Mavi Yazılar Cevabımdır ;
mevlanayla buda putunu aynı seviyeye koyacak kadar bir insan sapıtmış olmamalı.sizin vahabi düşünceniz putlaştırılıyor dio peygamberimiz (s.a.v) in kabrini yıkacak kadar sapıttı.
KİM SAPIKMIŞ GÖRELİM ''DELİLLERİ'' İLE....
Sayfa Numaralarına kadar veriyorum ''Araştırmayan'' ve hala bu Mevlana'ya Saygı gösterip Öven İnsan ''Kur'andan uzak Bir İnsandır...''
Mevlana'dan Sapıkça Müşrikçe Sözler...
Peygamber olduğunu ilân etmesi,
“Bu kitap Mesnevi kitabıdır, mesnevi, hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının, asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı’nın en açık bürhanıdır...”
“Mesnevi Âlemlerin Rabb’inden inmedir: Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir.”
( Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi, Mevlâna, M.E.G.S.B. Yayınları, İstanbul 1988 çeviren Veled İzbudak. Cilt 1. Önsözden).
Aklınca, Kur’an’a nazire yapıyor, zira Kuran’da şöyle denmiştir. Mealen:
- Kendilerine zikir (Kuran) geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Halbuki o, eşsiz bir kitaptır. (41 Fussilet 41)
- Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi çok övülen Allah’tan indirilmiştir. (41 Fussilet 42)
Bu naziresinin yanında bir de şöyle diyor:
“Biguşâdent hazine heme hil’at pûşid
Mustafa bâz biyâmed heme imân ârid.”
Yani:
“Hazineyi açtılar, hepiniz elbiseler giyin,
Mustafa gene geldi, hepiniz iman edin.”
der. (Mevlânâ Celâleddin, İnkılâb Kitabevi, İstanbul 1985, Dördüncü Basım. Abdulbâki Gölpınarlı, sayfa 203.)
Bununla da yetinmeyerek, peygamberden üstün olduğunu şu sözlerle ifade ediyor :
“İmrûz menem Ahmed ni Ahmed-i pârine
İmrûz merem anka ni murgak-i baçine”
...............................
(Yukarıda. adı geçen eser. Mevlânâ Celâleddin, sayfa 203).
Yani :
“Bugün Ahmed benim :Ama dünkü Ahmed değil.
Bugün anka benim :Ama yemle beslenen kuşcağız değil”
Ve devamla, Allah olduğunu söylüyor.
“Enelhak kadehiyle bir yudumcuk içen sızdı
Tanrılık şarabından
Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım,
ben, sultanların aradığı sultan.”
“Ben hacetler kıblesiyim.
Gönlün kıblesiyim ben.
Ben Cuma mescidi değilim,
insanlık mescidiyim ben.”
................................
“Gönlü sâf sûfiyim ben;
benim tekkem âlem,
medresem dünya benim.
Değilim abalı sûfilerden.”
“İster münacaat eri ol sen,
meyhane rindi istersen;
bundan sanki ne çıkar ?
Yok Cumartesiymiş, yok Cumaymış,
Bence ne fark var ?
(Yukarıda. adı geçen eser. Mevlânâ Celâleddin, sayfa 292).
Başka bir söylevinde :
“Tekmil medreseler minareler bir gün yıkılmayacaksa,
iman küfür olmayacaksa bir gün,
küfür bir gün imanın yerine geçmeyecekse,
işte o zaman halimiz tamam :
Artık bir daha ne kalenderliğin yolu yordamı bulunur,
ne de dünyamıza layık bir adam.”
(Yukarıda. adı geçen eser. Mevlânâ Celâleddin, sayfa 297).
Ve bunlar gibi birçok sözleri olan Mevlâna, hatta şöyle diyor :
“Mansûr, şimdi olsaydı o, beni dâra çekerdi.” (Yukarıda. adı geçen eser. Mevlânâ Celâleddin, sayfa 226).
Deyip, İlâh’lık iddiasında Hallac’ı Mansur’u aştığını söylemesine rağmen, Sofizm zihniyeti icabı, sözlerinde çifte standart olarak kullanmak için birde şöyle diyor :
“Men bende-i Kuran’em eğer can dârem
Men hâk-i reh-i Muhammedd-i muhtârem
Ger nakl kuned in kes ez goftârem
Bizârem ezû vu zon suhan bizârem”
Manası:
“Hayatta oldukça Kuran’a kulum, seçilmiş Muhammed’in yoluna toprağım. Birisi, sözlerimden, bundan başka bir söz nakil ve rivayet ederse ondan da bizârım, o sözden de.” (Yukarıda adı geçen eser. Mevlânâ Celâleddin, sayfa 204).
Bu tür çelişkili sözler, sofizm mesleğinin ya da mantığının bir icabıdır, zira hiçbir inanca bağlı olmayan sofular, hiçbir hakikati gözetmeden işlerine geldiği gibi konuşur ve kural icat ederler.
Örneğin: İslam tasavvufu adı altında icat etmiş oldukları, Rabıta; Sema; Çile çekmek; gibi kuralların İslâm diniyle hiçbir ilgisi yoktur. Kendileri de bunun böyle olduğunu bilmelerine rağmen, müridlerini, kutsal bir iş yaptıklarına inandırıp kendilerine bağlamak için bunları yapmaktadırlar. İcat etmiş oldukları bu gibi şeylerden başka, giyimle ve özel sembollerle ilgili icatları da vardır. Örneğin : Taç ve Hırka, Çer ağ, tuğ seçenekleri ile çeşitli renklerle bağlı oldukları tarikatı sembolize ederler, bunlar ciddiyeti olmayan ve konu edilemeyecek kadar basit fakat muridler üzerinde etkili olabilen şeylerdir. Bir futbol takımının taraftarları üzerinde etkili olan forma ve renkleri gibi, muridlerde bu gibi şeylere bağlılık gösterirler. Fakat bu hususlar, sema ve rabıta gibi tarikatların temel esaslarından olmadığı için gerektiğinde uygulamama yoluna da giderler. Bundan dolayı, bu gibi hususlardan çok, sofuların, İslam’da ki “Tevhid” inancına ve diğer İslâmi değerlere karşı yaptıkları saldırıları tanıtmaya çalışacağım.
VAHDETİ VÜCÛD İDDİALARI VE BUNA İLİŞKİN SÖZLERİ :
Daha öncede belirttiğim gibi, Vahdet-i Vücûd anlayışında olanlar için kainatla, Allah bir bütün ve aynı şeydir. İslam’a göre kainatla, Allah ayrı ve tamamen farklıdır, bir birlerine benzerlikleri yoktur, ve bütün kainat Allah tarafından yoktan var edilmiş olup, İlâh’lıktan pay almamıştır, yani kainattaki hiç bir şeyde İlâh olma özelliği yoktur. İlâh olarak yalnız Allah vardır. Bunun aksini iddia etmek İslâm’a göre şirk koşmak demektir. Kainatı yok saymakta, Allah’ın Kuran’da yaratmayla ilgili bildirdiği bütün ayetleri inkardır bu da küfrün ta kendisidir. Allah’ın kainatı yaratmış olması gerçek bir olay olup, bu durum Allah’ın tek İlâh olmasına aykırı değildir.
“Örneğin: Nakşibendilerin kendisinden saygı ve övgü ile söz ettikleri, Abdülkerim el-Ciyli, El-insan’ul - Kâmil, adlı kitabında aynen şunları kaydetmektedir:
“Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yani özü ve ta kendisi) olduğuna göre-ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler - öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir. (Yani onların da ta kendisidir.) Tabiatıyla O’nun ayrıca bir tanrısı yoktur. Mutlak rab (yani kesin genel anlamdaki ) ilâh O’dur. Dolayısıyla kâfirler, Allah’ın bizzat kendisi oldukları için varlıklarının kaçınılmaz gereği olarak O’na tapmış oldular.”
“Bu sözleri biraz daha açmak gerekirse Abdulkerim el Ciyli aslında daha ilk cümlede şunu demek istiyor:”
“Kafirler, (yani Kur’an’a göre Allah’ı inkâr edenler, ya da O’na ortak koşanlar), Allah’ın (Haşa!) ta kendisi oldukları için öz varlıklarını inkâr edemeyeceklerinden, (sonuç olarak) O’nu da dolaylı şekilde tanımış sayılırlar.”
(Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 107).
Görüldüğü gibi, Sofulara göre kafirler bile (Haşa!) bizzat Allah’ın kendisidirler. Ve bu sözleri bir dil sürçmesi veya eleştirilere karşı kendilerini savunma ihtiyacı hissettiklerinde söyledikleri gibi sarhoşlukla ortaya atılmış iddialar olmayıp, kabul etmiş oldukları Vahdet-i Vücûd inancının gereğidir. Ve bunu örneklendirmek suretiyle sıklıkla açık açık söylemekten de çekinmezler., örneğin :
“(Allah Teâlâ’nın Zatı da dahil) kâinatta ne varsa hepsi bir Vücûdun parçalarıdır, şeklinde özetlenebilen “Vahdet-i Vücûd” inancının üzerindeki kapalılığı büsbütün kaldıran bazı tasavvufçular. “Köpek ve domuz da ilâhımızdır.” diyecek kadar daha da ileri gitmek sûretiyle bu bu düşüncenin üzerindeki maskeyi tamamen kaldırmış ve onu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 352).
Mevlana’dan :
“Rûh yeki dân u ten keste aded sedhezâr
Hemçü ki bâdâmhâ der sıfat-ı revani
Çend lügat der cihan cumlei mani yeki
Ab yeki kest çün hâbiyeha bişkeni”
Şunu iddia ediyor
“Canı bir bil, bedendir sayıda yüz binlerce görünen; hani bademler gibi, hepsinde aynı yağ var. Dünyada nice diller var; anlam bakımından hepsi de bir; kırdın mı, su, bir olur-gider” “derken de gelen-giden bütün bedenlerdeki canların birliğini, bir tek can, bir tek varlık bulunduğunu söylemekte, bedenleri, tek canın, görünüşte ki çokluğu olarak belirtmekte, âdetâ bir can-beden, ruh-ten, anlam-madde birliği yapmaktadır.” (Mevlânâ Celâleddin, İnkılâb Kitabevi, İstanbul 1985, Dördüncü Basım. Abdulbâki Gölpınarlı, sayfa 182.)
“Bir işin yapılmasını söylediği zaman Şeyh Muhammed Hâdim, İnşaallah deyince Mevlânâ bağırıyor. A aptal, ya söyleyen kim ? (39.b) Fakat bu Tanrılığı kendisine hasretmiyor. Onca herkes O’dur ve insan insanlığını anlayınca O, olur.” (Mevlânâ Celâleddin, Abdulbâki Gölpınarlı, sayfa 196.)
“Sabah oldu, ey sabahın penehı Tanrı ! (Ben özür serdedemiyorum), bize hizmet eden Husâmeddin’den sen özür dile!”
“Akl-Küll’ün ve canın özür diliyeni sensin;
canların canı, mercanın parıltısı sensin.”
“Sabahın nuru parladı, bize de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.” ( Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi. Mevlâna, M.E.G.S.B. Yayınları, İstanbul 1988 çeviren Veled İzbudak. Cilt 1. Sayfa 144 Bent 1807-8-9. ).
Mevlâna bu sözleriyle, ben Allah’ım diyen Hallacı Mansur gibi sabaha kadar Vahdet-i Vücûd’çuluk yaptığını söylemekte bununla da (haşa) “sen Husameddin’den özür dile” demek suretiyle Allah’a minnet etmektedir.
“Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkek te kadında söze ve vasfa sığmaz ruh!
Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
Bu suretle “ben” ve “sen”ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonun da sevgiliye mustağrak olurlar. ( Şark İslâm Klasikleri, Mesnevi. Mevlâna, Cilt 1. Sayfa 143 Bent 1785-1786-1788. ).
Burada da, dediğine göre, Allah, kendi kendisiyle oyun oymak için, kedisinden bir parça olarak öbür yaratıkları meydana getirmiş.