Dünya hayatının kısa ve geçici olması, Allah'ın insana bir rahmetidir. Uzun ve kalıcı bir hayat insana çok ağır gelirdi. Şanı yüce ve büyük olan Allah, insanoğlunu yalnız başına bırakmamış, yardımını ve merhametini ondan esirgememiş ve insana sürekli doğru yolu göstermiştir.
'Şüphesiz Allah sizin mevlanızdır. O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.' Enfal,sur:40
Allahın kulları şu üç hal üzeredir:
• Tevbe eden kulları,
• Zürriyetlerinden müslüman gelecek olanlar,
• Kötü insanlar, yani cehennemlikler.
Günahları sebebiyle Allah kullarını helak etmez. Eğer kullar hataları Üzere helak olsaydı, yer yüzünde insan kalmazdı. Allah c.c. İbrahim a.s. vahiyle buyurur:
‘Ey İbrahim! Kullarım üç hal üzeredir, çünkü helak olmazlar.
- Onlar tevbe ve istiğfar ederler.
Tevbe, Allah-u Zülcelal' in kullarına açmış olduğu çok büyük bir merhamet kapısıdır. Tevbe, günahlar ve kötü alışkanlıklar üzerinden ayrılıp pişman olmuş bir kalple bir daha günah işlememeye niyet etmektir.
Abdullah ibn Mes'ud r.a. Resulü Ekrem'den s.a.v. olan hadîs-i şerîfi şöyle rivâyet etti:
'Mü'min günâhlarını bir dağ altında oturup da üzerine dağın hemen çöküvereceğinden korkan bir kimse gibi görür. Fâcir ise günâhlarını burnunun üzerine konup uçmuş bir sinek gibi görür.' S.Buhari.
Ebû Bekri's-Sıddîk –r.a.:
Yâ Resülellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur, dedikte Resûlullah s.a.v. Efendimiz buyurmuşlardır ki:
'Şöyle duâ et:
‘’Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur.' S. Buhari.
Allah-u Teala şöyle buyrmktadır: “... Tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım” Taha; 82
- Çünkü onlar helak olmazlar,onlardan temiz nesiller geleceği için.
Siyer kitaplarının ittifakla kabul ettiği üzere, Peygamber efendimiz s.a.v. biset'in 12. yılı içinde Mekke’den Taif'e gider, oradan taşlanarak kovulmasın ardından, şehrin dışında ki Utbe ve Şeybe kardeşlerin bağına sığınır. Bağda şu duayı yapar.
'Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığım, halk nazarında hor ve hakir görüldüğümü arz ve şikâyet ederim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Her kesin hor görüp dalına bindiği biçarelerin Rabbi sensin. Benim Rabbim sensin. Sen beni, kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar bana merhametlisin.
Allah'ım! Gazaba uğramayayım da, çektiklerim ne olursa olsun katlanırım.
Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan sana, senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım.
Allah'ım! Sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim...'
Efendimiz bu niyazı ile Rabbine iltica etmişti.
Aişe’r.anha ‘den dinleyelim:
Bir gün “Uhud savaşından daha fazla daraldığın gün oldu mu? ” diye soruyor Allah Rasûlune... Uhud, varoluş – yokoluş berzahı gibi bir ortam... Allah Rasulü’nün yaralandığı bir ortam... İslam’ın dağ gibi yiğitlerinin, Rasulullah’ın amcası Hamza gibi, Medine’ye İslâm nurunu taşıyan Mus’ab gibi yıldızların söndüğü bir ortam... Acaba ondan zoru yaşanmış mıydı?
Allah Rasulü işte bu Taif darlığını hatırlıyor:
- Kureyş’ten gördüğüm baskı üzerine Taif’e gitmiş, korunmamı İbnu Abdi Yalil’e teklif etmiştim. Yanaşmadı. Ben de kederli ve elemli bir halde Mekke’ye dönmüştüm. İşte bu dönüş esnasında “Karn-ı Sealib” mevkiine gelince, başımı kaldırıp gök yüzüne baktım. Bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Buluta dikkatlice baktığımda içinde Cebrail’in bulunduğunu farkettim. Cebrail bana:
“Ya Muhammed, Allah, kavminin dediklerini işitti. Seni korumaktan çekindiklerini gördü. Allah sana şu dağlar meleğini gönderdi, emrindedir. Kavmin hakkında ne yapılmasını dilersen, emredebilirsin.” dedi.
Bunun üzerine dağlar meleği seslenip bana selam verdi ve sonra:
-Ya Muhammed, Cebrail doğru söyledi. Ne emredersen yerine getirmeye hazırım ben. Eğer Ebu kubeys ve Kaynakan denilen şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri topluca yok etmesini) dilersen (onu da emret) , dedi.
Ben şöyle cevap verdim:
-(Hayır bunu istemem.) Ben Allah’ın, bu müşriklerin soyundan yalnızca Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi eş - ortak koşmayan tevhide gönül vermiş (muvahhid) bir nesil getirmesini dilerim’’. Buhari,
Uhud’dan daha zorlu bir gün ve o günün Peygamber lisanına yansıyan duası...
“Kahrolsunlar” değil, “kendileri tevhidle buluşup kurtulamasa bile nesilleri kurtulsun! ”
- Onlar helak olmazlar çünkü, Onlar cehennemliktirler.
'Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdirler. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de sırat-ı müstakıym üzere kor.' En`âm; 39
Bakmasını bilirsek, Kur`an bize, Yüce Allah`ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rastgele dilemediğini açıkça göstermektedir:
‘’Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır. Ve büyük azab onlarındır’’ Bakara: 7
Tefsirinde Mevdudi şu güzel açıklamayı yapmakta:
Onlar kabul etmezler; çünkü, Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar Hakk'ı dinlemezler; çünkü, Allah onların gözlerini perdelemiştir. Fakat onların kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesi, Hakk'ı kabul edememelerinin nedeni değil, bilâkis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur.
Yüceliğin de sınır olmayan Rabbim!
Şu mubarek dinimizin, İslamın, şeref, azamet, yücelik ve güzelliğini artır. Ey Rabbimiz, bizi selamet üzere yaşat. Selamet yurdu olan cennetine koy.
1999 / Mut /Yapıntı
Kaynaklar................
Kuranı Kerim,
Muteber hadis kaynakları, A. Taşgetiren,S.Pınar.
Ali Kılıç Kakiz
'Şüphesiz Allah sizin mevlanızdır. O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.' Enfal,sur:40
Allahın kulları şu üç hal üzeredir:
• Tevbe eden kulları,
• Zürriyetlerinden müslüman gelecek olanlar,
• Kötü insanlar, yani cehennemlikler.
Günahları sebebiyle Allah kullarını helak etmez. Eğer kullar hataları Üzere helak olsaydı, yer yüzünde insan kalmazdı. Allah c.c. İbrahim a.s. vahiyle buyurur:
‘Ey İbrahim! Kullarım üç hal üzeredir, çünkü helak olmazlar.
- Onlar tevbe ve istiğfar ederler.
Tevbe, Allah-u Zülcelal' in kullarına açmış olduğu çok büyük bir merhamet kapısıdır. Tevbe, günahlar ve kötü alışkanlıklar üzerinden ayrılıp pişman olmuş bir kalple bir daha günah işlememeye niyet etmektir.
Abdullah ibn Mes'ud r.a. Resulü Ekrem'den s.a.v. olan hadîs-i şerîfi şöyle rivâyet etti:
'Mü'min günâhlarını bir dağ altında oturup da üzerine dağın hemen çöküvereceğinden korkan bir kimse gibi görür. Fâcir ise günâhlarını burnunun üzerine konup uçmuş bir sinek gibi görür.' S.Buhari.
Ebû Bekri's-Sıddîk –r.a.:
Yâ Resülellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur, dedikte Resûlullah s.a.v. Efendimiz buyurmuşlardır ki:
'Şöyle duâ et:
‘’Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur.' S. Buhari.
Allah-u Teala şöyle buyrmktadır: “... Tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım” Taha; 82
- Çünkü onlar helak olmazlar,onlardan temiz nesiller geleceği için.
Siyer kitaplarının ittifakla kabul ettiği üzere, Peygamber efendimiz s.a.v. biset'in 12. yılı içinde Mekke’den Taif'e gider, oradan taşlanarak kovulmasın ardından, şehrin dışında ki Utbe ve Şeybe kardeşlerin bağına sığınır. Bağda şu duayı yapar.
'Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığım, halk nazarında hor ve hakir görüldüğümü arz ve şikâyet ederim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Her kesin hor görüp dalına bindiği biçarelerin Rabbi sensin. Benim Rabbim sensin. Sen beni, kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar bana merhametlisin.
Allah'ım! Gazaba uğramayayım da, çektiklerim ne olursa olsun katlanırım.
Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan sana, senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım.
Allah'ım! Sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim...'
Efendimiz bu niyazı ile Rabbine iltica etmişti.
Aişe’r.anha ‘den dinleyelim:
Bir gün “Uhud savaşından daha fazla daraldığın gün oldu mu? ” diye soruyor Allah Rasûlune... Uhud, varoluş – yokoluş berzahı gibi bir ortam... Allah Rasulü’nün yaralandığı bir ortam... İslam’ın dağ gibi yiğitlerinin, Rasulullah’ın amcası Hamza gibi, Medine’ye İslâm nurunu taşıyan Mus’ab gibi yıldızların söndüğü bir ortam... Acaba ondan zoru yaşanmış mıydı?
Allah Rasulü işte bu Taif darlığını hatırlıyor:
- Kureyş’ten gördüğüm baskı üzerine Taif’e gitmiş, korunmamı İbnu Abdi Yalil’e teklif etmiştim. Yanaşmadı. Ben de kederli ve elemli bir halde Mekke’ye dönmüştüm. İşte bu dönüş esnasında “Karn-ı Sealib” mevkiine gelince, başımı kaldırıp gök yüzüne baktım. Bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Buluta dikkatlice baktığımda içinde Cebrail’in bulunduğunu farkettim. Cebrail bana:
“Ya Muhammed, Allah, kavminin dediklerini işitti. Seni korumaktan çekindiklerini gördü. Allah sana şu dağlar meleğini gönderdi, emrindedir. Kavmin hakkında ne yapılmasını dilersen, emredebilirsin.” dedi.
Bunun üzerine dağlar meleği seslenip bana selam verdi ve sonra:
-Ya Muhammed, Cebrail doğru söyledi. Ne emredersen yerine getirmeye hazırım ben. Eğer Ebu kubeys ve Kaynakan denilen şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri topluca yok etmesini) dilersen (onu da emret) , dedi.
Ben şöyle cevap verdim:
-(Hayır bunu istemem.) Ben Allah’ın, bu müşriklerin soyundan yalnızca Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi eş - ortak koşmayan tevhide gönül vermiş (muvahhid) bir nesil getirmesini dilerim’’. Buhari,
Uhud’dan daha zorlu bir gün ve o günün Peygamber lisanına yansıyan duası...
“Kahrolsunlar” değil, “kendileri tevhidle buluşup kurtulamasa bile nesilleri kurtulsun! ”
- Onlar helak olmazlar çünkü, Onlar cehennemliktirler.
'Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdirler. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de sırat-ı müstakıym üzere kor.' En`âm; 39
Bakmasını bilirsek, Kur`an bize, Yüce Allah`ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rastgele dilemediğini açıkça göstermektedir:
‘’Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır. Ve büyük azab onlarındır’’ Bakara: 7
Tefsirinde Mevdudi şu güzel açıklamayı yapmakta:
Onlar kabul etmezler; çünkü, Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar Hakk'ı dinlemezler; çünkü, Allah onların gözlerini perdelemiştir. Fakat onların kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesi, Hakk'ı kabul edememelerinin nedeni değil, bilâkis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur.
Yüceliğin de sınır olmayan Rabbim!
Şu mubarek dinimizin, İslamın, şeref, azamet, yücelik ve güzelliğini artır. Ey Rabbimiz, bizi selamet üzere yaşat. Selamet yurdu olan cennetine koy.
1999 / Mut /Yapıntı
Kaynaklar................
Kuranı Kerim,
Muteber hadis kaynakları, A. Taşgetiren,S.Pınar.
Ali Kılıç Kakiz