Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale YOL SIRÂT-I MUSTAKÎMDİR AMA BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN ÇOĞU SIRÂT-I MUSTAKÎM ÜZERE DEĞİLDİRLER

Necati Koçkesen Çevrimdışı

Necati Koçkesen

İyi Bilinen Üye
İslam-tr Yazar
YOL SIRÂT-I MUSTAKÎMDİR AMA BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN ÇOĞU SIRÂT-I MUSTAKÎM ÜZERE DEĞİLDİRLER

Sözlükte “anayol; doğru ve apaçık yol” mânalarına gelen sırât ile “dengeli ve dosdoğru” anlamındaki müstakīm kelimelerinden oluşan sırât-ı müstakim, “apaçık, dümdüz, eğrisi olmayan, pürüzsüz, dosdoğru ve hak yol” demektir. Burada yol kelimesinin dosdoğru diye nitelendirilmesi onun “hedefe ulaştıran en kısa yol” anlamına geldiğini gösterir. Râgıb el-İsfahânî, istikamet kelimesinin genellikle düz bir çizgi gibi doğru olan yol hakkında kullanıldığını, bundan dolayı hak ve hakikat yoluna sırât-ı müstakîm denildiğini belirtir (el-Müfredât, “ḳvm” md.) (islam Ansiklopedisi)

Târiflerden de anlaşılacağı üzere SIRÂT-I MUSTAKÎM, hiçbir eğriliği olmayan, Allah’a hakkıyla îman eden ve O’nun emir ve yasaklarına gücünün yettiği ölçüde uyan, mü’minleri yalpalamadan, sürçmeden, yanlış yollara sapmadan kendilerine gösterilen menzile ulaştıran yoldur.

SIRÂT-I MUSTAKÎM kavramı kur’an’î bir kavramdır. Allah subhânehû ve Teâlâ Kur’an’ı Hakîm’in bir çok âyetinde bu kavramı kullanmıştır. O âyetlerin hepsini burada yazmamız yazıyı uzatacağından biz burada birkaç âyet vermekle yetineceğiz:


اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

“Ben, benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a dayandım. Çünkü her canlının kontrolü O’nun elindedir. Şüphesiz rabbimin yolu dosdoğru yoldur.”
(Hûd : 56)


يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿١٦﴾

“Allah, kendisinin izniyle rızâsını arayanları o kitapla kurtuluş yollarına erdirir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onları dosdoğru bir yola iletir.”
(Mâide : 16)


وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾

“Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun; (başka) yollara sapmayın; sonra onlar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah bunları size emretti.”
(En'âm : 153)

Fâtiha sûresinde geçen sırât-ı müstakîm, “kendilerine nimet verilenlerin yolu” şeklinde açıklanmıştır. Bu ifade, ilâhî nimete mazhar kılınanların takip ettiği yolun özelliklerini belirten âyetle birlikte (en-Nisâ 4/69) değerlendirildiğinde sırât-ı müstakîmin peygamberlerin, doğruların, şehidlerin ve sâlihlerin yolu olduğu anlaşılır. Nitekim o âyette şöyle buyrulmuştur:


وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ ﴿٦٩﴾

“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”
(Nisâ : 69)

Allah Rasûlünün ashâbı hem Allah’ın âyetlerine hem de rasûlün sünnetine sımsıkı sarıldıkları için sırât-ı mustakîm üzere bulunmuşlar ve kısa bir sürede dünyanın en büyük devleti olmuşlar, Allah’ın dînini yeryüzüne yayarak insanların hidâyet bulmalarına sebep olmuşlardır. Ne Mekke dönemindeki işkenceler, ne Medîne dönemindeki sıkıntılar, ne de daha sonraki muzaffer oldukları dönemdeki refah onları sırât-ı müstakimden ayırmamıştır. Onlar, Allah için yaşamışlar, mallarını da canlarını da bu uğurda fedâ etmişlerdir. Onlar Kur’an’a ve sünnete bugünkü Müslümanların yaptıkları gibi şeklî bir saygı göstermiyorlardı. Elbette onlar da Kur’an’ın sayfalarına ve hadislere saygı gösteriyorlardı ama onların esas saygısı Kur’an’ın ve sünnetin hükümlerine amasız, fakatsız uymalarıydı.

Elbette sırât-ı müstakim olan yola yan ve patika yollar açacak, insanları o yoldan kendi açtıkları yollara sevkederek onları Rablerinin menzilinden saptıracak kimseler olacaktı. İşte onlardan birisi ve en büyüğü de Şeytan’dı. Şeytan, atamız olan Hz. Adem’in kendisinden üstün kılınmasını, halifelik rütbesinin kendisine değil de ona verilmesini çekememiş, hased ve kibir hastalığına tutularak Allah’ın emrine karşı gelerek kâfir olmayı ve küfrü ilk başlatan olmayı seçmiştir. Allah da onun daha önce kazandığı rütbelerini söküp atmış ve onu cennetinden kovmuştur. Şeytan buna daha da içerlemiş, bu sefer de intikam hırsına kapılmıştır. O, bu hırsla Rabbine şöyle diyordu:


قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿١٦﴾

“(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de
onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” (Âraf, 16).

Bir sonraki âyette de o şöyle diyordu:


ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ

“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
(Âraf, 17).

Katâde diyor ki:
“Onlara önlerinden gelecek ve âhiret yok, yeniden diriliş yok, cehennem yok, cennet yok diyeceğim. Arkalarından gelip; dünya tutkularını süsleyip, allayıp pullayıp onları bu gibi zevklere dâvet edeceğim. Sağlarından gelip, ibadetleri (hasenâtı) zor göstereceğim, geciktirmeye çalışacağım. Sollarından da yaklaşıp, günahları zevkli ve süslü gösterip onlara günah işlemelerini tavsiye edeceğim.”

Şeytan’ın Adem ve neslini saptırmak için üzerinde oturacağını söylediği Allah’ın dosdoğru yolu, Allah’ın rızasını elde etmeye vasıta olan iman ve itaat yolu, kurtuluşa götüren Allah’a teslimiyet yoludur. Bu yol, tevhidî bir imandan sonra Allah’ın emir ve yasaklarına uymak için gayret göstermek anlamında takva yoludur. Vahiyle fıtratın birleşmesiyle cahiliyeden arınıp ayrışarak girilen Hak yolu, adalet yolu, İslam yoludur. İşte İblis (Şeytan) bu yolda ilerlemek isteyen herkesi engellemeye ve bu yoldan saptırmaya çalışacaktır. İblis saptırma amacını gerçekleştirmek için insana her taraftan sokulacak ve çok yönlü bir saldırıyla onları saptırmaya çalışacaktır: Onlarla iman ve itaatin arasına girmek, fıtratla vahyin arasını kesmek, nefsin fücur eğilimini tahrik edip takva yolundan uzaklaştırmak için, “önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacaktır…”.

Allah azze ve cell de, Şeytan’ın ve şeytanlaşmış insanların kullarını kendi sırât-ı mustakîminden saptırmamaları için onlara peygamberler göndermiş, o peygamberlere kitaplar vererek Şeytan’dan ve şeytanlaşmış insanlardan, onların hîle ve desiselerinden, tuzaklarından nasıl kurtulabileceklerinin yolunu da göstermiş ve;
“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Kendinizi korumanız için işte size böyle tavsiye ediyor.” (En’âm Sûresi 153) buyurmuştur. Şeytan’a da, bu yol üzere sebat edenlere, sırât-ı mustakîm üzere olanlara hiçbir şey yapamayacağını, buna gücünün yetmeyeceğini belirterek şöyle demiştir:

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً ﴿٦٤﴾


Haydi, onlardan gücünün yettiklerini sesinle (telkinde bulunarak) çağrınla ayart! Süvarilerinle yayalarınla onlara karşı ordu topla; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadde bulun. Zaten şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez."
(İsrâ : 64)


اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً ﴿٦٥﴾

"Şurası muhakkak ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir sultan, hâkimiyetin olmayacaktır." Güvenip dayanmak için rabbin yeter.”
(İsrâ : 65)

Evet, işte sahâbeler rablerinin gösterdiği yolda sebat etmişler, rablerine güvenip dayanmışlar, Şeytan da onları rablerinin yolundan saptıramamış, onlara sultasını geçirememiştir.

Günümüzdeki Müslümanların çoğunluğuna gelince, onların îmanları taklidden öte geçememiş, Allah’a ve rasûlüne bağlılıkları dilde kalmış, Kur’an’a ve sünnete saygıları şekilcilikten öteye gitmemiştir. Kur’an’ı ve hadis kitaplarını ellerine saygı ile almışlar, onları bel altında bile tutmamışlar, öpüp alınlarına koymuşlar ama onlara nüfuz edememişler, onları anlamaya çalışmamışlar ve onların içindeki hükümlere tâbî olmamışlardır.

Böyle olunca da sırât-ı mustakîm üzerinde sebat edememişler, Şeytan’ın ve şeytanlaşmış insanların sırât-ı mustakîm yoluna açtıkları nice yan yollara, bâtıl yollara sapmışlardır. Dilleri ile Şeytan’dan nefret ettiklerin söylemişler fakat fiilleri ile Şeytan’a uymuşlardır. Bugün Müslümanları en çok saptıranlar şeytanlaşmış insanlardır. Onların bir çoğu sûret-i haktan görünerek insanların kafalarını karıştırmışlar, bâtılların üzerine hak elbisesi giydirerek (telbisu’l hakka bil bâtıl) bâtılı hak gibi göstermişlerdir. Hakkı ve bâtılı doğru dürüst bilmeyen Müslümanlar da hak diye nice bâtıllara ve şeytanlara uymuşlardır.

Bugünkü şeytanlaşmış insanların en tehlikelileri, Müslüman görünen, adları ilâhiyatçı, profesör, hoca olan nice zındıklardır. Bunların ağzı iyi laf ettiğinden, şeytanlaşmış sistemlerin desteklerini de arkalarına aldıklarından Müslümanlara alabildiğine kementler ve ağlar atmakta ve onları saptırmaktadırlar. Kimi hadislere ve sünnete şüphe düşürerek, kimi Kur’an’ı bozuk fikirlerine göre te’vîl ederek Müslümanlarda kavram kargaşası oluşturmakta böylece onların dinden soğumalarına hattâ dinden çıkmalarına sebep olmaktadırlar.

Şeytanlaşmış insanların bazıları da Müslüman görünümlü idarecilerdir. Onlar, küfür idârelerinde yer alarak, küfür idârelerini ve sistemlerini benimseyerek Müslümanlara da benimsetmek istemişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. Bunu yaparlarken de Müslümanların islamdan bihaber olmalarından yararlanmışlardır. Onlar içinde bulundukları halkı iyi bilmektedirler. Onların islama saygılarının olduğunu ama islâmı doğru dürüst bilmediklerinin farkına vararak onlara yer yer âyetler okuyarak, hadisler okuyarak onları istedikleri yere çekmişler, peşlerinden sürükleyerek Müslümanları dinden uzaklaştırmışlardır. Kendileri tâgutlaşırken Müslümanları da tâgutlara kul, köle etmişlerdir. İşte bütün bunlar Müslümanların câhil kalmalarının sonucudur.

Şu unutulmamalıdır ki, sırât-ı mustakîm olan yol olduğu gibi durmaktadır. O yol üzerinde bulunan Müslümanlar ise sebat edememekte, birer birer dökülmektedir. Bugün maalesef çok az sayıdaki Müslümanlar o yol üzere sebat etmeye, düşmemeye ve menzile ulaşmaya gayret etmektedir. Bugün nice Müslümanların namazlarının sonunda yaptıkları bir duâ vardır. Derler ki o duâlarında: “Allah’ım! Bizi sırât-ı müstakimden ayırma!” Evet, bu duâ çok güzel bir duâdır ama bu dua fiille desteklenmedikçe yâni sırat-ı mustakîm üzere kalmak için gayret edilmedikçe, din çok iyi bilinmedikçe, Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar iyice tanınmadıkça hiçbir faydası olmayacaktır.

Öyleyse ey Müslümanlar! Dîninizi iyi öğrenin. Bu öğrenme işini yaparken de internetlerden din öğrenmeye kalkmayın. Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine sıkı sıkıya yapışmış ehli sünnet âlimlerinin yolundan giden ehli sünnet bir âlimden dininizi öğrenin. Öğrendiklerinizi de uygulama safhâsına koyun yâni onlarla amel edin. İşte o zamandır ki ne Şeytan ne de şeytanlaşmış insanlar bizlere etki edemeyecek, bizi sırât-ı mustakîmden ayıramayacaktır. Allah yâr ve yardımcımız olsun.
 
Son düzenleme:
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Günümüzdeki Müslümanların çoğunluğuna gelince, onların îmanları taklidden öte geçememiş, Allah’a ve rasûlüne bağlılıkları dilde kalmış, Kur’an’a ve sünnete saygıları şekilcilikten öteye gitmemiştir. Kur’an’ı ve hadis kitaplarını ellerine saygı ile almışlar, onları bel altında bile tutmamışlar, öpüp alınlarına koymuşlar ama onlara nüfuz edememişler, onları anlamaya çalışmamışlar ve onların içindeki hükümlere tâbî olmamışlardır.
Aklıma akrabalarım arasında anlatılan bir şey geldi. Sanırım birileri umreye gitmiş ve orada bebeğinin bezini değiştirirken kuran okumaya devam eden bir bacı görmüşler. Kilometrelerce ötede bacı çekiştirildi durdu. Günahlarını ala ala bitirdiler ma şa Allah. Bebek beziyle kuran aynı yere konur muymuş minvalinde eleştirmişlerdi. Onlara göre saygısızlıktı. Halbuki bebeğinin bezini değiştirirken bile kurandan gözünü ayıramayan bir anne söz konusuydu. Hayatına o kadar yerleşmişti ki kuran okumak bunu bizim millet gibi yılda bir kendini bir iki saatliğine odalara kapatarak değil sıradan işlerinin yanında sıradanlaşmış bir iş gibi yapıyordu. Ne mutlu o bebeğe ki böyle bir ananın elinde büyüyecek. Allah teferruatlarını affetsin amin
 
Üst Ana Sayfa Alt