Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Yusuf el Karadavi akidesi !

matchless maturidi-1 Çevrimdışı

matchless maturidi-1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Sofilerin meşhur rabıtacılarından Mahmud H.' nın asrın muceddidini Allah bildirmedi. Bunu tanıyıp bilmeden yabancı bir dernek seçmiştir. Yanlışlıkla dememin delili, seçilmesine sebeb olan bidat ve hurafelere karşı mucadele edip tevhid akidesi üzerine olduğunu söylemişler ki; bu tamamamen asılsız sıfatlardır. anlaşılıyor ki bunları seçen yabancı ülkedeki bu derneğe hatalı ve yanlış bilgiler vermiştir. Zira bu derneğin başındaki Yusuf el Karadavi Selef bir alimdir ve ömrününü ve kitaplarında (çağdaş meselelere fetvalar) tasavvuftaki şirk , hurafe ve bidatlerle mucadele ile geçirmiş , rabıtaya, kabirden ve ölüden tevessüle şirk demektedir. Bu sebeble yusuf el karadavi'ye vahabi diye saldırıp iftira atanlar, O'nun elinden ödül almakla mest olup iftihar etmekten çekinmemektedirler!




Yusuf el Karadavi : (1926 Mısır) İslam'da Helal ve Haram kitabının daha ön sözünde kendisinin mezhepsiz olduğunu zaten itiraf eden bu kişi için fazla söze gerek yok aslında. Mezhepler arası çelişkilerde tam ve kesin hüküm vermek mecburiyetindeymiş. Belirli bir mezhebi taklid etmeyi kendine yakıştıramamış, taklid aklın çalışmasını durdururmuş.Yalnız bir mezhebin esiri olmak O'nun gibi bir ilim adamına yaraşmazmış!
Şimdi bu kitap, bu itiraflardan sonra nasıl okunur? Adam açıkça mezhep tanımaz olduğunu beyan ediyor. Belki de kendisini mutlak müçtehid olarak gördüğü için bunları söylemiştir(!) Bu gibi mezhep tanımazlardan neler duymadık ki..
Bir onun bu sözlerine bakın, bir de mesela, fukahanın yedinci derecesinde allame olan Seyyid İbn-i Abidin (Rh.A) efendimizin "şu evrakı toplayan günahkâr kul dahi musannıfın, yani mukallidler sınıfına dahil olduğunu beyan eder"[1] sözlerine ..! Dolu başak mütevaziliğinden yerlere eğilir, boş başak da başı yükseklerde olurmuş!
“Taklid aklın çalışmasını durdurur”muş. Elbette; şeytanı, hevayı ve sapık mezhepsiz ustaları taklid insanın aklını durdurur.İşte bakın nakil ve ehl-i sünnet caddesinden ayrılanın aklı nasıl durur, kendisinden dehşet ve yalnızca İslami değil, dünya medyasında geniş yer bulan meşhur bir örnek :“Üniversiteye alınmayan başörtülü kızlar başlarını açabilirler” (!)
Mezhep tanımazlığın vardığı son nokta, Zahid el Kevseri merhumun teşhisi ile işte böyle "dinsizliğe köprü" oluyor!
Kendisinin bu fetvayı verebilme cür’etinden sonra, bu kişiyi ve yazdıklarını hala baştacı edenlere şifalar dileriz, tartışmayız bile..
İslam fıkhı metodolojisine bağlı olmadığından, kendi görüşleri ile fetvalar vermesi, onu İslam dünyasında tartışmalı konuma getirdi. Hasan el Benna liderliğindeki ihvan hareketlerinde tutuklanmasıyla gelişen yaşamı onu bir dönem hoca kimliğinden siyasi kimliğinin ön plana çıkması ile kariyerine (!) bu açıdan da zarar verdi.
Karadavi’ye İslam dünyasında yöneltilen eleştirilerden bazıları da şunlardır:
Zayıf hadisleri kanıt olarak kullanmak, buna karşın Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarındaki bazı hadisleri reddetmekle itham edilmektedir.
Bazı konularda kat’i icmaya muhalefet ettiği öne sürülmektedir. Bu eleştiriye bazı El-Ezher şeyhleri de katılıyor. Selefiler, Karadavi’nin hukuk metodolojisinde bazı kaideler icat ettiğini öne sürüyor.
En ağır eleştirilerden biri de, Karadavi’nin ABD’deki Müslümanların ABD ordusu bünyesinde Afganistan’da savaşabileceklerine dair fetvasıdır.Karadavi’nin Filistin davası noktasındaki fetvalarının İslami olmaktan çok milli eksenli olduğunu savunuluyor.
Özellikle de Habeşişler tarafından Kader ve tevil meselelerinde Eşari düşüncesini eleştirmesine, İbni Teymiyye ve İbni Kayyim’i ise eleştiriden muaf tutmasına karşı çıkılıyor.
“Fakat beni rahatsız eden bir şey var Yusuf el- Karadavi’nin söylemleri içerisinde. Bu müslümanlar arası, müslümanlar içi bir meseledir. İslam’ı günümüz insanına anlatırken, yaşamaya çalışırken, tarih içerisinde oluşmuş ve bugüne kadar varlığını taşımış, devam ettirmiş İslam mezhepleriyle Yusuf el-Kardavi’nin bir derdi var. Bunu burada mutlaka dile getirmem lazım. Bu konuda gazetede de yazdım.Bu konuda tavrı mı var?Evet, yani herhangi bir mezheple bağımlı kalmak, herhangi bir mezhebin mukallidi olmak ki o buna, mezhep taassubu diyor, çağdaş bir müslüman için Yusuf el-Karadavi’nin onaylamadığı bir şey. Bir de şunu söylüyor: “Global bir köy haline gelen, çok küçülmüş olan bir dünyada artık mezheplerle bir yere varamayız. Mezhep taassubunu bırakacağız, İslam’ın kolaylaştırılmış hükümleri nerde varsa onu alacağız.” Hatta daha ileri giderek şunu da söylüyor: “Kur’an ve sünnet aslında bu dini kolaylaştırdığı halde fıkıh zorlaştırmıştır. Fuzûli, gereksiz birtakım hassasiyetlerle birtakım yükler getirmiştir. Şimdi bu yükleri atıp bu fıkhı, bu dini kolaylaştırmamız lazım.”(Ebubekir Sifil İle Mülakat–2: Güncellenmiş Bir Ehl-i Sünnet Kelamına İhtiyaç Var, İlkadım - Eylül-2005)
''Yeri gelmişken el-Karadavi'nin, İbn Teymiyye'ye ittibaen Cehennem'in kâfir ve müşrikler için de ebedi olmadığı görüşünü benimsediğini bir not olarak eklemiş olalım." ( Ebubekir Sifil, Milli Gazete )
[1] İbn-i Abidin c.1, sh: 98-99
 
ا Çevrimdışı

التوحيد

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Tevafuk bende tam bu konuyu hazırlıyordum : )

Son zamanlarda Yusuf El Kardavi'ye bir haller oluyor ilk önce İsmailağa Cemaati Lideri için söylediği övgü dolu sözleri ile şaşırdık ancak yanlış bilgilendirilmiştir, olabilir, hata edebilir dedik. Fakat daha sonra "mücahitler" 'in aleyhine ve mürted Ramazan Kadirov leyhine bir takım açıklamalarına şahid olduk ve nihayetinde ve bardağı taşıran son damla Kardavi'nin Somali'ye Batı güdümlü " Şerif Ahmet Etrafında Kenetlenin " çağrısı oldu ve bende bunun üzerine bu makaleyi hazırladım.

Artık konunun duyurulma zamanı gelmiştir. Konu ile ilgili haberleri aktarıyoruz kararı size bırakıyorum.

1)

İsmailağa Cemaati Lideri Mahmut Ustaosmanoğlu hakkındaki açıklaması:



2)

Kardavi'nin Çeçen Açıklaması:

El Müctema dergisinde (2/10/2010) sayısında ve El Cezire’deki eş Şeriatu ve’l Hayat programında açıklamaları şu şekilde ;

El Mecelle’deki yazının özet veya spotu aynen şöyle: Hedeflerine ulaşmak için silahı vesile kılan Çeçenlere çağrımdır: Silahı bırakın ve ülkenizin imarına ortak olun.
El Müctema dergisinde meseleye şöyle bir girizgâh yapılmış:

“Çeçen ulemasından bir heyet beni ziyaret etti. Aralarında Çeçenistan Alimler Konseyi Başkanı Hoca Ahmet Hac Kadirov keza büyük alimlerden Şeyh Muhammed Yusuf Muhammed Sadık ve yine Körfez’de Çeçen Müslümanları Dini İdaresi Temsilcisi Türkü Davudov da bulunuyordu. Benden hedeflerine varmak için şiddeti veya silahlı faaliyetleri bir metot olarak benimseyen Çeçen çocuklarına ve evlatlarına bir çağrıda bulunmamı istediler.

Silahlı eylemleri değişimin yöntemi olarak benimseyen bu kesimlerin denge, öncelikler ve sonuçlar fıkhını dikkate almadan harekete geçtiklerini anlattılar. (Oysa ki) İslam, kötülüğü daha büyük bir kötülükle izale etmeyi haram kılmıştır. Hatta zararın misli bir zararla define bile müsaade etmemiştir. Daha büyük bir zararla asgari bir zararın defini ise hiçbir şekilde onaylamamıştır.”

“Bir insanın küfrüyle alakalı aceleyle hükümde bulunmak ve karar vermek çok tehlikelidir. Zira bunun üzerine büyük sonuçlar ve tesirler terettüp eder. Silahlı şiddet hükümet yıkmaz belki masum ve beri insanların ölümünü beraberinde getirir. Biliyorum ki, şiddet yanlısı cemaatler samimidirler lakin asil (derin)İslam kültürüyle veya anlayışıyla donanımlı ve mücehhez değillerdir...”

Sunucu Osman Osman, Ramzan Kadirov’un Rus ajanı, işbirlikçisi veya fasık olduğuna dair emare ve iddiaların olduğunu hatırlatması üzerine Karadavi meselenin Kadirov’un şahsıyla sınırlı olmadığını ve daha kapsamlı ve geniş bir boyutu olduğunu ifade etti. Karadavi, küçük bir güçle büyük bir güce kafa tutmanın çok mantıklı olmadığını zira Mute harbinde 3 bin kişilik Müslüman gücü karşısında 120 bin kişilik Bizans gücünü gören Halit Bin Velid’in düzenli bir ricat savaşı yaparak ordunun kökten silinmesinin önüne geçtiğini ve bu gücü geleceğe rezerve ettiğini hatırlattı. Ve Çeçen meselesiyle zımni olarak mukayese etti. Rus zulmüne karşı daha geniş ittifaklar kurulması halinde (ancak o taktirde) silahlı mücadele ve kital/savaş anlamındaki cihadının anlamlı olacağını da sözlerine ekledi.

Müslümanların hikmet gereği birbiriyle oturmaları gerektiğini bunu yapmadan karşılıklı çatışmadan kaçınmanın daha isabetli olacağını ifade etti. Hikmet yerine körü körüne hareket edilmemesini tavsiye etti. Müslümanların kanının ne zamana kadar bazı kavramlar kullanılmak suretiyle akıtılmaya devam edeceğini de sordu.

3)

Kardavi'den Somali'ye Çağrı: Şerif Ahmet Etrafında Kenetlenin

resim.php


İslam Dünyasının önde gelen alimlerinden Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el Kardavi de taraflar arasındaki soruna çözüm bulmak için bir heyeti Somali'ye gönderme kararı aldığını açıkladı.

Kardavi, Şerif Ahmet'in seçilmesinin Somali'de ve tüm dünyada sevinç yarattığına değinerek, tüm grupları Şerif Ahmet'in arkasında durmaya çağırdı.

Kardavi ayrıca, Genç Mücahitlerin liderlerinden Hasan Tahir Uveys'e de çağrıda bulunarak Şerif Ahmet'e destek olmasını istedi.
 
matchless maturidi-1 Çevrimdışı

matchless maturidi-1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
evet güzel bir tevafuk =))
ama ben bunu daha çok Abdulmuizz Fida ya ithaf ediyorum onun okuması daha iyi olacaktır kimin taraftarı olduğunu öğrensin yada belkide bizden iyi biliyordur da işine gelmiyordur en doğrusunu Allah bilir.
bir müslüman kardeşini suçlamak ona sapkın demek çok kolay olmasa gerek ve ehemmiyetli bir konu olsa gerek en azından bunu bilsin
 
ا Çevrimdışı

التوحيد

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yok haksızlık yapmayın
Abdulmuizz kardeş öyle sanıyorum asparagas haberlerle bir neticeye varmak istememiştir.
Emin değildir, haberlere itimat etmiyordur, temkinli davranmak istemiştir vs

Ama mesele artık ayyuka çıkmıştır ve eminim o da gerçekleri görüyordur zaten dua butonuna basması da bunu göstermektedir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Yusuf el Karadavi'nin konuşma metninde anlaşılıyor ki; etrafındaki kimselerin Cübbeli bayraklı Ahmed'in hocası Mahmud h. hakkında Kendisine yanlış bilgiler verilmiş; bu kişi ve cemaatinin bidat ve hurafeden uzak olduğunu, Kuran ve sunnet üzere amel ettiği aktarılmıştır. Kendisi de bu sebeble O vasıfları saymıştır.
Halbuki hepimizin de bildiği gibi şirk , hurafe ve bidat bulunmakta, Yusuf el Karadavi de eserlerinde, rabıta, vahdeti vucud, hulul, kabirden yardım , uydurma hadis peydahlayanlar hakkında çok şiddetli reddedip İslamda yeri olmadığını vurgulamaktadır.

Yıllarca, sapık, mezhebsiz, vahabi diye reddetikleri Yusuf el Karadavi ve benzeri alimler, kendilerini hataen onayladı diye, dünyadaki şu kadar Alim! bizi onayladı diyerek, reddettikleri Vehhabi(!) alimlere sarılmışlardır.

Kardeşlerim , bir alimden bu tarz hatalar görülebilir.
Şunu bilin ki Yusuf Karadavi'ye bizler görüşüp tek tek durumu anlatsak eminim bu görüşünden (sözünden) vaz geçecektir. Ama farklı zihniyetteki kişilerle görüşülüp, her sapığın kendisini Kuran ve sünnete uyan hak üzere görmesi gibi hatalı tanıtılması üzere; bunun sonucunda pek çok eserlerinde kendilerini reddetmesine rağmen muvahhid muslumanlar gibi tanıtılıp öyle açıklama yapmasına sebeb olunmuştıur.

Bu sebeble, sırf bu konuşmayı ele alarak Yusuf el Karadavi hakkında sofiler ve şirkleri hakkında böyle konuşuyormuş gibi anlayıp karşı çıkmayalım. Bununla birlikte Yusuf el Karadavi'nin karşı çıktığımız daha başka yanlışları da yok değildir.

Demek istediğim; sofiler bu videoyu kendi lehlerine kullanmak isteyebilirler. Bu kişilere " Yusuf el Karadavi'ye sizdeki şirklerden bahsedilmemiştir. Bu sebeble böyle hatalı konuşmuştur. Oysa sizin falanca şirkleriniz için sizlere kitaplarında şöyle ağır eleştirileri vardır" diyerek bu saptırmalarının önüne geçiniz.

Yusuf el karadavinin Sofi, İsmail ağa cemaainden olduğuna inanmıyorum. Bu onun hakimiyet noktasında hatalarını gizlediğim veya çeşitli hatalarını normal gördüğüm anlamına gelmez. benim sözüm Sapkın sofiye ödül verilmesiyle ilgilidir. Ve bu konuda eğer kitaplarında yazanları inkar ediyor veya bu inancından döndüğünü ispatlarsanız bende onun bu konudaki sözlerin hatalı olduğunu, bu yaştan sonra Mahmud hocanın muridfliğine geçtiğini kabul ederim . Ayrıca Yusuf el Karadavi denilen kişinin normal zamandayken dahi hatalı görüşleri olduğunu biliyoruduk ama sofiyyeyi övüp ödül verecek kadar sapıttığına şahid olmamıştık. Çünkü benim sözlerim tasavvuf hakkındaki evvelki konuşmalardır.

İşte buna örnek:


Tasavvufun İç Yüzü

Soru:

Sofilik ve tasavvufun iç yüzü, hakkikatı nedir? Tasavvufun islam'daki yeri nedir? Duyuyoruz ki sofilerden bazıları ilmiyle, ameliyle İslam'a hizmet etmektedir. Bununla beraber sofilerin diğer bir kısmının da İslamı bid'at ve dalaletlerle yıktığını duyuyoruz, bunlarla öbürlerinin arasındaki fark nedir?

Cevap:

Tasavvuf bir çalışma metodudur. Hemen hemen bütün dinlerde bulunur. Daha çok ruhani tarafa dalmayı esas alıp bu konularla fazla ilgilenmekten ibarettir.
Bu şekil bir çalışma diğer bir çok dinlerde bulunur.
Hintliler'de bu şekil bir çalışma vardır. Hindistan'da fakir insanlar güya kendilerine göre ruhlarını terbiye edip terakki (yükselme) amacıyla kendilerine türlü eziyetler ediyorlar. Hıristiyanlıkta da bu tür çalışma vardır. Rahiplik sisteminde ise daha çoktur.
Fârisilerde ruhu yüceltmek için Maniy mezhebi vardır. Yunanlılar da bu amaçla Revakiler mezhebi ortaya çıkmıştır. Daha birçok memleketlerde de insanların fiziki yapılarına verdikleri önemi ruhi yapılarına da vermeleri gerektiği konusunda bir sürü çekişmeler yaşanmıştır.
Ama İslam gelir gelmez ruh ile beden, akıl ile vücut hayatlarını eşit bir şekilde ölçüye koymuştur.
İslam'ın tasavvur ettiği manada insan: Beden, akıl, ve ruhtur. O halde bu cüzlerden her birinin hakkını vermek müslümanın görevidir.
Zira Peygamberimiz (sav) ashabı arasında bu cüzlerden birine daha fazla önem verenleri ikaz etmiştir.
Nitekim devamlı oruç tutup hiç yemiyen, devamlı ibadet edip hiç uyumayan ailevi ilişkilerini tamamen askıya alan Abdullah bin Amr İbni As'ın haberi Peygamberimiz'e ulaşınca Peygamber (sav) kendisine şöyle buyurmuştur:
"Ey Abdullah, şüphesiz gözlerinin, ailenin ve vücudunun senin üzerinde hakkı vardır, o halde her hak sahibine hakkını ver."
Aynı şekilde sahabelerden bir kısmı, Peygamber (sav)'in hanımlarına onun ibadetinden sorduktan sonra sanki azımsayarak birbirlerine şöyle dediler: "Rasulullah (sav) nerde biz nerde. Zira onun geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmiştir." Bunun üzerine içlerinden bir tanesi; "Ben bundan sonra devamlı oruç tutacağım. Bir günümü dahi yiyerek geçirmeyeceğini." Diğeri, "Ben de geceleri hep ibaretle geçireceğim, kesinlikle uyumayacağım." Bir başkası da, "Ben de kadınlardan kaçınacağım, kesinlikle evlenmeyeceğim" diyerek belli ibadetlere nezrettiler.
Onların bu sözleri Peygamber (sav)e ulaşınca, onları derhal toplayarak şu konuşmayı yaptı: "Dikkat edin, içinizde Allah'ı en çok bileniniz, ondan en çok korkanınız benim. Buna rağmen ben gecenin bir kısmında kalkıp ibadet ediyor, diğer bir kısmında da uyuyorum. Bazen oruç tutuyor, bazen yiyorum, hem ben kadınlarla da evleniyorum. O halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir."
İşte İslam'ın hayat ölçüsü bu noktadan hareketle başlamış ve her cüze kendi hakkını vermiştir. Ancak tasavvufçular insanların madde ve akla ehemmiyet verdikleri sırada kendilerini göstermişlerdir. İnsanların maddeyi önemsemeleri de fetihlerin yaygınlaşması neticesinde bazı insanların zenginleşmesi ve insanların iktisadi hayatlarının güllük gülüstanlık olması neticesinde ortaya çıkmıştır. Maddeye aşırı derecede ağırlık veren insanlar her şeyi akıllarıyla halletmeye başladılar. Bunun neticesinde iman adeta felsefeye, kelam ilmine ve münakaşaya dönüşmüş gibi bir hal ortaya çıktı. Bunlar da ruhu doyurmuyorlardı. Hatta Fıkıh ilmi bile sanki azalarla yapılan ve insanın dış yüzüne ait kalple alakası bulunmayan, ibadetlerin zahiri görünümüyle ilgilenen bir ilimden ibaret olmaya yüz tutmuştu.
İşte tam bu sırada tasavvufçular bu boşluğu doldurmak ve ne fıkıhçıların ne de kelamcıların beceremediği bu işi becermek istediler. İnsanların dıştan önce iç yüzlerini temizlemeyi, kendilerini nefislerinin hastalıklarından kurtarmayı amaç edindiler. Kalp amellerine öncelik tanıyan ruhi ve ahlaki terbiye ile meşgul oldular, var güçleriyle parlak düşünceleriyle ruh ve ahlaki yapılarını temizlemeye yönelten tasavvufçular ortaya çıktı. Hatta bazı sofiler, "Tasavvuf ahlaktır, kim ahlakını artırırsa tasavvufunu artırmış olur", demişlerdir.
İlk sofiler kitap ve sünnete bağlı, Allah'ın belirlediği sınırlar önünde duran düşüncede ve sülükte bidat ve uydurukları kaldırıp atan insanlardır.
Tasavvuf önderlerinin eliyle bir çok insan İslama girmiş bir çok insan, hatta sayılmayacak sayıda günahkar tevbe etmiştir. Onlar ancak taassup ve kendini beğenenlerin inkar edebileceği, Ruhi marifet ve tecrübeler servetini geride bırakmışlardır.
Ne var ki tasavvufçulardan da bir çoğu bu konuda çok aşırı giderek işi aslından ve doğru yolundan çıkarttılar. Öyle ki bazılarının İslami olmayan sözler söyledikleri herkesçe bilinmektedir. Mesela, hakikat ve şeriat mefhumlarını ortaya atmaları gibi... Buna göre mahluka da kim şeriat gözüyle bakarsa onlara zulmetmiş olur. Kim hakikat gözüyle bakarsa onları mazur görür. Tasavvufçuların bazılarına göre vicdanlar ve gönüller hükmün kaynağını oluşturabilmektedir. Yani kişi bir hükmü çıkartmak için kalbine ve vicdanına danışabilir. Yine bunların bazıları hadisçilerin, "bana filanca şahıs falanca şahıstan aktardı" dedikleri gibi, "bana Rabbimden aktarıldı" veya şöyle derler: "Siz ilminizi ölülerden alıyorsunuz, bizse ilmimizi hiç ölmeyen diriden (Allah'tan) alıyoruz" yani kendilerine göre direkt semadan vahiy almaktadırlar.
Bu taşkınlığın bir çeşididir. Yine buna benzer bir başka çeşidi de, terbiye yönüyle müridin şahsiyetini yok sayacak şekilde taşkınlık yapmaktır. Onların şu sözleri buna örnektir: "Şeyhinin huzurunda mürid, gasilin önündeki ölü gibi olmalıdır. Kim şeyhine "Niçin?" derse felah bulamaz, kim itiraz ederse dergahtan kovulur."
Bu tür hareketler müslüman çocuklarının bir çoğunun azimlerini katletmekte ve onlara olumsuz teslimiyet ruhunu oluşturmaktadır. Mesela onların: "Kullarına dilediğini yapıyor. Mülkünü sahibine bırak, yaratılanı yaratanla başbaşa bırak" vs. sözleri buna örnektir.
Yani böyle demekle tüm değişimin fesat, zulüm ve diktatörlüğün önünde elpençe durulması gerektiğini ifade etmektedirler. Bu düşüncede öbürleri gibi sofilerin sayesinde ortaya çıkan bir uyduruktan ibarettir.
Fakat şunu ifade edelim ki, ehli sünnet ve selef ulemasının çoğu, tasavvuf ilimlerini kitap ve sünnetle tashih ederek onlarla bağdaşmayanları ortaya koymuşlardır. Özellikle selef ulemasının araştırmacıları bu konu üzerinde uyarıda bulunmuşlardır. Mesela İbni Kayyim gibi bir alimin, ne ifrata ne de tefride kaçmadan tasavvuf ilimlerini itidal içerisinde kitap ve sünnet terazisiyle tarttığını görüyoruz. Bu ölçü dahilinde tasavvuf konularını içeren değerli bir eser yazmıştır. Bu eserin adı "Midracussalikin İlame-nazilissairin"dır. Bu eser Hanbeli mezhebine mensub Şeyhülislam İsmail el-Harevi'nin "Menazilussairin ila mekamati iyyake nebudu ve iyyake nestein" adlı kitapçığının şerhi (açıklamasıdır.) Bahsettiğimiz kitap üç ciltten ibaret olup konuları tamamen kitap ve sünnet ışığı altında işlenmiştir. Biz bu kitabı rahatlıkla okuyup istifade edebiliriz.
Meselenin özü şudur: Her insanın söyledikleri doğru olacak, diye bir şey yok, söylediklerinin bazıları alınıp bazıları terkedilebilir. Hüküm hatadan masum olan, kitab ve sünnetten ibaret olan nastadır.
Dolayısıyla biz; tasavvufçuların, Allah (cc)'a itaat etmek insanların birbirlerini sevmeleri, nefsin kusurlarını, şeytanın tuzaklarını ve bunların ilacını öğrenmek ve kalpleri yumuşatacak ahireti hatırlatacak metodlarına önem vermek gibi aydınlatıcı taraflarını alabiliriz.
Biz kendimize lazım olan çoğu ilimleri onların kötü ve aşırı taraflarından sakınarak, kitap ve sünnet terazisiyle tartan bazı tasavvufçulardan (İmam Gazali gibi) öğrenebiliriz. Tabii bunu yapabilmek için ilim ve marifet ehli olmak lazım, yoksa herkesin bu işe gücü yetmez.
Allah (cc) muvaffak etsin. 612

Tasavvuf

Soru

Biz, kültür ve meşrepleri değişik olan insanlar biraraya gelerek oturmuş bazı dini konularda tartışıyorduk. Bu sırada laf lafı açarak konuşma bizi tamamen görüş farklılığı içinde olduğumuz bir konuya getirdi.
İhtilaf içinde olduğumuz konu tasavvuf onun kitapları tarikatları fikri ve terbiyevi metotlarıdır.
Kimimiz tasavvufu tamamen silip atarak onu esas İslam'ın zıddı kabul ederken kimimiz de tasavvufun marifet zevk ve suluk bakımından islam'ın özüne ulaştıran tek yol olduğuna itibar ederek onu kayıtsız şartsız kabul etti.
Her birimizin düşünce yolunu çizen kültür yapısı değişik olduğu için hiç birimiz bu konuda ortak ve kesin bir görüşe varamadık.
Bu yüzden bizim sizden istediğimiz tasavvufun çerçevesini doğuşunu amacını, seçkin ve ayıp taraflarını açık ve net bir şekilde açıklamanızdır ki, biz de bu sayede lehine ve aleyhine hiç bir taassuba kapılmadan bir delile dayanarak tasavvuf konusunda tavrımızı belirleyelim.
Allah istediğiniz her konuda sizleri muvaffak etsin ve ilimlerinizle müslümanları faydalandırsın. 613

Cevap

Biz bundan önceki fetvamızda bu konuyu arz etmiştik. Ancak gerek övenlerin gerekse yerenlerin ifrat içinde olmaları; bu nedenle meselenin hakikatini ortaya koyamamaları sebebiyle, ehemmiyetine binaen konuya bir defa daha dönmemize bir mani yoktur. Zaten yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü konu biraz daha açıklamaya muhtaçtır.
Tasavvufa bilinçli bir şekilde yönelmek isteyenlerin yolunu biraz daha aydınlatmamızda bir beis görmüyorum.
Sahabe ve onların terbiyesi altında yetişen tabiin devrinde müslumanlar, İslam'ın tümünü kendi ölçüsünde eşit bir şekilde ifrata tefrite kaçmadan gerektiği kadar detay ve derinliğe dalarak hem öğreniyor, hem de öğretiyorlardı. Onlar bir tarafı diğer taraf üzerine tercih etmiyor. Hepsine eşit ölçüde değer veriyorlardı. Bedenin batınıyla (iç yüzüyle) ilgilenirken dış yüzünden gafil kalmıyor, dış yüzüyle ilgilenirken de, iç yüzünden gafil kalmıyorlardı. Bilakis onlar, akıl, ruh ve bedenle toptan ilgileniyor, aynı ehemmiyeti gösteriyorlardı. Toplumu fertle beraber değerlendiriyor, dünya ve ahiret maslahatlarını daima gözetiyorlardı. Fıkıhçıların: "Kulların maslahatları hem dünyada hem de ahirettedir" sözlerinin en güzel örneği idiler. Ama dahili veya harici nedenlerle hayat gelişip zor şartlarla karşılaşılınca İslam toplumunda kimileri (Kelamcılar gibi) tüm maksadlarını akıl tarafına sığdırdı. Kimileri de, mesela fıkıhçılar gibi, büyük bir ağırlıkla zahiri amellerle ilgilendi. Bu arada kimilerini de dünyanın değersiz hayat ve madde sevgisi meşgul ederek onları madde ve geçim derdine boğdu. Örneğin zengin yöneticiler ve onların kafilesinde yürüyen dünyanın diğer talipleri gibi. Bu sırada tasavvufçular ortaya çıkarak çok önemli ve ihmal edilen, ne fıkıhçıların ne de kelamcıların dolduramadıkları boşluğu doldurmak ve insanlığı dünyanın eşya ve süslerinden kurtarmak için İslam hayatında ruh ve nefis taraflarını ilgilendiren tasavvuf mefhumunu gündeme getirdiler.
Selef uleması yukarda belirttiğimiz gibi İslam'ı bir bütün olarak kabul ediyor, dini oluşturan İslam iman ve ihsan mefhumlarını eşit ölçüde yaşıyorlardı. Daha sonra fıkıhçılar İslam'ın zahiri hükümlerini öğrenmekle tanındılar ve yalnızca bu tarafla ilgilendiler. Kelamcılarda itikadi konular ve bu konuların etrafında ihtisas yaptılar. Hal böyle iken geride yalnızca ihsan mefhumu kalmıştı, tasavvufçularda gelip biz de ihsan konusunda ihtisas sahibiyiz dediler. Tasavvuf insanı her şeyden çekip yaratılışın son gayesine ulaştırmaya çalışmaktadır. O gayede nefisle mücadele ve lüks hayatı terketmek yoluyla insanı, Allah'ın gazabından ahiretin azabından kurtarıp şeriatın edebiyle edeplemek ve ona Allah'a saygıyı öğretmektir. Sonraları tasavvuf alimlerinden nefis terbiyecilerinden bazıları Allah'tan (korkmak ve korkutmak) tarafında çalışmıştır. Örneğin Hasan-i Basri Hazretleri gibi daha sonra bu mefhum yerini yavaş yavaş, hubbi ilahi (Allah'ı sevmek) adı altında yeni bir unsur almıştır. Bu unsur Rabiatu'l Adviyye (ö. hic. 180)'nin şiirinde, Ebu Süleyman ed Derani (ö. hic. 210)'nin Zinnu'l Mısri (ö: Hic. 245)'nin, Ebu Yezid el-Bestami ve diğer tasavvufçuların sözlerinde görülmektedir. Bu alimler Allah'a itaati ve farzları yerine getirmeyi ne cehennem azabı korkusuyla ne de cennet isteğiyle yapmadıklarını bilakis Allah'ı sevdikleri ve ona yaklaşmak istedikleri için yaptıklarını serahaten (açıkça) söylüyorlardı.
Hatta bu konuda Rabia'nın şu sözü, şöhret kazanmıştır: "Onların hepsi ateş korkusundan ibadet ediyorlar, ondan kurtulmayı büyük bir pay görüyorlar, veya cennet bahçelerine girip nimetlerden nasiplerini almak ve selsebil adındaki cennet çeşmesinden içebilmek amacıyla ibadet ediyorlar. Benimse cennet ve cehennemde payım yoktur, çünkü ben sevgimin yerine geçecek bir şey aramıyorum."
Daha sonra tasavvuf ruhi ve ahlaki terbiye olmaktan çıkıp İslam'ın temel prensiblerinden tamamen uzak garip kavramlara sahne olan bir felsefe halini almıştır. Bunun en bariz örneği, hulul ve vahdetü'l vücud mefhumunu savunmaktır. (Hulul ve vahdetü'l vücud, Allah'ın kainattaki tüm eşyanın suretine girmesi ve onda zuhur etmesi anlamında bir kavramdır, dileyen konuyu akaid ve kelam ilmine ait kitaplardan detayıyla öğrenebilir). Evet tasavvuf aldatıcının aldatmasına uğrayıp, ben Allahım diyen Hallacı Mansur'un eliyle epeyi bir değişiliğe uğramıştır ve bu söz yaratıcının (Allah'ın) yaratılanın suretine hulul ettiğini söyleyen bir mezhebin görüşüne göre söylenmiştir.
Hıristiyanlar da Mesih (İsa a.s.) hakkında böyle söylemişlerdi. Hallac'ın bu değişimi tüm fıkıhçıların gazabını kazanmasına neden oldu ve hicretin 309. senesinde katledildi tasavvufçuların bir çoğu kendilerinin Hallac'ın düşüncesinden uzak olduğunu söylemektedirler.
Daha soma "vahdeti vücud" felsefesinin bu değişiminin Muhyiddin Arabi'nin kendi mezhebi üzerine telif ettiği eserlerden anlaşıldığına göre, daha da arttığını görüyoruz. Muhyiddini Arabi (ö. Hic. 638) ve onun gibi, Allah'tan başka hiç bir varlığın olmadığını kainatta ikiliğin düşünülemiyeceğini iddia edenlere göre tasavvuf tamamen değişmiştir. Bunlara göre yaratan ve yaratılan Rab ve merbub olayı ortadan kalkmıştır.
Ahlakın direği olan mesuliyeti tamamen ortadan kaldırıp iyilerle kötüler, muvahidlerle putperestler arasını eşit kabul eden bu felsefeye göre, her şey hakkın (Allah'ın) ekranıdır.
İbni Arabi bu amaçla şöyle demiştir:
"Andolsun ki benim kalbim her şekli kabul eder hale geldi. Benim kalbim rahiplere manastır, geyiklere mera (otlama yeridir) putlara ev, Kabe'ye örtü, Tevrat ve Kuran mushaflarının kabıdır."
Gerçekte bu mezhep viraneler mezhebinden ibarettir.
Bu tasavvufi akımların ardından insanlar, tasavvuf konusunda farklı görüşleri taşımaya başladılar. Kimisi onların lehinde taassuba dalmış, onların daima iyiliklerini dile getirmiştir. Her konuda onların düşünceleri doğrultusunda kendini yönlendirerek hata bile olsa, onları himaye etmiştir. Hatta onların hata ile hükmedebileceklerini hiç bir zaman düşünmemiştir. Kimisi de tasavvufçuların aleyhinde bir taassuba kapılmış ve her konuda onları kötüleyerek, tasavvufun İslam'la alakası olmadığını hatta Hıristiyanlık, Hinduizm, Budizm ve diğer dinlerden alınıp İslam'a sokulduğunu iddia etmiştir.
Ama insafın gereği şunu söylememiz lazımdır ki; tasavvufun İslam'da inkar edilmiyecek kökü, kimseye gizli kalmıyacak derecede genel prensiplerini içeren özü vardır. Biz bu hakikati Kur'an'da, sünnette, Efendimizin ashabının sade hayatlarında müşahade ediyoruz. Örneğin Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra), Selmani Farisi (ra), Ebu Zer Gıfari (ra) ve daha birçok sahabi.
Kur'an ve sünneti okuyan herkes, bu iki kaynağın birçok kere dünya hayatının fitne ve süslerinden sakındırıp tüm arzuları Allah'a ve ahirete yönlendirdiğini, kalpleri cennete ve içinde olan Allah'ın rızasına, O'nun yüce cemaline bakmaya teşvik için tahrik ettiğini, cehennem ve içinde olan maddi ve manevi azaptan korkuttuğunu müşahade edecektir. Bununla birlikte Allah'ın kullarını sevdiğini ifade eden ayetlere de rastlayacaktır. Örneğin Allahu Teala'nın şu sözleri: "O, onları seviyor onlar da onu seviyor." "İman edenler Allah'ı herşeyden daha çok seviyorlar." "Allah ihsan sahiplerini sever." "Allah sabredenleri sever." "Şüphesiz Allah, onun yolunda tek bir sıra olarak kurşunla dökülmüş bina gibi sağlamca savaşanları sever." Bütün bunlarla birlikte Kur'an ve birçok hadiste, Züht, tevekkül, tevbe, şükür, yakın, (tam teslimiyyet) takva, murakabe (yaptıklarını kontrol etmek) ve benzeri dini değerlerin varlığım görecektir. Bu değerlerle ilgili açıklanılan, yorumlan kendi aralarındaki düzenleme ve fazilet sıralamalarını tasavvufçuların haricinde kimsenin gerektiği kadar yapmadığını görüyoruz.
İşte bu yüzden tasavvufçular, ümmetin taifeleri içinde nefsin ayıplarını daha iyi tanıyor, kalb hastalıklarını şeytanın tuzaklarını daha güzel biliyorlar. Aynı şekilde tasavvufçular suluk (tarikatte ilerleme) ve saliklerin (ilerleyenlerin) hallerine ve onları terbiye edilme metoduna daha çok yardımcı oluyorlar. Bu sayede nice isyankarlar onların yol göstermesiyle tevbe etmiş, nice kafirler de müslüman olmuştur. Fakat tasavvuf ilk devirde dini ibadetlerde ahlakı terbiye etmek ve ibadetleri yalnızca Allah'a yapmak amacını taşıyordu. İbnu'l Kayyim'inde dediği gibi, kıvamı kişinin iradesi altında idi. Ama daha sonra İslami ahlakın ilmi olmaktan çıkmış bir marifet nazariyesine dönüşmüş, nefsi temizleme yolundan yürüyerek keşif ve feyzi ilahi olmaya koşmuştur. Daha sonra da bildiğimiz değişiklikler meydana gelmiştir.
Bu yüzden yabancı etkenlerden bazı şeylerin tasavvufa sızdığını inkar etmek, kişiyi ifrat ve tefritin ortası olan İslam'da itidal vasfından çıkartıp rahiplerin uğradığı katılık gibi katılığa, Budistlerin uğradığı aşırılık gibi aşırılığa götüren mukaberet (büyüklük taslamak)tan ibaret olur.
Sofilerin yanında meydana gelen değişim görüntülerinin bazıları şöyledir:
1- İyiyi kötüden, doğruyu yalnıştan ayırabilecek bir seviyede şahsi zevk, vicdan veya ilhamın varlığına itibar etmek, hatta bu konuda tasavvufçuların bazıları daha da aşırı giderek, hadis ulemasının, "Falan hadisçi filancadan, o da Resulullah'tan bize aktarmıştır" sözlerine karşılık, "Kalbim bana Rabbim'den aktarmıştır" gibi sözler sarfetmelerine sebep olmuştur..
2- Şeriat ile hakikati birbirinden ayırmaları ve şu sözleri: "Kim mahlukata şeriat gözüyle bakarsa onlara zulmetmiş olur, kim de hakikat gözüyle bakarsa onları mazur görür." Bu söze göre ne kafirle harbedilir ne de inkar eden yadırganabilir.
3- Kur'an ve sünnetin metoduna uymayan bir tarzda dünya işini aşırı bir biçimde hakir görmeleri. "Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver." "Ey Allahım kurtuluşumun bağlı olduğu dinimi güzelleştir. (Yani kurtulmamın temelini oluşturan dini konularda beni başarılı kıl) İçinde yaşadığım dünyamı da iyileştir (yani geçimimi güzelleştir)." Onların bu tutumu sahabenin metoduna da muhaliftir. Nitekim sahabenin tutulan ve diğer sahabilerce benimsenen şu sözü bu metodu ifade etmektedir. "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış."
4- Müslümanların genelini etkisi altına alan ve onlara, "insan belli bir yolda yürütülendir, seçenek hakkı yoktur" fikrini aşılayan, "yapılan yıkımlara karşı durmanın, batılla savaşmanın hiçbir faidesi yoktur," fikrinin temeli olan ve tasavvufçuların bir çoğunda bulunan iradesizlik ve zorunluluk fikri... Bu fikre göre Allah (cc) kullarını dilediği doğrultuda götürür kulların seçenek hakları yoktur. Hatta bu fikre binaen aralarında şu söz meşhur olmuştur: "Mülkünü sahibine, yarattığını halikine bırak." Bu fikir müslümanların bir çoğunda hezimet ve sürünmek ruhunun galip olmasına sebep olmaktadır.
5- Suluk ve düşünce terbiyesiyle müridin şahsiyetini inkar, itiraz bir yanda dursun, onun münakaşasını bile yapmayacak. Yok demek bir tarafta kalsın, "niçin" bile diyemeyecek derecede hiçe saymak. Bu fikre dayanarak şu kelimeleri sarf etmektedir ler: "Şeyhinin huzurunda mürid yıkayıcının önündeki ölü gibi olmalıdır" "Şeyhine "niçin?" diyen felah bulamaz."
Son zamanlarda bu tür fikirler yaygınlaşmış ve samimi olmalarına rağmen birçok müslüman da bu fikirleri kabul etmiştir. Bu yüzden müslüman ülkelerde yeniden İslami kalkınma hamlesinin sabahı yaklaşınca, birçok kültürlü insan bu olumsuz fikirlerin İslam olduğunu zannederek İslam'ın asıl evrensel hükümlerini bilmedikleri için ondan yüz çevirmiş çok azı geri dönmüştür.
Hem burada şunu da eklemeliyiz ki, ifrat ve tefritten uzak olan ve itidal içindeki ilk sofiler haktan uzaklaşmanın ve değişimin çok tehlikeli olduğunu belirterek, şeriatın yanılmaz ve sarsılmaz prensiplerine bağlı kalmanın gerekliliğini vurgulamışlardır.
İbnu'l Kayyim, değişime uğrayan bu sofilerin şeyhlerinden bu konuda birçok sözler nakletmektedir. Bunların arasında bu taifenin şeyhlerinden ve büyüklerinden olan Cüneydi Bağdadi de vardır (ö. hic. 297). Mesela Cüneydi Bağdadi şöyle diyor: "Mahrukata bütün tarikatlar kapalıdır. Ancak Resulullah (sav)'ın izlerini takip edenler hariç." Başka bir sözünde: "Kim Kuran ezberlemiyor, hadis yazmıyorsa bu yolda imam olamaz, çünkü bizim ilmimiz kitap ve sünnete bağlıdır."
Ebu Hafs şöyle der: "Kim hal ve hareketini kitap ve sünnetle tartmaz kötülüklerini yermezse divani ricalden (meşayihten) sayılmaz."
Ebu Süleyman Ed-Derani der ki: "Bazen günlerce kalbime kavmin başına gelen nükteler düşmektedir. Ama ben bunları yalnız iki adil şahitle kabul ediyorum. O şahitlerde Allah'ın kitabı, Resulü'nun sünnetidir."
Ebu Yezid el-Bestami der ki: "Kendisine havada uçacak kadar keramet verilen bir adam görseniz onun Allah'ın emir ve yasaklarına karşı tutumuna, sınırları korumasına, ve şeriatı harfiyyen yaşamasına bakmadan kerametlerine aldanmayın."
Umuyorum tasavvufçular hakkında yapılan yorumların en adaletlisi bir soru üzerine İbni Teymiye'nin verdiği cevaptır. Onun cevabı arasında şu cümleler yeralmıştı: "Onların tarikatları konusunda insanlar çekişmişlerdir. Bir taife sofilik ve tasavvufu kötülemiş ve şöyle demiştir: "Onlar sünnetin dışına çıkan bidat ehlidirler." İmamlardan bir taifenin onları kötüleme konusunda malum sözler sarfettikleri, kelam ve fıkıh ulemasından da bu taifenin görüşünü paylaşanlar olduğu nakledilmiştir. Başka bir taifede onları övme noktasmda ileri gitmiş ve onların peygamberlerden sonra mahlukatın en faziletlileri olduklarını iddia etmişlerdir. Ama her iki tarafta kötüdür."
Doğru olan şudur: Tasavvuf alimleri de diğer alimler gibi Allah'a itaat için içtihat etmektedirler. Dolayısıyla içlerinden kimileri içtihadına göre ilerlemiş ve hakikate yaklaşmıştır. Kimileri de yine cennet ehlinden olmakla birlikte iktisatta kalmıştır. Her iki sınıfla da içtihad edip hata yapan günah işleyip tevbe eden veya etmeyen insanlar olabilir.
Bunlara intisab edenlerden de nefsine zulmeden, Rabbine isyan edenler vardır. Nitekim kendilerine bidat ve zındık ehlinden intisab eden taifeler vardır. Fakat araştırmacılara göre bu tür insanlar tasavvufçulardan değillerdir. Mesela Hallacı Mansur'u tarikatının efendisi Cüneydi Bağdadi gibi bu tarikatın birçok meşayihi, yadırgamış ve onu tarikattan çıkarmıştır.
Allah (cc) herşeyi daha iyi bilendir

(Prof . Dr. Yusuf El- Kardavi Çağdaş Meselelere Fetvalar)
 
matchless maturidi-1 Çevrimdışı

matchless maturidi-1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yusuf el karadavinin Sofi, İsmail ağa cemaainden olduğuna inanmıyorum. Bu onun hakimiyet noktasında hatalarını gizlediğim veya çeşitli hatalarını normal gördüğüm anlamına gelmez. benim sözüm Sapkın sofiye ödül verilmesiyle ilgilidir. Ve bu konuda eğer kitaplarında yazanları inkar ediyor veya bu inancından döndüğünü ispatlarsanız bende onun bu konudaki sözlerin hatalı olduğunu, bu yaştan sonra Mahmud hocanın muridfliğine geçtiğini kabul ederim . Ayrıca Yusuf el Karadavi denilen kişinin normal zamandayken dahi hatalı görüşleri olduğunu biliyoruduk ama sofiyyeyi övüp ödül verecek kadar sapıttığına şahid olmamıştık. Çünkü benim sözlerim tasavvuf hakkındaki evvelki konuşmalardır. İşte buna örnek:


Tasavvufun İç Yüzü

Meselenin özü şudur: Her insanın söyledikleri doğru olacak, diye bir şey yok, söylediklerinin bazıları alınıp bazıları terkedilebilir. Hüküm hatadan masum olan, kitab ve sünnetten ibaret olan nastadır.
Dolayısıyla biz; tasavvufçuların, Allah (cc)'a itaat etmek insanların birbirlerini sevmeleri, nefsin kusurlarını, şeytanın tuzaklarını ve bunların ilacını öğrenmek ve kalpleri yumuşatacak ahireti hatırlatacak metodlarına önem vermek gibi aydınlatıcı taraflarını alabiliriz.
Biz kendimize lazım olan çoğu ilimleri onların kötü ve aşırı taraflarından sakınarak, kitap ve sünnet terazisiyle tartan bazı tasavvufçulardan (İmam Gazali gibi) öğrenebiliriz.


Allah (cc) herşeyi daha iyi bilendir
(Prof . Dr. Yusuf El- Kardavi Çağdaş Meselelere Fetvalar)



yani burada da anlatınlanlar güzel şeyler eğer bu kısma inanıyorsan ki inanmazsan paylaşmazdın !
o halde Mahmud Hoca Mevlana v.s gibi toplumun gelişmesine muasır medeniyetler seviyesine yükselmesine
sebep olan bu zatlarında kitapları okunabilir bunlardan istifade edilebilir, bunlara direk sapkın insanlar demek
zaten en büyük sapkınlıktır.
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
o halde Mahmud Hoca Mevlana v.s gibi toplumun gelişmesine muasır medeniyetler seviyesine yükselmesine
sebep olan bu zatlarında kitapları okunabilir bunlardan istifade edilebilir, bunlara direk sapkın insanlar demek
zaten en büyük sapkınlıktır.

Mahmud Hoca Mevlana v.s gibi toplumun gelişmesine muasır medeniyetler seviyesine yükselmesine sebep olan bu zatlarında demissiniz benim bildigim toplumun gelişmesine muasır medeniyetler seviyesine yükselmesine sebep olan sahis asil mustafa kemaldir ( hep boyle deniyorduya biz kandirmis olmasinlar ) .. sizin yanlisiniz var .. :yale

hadi bana bir ornek ver .. mesela deki celaleddin olmasaydi bu olmazdi yada mahmud olmasaydi bu olmazdi ve bizler bu halde olurduk diye .. ornek verde seni daha iyi anlayalim celaladin ile mahmud ne yapmista toplum senin gozunde muassir medeniyetler seviyesine gelmis ( isin asli dogru soyluyor olabilir gunumuz toplumunun icine dusmus oldugu bozukluk bu iki sahistan olabilir, bir miktarda olsa paylari vardir ) ..
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ama mesele artık ayyuka çıkmıştır ve eminim o da gerçekleri görüyordur zaten dua butonuna basması da bunu göstermektedir.


hak haktir, kimse dinini bir kisiye endekslemez, hele bu ehli sunnetin yolu uzerinde olmak isteyen biri icin imkansizdir, gunumuz tasavvuf ehli ve bir cok sapik firka bu yuzden sapkinliga dusmustur. onlar icin seyhlerinin batilinda dahi hak vardir gerci bu insanlarin bir cogu hakki bilmedikleri icin batilida ayiramiyorlar, koru korune taklit ve savunuculuk yapiyorlar, bizler bu durumu su an formun guncel konusu olan said nursi ile alakali video calismasinda goruyoruz su ana kadar gelen butun savunucularinin hak ile batil nedir bilmediklerinden ve dinlerinide bir kisiye endekslediklerinden dolayi ne hala dusmus olduklari ortadadir isteyen bu konuya bakabilir ..

biz muslumanlar olarak bir kisi hakkinda hukum vermek gerektimi, once a sahsi elimizden geldigince islam dairesi icinde gormeye calisiriz, lakin bariz acik ve net deliller var ise ve bu delilleri kavriyorsak tekfir ederiz yok kavrayamiyorsak susariz .. cunki bizler yanlislikla kisiye kafir denmesindense yanlislikla musluman denmesini tercih ederiz ...


Kadi Iyad (r.) muhakkik âlimlerden söyle nakleder: "Muvahhid Müslümanlarin kaninin mübah oldugunu söylemek tehlikelidir. Bin kâfiri terketmede yanilmak, yanlislikla bir Müslümanin bir damla kanini haksiz yere dökmekten ehvendir." (Es-Sifa, 2/277)

HADLERI UYGULARKEN DE BU BOYLEDIR

Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Müslümanlardan gücünüz yettiğince cezaları kaldırmaya çalışın bir çıkış yolu bulursanız önünü açıverin, cezadan kurtarın. Hüküm makamında olan otoritenin affetmekte yanılması ceza da yanılmasından çok daha hayırlıdır." (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Ziyâd ibn Ilaka şöyle demiştir: Ben Cerîr ra 'den işittim, şöyle diyordu: Ben, Rasûlulîah sav'e (müslümân olmak üzere) bey'at ettim. O bana (şart kıldığı şeyler arasında) her müslümâna iyilik isteyici olmayı da şart kıldı. (Ben de bu şart üzerine bey'at ettim.)
 
Üst Ana Sayfa Alt