Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Yaşlanınca Tarikat Modası

C Çevrimdışı

cendel

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
YAŞLANINCA TARİKAT MODASI


Emekli olunca namaza başlayıp, bir ev bir araba alınca, oğlanı everip, kızı da gelin edince hacca gideriz hayalindeki vatandaş amca, bu dediklerini yapınca, bizim memlekette sırası gelmiş bir iş daha var. Ya cami avlusunda dedikodu yaparsın, ya bir tarikatçının teşvikleriyle onun tarikatina intisab edersin. Din ile geç iştigal etmeyi kafaya koyduğundan, ahir ömrüne dek dinini öğrenmemis bu hacı emmi, ileride toz kondurmayacağı fakat reklamını ilk defa duyduğu bu tarikata el alıcılar nezaretinde ilk adımını atmıstır, fakat daha sonra kolunu da kalbini de kurtaramayacaktır. İntisab ne demektir diyenleri işitir gibi oluyorum. İntisab, bir kişiye veya bir zümreye nisbet edilmek, falancalardan diye anılmaktır. Yani artık falan tarikattan oluverir. Onların ögrettiği zikirleri yapar, onlardan duyduğu hikayeleri anlatırsa, cennetin başköşesine kurulmaması için hiçbir sebep kalmamıştır. Çünkü onları övmek onları memnun etmektir, onların memnuniyetleri ise cenneti icab ettirir!

Hikaye dedim de şeyhinin veya onun babasının kerametlerini konu alan hikayeler demek istedim. Bazen silsile-i sâdât'in kerametlerine de uzunca dalıp gitmek vaciptir. Silsile-i sâdât nedir denirse; peygambere kadar dayandığını iddia ettikleri seyyidler, peygamberin torunları kastedilmektedir. Bu insanların kerametlerini anlatmakta ileri gitmek mümkün ise de bu övgülerin peygambere ref edilmesi, yahut sahabenin kerametlerini anlatmak ileri gitmek olur.

Bu meclislerde Allah'ı memnun etmek, Allah'i övmek, Allah'ı noksanlıklardan tenzih etmek yerine, şeyhin kusursuz oldugu, ona hiçbir noksanlığın nisbet edilemeyeceği, onun pek yüce meziyetlere sahip olduğu, müridden her türlü sıkıntıyı giderdiği, dünyada da ahirette de asi olsun, itaatkar olsun her müridine mutlaka şefaatçi olacağı vs. nev'inden şirk muhabbetini teneffüs etmeyi dindarlık zanneden amcam bilse ki bu ögrendiği Ebu Cehil'in dinidir. Allah'a şirk koşmaktan vazgeçmediği için helak olan Nuh (aleyhis selamın) kavminin dinidir. Sahte ilahlarına laf söyledigi için çarpılacaksın tövbe et dedikleri İbrahim'in (aleyhisselam) müşrik babasının dinidir. Evet babası müşrik olan bir peygamber ve insanların hidayeti için gönderilmiş bu büyük rasûl babasının imanına sebep olamamıştır. Nuh da oğlunun ve karısının iman etmesini sağlayamamıştı, Lut da karısının iman etmesini saglayamamıştı. Şeyh efendi her kime kazara sarf-ı nazar etse (bir bakışı isabet etse) cennete sokuyor. Bu kadar peygamberin babası, oğlu, karısı hiç mi gözgöze gelmediler ki cennetlik olamadılar? Alemlere rahmet olarak gönderilen hatemü'l enbiya (peygamberlerin sonuncusu) Muhammed aleyhisselam da çok istemesine ve uğraşmasına rağmen sevgili amcasi ebu Talib'in iman etmesini sağlayamamıştı. Halbuki amcası onu babası gibi yetiştirmiş, düşmanlarına karşı korumuş, kollamıştı. Muhammed aleyhisselam amcasına hiç mi sarf-ı nazar etmedi ki o iyilik sever insan müşrik olarak öldü?

Emeklilik güzel şey, lakin dünyada çalıştığının emeğini almak kadar doğal bir gerçek daha var. Ahiret için çalışmadan karşılık almak türünden beleşçilik emeksizliktir. Dünyada emekliye (emek verene) karşılık verildiği gibi ahirette de emekliye karşılık verilecektir. Falancanın himmetiyle başköşeye kurulmanın hikayesi ancak ölene kadar devam eder, Allah rızası için çile çeken müminlerin cennetteki sefasını ise emeksizler ancak cehennemden seyreder.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Akxi çok Güzel yazılmış daha Öncede okumuştum bunu Yaşlanınca Tarikatçı olurlar Gençken Irz Düşmanı Sapık veya Faizci,Tağutun Elemanı daha sonra Mistik Hayat Tarikat ile VAHDET-İ VUCUD Müşrik Hayatına Devam eder sonrada Kafir giderler...

Tevhid Ehli Müslümanlara Şeriatçı -Aşırı ve Radikal-Marjinal derler,sonra Köpek Leşi gibi bir Cenaze olurlar,bu Leşlerini Tağuta bağlı Cami Hocalarıda Namazını kıldırır ve Bir Pisliği atıp dönerler...

Allah-Subhanahu ve Teala- Bizi Bilmeyerek Şirk Koşmaktan ve İnatçı Cahillikten Korusun...Ayaklarımızı Sabit Kılsın,Bu İnsanlara HİDAYET Etsin ve Bizleride Vesile kılsın..Allahumme Amin..
 
B Çevrimdışı

BirGaripKul

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleyküm,
hazir bu konu acilmisken, ve ben insallah birseyi yanlis anlamamisimdir, bir kac sorum olacakdir.
tarikata üye olmak daha iyi bir müslüman olmak demek midir?
ve tarikatin basinimi cekenler denilir veya, nasil desem, seyh mi, o sahislar peygamber efendimiz kadar hürmete layik mi görülmekdedir?
sorularini mazur görün niyetim hicbirseyi elestirmek degil gercekden bilgi edinmek icin.
burdan baska forumda düzgün cevap alacagimi düsünemiyorum.
simdiden cok tesekkür ederim..
hayirli geceler..
allaha emanetsiniz,,.
 
C Çevrimdışı

cendel

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
sa.

Soru: İslamda tasavvuf varmıdır ? islami zühd ne demektir?
bu yönde selef alimlerinin yazdıgı eserleri nasıl degerlendirmek lazım? tasavvufun cıkış tarihi ve günümüzdeki uygulanış biçimiyle şirkleri ve bugun davette bu şekilde yaklaşımları acıklarmısınız bir davetci muhatabına islamda tasavvuf vardır aslında şöyledir böyledir diyerek tarihede atıf yapması muhatab için elzemmidir önceliklimidir ve günümüzdeki yle bunu nasıl izah ederiz?

Cevap: tasavvuf zamanımızdaki , birilerini mürşidi kamil edinip, onun eteğine sarılmak, ondan yardım istemek, ona medet bağlamak, ondan ummak, ona dua etmek, onu rabıta edinmek şeklinde Çünkü bunların hepsi Allah (c.c)’ın uluhiyetini iptal eden hallerdir.
Zira saptırılmış tasavvufta şeyh, uluhiyet seviyesinde görür kendisini. Çünkü o, şeyh daha açıkçası mürşidi kamil olabilmek için büyük merhaleler katetmiştir. Önce kendi mürşidi kamilinde bütünleşmiş şeyhlik mertebesine varmıştır, daha sonra rasulle bütünleşmiş nübüvvet mertebesine varmıştır ve daha sonra da Allah (c.c) da bütünleşmiş, uluhiyet mertebesine varmıştır. Bu sebeple müridleri ondan isterler, ondan medet umarlar, ondan korkarlar…. Öyle ki mürid şeyhinin elinde, ölü yıkayıcısının elindeki bir ceset gibi olurlar… Kendilerine mürşidi kamillerine, ya da daha açık ifadesiyle Allah (c.c)’tan başka ilah edindikleri Allah (c.c) düşmanı İblisin kulu bir taguta tam bir teslimiyetle teslim eder hale gelmişlerdir.
İşte bunun adı, tasavvuf değildir. Bunun adı her çağda ve mekanda şirk, sahipleriyse müşrikler olarak isimlendirilmişlerdir.
Bu sebeple zamanımızda bu gibi sapık akımlara kendilerini kaptırmış kimselere tebliğ yaparken tasavvuf, zühd kavramlarından ziyade ya da tarihteki bu meselelerle ilgili örneklerden ziyade tevhidi ve şirki anlayacağı, kafasını daha iyi çalıştırabileceği meselelere değinmek daha yerinde olur.



Allahi Zikretmek Demek Allah Rasulunun Getirdigi Gercek Kaideleri Hayata Uygulamaktir

Yani, bir başka deyimle Kur'anin emirlerine sımsıkı sarıılmaktır. Her kim Kur'ana inanmaz, Onun içindeki düsturları kendisi için hayat düsturu haline getirmezse, Allah'dan yüz çevirmiş, şeytanla dost olmuş demektir.

Buna Allah-u Teala şöyle işaret buyurmaktadır:

“Kim benim zikrim olan Kur'an'dan yüz çevirirse, kuşkusuz onun için çok dar bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz.
“Rabbim ; Beni neden kor olarak hasrettin? Halbuki ben gören bir kimseydim” der.
Allah da “İşte böyledir, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onlarıi unutmuştun. İşte bugün de ben seni öyle unutmaktayım” buyurur.” (Taha: 124)

Bu ayetler, zikrin ancak Kur'an ayetleri olduğunu belirtmektedir.
Demek ki, bir kimse, gece gündüz Allah'ı zikretse, fakat Allah'ın zikri olan Kur'ana uygun bir hayat yaşamasa, böyle bir kimse şeytanin dostu olmaktan kurtulamaz.
Havada uçsa, suda yürüse yine de bundan kendini kurtaramaz. Çünkü , böylesini havada uçuran, denizde yürüten şeytandır, rahman değildir.
Şeyhulİslam imam İbn-i Teymiyye

İmam Şafii şöyle diyor:
“Hiçbir akıllı kimse yoktur ki sabahleyin tasavvufa girsin de, ikindi namazının vakti girdiğinde aklını yitirmiş olmasın.”

YAHYA B.MUAZ ŞÖYLE DEDİ:
insanların üç sınıf kimseden kaçının gafil Alimler, yağcı fakirler,cahil sofiiler

Yahya b. yahya şöyle derdi::
"Hariciler bana sofilerden daha sevimlidir"


Abdumelik b. ziyad anlatıyor:
"İmam Malik ile birlikte oturuyorduk ona memleketimizin iki sofisinin durumunu anlattım ana dedimki:
" Sofi denilen bu kimseler en güzel yemeni elbiseleri giyiyorlar ve şöeyle yapıyorlar "

İmam Malik: "Vay be! Onlar müslüman mıdırlar? dedi ve öyle güldüki, etrafındakiler şöyle dediler
" Biz onun böyle güldügünü hiç görmemiştik."

Yunus b. Abdullah anlatıyor. Şafii şöyle derdi:
"Eğer bir adam günün ilk saatlerinde tasavvufa girerse öğlen olmadan ahmaklaşır."

imam Şafii şöyle der:
"Sofilerle kırk gün beraber olan kimsenin aklı bir daha ebedi olarak ona geri dönmez."

ve yine şöyle der: "Yanına geldiklerinde abid görünen
Yanlız kaldıklarında aç kurtlara dönenleri birakın."

Asım şöyle derdi:
"Bizler hala sofileri ahmak olarak biliriz .Ama onlar konuşmaktan hep gizlenirler."



_______________________________
Kaynak:
Teblis İblis, Şeytanın Hileleri, sf. 531 .532
Müellif: İbnul Cevzi


Tasavvuf, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymak, fazla konuşmayı, fazla yemeği ve fazla uykuyu terk etmektir
Tasavvuf, vakti, en değerli olan şeye harcamaktır. (Ebû Saîd Ebü'l-Hayr)
Nitekim Ebu Bekr el - Kettani bu hususta şöyle demiştir:
"Tasavvuf ahlaktan ibarettir. Kim senden daha iyi ahlaklı olursa, o senden tasavvufta daha ileri demektir."

alimlerin sapık tasavvufcular hakın göruşleri
ibni kayım elcevziye
İşte bu cehalet hastalığı, ilimsiz bir şekilde seyru sulukta bulunan fakr ve tasavvuf erbabının çoğunun hâlidir. Bilakis bunlar zevk, vecd ve âdet yoluyla sülüklerini sürdürmektedirler. Bunlardan herhangi biri neye ibadet edeceğini ve O'na nasıl ibadet edeceğini bilmeyerek matlubu hususunda kör olarak görülür...

Bazen O'na zevk ve vecdiyle, bazende içinde bulunduğu ashabının âdetiyle ibadet eder ki bu adetler belli bir şekilde giyinmek veya başı açık bulunmak, yahut da sakalı tıraş etmek ve benzeri şeylerdir.

Bazen de dinde aslı olmayan ve ilim sahibi olduğunu taslayan bir takım kimseler tarafından konulmuş kurallar ve davranış şekilleriyle ALLAH 'a ibadet eder. Bazen de ne olursa olsun nefsinin arzulayıp sevdiği şekillerde ALLAH 'a ibadet eder.

İbni Teymiye diyor ki:

Bu ALLAH 'a şirk koşmaktır. Bundan daha beteri:

Ey efendim! Bana mağfiret et ve benim tevbemi kabul et, diyerek ALLAH 'tan başkasına dua etmektir ki, şirke düşmüş cahil müşriklerden bir bölüğü böyle yapar.

Daha kötüsü ise ölünün kabrine secde etmek, kabre doğru dönerek namaz kılmak ve bu namazı kıbleye yönelerek kılınan namazdan daha efdal görmektir. Hatta bu kimselerin bazısı der ki:

Burası havasın kıblesidir. Kabe ise avamın." (Feteva, 1/351; *Külliyat Terc., 1/432)

"Heva heves tabileri çeşitli derecelerdedir. Müşrikler ile ilim ve delil olmaksızın ALLAH dışında kendi kendilerine iyi gördükleri şeylere ibadet edenler bunlardandır." (Feteva, 10/592)
Şirke düşmüş bazı tasavvuf gruplarına yönelik olarak da şöyle söylemektedir:
Onlardan bazıları dedi ki:
Biz insanlardan tevbe alıyoruz. Ben de dedim ki:
Nelerden tevbelerini alıyorsunuz. Dediler ki:
Yol kesmekten, hırsızlık vesaireden. Ben dedim ki:
Onların, sizin tevbelerini almadan önceki hali, sizin onlardan tevbe almanızdan sonraki hallerinden daha hayırlıdır. Şüphesiz onlar üzerinde oldukları halin haram olduğuna inanan fasıklardır. ALLAH 'ın rahmetini dilemekte ve O'na tevbe etmekte yahut tevbeye meyletmektedirler. Fakat siz onlardan tevbe alarak onları sapık müşrikler ve İslâm şeriatından çıkmış fertler yaptınız." (Feteva, 11/472)


KUR'AN VE SÜNNETE GÖRE



Şimdi de Kur'an ve Sünnetten tasavvufun batıl, bid'at, sapıklık ve ateşte olmasının delillerini getirelim.

Kur'an ve Sünnetten getirelimde "tasavvuf dinini" bir kez daha çöpe gönderelim inşaAllah.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlarım,


"Tasavvuf"
kelimesi ve buna dair tanım ne Kur'an ayetlerinde ne de Sünnette asla geçmemiştir.
Tasavvuf çatısı altında diğer batıl dinlerden ithal sapıklık ve hurafeler olduğu gibi bunun yanı sıra keşf ve ilham yoluyla uydurulup mutasavvuflara empoze edilen diğer sapıklıkların ve hurafelerin olduğu aşikardır. tasavvuf motifinde kur'an ve sünnete aykırılıkda taşısalar şeyhlere üstünkörü ve sorgusuz itaat vardır.
Kur'an ve Sünnette tasavvufa dair hiç bir tarif yokken sonradan uydurulmuş ve İslam'danmış gibi gösterilen İslam'a nisbet edilmeye çalışılan bid'atler yığınıdır. İslam'a sonradan dokulan bu vecibelerin "bid'at, sapıklık, hurafe, uydurma" olduğunu ve bununda sonunun ateş olduğunu gelin, Allah'ın ayetinden ve Resulullah s.a.v'in sünnetinden öğrenelim, dinleyelim, tasdik edelim. İnkar edenlerde paylarını alsınlar.

Hiç bir delili -kur'an ve sünnet'ten- olmadan tasavvuf'u İslam gibi göstermeye çalışanlar, İslam'ın özüdür diyenler, İslam'da vardır diyenler ilk önce şu ayeti okusunlar, arkasındanda hadisleri okusunlar.

"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır."
[Şura: 21]

Bu âyet-i kerimede Allah, dini ve dini hükümleri ancak kendi vazedeceğini, başkasının, hak
dine bir şey katmaya hakkı olmadığını ifade buyuruyor.


Bidat :
Şerî ıstılahta; İslâm’da olmayan bir şeyi sonradan bu da İslâm’dandır iddiasında bulunmaktır. Bunu da Resul (sav) şöyle ret etmiştir:

Allah'ın Resûlu (s.a.s.), bir hutbesinin sonunda şu sözleri söylemişlerdir: "Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır; yolun en hayırlısı Muhammed'in yoludur. İşlerin kötüsü sonradan çıkanlardır (yani bid'atlardır). Her bid'at sapıklıktır" (Müslim, Mişkât I, 51).

Bir başka hadis de şöyledir:
"Size Allah'tan korkmayı (takvayı), Habeşli bir köle de olsa Allah yolunda yürüdüğü müddetçe -başkanınıza- itaat edip sözünü dinlemeyi tavsiye ederim. Çünkü içinizden benden sonra yaşayanlar çok ihtilaf (anlaşmazlık) görecekler. Size benim sünnetim, gereklidir. Bunlara sımsıkı sarılınız ve hiç bırakmayınız. Sonradan çıkan işlerden (bid'atlardan) kaçının dinde her sonradan ortaya çıkan bid'attır. Her bid'at sapıklıktır"
(Ahmed; Ebu Davud, Tirmizî; Mişkat, I, 58 ).

“Bir toplum dinlerinde bir bidat ihdas ettiği zaman, o bidatin misli sünnetten kaldırılır. Şu halde sünnete sarılmak bidat ihdas etmekten hayırlıdır.”
(Ahmed b. Hanbel, Mişkatül Mesâbih, c.1, sf.66)

“Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa (dindendir iddiasında bulunursa) o ret olunur.” (Buhari, Müslim)

Her sonradan (din adına) ortaya konulan bidattir. Her bidat sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.” (Buhari, Müslim)

Bid'atlarla ilgili âyet ve Hadislerde tehdit, günahtan ve azaptan sakındırma gibi ifadeler geçmektedir. Bütün bu ifadeler, bid'atin haram olduğunu gösterir.

"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır."
[Şura: 21]

"Allah, kendisinden başka ibadete layık ilah olmadığına, adaleti ayakta tutarak şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler. Ondan başka ibadete layık ilah yoktur. O, Aziz'dir, Hakim'dir." (Al-i İmran: 18)


"Mahvolan apaçık bir delilden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık bir delilden ötürü yaşasın."
(Enfal: 42)

Öyleyse her insan bu anlatılanların neresinde olduğuna bir baksın!

Zira her kimin İslam’ı açıkladığımız gibi değilse, gerçek İslam’a iman etmesi için henüz tevbeye zaman varken acele etsin. Her kim böyle yapmayacak olursa işte o kimse ancak kendi nefsini kınasın.


Son duamız:
"Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun."

"tasavvuf'un" batıl, bid'at, hurafe ve sapıklık olduğunu ayet ve hadislerle ortaya koyduk

yunan felsefesi örnek alınarak islamın içine sukulmaya çalışılan tasavvuf ve benzeri fikirlerin sadece isalmın ve onu rehberi resullullah ın gerçek manadaki islam akidesini ummetin zihinlerinden yok etmek başka açılara çekmekten başka hiç bir şey değildir . yeni yeni akvramlar üreterek bunu islama mal etmeleiki buda bidaat tan başka hiçbir şey deildir ki resul de onun cehenemin yolu olduğunu bildirdiğini hepimiz bilmekteyiz.bugun sistemlerde ve ideolojilerdeki bu çarpık sistemlerin hukumleri kaimken allah ın hukumnleri bertaraf edilmiş durum dayken vird. rabita. zikr(ki tasavvuf zikrinden bahsediyorum) mürşid mürid vb kavramlarla ummetin üstüne düşen asıl gorevlerini unnutturmaya çalışıyolar. allah ve onbnun resulunun öeretmiş olduklarından başkasını kabul etmekten allaha sığınırız. kendii heva ve arzusubndan konuşanlar dan da.ey islama batıl fikirler sokan bidaatçılara sesleniyom eyer soylediklerinizden hak iseniz allah ve onun resulunden delil getirmeniz lazım deilmidirki .heyhat birbilselerdi....


 
C Çevrimdışı

cendel

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Soru: Günümüzde ismi yaygın olan tasavvufçulardan örnekler verebilir misiniz?
cevap) Günümüzde yaygın olan sapık, kafir, müşrik tasavvufçular dünya genelinde çokcadır. Hemen hemen bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde bu tür sapık tasavvuf ehlinden oldukça vardır.

soru:Ve insanların en çok meptelâ oldukları hangileridir?
Cevap:) İnsanların en çok müptela oldukları tasavvufçulardan ziyade sahip oldukları zihniyetler öğrenilirse ne kadar yaygın tasavvufçu varolduğu bilinir. Zamanımızdaki tasavvuf ehli denilen kimselerin tasavvufla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden onlara kafir olan sapık tasavvuf ehli demek daha doğrudur.
Öyle ki günümüzdeki sapık tasavvuf ehlinin;
a) Kimisi vahdeti vücutçudur.
b) Kimisi vahdeti şuhudcudur.
c) Kimisi rabıta ehlidir.
d) Kimisi zikir adı altında raks ehlidir.
e) Kimisi tevbe alıcıdır.
f) Kimisi gayblerden haber vericidir.
g) Kimisi cennetten insanlara parseller dağıtmaktadır.
h) Kimisi kendisinden ibadetin düştüğünü, ibadetle alakası olmadığını söyler.
i) Kimisi velileleri rasul ve nebilerin üstüne çıkarır, hatta Allah (c.c) seviyesine çıkarır. Ve hatta Allah (c.c)’a tahkir olan söylemleri yapmaktan geri kalmazlar.
j) Kimisi hulul fikrine sahiptir. Yani (haşa) Allah (c.c)’ın insanın bededine girdiğine inanır.
k) Kimisi kendilerinin yaptığı fiilleri konusunda etkileri olmadığını Allah (c.c)’ın kendilerini zorladığına inanır. Yani cebir inancı söz konusudur.
l) Kimi şeyh olduğ iddia edilen kimselerin Allah (c.c)’ı gördüğüne inanılır.
m) Kimisi ahirete inanmaz, ölüm sonrası ruhun bir şekilde hayatta olduğuna inanır. Reenkarnasyon inancına sahip olanlar bunlardandır. Bu inancın diğer bir ismi tenasuhtur.
n) Kimisi kulun Allah (c.c) ile birleştiği bir bedene girdiğine inanır. İşte bunun adı ittihad inancıdır.
Ve bunlar gibi daha akla hayale gelmeyecek bir çok sapıklığın söz konusu olduğu dünyada bir çok sapık tasavvuf ehli denilen taifeler vardır. Oysa bunların İslami manada tasavvufla uzaktan yakından hiçbir alakaları yoktur.

Soru: Soruya ek olarak ? Tasavvuf nedir ?
c) Tasavvuf: Bu kelime şer’i bir kavram olmayıp sonradan ortaya konmuş bir terimdir. Ve kelimenin aslının nereden geldiği konusunda ihtilaflar vardır. Fakat bu konuda kısaca şunu söylemek yeterlidir: Tasavvuf: Kişinin zühd ve takvaya eğilip dünyadan elini çekmesi ve adeta ölüme kendisini hazırlamasıdır. İşte İslam literatüründe tasavvufun öz manası budur. Fakat değişik çağ ve mekanlarda tasavvuf adı altında ortaya çıkan hizipler, gruplar, tarikatlar, cemaatler yaptıkları sapıklıkları, küfürleri, şirkleri zühd ve takva adına yapılan işler gibi insanlara empoze etmişlerdir. Böylece cahil olan halklar daha çok kandırılmış ve gerçek İslam’dan uzaklaştırılmışlardır.


Soru:kuranda sünnetteki yeri nedir ?
c) Başta da belirttiğimiz gibi tasavvuf kavramı Kur’an ve sünnetten ortaya çıkmış şeri bir kavram değildir. Ama Kur’an ve sünnet Müslüman olmuş bir kimseyi takvaya, zühde, her türlü pisliklerden arınmaya sevkeder. İşte bu manada her bir Müslüman tasavvuf ehli olmalıdır. Yani; zühd ve takva sahibi, masiyetlerden uzak, her türlü pisliklerden kendisini arındırmış ve uzak duran kimse durumunda olmalıdır.

Soru:)kelime anlamı nedir?
c) Tasavvuf kelimesinin hangi kelimeden türediği konusu ihtilaflıdır. Şöyle ki:
Tasavvuf kelimesi; saflık, duruluk manasına gelen “safa” kelimesinden türemiştir.
Yine; seçkin, seçilmiş manasında “safve”den türemiştir.
Yine; çizgi ve sıra manasında “saf” kelimesinden türemiştir.
Yine; yün manasında “suf” kelimesinden türemiştir.
Yine; Ashabı Suffe kelimesinden türemiştir.
Bu şekilde tasavvuf kelimesi üzerinde değişik yorumlar yapılmıştır.

soru:cıkış tarihi hangi, döneme denk düşer?
c) Tasavvuf Rasulullah (s.a.s) ya da sahabeler zamanında ortaya çıkmamıştır. Tasavvuf kavramı hicri ikinci yüz yıldan itibaren ortaya çıkmıştır. Ve bu ilk çıkışı İslam’da caiz olan şekliyle olmuştur. Buna rağmen zamanla tasavvuf konusunda ifrat ve tefrite gidilmiştir. Öyle ki bir çok tasavvuf taifesi muteber alimlerce eleştirilir olmuştur. Şia taifesi hariç kendilerini ehli sünnete nisbet edenler arasında sapık olan tasavvuf anlayışı hicri 6. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.

Soru:tasavvufun , islamdaki yeri hukmu nedir?
c) Tasavvufun İslam’daki yeri; zühd, takva, tefekkür, masiyetten uzak durma, Allah (c.c)’a taat üzere bulunma gibi halleri ifade eden manada tasavvuf İslam’da vardır. Ve bu şekilde yapmakta bir mahsur yoktur. Yeter ki ifrat ve tefrite kaçılmasın.

soru: Vahdeti vucud inancına sahip, olan bu gurupların temelinde bu inanc yatmaktadır?
c) Vahdeti vücud inancı; kainatta var olan her şey bir tek vücudda birleşir manasındadır. Ya da bir kimsenin Allah (c.c) da bütünleşmesi manasındadır. Dolayısıyla bu düşünceyi taşıyan bir kimse kendisini “haşa” Allah (c.c)’ın bir parçası hatta Allah (c.c) olarak görmeye başlar. Kainatta baktığı, gördüğü her şeyi Allah (c.c)’tan bir parça olarak görmeye, düşünmeye başlar.

soru:Hal böyleyken islam da Tasavvuf vardır denilebilirmi?
c) Sapık tasavvuf ehlinin var oluşu, İslam’da yukarda belirtilen manada tasavvufun olmadığını göstermez. Dolayısıyla İslam’da belirtilen manada tasavvuf vardır denilebilir.

soru:vardır deniliyorsa delil verebilirmisiniz?
c) Kur’an ve sünnetin emirleri dikkatle incelenirse Müslüman olan bir kimseyi zühde, takvaya, Salih amel işlemeye, masiyeti terk etmeye, tefekküre vs yönlendirmektedir. Ve yine Muhsin, muttaki kimseler övülmektedir. İşte bu manada tasavvufu elde etmiş kimseye sofi ya da tasavvuf ehli demekte bir mahsur yoktur. Kaldı ki bu kelime şer’i bir kelime olmayıp, kişinin yaptığı amelleri sebebiyle taşıdığı bir sıfat gibidir. Örneğin; çok doğru olan kimseye “Sıddiyk” denmesi gibi…

Bir nakşi musluman oldugunda ; hala kedisini ben nakşiyim diye sunabilirmi? bir zamanlar nakşiydim demesi dışında?
c) Bir Nakşi Müslüman olduğunda kendisini artık cahiliyedeki küfür olan topluluğun inancına kendisini nisbet etmemesi gerekir. Çünkü Nakşilik sapık inanç üzeredir. Ve bu ismi kendisine veren kimse sanki hala o inanç üzerinde duruyorum ifadesini kullanmış olur. Bu sebeple bu sözlerden kaçınması gerekir. Ağızdan dil sürçmesi çıkması ise kişiye hatırlatmayı gerektirir.

kendisini muslumanlıgın dışında tanıtanlar hangi hukmu alırlar genel olarak ismi ne olursa olsun?
c) Kendisini tanıttığı duruma göre hüküm alır. Eğer ki kendisini tanıttığı durum küfür olan bir inanç şeklindeyse bu durum küfür olur. Fakat kendisini tanıttığı şey bir inancı değil de bir sıfatı simgeliyorsa o sıfatı söylemesinde bir mahsur yoktur. Örneğin; bir kişinin ben Türküm, Türk Uyrukluyum demesi gibi… Ya da falanca kabiledenim gibi… Bu sözlerde bir mahsur yoktur. Ama bir inancı kastederek söylerse örneğin; ben hristiyanım, ben yahudiyim, ben komunistim, ben Kadiriyim, ben Nakşiyim vs gibi… İşte bu sözler küfürdür.

soru:Tasavvufta olupta bugun musluman olan bir Taife varmıdır?
c) Zamanımızda Müslümanlardan zühd, takva, tefekkür, taat vs gibi özellikleri üzerinde taşıyanlar Müslümanların tasavvuf sahibi taifeleridir.

soru:tağutların gunumuzdeki Tasavvufi akımlara neden mudehale etmezler?
c) Bunun nedeni açıktır. Sistemlerine zarar vermediği, bilakis desteklediği, çarklarının dişlilerinden birer dişli olduğu ve böylece yönetimlerini sağlamlaştırdıkları için müdahale etmezler, bilakis desteklerler. Hatta kendileri böyle oluşumları meydana çıkarırlar.

soru: Bİr tarikat şeyhinin Tağutu rettigi görülmüşmüdür?
c) Zamanımızdaki tarikat şeyhi denilen kimseler kastediliyorsa bunlardan tagutu reddedenler söz konusu değildir.

soru:insanlar bu akımlara neden cabucak düşer kanarlar?
c) İnsanlar cahildirler ve boşluktadırlar. Bir çokları arayış içerisindedirler. İşte bu sapık tarikatlar, insanlardaki bu boşlukları bu sapık tasavvuf ehilleriyle doldurmaktadırlar.
Öyleyse bu durum karşısında Müslümanlara büyük görev düşüyor. İnsanları bu koyu cehaletten korumak için kendilerini iyice geliştirip davetçi sıfatını üzerlerinde tam manasıyla taşıyarak bu boşluktaki insanları boşluktan çekip almak için gayret göstermelidirler. Hidayet Allah (c.c)’tandır. Gayret ise kuldan…

soru:Gerçekten tasavvuf bir nefis teskiyesi Ahlakı düzeltme hareketimidir?
c) İslami literatürde tasavvuf anlayışı elbette bu şekildedir ve bu şekilde olmalıdır. Ama çıkış amacından saptırılmış, sonraki dönemlere o şekilde intikal etmiş ve hatta zamanımızda uygulanır durumda olan tasavvuf anlayışı hiç de nefis tezkiyesi ve ahlakı düzeltme hareketi değildir. Tam aksine imanı götüren, nefsi bozan, ahlakı çökerten sapıklık, küfür ve şirk dolu bir harekettir.
 
B Çevrimdışı

BirGaripKul

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
imam Şafii şöyle der:
"Sofilerle kırk gün beraber olan kimsenin aklı bir daha ebedi olarak ona geri dönmez."

s.a mücadelem kardes,
bu cümle yani akli ebedi olarak geri dönmez iyi manadami yoksa kötü manadami?
tabi simdi bu soruya cevaben iyi manada akli gidermi insanin denilebilir ama sofi denilince onlar dini tam bilip tam yasayanlar nasil kötü manada insanin akli giderki diye düsündüm. yanlis birseyler yaziyorsam bagislayin zaten bende ögrenmek icin soruyorum bildigimi idda etmiyorum..
selametle kalin..
 
B Çevrimdışı

BirGaripKul

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
sunuda ifade edeyim, belki tüm konuyu basdan asagiya her cümlesini okusaydim, soruma cevap olurdu, direk olarak hepsini okuyamadim henüz zaman kisitliligindan dolayi, suanda okula yetisecegim insallah aksama okumaya calisacagim, böylelikle sizi gereksiz sorularimla bunaltmam insallah..
allaha emanetsiniz..
 
C Çevrimdışı

cendel

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rabıta!

Rabıtayla ne kastedildiğini kendi kaynaklarından öğrenelim:

Rabıta bir müridin, mürşid-i kamilinin ruhaniyetiyle beraber, suretini kalp gözünen önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. (Ruhu'l Furkan, c.II, s.64)

Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir. (Ruhu'l Furkan,c.II, s.79)

Kendi açıklamalarındanda anlaşıldığı üzere rabıta, müridin mürşidini yani Allah-u teala'nın velisi olarak kabul ettiği kişinin simasını, her zaman zihninde, hayalinde canlandırması, onu anması, zikretmesi, ihtiyaç anında ondan medet umması, duasında yani ibadetinde Allah-u teala'yla arasında aracı kılmasıdır. Bu apaçık bir şirktir.

Bu uygulama aynen Mekke müşriklerinin yaptıkları uygulamaya benzer. Nitekim müşrikler; "Bu heykeller Nebilerin ve Salih kimselerin sembolleridir. Bunlar Allah'la bizim aramızda bir vasıtadırlar, bu vasıtalarla biz Allah'a yaklaşıyoruz" diyorlardı.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka dost edinen kimseler: Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye tapıyoruz derler... (Zümer:3)

Görüldüğü üzere müşrikler iyi niyetleriyle Allah-u teala'ya daha çok yaklaşmak için, aracılar kılıyorlardı. Ama bu iyi niyet, onları şirkten kurtaramamıştır. Aslında Rabıta ve benzeri uygulamaların yapılmasında etkili olan tasavvufçularda bulunan "Kutup" ve "Gavs" inancıdır. Tasavvufçulara göre Kutup en büyük velidir, bütün Erenlerin başı, Allah'ın izniyle kainatta tasarruf sahibidir. Gavs'sa darda kalındığında sığınılan ve istimlad edilen, yani yardım istenilen Kutuptur. Darda kalan Sulfiler "Yetiş ya Gavs" diye Gavs'a sığınırlar. Onlara göre Gavs istimlad edene yardım elini uzatır.

Tarikatçıların abartıp, ilahlaştırıp Gavs ilan ettikleri kişilerden biride "Abdulkadir Geylani"'dir.

"O Ebu Muhammed Kutbi Rabbani, İnsanların ve cinnilerin rehberi olan Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleridir. Tam 8 Asır'dan fazladır, insanların sığınağı, darda kalmışların imdadına yetişici olmaya devam etmiştir."

Evet, Yanlış okumadınız, onlara göre Abdulkadir Geylani öldüğü halde tam 8 Asır'dan fazladır, darda kalmışların imdadına yetişici olmaya devam ediyor. Bu nasıl bir inanç? Bu apaçık bir şirktir. İnsanların sığınağı, yardım istiyeceği sadece Allah-u teala'dır, aciz kullar değil.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"Müşriklere de ki: Allah'tan başka ilah zannettiğiniz şeyleri çağırın. Onlar, zararı sizden ne uzaklaştırabilirler, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları da, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar, Onun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur." (İsra: 56-57)


"O Gavs-ul Azam'dır. Ona bu ismi Cenabı Hak ihsan etmiştir. Bu cihanın güneşi, sevgiler hazinesi, taaaa arştan haber veren Geylani türbesidir. Feyiz şualarıyla ölü kalpler dirilten, bu binlerce velinin gönüller kubbesidir. Dilden dile dolaşan, kaf dağlarını aşan, çaresiz kalmışların gerçek mürebbisidir. İlmiyle, kemaliyle bizlere yol gösteren iman, islam ve dinin sarsılmaz kalesidir."

Bir insanın nasıl ilahlaştırıldığını ve türbesinin nasıl tapınak haline getirildiğini okudunuz. Onun Gavsul Azam olduğu, türbesininde taaaaa arştan haber verdiği inancı aynen Mekke Müşriklerinin inançlarına benzer.

Mekkeli Müşrikler Kâbe'yi tavaf ederken şöyle derlerdi:

"Emret Allah'ım. Senin hiçbir ortağın yoktur, yanlız bir ortağın vardır ki, onunda bütün yetkilerinin de sahibi sensin."

Müşriklerin kafası çok karışık olur, o ortağın ve tüm yetkilerinin sahibide Allah-u teala'dır demekle kendilerini kurtaracaklarını sanarlar. Kutup, Gavs gibi adlarla andıkları kişilere olağanüstü yetkiler yakıştıran kişilerde öyledir. Onlarda bu yetkiyi Allah-u teala'nın verdiğini söyleyince işin içinden sıyrılacaklarını sanarlar, bu onların gerçekte Allah-u teala'yı isimve sıfatlarıyla birlemediklerini gösterir. Bunlar Allah-u teala'yı hakkıyla bilmedikleri için, yaptıkları şirkleri haklı göstermek için Allah'ı haşa dünya hükümdarlarına, yani kullara benzetirler. Oysa Allah-u teala onların bu benzetmelerinden münezzehtir.

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"...Onun bezeri olan hiçbir şey yoktur.O, herşeyi işitir ve görür." (Şûrâ: 11)

Hükümdarlarla vatandaşları arasındaki aracılar gibi, Allah (c.c) ile kulları arasında aracılar olduğunu kabul ediyorsanız; nasıl ki vatandaşlar ya direkt olarak ihtiyaçlarını hükümdara aktarmayı saygıya aykırı gördüklerinden ya da aracıların, hükümdara kendileri için daha yararlı olur düşüncesiyle ihtiyaçlarını aracılara arzedin aracılar da bunları hükümdara iletiyorsa, Allah'la (c.c) kulları arasındaki aracıların da, kulların ihtiyaçlarını Allah'a (c.c) ilettiklerini, Allah'ın (c.c)'da ancak onların aracılığıyla kullarını hidayete erdirdiğini ve onlara rızık verdiğini; halkın, ihtiyaçlarını bu aracılardan isteyip onların da bunları Allah'tan (c.c) istediklerini söylüyorsanız, bunu söyleyen, kafir ve müşriktir. (İbn Teymiyye-Tevessül s.160,161)

İşte bu şekilde vasıtalara gerek yoktur. Çünkü Allah (c.c) kuluna herkesten ve herşeyden yakındır.

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasını, Bana dua ettiği zaman kabul ederim. O halde onlarda Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar. (Bakara: 186)

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Her işinde yalnız Rabbine yönel, isteyeceğini O'ndan iste." (İnşirah: 8 )
 
C Çevrimdışı

cendel

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Vahded-i Vücud Telakkisi


Kendine has birlikle, çeşitli birleri birbirine karıştırıyorlar. Cins ile, ayni olanı birbirinden ayırmıyorlar. Gerçi, bütün yücudlar, vücut vasfında birdir, müşterektir. Nasıl ki, bütün insanlar cins olarak insan, hayvanlar da cins olarak hayvansa...

Fakat bu bütünlük, müştereklik, dışarıda, hariçte değil, zihinde teşekkül eder. Bazılarının sandığı gibi, insanda var olan hayvaniyet, atta, eşekte, balıkta olan hayvaniyet gibi değildir asla. Göklerin vücud varlığı da insanın vücud varlığı gibi değildir. Böyle olunca da, haşa, şanı yüce'olan, bu namütehahi kainatın var edicisinin vücudu da elbette ki, insanınki ile aynı olmayacaktır.

Bunların sözü, hakkı inkar eden Firavunun sözüne çok benzemektedir. Hatta onun sözünden de daha ileridir inkar hususunda.

Çünkü firavun, şu görüp durduğumuz varlıklar alemini inkar etmeye kalkışmıyordu. Ancak, bu alemin varlığının kendiliğinden ortaya çıktığını söylüyordu. Varlığın bir yaratıcısı olmadığını sanıyordu. Filozoflaşan bu adamların sözleri, firavununkinden kat be kat ileri oluyordu. Bu adamlar, alemin Allah olduğunu iddia ettiler.

Fasit olma açısından firavunun sözü her ne kadar bunlarınkinden daha açık bir biçimde küfür ise de, hakikatten, dem vuran, hakka dayalı olduğunu iddia ede ede haktan uzaklaşmada, bunlar firavundan daha ileri idiler.

Bunlar onun içindir ki, putlara tapanların da aslında Allah'a ibadet ettiğini söylemişlerdir.

Şu sözler onlarındır:

“Her ne kadar Firavun, örf ve adetler bakımından halkı zorladı ve istemediği yönlere sürüklemeye çalıştı ise de, bunda mazurdur. Çünkü onun, hüküm mevkiinde bir hükümdar olduğu için;

“Ben sizin hükmetme açısından en büyük rabbinizim” demeye hakkı vardır. Halkın hepsi birer Rab iseler de, firavun,

“Ben sizin Rabbinizim, çünkü zahirde bana iktidar verilmiştir.. Yüceliğim buradan geliyor” demek istemiştir.”

Onların sözlerinden biri de şudur:

“Sihirbazlar, firavunun sözlerinin doğru olduğunu bildiği için, onun en yüce bir Rab olduğunu kabul ettiler ve ona:

“Ne hüküm verirsen ver, sen ancak bu dünyanın hükümdarısın ve sadece burada hüküm vericisin” sözü gerçekleşmiştir. Çünkü, firavun hakkın bir aynası, bir görüntüsüdür.”

Her şeyi birleme (Vahded-i Vücud) görüşü ile ele alan ve tahrif eden bu adamlar, ahiret gününün gerçekliğini de inkar ettiler. Cennet - cehennem varlığını da reddetmiş oldular. Çünkü, onlara göre, cennet ehli de, cehennem ehli de aynı nimetlerden faydalanacaklardır.

Onlar böylece, Allah'ın dostluğunu kazanmış gerçek evliyanın da çok üstünde olduklarını, Resul ve nebilerden yüce bir makamda bulunduklarını; Resul ve nebilerin, Allah'ı kendi pencerelerinden gördüklerini iddia etmişlerdir.

Onların bu iddiası, gerçekte, Allah'ı, Ahiret gününü, melekleri, kitapları, peygamberleri apaçık bir inkardır. Bunları inkar eden de elbetteki kafir olmaktadır.

Burada söylemeliyiz ki onların dinsizliğini anlatacak değiliz. Bu konuyu geniş bir biçimde anlatmanın yeri burası değildir. Sadece, Allah'ın dostları ile şeytanın dostları arasındaki farkı belirtmek için küçük örnekler vermek istedik.

Bu adamlardan bahsetmemizin sebebi, şeytanın dostluğunu kazanmış adamların en büyüklerinden oluşlarıdır. Onun için okuyuculara küçük bir ikazda bulunmuş olduk.

بســـم الله الرحمن الرحيم


Gönderilen Rasullerle İlgili Bilgiler

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
“ Daha önce sana kendilerinden bahsettiğimiz rasuller ve bahsetmediğimiz rasuller vardır. Şüphesizki Allah Musa’ya konuştu.. (Nisa:164)

Allah (c.c)’ın Kelam Sıfatı:
Bu ayet gösteriyor ki Allah (c.c)’ın kelam sıfatı vardır.

Her kim Allah’ın kelam sıfatını inkar ederse kafir olur.

Allah (c.c)’ın kelam sıfatının nasıl bir sıfat olduğunu bilmemiz mümkün değildir. Zira bu sıfat da Allah (c.c)’ın diğer sıfatları gibidir. Allah’ın mahiyetini idrak edemediğimiz gibi sıfatlarını da idrak edemeyiz. Allah’ın sıfatları, O’ nun zatına uygundur ve yarattıklarından hiçbirinin sıfatına benzemez.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura: 11)

Her kim Allah (c.c)’ın sıfatlarını mahlukata benzetirse şüphesiz kafir olur.

Davetçinin tefsiri:6
 
kskaya Çevrimdışı

kskaya

Üye
İslam-TR Üyesi
imam Şafii şöyle der:
"Sofilerle kırk gün beraber olan kimsenin aklı bir daha ebedi olarak ona geri dönmez."

s.a mücadelem kardes,
bu cümle yani akli ebedi olarak geri dönmez iyi manadami yoksa kötü manadami?
tabi simdi bu soruya cevaben iyi manada akli gidermi insanin denilebilir ama sofi denilince onlar dini tam bilip tam yasayanlar nasil kötü manada insanin akli giderki diye düsündüm. yanlis birseyler yaziyorsam bagislayin zaten bende ögrenmek icin soruyorum bildigimi idda etmiyorum..
selametle kalin..
yukarda cevabı vardı sorduğun sorunun
İmam Şafii şöyle diyor:
“Hiçbir akıllı kimse yoktur ki sabahleyin tasavvufa girsin de, ikindi namazının vakti girdiğinde aklını yitirmiş olmasın.” :baybay
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
beli tutmaz zina yapamaz.
cigeri dayanmaz icki icemez,
yasi gecmistir bara ,pavyona gidemez,
ondan sonrada tevbe hepsine der.
GUZEL KANDIRMACA....
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
tarikatın ağına düşen insanlar kitap okumayan araştırmayı bilmeyen ve sevmeyen insanlar.......buda yaşlılarda daha çok tabi gençlerde var ........işin kolayına kaçarak cennet i kazanacaklarını umuyorlar nasılsa şeyhi ilmi deöğreniyor ibadetide yapıyor onlarda bu aracılıkla kazanmış oluor
 
D Çevrimdışı

dlpemre

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
bu sorunun cevabını ben bulamadım değerli arkadaşlar birde bu soru son günlerde heryerde karşımıza çıktı tekrar cevap verirseniz sevinirim...
Allaha Emanet Olun
 
S Çevrimdışı

seekerofthelight

Üyeliği İptal Edildi
Banned
burada bir kardeşimin imzasında görmüştüm tarikat+ mesnevilik= sapıklık yazıyordu. üstelik bugün dinler arası dialogcuların ''esin'' kaynağı olarak mesneviyialdıklarını düşünürsek...
 
ser-a Çevrimdışı

ser-a

Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamü aleyküm,
Şeyhler,Peygamberlerin varisi olan alim olursa,nefsi ve dünyevi terbiye konusunda disipline girmek isteyen,fakat başkalarının vereceği ev ödevi olmadan kendini bir disipline sokamayan,ilmi bilgi konusunda kendine güvenemeyen,araştırma yapamayan kişiler için bir yol olarak düşünülebilinir.Yalnız bazı tarikatların insanları diğer tarikatlara karşı tavır almaya yönlendirmesi ortaya bir hizipleşme çıkarmaktadır.Bu yüzden ayrılık ve hiziplik,islamın zayıf yaşanmasına,dünyevi şehvet ve servet makam düşkünlüğünün kişilerde artmasına yol açmaktadır.İnsanlar yaşlanınca ibadet etmeye başlamaktadırlar.İslam dışı tağutlar,islamın içine koyulup,müslümanlara yenileşme ve moda süsü verilerek sunulmakta,müslümanların bilinçsiz bırakılması neticesinde,insanın maddi tabiatı kutsal değerler haline sokulmaktadır.Sonuçta insanı en iyi idare edenler kutsallaşmakta,hayatın bütün zamanı bu kişiler için,nefsi arzuların tatmini karşılığında hükmeden bir insan,ölse bile hükmü değiştirilmeyen modern putlaştırılmış bir değer olarak insanların içinde yaşatılmaktadır.O halde tarikat ve hizip ayrılıklarına son verilip,tek bir çatı altında ümmet bilinci ile Allah için,herşeyi Allaha has kılarak birleşilmelidir.Yoksa esaret parçalara uygulanır.Birleşen güçlenen bir ümmete esaret tutmaz.
 
Üst Ana Sayfa Alt