Yalnızlığın kadim dostu: Ebuzer
"Allah Ebu Zerr'den rahmetini eksik etmesin. O yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşredilir." (Hadis-i Şerif - Müstedrek)
"Birbiriyle yarışan binalardan, çarşıları dolduran dünyalıklardan ve onu elde etmek için hırsla koşuşan insanlardan uzakta, onların hırslarına, zaman zaman birbirlerini kırdıklarına şahid olmadan yaşıyordu. Tabiatın ve sadeliğin kucağındaydı." (Dr. M. Şerafeddin Kalay)
Âmine Ateş Kabaktepe
EBU Zerr el-Ğıfari (r.a.); uzun boylu, iri cüsseli, esmer tenli, siyah gür saçlı ve oldukça yakışıklı bir sahabeydi. İslam güneşi bu yalnız, asi ve sert tabiatlı insanı aydınlatmadan önce, yol kesen ve canlara kıyan bir kimseydi. O ışığı hissettiği zaman İslam terbiyesiyle tamamen değişti. Fakir ve yoksulların koruyucusu olmuştu. Yanında çalışan hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemekleri aynı sofrada yiyecek kadar mütevaziydi. O kadar mütevaziydi ki; bir zenciye karşı istemeyerek yaptığı bir kusurdan dolayı çok üzüldü, perişan oldu ve zencinin yanına giderek ondan öyle bir af diledi ki zenci ne yapacağını şaşırdı. O tertemiz, mis kokan yanağını toprağa koydu ve zencinin şaşkın bakışları altında mübarek gözlerini ona dikerek yanağına basmasını isteyecek kadar alçak gönüllüydü.
Künyesiyle meşhur olduğundan asıl adı unutulmuştur. Mensup olduğu Ğıfar kabilesi haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan, yol kesmekten ve can almaktan çekinmeyen bir kabileydi. Ebu Zerr'in de Müslüman olmadan önce kabilesi gibi yol kestiği, yağmacılık yaptığı bilinmektedir. Hatta kabilesindeki en atılgan, en çevik ve gözü pek yağmacılardan olduğu söylenmektedir. Fakat onlardan farklı olarak asla putlara tapmamıştır. Bizzat bu heykellerden nefret etmiştir. İslamiyet'i kabul etmeden iki veya üç sene önce Allah'a ibadet etmeye başladığı bilinmektedir. Mekke'de Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) bir olan Allah'ın dinine, İslam'a çağrısını duyunca oraya gitmiş ve Resulullah'ı (s.a.v.) bulmak adına karşılaştığı tüm zorlukları yenerek O'na ulaşmış, Müslüman olmuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) özellikle Ğıfar kabilesine mensup bir kişinin kendisine gelip Müslüman olmak istediğini duyunca çok şaşırmıştır.
Dr. M. Şerafeddin Kalay, Peygamber Dostları Örnek Nesil adlı kitabında bu yüce zatı ne güzel ifade etmiş; "Her gün ışıklarıyla nice farklı diyarları, nice farklı hayat tarzı yaşayanları aydınlatan, salınan nice dallardan ve rüzgârlarla oynayan nice yapraklardan süzülen, nice pencerelerden girip evlere misafir olan güneş sahralara bir başka vurur. Dünyayı kucaklayan ışığı ve sıcaklığı sahralarda bir başka olur. O şimdi ışıklarını dolu dolu gönderdiği sahralarda ilerleyen bir yolcu görüyordu. Yapayalnız, yükü sırtında bir yolcu. Allah Rasulü'nün ve cihad ordusunun izlerini takip ederek ilerleyen bir yolcu...
Gölgeler uzamaya başlayınca yollara düşen, bütün gece boyunca yürüyen, güneş doğup sıcaklığı arttırıncaya kadar durmak bilmeyen, adımlarına ancak namaz ve küçük istirahatlar için ara veren bir yolcu. Allah yolunda verilecek olan cihada Rasulullah'ın yanında bulunamamayı kabullenememiş bir yolcu...
" Açlık... Susuzluk... Hayal Kırıklığı...
"Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde; Sizi taşıyacak binek bulamıyorum, deyince Allah için cihad yolunda infak edecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözlerinden yaşlar döken kimseler de mazurdurlar." (Tevbe/92)
Ebu Zerr (r.a.) 'in de katıldığı Bizans'a yönelecek olan, çok sıkıntılı ve kavurucu sıcağın altında hazırlanan ordu Ceyşü'l-Usre olarak isimlendirildi. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orduya sadece süvarilerin kabul edileceğini açıklamıştı. Savaşa canı gönülden katılmak isteyen, Allah için cihad ordusunda yer almak isteyenler, fakat binek sahibi olmayanlar da vardı. Bineklerini sırayla kullananlar, yardımlaşma ile ödünç binek alanlar da olmuştu elbet.
Ebu Zerr (r.a.) de yüreğindeki o ateşe rağmen binek bulamayanların arasındaydı. Biraz sütünden faydalandığı yaşlı bir devesi vardı. Ancak onun bu cihad yoluna dayanamayacağı ve tükeneceği aşikârdı. Savaş zamanına kadar büyük bir umutla bekledi; belki bir binek bulurum diye... Ama bulamadı. Ordunun şaşalı gidişini seyrediyordu. İlk defa bir cihad ordusunu uzaktan izliyordu. Her zaman Allah Rasulü ve ordu ile her sefere çıkan Ebu Zerr'e bu durum çok dokundu. İlk defa mücahidlerin arasında değildi. Buna dayanamıyordu... İçi elvermiyordu... Hemen evine doğru koştu. Zırhını, kalkanı kuşandı ve doğru yaşlı devesinin yanına gitti. Belki bu güçsüz devesi için acımasızca olabilirdi fakat ancak yaşlı devesi ile gönlündeki bu cihad ateşini biraz da olsa dindirebilirdi. Apar topar hazırladığı erzakları hemen devesine yükleyip bu mükemmel ordunun peşine takıldı.
Güçsüz, ağır yürüyen bu yaşlı devesi ile orduya yetişmesi imkânsızdı ama Ebu Zerr (r.a.) vazgeçmedi. Arayı kapatmak için denemediği yol kalmadı. Yokuşlu yollar da ordunun izlerini takip ederek ilerliyordu. Bir zaman sonra olan oldu. Devesi kendini bıraktı. Çöktü, kalkamadı. Ebu Zerr (r.a.) yine yılmadı, devesinden aldı tüm azığını, zırhını, kalkanını tek başına düştü yollara...
Günlerce, belki de aylarca yürüdü, yürüdü... İzlerden orduya ulaşmak için asla pes etmedi. Sadece takip etti. Ordunun uzun bir molası olmuştu. Dinleniyorlardı. İlerİde birini gördüler sanki. Tek başına yaya gelen ve her şeyini sırtına yüklemiş büyük bir cihad aşkıyla gelen birini... Mücahidler uzaklara bu karartıyı görür görmez hemen Resulullah'a haber verdiler, önlem almak istediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Hayır" dedi, "Gelen Ebu Zerr!" (El-İsabe 4/64)
Allah Resulü (s.a.v.), Ebu Zerr (r.a.) 'ın bir başına yollara düşüp, günlerce orduyu izlerinden takip ettiğini gördüğü an O'nu bize hep hatırlatacak hadis-i şerifini söyledi : "Allah, Ebi Zerr'den rahmetini eksik etmesin. O yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşredilir." (Müstedrek)
vahdethaber.com
"Allah Ebu Zerr'den rahmetini eksik etmesin. O yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşredilir." (Hadis-i Şerif - Müstedrek)
"Birbiriyle yarışan binalardan, çarşıları dolduran dünyalıklardan ve onu elde etmek için hırsla koşuşan insanlardan uzakta, onların hırslarına, zaman zaman birbirlerini kırdıklarına şahid olmadan yaşıyordu. Tabiatın ve sadeliğin kucağındaydı." (Dr. M. Şerafeddin Kalay)
Âmine Ateş Kabaktepe
EBU Zerr el-Ğıfari (r.a.); uzun boylu, iri cüsseli, esmer tenli, siyah gür saçlı ve oldukça yakışıklı bir sahabeydi. İslam güneşi bu yalnız, asi ve sert tabiatlı insanı aydınlatmadan önce, yol kesen ve canlara kıyan bir kimseydi. O ışığı hissettiği zaman İslam terbiyesiyle tamamen değişti. Fakir ve yoksulların koruyucusu olmuştu. Yanında çalışan hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemekleri aynı sofrada yiyecek kadar mütevaziydi. O kadar mütevaziydi ki; bir zenciye karşı istemeyerek yaptığı bir kusurdan dolayı çok üzüldü, perişan oldu ve zencinin yanına giderek ondan öyle bir af diledi ki zenci ne yapacağını şaşırdı. O tertemiz, mis kokan yanağını toprağa koydu ve zencinin şaşkın bakışları altında mübarek gözlerini ona dikerek yanağına basmasını isteyecek kadar alçak gönüllüydü.
Künyesiyle meşhur olduğundan asıl adı unutulmuştur. Mensup olduğu Ğıfar kabilesi haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan, yol kesmekten ve can almaktan çekinmeyen bir kabileydi. Ebu Zerr'in de Müslüman olmadan önce kabilesi gibi yol kestiği, yağmacılık yaptığı bilinmektedir. Hatta kabilesindeki en atılgan, en çevik ve gözü pek yağmacılardan olduğu söylenmektedir. Fakat onlardan farklı olarak asla putlara tapmamıştır. Bizzat bu heykellerden nefret etmiştir. İslamiyet'i kabul etmeden iki veya üç sene önce Allah'a ibadet etmeye başladığı bilinmektedir. Mekke'de Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) bir olan Allah'ın dinine, İslam'a çağrısını duyunca oraya gitmiş ve Resulullah'ı (s.a.v.) bulmak adına karşılaştığı tüm zorlukları yenerek O'na ulaşmış, Müslüman olmuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) özellikle Ğıfar kabilesine mensup bir kişinin kendisine gelip Müslüman olmak istediğini duyunca çok şaşırmıştır.
Dr. M. Şerafeddin Kalay, Peygamber Dostları Örnek Nesil adlı kitabında bu yüce zatı ne güzel ifade etmiş; "Her gün ışıklarıyla nice farklı diyarları, nice farklı hayat tarzı yaşayanları aydınlatan, salınan nice dallardan ve rüzgârlarla oynayan nice yapraklardan süzülen, nice pencerelerden girip evlere misafir olan güneş sahralara bir başka vurur. Dünyayı kucaklayan ışığı ve sıcaklığı sahralarda bir başka olur. O şimdi ışıklarını dolu dolu gönderdiği sahralarda ilerleyen bir yolcu görüyordu. Yapayalnız, yükü sırtında bir yolcu. Allah Rasulü'nün ve cihad ordusunun izlerini takip ederek ilerleyen bir yolcu...
Gölgeler uzamaya başlayınca yollara düşen, bütün gece boyunca yürüyen, güneş doğup sıcaklığı arttırıncaya kadar durmak bilmeyen, adımlarına ancak namaz ve küçük istirahatlar için ara veren bir yolcu. Allah yolunda verilecek olan cihada Rasulullah'ın yanında bulunamamayı kabullenememiş bir yolcu...
" Açlık... Susuzluk... Hayal Kırıklığı...
"Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde; Sizi taşıyacak binek bulamıyorum, deyince Allah için cihad yolunda infak edecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözlerinden yaşlar döken kimseler de mazurdurlar." (Tevbe/92)
Ebu Zerr (r.a.) 'in de katıldığı Bizans'a yönelecek olan, çok sıkıntılı ve kavurucu sıcağın altında hazırlanan ordu Ceyşü'l-Usre olarak isimlendirildi. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orduya sadece süvarilerin kabul edileceğini açıklamıştı. Savaşa canı gönülden katılmak isteyen, Allah için cihad ordusunda yer almak isteyenler, fakat binek sahibi olmayanlar da vardı. Bineklerini sırayla kullananlar, yardımlaşma ile ödünç binek alanlar da olmuştu elbet.
Ebu Zerr (r.a.) de yüreğindeki o ateşe rağmen binek bulamayanların arasındaydı. Biraz sütünden faydalandığı yaşlı bir devesi vardı. Ancak onun bu cihad yoluna dayanamayacağı ve tükeneceği aşikârdı. Savaş zamanına kadar büyük bir umutla bekledi; belki bir binek bulurum diye... Ama bulamadı. Ordunun şaşalı gidişini seyrediyordu. İlk defa bir cihad ordusunu uzaktan izliyordu. Her zaman Allah Rasulü ve ordu ile her sefere çıkan Ebu Zerr'e bu durum çok dokundu. İlk defa mücahidlerin arasında değildi. Buna dayanamıyordu... İçi elvermiyordu... Hemen evine doğru koştu. Zırhını, kalkanı kuşandı ve doğru yaşlı devesinin yanına gitti. Belki bu güçsüz devesi için acımasızca olabilirdi fakat ancak yaşlı devesi ile gönlündeki bu cihad ateşini biraz da olsa dindirebilirdi. Apar topar hazırladığı erzakları hemen devesine yükleyip bu mükemmel ordunun peşine takıldı.
Güçsüz, ağır yürüyen bu yaşlı devesi ile orduya yetişmesi imkânsızdı ama Ebu Zerr (r.a.) vazgeçmedi. Arayı kapatmak için denemediği yol kalmadı. Yokuşlu yollar da ordunun izlerini takip ederek ilerliyordu. Bir zaman sonra olan oldu. Devesi kendini bıraktı. Çöktü, kalkamadı. Ebu Zerr (r.a.) yine yılmadı, devesinden aldı tüm azığını, zırhını, kalkanını tek başına düştü yollara...
Günlerce, belki de aylarca yürüdü, yürüdü... İzlerden orduya ulaşmak için asla pes etmedi. Sadece takip etti. Ordunun uzun bir molası olmuştu. Dinleniyorlardı. İlerİde birini gördüler sanki. Tek başına yaya gelen ve her şeyini sırtına yüklemiş büyük bir cihad aşkıyla gelen birini... Mücahidler uzaklara bu karartıyı görür görmez hemen Resulullah'a haber verdiler, önlem almak istediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Hayır" dedi, "Gelen Ebu Zerr!" (El-İsabe 4/64)
Allah Resulü (s.a.v.), Ebu Zerr (r.a.) 'ın bir başına yollara düşüp, günlerce orduyu izlerinden takip ettiğini gördüğü an O'nu bize hep hatırlatacak hadis-i şerifini söyledi : "Allah, Ebi Zerr'den rahmetini eksik etmesin. O yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşredilir." (Müstedrek)
vahdethaber.com