Cemaate düşmanlıkta PKK ile yarışa girmişçesine yalan ve iftirayla, Cemaatı karalamaya ve yıpratmaya çalışıyordu. Bölge gerçeğini ve olayların hakikatini herkesten çok daha iyi bilen veya öğrenme şansına sahip olan bu insanlar, bunu yapmayıp hiçbir şekilde İslam ve İslami sorumlulukla bağdaşmayan bir tavırla, dar grup taassubu, kin, kıskançlık ve garazdan kaynaklanan düşmanlıklarının dozunu arttırarak, Cemaate saldırılarını daha da tırmandırarak devam ettiriyorlardı.

Bu münafıkların, Hizbullah-PKK çatışması hususundaki gerçekleri çarpıtmaya yönelik faaliyetleri bölgeyle sınırlı kalmıyordu. Türkiye’nin her tarafına gidip Müslümanları toplayarak, Cemaatın PKK ile çatışmasının haklı gerekçelerini çarpıtıyor, sanki Cemaat haksız yere böyle bir süreci başlatmış gibi bir kampanya yürütüyorlardı. PKK, gayr-ı İslami kimliğinden dolayı Cemaat aleyhindeki propagandalarında yeterince etkili olamıyordu. Ancak bu grup, zahiren İslami bir kimlik sahibi olduğundan ve böyle göründüğünden, özellikle bölge dışında yaşayan ve olaylardan habersiz olan birçok Müslüman’ı etkileyerek, Cemaat hakkında kötü düşünmelerine ve Cemaatı yanlış tanımalarına sebep oluyordu. Böylece, bölge dışında olan ve olayların iç yüzünü bilmeyen bir çok Müslüman’ı yanlış bilgilendiriyor ve yanlış yönlendiriyorlardı. Cemaat, içinde bulunduğu ağır mücadele ortamının beraberinde getirdiği sorunlara çözüm bulmak ve bu zorlu dönemi başarıyla aşmak için yoğun ve meşakkatli bir faaliyet yürütor ve Müslümanların zillete düşmemesi için yüzlerce şehid veriyorken, bu münafıklar ise, ulaşabildikleri her tarafa gidip Cemaate karşı düşmanca faaliyet yürütüyorlardı.
ÇATIŞMALARIN ÖNLENMESİ İÇİN YAPILAN GİRİŞİMLER
Bu grubun bütün bu gayr-ı İslami ve gayr-ı insanı tavır, tutum, davranış, düşmanlık ve saldırılarına rağmen Cemaat, hiçbir zaman bunlara karşı kaba kuvvet ve maddi güç kullanmayı düşünmedi. Tam aksine bunların bu yanlış tavır ve eylemlerinden vazgeçmeleri için çabalarını daha da arttırdı. Bu gerginlik ve sürtüşmelerin çatışmaya dönüşmemesi, muhtemel bir çatışmanın önünün alınması için bütün bu ihanetlerini, saldırılarını, ithamlarını, iftiralarını ve düşmanlık kampanyalarını sineye çekerek, uzun bir süre sabırlı bir şekilde bütün imkanlarını kullanarak bu grupla çatışmaya girmemek için çabalarını sürdürdü.

Bölgede böyle bir çatışmanın başlaması durumunda bunun zararlı etkilerinin sadece Cemaat ve bölge Müslümanlarıyla sınırlı kalmayacağını, Türkiye genelindeki bütün Müslümanları etkileyecek kötü sonuçlarının olacağını, İslami kamuoyuna bunun izahının zor olacağını, sade Müslüman halkın bundan olumsuz etkileneceğini, hepsinden önemlisi böyle bir çatışmaya sebep olmanın İslami açıdan vebalinin ağır olacağını Cemaat bildiğinden, böyle bir çatışmadan bilinçli olarak kaçınıyordu. Olası bir çatışmanın hiçbir şekilde Müslümanların faydasına olmayacağını, aksine TC’nin zulüm rejimi ve PKK gibi bölgedeki gayr-ı İslami güçlerin bundan istifade edeceğini düşünerek, bu grubun haksız ve zalimce saldırılarına rağmen çatışmalardan uzak duruyordu.

Cemaat, bu işin önünü almak ve çatışmaya dönüşmesine mani olmak için değişik kanallar ve vasıtalar kullanarak girişimlerini sürdürdü. Hem bölge düzeyinde ve hem de bölge dışında bu grupla ilişkilerini bildiği kişi ve gruplar aracılığıyla bu gruba mesaj yolladı. Bütün bu girişimlere ek olarak ayrıca, en üst düzeyde bu grupla temas kurup konuyla ilgili uzun bir görüşme gerçekleştirdi. Cemaat, PKK ile şiddetli çatışma ve TC’nin sıkı takibatının beraberinde getirdiği ağır mücadele ortamı nedeniyle bu grupla irtibata geçmeye müsait olmadığı, herhangi bir görüşme için yeteri derecede güvenlik imkanları ve uygun ortam bulunmadığı halde, bu görüşmeden kaynaklanabilecek birçok tehlikeyi göze alarak, üst düzeyde bir temsilcisini var olan bütün sorunları konuşmak ve Cemaatin mesajını iletmek için Molla Mansur Güzelsoy’un yanına gönderdi.

Molla Mansur’la dostane ve samimi bir ortamda uzunca bir görüşme yapıldı. Kendisiyle, bu grubun Cemaatle ilk günden o ana kadar varolan bütün sorun ve anlaşmazlıkları, bu sorun ve ihtilafların başlangıcı, nedenleri ve ulaştığı tehlikeli boyut üzerine detaylıca konuşuldu. İlişkilerin seyir çizgisi, kendilerinden kaynaklanan ve direkt kendilerinin yanlış tutum, tavır ve davranışlarının sebep olduğu gerginlikler, İslam düşmanlarını sevindirecek şekilde Cemaate karşı sürdürdükleri düşmanlık, Cemaati karalamak ve yıpratmak amacıyla Türkiye’nin değişik yerlerine seyahatleri ve gittikleri yerlerde aleyhte yaptıkları konuşmalar, PKK’nin söylemiyle paralellik arz eden Cemaate yaptıkları iftira ve ithamlar, Cemaat mensuplarına karşı yaptıkları fiili saldırılar, takip ettikleri yanlış ve gayr-ı İslami yöntem ve uygulamalar neticesinde meydana gelen durumun geldiği tehlikeli nokta detaylıca ve örnekleriyle kendisine izah edildi.

Molla Mansur’la yapılan bu görüşmede bu gruba ulaştırılmak üzere Cemaatın şu mesajı iletildi; “Eğer gerçekten amacınız samimi bir şekilde Allah rızasını kazanmak ve İslami bir mücadele vermek ise, geniş bir coğrafyada yaşıyoruz ve bu alanda herkese yetecek kadar iş vardır. Herkesin bütün gücünü enerjisini İslam düşmanlarına karşı mücadelede ve İslami davet ve tebliğde harcaması gerekir. Müslümanlarla uğraşmanın ve İslami mücadeleye engel olmanın ne bu dünyada ve ne de ahirette hiç kimseye bir fayda sağlamayacağını, bugüne kadar Cemaatin aleyhine ve İslam düşmanlarının faydasına olacak şekildeki yürüttükleri faaliyetlerinden vazgeçmelerini, şimdiye kadar ki tutum, davranış ve uygulamalarının her iki tarafın ve bütün Müslümanların zararına olduğunu, bu gidişattan hiçbir fayda görmeyeceklerini, bu düşmanca tutumlarının devam etmesi durumunda bunun çok tehlikeli ve kötü sonuçlar doğuracağını, bu düşmanlık ve saldırıların tahammül edilemeyecek boyutlara ulaştığını, Cemaatın da bir tahammül sınırının olduğunu, Müslümanların uzun yıllar çile çekerek, alın teri dökerek, emek vererek ve şehitlerin kanıyla sulayarak bugünlere getirdikleri bu mücadelenin basit grup taassubundan kaynaklanan böylesi hareketlerle heder edilmesine Cemaatın seyirci kalamayacağını ve böyle bir zararı vermeye de kimsenin hakkının olmadığı, aynı şekilde, eğer kendilerinin de Cemaate iletmek istedikleri bir şeyleri varsa, hem şimdi ve hem de bundan sonra her türlü istek, şikayet, öneri ve eleştirilerini Cemaate iletebileceklerini, Cemaatın hiçbir zaman bundan kaçmadığı ve her zaman buna açık olduğu, bu grubun şurasında yer alan üst düzey bir yetkilileri olarak bu mesajımızı olduğu gibi grubuna götürmesini ve bunu iyi değerlendirmelerini, bunu bir fırsat bilip şimdiye kadar sürdürdükleri düşmanlıklardan vazgeçmelerini, bu hataların bundan sonra tekrarlanmamasını, aksi takdirde, eğer bu yanlış tutum ve uygulamalarını devam ettirirlerse, bundan sonra gelişecek olayların maddi ve manevi sorumluluğunun kendilerine ait olacağı” söylenerek, Cemaatın geniş içerikli bir mesajı bu gruba ulaştırıldı.
ÇATIŞMALARI MENZİL GRUBU BAŞLATTI
Cemaatın iyi niyetli olarak ve sorumluluk bilinciyle ilettiği bu mesajdan sonra da bu grubun tavır, tutum ve davranışlarında hiçbir değişiklik olmadı. Tam aksine, Cemaat aleyhinde sürdürdükleri faaliyetlerinin dozajını daha da arttırarak, fiili saldırı ve silahlı eylemlere yöneldiklerini gözlemledik. Bu grubun dolduruluşa getirilmiş bazı adamları, Diyarbakır şehir merkezinde, bir günde farklı noktalarda Cemaat mensuplarının önünü kesip gözü dönmüş bir şekilde silahlı, satırlı ve sopalı saldırılarda bulunuyorlardı. Cemaatın faaliyet yürüttüğü camilere gidip cami içinde sürtüşme ve kavga çıkarıyor, cami faaliyetlerinin aksamasına, çocukların ve gençlerin cami faaliyetlerinden uzaklaşmasına sebep oluyorlardı. Bu şekilde, cami çıkışında Cemaat mensuplarının yollarını kesip saldırıyor, çatışma ortamı oluşturuyor ve arkadaşlarımızı dövüyorlardı.

Sonraki dönemde sürekli propaganda malzemesi yaptıkları, İslami kamuoyunu etkilemek ve Cemaatı kötü göstermek için duygu sömürüsü yaparak sık sık fotoğraflarını yayınladıkları ve kendi arkadaşlarının ölümüyle neticelenen çatışma da, aynı şekilde Cemaat mensuplarına yönelik başlattıkları ve aralıksız devam ettirdikleri fiili saldırılarının neticesinde meydana gelen bir olaydı. Ölümle neticelenen bu ilk olay, nifak grubu mensuplarının camiden çıkan Cemaat mensuplarına saldırmaları sonucunda meydana gelmişti. Çıkan bıçaklı ve sopalı bu kavga neticesinde kendilerinden bir kişi ölmüş, Cemaat mensuplarından da birkaç kişi ağır şekilde yaralanmıştı. Yani bu çatışma, kendilerinin yalan bir şekilde propaganda ettikleri ve her tarafa yaydıkları gibi, Cemaatın bu gruba saldırısıyla çıkan bir olay olmadığı gibi, daha önce Cemaat tarafından planlanan bir olay da değildi. Tam aksine, kendilerinin önceden planladığı, hazırlık yaptığı ve bilinçli bir şekilde başlattıkları bir çatışmaydı.

Cemaatın o dönemde ulaştığı eylem gücü ve silahlı mücadelede kazandığı tecrübeleri çok ileri düzeydeydi. Eğer Cemaatın önceden bu gruba karşı bir saldırı niyeti olsaydı bu gruptan kaynaklanan tehlike bu şekilde büyümeden, verdiği zararlar bu boyuta ulaşmadan ve bütün bu sıkıntıları yaşamadan bu grubu etkisiz hale getirebilirdi. Ancak Cemaat, bütün bu güç ve imkanlarına rağmen, şer’i açıdan vebal altına girmemek ve çatışmayı başlatan taraf olmamak için askeri ve maddi güce başvurmadı. Bu saldırılarına uzun süre karşılık vermedi ve silahlı çatışmaya girmekten özenle kaçındı. Ancak kendileri, sanki böyle bir çatışmayı başlatmakla görevlendirilmiş ve kaçınılmaz bir şekilde buna mecburlarmış gibi hareket ediyorlardı.

Bu grup, o güne kadar yoğun olarak sürdürdüğü saldırılarıyla yetinmeyerek dağıttığı bir bildiriyle, Cemaate karşı savaş ilan ettiğini duyurdu. Bildiride; grubun, yapılan şura toplantısı neticesinde Cemaatle çatışma kararı aldıklarını, böyle bir çatışmaya cevaz veren fetvaya sahip olduklarını, böyle bir saldırıya geçmenin İslami bir görev ve sorumluluk olduğunu, bu çatışmayı bölgenin ve Türkiye’nin her tarafına yayacaklarını ilan ettiler. Bu doğrultuda, Cemaatı tehdit eden ve gözdağı veren propaganda ve sözlü açıklamalarını yoğunlaştırdılar. Bununla beraber, olaylardan habersiz, saf, İnkılabi bazı Müslümanları kandırmak ve etkilemek amacıyla, İran’a bağlı olduklarını ve İnkılap adına hareket ettiklerini, İran’ın bu çatışma için kendilerine fetva verdiğini, silah desteğinde bulunduğunu, Cemaatın ise İnkılap ile bir ilişkisinin olmadığını söyleyerek, yoğun bir propaganda kampanyası yürütüyorlardı. Sanki İslam düşmanlarına ve küfür ordularına karşı savaşa gidiyorlarmış gibi bir coşku ve heyecanla kaleme aldıkları söz konusu bildiride, Cemaate karşı cihad ilan ettiklerini söylüyorlardı. Cemaati kısa sürede bitirecekleri vehmiyle, işçi ve memurlarına birer ay izin aldırmış, bazı esnaflarını da kısa süre için piyasadan çekmişlerdi. Bütün bu söyledikleri sözde kalmayıp, gerçekten de Cemaate karşı ciddi bir şekilde silahlı eylemlerini ve saldırılarını yoğunlaştırmaya başladılar.

Nifak grubunun aldığı bu genel savaş ilanı kararından sonra, Cemaat mensuplarına karşı saldırı ve eylemleri o derece ileri düzeye vardı ki, birçok Cemaat mensubu Cemaate başvuruda bulunarak, ya Cemaatin bunları engellemesini ve bu işin önünü almasını veya kendilerine bireysel savunma ve saldırılara karşılık verme izninin verilmesini talep ediyordu. Ancak nifak grubu, tek taraflı olarak Cemaatle savaşma kararı aldığı ve yoğun bir şekilde her gün değişik noktalarda Cemaat mensuplarına karşı silahlı saldırı gerçekleştirdiği halde Cemaat, bu grubun adamlarına karşı genel bir saldırı başlatmadı. Bunların silahlı saldırılarını yoğunlaştırdıkları o dönemde Cemaat merkezi, bunların şiddetli saldırılarına maruz kalan Diyarbakır’daki Cemaat mensuplarına gönderdiği bir talimatla, bu grupla çatışmadan kaçınılmasını, eğer zorunlu olarak çatışmaya girilse bile öldürücü darbenin vurulmamasını, Cemaat mensuplarının sadece kendilerini savunma ve can güvenliklerini korumaya çalışmalarını istiyordu.

Gerçekten de İslam tarihinde örnekleri çokça görülen ve ortaya çıktıkları her dönemde Müslümanlara ağır darbeler vuran, İslam ve Müslümanların önemli zararlar görmesine neden olan nifak hareketleri gibi, bu nifak hareketi de birçok yıkım ve tahribata neden oldu. Bu grubun başlattığı bu çatışma süreci ve meydana getirdiği fitne, büyük bir imtihan dönemi, her açıdan zorlu, sıkıntılı ve meşakkatli bir süreçti. Hem zahiri olarak iki İslami grup arasındaki bir çatışma olmasının manevi ve psikolojik zorlukları ve hem de fiziki olarak Müslümanların kendi bünyelerinde ortaya çıkan bir tümör olması nedeniyle telafisi mümkün olmayacak büyük zararlara, kısa sürede iyileşmeyecek ve kapanmayacak derin yaraların açılmasına sebep olduğundan, Müslümanlara verdiği acı ve eziyetler çok büyüktü.

BASİT BİRKAÇ YALAN İDDİAYA CEVAP
Nifak grubunun ve destekçisi durumundaki bazı fert ve grupların, Cemaatı karalamak, kötülemek ve suçlamak amacıyla, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde propaganda ettikleri ve ortaya attıkları basit ve yalan bazı iddialar sürekli gündeme getirilmiş, olayların mahiyetini ve iç yüzünü bilmeyen bazı Müslümanlar da bu iddialara inanmış ve bilinçsizce bunları tekrarlamıştır. Bu yalan ve yanlış bilgilere dayalı iddia ve söylentiler zamanla bu konu üzerine kitap yazan bir çok insanın da malzemesi olmuş ve böylece bu yalanlar kitaplara da girmiştir. Aslında bunlar, cevaplandırılmaya değmeyecek kadar basit iddialardır. Olayların kronolojik olarak gelişimine bakan ve az çok bölge hakkında veya Cemaatin mücadele seyri konusunda bilgi sahibi, aklı başında ve tarafsız olan hiçbir insanın inanmayacağı ucuz yalan ve iftiralardır. Bu konuda şimdiye kadar yaptığımız izahatlar bu yalanların cevabını içermekle beraber, yine de en ufak bir şüphenin bile kalmaması için, özlü bir şekilde kısaca bu iddiaları belirtip bunları açıklamak ve cevaplandırmakta fayda vardır.

Birinci iddia; Bu insanların Cemaatle beraber olmaya zorlandığı ve bu amaçla kendilerine baskı yapılıp faaliyetlerinin engellendiği, bunların da bu durumu kabul etmeyip çatışmaların başladığı şeklindeki basit ve inandırıcılıktan uzak söylentidir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, Cemaat bunların ihanetini görüp birliktelik süreci son bulunca bunu çatışma nedeni sayar, bu baskı ve dayatmayı o zaman yapardı. O dönemde hem Cemaatin bunu yapacak maddi gücü vardı ve hem de bu grubun o dönemdeki düşmanca tutum ve uygulamaları sonucu Cemaatle yaşadıkları sürtüşme, ihtilaf, gerginlik ve ayrışma, Cemaatın bu gruba karşı böyle bir tavır ve dayatmada bulunması için yeterince bahane sağlıyordu. O dönemde bu gruba baskı uygulamak için Cemaatin böyle haklı gerekçeleri varken ve uygun bir ortam oluşmuşken niye bunu o zaman yapmasın da, yaklaşık üç-dört yıl sonra bu türden haklı bir gerekçesi yokken böyle bir baskı uygulasın. Bu, akla ve mantığa uygun olmayan, inandırıcılıktan yoksun, gerçeği yansıtmayan basit bir iftiradır.

İkinci iddia; Mücadelenin ulaştığı merhale çerçevesinde takip edilecek yol, yöntem, taktik ve stratejiler konusunda Cemaatle bu grup arasında bir tartışmanın yaşandığı, Cemaatın silahlı eylemi savunduğu, Menzil grubunun ise buna karşı çıktığı, bu düşünsel ve yöntemsel ayrılıkların çatışmaya dönüştüğü şeklindeki yalan iddiadır. Baştan beri yapılan izahatlarda görüldüğü gibi, bu grupla yaşanan sorunların ve meydana gelen ayrılığın bununla ilgisi yoktur ve böyle bir yönü hiç olmamıştır. Düşünce, yöntem ve merhale temelinde bir tartışma hiçbir zaman söz konusu olmadığı gibi, birlikteliğin son bulması da böyle bir durumdan kaynaklanmamıştır. Ayrıca, söz konusu çatışma birlikteliğin son bulmasıyla başlamamış, bu ayrılıktan yıllar sonra böyle bir çatışma meydana gelmiştir. Baştan beri ısrarla vurguladığımız gibi, bu grubun İslami kardeşlik ve dostluktan uzak bir şekilde, münafıkça basit grup çıkarlarını gözeterek, birliktelik sürecine ihanet etmeleri ve birlikteliği baltalamalarından kaynaklanan bir ayrışma söz konusu olmuştur.

Üçüncü iddia; PKK’ye karşı Hizbullah’ı desteklemesi için Menzil grubuna Cemaatın baskı yaptığı, Menzil’in de bunu kabul etmemesi ve destek vermemesi sonucu Cemaatin bu gruba karşı maddi güç kullanıp eylem dayattığıdır. Baştan beri yaptığımız izahatlarda görüldüğü gibi, böyle bir şey hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Bu basit bir iddia olup, Cemaatın bu gruba böyle bir teklifi ve dayatması olmadığı gibi, bunlardan böyle bir beklentisi de olmamıştır. Cemaatın o dönemde bölge genelinde ulaştığı silahlı ve teşkilati gücü göz önünde bulundurulursa, böylesi küçük ve sadece Diyarbakır şehir merkezi ile sınırlı bir grubun maddi olanaklarına ve silahlı gücüne ihtiyaç duymayacağı çok açık bir şekilde görülecektir. Cemaatın böyle bir yardıma ihtiyacı olmadığı bir yana, eğer bu grup bütün imkanlarıyla destek verseydi dahi, bu grubun yapısal özelliklerinden dolayı Cemaate önemli bir katkısı olamaz, çatışmaların seyrini etkileyemez ve sonucunu da değiştiremezdi.

Dördüncü iddia; PKK’yle silahlı çatışmaya girip girmeme, silahlı mücadele sürecini başlatıp başlatmama konusunda ayrılığa düşüldüğü, nifak grubunun PKK’ye karşı silahlı mücadelenin başlatılmasına karşı çıktığı, Cemaatın ise bunu savunduğu için bu grubun Cemaatten ayrıldığı ve bu kopma neticesinde yaşanan ihtilafların çatışmaya dönüştüğü şeklindeki iddiadır. Oysa ki bu grupla ayrılık, PKK ile çatışmanın başlamasından yıllar önce olup bittiğinden, böyle bir iddianın ileri sürülmesi için inandırıcı hiçbir gerekçe yoktur. Cemaatın PKK ile çatışmaları başladığında bu grupla hiçbir ilişki ve irtibat söz konusu olmadığından “PKK’ye karşı tavrımız ne olacak, PKK ile çatışalım mı yoksa çatışmayalım mı?” şeklinde bu insanlarla böyle bir tartışmanın zaman açısından yaşanması mümkün olmadığı gibi, böyle bir konunun gündeme gelmiş olabileceği bile düşünülemez. Ayrıca, nifak grubu dışında hem Kürdistan’da ve hem de Türkiye genelinde Cemaatle bir çok konuda düşünce ayrılığı içinde olan, ayrı yöntemlerle faaliyet yürüten ve Cemaate muhalif bir tutum içinde olan birçok kişi ve grup vardı. Niçin bu Müslüman fert ve gruplara yönelik böyle bir dayatma yapılmadı da sadece nifak grubuna yapıldı? Bütün bunlar bu iddianın gerçek dışı ve gülünç olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü gibi, bu grupla yaşanan ayrılık, ihtilaf, sürtüşme ve yaşanan çatışmaların yukarıda belirttiğimiz hiçbir iddia ile yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Bu iddiaların hepsi ya cehaletten veya düşmanlıktan kaynaklanan, Cemaatı yıpratmaya ve gerçekleri gizlemeye yönelik ortaya atılan gerçek dışı yalan uydurmalardır. Bütün bu iddiaların hiçbir esası olmadığı gibi, akıl ve mantıkla bağdaşmayan, çok ham, basit ve inandırıcılıktan yoksun iddialardır. Olayların dışında olan ve sadece olayları iyi izleyen normal bir insanın inanamayacağı kadar temelsiz, uydurma ve karalama amaçlı propagandalardır.

NİFAK GRUBUNA KARŞI CEMAATIN ÖNCEDEN TASARLANAN BİR SALDIRI PLANI YOKTU
Bölge insanları ve olayları yakından takip eden herkesin bildiği ve olayların kronolojik seyrinin de gösterdiği gibi, nifak grubunun Cemaatle çatışma kararı almasından yaklaşık iki yıl önce, Hizbullah-PKK çatışması başlamıştı. Bu çatışmalar bölge genelinde çok şiddetli ve yoğun bir şekilde devam ediyordu. PKK ile çatışma sürecinin başlamasıyla beraber Cemaat mensuplarının büyük çoğunluğu, gelinen bu merhalenin şartlarına uygun düşen bir mücadele ve yaşam tarzı içine girmişlerdi. Mücadele ortamının şartları gereği birçoğu bireysel maddi işlerini terkedip, disiplinli ve gizli bir yaşama geçmişti. Cemaat, bu süreç boyunca silahlı mücadelede önemli bir mesafe almış, başarı ve tecrübeler kazanmış ve bölgede etkinliği önemli derecede hissedilen bir güce kavuşmuştu.

Cemaat, her yönüyle böyle güçlü bir konuma ulaşmışken, bu grubun başı Fidan Güngör dahil bütün ileri gelenleri, kendi gündelik olağan yaşantılarına devam ediyorlardı. Grubun bütün fertlerinin gidiş geliş güzergahları, ev ve iş yerleri, toplandıkları ve görüşme yaptıkları yerlerin adresleri Cemaat tarafından çok iyi biliniyordu. Eğer gerçekten bunların iddia ettiği gibi, Cemaatin bu gruba yönelik önceden planlanmış ve programlanmış bir darbe vurma düşüncesi olsaydı, Cemaat bunların kendilerini bu şekilde hazırlayıp, örgütleyip karşı saldırıya geçmelerini beklemez ve bu fırsatı onlara vermezdi. PKK ile çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ortamda Cemaat, çok rahat ve hiç bir iz bırakmayacak şekilde bunlara karşı eylem yapma imkanına ve gücüne sahipti. Ayrıca, Cemaatın elinde PKK’lilerden ele geçirilen ve PKK’nin eylemlerde kullandığı silahlar vardı. Eğer bunlara karşı Cemaatin önceden hazırlanmış bir eylem planı olsaydı, bu silahlarla bunlara karşı eylem yapar, PKK yapmış gibi bir görüntü verebilirdi. Bu şekilde eylemleri Cemaatın değil, PKK’nin yaptığı zannedilirdi. Bunlar, bu saldırının nereden geldiğini dahi anlayamazlardı.

Bütün bu izahatları yapmamızın sebebi, bu grubun ve bazılarının iddia ettiği gibi, Cemaatin önceden bu insanlara karşı böyle bir saldırı planı, niyeti ve düşüncesinin olmadığını ortaya koymaktır. Bu grup, uzun bir süre münafıkça, gizli olarak fitne ve bozgunculuk faaliyetlerini sürdürdükten, çatışmalar için gerekli hazırlıkları yaparak Cemaate karşı silahlı eylemlere başladıktan sonra, Cemaat bunlara yönelmek zorunda kaldı. Cemaat, başka hiçbir seçenek kalmayıp zorunlu olarak bunlara karşı eyleme geçince vakit çok gecikmişti. Çünkü bu münafıklar, bu iş için çok önceden hazırlık yapmış, gerekli altyapıyı kurmuş, bu grubun ileri gelenleri ve önemli adamlarının çoğu ya gizlenmiş veya bölgeyi terk etmişlerdi. Bu nedenlerle, Cemaatın bunlara ulaşması hayli zorlaşmıştı. Bütün bunlar Cemaatin bu gruba yönelik önceden tasarlanmış bir eylem planının olmadığını açık olarak ortaya koymaktadır.

ÇATIŞMALARIN DURDURULMASI İÇİN CEMAATIN ŞARTI
Cemaat, bu gruba karşı hem birliktelik sürecinde, hem çatışmalar öncesi ve hem de çatışma süresince gördüğü büyük zararlara rağmen, sürekli İslami sorumluluk ve ölçüler çerçevesinde hareket etti. Gerginlik ve ihtilafların çatışmaya dönüşmemesi için işi ağırdan aldı ve çok sabretti. Bu duyarlı ve İslami tavır Cemaate pahalıya mal oldu. Bu münafıklar, Cemaatin bu şefkat ve merhametini istismar edip başlattıkları bu çatışmayla çok önemli maddi ve manevi zarara sebep oldukları gibi, birçok seçkin Cemaat mensubunu da şehit ettiler. Bu grubun yaptığı bütün tahribata, verdiği bunca zarara ve haksız yere çok sayıda Müslümanın kanını akıtarak şehid etmesine rağmen, Cemaat bu çatışmanın sürmesinden yana değildi ve bütün Müslümanlar gibi bu durumdan rahatsızlık duyuyordu.

Hem bireysel ve hem de grupsal düzeyde birçok Müslüman, bu fitne ateşinin sönmesi ve bu çatışman son bulması doğrultusunda Cemaat nezdinde girişimde bulunarak istek ve arzusunu bildiriyordu. Cemaat, kendisine karşı tezgahlanan bu oyunun bozulması, bu fitnenin sona ermesi ve daha fazla kanın dökülmemesi için, bu gruptan gördüğü bütün zararları sineye çekerek, Müslümanların bu beklenti ve arzularına olumlu bir yaklaşımda bulundu. Bu işin son bulması için girişimde bulunan Müslümanlar vasıtasıyla nifak grubuna tek bir şart ileri sürerek şu teklifi yaptı; “Bu grubun yıllardır çıkardığı dergilerinin her sayısı Cemaate düşmanlık, küfür ve hakaretlerle doludur. Eğer gerçekten bu fitne ateşinin sönmesini ve bu çatışmanın son bulmasını samimi olarak istiyorlarsa, bugüne kadar her sayısını baştan sona kadar Cemaat aleyhinde yazılarla dolu olarak yayınladıkları dergilerinin bir sayısını, Cemaate karşı bütün bu yaptıklarından ve sebep oldukları bunca zarar ve bozgunculuklardan dolayı sadece özür dileyici ve helalleşmeyi içeren özel bir sayı olarak yayınlasınlar. Bundan sonra da bu düşmanlıklarına devam etmesinler. Bizim için de mesele kapanmış olur” dedik. Ancak Cemaatın bu teklifi ve iyi niyetli yaklaşımı karşılıksız kaldı ve müspet bir cevap alınamadı.

NİFAK GRUBUNUN ARABULUCULUK GİRİŞİMİNDE BULUNAN MÜSLÜMANLARI ENGELLEMESİ
Özellikle vurgulayarak belirttiğimiz gibi bu çatışma, bizim istemediğimiz, arzulamadığımız, karşı olduğumuz ve özenle kaçındığımız bir şeydi. Böyle bir çatışmanın çok kötü yansımaları olacağını, hem Cemaate ve hem de Türkiye’deki bütün Müslümanlara zarar vereceğini, bu çatışmadan İslam düşmanlarının istifade edeceğini ve bunu Müslümanların aleyhine kullanacaklarını biliyorduk. Bundan dolayı bu çatışmanın başlamaması için gösterdiğimiz çabaya ilaveten, çatışmalar başladıktan sonra da en az zararla son bulması için bütün samimi girişimlere olumlu yaklaşımda bulunduk. Bu çatışmalardan muzdarip olan samimi bazı Müslümanlar, İslami sorumlulukları ve duyarlılıkları gereği bu çatışmaların son bulması için arabuluculuk yapmak istiyorlardı. Sadece Allah rızasını gözeterek bölge dışından gelip arabuluculuk yapmak isteyen bu Müslümanların girişimi, nifak grubu tarafından komplolarla bilinçli bir şekilde engelleniyordu. Bağlı bulundukları ve beslendikleri derin devlet ve ona bağlı istihbarat örgütleri bu grubu yönlendirmekle kalmıyor, çatışmaların durmaması ve daha da alevlenmesi için her yolu kullanıyorlardı.

Cemaat ile nifak grubu arasında süren çatışmanın durdurulması ve bu soruna bir çözüm yolu bulunması amacıyla İstanbul’dan bir grup Müslüman Batman’a gelmiş, Cemaat mensuplarına misafir olmuştu. Bu Müslümanlar, çok samimi ve iyi niyetli bir şekilde, çatışmaların son bulması amacıyla Cemaatle görüşmelerde bulunmak istiyorlardı. Bunların gelişi Batman’daki Cemaat mensupları tarafından Cemaat merkezine bildirildi. Cemaat, gelen bu Müslümanları tanıdığından ve samimiyetlerinden şüphe etmediğinden, Batman’daki Cemaat sorumlularına gönderdiği talimatla bu Müslümanların dostça ve samimi bir şekilde ağırlanmasını ve kısa sürede kendileri ile görüşmenin yapılacağını bildirdi. Ancak o Müslümanlar, Cemaatle görüşmeyi beklemeden kısa bir süre sonra çekip gittiler. O dönemde bu davranışlarına neyin sebep olduğunu anlayamadığımız gibi, hiçbir şey söylemeden ve görüşmeyi beklemeden aniden çekip gitmelerine de bir anlam veremedik. Cemaat mensupları bir yanlışlık yapmış veya kusur işlemiş düşüncesiyle, bu misafirlerle muhatap olan, onları ağırlayan ve görüşen bütün arkadaşlardan Cemaat, yazılı bir şekilde savunma istedi ve olayı soruşturdu. Ancak o zaman olay aydınlığa kavuşmadı ve bir neticeye varılamadı.

Çatışmalar neticesinde bu grup etkisiz hale getirilip dağılınca, Cemaat tarafından sorgulanan bu nifak grubu elemanlarının yaptıkları itiraflarla; Bu grubun, TC’nin kontrolünde, Cemaatin önünü kesmek, Müslüman kamuoyu nezdindeki itibarını zedeleyip etkisiz hale getirmek, kazanım ve başarılarını bertaraf etmek için planlı bir şekilde derin devlet ve ona bağlı güçler tarafından Cemaatle çatışma içerisine itildiği gerçeğini öğrenmekle beraber, bu çatışmanın önlenmesi doğrultusunda arabuluculuk girişiminde bulunmak amacıyla Batman’a kadar gelen o Müslümanlara karşı kurulan komplonun mahiyetini ve bu olayla ilgili gelişmelerin içyüzünü de öğrenme imkanımız oldu.

Cemaat tarafından sorgulanan nifak grubunun bir elemanı, Batman’a gelen bu Müslümanların bu samimi girişimini engellemek için kurdukları komployu şu şekilde izah etti; “O dönemde Zeki Savaş Batman’da benim evimde saklanıp barınıyor ve Batman’daki Cemaat mensuplarına yönelik silahlı eylemleri buradan idare ediyor ve yönlendiriyordu. Bu arada bir grup Müslümanın arabuluculuk yapmak amacıyla İstanbul’dan Batman’a geldiğini, İstanbul’dan birileri telefonla Zeki Savaş’a bildirdi. Hem İstanbul’dan aldığımız bilgiler ve hem de Batman’da yaptığımız araştırmayla bu misafirlerin kaldığı evi öğrendik. Zeki Savaş, benim evimden ve benim de bulunduğum bir esnada o eve telefon açtı. Ev sahibi şüphelenmesin ve misafirleri telefona çağırsın diye, İstanbul’dan aradığını ve evinde bulunan misafirlerin arkadaşı olduğunu söyleyerek, bir misafirin ismini verip onu telefona çağırttı. Telefona gelen şahsa “Hizbullah adına arıyorum. Eğer bugün Batman’ı terk etmezseniz ve hemen çekip gitmezseniz hepiniz öldürüleceksiniz. Sizi ikaz ediyoruz. Eğer bu söyleneni yapmasanız günah bizden gitti” şeklinde tehdit etti” diyerek, o güne kadar karanlıkta kalan ve netleşmeyen bu olayı aydınlığa kavuşturdu. Bu şahsın itirafı neticesinde o dönemde bu Müslümanların niçin aniden çekip gittiklerini öğrenmiş olmakla beraber, nifak grubunun bu doğrultudaki girişimlerini, tezgahladıkları komplo ve oyunlarının iç yüzünden de haberdar olduk.

NİFAK GRUBUNUN PKK İLE GÖRÜŞÜP ANLAŞMASI
Tarihin her dönemindeki nifak hareketleri, fitneci, komplocu, dedikoducu, iki yüzlü, kaypak, yalancı, fırsatçı, menfaatçı, egoist vb. birçok ortak özelliğe sahip olmuşlardır. Müslümanlara zarar vermek ve şeytani amaçlarına ulaşmak için bu özelliklerinin yanında, akla gelebilecek her türlü hile ve desiseye başvurmaktan da geri kalmamışlardır. Tarihteki nifak hareketlerinin amel ve uygulamalarında gördüğümüz özelliklerin aynısını veya benzerini bu nifak grubunun pratiğinde de görmekteyiz. Münafıkların karakteri ve münafık kişiliklerin belirgin özelliği olan can, mal ve ölüm korkusu ile dünyalarını garantiye alma telaşının aynısı bu grupta da kendisini göstermektedir. Bu grup, Cemaatın PKK ile çatıştığı dönemde PKK’nin kendilerini de Cemaatten bilip saldıracağı ve onlara darbe vuracağı telaş ve endişesiyle TC’nin kontrolüne girmekle yetinmemiş, aynı zamanda PKK ile görüşüp anlaşmaya varmış. Kendilerini emniyete alıp bu çatışmadan zarar görmemek ve saldırıya uğramamak için ve en önemlisi de Cemaate karşı ortak mücadele ve düşmanlık temelinde PKK ile anlaştıkları bu grubun kendi elemanlarının itiraflarıyla belgelenen bir diğer önemli husustur.

Bu grubun söz, eylem, tavır ve uygulamaları ile PKK’nin açıklamaları ve tutumu her ne kadar böyle bir görüşme ve işbirliğinin olduğunu gösteriyorduysa da, belli bir müddete kadar bunu ispatlama ve belgeleme imkanına sahip değildik. Ancak bu grubun Cemaate sığınan veya yakalanıp sorgulanan elemanlarının itiraflarıyla bu durum net bir şekilde açıklığa kavuştu. Bu grubun sorgulanan elemanları, bu grubu temsilen PKK ile ilişki kurup görüşmeye giden şahıs ve bu görüşmeye arabuluculuk eden PKK ile irtibatlı şahıs hakkında şüpheye yer bırakmayacak şekilde net bilgiler verdiler. Bunun üzerine hem nifak grubundan PKK ile görüşmeye giden şahıs ve hem de PKK ile görüşmede arabuluculuk yapan şahıs Cemaat tarafından yakalanıp sorgulandılar. Böylece bu olay ve bu görüşmenin detayları hakkında önemli bilgiler elde edildi. Kısaca, yaptıkları bu görüşme ve anlaşma gereği bu münafıklar, PKK kendilerine yanlışlıkla saldırıda bulunmasın diye kendi elemanlarının isim listesini PKK’ye vermiş, PKK’ye karşı düşmanlık yapmayacaklarını ve Hizbullah’ı desteklemeyeceklerini taahhüt etmiş, bildikleri Cemaat mensuplarının bilgilerini PKK’ye vermiş ve buna karşılık olarak PKK de kendilerine saldırmayacağını ve Cemaate karşı kendilerine destek vereceğini kabul etmiş. Bu görüşme ile ilgili detaylara girmiyor ve burada bu kadarını zikretmekle yetiniyoruz. Batman ve Garzan mıntıkalarında gelişen bu ilişki ve anlaşmanın detayı ve bu işte rol alan şahısların kimlikleriyle ilgili eğer ihtiyaç olursa ileride daha detaylı açıklama yapabiliriz.

İzzet ve onuru Müslümanların yanında yer alarak elde edeceklerine, mülhid ve zalimlerle aynı safta yer alarak zilleti tercih ettiler. PKK, bu nifak grubunun içine düştüğü zillet ve Cemaate karşı olan düşmanlığını iyi kullanıp azami derecede istifade etmeye çalıştı. Bu işbirlikçi tavır ve tutumlarından dolayı PKK, bu münafıkları destekleyen ve öven, Cemaatı ise kötüleyen ve töhmet altında bırakan açıklamalar yaptı. Bu konuyla ilgili PKK’nin yanın organlarında değişik yazı ve haberler yayınlandı. Ancak içine düştükleri zillet ve takip ettikleri politikaya rağmen yine de PKK tarafından aşağılanmaktan kurtulamadılar. Yaranmak istedikleri PKK ve onun başı Apo; “Bu çocuklarla arasıra görüşüyoruz” şeklinde alaycı, küçümseyici ve aşağılayıcı bir üslupla bu ilişkilerini deşifre etti.

Eğer gerçekten Allah korkusu taşısaydılar ve samimi olsaydılar en azından düşmanlık yapmamaları gerekirdi. Düşünce ve bakış farklılığını gerekçe gösterip yardımda bulunmayabilir ve sessiz kalabilirlerdi. Zaten değil onlardan, Cemaat hiç kimseden yardım istememiş ve kimseyi böyle bir tercihe veya yardıma zorlamamıştı. Bunların fiili olarak Cemaatın yanında yer almaları olayların seyrini ve maddi sonuçlarını hiçbir şekilde etkilemeyecekti. Kendilerinden beklenen sadece İslami bir duyarlılık ve Müslümanca bir tavırdı. Ancak bunu yapmayıp düşmanlık yapmaları, İslam düşmanlarıyla anlaşıp aynı safta yer alarak Cemaate saldırmaları ve Müslümanların kanını dökmelerini haklı gösterecek hiçbir İslami dayanakları yoktu. Ortaya çıkan bütün bu bilgi ve belgelerden sonra bu grup hakkında hüsnü niyette bulunmak, İslami dayanak ve ölçülere uygun hareket etmelerini beklemek saflık olup abesle iştigaldir.

NİFAK GRUBUNUN TC’NİN KONTROLÜNDE OLDUĞU VE KULLANILDIĞININ ORTAYA ÇIKMASI
Bu grubun, ortada ciddi hiçbir sebep yokken Cemaate karşı başkaldırması, ihtilafları derinleştirerek çatışma sürecini hızlandırması, ısrarla Cemaati bu çatışmaların içine çekmek istemesi, İslami, akli ve mantıki hiçbir ölçüye kulak vermeden sanki zorunlu ve kaçınılmazmış gibi gözü dönmüşçesine, pervasızca saldırıya geçip çatışmaları tırmandırması normal bir durum olmadığından Cemaatı düşündürüyor ve kaygılandırıyordu. Bu grubun bütün bunları yaparken yalnız olmadığı ve bağımsız hareket etmediği, bazı güçler tarafından adete bu işin içine itilip kullanıldığı hususunda Cemaatın ciddi şüpheleri vardı. Ancak Cemaat, bütün bu şüphelerine rağmen bunları doğrulatmak için maddi kanıtlara sahip değildi. Sadece İslami ölçüler ışığında meseleye bakınca bu grubun yaptıklarının İslami hiçbir ölçüye uymadığını, bütün bu yaptıklarının Müslümanların faydasına olmayacağını, bu davranışlarının fitne ve nifaktan ibaret olduğunu görerek, bu grubu “Nifak Grubu” olarak vasıflandırdı.

Çatışmalar neticesinde bu grup etkisiz hale getirilip dağılma sürecine girince, bölge dışına kaçan az sayıda kişinin dışında, bu grubun bölgede kalan bütün fertleri Cemaate sığınmak zorunda kaldılar. Hem yakalanıp sorgulanan ve hem de Cemaate sığınıp samimi itiraflarda bulunan bu grubun elemanlarının verdiği bilgiler neticesinde, bu nifak gurubunun baştan beri bağımsız hareket etmediği, ilk günden beri Cemaate karşı yürüttüğü bu faaliyetlerinin TC’nin istihbarat ve kontra örgütleri tarafından belirlenen bir stratejinin bilinçli bir şekilde hayata geçirilmesi olduğu, Cemaate karşı PKK ile işbirliği yapmalarının da bu stratejinin bir parçası olduğu, özellikle Cemaatle çatışma süreci boyunca derin devlete bağlı bu örgütlerin himaye ve desteğini aldığı, bu grubun elemanlarına eylem öncesinde hedeflerin gösterildiği ve talimatların verildiği, eylem esnasında bu çeteler tarafından korundukları, eylem sonrasında bir aksiliğin olmaması için olay yerinden kaçırıldıkları ve silahların kendilerinden alındığı şeklinde yer, zaman ve olay belirterek detaylı bilgiler verdiler.

Elde edilen bu bilgiler neticesinde bu grubun mahiyetiyle ilgili çok önemli bilgilere ulaşıldı. Bu bilgiler sayesinde o güne kadar muğlak kalan ve delillendirilemeyen bu grubun TC ile ilişkileri hususunda önemli deliller elde edildi. Bu grubun, Cemaatin gelişimini ve büyümesini engellemek ve bölgede etkin bir İslami güç olmasının önüne geçmek amacıyla TC’nin derin devletine bağlı çeteler ve istihbarat örgütleri tarafından Cemaate karşı kullanılmak üzere örgütlendirilip organize edilerek, her türlü imkanla donatılıp desteklendiği gerçeği, hiçbir tereddütte yer bırakmayacak şekilde netlik kazandı. Böylece Cemaatin, ilk günden beri bu gruba şüpheyle bakmasında, ortaya çıkışı, tutumu ve davranışlarından kaygı duymasında ve bu grubu “Münafıklar” diye vasıflandırmasında haklı olduğu ortaya çıktı.

NİFAK GRUBUYLA ÇATIŞMANIN NETİCESİ
Nifak grubu, TC’nin hedeflerine ve amaçlarına uygun düşen bu çatışmaları başlatmakla efendilerine iyi bir hizmet sunmuş oldu. Bu hizmetleriyle, TC’nin bu ortamdan çok yönlü istifade etmesini sağladı. O güne kadar polis tarafından teşhis edilmeyen, tanınmayan ve takibata uğramayan bir çok Cemaat mensubu ve sorumlusu, bu çatışma ortamı sayesinde deşifre edildi. Baştan beri TC ile ilişkileri olan nifak grubu, çatışmaların başlamasıyla bu ilişkileri daha da geliştirerek, TC’nin kontrolünde ve yönlendirmesiyle Cemaate karşı yürüttüğü faaliyetlerinde önemli zararlara sebebiyet verdi. Bu grupla çatışma sürecinin başlangıcına kadar Cemaat hakkında sınırlı bilgiye sahip olan TC’nin güvenlik ve istihbarat örgütleri, bu sürecin başlamasıyla bu münafıklardan elde ettikleri önemli bilgiler sayesinde, Cemaate yönelik faaliyetlerini yoğunlaştırıp çok sayıda operasyon gerçekleştirdiler. Nifak grubunun direkt Cemaate vurduğu darbeler ve verdiği zararlar dışında, TC’ye verdiği bilgilerle bir çok Cemaat mensubunun mahkum olmasına, yakalanmasına veya şehit edilmesine önemli katkılarda bulundu.

Allah’ın yardımı ve şehitlerin kanının bereketiyle, Cemaat bu oyunu bozarak bu süreci başarıyla atlattı. Nifak grubunun başlattığı bu çatışma süreci, kendilerinin bölge genelinde etkisiz hale getirilmesiyle son buldu. Zahiri olarak böyle bir tehlike bertaraf edildi. Ancak olayı sadece maddi veya zahiri sonuçlarıyla değerlendirmemek gerekir. Hiç şüphesiz böylesi nifak hareketlerinin zararları sadece fiziki ve zahiri değildir. Aynı şekilde bu tür nifak gruplarına karşı sadece maddi üstünlük sağlamakla da her şey bitmiyor. Çünkü bu nifak hareketlerinin sebep oldukları olayların manevi, psikolojik, moral, kültürel, siyasal ve sosyal zararları maddi ve fiziki zararlarından çok daha fazladır. Bu anlamda bu nifak hareketinin sebep olduğu ağır tahribatın telafisi ve açtığı yaraların tedavisi çok uzun zaman alabilir. Hatta bazen sebep oldukları tahribat ve zararları telafi etmenin imkanı dahi olmayabilir. Bu açıdan meseleye bakılınca Cemaatın çok büyük maddi ve manevi zararlar gördüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nifak grubunun sebep olduğu çatışmaların sonucuna galibiyet ve mağlubiyet noktasından bakmıyoruz. “Bu çatışmada onlar bertaraf edildi, Cemaat zafer kazandı. Zahiri olarak maddi sonuçları bizim lehimize neticelendi, dolayısıyla bu çatışma iyi bir şekilde sonuçlandı.” şeklinde değerlendirmiyoruz. Hiçbir zaman sonuçlarına bakıp bunlar yenilgiye uğradılar ve bertaraf edildiler diye sevinmiyoruz. Eğer bu grup tümden yok edilseydi ve böyle bir şey ortalıkta kalmasaydı dahi, yine bu çatışmaya ve sonuçlarına sevinmeyecektik. Çünkü, içine düştüğü bütün bu kötü duruma, İslam düşmanlarına yaptığı bütün hizmetlere, TC ve PKK ile geliştirdiği işbirliğine rağmen biz bu grubun bütün fertlerinin münafık olduğunu söylemiyoruz. Birçoğunun perde arkasında gelişen bu çirkin oyunlardan ve kullanılmaktan haberlerinin olmadığına da inanıyoruz. Bunun için ilk gündeki yaklaşımımız ve bakışımız ne ise bugün de odur. İslam ve Müslümanlar için zararlı olan bu olup bitenlere ve yaşanan bu sürece içimiz yanarak üzüntüyle bakıyoruz.
NİFAK GRUBUYLA ÇATIŞMANIN NETİCESİ
Nifak grubu, TC’nin hedeflerine ve amaçlarına uygun düşen bu çatışmaları başlatmakla efendilerine iyi bir hizmet sunmuş oldu. Bu hizmetleriyle, TC’nin bu ortamdan çok yönlü istifade etmesini sağladı. O güne kadar polis tarafından teşhis edilmeyen, tanınmayan ve takibata uğramayan bir çok Cemaat mensubu ve sorumlusu, bu çatışma ortamı sayesinde deşifre edildi. Baştan beri TC ile ilişkileri olan nifak grubu, çatışmaların başlamasıyla bu ilişkileri daha da geliştirerek, TC’nin kontrolünde ve yönlendirmesiyle Cemaate karşı yürüttüğü faaliyetlerinde önemli zararlara sebebiyet verdi. Bu grupla çatışma sürecinin başlangıcına kadar Cemaat hakkında sınırlı bilgiye sahip olan TC’nin güvenlik ve istihbarat örgütleri, bu sürecin başlamasıyla bu münafıklardan elde ettikleri önemli bilgiler sayesinde, Cemaate yönelik faaliyetlerini yoğunlaştırıp çok sayıda operasyon gerçekleştirdiler. Nifak grubunun direkt Cemaate vurduğu darbeler ve verdiği zararlar dışında, TC’ye verdiği bilgilerle bir çok Cemaat mensubunun mahkum olmasına, yakalanmasına veya şehit edilmesine önemli katkılarda bulundu.

Allah’ın yardımı ve şehitlerin kanının bereketiyle, Cemaat bu oyunu bozarak bu süreci başarıyla atlattı. Nifak grubunun başlattığı bu çatışma süreci, kendilerinin bölge genelinde etkisiz hale getirilmesiyle son buldu. Zahiri olarak böyle bir tehlike bertaraf edildi. Ancak olayı sadece maddi veya zahiri sonuçlarıyla değerlendirmemek gerekir. Hiç şüphesiz böylesi nifak hareketlerinin zararları sadece fiziki ve zahiri değildir. Aynı şekilde bu tür nifak gruplarına karşı sadece maddi üstünlük sağlamakla da her şey bitmiyor. Çünkü bu nifak hareketlerinin sebep oldukları olayların manevi, psikolojik, moral, kültürel, siyasal ve sosyal zararları maddi ve fiziki zararlarından çok daha fazladır. Bu anlamda bu nifak hareketinin sebep olduğu ağır tahribatın telafisi ve açtığı yaraların tedavisi çok uzun zaman alabilir. Hatta bazen sebep oldukları tahribat ve zararları telafi etmenin imkanı dahi olmayabilir. Bu açıdan meseleye bakılınca Cemaatın çok büyük maddi ve manevi zararlar gördüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nifak grubunun sebep olduğu çatışmaların sonucuna galibiyet ve mağlubiyet noktasından bakmıyoruz. “Bu çatışmada onlar bertaraf edildi, Cemaat zafer kazandı. Zahiri olarak maddi sonuçları bizim lehimize neticelendi, dolayısıyla bu çatışma iyi bir şekilde sonuçlandı.” şeklinde değerlendirmiyoruz. Hiçbir zaman sonuçlarına bakıp bunlar yenilgiye uğradılar ve bertaraf edildiler diye sevinmiyoruz. Eğer bu grup tümden yok edilseydi ve böyle bir şey ortalıkta kalmasaydı dahi, yine bu çatışmaya ve sonuçlarına sevinmeyecektik. Çünkü, içine düştüğü bütün bu kötü duruma, İslam düşmanlarına yaptığı bütün hizmetlere, TC ve PKK ile geliştirdiği işbirliğine rağmen biz bu grubun bütün fertlerinin münafık olduğunu söylemiyoruz. Birçoğunun perde arkasında gelişen bu çirkin oyunlardan ve kullanılmaktan haberlerinin olmadığına da inanıyoruz. Bunun için ilk gündeki yaklaşımımız ve bakışımız ne ise bugün de odur. İslam ve Müslümanlar için zararlı olan bu olup bitenlere ve yaşanan bu sürece içimiz yanarak üzüntüyle bakıyoruz.

NİFAK GRUBUNUN CEMAATE VE İSLAMİ DAVAYA VERDİĞİ ZARARLAR
Asr-ı Saadetten günümüze kadar İslam tarihinin her döneminde değişik şekillerde nifak hareketleri var olmuştur. Münafıklar, Peygamberimiz döneminde ve sonrasında İslam Ümmeti içerisinde vuku bulan ve Ümmetin zararıyla neticelenen bir çok olayda etkin rol oynamışlardır. Küfür güçlerinin fiili saldırılarla veremedikleri zararları, nifak hareketleri içten verebilmiş ve her dönemde Müslümanların güç kaybetmesine neden olmuşlardır. Bunun içindir ki İslami nasslar, nifak ve münafıklığı küfürden daha zararlı ve daha tehlikeli olarak nitelendirmişlerdir. Bu zararlar; toplumsal, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, itikadi vb. bir çok yönlü olmuştur. İslam tarihi boyunca her dönemde ortaya çıkıp mücadele eden İslami hareketler de, en büyük zararı münafıklardan ve nifak hareketlerinden görmüşlerdir. Cemaat de, İslam tarihindeki örnekleri gibi en büyük zararı nifak hareketinden ve münafık şahıslardan görmüştür. Bu gerçek, her dönemdeki İslami hareketler için böyle bir tehlikenin var olduğunu, nifak ve münafıklığın değişmeyen mahiyeti ve karakteriyle değişik şekillerde var olacağını göstermektedir.

Konunun başından beri her ne kadar bu nifak hareketinin verdiği zararlar dile getirildiyse de, sonuç olarak Cemaatı direkt hedef alan bu nifak hareketinin özelde Cemaate, genelde ise bütün Müslümanlara dolaylı veya dolaysız verdiği veya sebep olduğu zararları aşağıda maddeler halinde, kısaca şöyle sıralayabiliriz;

- Özellikle meselelerin içyüzünü bilmeyen ve sadece yüzeysel olarak dışarıdan olaylara bakan, olayları takip, tahkik, tetkik ve tahlil etme imkanı olmayan Müslüman halk, olayları anlamakta zorlanıyordu. Bu olumsuz durum, Müslüman halkın İslami mücadeleyi ve gelişen olayları sağlıklı bir şekilde anlamasına engel oluyordu.

- Her ne kadar bölge halkı ve İslami kesimin bir kısmı meselenin hakikatini biliyorduysa da, bu çatışma dışarıdan “İslami iki grup arasındaki çatışma” olarak görünüyordu. Bu da yanlış, zararlı ve kötü bir görüntüydü. Çünkü bu görüntü Müslüman halkta zihni kargaşaya, İslami mücadeleye menfi yaklaşmalarına ve şüpheyle bakmalarına sebep oluyordu. Özellikle İslam düşmanları, bu çatışmayı Müslümanlar arası çatışma şeklinde yansıtıp İslami davaya zarar vermek için özel çaba harcıyorlardı.

- TC, nifak grubuna verdiği destekle bu olayları Cemaat aleyhine kullanarak, yıpratma kampanyasına dönüştürüp azami derecede istifade etmeye çalıştı. Böylece Cemaatin, o güne kadar Müslüman halk arasında oluşan itibar ve sempatisini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Cemaat ise, bütün bu geniş çaplı düşmanlıklara karşı koymak için yeterli imkanlara sahip değildi. Bu imkansızlık ve şiddetli düşmanlıklardan dolayı gelişen olaylarla ilgili gerçek ve sıhhatli bilgileri yeteri derecede Müslüman halka ve İslami kesime ulaştıramıyordu.

-Münafıkların kullanılarak Cemaate karşı çatışma içerisine itilmeleri ve çatışmaları başlatan taraf oldukları gerçeği Cemaat düşmanları tarafından bilinçli olarak gizleniyor, sanki çatışmayı başlatan taraf Cemaatmış gibi bir propaganda yapılıyordu. Böylece, Cemaatın haklılığının üstü örtülerek, Cemaat, kendi dışındaki İslami gruplara hayat hakkı tanımayan tahammülsüz bir hareket olarak tanıtılıyordu. Bu çatışma iki grubun basit bir hakimiyet mücadelesi şeklinde gösterilerek, Cemaatın İslami hedefler için verdiği mücadelesi göz ardı edilmek isteniyordu. Bu şeytani taktiklerle Cemaatin mücadele amaçları ve hedefleri çarpıtılmaya çalışılıyor ve Müslüman halk tarafından yanlış tanınması hedefleniyordu.

-Nifak grubu, kendisine bir haklılık payı çıkarmak için PKK ile çatışmaların başlatıcısı olarak Cemaatı tanıtıp suçluyor ve bu doğrultuda propaganda yapıyordu. Cemaatı, kendi dışındaki herkese karşı katı, müsamahasız ve uzlaşmaz olarak göstermekle, Cemaatin o güne kadar bölgede elde ettiği başarılarını ve PKK ile çatışmadaki kazanımlarını bertaraf edip etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu.

-TC, sadece fiili olarak bu grubu desteklemek ve Cemaate yönelik saldırılarını yönlendirmekle kalmıyor, halk arasında Cemaat aleyhinde yoğun bir propaganda ve psikolojik savaş yürütüyordu. TC’nin psikolojik savaş elemanları, bölge halkıyla ve İslami çevrelerle birebir ilişkiye geçip, “PKK Gayr-ı İslami bir örgüttü. Cemaat onunla çatışmak zorunda kaldı. Diyelim ki bu normal bir süreçti, bir şey demiyoruz. Ancak şimdi Cemaat, Müslümanları hedef alıyor. Kendisinin dışında kimseye hayat hakkı tanımıyor ve Müslümanları vuruyor” şeklinde, Cemaat aleyhine yoğun bir yıpratma kampanyası yürütüyordu.

-TC ve ona bağlı kontra güçleri, bu Nifak grubuyla çatışmaları ve süreç içindeki gelişmeleri Cemaatin aleyhine kullanmak için her yola başvuruyordu. Cemaatı kötüleyici ve karalayıcı bildiriler hazırlayıp bölgede dağıtıyordu. Bu bildirileri, İslami kesime hitap eden gazetelerin içerisine yerleştirerek Müslüman halka ulaştırıyordu. Bu yolla Müslüman halk nezdinde var olan Cemaatin sempatisini ve etkinliğini gidermeye çalışıyordu.

-Polis, yakaladığı Cemaat mensuplarını sorguda çözmek, psikolojik olarak etkilemek ve Cemaatten uzaklaştırmak için, özellikle bu grupla olan çatışmaları koz olarak kullanıyordu. “Cemaatın Müslümanlara karşı eylem yaptığını, bu çatışmalarda Müslümanların öldüğünü, bunun İslami olmadığını” söyleyerek, Cemaate olan inanç ve bağlılıklarını sarsmaya çalışıyordu. Sanki kendilerinin böyle bir İslami endişesi varmış, bu grubu kendileri yönlendirmemiş, bu eylemleri kendileri yaptırmamış ve bu süreci kendileri başlatmamış gibi şeytani taktiklerle Cemaat fertlerini bozma, Cemaatten koparma ve kendileriyle işbirliğine ikna etme vb şekillerle bu durumu Cemaate karşı kullanarak Cemaatı yıpratmayı amaçlıyordu.

-Bu münafıkların sebep oldukları ve başlattıkları bu çatışma çok sayıda Müslümanın hayatına mal oldu. O güne kadar hem PKK’nin ve hem de TC’nin tanımadığı Cemaatin birçok güzide elemanı bu münafıkların eliyle şehid edildi. Büyük can kaybının dışında İslami mücadelenin büyük oranda maddi ve manevi zararlar görmesine, kısa sürede tedavisi mümkün olmayan ailevi, toplumsal, kültürel, düşünsel vb. birçok yaranın açılmasına sebep oldular.

-TC, bu grup içindeki nüfuzunu kullanarak, çatışmaların başlamasıyla bu grup üzerindeki kontrolünü daha da arttırdı. Hem bu grubun içinden aldığı bilgilerle ve hem de çatışma ortamı nedeniyle bu gruptan gözaltına alınan insanların polisle işbirliği yaparak verdikleri bilgiler neticesinde; Cemaatin yapısı, faaliyetleri, üsleri, elemanları ve bunların adresleri hususunda detaylı bilgi elde etme imkanı buldu. Bu bilgiler sayesinde o güne kadar tanıyamadığı, deşifre edemediği Cemaatin birçok ferdi ve faaliyetleri hakkında detaylı bilgiler elde etti. Elde ettiği bu bilgilerle Cemaate yönelik daha yoğun ve etkin operasyonlar yapma imkanına kavuştu.

kendi_dilinden.jpg


kitabtan alıntıdır..

 
F Çevrimdışı

furkan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi once seninle anaşalım seni allah için seviyorum tartişmiyorum bunu bil:)

demekki tekfir varmiş hemde alası kafir değil munafik bu daha büyük çünkü munafiklik zahir bir durum değil kalple alakalı allah resülün
munafik kelimesi vahiyle sabit oldu birde sadece menzil değil ahi diğer gruplar dahil senden ricam menzil çatişması çiktiğinda yaşar kaplan doguya geldiğinde ara bulucu diye kaç sopa yedi hizbullahtan onu araştır
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Wallahi bende seni ve buradaki kardeşlerimi seviyorum ve asla tartışmanın içerisine girmem veya girmemeye çalışıyorum,çünkü hiçbirimize faydası olmayacak.., son mesajımda asla ona yönelik değildi,sadece dediğin hususlarla ilgili olarak kardeşler en azından bunuda okusun ona göre karar versin babında ekledim.istesende tartışmayacağım :) bunu bil.
kuşçu kardeşim sordu,bende bildiğim ve vakıf olduğum kadarıyla yazdım.şüphesiz en doğrusunu bilen ALLAHccdır.Ben bildiğimi yazdım,bildiğim en doğrudur demiyorum,kalblerdekini en iyi bilene gideceğiz şüphesiz..geçen geçti,Rabbim geçmişten ders alanlardan eylesin..
Rabbim sana şehadeti nasib etsin,benide sana komşu etsin.
ne yazarsan yaz,asla tartışmayacağım kardeşim,çok çok bende bir mesaj yazarım o kadar..:)
selametle
 
K Çevrimdışı

Kuşçu

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bahsettiğin hususu duymamışım kardeşim,Abdullah yolcuyuda forumda tanıdım,halende pek tanımış sayılmam,bu camiayı bilen bir kardeşin olarak,onlara çok iftira atıldığını,nice listelerin onlara atfedildiğini,bununla islami çevrelerle aralarında bir nefret ve set çekilmek..
Bazı konularda çok yazıldı ve çizildi,benimde basından takib ettiğim hususlar var,yok ölüm listeleri,yok domuz bağları vb şeyler...şunu belirteyimki,domuzbağlarıyla ilgili bir tane delil getirin,bütün iddialarınızı kabul edeceğiz diyen avukatlar var.Tamamen zihinleri bulandırmaya yönelik medyanında etkisiyle oluşturulmaya çalışılan bir yoğun bilgi kirlililği varsır..
Rabbim hayrlısını nasib etsin..ben bir gözlemci kardeşin olarak fikirlerimi belirttim,sonuçta bu tür konuları açıklayacak makamda ve seviyede değilim,sadece bu camiayla gönül bağı olan bir kardeşinizim.
bahsettiğiniz selefilerle ilgili herhangi bir sürtüşmeye dair hiç bir iz,veya olay olmamıştır bildiğim kadarıyla...olsaydı bu bölgede yaşayan biri olarak muhakkak duyardık..

hamd olsun sorular bitti..kendimi bir an sorguda hisettim..:)


hayrlısı neyse o olsun..Rabbim bizi bir araya gelenlerden eylesin..
Ahi öncelikle ben PKK tarafından hizbullaha atılan iftiralara inanmadığımı belirtmek isterim. Söylemiş olduğun gibi onlar çok yalancıdırlar.

Abdullah YOLCU hocaya gelince de ben bunu abdullah yolcu hocadan herhangi bir konferans video vb. yoldan duymadım. Bizzat kendi kulaklarımla kendisinden duydum. Eğer hoca iftira atmışsa ki bunu bir alim için düşünmek bile istemiyorum, allah islah etsin. Fakat biz hizibçilik yapıp da kendi grubumuzun hatalarını görmezlikten gelirsek bu ne kulların ne de Allah'ın hoşuna giden bir şey olur. Sözlerim sadece size değil aynı zamanda da selefi gruplaradır.

Ahi hakkını helal et benim buradaki sorularım sadece hizbullah hakkındaki soru işaretlerimi gidermekti. Kusura bakma...
 
eren Çevrimdışı

eren

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Abi bu sabir ben şiirleri müslüman gören isi di kafir gören hizbin fen beriyim onların akidesi bozuk zaten bunun devamida malum parti
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahi öncelikle ben PKK tarafından hizbullaha atılan iftiralara inanmadığımı belirtmek isterim. Söylemiş olduğun gibi onlar çok yalancıdırlar.

Abdullah YOLCU hocaya gelince de ben bunu abdullah yolcu hocadan herhangi bir konferans video vb. yoldan duymadım. Bizzat kendi kulaklarımla kendisinden duydum. Eğer hoca iftira atmışsa ki bunu bir alim için düşünmek bile istemiyorum, allah islah etsin. Fakat biz hizibçilik yapıp da kendi grubumuzun hatalarını görmezlikten gelirsek bu ne kulların ne de Allah'ın hoşuna giden bir şey olur. Sözlerim sadece size değil aynı zamanda da selefi gruplaradır.

Ahi hakkını helal et benim buradaki sorularım sadece hizbullah hakkındaki soru işaretlerimi gidermekti. Kusura bakma...
Asıl siz hakkınızı helal ediniz,siz bu mesajı yazdıktan sonra,mesajımı kontrol ettim,ama Abdullah yolcunun iftira attığına dair bir cümle kullanmadım ve asla öyle bişey demem,sadece bu tür iddialar ın var olduğunu,bunun büyük kısmı emniyetin oyunu olduğunu,bahsettiğiniz şahıs gibi nicelerine *işte bakın sizi biz kurtardık,bizden olmasaydı sizde gidiciydiniz*diyerek,bir çok noktada fitne ve karşı tarafa karşı kin ve öfkeyi ektiğini belirtmek isterim,bunlar olan durumlar,ama işin aslında öyle bişey yok,sadece bilgisayar başında hazırlanmış bir harp tekniği olduğunu belirtmek için iftira dedim,şayet öyle bir durum gerçektede varsa onu bilemem,bu tür durumları buralarda sık karşılaştığımız için diyorum,şüphesiz perde arkasında neler olduğunu en iyi bilen ALLAHtır..Müslümanların istihbaratların oyununa dikkat etmesi lazım,çünkü ortada çok oyun ve hileler gerçekleşiyor...
Dediğiniz gibi hizipçilik ve gurub taasubundan sakınmalıyız,asla bu camia süt gibidir demem,muhakkak hatalar olmuştur,yanlışlar olmuştur,Rabbim bizi hizipçilik hastalığına düşenlerden eylemesin.....size son bir örnek vereyim ve meseleyi kapatayım,belki ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız kardeşim..


Allah’ın adıyla!

MUHBİRLEŞTİRİLENLERİN POLİS VE JİTEME BAĞLI KALMALARI İÇİN UYGULANAN YÖNTEMLER

OLAY VE EYLEMLERE BULAŞTIRMA

polis-jitem26.jpg
Polis ve jitem; muhbirleştirdiği kişileri, bir yandan kendi çirkin ve kirli işlerinde kullanmak, diğer yandan geri dönülmez bir noktaya getirip bağlı ve bağımlı kalmalarını sağlamak için insanlık dışı pek çok olay, eylem ve suçlara bulaştırır. Bu insanlık dışı kirli olay ve eylemlere bulaşan muhbirler, bir yandan ahlaki ve manevi olarak tamamen çöktükleri, kişiliklerini tamamen yitirdikleri, diğer yandan geri dönülmez bir noktaya geldiklerini düşündükleri için, artık sadık birer köle gibi hareket etmekte, verilen görevleri sorgulamadan ve neticesini düşünmeden yerine getirmekte, suyun üzerindeki çer-çöp gibi oraya, buraya savrulmaktadırlar. Neticede ise, polis ve jitemin elinde, her türlü pis işlerde kullanılan birer maşa görevini görmektedirler. Halinden memnun olmayan, pişman olan, girdiği bu kötü yoldan dönmek isteyenler, kullanıldıkları insanlık dışı kirli olay ve eylemleri karşılarında birer tehdit olarak görmekte, ısrar etmeleri halinde canlarından dahi olabileceklerinin korkusuyla bu düşüncelerini içlerine atmakta ve sadık köle olarak kalmaya devam etmektedirler.

Muhbirleştirilen Murat Kurtboğan, Bitlis cezaevinde olduğu dönemde, tutukluluk haline rağmen Hizbullah Cemaatine mensup olan Molla Ğıyaseddin’e yönelik kullanıldığı bir eylem hakkında şunları söylüyor: “Polis Ahmet ve Hakan yanlarında PKK itirafçısı olduğunu öğrendiğim Nurettin isimli şahısla beraber cezaevinde yanıma ziyarete geldiler. Bana amirlerin molla Gıyasettin’in öldürülmesi doğrultusunda talimat verdiğini ve bu eylemin gerçekleştirileceğini söyledi. Sonra ertesi günü polis Ahmet, Hakan ve PKK itirafçısı olduğunu öğrendiğim Nurettin, beni cezaevine gelerek aldılar. Doğan marka bir arabayla beraber Bitlis cezaevinden ayrıldıktan sonra Tatvan’a doğru yol aldık. Tatvan’a vardığımızda saat akşamüzeri 5’i gösteriyordu. Daha sonra Tatvan’da sahil boyu üzerinde bir lokantada akşam yemeğini yedikten sonra molla Gıyasettin’e eylem yapacağımız yere yaklaşık 300-400 metre uzaklıktaki bir yere doğru yol almaya başladık. Eylemin yapılacağı yere yakın bir yerde arabayı park ettikten sonra polis Hakan daha önceden bana ve Nurettin’e anlatmış olduğu eylem hakkındaki bilgileri tekrar ederekten eylem esnasında yapmamız gerekenleri, eylem yerinde olabilecek gelişmelerin doğrultusunda ne şekilde hareket edeceğimizi tekrar anlattı. Bizim anladığımızdan emin olduktan sonra ve onayımızı aldıktan sonra 9 mm astım marka 2 silahı benle Nurettin’e vererek göreve başlamamız talimatını verdi. Bunun üzerine ben ile Nurettin yanlarımıza silahlarımızı alarak arabadan çıktık ve olayın gerçekleşeceği mahalle gittik. O sırada saat akşam 18.30, 19:00’ı gösteriyordu. Sokaktan molla Gıyasettin’in gelmesini bekliyorduk. Molla Gıyasettin Ramazan ayı olduğu için teravih namazı dönüşünde yalnız başına eve gelirken bulunduğumuz sokağa geldi. Daha sonra Nurettin arkasından, ben de önünden olmak üzere molla Gıyasettin’i çapraz ateşe tutarak orada öldürdük. Daha sonra olay yerinden polisin bizi beklediği noktaya doğru hızla koşup uzaklaştık. Daha sonra polisle beraber araca binerek olay yerinden uzaklaşıp Bitlis’e doğru yola çıktık ve beni tekrar cezaevine bıraktılar….”

Aynı Murat Kurtboğan, cezaevinden çıktıktan ve Mersin’e yerleştikten sonra katıldığı bir başka eylem hakkında şunları söylüyor: “Ertuğrul ve diğer bir polis memuru olduğu halde Özer bize ülke genelinde PKK tarafından gerçekleştirilen intihar saldırılarından ve yapmış oldukları bombalı saldırılardan ve umuma açık yerlerde yapmış oldukları katliamlardan bahsettikten sonra aynı şekilde PKK’nin bir bayan militanının Adana’da intihar saldırısı gerçekleştirdiğini, buna mukabil birkaç polis memurunun şehit olduğunu ve aynı şekilde Cumhuriyet bayramı öncesinde PKK’nin Mersin’de biri bayan, biri erkek 2 kişiyle buna benzer bir eylemi gerçekleştireceği istihbaratı aldıklarını ve bu iki kişinin adreslerinin tespit edildiğini ve bunların infazlarının gerçekleştirileceğini söyledi. Biz talimatlar üzerine o gün orada bekledik. O gün akşamleyin saat 19:30-20:00 civarı Ertuğrul, Özer ve ismini şu anda hatırlamadığım bir polis memuru ile beraber doğan marka, gri renkli bir arabayla polis evinden yola çıkıp Mersin halkkent semtine doğru yol aldık. Mersin halkkent semtine geldiğimiz vakit ki o sıralar Mersin halkkent siteleri konutları Belediye tarafından yapılmış olup yaklaşık 8-10 bin konuta sahip idi ve bu konutların o zaman tarihi itibariyle yaklaşık yüzde 80-85’i henüz kullanılmıyor ve buna mukabil çevre düzenlemesi ve çevre aydınlatılması yapılmadığı için ıssız bir yer görünümünü muhafaza ediyordu. Biz polis memurlarıyla beraber gidip o blokların bulunduğu ıssız ve karanlık bir yerde arabayı park ettikten sonra polis Özer polis evinde bize anlatmış olduğu planı tekrarlayıp eylem esnasında yapmamız gereken şeyleri tekrar ettikten sonra bu iki şahsı beklemeye başladık. Saat takriben 22:00-22:30 civarında biri bayan iki kişinin bulunduğumuz istikamete doğru gelmekte olduklarını gördük. Polis Özer bunun üzerine eylemi gerçekleştireceğimiz kişilerin bunlar olduğunu söyledi. Daha sonra bu iki kişi bizi geçerek arabadan uzaklaşmaya başladılar. Bizden yaklaşık 100-150 metre uzaklaşmışlardı ki ben ve Ertuğrul, polis Özer’in talimatı üzerine silahlarımızı alıp arabadan çıktık ve hızlı adımlarla onlara doğru gitmeye başladık. Onlara yaklaşık 15-20 metre kala koşar adımlarla silahlarımızı çekip Ertuğrul bayana, ben de erkeğe ateş etmeye başladık arkalarından. Bayan olduğu yerde düşüp ölürken, erkek yaralandığı halde koşmaya başladı. Ben ona ateş ederek onu kovalamaya başladım. Kadının öldüğü yerden takriben 30-35 metre uzaklıkta kendisini de öldürdükten sonra ben ile Ertuğrul olay yerinden polisin bizi beklediği Serinevler çıkışına doğru koşmaya başladık. Serinevlere vardığımızda polisin bizi beklemekte olduğunu gördük. Orada aracımıza binerek hızla uzaklaştık ve polisevine gittik…”

Daha önce ismi sıkça geçen Ali Haydar Kaya, katıldığı olay ve eylemler hakkında şunları söylüyor: “Ve yine Erdal Başkan’ın talimatı ile Silvan belediyesinde çalışan Salahattin Yeşilırmak isimli bir şahsı tehdit ettim, polis bana cemaatin kullanmış olduğu dili kullan dedi. Ben de telefon açıp cemaatin kullanmış-kullanabileceği bir dille tehdit edip gerçek ismimi verdim. Daha sonra Salahattin Yeşilırmak isimli şahıs babamı çarşıda görmüş ve oğlun tarafından tehdit ediliyorum demişti. Babam onu yanıma getirmiş ve ben ona, ben hiç tehdit etsem gerçek ismimi verir miyim? Deyip kendimi savunmuştum. Tehdit telefonun gayesi; Tekel mahallesinde polislerin roketlenmiş olan bir panzerinden dolayı sorumlu tutuluyordu. Olay Salahattin Yeşilırmak’ın evinin civarında olduğu için kendisini sorumlu görüyorlardı. Aynı şekilde lisenin yanında bulunan Rauf Orakçı isimli, milli eğitimde çalışan uzun boylu zayıf bir şahsı da tehdit etmem söylenmişti. Yine aynı şekilde cemaatin üslubunu kullanıp onu tehdit etmiştim. Ve bu telefonun da gayesi; mescit mahallesinde bulunan polis karakoluna yapılmış olan bir roketli saldırıdan dolayı yine onu sorumlu tutuyorlardı. Ve bu Salahattin Yeşilırmak ile Rauf Orakçı Silvan’da gerçekten PKK’lı olarak bilinen insanlardı. Ayrıca yine bir gece bizim semtimizde bulunan içkici Mustafa Kaydu’ya ait bir dükkâna saldırıp onu ve müşterilerini dövmemizi Erdal Başkan bana talimat olarak verdi. Ve bu olayda ben abim Abdullah Kaya ve kardeşim Muhyettin Kaya beraber hareket etmiştik. Mustafa Kaydu ve müşterisi Henoyé Sekno isimli bir şahsı dövüp hastanelik etmiştik….”
Ali Haydar Kaya’nın katıldığı olay ve eylemler çoktur. Hem polis ve hem de jitem ile çalışan Ali Haydar, pek çok insanlık dışı kirli ve çirkin olayda kullanıldı. Bunlardan birkaç tanesini özet halinde verecek olursak; Ali Haydar Kaya’nın da içinde bulunduğu JİTEM elemanları, yaptıkları bir yol kontrolünde, Elazığlı olup Fırat Üniversitesinde okuyan bir genci şüphelidir diye yolculuk yaptığı otobüsten indiriyorlar. Askeri karakola götürüp iki gün boyunca işkence yapıyorlar ancak herhangi yasadışı bir durumunu tespit etmiyorlar. Fakat bu işkencelere dayanamayan genç ellerinde ölür. Ancak gözü dönmüş caniler, bu gencin ölüsünü bile rahat bırakmayıp fitnelerine malzeme yapıyorlar. PKK-Hizbullah çatışmasını alevlendirmek için bu cesedi aynı günün akşamında bir battaniyeye sarıp Silvan yakınlarındaki bir tepeye bırakıyorlar. Gece vakti, PKK baskın yapmış gibi o tepeden şehre doğru ateş ediyorlar. Bu arada, bir yandan ölen gencin cesedine roketatarla ateş edip iyice tahrip ediyorlar ve tabi işkence izlerini de kaybetmeye çalışıyorlar. Öte yandan Silvan itfaiyesinde bekçilik yapan Hizbullah’a sempatizan bir şahsı vurarak şehit ediyorlar. Bu olaya PKK’nın şehir baskını süsü vererek bir taşla iki kuş vuruyorlar. Ellerindeki cesedi, PKK’nın şehir baskınında polisle çatışıp öldürülen PKK’li diye gösterirken, Hizbullah sempatizanı bekçiyi de PKK kurşunlarıyla vuruldu diye gösteriyorlar.

Başka bir olay şöyledir; Ali Haydar Kaya ve bazı JİTEM elemanları, PKK’li görüntüsü vererek, Garısiye köy yolu üzerinde pusu kuruyorlar ve traktör üzerinde gelen M.Şirin Demirdağ adlı Müslümanı tarayarak şehit ediyorlar. Aynı şekilde yine bu şer ekibi, Şıfkat köy yolu üzerinde pusu kurarak, hayvanlarıyla işten gelen Yunus ve Şükrü adlı Müslümanları tarayarak şehit ediyorlar.

Başka bir tanesi; JİTEM, ölüm listesine aldığı Hacı Nimet isimli Hazro’nun bir köyünde ikamet eden yaşlı bir şahsı takibe alıyor. Hacı Nimet’in köyden çıktığı istihbaratını alan JİTEM elemanları, 20 km’lik bir aralıkta karayolunun iki tarafını kapatıyorlar ve her iki noktadan da arabaların geçişini engelliyorlar. O esnada Hacı Nimet’in içinde bulunduğu araba kontrol noktasına yanaşınca, sadece onun içinde bulunduğu arabanın geçmesine izin veriyorlar. Birkaç kilometre ötede bulunan Jandarma karakolunun yakınlarına vardıklarında JİTEM elemanları tarafından durduruluyorlar. JİTEM elemanları, Hacı Nimet ve yanında bulunan iki kişiyi karakolun yakınında bulunan bir tarlaya götürüyorlar. Bu üç kişi, tarlanın içinde JİTEM’in emri ile bizzat Ali Haydar Kaya tarafından taranarak öldürülüyor.

Yine; Silvan’ın bir köyünden olup, PKK’ye katılan ve dağa çıkan bir gencin ailesi sürekli köyün yakınında bulunan jandarma karakolu tarafından sıkıştırılıyor. Karakol komutanı, gencin ailesine, çocuklarını getirip kendisine teslim etmeleri halinde sahip çıkacağını, fazla hapis cezası almaması hatta gerekirse hapse hiç girmemesi için yardımcı olacağını söyleyerek aileyi ikna ediyor. Aile, bir yolla dağda bulunan çocuğuna ulaşıp, onu ikna ediyor ve dağdan indiriyor. Genç, amcası ile birlikte karakola gidince, karakol komutanı her ikisini de gözaltına alıyor. JİTEM’in kontrolündeki bu karakolda hazır bulunan Ali Haydar Kaya ve arkadaşları genci işkence ile öldürüyorlar. Gencin ölümü üzerine sağ kalan amcasının kendi hesaplarını bozacağını düşünerek, gencin amcasını da öldürüyorlar. Her ikisinin cesedini bir arabaya yükleyip, karakolun uzağında bulunan bir dereye atıyorlar.


Allah’a emanet olun.

M. ALİ NUR

http://huseynisevda.biz/news.php?readmore=1175
selametle
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu mektubu yayınlamamın sebebi,birisini tanımak için en yakınlarının şahidliğ önemlidir,işte bu şahid melle mızgin olunca,dediklerinin doğruluğu daha bir önem kazanıyor,sitede şehid(inş)hüseyin velioğlu ile ilgili bir çok konu var,ama istedimki onu gerçeğinden bilmek isteyenler okusun ve ona göre değerlendirsin,olduğu gibi bu mektubu atıyorum,biliyorumki içeriğinde kardeşlerin sevmeyeceği,benimsemeyeceği,hatta karşı çıkacağı fikirler var,ama neyse o...

Sehid-Abime-Mektup-1_1422004920.jpg

Şehid Abime Mektup 1

Beykoz'da 17 Ocak'ta çıkan çatışmada şehit olan Hizbullah Cemaati Lideri Hüseyin Velioğlu'nu yakından tanıyan Seydalardan M. Beşir Varol, Velioğlu'nun nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğu ile ilgili gazetemize gönderdiği mektubu aynı şekilde siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz. Üç bölüm halinde yayınlayacağımız bu mektupla Hizbullah Cemaati Şehit Rehberi Hüseyin Velioğlu'nu daha yakından tanıma fırsatı bulacaksınız. Mektupta Velioğlu'nun diğer cemaatlere bakış açısını, Hizbullah Cemaatini neden kurduğunu, tekfirciliğe bakış açısını, İran'a ve Şiilere bakış açısını, medreselere bakış açısını, Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur'a bakış açısı gibi daha birçok konudaki fikirlerini öğreneceksiniz. Sözü daha fazla uzatmadan sizi bu güzel mektupla baş başa bırakıyoruz….
DOĞRUHABER

ONLAR SÖZLERİNİ ASLA DEĞİŞTİRMEZLER

Allah'u Teâlâ'ya layıkıyla hamd, Efendimiz Muhammed'e, onun pak aline, fedakâr ashabına ve canları pahasına davalarını omuzlayan tüm müminlere salat ve selam olsun.

“Müminlerden Allah'a verdikleri söze sadakat edenler vardır. Onlardan bir kısmı bu uğurda can vermiş, bir kısmı da can vermeyi beklemektedir. Onlar sözlerini asla değiştirmezler.

Allah, o sadık kalemleri sadakatlerinden dolayı ödüllendirecek ve ikiyüzlüleri dilerse cezalandıracak veya tövbelerini kabul edecektir. Kuşkusuz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edendir.

Allah kâfirleri, kinleriyle birlikte geri çevirdi. Onlar hiçbir kaçanı elde edemediler. Savaşta müminlere Allah yeter. Allah çok kuvvetli ve izzet sahibidir.”(Azab 23 – 25)
“Kim İslam'da güzel/doğru bir çığır/yol açarsa ondan ecir/sevap kazanır ve ondan da o yalda gidenlerin kazandıkları sevabının bir misli de onların sevabından eksik olmadan da kazanacaktır.” (Müslim H.No:1071/Riyazüs salihin h.No:171)

TEVHİT BAYRAĞINI BÜTÜN CİHANDA DALGALANDIRMAK İÇİN…

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben inanıyorum ki sen zikrettiğimiz ayet ve hadise mâsadak ve mazhar olanlardansın. Allah'a verdiğin ahde son nefesine kadar sadık kaldın, şehit olarak Rabbine kavuştun. Türkiye ve özellikle de Kürdistan Müslümanlarına bir çığır açtın. Ben şahidim ki Allah'u Teâlâ'nın kelamını, son kitabını, son şer'ini, son hükmünü son âli din-i İslam-ı Mübin'i ve Kur'an-ı Müciziul beyanı ve son peygamberin sünnetini ebediyen hâkim kılmak için gece gündüz çalıştın. Tevhit bayrağını bütün cihanda dalgalandırmak için, hiç ara vermeden mücadele verdin ve Lillah için verdiğine inanıyorum.

Ben şahidim ki dünyanın malına, mülküne, şanına, şöhret ve makamlarına sırt çevirdin ve bunları elinin tersiyle ittin. Kemali, sözlerinle değil pratik ve ameli hayatınla bunu bize de öğrettin. Senin mektebinde yetişen, seni kendine rehber eden ve sadakatle sana itaat edenin her cemaat mensubu da tıpkı senin gibi dünyaya ait olan her şeye sırt çevirdi.

Allah'a, O'na ait olanlara bütün varlıklarıyla yöneldiler. Dünyayı unuttular. İlahi dava ve rızadan başka bir şey düşünmez oldular. Gece – gündüz 24 saat ilahi davayı düşündüler. İlahi dava için çalıştılar. Zira sizi hep böyle gördüler. Sizden hep bunu öğrendiler.

SEN DÜNYAYI HEP KÜÇÜMSEDİN. DEĞERSİZ GÖRDÜN

Ben şahidim! Sen dünyayı hep küçümsedin. Değersiz gördün. Dünya ehlini hep hafife aldın. Onlara değer vermedin. Bir saat bile onlarla arkadaşlık etmeyi fazla gördün.

ÖMRÜNÜ İLAHİ DAVANA VERDİN

Ben şahidim! Bütün zamanını ve ömrünü ilahi davana verdin. Onun dışında ne bir davan, ne bir hedefin, ne bir uğraşın ve ne de bir tefekkür ve hayalin vardı. İlahi davanla yaşadın ve ilahi davanla Rabbine kavuştun. İnancın davandı, fikrin davandı, zikrin davandı, hayatın davandı ve şehadetin de bize dava oldu. Bize ve çocuklarına ilahi davandan başka -ben şahidim ki- hiç bir miras bırakmadın.

Ben senin, “Ümmet dağınıktır, Müslümanlar cemaatsizdir, güçsüzdür. Müslüman halkın bir sığınağı yoktur, onların bir şemsiyesi yoktur. Onları kâfir ve zalimlerin şerrinden koruyacak bir güçleri yoktur. Onlara sığınabilecekleri bir şemsiye ve bir sığınak oluşturmamız lazımdır” dediğine defalarca şahit oldum. Bu amaç için âşığın maşukuna çırpındığı gibi çırpındığına şahidim.

ÜMMET İÇİN ÇIRPINDIN, ÇALIŞTIN

Ben şahidim! Allah için, ümmet için, mazlumlar için çırpındın, çalıştın, cehd ettin, cihad ettin, Diyar-ı Bekir'in kal'asından daha sağlam bir Cemaat inşa ettin. Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle “Bunyan-ı mersus” gibi birbiriyle kenetlenen, birbirini destekleyen, birbirine hıyanet etmeyen, sırt çevirmeyen, hiç bir şeytan ve oyunbozanın oyununa gelmeyen, hiç bir güç ve düşmandan korkmayan, hedeflerinden vazgeçmeyen, ilkelerinden sapmayan, mücadeleden yorulmayan, pes etmeyen, rehavete kapılmayan gevşemeyen, her acıya sabreden, hiç bir yükün altında ezilmeyen, hiç bir şiddete boyun eğmeyen, hak davaları üzerine inatçı olan, Ağrı Dağı gibi her fırtınaya karşı durabilen, Cudi Dağı gibi başı dik; hak ve hakikat ehline liman ve menzil olan, Süphan Dağı gibi başı dik olan, Mereto Dağı gibi köklü olan, cihad eden hain ve mürtetlerle çarpışan, Allah yolunda öldüren ve öldürülen, mazlumlara sahip çıkan, ümmet bilincini eken, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlarla kardeşlik ve dayanışma bağı kuran ve onların imdadına koşan, Habeşi bir köle veya sıradan bir genç bile onlara mesul seçilse tereddüt etmeden itaat eden, tabii olarak kime itaat edeceklerini bilen, kendi lider ve cemaatine güvenen, ondan gelen her emir ve nehye hüsnü zanla yaklaşan şeriata, uygun ve altında birçok hikmet olduğuna inanan, akıl ve bilgilerine ters düştüğü zaman da akıl ve bilgilerini eksik ve kusurlu gören, ölüm olabilse görevden kaçmayan, hatta susuz bir insanın suya talip olduğu kadar göreve talip olan, görev verildiğinde değil verilmediğinde sıkılan ve bundan şikâyet eden, Allah düşmanlarına karşı şiddetli, izzetli ve müminlere karşı merhametli, kırık kanatlı olan, kınayıcıların kınamalarından korkmayan, ifrat ve tefritten kaçan, itidali kendine şiar edenin, müminlerin hatalarını örten, iyilikleri yayan, alanı Müslümanlardan değil İslam düşmanlarından almak isteyen, onlarla rekabet eden, tevekkül kadar tedbire de önem veren ancak tedbirin takdiri engellemediğini de çok iyi bilen ilahi bir Hizip inşa ettin. Çok büyük bir ustalıkla eğittiğin ve zikrettiğin vasıflar gibi daha birçok meziyetlerle yetiştirdiğin mukaddes davanı bu Hizbe emanet ederek şehadet şerbetini içtin. Allah sana rahmet etsin.

KURDUĞUN CEMAAT DİMDİK AYAKTADIR

Şehit ve Aziz Abim! Sana müjdeler olsun. Kurduğun cemaat şu anda dimdik ayaktadır. Gün be gün güçlenmektedir. Sesi daha gür çıkmaktadır. Ülke coğrafyasını aşmış durumdadır. Ümmet sahasında varlık göstermektedir. Hatta bütün dünyada sesi duyulmaktadır.

KENDİN GİBİ YETİŞTİRDİĞİN GENÇLER DAVANI SÜRDÜRÜYOR

Sana müjdeler olsun! Büyük bir maharetle eğittiğin ve kendin gibi yetiştirdiğin gençler şu anda hiçbir fire vermeden aynen birer Hüseyin olmak için eşsiz ve mukaddes davalarını sahiplenmektedirler. Bayrağını daha yükseklere taşımaktadırlar. Hedeflerine doğru emin ve sağlam adımlarla ilerlemektedirler. Düşmanın gözünü korkutmaktadırlar, müminlere ve dostlara umut vermektedirler. Mazlumlara el uzatmaktadırlar. Mahkûm, mağdur ve fakirlerin imdadına yetişmektedirler. Kimsesizlerin kimsesi olmaktadırlar. Türkiye ve özellikle Kürdistan'ın Müslüman halkına sığınak ve şemsiye olmaya başlamışlardır.

MEDRESELERE ÇOK ÖNEM VERİYORDUN

Şehit ve Aziz Abim! Ben şahidim. İslami ilimlere, medreselere çok önem veriyordun. Medreseleri ihya etmek istiyordun, tecdit etmek istiyordun. Üstad Bediüzzaman'ın metodunu uygulamak istiyordun. Müderris âlimleri çok seviyordun. Onlara çok değer veriyordun. Ta 1980 döneminden ben hatırlıyorum; ders veren Seydaları toplardın. Medreselere yeni bir program ve ders müfredatı hazırlamak istiyordun. Medrese medrese geziyordun. Seyda ve fakilerle büyük bir tevazu, sevgi, saygı ve şefkatle arkadaşlık ediyordun. Onları bol bol ziyaret ediyordun. Onları başıboşluktan, fertçilikten, sahipsizlik ve küçük düşürmekten, küçük hesaplar peşinde koşmaktan, basit düşünmekten, saygısızlığa maruz kalmaktan kurtarmak istiyordun.

Onları gerçek kimliklerine, birer peygamber varisi olarak gereken saygınlığa ve değere kavuşturmak istiyordun. Gerçek manada İslam'a sahip, Müslümanlara önder, zulüm ve zalimlere karşı durabilmeleri için onları teşkilatlandırmak istiyordun, ancak o zaman kıştı. Emeğinin meyvesi henüz görünmüyordu.

EKTİĞİN TOHUMLAR YEŞERMİŞ…

Sana müjdeler olsun! Şimdi bahar gelmiş, ektiğin tohum yeşermiş, ülkemizin her tarafında özellikle Kürdistan bölgesinde medreseler açılmış; şehir, köy ve hatta birçok şehrin mahallesinde bile medreseler açılmış. Binlerce kız ve erkek bu medreselerde okumaktadır. Yüzlerce sayıda ders vermektedir. Yeni programlar oluşturulmaktadır. Yeni müfredatlar hazırlanmaktadır. Âlimlerden ve müderrislerden cemiyetler ve teşkilatlar oluşturulmaktadır. Her yıl yüzlerce talebe mezun olmakta ve icazetler verilmektedir. Tarihin hiçbir döneminde rastlanmadığı şekilde öğrenci kızlarımızın sayısı erkekleri geçmektedir. Yılda yüzden fazla kız öğrencimiz mezun olup icazet almaktadır.

GECE GÜNDÜZ ÇALIŞTIN

Ben şahidim! Müslüman dindar insanların zelil halleri, kimsenin onları takmaması, toplumda hiçbir ağırlıklarının olmaması, çekingen halleri, boyunların bükük, kanatlarını kırık olması, istihzaya maruz kalmaları, güçsüz çaresiz olmaları seni çok rahatsız ediyordu. Onları izzetli, vakur, saygın, cesur, başları dik, kanatları sağlam, güçlü ve ümit var kılmak için gece gündüz çalıştın ve mücadele verdin.

MÜSLÜMANLAR KENDİLERİNDEN EMİN VE ÜMİT DOLUDURLAR

Sana müjdeler olsun! Şimdi isteğin büyük çapta yerine gelmiştir. Artık mürtetler, zalimler, hainler ve ehl-i dünya olan laubali insanlar Müslümanların binbir hesabını yapıyorlar.

Artık Müslümanlar onlardan korkmuyor, bilakis onlar Müslümanlardan korkuyorlar. Artık Müslümanlar izzetlidirler, zillet düşmanın kalbine yerleşmiştir. Müslümanlar kendilerinden emin, ve ümit doludurlar. Onlar ise tedirgin, ümitsiz ve paniktedirler. Onlar zeminini kaybetmektedirler, Müslümanlar ise kazanmaktadırlar.

İSLAMİ GRUPLARI VE CEMAATLERİ KENDİNE RAKİP GÖRMÜYORDUN

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim ki, sen İslami grupları ve cemaatleri kendine rakip görmüyordum. Onlarla rekabet etmiyordun. Zemin ve sahayı

onlardan almak istemiyordun. Sürekli, “Diğer İslami grup ve cemaatlerin aleyhinde konuşmayın, onları kendi hallerine bırakın. Onlar bizim rakibimiz değildir. Biz zemin ve sahayı Müslümanlardan değil kâfir ve mürtetlerden almak istiyoruz. Enerjinizi kâfir ve mürtetlere karşı harcayın, tüketin onlar bizim rakibimiz ve düşmanımızdırlar” diye bizi tembihliyordun.

Bazı Müslümanlarla cereyan eden nahoş durumlar gayr-ı ihtiyari ve mecburi olarak cereyan etti. Hz. Ali(ra) misali Müslümanlara karşı şefkatli ve kâfirlere karşı sert idin. Ancak onun gibi ihtiyarın dışında istenilmeyen bazı durumlar vuku buldu. Sana müjdeler olsun öğrencilerin de senin yolunu takip etmektedirler. Hatta geçmişte cereyan eden durumlardan da dersler çıkarmış, daha fazla titiz ve temkinli davranmaktadırlar.

Devam edecek…
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
AA_1422621458.jpg

Şehid Abime Mektup - 2

Beykoz'da 17 Ocak'ta çıkan çatışmada şehit olan Hizbullah Cemaati Lideri Hüseyin Velioğlu'nu yakından tanıyan Seydalardan M. Beşir Varol, Velioğlu'nun nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğu ile ilgili gazetemize gönderdiği mektubu aynı şekilde siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz. Üç bölüm halinde yayınlayacağımız bu mektupla Hizbullah Cemaati Şehit Rehberi Hüseyin Velioğlu'nu daha yakından tanıma fırsatı bulacaksınız. İşte o mektubun ikinci bölümü...
DOĞRUHABER

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen Müslümanları gafletten uyandırmak, bilinçlendirmek, cehaletten ve başıboşluktan kurtarmak için gece – gündüz hiç durmadan çalışıyordun. Şehir şehir, köy köy geziyordun. Nerede müsait bir insanı duysaydın ziyaret ediyordun. Onları İslami mücadeleye teşvik ediyordun. Bölgenin âlimlerini, şeyhlerini, şahsiyetli insanlarını ziyaret ediyordun. Onları İslami mücadeleye teşvik ediyordun. Medrese talebelerini, okul öğrencilerini medrese ve öğrenci evlerinde ziyaret ediyordun. Günlerce onlarla beraber kalıp bir battaniye üzerinde yatıyordun. Köylü demeden, avam demeden, fakir demeden, genç–ihtiyar demeden herkesle arkadaşlık ediyordun. Herkese değer veriyordun. Herkesi sevip sayıyordun. Büyüklerle büyük, küçüklerle küçüktün. Herkesin seviyesine inebiliyor ve yükselebiliyordun. Bir ağayla bir ağa gibi onurluydun. Bir fakirle bir fakir gibi mütevazıydın. Âlimlere hizmet edip onlardan istifade ediyordun. Avamları sevip yol gösteriyordun.

Ben şahidim ki, kendin için çok zahittin. Bütün evin bir traktörü doldurmuyordu. O da çoğu kitaptı. Çocuklarına bir ev bile almayı düşünmedin. Onlara bir metelik miras bırakmadın. Ancak davan için çok hırslıydın. Hizmetlerin aksamaması ve davanın geri kalmaması için ailen ve şahsın için çok iktisatlıydın ancak dava ve etrafındaki arkadaşların için çok cömert idin. Mütevazı sofraları severdin. Çok az yemek yerdin. Arkadaşlarına çok ikram eder ve hediye verirdin. Aynı zamanda hediye alırdın da. Dava ve hizmetin maslahatı dışında arkadaşını kırmaz ve bozmazdın. Ancak dava için çok disiplinli ve tavizsizdin. İnceden inceye hesap sorardın. O kadar titizdin ve o kadar mükemmel iş istiyordun ki sana hesap vermek çok zordu. Sana hesap verip de terlemeyen yoktu. Seninle çalışanın fırça yemediği gün yoktu. Onun için davada çok samimi olanlar fırçalarına tiryaki oluyorlardı. Fırça yemeden yanından ayrıldığında (ki nadir vuku buluyordu) hayret edip kendinden boşluk hissediyorlardı. Ancak çok güvenmediğin ve sevmediğin bir arkadaşa fırça atmazdın. Arkadaşların bunu bildikleri için fırçalarından hoşlanırlardı.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim. Sen gerçek bir rehber ve muallim idin. Sen bizlere çok şeyler öğretiyordun ancak herkes kendi seviye ve kabiliyetine göre istifade edebiliyordu. İtiraf edeyim ki yaşça, sana yakın olanlardan daha çok genç olan ekip senden daha çok istifade ediyordu. Zira yaş kadar seviyeni de kendi seviyemize yakın gördüğümüz için kendimizi tam teslim edemiyorduk. Bu durumun farkındayım ve zaman zaman, “Kendinizi sıfırlarsanız ve teslim ederseniz çok istifade edebilirsiniz” diyerek bizi uyarıyordun. Ancak bu da bazen zorumuza gidiyordu. Yani kısacası sana yaşıt olanlar yeterince seni anlamadıkları için hakkıyla senden istifade edemediler.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim. Sen verdiğin mücadelede çok becerikli ve başarılıydın. Zira genç yaşınla, tecrübesizliğinle, kıt imkânlarla beraber önündeki onca engele rağmen sen öyle sağlam bir cemaat ve hareket inşa ettin ki, senin şehadetini netice veren fırtınaya rağmen Allah'ın lütfuyla dimdik ayakta kaldı. O fırtına ki dağlara bile yönelseydi o dağları yıkıp dağıtırdı. O musibet ki çocukları bile ihtiyarlatırdı. Zalim-kâfir ihya ettiğin cemaat aleyhinde birleşti. Ve bütün imkânlarıyla yıkılmasına, dağılmasına ve yok etmeye çalıştılar. Ancak her zamanki gibi yine Allah'u Teâlâ'nın lütuf ve nusretiyle düşmanlar eridi, yıkıldı ve kökten yok olmadıysa da ona ramak kalmıştır. O zamanki derin ve paralel yapılar… Allah'u Teâlâ hepsini eritti, yıktı ve tarihin çöplüğüne attı. Ancak senin inşa ettiğin cemaat takva üzerine ihlas, fedakârlık, sabır, kan, gözyaşı, bin bir mazlumiyet ve mağduriyetle; bütün o fırtına, baskı ve tazyikâta rağmen ayakta kaldı. Gelişti, yükseldi ve şu anda dost düşman varlığını ve ülkede güçlü bir realite olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Onun onayı alınmadan çözüm sürecinin başarıya ulaşmayacağına inanmışlar.

Senin şehadetinden sonra, senin cemaatinin yönetici ve mesul kadrosu hiç kimse yan çizmedi, birbirine düşmedi, tefrikaya girmedi, hiç kimse pes etmedi, sana hıyanet edip oturmadı. Sonuç alınmayacak maceraların peşine düşmedi. Kitap ve sünnet yolundan sapmadı. Hiç kimse kendi canının derdine düşmedi. Herkes ya son nefesine kadar ya da esir düşünceye kadar mücadele sahasını terk etmedi, arkadaşını yalnız bırakmadı. Yükselttiğin bayrağı düşürmedi, emir komuta zincirini bozmadı, şehit, esir, muhacir ve mağdur insanları ve ailelerini kendi hallerine bırakmadı. İmkânları nispetinde sahip çıktılar. Fırtınaya karşı direndiler ve pes etmeden sabrettiler.

Esir düşenler bin bir eziyet ve işkenceden sonra zindanlara atılmalarına rağmen yine de ilahi davadan vazgeçmediler. Davalarını sürdürdüler. Zindanları Yusufî medreseye çevirdiler. Bilenler öğretmen, bilmeyenler öğrenci oldular. Manevi, maddi, tecrübe eksikliklerini tamamlamaya çalıştılar. Hiç kimse hiç kimseyi suçlamadan, birbirini kınamadan ve kardeşlik atmosferini bozmadan... Birbirlerine teselli verdiler ve teselli oldular.

Zindanlarda okudular, kendilerini her yönde geliştirdiler. İslami ilimlerin tahsilini gördüler. Yüzlercesi geleneksel medrese müfredatını bitirerek mezun oldu. İcazet aldılar. Medrese tahsiliyle beraber resmi okul da okudular ve okuyorlar. Üniversite mezunu olmayanların birçoğu üniversiteli oldu. Hatta bazıları bir kaç üniversite bitirdi. Böylece çift kanatlı oldular. Sonra da birçoğu Allah'ın yardımıyla tahliye edilerek çıktı ve her çıkan ehil olduğu bir vazifenin başına geçti. İlahi mücadelelerin yeni merhalesinde zaman, mekân ve yeni şartlara uygun bir stille mücadelelerine devam etmektedirler. Mevsime göre elbise değişmişse de gövdeyi teşkil eden ana fikir, ruhiyat ve ilkelerden asla sapma olmamıştır.

Hicrette olanlar da aynı kararlılıkla ilahi davalarını sürdürmektedirler. Cemaatle bağlılık ve sadakatlerini korumaktadırlar. Kendi akide, ilke ve hedeflerinden hiç sapmadan aktif bir şekilde mücadeleni devam ettirmektedirler. Davanı ve mücadeleni daha uzak diyarlara ve ülkelere taşıdılar.

Cemaatin sesini yükseltip gücüne güç katmışlar. Birçok İslami yapılarla tanışmış ve ona birçok kardeş kazanmışlardır. Ve daha birçok yönde katkı yapmaktadır.
Hâsılı diktiğin ve kanınla süslediğin ağaç kurumamış, büyümüş dal ve kökleri ülkenin dört bir yanına ve hatta dünyanın birçok ülkesine ulaşmış, meyve vermeye başlamıştır.
Senin başarının bir alameti ve Allah'u Teâlâ'nın sana bir lütfu da Allah'u Teâlâ'ya verdiğin ahdine sadık kalarak ruhunu O'na teslim etmendir. Üstelik amel defterini kanınla imzalayarak ve inşallah şehit olarak Şeb-i Aruzu'nu yaşadın.

Mücadelede kararlılığınız bu kadar aşikâr olmaması rağmen bazı basiretsizler, senin öldürülmeni basiretsizlik ve tedbirsizlik telaki ettiler. Bu uyanıklar unutuyorlar ki bu dünyada herkesin takdim ve tehir kabul etmeyen muayyen bir eceli vardır. Bu ilahi davanın hizmetinde bir nöbeti vardır. Ecelin ve nöbetin devretme saati gelince takdir devreye geçer, basiretler ve tedbirler devre dışı kalır. Aksi takdirde Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Şeyh Said, Hasan El Benna ve Seyyit Kutup gibi Allah yolunda öldürülen büyük zatlar başarısız, mağlup veya haşa basiretsiz ve tedbirsiz sayılmalıdır.

Allah sana binlerce defa rahmet etsin. Ben şahidim, sen bu dünyada izzetle ve mertçe yaşadın ve yine izzetle ve mertçe bu dünyadan ayrıldın. Seni tanıyan herkes de bunun böyle olduğunu biliyor.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen samimiyetle İslam'a hizmet eden bütün İslami cemaatlerin ve hareketlerin liderlerini ve mensuplarını seviyordun ve sayıyordun. Onlardan birçok dostun da vardır. Ancak üç şahsiyeti çok seviyor ve takdir ediyordun. Biri Üstad Bediüzzaman idi. Ondan çok etkilenmiştin. Onu kendine mürşit olarak kabul etmiştin. Defalarca yanımda, “Herkesin bir mürşidi vardır. Benim de mürşidim Üstat Bediüzzaman'dır.” diyordun. Risale-i Nur'u bize ders yapıyordun. Tavsiye ediyordun. Risale'yi okuyanları daha fazla seviyordun. “Hatta filan kişi Risale okuyor, onun hali başkadır.” diyordun. Bazı vesveselerim vardı, sana anlattım. Onlardan kurtulmam için bana Risale'yi tavsiye ettin. Mektubat, Miftahul İman ve Asar-i Bediiye'yi, Osmanlıca yazılı olanları bana hediye ettin ve okumam için beni çok tembihledin. Birçok defa, “Risale okumadan fikri istikrar bulmak çok zordur bu asırda.” diyordun. Vesveselerden Risale'yle kurtulduğunu ve fikri istikrara kavuştuğunu yanımda dile getiriyordun. Ondan dolayı sana yakın olan herkes mutlaka Risale-i Nur okumuştur. Ve yanı başından hiçbir zaman Risale eksik olmuyordu. Daima bir vird gibi okuyordun ve okutuyordun. Cemaatin inşasında ve programında temel kaynak Risale-i Nur'du. Hâsılı Risale ve Üstad ile ilgili senden duyduğum ve gördüğüm hatıralarımı yazsam ancak bir cilde sığabilir.

Çok sevdiğin ikinci büyük şahsiyet Şehit Hasan El Benna idi. Allah rahmet etsin. Risale ve müzakeratını çok beğeniyordun. “Benim ikinci mürşidimdir.” diye bir cümle senden duymadım. Ancak hayatınızın içinde öyle görünüyordu. Cemaatin inşa ve programında ikinci kaynağın Hasan El Benna Risaleleridir. Genel olarak İhvan'ın kitapları ve özellikle de Sait Havva'nın eserlerini çok tasvip ve tavsiye ediyordun. Eserlerinden de özellikle Cundullah ve Fi Afakıt Tealim'i çok faydalı görüyordun. Fi Afakıt Tealim'i tercüme ettirdin. Onu, Cundullah'ı ve Risaleler'i basıp yayımlattın. Genel olarak İhvan'ın kitaplarını Cemaatin programına almıştın.

Cemaat içinde en fazla okunan ve okutulan kitaplar İhvan kitaplarıydı. Yoldaki İşaretler ve Fizilali'l Kuran'ın bir cildi de senin emrinle Arapça basılmıştı. Kısacası Risale-i Nur kadar İhvan kültürü ile de bağın güçlüydü. Hatta pratikte İhvan kitapları Risale-i Nur'dan daha fazla cemaat içinde yer almıştı. Zira Risale yeni nesle ağır geliyordu.

Çok sevdiğin ve hayranlık duyduğun üçüncü şahsiyet İmam Humeyni idi(ra). Sen kelimenin tam manasıyla bir Sünni ve Şafii olmakla beraber İmam Humeyni'yi çok seviyordun. Bize defalarca anlattığın gibi İmam Humeyni'yi şu meziyetlerden dolayı sevip takdir ediyordun. İmam, irfani ve sufi meşrepli olduğu halde siyasetle ilgileniyordu ve Şah'a kafa tutmuştu, onu devirdikten sonra Şia Ayetullahlarına rağmen ve onların geleneğini bozarak yönetimi yeni bir şaha teslim etmek yerine kendisi devlet kurdu ve bu devleti bizzat yönetti. Amerika'yı “büyük şeytan” ilan etti ve ona kafa tuttu. Büyük şeytanın bütün oyun ve hilelerine karşı dağ gibi durdu.

Ben şahidim, İran'ın devrimini İslami bir devrim görüyordun. Bir şeriat devleti değil bir İslam devleti olarak bütün imkânlarınla destekliyordun. Bir ara bana şunu söyledin: “Biz İran İslam Cumhuriyetini Şii bir devlet olduğu için değil -zira Şiiciliğin ne olduğunu çok iyi biliyoruz- ancak İslam noktası açısından seviyoruz ve destekliyoruz, şayet Mu'tezile veya başka bir Müslüman fırkası da bir İslami devlet kurarsa onları da severiz ve destekleriz. Hiçbir zaman Şia mezhebine meylettiğine şahit olmadım ve bir iz de görmedim. Zira sen bütün meselelere ve özellikle akidevi konulara Risale-i Nur penceresinden bakıyordun. Bazen konu açılınca defalarca, “Ehl-i Sünnet mezhebi en hak mezheptir. Biz değil Ehl-i sünnet akidemizden Şafii mezhebimizden de taviz verip değiştirmeyiz.” dediğini hatırlıyorum. İran'a gittiğin bir seferinden dönerken ve bize bu seferinden bahsederken konuşma arasında, “Bir Şii molla bana, ‘gel Şii mezhebine gir demesine, ben de sen gel Sünni ol dedim.' O ben nasıl Sünni olurum, ben mezhebimi delille ve ispatla kabul etmişim. Ben de ona; ben de mezhebimi delilli ispatlı bir şekilde kabul etmişim.” bir hikâyeden bahsettiğini de hatırlıyorum. Kısacası Müslümanların birbirinin mezhebiyle uğraşmalarına ve mezhep değiştirmesini tasvip etmiyordun ve şiddetle karşı çıkıyordun. Müslümanlar birbirini olduğu gibi kabul etmelidirler. Herkes mezhep yerine İslam için çalışmalı ve Müslüman oldukları için birbirini sevmeli ve destek olmalıdırlar, diye söylüyordun.

İşte mücadele ve İslami hizmetinde başarılı olmanın bir sebebi de bu basiretin ve vasat hareket etmendi, diye inanıyorum.

DEVAM EDECEK
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
abeme-mektup_1423237198.jpg

Şehid Abime Mektup - 3

Beykoz'da 17 Ocak'ta çıkan çatışmada şehit olan Hizbullah Cemaati Kurucu Rehberi Hüseyin Velioğlu'nu yakından tanıyan Seydalardan M. Beşir Varol, Velioğlu'nun nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğu ile ilgili gazetemize gönderdiği mektubu aynı şekilde siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz. Bu üçüncü ve son bölümde şehid Rehber'in İslami geleneklere sahip çıkma ve davetçi olma konumundaki vasat düşüncelerini okuyacaksınız. İşte o mektubun üçüncü ve son bölümü…
DOĞRUHABER

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim ki bazı insanların ifrat ve tefritlerini hiçbir zaman düşünmedin. Bazıları birçok mescidi “dırar mescidi” olarak niteliyordu.

Camileri boykot ediyorlardı. Sen bu düşünceye, boykota karşı çıktın. Müslümanları ve cemaat mensuplarını camiye teşvik ettin. İmkân dâhilinde cami müdavimleri olmayı, camiye gidenlere hürmet etmeyi emrettin. Hatta her camide İslami sohbet, vaaz ve Kur'an dersi vermeyi emrettin ve ısrarla üzerinde durdun. Böylece yıllarca muattal kalan ve birkaç ihtiyardan başka gidilmeyen camilerimizi ihya ettin. Cıvıl cıvıl gençler ve çocuklar camiye gitmeye başladı. Kur'an dersleri onlara verildi, vaaz ve nasihat sohbetleri düzenlendi.

Camiler şenlendi.

Bazı insanlar da cuma namazını boykot ettiler. Cuma günü millet camiye gittiği vakitte dikkat çekmek amacıyla onlar camiden çıkıyorlardı. Hatta bazı cemaat mensupları da etkilerinde kalarak onlar da gitmiyordu ve gevşeklik yapıyorlardı. Sen bu yanlışlığın karşısına da çıktın ve özellikle cemaat mensuplarına, “Cumaya gitmeyen cemaat mensubu ve arkadaşımız değildir” diye bir talimat vererek kesin tavrını ortaya koydun. Böylece bu kesin tavrınla o yanlışlık da gündemden düşmüş oldu.

Bir ara tekfircilik ve mealcilik de gündem oldu. Kutlu Doğum'un kutlanmasına ve Mevlid-i Şerif'in okutulmasına karşı çıkanlar da gündem oldular. Ortalığı bayağı bulandırdılar.

Müslüman halkın nefretini yeni İslami mücadelenin üzerine çektiler. Bunlarla da mücadele ettin ve en azından bölgede onların da etkisizleşmesine sebep oldun. Allah'ın sana bir lütfu da hiç bu tür yanlış düşünce ve fırkaların tesirinde kalmadın. Hep Sevvad-ı Azam'ın yolunda ve çizgisinde kaldın ve bu tür basitlik ve sapıklığın karşısında durdun ve onlarla mücadele ettin. Özellikle Mevlid-i Şerif üzerinde de çok durdun. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kutlu doğumunu kutlamak, mevlit okumak, siyer okumak, birbirine anlatmak, birbirine ve özellikle de fakir fukaralara yemek vermek, hediyeler vermek, şenlik yapmak eskiden beri Müslümanlar arasında güzel bir gelenektir. Bu geleneği devam ettirmeliyiz ve yaygınlaştırmalıyız, diyordun ve ısrarlı bir şekilde bunların üzerinde duruyordun.

Allah'u Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun, o menfi düşüncelerin sesi kısıldı, cazibeleri kalmadı. Ve şu anda mevlidi şerif ve Kutlu Doğum için platformlar kuruluyor. Bugün Kutlu Doğum, değil bölge ve ülke içinde dünyanın dört bir yanında büyük organizelerle kutlanıyor, yüzbinlerce insan toplanıyor. Artık odalar, salonlar, stadyumlar yetmiyor, büyük meydanlarda kutlanıyor. Özellikle Diyarbakır'da en büyük kutlama düzenleniyor. Bir milyonu aşkın Müslüman toplanıyor. Otobüslerle hatta uçaklarla dünyanın dört bir yanından insanlar Diyarbakır'a akın ediyor. O sevdiğin ve gece gündüz önemle emek verdiğin Diyarbakır, iftiharla bu kutlu işin başını çekiyor. Senin talimat ve tavsiyelerini ihmal etmemiş ve emanetine ihanet etmemiştir. Bu da Allah'u Teâlâ'nın lütfuyla mücadele ve çalışmanın ne kadar bereketli olduğunu gösteriyor.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen ırkçılık ve cahili milliyetçilikten tertemizdin ve herkesten fazla uzaktın. O kadar uzak ve temizdin ki İsmail Hakkı'nın Ruhu'l Beyan tefsirinde Türk milliyetçilik saikasıyla Kürtler hakkında bazı menfi şeyler söylediği için büyük bir zat olmasına rağmen hem kendisini hem de tefsirini sevmiyordun.

Ahmedi Hani'yi de Mem u Zin kitabında Kürtçülük işlediği için yine büyük bir zat olmakla beraber sevmiyordun. Bu sözüm bazı insanların hoşuna gitmese bile senin şahsiyetinin doğru bir şekilde tanınabilmesi için yanımda bir şahitliktir, söylemem gerektiğine inanıyorum. Zira yanımda defalarca bu hususiyeti dile getirdin. Sen vücudunun bütün zerreleriyle ümmetçi idin… Müslüman ülkeler arasındaki hudutları gayr-i meşru sayıyordun. Bütün İslam ümmetinin tek bir devlet olmaları ve tek bir halifenin etrafında toplanmaları gerektiğine inanıyordu. Müslümanlar arasında ırkçılık ve ayrımcılık yapan; Kürt olsun, Türk olsun, Arap olsun hiç fark etmeden onlardan nefret ediyordun. Bununla beraber, yüzde yüz İslami saikle en aşırı bir milliyetçiden daha fazla Kürt halkını seviyordun, sahipleniyordun, dilini biliyordun, en güzel şekilde onunla konuşabiliyordun, konuşuyordun.

İhtiyaç dışında başka dille konuşmuyordun. Kürt halkının bütün hak ve hukukunu bütün imkânlarınla savunuyordun. Ancak sadece dünyaları için değil ebedi saadetleri için de çalışıyordun. Hatta en büyük ağırlığı ahiret saadetine veriyordun. Zira dünya geçici ve ahiret ebedidir.

Risale-i Nur'un Kürtçeye çevrilmesini istiyordun. Hatta hatırlıyorum Miftahul İman risalesini Mele Medeni adında bir Seyda'ya tercüme ettirdin ve kasete doldurarak piyasaya sürdün. Senin emrinle Kürtçe fıkıh, siyer, peygamberlerin hayatı, şiir, marş, ezgi, tiyatro ve şair birçok çalışma yaparak kasetlere doldurarak “Denge Ümmeta İslam” adında piyasaya sürdün. Kürd'e ve Kürtçeye yaptığın hizmet, İslami mücadele gereği yaptığın için Türkler, Zazalar ve Araplara da aynı önemi veriyordun. Hiçbir zaman onları dışlamadın. Dava ve mücadeleni bölgeye has kılmadın. Bölgecilik yapmadın ve onun için de İstanbul'da şehit oldun. Mücadelende hedefin sadece Kürdistan değil bir bütün olarak Türkiye'ydi. Sadece Kürtler değil bütün Türkiye insanıydı. Fakat Kürdistan'a has da bazı plan ve hesapların yok değildi. Zira defalarca, “Emperyalistlerin Kürdistan üzerine özel hesapları vardır. Bizim Kürdistan'da güçlü olmamız gerekiyor ki o hesaplar için plan ve oyunlarını devreye koydukları zaman bozabilelim.” diye bu durumları dile getiriyordun.

Emperyalistlerin hesabı memleketimizde tutmasın diye canla başla gece- gündüz çalışıyordun ve özellikle Kürdistan'da güçlü bir cemaat meydana getirmek istiyordun.

PKK gibi sol örgütleri, emperyalizmin öncü kuvveti olarak sayıyordun ve emperyalistlerin kendi planlarını onların aracılığıyla gerçekleştirmek isteyeceğini söylüyordun. Şuanda o tespitlerinin hepsi berrak bir şekilde ortaya çıkıyor ve hesapların gerçekleşmesi için plan ve oyunlar devreye geçirilmiş durumdadır. Ancak kurduğun cemaat, o oyun ve planları Allah'ın yardımıyla bozacak güçtedir ve hesaplarını boşa çıkaracaktır. Bir karış toprağını emperyalistlere ve de uşaklarına kaptırmayacaktır.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim senin kadar düşmanın istihbaratına ve derin yapılara karşı tedbirlisini görmedim ve olacağına ihtimal de vermiyorum.

Bunların Cemaatin safına sızmasına karşı olağan üstü tedbirler alıyordun. Bu tedbirden dolayı bir gün bir polisle, bir asker veya herhangi bir devlet adamıyla dost olmadın.

Yabancı ve tanınmayan insanları cemaatin safına almıyordun, ayrıca şehadetinle neticelenen istihbarat ve derinlere karşı operasyon ve sorgulamalar bu hususta ne kadar temiz ve tedbirli olduğunu en güzel şekilde ortaya koyuyor. Bu da mücadele ve çalışmalarında başarının bir sırrıdır ve senden sonra cemaatin tefrikaya düşmeyip ayakta kalmanın bariz bir neden ve sırrı olduğuna inanıyorum.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Bazen biz sana, “Abi, bazı kitaplar yazarsan çok faydalı olur.” diyorduk. Sen bize şu cevabı veriyordun: “Harflerden kitap yazmak, telif etmek kolaydır. Ancak insanlardan kitap yazmak zordur. Biz insanlardan kitap yazmaya çalışıyoruz. Zira şu anda bize lazım olan budur. Ve ümmetin ihtiyacı vardır buna.”

Yine bazen biz sana, “Abi cemaatimizin tarihi yazılsa iyi olmaz mı?” Sen bize şu cevabı veriyordun: “Bazıları tarih yapıyor. Bazıları da yapılanların tarihini yazıyorlar. Biz tarih yapanlardan olalım. Zira eğer biz tarih yapmayı becerirsek, yaptığımız tarihin yazanları ve yazarları çok olur. O hususta sıkıntı çekilmez. Önemli olan tarih yapmaktır, yazmak değildir.”

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim sen kolay işlere talip olmuyordun. Sen hep zor olana talip oluyordun. Sen insanlardan mükemmel ve çok faydalı bir kitap yazdın. Bir cemaat inşa ettin. İnşallah bu Cemaat kıyamete kadar ilahi davaya hizmet edecektir. Bir tarih yaptın, zor olanı seçtin ve sana müjdeler olsun. Şu anda yaptığın tarihin yazarları çoktur.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen Resulullah'ın (sav) siyerine çok önem veriyordun, özellikle son dönemde “Biz siyer cemaatiyiz. Zira önemli olan bir gayemiz, ümmetin birliğini sağlamaktır. Bu da ancak siyerin etrafında toplanmakla mümkündür. Bütün Müslümanlar Resulullah (sav) ve siyerinde birleşiyor ve hiç kimsenin bu hususta itirazı yoktur.” diyordun.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Aramızda senin yerin çok görünüyor. Senin boşluğunu dolduramamışız ve doldurulması da çok zor görünüyor. Sen aramızda iken her meselelerimizi sana danışıyorduk. Fikirlerine, talimatlarına ve tavsiyelerine çok güveniyorduk. Akülerimiz boşaldığı zaman sana koşuyorduk ve sen bizi şarj ediyordun.

Önümüzü göremediğimiz zaman, seni dinlediğimizde en az altı aya kadar önümüzü görüyorduk. Gözümüz korktuğu zaman sana koşuyorduk ve sen bize cesaret depoluyordun.

Hâsılı sen bizim her şeyimizdin. Sensiz yaşamak ve mücadele vermek çok zordur. 14 yıl geçti hala da senin yokluğuna alışamadık. Hala da zaman zaman, “Şimdi abi aramızda olsaydı bu hususta şu hususta ne diyecekti acaba?” diyoruz. Senin emrinle yaptığımız her işin doğruluğundan emindik ve rahat idik.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Senin sohbetine doymak imkânsızdır. Ancak Kürtçe tabiri ile “beskırın adete” onun için mektubuma son vermek istiyorum. Allah sana en geniş rahmet mağfiret versin ve sana keremiyle muamele etsin ve bizi Firdevs cennetinde buluştursun. Âmin…

Esselamun Aleykum Ve Rahmetullahu Ve Berekatu.

Seni seven ve kendine Rehber kabul eden kardeşin, M.Beşir Varol

SON...
 
Benzer konular Forum Tarih
عبيد Serbest Kürsü 3 3K

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt