Âleykum selam we rahmetullah ;
Dediğiniz mânada ayetin tefsirni açıklayan izahatlar olmuş olsa da muteber görülmemiştir. Sofiyye ehli, bu ayetin tefsirini böyle kabul ederek kendilerince rabtaya delil de göstermektedirler. Fakat muteber görüş daha farklıdır:
"Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi - o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı." (Yusuf 24)
İlgili (Yusuf 24) ayetin Diyanet tefsiri şöyledir:
"İşaret ve ikaz" olarak çevrilen "burhan" hakkında çeşitli görüş ve rivayetler olmakla birlikte ( Zemahşerî, I, 312) bunun, Allah'tan gelen bir ilham olduğu kanaati ağır basmaktadır. Buna göre kadının tahrikleri karşısında Yûsuf'ta ona yaklaşma arzu ve isteği doğmuş, ancak Allah'tan gelen bir İlham sayesinde bu çirkin işin haram olduğunu hatırlamış ve kadına yaklaşmamıştır. Âyetin akışı da Yûsuf'un bu fiilden korunmuş olduğunu göstermektedir. Bu olay, peygamberlerin peygamberlik öncesinde de büyük günah işlemekten korunmuş olduklarını savunan görüşü destekler.
(Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu: III/214)
Mevdudi'nin Tevhimu'l Kur'an tefsirinde ise;
"Rabbının burhanı" demek, Allah'tan gelen ilham demektir ki bu ilham kendisini, bir kadının tahrikine kapılmanın hiçbir kar getiremeyeceği şuuruna erdirmiştir.
"Bu burhan neydi?" sorusunun karşılığı da daha önceki ayette zaten geçmektedir:
"Rabbim bana karşı bunca ihsanda bulundu. Şu halde ben niye böyle yanlış bir iş yapayım? Zalimler asla felah bulmaz". Şu halde, gençliğine rağmen Yusuf'u (a.s) bu büyük tahrikten koruyan "ilahi burhan" anlaşılmış olmalıdır.
"Rabbinin burhanını görmeseydi Yusuf da ona meyledecekti" ifadesinin anlamı şudur:
Yusuf (a.s) gibi bir peygamber bile, eğer Allah burhanıyla kendisine doğru yolu göstermezse günahtan korunamayabilir. Şu var ki bu ayet peygamberlerin günaha karşı "bağışıklı" tabiatlarını da açığa çıkarmaktadır. Bu demek değildir ki, peygamberler yanılmaz, hatalı iş yapmaz, günah işlemez, yanlışa düşmez. Burada kastedilen şudur:
Diğer insanlar gibi peygamber de tutkulara, duygulara ve cinsi isteklere sahip olmasına ve ayrıca günah işleme kabiliyetine sahib bulunmasına rağmen, Yusuf (a.s) öylesine erdemliydi, öylesine Allah'tan korkmaktaydı ki, kast-ı mahsusla böyle kötü bir niyet asla besleyemezdi; zira kendisine Rabbinden gelen burhan, behimî şehvetinin şuurundan gelen sese gâlib gelmesini mümkün kılmamıştır.
Ve eğer insanî zaafının hilafına davranmaya güç yetiremeseydi, Allah hemen kendisine vahiy indirir ve onu doğru yola sokardı. Çünkü bu hatasının sonuçları yalnızca şahsını bağlamaz tüm ümmete yansırdı; zira onun önemsiz bir hatası bile başkalarını en korkunç günahlara sevkedebilirdi.
"Kendisinden kötülük ve fuhşu uzaklaştıralım diye" ifadesi iki şeyi tazammun eder.
Birincisi şudur:
"Lütfumuzun nedeni, burhanımızı idrak etsin ve kendisini günahtan sakındırsın diye idi. Çünkü biz kötülük ve fuhşu bu seçilmiş kulunuzdan uzaklaştırmak istedik."
İkinci anlamı daha da derindir; zira bu olay ruhi eğitimine bir temel hazırlaması bakımından Yusuf'un hayatında önemli bir yere sahibdir:
"Kötülük ve fuhşa karşı bağışıklık kazansın diye onu böyle bir imtihandan geçirmeyi biz istedik. Çünkü bu kışkırtma karşısında takvasının kazandırdığı tüm güçleri kullanarak böyle şeylerin gelecekte kendisine hiç bir kazanç getirmeyeceğini anlayacak ve bu bilinç onda güçlü bir karakter oluşturacaktı." Böyle sıkı bir imtihanın önem ve gerekliliği o dönem Mısır toplumunun manevi-ahlaki şartları göz önünde bulundurulursa, apaçık ortaya çıkmaktadır. 30. ayetten 32. ayete şöyle bir göz atınca görürüz ki, genelde kadınlar ve özelde yüksek sosyete "bayanlar"ı, bugün "medeni" Batı'da ve batılılaşmış Doğu'da olduğu gibi hemen hemen aynı cinsel özgürlüğün sefasını sürmekteydiler. Allah, Yusuf'a (a.s) efendisinin evinde böyle özel bir eğitimden geçirmenin düzenini kurdu; çünkü, Yusuf (a.s) baştan çıkmış bir toplumda ilahi misyonunu yerine getirmek, üstelik sıradan bir adam olarak değil bir yönetici olarak görev yapmak durumundaydı. Yüksek sosyete "bayanları"nın davranışlarından anlaşıldığına göre, bu genç ve yakışıklı köleyi kendilerine çekmek için yapamayacakları şey yoktu. Genç kölenin güzelliği karşısında duydukları hayranlığı açıkça utanç duymaksızın belli etmeleri, evin "hanım"ının da onu tahrik için elinden geleni yaptığını ve yapmaya da devam edeceğini çekinmeden utanmadan, itiraf etmesi sosyete bayanlarının durumunu yeterince sergilemektedir. Böylece Allah onu böyle sıkı bir imtihandan geçirmek suretiyle gelecekteki bu tür tahriklere karşı direncini artırmakla kalmadı, aynı zamanda söz konusu bayanların bu konuda herhangi bir başarı kazanma umutlarını da kırmış oldu. Yani bir köleyi baştan çıkaramayanlar bir yöneticiyi nasıl baştan çıkarabilirler?"
(Mevdudi, Tevhimu'l Kur'an)
Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir Tefsirinde:
"Yusuf Rabbinin burhanını görmeseydi, kadının arzusuna uyabilirdi." Yani peygamberlik olmasaydı yahut Allah Tealâ'nın murakabesi ve O'na itaat etme duygusu ve Rabbinin kendisini görmesinin onun üzerindeki tecellisi olmasaydı Yusuf da onunla beraber olabilirdi.
"Levlâ (olmasaydı)" kelimesinden anlaşılan mana Yusuf'un kalbinde Allah korkusu olduğu için böyle bir şeyi asla arzu etmediğidir. Çünkü "levlâ" kelimesi bir şeyin meydana gelmesi imkânsız olduğunda kullanılır. Meselâ "Dün gece bana misafir gelmemiş olsaydı, sana gelirdim" cümlesi sana ziyarete gelen misafir sebebiyle arkadaşına gitmenin mümkün olmadığı manasına gelir. Burada misafir, arkadaşına gitmene engel olmuştur. Bu ayette de böyledir. Peygamberlik burhanı ve Allah'ın murakebesi olmasaydı o da kadının arzusuna uyabilirdi, demektir.
'Yusuf'u" efendisine ihanet etmek gibi "kötülük ve" zina gibi "fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık." Yani bu şekildeki bir sebatkârlıkla ona sebat telkin ettik ve burhanı gösterdik. "Çünkü o kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı." Allah'ın kendilerini seçkin kıldığı ve kendisine itaat etmek için ihtiyar ettiği seçkin kullardandı. "el-Muhlisîn" şeklinde kıraate göre mana itaatte halis olan kullar demektir."
(Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munir)
Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an ;
el-Kuşeyrî Ebu Nasr der ki: Kimileri de şöyle demiştir: Yûsuf'un bir meyli görüldü, fakat onun bu meyli, fiili kararlaştırmak söz konusu olmaksızın, yaratılış itibariyle bir hareket ve bir meyil idi. Bu kabilden davranışlardan dolayı ise kul sorumlu tutulmaz. Nitekim kişi, oruçlu iken kalbinden soğuk su içmeyi, lezzetli yemekler yemeyi geçirmekle birlikte yeyip, içmediği ve yeme-içmeye kesin karar vermediği sürece, içinden geçirdikleri dolayısıyla sorumlu tutulmaz. Sözü edilen "burhan" İse onun içinden geçirdiği bu meyil karar haline dönüşmesin diye bundan alıkonulması, engellenmesidir.
Derim ki: Bu güzel bir açıklamadır. Bu açıklamayı yapanlardan birisi de el-Hasen'dir. İbn Atiyye der ki: Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak benim görüşüm şudur: Yûsuf'un bu olay esnasında peygamber olduğu rivayeti sahih değildir. Bu konuda birbirini destekleyen iki rivayet dahi yoktur. O böyle iken de kendisine bir hikmet ve bir ilim verilmiş mu'min bir kimse idi. O bakımdan bir şeyi işlemeksizin, onu yapma isteği şeklindeki meyle kapılması ve bu işteki günaha rağmen bayağı düşüncelerin gelip geçmesi mümkündür. Şayet bu olay esnasında onun peygamber olduğunu kabul edersek; bana göre ancak hatırdan geçip giden bir düşünce şeklindeki meyletmeyi onun hakkında düşünmek caiz olur ve bu hususta sözü geçen uçkurunu çözmesi ve buna benzer şeylerin hiçbirisi sahih değildir. Çünkü peygamberlikle beraber ismet söz konusudur. "Senin adın peygamberler sicilinde yazılı iken, beyinsizlerin işini nasıl yaparsın?" diye ona söylendiği rivayet edilen söze gelince, bu daha sonraları peygamberlerden birisi olacağının vaadedilmesi anlamındadır.
Derim ki: İbn Atiyye'nin sözünü ettiği bu şekildeki açıklama doğrudur. Ancak yüce Allah'ın: "Biz de kendisine... şunu vahyettik." (Yûsuf, 15) diye buyurmuş olması -önceden de açıkladığımız gibi- o sırada peygamber olduğuna delil teşkil etmektedir. Aynı zamanda bu bir grub ilim adamının da kabul ettiği görüştür. Eğer o sırada peygamber idiyse, geriye sadece onun meyletmesi hatırdan geçip giden ve kalbde hiçbir şekilde yer etmeyen meyilden ibarettir. Şanı yüce Allah'ın bütün insanları sorumlu tutmadığı meyi (hemm) de budur. Zira mükellefin bu gibi meyilleri terketme gücü yoktur. Yûsuf'un: "Bununla beraber ben nefsimi temize çıkarmıyorum" sözü ise -eğer onun söylediği sözlerden kabul edilirse- ben kendimi bu meyil isteğinden temize çıkarmıyorum, demek olur. Yahut ta o bu sözü tevazu ve itiraf olmak üzere söylemiştir ki, daha önce temize çıkartıldığı husustan nefse muhalefet olsun diyedîr.
Diğer taraftan şanı yüce Allah bulûğu vaktinden itibaren, Yûsuf'un durumu hakkında: "Tam ergenlik çağına varınca kendisine bir hüküm ve bir İlim verdik" diye -az önce geçtiği gibi- haber vermektedir. Yüce Allah'ın haberi ise doğrunun tâ kendisidir, O'nun nitelemesi sahihtir, sözü haktır. Yûsuf yüce Allah'ın kendisine öğretmiş olduğu şekilde zinanın, zinaya götüren yolların, kişinin efendisinin, komşusunun ve yabancı kimselerin namuslarına hainlik etmesinin haram olduğu hükmüne uygun olarak amel etmiştir. Hiçbir şekilde Aziz'in karısına bu maksatla yaklaşmamıştır, onun murad alma isteğine olumlu karşılık vermemiştir. Aksine ondan yüz çevirmiş, ondan kaçmıştır. Bu özel olarak ona ihsan edilmiş bir hikmettir ve yüce Allah'ın kendisine öğrettiğine uygun bîr amelidir.
Muslim'in, Sahih'inde Ebu Hurayra (r.anh)dan şöyle dediği nakledilmektedir:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Melekler der ki: Rabbim şu filan kulun -o kulunu daha iyi görmekle birlikte- bir kötülük işlemek istiyor.
Yüce Allah: Onu gözetleyin, der. Eğer o günahı işlerse, günahı ona misliyle yazınız, eğer onu terkederse o günahı ona bir iyilik olarak yazınız. Çünkü o Benim için o günahı terketmiştir."
(Buhâri, Tevhid 35; Muslim, İman 205; Tirmizi, Tefsir 6. sure 10)
Yine peygamber yüce Rabbinden şöyle buyurduğunu haber vermektedir:
"Kulum bir günah işlemeyi içinden geçirip de işlemezse, ona bir iyilik olarak yazılır."
(Buhâri, Rikaak 31; Muslim, İman 207; Musned, I, 227, II, 234, 411, 498)
Kulun işlemeyi içinden geçirdiği günahı terketmesi sebebiyle ona bir iyilik olarak yazılıyorsa, o halde böyle bir durumda günah yok demektir. Sahih hadiste de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah, ummetime nefislerinin içlerinden geçirdiklerini işlemedikleri yahut konuşmadıkları sürece affetmiştir."
(Buhari, Itk 6, Talâk 11, Eymân 15; Muslim, Eymân 201, 202; Ebû Davûd, Talak 15; Tirmizi Talâk 8; Nesai, Talâk 22; İbn Mâce, Talâk 14, 16; Musned, II, 425, 474, 481, 491)
Bu hadis de daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın: "Eğer Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı" buyruğundaki (mastar anlamını ifade eden) "...me" burada ref mahallinde olup; "Rabbinin burhanını görmesi olmasaydı" demektir.
Cevab ise buyruğu dinleyenin, onu bilmesinden dolayı hazfedilmiştir ki, olanlar olurdu demektir.
Burada zikredilen "burhan"ın ne olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilmemiştir.
Ali b. Ebi Talib (r.anh)'dan rivayete göre Zuleyha evin bir köşesinde inci ve yakutlarla süslü bir taç giydirilmiş, bir puta kalkıp bir örtüyle üzerini kapattı.
Yusuf ona ne yapıyorsun? Diye sorunca,
Zeliha: Bu ilahımın beni bu şekilde görmesinden utanırım deyince:
Benim Allah'tan utanmam daha bir yaraşır, diye cevab verdi.
Bu, bu hususta yapılmış en güzel açıklamadır. Çünkü bu şekildeki cevab ile (Zeliha'ya şirkine karşı) delil getirilmiş olmaktadır.
Denildiğine göre Yûsuf evin tavanında: "Zinaya yaklaşmayın, o cidden bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur" (İsra, 32) buyruğunu yazılı olarak gördü.
İbn Abbas da der ki: Üzerinde: "Hiç şubhesiz üzerinizde bekçiler vardır" (İnfitar, 10) yazılı bir el göründü.
Bir başka kesim de şöyle demektedir: O yüce Allah'ın ahit ve misakını hatırladı.
Bir diğer görüşe göre ona: Ey Yûsuf! diye seslenildi. Sen peygamberler arasında kayıtlısın, beyinsizlerin amelini mi işliyorsun!
Bir diğer görüşe göre Ya'kub'un suretini duvar üzerinde parmaklarını ısırmış, onu tehdit eder halde görünce durdu ve şehveti parmak uçlarından çıktı. Bunu da Katâde, Mucahid, el-Hasen, ed-Dahhâk, Ebu Salih ve Said b. Cubeyr söylemişlerdir.
el-A'meş, Mucahid'den şöyle dediğini rivayet eder: O şalvarını çözünce Ya'kub ona göründü ve: Ey Yûsuf! deyince,
Yûsuf dönüp kaçtı.
Sufyan da, Ebu Husayn'dan, o Said b. Cubeyr'den şöyle dediğini rivayet eder:
Yûsuf a, Ya'kub göründü ve göğsüne bir darbe indirdi. Bunun üzerine şehveti parmak uçlarından çıkıp gitti.
Mucahid der ki: . Ya'kub'un herbir oğlunun oniki erkek çocuğu oldu. Yûsuf un ise sadece iki oğlu oldu, bu şehveti dolayısıyla çocukları azaldı.
Bundan başka açıklamalar da yapılmıştır.
Özetle; âyet-i kerîme'nin sözünü ettiği "burhan" yüce Allah'ın, Yûsuf a gösterdiği ve bununla imanını pekiştirip, masiyetten uzak kaldığı, Allah'ın âyetlerinden bir âyettir.
(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an)
Fahraddin Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l- Gayb adlı eserinde ;
Ayetteki "Rabbin burhanı" ne kasdedildiğini şöyle açıklarız:
Peygamberlerin ma'sum (günahsız) olduğunu kabul eden muhakkik alimler, Yusuf'un gördüğü burhanı, birkaç şekilde açıklamışlardır.
a) Bu, zina fiilinin haram olduğu hususundaki, Allah'ın huccetinin ve zina edecek kimseye terettub eden cezanın bilinmesidir.
b) Allah Teâlâ, peygamberlerin nefislerini kötü huylardan temizlemiştir. Hatta Allah'ın, peygamberlerin yakın arkadaşlarının nefislerini bile, böyle kötü huylardan temizlediğini söyleyebiliriz. Nitekim Cenab-ı Hak, "Ey ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler" (Ahzab, 33) buyurmuştur. Binâenaleyh burada Yusuf'un gördüğü bildirilen ilahî burhandan maksad, peygamberler için güzel huyların tahakkuk etmesi, onları öyle kötü işlere yönelmekten alıkoyan hallerin hatırlatılmasıdır.
c) Yûsuf (a.s), odanın tavanında,"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şubhesiz ki hayasızlıktır, kötü bir yoldur" (Isra, 32) ayetini yazılı olarak gördü.
d) Bu, fuhşiyyatı işlemeye mâni olacak olan "nubuwet"tir. Bunun delili, peygamberlerin, insanları kötülüklerden ve rezil-u rusvay eden şeylerden men etmek için gönderilmiş olmalarıdır. Dolayısı ile eğer peygamberler, kendileri her türlü kötülük ve fuhşa yönelirken, insanlara bunu yasaklamaya kalkışırlarsa, "Ey iman edenler, niçin kendinizin yapmadığı şeyleri söyleyip emrediyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğz bakımından Allah indinde büyüktür" (Saff, 2-3) ayetinin muhtevasına girmiş olurlar.
Hem sonra Allah Teâlâ, yahudileri "siz, insanlara iyiliği emredersiniz de, kendinizi unutur musunuz?" (Bakara, 44) diye ayıplamıştır. Yahudiler için ayıp olan birşey, mucizelerle desteklenmiş bir peygambere nasıl isnad edilebilir?
Bu günahı Yusuf (a.s)'a nisbet edenler de, bu "burhân''ın ne demek olduğu hususunda, şu izahları yapmışlardır:
1) "Kadın, evin ortasında inci ve yakut kakmalı bir puta yöneldi ve onun üzerini bir bezle örttü. Bunun üzerine Yusuf (a.s): "Bunu niçin yaptın?" dediğinde de,
"Ben putumun bir günah işlerken beni görmesinden utanırım" dedi.
Yûsuf (a.s) da: "Sen, aklı olmayan, duymayan bir puttan utanırken ben nasıl olur da, herkesin yaptığını (gücünü) kendisine veren ilahımdan utanmam. Allah'a yemin olsun ki, ben bu işi kesinlikte yapmam!" dedi" Bu görüşte olanlar, "işte burhân budur" demişlerdir.
2) Onlar, İbn Abbas (r.anhuma)'dan şunu rivayet etmişlerdir:
"Yûsuf (a.s)'a, babası Ya'kûb, parmaklarını ısırır olduğu halde ve "Peygamberler zumresinden takdir edilmiş olduğun halde, tacirlerin işini mi yapıyorsun? Bundan utan!" der vaziyette temessul etti, göründü." Bu aynı zamanda İkrime, Mucahid, Hasan el-Basri, Said b. Cubeyr, Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve İbn Sîrîn'in görüşüdür.
Saîd b. Cubeyr şöyle demiştir: Yakûb (a.s.) Yusuf (a.s.)'a göründü ve onun göğsüne vurdu. Böylece onun bütün şehveti, parmak uçlarından (adetâ) çıkıp gitti."
3) Onlar şöyle demişlerdir: "Yusuf (a.s), birisinin gökten kendisine "Ey Ya'kûb'un oğlu, sen kuşlar gibi olma. Kuşun tüyleri vardır. Ama zina ettiğinde, o güzel tüyleri dökülür (güzelliği gider diye seslendiğini duydu"
4) Onlar, İbn Abbas (r.anhuma)'ın şöyle dediğini nakletmişlerdir:
"Yûsuf (a.s), Yakub (a.s)'un temsilini (hayalini) görünce de, vazgeçmedi. Ta ki Cebrail (a.s), onu geri tepince bütün şehveti kayboldu'.' Vahidî bu rivayetleri nakledince, kibirlenerek (laf atarak), "Bu, tenzili (Kur'ân'ın nuzulunü) gören zatlardan, Kur'ân'ın tefsirini alan tefsir önderlerinin görüşüdür" demiştir. Ona şöyle denilebilir: "Sen, bize hiç bir faydası bulunmayan, bu laf atmalardan başka birşey söylemiyorsun. Senin, buna delilin nerede?" Hem, aynı şeyde delillerin birbirin'i takib etmesi caizdir. Yûsuf (a.s), asli delillere göre, zinadan uzak durmuştur. Binâenaleyh ona, bu kadar engel ilave edilince, onun bu işten vazgeçmesi kuvvetli ve sakınması mükemmel olmuş olur. Şaşılacak şey! Onlar Peygamber (s.a.v.)'in -kendisinin hiç bir dahli olmaksızın- hucresine bir köpek yavrusunun girmesi üzerine Cebrail (a.s)'in kırk gün Peygamber (s.a.v.)'e gelmemiş (vahiy getirmemiş) olduğunu nakletmişlerdir. Bu konuda ise, Yusuf (a.s)'un, zina işi ile meşgul iken, Cebrail (a.s)'in ona gittiğini iddia etmişlerdir. Şaşılacak şey ki, onlar Yûsuf'un,Cebrail (a.s)'in gelmesi sebebi ile,
bu işten imtina etmediğini iddia ediyorlar. Halbuki en fasık ve en Kâfir birisi bile fuhuşla meşgul iken, ansızın yanına sâlihlerin sureti ve şekli üzere olan bir kimse girse, ondan utanır, kaçar ve o işi bırakır. Burada ise, Yûsuf (a.s), Ya'kûb (a.s)'un parmaklarını ısırdığını gördüğü halde, ona önem vermediği rivayet edilmektedir. Sonra güya Cebrail (a.s), o azametine rağmen, onun yanına girmiş de, Yusuf yine Cebrail'in gelmesi ile, bu kötü işten imtina etmemiş de, ancak Cebrail (a.s) onun sırtına vurmaya mecbur kalmıştır. Binâenaleyh biz, dini hususlarda sapmaktan ve yakîni elde etmek hususunda çaresiz kalmaktan Allah'ın bizi korumasını isteriz. İşte bu konudaki sözümüz, özetle bundan ibarettir. Allah en iyi bilendir.
(Fahraddin Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l- Gayb)
İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri
Onu zevcesi olarak temenni etmişti de denilmiştir. Yine denilir ki: «Andolsun ki, o istekli idi. Eğer Rabbının burhanını görmemiş olsaydı.» Yani buna niyyet dahi etmemiştir. Arab dili bakımından bu söz şubhelidir. Bununla birlikte İbn Cerîr ve başkaları zikretmişlerdir.
Yûsuf'un gördüğü burhân hakkında da bir çok şey söylenmiştir. İbn Abbâs, Mucâhid, Saîd İbn Cubeyr, Muhammed İbn Şîrîn, Hasan, Katâde, Ebu Salih, Dahhâk, Muhammed İbn İshâk ve başkalarından rivayete göre; o, babası Ya'kûb (a.s.) un suretini görmüş. Bu suretinde Ya'kûb (a.s.), parmağını ısırır halde imiş.
Sâîd İbn Cubeyr' den gelen bir rivayete göre şöyle denilmiştir : Ya'kûb, Yûsuf un göğsüne vurmuş. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî der ki: Efendisinin hayâlini gördü. Muhammed İbn İshâk da bazılarından hikâye ederek böyle söylemiştir. Buna göre o (yani Yûsuf'un görmüş olduğu burhân) kapıya yaklaşmış olan efendisi Itfîr'in hayâlidir.
İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Kureyb'in... Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Yûsuf, başını evin tavanına kaldırmış ve evin duvarında şu yazıyı görmüş : «Zinaya yaklaşmayın. Muhakkak ki o, azgınlıktır. Ve yol olarak da kötüdür.» (İsrâ, 32).
Ebu Ma'şer el-Medenî de Muhammed. îbn Kâ'b'dan bu şekilde rivayet etmiştir. Abdullah İbn Vehb der ki: Bana Nâfi' îbn Yezîd'in... el-Kurazî'den rivayetine göre; o, Yûsuf'un gördüğü bürhân hakkında şöyle dermiş :
Bunlar; Allah'ın kitabından üç âyettir : «Halbuki sizin üzerinizde koruyucular vardır.» (İnfitâr, 10), «Ne yaparsan yap... Mutlaka Biz sizi görürüz...» (Yûnus, 61), «Herkesin yaptığını gözeten Allah... bir olur mu?» (Ra'd, 33).
Nafi' der ki: Ebu Hilâl'i Kurazî'nin sözünün bir benzerini söylerken işittim. Ancak o dördüncü bir âyet olarak : «Zinaya yaklaşmayın. Muhakkak ki o, azgınlıktır. Ve yol olarak da kötüdür.» (İsrâ, 32). âyetini de eklemiştir.
Evzaî der ki: Kendirini bundan men'eden Allah'ın kitabından bir âyeti duvarda görmüştür.
İbn Cerîr der ki: Doğrusu; şöyle denilmesidir: Muhakkak ki o niyet ettiğinden kendisini men'eden Allah'ın âyetlerinden bir şey görmüştür. Bunun Ya'kûb'un sureti olması, kralın (veya bir meleğin) sureti olması, kendisini bundan men'eden yazılmış bir şeyi görmüş olması caizdir. Bunlardan birinin ta'yîn edilmesine kesin bir delil yoktur. Doğru olan, Allah Teâlâ'nın buyurmuş olduğu veçhile mutlak olarak' bırakılmasıdır.
(Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri)