Hatırlıyor musun ilk iman ettiğin günleri? Ve yine hatırlıyor musun davaya ilk katıldığın günleri? Çevrendeki her şey ayrı bir güzelliğe bürünmüştü gözünde... Her şey ama her şey sana Allah’ı hatırlatıyor, davaya olan sevgi ve bağlılığını bildiriyordu. Kardeşlerin vardı dünyalara değişmeyeceğin! ‘Öz kardeşimden daha yakın’ der ve onların varlığıyla gururlanırdın. Kitapların vardı, her biri ayrı dünya olan.. Eline aldığında bırakmak istemediğin... Ya dersler!! Nasıl da heyecanla bekliyordun bir sonraki dersi. Bayram sabahını bekleyen çocuklar gibi... Allah Rasûlü'nün sallallahu aleyhi ve sellem hayatı anlatılıyordu, belki de İslam akidesi... Kah atlı olup cenge tutuşuyordun Bedir’de, Uhud’da, kah Habbab olup kızgın ateşe yatıyordun, bazen Bilal oluyordun karnında ağır bir taşın ağırlığını hissederek... Dünya!! Zorda olan ve senin yardımını bekleyen mustazaf ve mazlumlardan ibaretti gözünde . Her birinin acısını ta yüreğinde hissediyordun. Az mı ağladın CD’leri tekrar tekrar izleyip? Az mı bir makaleyi gözyaşları ve dualarla okudun... Nasıl yürekten dua ediyordun hatırladın mı? Sen ‘Allah’ım’ dediğinde tüm dünya duruyordu adeta... Sen ‘Ya Rab’ dediğinde önce iç dünyan, sonra tüm kainat sarsılıyordu... Hani cezbeye gelmiş misali.
Yardım istediğinde az mı ‘Lebbeyk’ dedin! Hayati olan meseleler için biriktirdiğin üç-beş kuruşunu az mı Afgan’a, Çeçen’e verdin... Ah ah!! Bazen çantanı alıp hicret ettin. Ta o diyarlara gidip Rabbine verdiğin sözü yerine getirmeye çalıştın. Az mı gecenin karanlığında Rabbinle konuştun. Dağlarda ay aydınlatırken yolunu, yıldızları şahit tutup acziyetine ve fakirliğine, gecenin Rabbine sığındın... Her konuşma ve niyazdan sonra tek başına bir ümmet olup kükredin dağlarda... Ya şehitler, ya zindan ehli? Onların çocuklarına bakmaya kıyamazdın... Burnunun direkleri sızlar, ağlamamak için nasıl da dudaklarını ısırırdın.
Senden ricada bulununca ‘Davaya canım feda’ derdin. Rica edilmesine kızar ‘Bize emredeceksiniz, biz yapacağız’ derdin. Sana bir sorumluluk verildiğinde mutluluktan ayakların yere basmazdı. Verdiğin sözü hatırladın mı? Nasıl da heyecanlanmıştın? Kendini ‘Akabe Biatı’nda hissetmiştin... ‘Sür atını denize, biz de peşinden gelelim’ diyen sahabeyi ilk defa orada anlamıştın... Nasıl da güzel bir heyecandı seninkisi... Bu satırları okurken o günleri yaşamak ne de güzeldi? Peki ne değişti?
İslam devleti kurulup, mazlumların ahı, mustazafların gözyaşı dindi mi? Kafirin elinde kirlenen iffetli bacıların intikamı alındı mı? Gönül verdiğin dava yerel veya genel hedeflerine mi ulaştı? Allah subhanehu ve teâlâ ‘Bu topluluktan razı oldum’ diye ferman mı buyurdu?
Yüreğinin beraber attığı mazlumlar şu an gülüyor mu? Bakmaya kıyamadığın yetimler, mahkum çocukları hayallerine mi kavuştu?
Ne oldu? Ne değişti de sen değiştin? Allah’a subhanehu ve teâlâ ve müminlere verdiğin sözü hatırlamayalı ne kadar oldu? Kaç zamandır ağlamadın? Elini açıp samimi bir duayı dahi fazla mı görmeye başladın kardeşlerine?
Ne oldu kardeşim, ne değişti de ayaklarını yere basmadan gittiğin dersler, seni sıkar oldu? Alim mi oldun? Elinden bırakamadığın kitapları düşman gibi mi görmeye başladın?
Ne oldu? 'Sözün kabul edildi, Allah senden razı oldu', sesini mi işittin de senden bir şey rica edildiğinde suratını asıyor, yapmamak için yüzlerce bahaneyi aynı anda sıralıyorsun? ‘Allah dostusun, sana korku da hüzün de yok’ sırrına mı mazhar oldun da, nasihat dinlemek bu kadar ağır geliyor sana? Herkes kendine baksın demeye başladın?
Yüzünde sahte bir gülümseme, her şeyi şaka konusu yapman, hayatla, inandığın değerlerle, aslında kendinle dalga geçmene sebep olan şey nedir?
Ümmetin kadınları cariyeyken kafirlerin elinde, sen cariyelerden konuşmaya haya etmiyor musun? Önceden durumuna ağladığın ve yerinde duramadığın bacıları sana unutturan şey ne? Meseleler mi hafifledi, sen mi değersizleşmeye başladın? Allah’a ve müminlere verdiğin sözü en son ne zaman hatırladın? En son ne zaman kardeşlerinin derdiyle dertlendin? Senden bekleneni hakkıyla yerine ge tirdin?
Duydum ki yeni bir ev almak istiyormuşsun? Hayallerindeki ev modelini anlatıyormuşsun? Başta şaşırdım! Acaba nasıl oldu da, “Bize cennet sarayları lazım, dünyalık evler onlara olsun diyen, bazen şöyle evlerim olsaydı da her birini İslam’ın bir işine kullansaydım” diye içlenen kardeşim, ne oldu da bu hallere geldi... Sen söyle bari! Dört duvar hayalini anlata anlata bitirememen, evi olmayan Müslümanlara nazire olsun diye mi, yoksa kıyamette aleyhine hüccet oldun diye mi? Yoksa bu ‘Allah’tan ve davandan yüz çevirdiğinin alameti’ mi?
Ben senin cihad bölgelerine gitmek için can attığını bilirdim... Gidenlerin arkasından gıpta ile bakardın... İzin bekliyordun hani emir sahiplerinden. İzin verilse malzemelerin dahi hazırdı... Hiç durmadan spor yapıyordun, her an Allah nasip edebilir diye? Artık tatil programları yapıyormuşsun? Senede en az bir defa tatile çıkmalıymış... Bir an düşündüm galiba tüm cephelerde zafer kazanıldı, benim kardeşim de tatil planları yapmaya başlamış... Biriktirdiğin para da epey olmuş... Artık bir araba yenilemenin zamanı gelmiştir. ‘Besili atlar hazırlayın’ ayetinden, ‘bu ayetin tefsiri şudur’ diyerek yaptığın yorumlardan, gazetelerden araba resimlerini kesmeye mi vardı iş?
Hani nerede o dolu gözlerle verdiğin sözler? Kardeşlerin hala aynı yerde, sıkıntılar devam ediyor? Ya sen neredesin? Kalbini bizden ayıralı çok zaman oldu, cesedini de kardeşlerine fazla görmeye başladın.... En son gelip, ilk çıktığının, daha doğrusu kaçtığının farkında mısın?
Seni sen yapan tüm sıkıntılar orta yerde duruyor ama sen yoksun... Söz verdiğin tüm durumlar bir bir yaşanıyor ama sözün sahibi, sözünü unuttu veya unutmuş gibi görünüyor
Kardeşim!
Sen daha rahat bir din yaşayasın diye, cihad ehli sahalarda, zindan ehli zindanlarda, davet ehli meydanlarda! Sen neredesin?
Bir zamanlar öyleyken şimdi niye mi bu haldesin? Bir zamanlar sen Rabbine yönelmiştin, O’nu görüyormuşçasına O’na kulluk ediyordun. O’nu ve O’nun şiarlarını yüceltiyordun. Sen O’na bir adım attıkça O sana on adım atıyor, sen O’na yürüyünce O sana rahmeti, lütfu, muvaffak kılması ve beraberliği ile koşarak geliyordu... Sonra sen yüz çevirmeye başladın... Yüzünü O’ndan dünyaya döndün... Sen yüz çevirdikçe O hatırlaman, tekrar dönmen için fırsatlar sundu. Ama sen anlamadın. O senin günahlarını örttükçe, seni dilese rezil edebilecekken, seni setrettikçe, sen bunu kendi akıllılığından sanıp iyice günahlara gark oldun... Kardeşlerini sana nasip etti... Tökezlediğinde seni uyarsınlar tövbeye çağırsınlar diye! Sen onları yük görmeye başladın, nasihate tahammülün kalmadı... Sana her konuşanı, sen de içinden konuşarak dinledin! Yani ikiyüzlülük yaptın... Sen her fırsatı teptin, öyle ki O da subhanehu ve teâlâ senden yüz çevirdi. O yardım ve bereketi çekince nefsinle baş başa kaldın ve sonuç ortada... Unutma ki; O merhametlidir, O’nun kapıları nefis boğaza gelip çıkma durumuna gelmeyene dek açıktır. O kendine yönelene zaman ve mekan gözetmeden yönelendir... Bulunduğun yer neresi olursa olsun, hangi zamanda olursan ol bırak elinden şu yazıyı ve Rabbine yönel... Sıkıntıların anlatılacağı en yakın dost ve veli O’dur... Çünkü insanın sıkıntılarını en iyi muhafaza edip gidermeye kadir olan, yardımcı ve Rab O’dur... Unutma!
Sen verdiğin sözleri hatırlamak, Rabbine yönelmek zorundasın. O’nun ve müminlerin sana ihtiyacı yoktur... İhtiyacı olan sensin... O dilese seni ve bizleri götürüp, yerimize yeni kavimler getirir... Ve bu O’na hiç de zor değildir... “Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah'a göre güç değildir.” (35/Fatır, 15-17)
Kardeşim! Zaman zorluk zamanıdır: Zor zamanda davana sahip çıkmak, onunla dertlenmek, ‘Ben de varım, buradayım’ demek, sadık ve muhlis insanların işidir. Zor zamanda kendisini düşünüp sahayı terk etmek veya cesedi sahada olsa da hayalleri dünyalıkla, rahat hayatla süslemek münafıkların özelliklerindendir ... Ve bu dünyada münafık olmaktan en çok sakınan bizler olmalı, onlara dair her türlü sıfattan şiddetle kaçınmalıyız.
Unutma! ‘Ya Rab’ dediğinde, acziyetini dile getirip secdeye kapandığında, gözyaşlarınla biriken kirleri yıkadığında, Rabbin seni ortada bırakacak değildir... Müminlere yönelip ‘Ben buradayım, bir dönem unuttum, gaflete daldım. Ancak sorumluluklarımı yerine getirmeye hazırım’ dediğinde kardeşlerin seni dışlayacak değildir. Hiçbir şey bitmiş değil, hiçbir şey için geç kalmış değilsin. Bu hatırlattıklarım kabirde ve mahşerde tekrar hatırlatılacak... Ama tek farkla! Dönüş olmayacak!
Nisa'ul Ummet