Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Yusuf El Karadavi: Tekfir Konusunda Belli Bir Şahıs ile Nev’i Birbirinden Ayrı Mulahaza Etmenin Gerekliliği

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Tekfir Konusunda Belli Bir Şahıs İle Nev’i Birbirinden Ayrı Mulahaza Etmenin Gerekliliği

Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir husus vardır ki, o da alimlerden muhakkik olanların tekfir konusunda şahıs ile nev'i birbirinden ayrı mülahaza etmenin gerekliliği hususundaki tesbitleridir.
Bunun manası şudur:
Biz mesela (Mısır'da) komünistler kafirdir veya îslam şeriatının hükümlerini reddeden laik devlet adamları kafirdir veya kim şöyle derse yahut şuna davet ederse kafirdir demeliyiz. Çünkü bütün bunlar nevi (topluluk, grup) üzerine hüküm vermek demektir. Fakat bu saydığımız gruplara mensup olan belli bir şahsa iş taalluk ettiğinde, o zaman onun gerçek konumunu tahkik ve tesbit etmek için orda durmak ve onu sorgulamak, onunla tartışmak gerekir. Ta ki onu tekfir edebilmemiz için onun aleyhine deliller ortaya çıksın, onun hakkındaki şüpheler giderilsin ve onun ileri sürdüğü ma'zeretler yok olsun...

Bu konuda Şeyhu'l İslam İbni Teymiyye şöyle demektedir:

"Şüphesiz ki bazen belli bir söz küfür olur. Bu sebeple söyleyen tekfir edilir ve "kim şöyle derse kafir olur" denilir. Fakat böyle bir sözü söyleyen belirli bir şahsın aleyhinde terk eden kişiyi kafir kılan delil, tam olarak ortaya çıkmadıkça o şahsın kafir olduğuna hükmedilmez.
İşte bu, kafirleri tehdit eden vaid ayetlerindeki hüküm gibidir: Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
"Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çilgm bir ateşe gireceklerdir." [Nisa: 4/10]
Bu ve benzeri vaid ayetleri haktır. Fakat muayyen bir şahıs aleyhine azaba mustahak olduğuna dair şahadet edilmez, ehl-i kıbleden muayyen birinin cehenneme gireceği söylenemez. Çünkü bu vaid nassları ona ulaşmamış olabilir, tahrim ayetleri ona iletilmemiş olabilir ve işlemiş olduğu haramdan dolayı tevbe etmiş olabilir... Veya onun işlediği haram fiilin cezasını silecek büyük iyilikleri olabilir veya işlediği suça keffaret olarak başına bir takım musibetler gelmiş olabilir. Hatta şefaati kabul edilen bir şefaatçi onun için şefaat etmiş olabilir.
Söyleyeni küfre sokan sözleri söyleyen adama belki hakikati bildiren nasslar tebliğ edilmemiş olabilir. Veya ona ulaşmış da, ona göre sabit olmamış veya onu iyice anlamamış olabilir. Bazen de Allah'u Teala'nın affettiği şüpheler ona arız olmuş olabilir..."

Daha sonra şöyle demektedir:

"İşte muctehid imamların mezhepleri zikretmiş olduğumuz bu tafsilatta olduğu gibi belli bir şahıs ile nev'î birbirinden ayırt etme üzerine bina edilmiştir." [İbni Teymiyye, er-Resaili'1-Merdaniyye]


Bunlardan da anlaşıldığı gibi, küfrünü açıkça ortaya koyanlar hakkında böyle ihtiyatla davranmak gerektiğine göre, nasıl olur da bir müslüman "Lailahe illallah ve Muhammedun Rasulullah" diyerek Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna şahadet eden çoğunlukları, salih amelleriyle kötü fiilleri birbiriyle karıştırsalar bile, tekfir etmeye cüret edebilir?

Halbuki insanların şahadeteyni ikrar etmeleri, hak ve hukukları müstesna olmak üzere, onların canlarının ve mallarının korunmuş olmasını sağlar. Onların hesapları ise Allah (c.c.)’a aittir. Biz ise, zahire göre hükmetmekle emrolunmuşuz. Kişinin gizli olan sırlarını sadece Allah (c.c.) bilir.
Rasulullah (s.a.v.)'den sahih, hatta mütevatir olarak şu hadis rivayet edilmiştir:
"Ben insanlar, Allah'tan başka ilah olmadığını söylemedikçe onlarla savaşmakla emrolundum. Bunu dedikleri taktirde, hakkettikleri hariç, benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Onların hesabını görmek ise Allah'a (c.c.) kalmıştır."

[Buharı, İman: 17, İ’tisam: 28; Muslim, İman: 32; Ebu Davud, Zekat: 1; Neseî, Zekat: 3; Cihad: 1, Tahrim: 1; İbni Mace, Mukaddime: 9; Ahmed, I: 1,87; II: 314, III: 149.]
Tekfirin Tehlikesi

Herhangi bir insan hakkında küfür hükmünü vermek gerçekten de ciddi ve tehlikeli bir hükümdür. Çünkü onun tekfir edilmesi halinde şu son derece tehlikeli etkiler terettub etmektedir:

1. Onun karısının onunla beraber kalması helal olmaz ve bu sebeple ikisinin birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü müslüman bir kadının bir kafire zevce olmasının sahih olmadığı yakin olarak bilinen icma ile sabittir.

2. Onun çocuklarının, onun idaresinde kalmaları caiz değildir. Çünkü bu durumda onlar hakkında emin olunmaz ve onun küfrünün çocuklarına tesir etmesinden korkulur. Özellikle onun çocuklarını yumuşaklıkla ve şefkatle ziyaret etmesi, bu etkiyi artırır. Bundan dolayı onlar İslam toplumuna mensub olan herkesin boynuna emanettirler.

3. Şüphesiz o, sarih küfür ve apaçık riddet ile dinden çıktıktan sonra İslam toplumu üzerinde borç olan velayet ve yardım hakkını kaybeder. Bu sebeple de kendi kendisi uyanıp geri dönene kadar ve tekrar hidayete erişinceye kadar onunla ilişkilerin kesilmesi ve toplumdan ona en yakın sığınağın kapatılması gerekir.

4. Onun, tevbeye davet edilmesi, zihninden şüphelerinin giderilmeye çalışılması ve ona delillerin ikame edilmesinden sonra hakkında mürted hükmünün infaz edilmesi için İslam mahkemesi önünde muhakeme edilmesi gerekir.

5. O öldüğünde onun hakkında müslümanlar üzerinde icra edilen hükümler icra edilmez. Bu sebeple cenazesi yıkanmaz, üzerine namaz kılınmaz, müslümanların kabristanında defnedilmez ve bir murisi öldüğünde ona varis olmadığı gibi, başkası da ona varis olamaz.

6. Yine o küfür halinde öldüğü zaman Allah'ın (c.c.) lanetini, rahmetinden kovulmayı ve cehennem ateşinde ebedi olarak kalmayı hak eder.


İşte bu hükümler, Allah'ın kullarından birisinin hakkında tekfir hükmünü veren kişinin, bu dediğini söylemeden evvel bir çok kez irkilip geriye çekilmesini gerektirir!..


Kur'an Ve Sünnete Muracaat Etmenin Gerekliliği


Yine burada Allah'ın dini ile ve insanların hayatı ile ilgili olan bu tehlikeli konuda ve buna benzer diğer bir çok konuda Kur'an ve Sünnet'in nasslarına müracaat etmemiz ve bu nasslar ışığında hakem olarak kabul edilmesi gereken şer'î kaideleri ve hakikatleri tesbit etmemiz gerekmektedir.
Bizim genel itimadımız ancak ve ancak Allah'ın kitabında ve Rasulünün sünnetinde bulunan her türlü hatadan korunmuş olan sabit nasslaradır. Çünkü sadece bu nasslar tartışmasız hüccet ve dayanaktırlar.
Ancak bazı zamanlarda kimi alimlerin sözlerini şahid olarak göstermemiz, onların sözlerinin bizatihi hüccet olduğundan dolayı değildir. Belki biz, onların anlayışından yararlanarak bu nassları daha iyi kavrayabilmek için onların sözlerini şahid olarak gösteriyoruz. Ta ki muteşabihat hakkında şaşırıp kalmayalım veya ayet ve hadisleri birbirleriyle çarpıştırmayalım.
Yine burada şu esası da te'kid etmeliyiz:
Şüphesiz bu ümmetin selefi olan sahabiler ile onlara iyilikle uyan tabiiler, ümmetin en çok hidayet yolunda olanı, en sahih anlayışlısı, en sağlam metoda sahip olanı, İslam'ın ruhunu en çok kavrayanı ve İslam'a uymada en fazla haris olanıdır. Onların yanında herhangi bir konuda, bilinen bir hidayeti gördüğümüzde, artık onu bırakıp da onlardan sonra gelenlerin bid'atlerine meyletmeyiz. Çünkü onlar Rasulullah'ın (s.a.v.) şahadetiyle nesillerin en hayırlısıdırlar.


Yusuf el-Karadavi, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, (Mutercim: M. Salih Geçit), İstanbul, 1998





Tekfir Konusunda İslam Alimlerinden Bazı Nakiller



A. Eş'arîlerîn Ve Diğer Mutekellîmlerîn Görüşü


Adudu'd-Din el-İci’nin "el-Mevâkıf" isimli kitabında ve Seyyid Şerif el-Curcani'nin Eş'arilerden muteahhirunun ana kaynağı sayılan "Şerhu'1-Mevakıf"ta şöyle denilmektedir:

"Kelamcıların ve fukahanın cumhuruna göre kıble ehlinden olan hiç kimse tekfir edilmez. Çünkü Ebu'l-Hasan el-Eş'ari "Makâlâtu'l-İslamiyyin" kitabının başında şöyle demektedir:

"Müslümanlar Peygamberlerinden sonra bazı konularda ihtilafa düştüler. Bu ihtilaf sonucu, onlardan bazıları diğer bazılarını sapıklıkla itham ettiler, bazıları diğer bazılarından teberri ettiler. Böylece bir çok fırkalara ayrıldılar. Buna rağmen İslam bütün bu fırkaları bir araya toplamakta ve hepsini kapsamaktadır."
İşte bu, İmam Eş'ari'nin mezhebidir ki, arkadaşlarımızın çoğu da bu görüştedir.

"İmam Şafii şöyle demiştir: Ben ehl-i heva ve bid'atten hiçbir şahsın şahadetini reddetmem. Ancak Hattabiye müstesna. Çünkü bunlar yalan konuşmanın helal olduğuna itikad ederler."

"el-Muhtasar" kitabının müellifi, "el-Münteka" isimli kitapta Ebu Hanife (rh.a)'nin, ehl-i kıbleden hiç kimseyi tekfir etmediğini nakletmektedir.
Ebu Bekir er-Razî de bunun aynısını el-Kerhî ve diğer bazı alimlerden nakletmektedir ve şöyle demektedir:
Ebu'l-Hasan'dan -onların büyüklerinden biridir- önceki mutezililer Eş'arilerle tartışıp bazı konularda ashabı tekfir ediyorlardı. Bizden de bazıları onlara aynı karşılığı verip, onları bazı konularda tekfir ettiler. Mücessime de bir çok kişiyi tekfir etmişti. Bizim ashabımızdan ve Mu'tezileden alimler bunlara muhalefet etmişlerdir. Ütad Ebu'l-İshak el-İsferayinî şöyle demiştir:
"Bizi tekfir eden her muhalifi tekfir ederiz. Şayet onlar bizi tekfir etmezse, biz de onları tekfir etmeyiz."
"el-Mevakıf" müellifi ve sarihi kelamcıların ve fakihlerin Cumhurunun ehl-i kıbleye mensup olanların ihtilafa düştükleri bazı i'tikadi mes'elelerde hakka muhalefet etseler bile, İslam ehlinden birisinin tekfir edilmemesi şeklindeki görüşlerini teyid etmişlerdir.

Ehl-i kıblenin üzerinde ihtilafa düştükleri itikadı meselelerden bazıları şunlardır:

Acaba Allah (c.c.) kulun fiilinin mucidi midir, değil midir? Allah için bir cihet var mıdır, yok mudur? Allah (c.c.) ahirette görülecek midir? Allah (c.c.) günahları irade eder mi, etmez mi? İşte bunlar gibi kelami bir takım problemler vardır ki, Peygamber (s.a.v.) İslam'a giren kimselerden bunlar hakkındaki itikadını sormadan ve bunları araştırmadan onların müslüman olduğuna hükmediyordu. Sahabe ve tabiun da böyle yaparlardı.

Böylece İslam dininin sıhhatinin bu meselelerde hakkın marifetine bağlı olmadığı ve bu meselelerde hata yapmanın İslam'ın gerçekleşmesinde herhangi bir engel olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü eğer İslam'ın sahih olması bu meselelere bağlı olsaydı ve bu hakikatler hususunda hataya düşmek müslümanlığın gerçekleşmemesine tesir etseydi o zaman Peygamber'in bunlar hakkında yeni müslüman olanların itikadının keyfiyetini araştırması gerekecekti. Halbuki ne Peygamber zamanında, ne de sahabe ve tabiun zamanında, böyle bir araştırmanın yapıldığı şeklinde hiçbir olay cereyan etmemiştir.

[el-Mevakıf ve Şerhi, c. 8, s. 239-240]

İmam Gazali, Mutezile, Muşebbihe ve din hususunda bidatlere sahip olan ve te'vilde hataya düşen diğer fırkaların ictihad konularında yanıldıklarını söyledikten sonra şöyle demiştir:
"Araştırmacının meyletmesi gereken, hak gördüğü yoldan tekfir etmekten onları istisna yapmasıdır. Çünkü açıkça "lailahe illallah" diyerek kıbleye yönelip namaz kılanların canlarının ve mallarının mubah olduğunu söylemek hatadır. Bin kafirin hayatta kalmasında hataya düşmek, bir müslümanın kanından bir şişe akıtma hatasını işlemekten daha ehvendir.
Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
"Ben insanlar "Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Rasuludür" deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Şayet onlar böyle deseler, hakkettikleri mustesna, benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar."

[İmam Gazali, el-İktisad fi'1-İ'tikad, s. 223,224.]


Yine İmam Gazzali şöyle demektedir:

"Te'vil hususunda hataya düşmenin tekfiri gerektirdiği hakkında bize hiçbir nass sabit olmamıştır. Bu sebeple, böyle bir iddiada bulunanın delil getirmesi gerekir. Halbuki bize "lailahe illallah" demekle kesin olarak can ve malın korunmasının sağlanacağı hakkında nasslar sabit olmuştur.
Ancak bu husus yol kesiciler hakkında geçerli değildir...
İşte bu kadarı da delilsiz olarak insanları tekfir etmede mübalağa eden kimsenin aşırıya gittiğini tenbih etmek hususunda yeterlidir.
Delil ise ya asıldır veya asl üzerine kıyastır. Asıl da açık şekilde (dini) tekzib etmektir. (Dini hakikatleri) tekzib etmeyen kimse hiçbir zaman tekzib edenlerin kapsamına alınmaz. Ve o, kelime-i şahadeti söylemekle ismetin (canını ve malını korumanın) kapsamı altında kalmaya devam eder."

[Gazali, age. s. 224. Yusuf el-Kardavi, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, (Mütercim: M. Salih Geçit), İstanbul, 1998: 69-71]


B. Fukahanın Görüşleri


1. Hanefilerden Nakiller


Hanefi mezhebinin kitaplarından "Camiu'l Fusuleyn"de şu ibare geçmektedir:

"et-Tahâvi ashabımızdan rivayet etmiştir ki:
Bir kişiyi müslüman eden şeyleri, bilerek inkar etmesinden başka bir şey imandan çıkarmaz. Sonra bilinmelidir ki, riddet olduğu yakın olarak bilinen bir şey yapıldığı zaman birisinin mürted olduğuna hükmedilir. Riddet olup olmadığında şüphe bulunan şeyler sebebiyle ise bu hüküm verilemez. Çünkü İslam sabit olan bir şeydir ki, şüphe ile zail olmaz. Aynı zamanda İslam üstündür, (başka bir şey ona üstün olmaz).
Bir alime bu konu getirildiği zaman, ehl-i İslam'ı tekfir etmeye acele etmemelidir.
"Ben de derim ki: Bu hususu, bu bölümdeki meseleler hakkında yapmış olduğum nakillere ölçü olması için takdim ettim. Çünkü zikrettiğim bu mukaddimeye kıyasla nakletmiş olduğum bu hususlar küfür olmadıkları halde, bazıları bana onların küfür olduğunu belirtmişlerdir. Bu sebeple konuyu iyi düşünmelisin."

"el-Fetâvâs-Suğra" isimli kitapta şöyle denilmektedir:
"Tekfire gelince: Tek bir yorum vechi bile kişinin tekfir edilmesine mani olmaktadır. Fetva verilen (müfta) görüşe göre, kişinin herhangi bir rivayete meyletmesi, onun tekfir edilmemesini sağlar."

"el-Hulasa" ve diğer kitaplarda da şu ibare geçmektedir:
"Şayet bir meselede tekfiri gerektiren birçok vecihler yani ihtimaller varsa, buna karşılık, tek bir vecih bile tekfire mani olur. Müfta bih görüşe göre, müslüman hakkında hüsn-ü zan etmenin gerekliliğinden dolayı, onun tekfire mani olan bir veche yönelmesi, kendisini tekfirden kurtarır."

"el-Bezzaziye" isimli eserde bu bilgiden fazla olarak şu husus da bulunmaktadır: "Ancak, küfrü gerektiren bir hususu kendi iradesiyle açıkça ortaya koyarsa, o zaman tevil ona yarar sağlamaz."

Bu hususa şunlar misaldir:
Bir adam, herhangi bir müslümanın dinine söver de bu sövmenin istihfaf ettiğine ihtimal verilirse bu durumda adam tekfir edilir. Ancak o adamın bundan muradının dini küçültmek değil de, müslümanın kötü ahlakı ve çirkin muamelesi olduğuna da ihtimal verilebilir.
Bu durumda ise, onun tekfir edilmemesi gerekir. Nitekim bazı Hanefi alimler de bunu belirtmişlerdir." [Haşiyetu Reddİ'l-Muhtar, c. 3, s. 339.]

"el-Fetâvâ'1-Hayriyye" de şu sual vardır:
Kadı bir adama "şeriate razı ol" dediği zaman, o da "kabul etmem!" dedi. Bu sebeple bir müfti onun kafir olduğuna ve karısının kendisinden ayrılmış olduğuna fetva verdi. Acaba bununla onun kafir olduğu sabit olur mu?

Bu soruya, alimin ehl-i İslam'ı tekfir etmeye acele davranmaması gerektiği ve o adamın tazir edilmesi ve cezalandırılması gerektiği cevabı verilmiştir. Burada bu çirkin kelimeye benzer kelimeleri söyleyenlerin kafir olduğu hükmü verilmemiştir.
Çünkü onun bu sözü, şeriate karşı kibirlenerek veya onu kerih görerek değil, hasmına karşı aşırı şekilde gazaplanarak söylemiş olabileceği ihtimali vardır.

"el-Fetâvâ't-Tatarhaniye" de ise şöyle denilmektedir:
"İhtimal sebebiyle tekfir edilmez. Çünkü küfür ukubetin son derecesidir. Bu sebeple cinayetin son derecesini gerektirir. İhtimalin yanında ise böyle bir derece söz konusu değildir."

"el-Bahr" isimli kitapta bu nakillerden sonra şöyle denilmektedir:
"Tesbit edilen gerçek şudur ki, zayıf bir rivayet bile olsa, bir kişinin kafir olduğu hakkında ihtilaf olduğu zaman, onun sözünün güzel bir ihtimale hamledilmesinin mümkün olması durumunda hiçbir müslüman o kişinin kafir olduğuna fetva veremez. Buna rağmen, (yukarıda) zikredilen küfür lafızlarının bir çoğu sebebiyle tekfir fetvası verilmektedir. Ancak ben kendi kendime, böyle bir fetvayı vermemeyi gerekli kıldım.." [el-Bahru'r-Raik, c. 5, s. 134-135]


İbni Abidin de "Reddu'l-Muhtar"da el-Hayr er-Remli'nin ;
"el-Bahr" isimli kitabın müellifinin bu sözünün ardından şöyle dediğini nakleder:
Velev ki bu rivayet zayıf da olsa." Yine İbni Abidin der ki:
Ben de derim ki: Velev ki bu rivayet mezheb mensuplarından başkalarına ait de olsa, küfrü gerektiren hususun, üzerinde icma gerçekleşmiş şeylerden olmasının şart koşulması da buna delalet etmektedir." [Haşiyetu'1-Muhtar, c. 5, sh. 399]

Mezheb(imiz)e mensub olanların sözlerine göre bir çok kişinin tekfir edilmesi söz konusu olmaktadır. Fakat bu tür sözler müctehid olan fakihlerin sözleri değildir. Aksine başkalarının sözüdür. Fakih olmayanlara da itibar edilmez. [Haşiyetu'1-Muhtar, c. 5, sh:418.]


2. Malikilerden Nakiller


Malikilerin bu konudaki görüşleri için İmam-ı Şatıbî'nin şu tahkikiyle yetiniyoruz:
İmam Şatıbî "el-i'tisam" isimli eserinde Hariciler ve diğer ehl-i heva ve'1-bid'attan İslam ümmetine muhalefet edenlerden bahsederken şunları söyler:

"Şüphesiz ümmetin alimleri şu "büyük bidatlere" sahib olan fırkaları tekfir etme hususunda ihtilafa düşmüştür. Fakat dikkatli düşünüldüğünde ve rivayetler göz önüne alındığında onların kesinlikle tekfir edilmemesi görüşü ağır basar. Bu husustaki delil ise, Selef-i Salihin'in onlar hakkındaki uygulamasıdır.
Sen Hz.Ali'nin, Allahu Teâlâ'nın şu kavli gereğince Hariciler hakkındaki uygulamasını ve onlarla savaşırken müslüman muamelesi yaptığını görmüyor musun:
"Şayet mu'minlerden iki taife birbiriyle savaşırsa, onların arasını bulup düzeltin." (Hucurat: 49/9)

İşte bu ayete uygun olarak Ali kendisinden ayrılan grub Haruriye'de toplandığı zaman onlara hücum edip savaşmadı. Şayet onlar ona karşı çıkmakla murted olsaydılar "Kim dinini değiştirirse onu öldürün" hadis-i şerifi gereği Ali onları öyle bırakmayacaktı.
Ebu Bekr (R.anh)'in murted olanlarla yaptığı gibi, onlarla savaşacaktı. İşte bu durum her iki olay arasındaki farkı göstermektedir.
"Ma'bed el-Cuheni ile diğer Kaderiler ortaya çıktıkları zaman selef-i salihin onları reddetmek, onlardan uzaklaşmak, onlara düşmanlık yapmak ve onları terk etmekten başka bir şey yapmadı. Eğer onlar mutlak küfre düşseydiler, mürtedlere uygulanan had cezasını onlara uygulayacaklardı.
Yine Ömer b. Abdulaziz de kendi zamanında Musul'da Hariciler ortaya çıkınca, Ali'nin yaptığı gibi onlardan el çekmeyi emretti ve onlar hakkında mürtedlere yapılan muameleyi yapmadı.
"Gerçi biz onlar hakkında "onlar, heva, fitne ve yanlış teviller peşinde giderek Kitap'taki müteşabih ayetlere tabi oluyorlar" desek de, mana bakımından onlar mutlak olarak hevaya ve Kitap'taki muteşabihata uymuş değildirler. Şayet biz onların böyle yaptıklarını farz edersek, o zaman onlar kafir olurlar. Halbuki şeriata göre inad ve küfre saparak İslam'ın muhkematını reddetmedikçe hiç kimse kafir olmaz. Fakat kim ki şeriatı tasdik edip uygularsa ve muhkem ayetler gibi bir delile uyduğunu zannederek belli bir aşamayı kat etmişse, böyle birisine mutlak olarak "hevaya uydu" denilmez. Aksine o kendi nazarına göre şeriata uymuştur. Ancak müteşabih nasslara itibar etmesi sebebiyle, muhkem nasslar hakkında şüpheye düşmesi cihetinden, şeriat tahsilinde sahip olduğu görüşüne hevayı da karıştırdığından dolayı ehl-i heva ile ortak özelliğe sahip olmaktadır. Yine o, bir bütün olarak, sadece hakkında delil bulunan görüşü kabul etmesi bakımından da ehl-i hakkla aynı özelliği taşımaktadır.
Ayrıca ehl-i heva ve bid'atten olanların ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatle amaçlarının bir olduğu da ortaya çıkmaktadır ki, bu amaç da şeriata intisab etmektir.
Mesela onlarla aramızdaki en büyük ihtilaflardan biri de Allah'ın sıfatlarının ispatı meselesidir. Bu sıfatları bazı fırkalar nefyetmektedir. Ancak biz her iki fırkanın da maksatlarını araştırırsak, görürüz ki hepsi de tenzihi müdafaa etmeye, Allah'tan (c.c.) noksan sıfatları nefyetmeye ve hudustan yüceltmeye gayret ediyorlar. Bu ise konu ile ilgili delillerin anlatmak istediği husustur. Onların ihtilafları, bu amacı gerçekleştirmek için tutulan metodda vaki olmaktadır ki, metod farklılığı bu amacı her iki taraf açısından da ihlal etmemektedir.
Bazen onlardan bize muhalif olanlara delil gösterildiğinde, çoğunluğu dönmeseler bile, onlardan bu görüşlerini terk edip, doğru görüşü benimseyenler de olmaktadır. Nitekim Ali'ye karşı çıkan Haruriye fırkasından iki bin kişi de görüşlerinden dönmüştüler." [ Şatibî, el-İ'tisam c. 3, s. 33, 35]



3. Şafiilerden Nakiller


Daha önceki bölümlerde Şafii mezhebinin ve Eş'arilerin imamından olan Ebu Hamid el-Gazali'nin bu konudaki görüşlerini nakletmiştik. Burada bu mezhebin diğer bazı alimlerinin konu ile ilgili görüşlerini nakledeceğiz.

İmam Nevevi "Şerhu Muslim" isimli kitabında şunları söylemektedir:

"Bil ki, hak mezheb mensuplarına göre, herhangi bir günah sebebiyle hiç kimse tekfir edilmez. Yine ehl-i heva ve bidatten olan Hariciler, Mutezililer, Rafiziler ve diğer fırka mensupları da tekfir edilmezler.
Fakat bir kimse İslam dini açısından zaruriyet olarak bilinen şeyleri bilerek inkar ederse, onun mürted olduğuna ve küfre girdiğine hükmedilir. Ancak daha yeni müslüman olmuşsa veya İslam'dan habersiz uzak bir yerde (çölde) yaşıyorsa veya bunun gibi gerçeğin kendisine gizli kaldığı bir kimse ise, tekfir edilmez. Eğer bu kişi zaruriyeti inkar etmenin küfür olduğunu öğrenip, bunları inkar etmeye devam ederse, o zaman kafir olduğuna hükmedilir. Bunun gibi, zinayı, içkiyi, katli ve bunlar gibi haram olduğu zaruri olarak bilinen diğer haramları helal kılanın da kafir olduğuna hükmedilir." [İmam Nevevi, Şerhu Muslim, c. 1, sh: 50]


İbni Hacer el-Heysemi de "et-Tuhfe" isimle eserinde şöyle demektedir:

"Bir müftünün, tehlikesinin büyüklüğü ve kişinin kasdını aşarak söylemesi sebebiyle, özellikle de avam hakkında tekfir hükmünü verme hususunda ihtiyatlı davranması gerekir. Bizim (Şafii) imamlarımız, geçmişte ve günümüzde bu tavır üzerindedirler. Ancak Hanefi'ler küfre düşürücü bir çok sebepten dolayı, bunlar te'vil edilebilir olmasına, hatta acele etmeme gerekliliğine rağmen, küfür hükmünü vermekte biraz geniş davranmışlardır.
Ben bu konuyu ez-Zerkeşi'ye sorduğumda, Hanefılerin gösterdiği bu gevşekliğin sebebini şöyle açıkladı:
Bu tür hükümlerin çoğu mezheb büyüklerinden nakledilen "Fetâvâ" kitaplarında geçer. Müteahhir Hanefilerden vera (takva) sahibi olanlar ise bunların çoğunu reddedip onlara muhalefet ediyorlar ve şöyle diyorlar: Bunların taklid edilmesi caiz değildir. Çünkü bunlar müctehid olmakla tanınmamışlardır ve bu tür fetvaları İmam Ebu Hanife'nin usulü üzere istihrac etmemişlerdir. Zira (onun mezhebinden sayılan) bu tür fetvalar imamın akidesine terstir.
Çünkü o şöyle demiştir:
Bizim yanımızda kati olarak gerçekleşmiş bir asıl vardır ki, o da imandır. Biz yakın olarak bilmedikçe onun kalktığını iddia edemeyiz."
"Bizden (Şafiilerden) ve onlardan (Hanefilerden) bu meseleler hususunda insanları tekfir etmekte acele davrananlar artık uyanıp sakınsınlar ve kendilerinin tekfir edilmeyi hakkettiklerinden korksunlar. Çünkü onlar, bir müslümanı tekfir etmektedirler."

"Yine bizden ve onlardan bazı muhakkik alimlerin belirttiği şu değerlendirme enteresandır:

Muteahhirun muhakkiklerinden Ebu Zura'ya, bir kimseye "Allah için benden uzaklaş" denilirse, o da "bin Allah için senden uzaklaştım" derse bunun hükmünün ne olacağı soruldu. O da şöyle cevap verdi:

Şayet "bin"den maksadı "bin sebep" veya Allah için bin defa uzaklaşma (hicret) ise, bu durumda küfre girmez. Böyle bir yorum, lafzın zahirine uygun değilse bile, bize düşen mümkün olduğu kadarıyla onun kanını korumaktır.
Özellikle böyle bir söz söyleyen adamın kötü bir inanca sahip olduğu bilinmiyorsa, böyle davranmak lazımdır. Ancak böyle bir lafzın mutlak ifadesindeki zahiri anlamın çirkinliğinden dolayı te'dib cezası verilir." [İbni Hacer el-Heytemi, Tuhfetu'l-Muhtaç, c. 9, s. 88]



4. Hanbelilerden Nakiller


Biz burada Hanbelilerden insanların bidatçilere ve dinden çıkmış olanlara karşı en sert davrananlardan olan İmam İbni Teymiye'nin sözüyle yetineceğiz.

Şeyhu'l-İslam İbni Teymiye "Mecmuati'r-Resail ve'1-Mesail" kitabının 5. cildinin 199-201 sayfalarında şunları belirtmektedir:

"Hiçbir müslümanı işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i kıblenin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi herhangi bir meselede düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek caiz değildir.
Peygamber (s.a.v.)'in kendileriyle savaşılmasını emrettiği, Raşid Halifelerden biri olan mü'minlerin emiri Ali b. Ebi Talib'in savaştığı ve sahabe, tabiin onlardan sonraki din büyüklerinin kendileriyle savaşılmasının gerekliliği hususunda ittifak ettikleri Haricileri, Ali, Sa'd b. Ebi Vakkas ve diğer sâhabiler tekfir etmediler.
Aksine, onlarla savaşmalarına rağmen onları müslümanlardan saydılar. Ali onlar haram olan kanı akıtmadıkça ve müslümanların mallarına baskın yapmadıkça onlarla savaşmadı. Ali, onlar kafir oldukları için değil, onların zulümlerini ve taşkınlıklarını defetmek için onlarla savaştı. Bu sebeple de onların ailelerine el atmadı ve mallarını ganimet olarak almadı.
Peki, bu sapıklıkları nass ve icma ile sabit olanlar, Allah (c.c.) ve Rasulü'nün onlarla savaş yapılması emrine rağmen tekfir edilmiyorsa, nasıl olur da onlardan en alim olanlarının bile hakkında yanıldıkları meseleler hususunda hakkı şaşıran çeşitli taifeler tekfir edilebilir?
Bu taifelerden hiçbirinin diğer bir taifeyi tekfir etmesi helal değildir. Çünkü Haricilerin bid'atleri, daha büyük bid'atlerdir. Gerçek şudur ki, onların hepsi ihtilafa düştükleri meselelerin hakikatini bilmiyorlardı.
"Aslolan, müslümanların kanlarının, canlarının ve namuslarının birbirlerine haram olduğudur. Bunlar ancak Allah'ın ve Rasulü'nün izni ile helal olabilir."

"Eğer bir müslüman savaş veya tekfir hususunda te'vil edilebilir bir konuma sahip ise, o zaman tekfir edilmez.
Nitekim Ömer b. el-Hattab, Hatib b. Ebi Beltaa hakkında şöyle demişti:
"Ya Rasulallah, izin ver de bu munafığın boynunu vurayım! "
Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştu:
"Şubhesiz o, Bedir savaşına katılmıştır. Sen nerden biliyorsun, belki Allahu Teala Bedir ehlinin böyle yapacağını bildiğinden dolayı "Dilediğiniz gibi amel edin, şubhesiz ben sizi bağışlarım" ayetini onlar hakkında buyurmuştur."
Bu hadis, sahihayn'da geçmektedir.

Yine sahihayn'da geçtiğine göre, Useyd b. el-Hudeyr, Sa'd b. Ubade'ye
"Sen münafıklar hesabına bizimle mücadele eden bir münafıksın!.." demiş ve bunun üzerine Evs ve Hazrec kabileleri münakaşaya başlamıştılar.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) iki grubun arasını düzeltti.
İşte şu Bedir Savaşına katılanlar ki, onlardan biri diğerine "sen munafıksın" diyor. Fakat Peygamber ne onu ne de bunu tekfir etmiyor, aksine hepsinin de cennete gireceğine şahidlik yapıyor.

Yine bunun gibi selef de Sıffın, Cemel ve diğer bir takım savaşlarda birbirleriyle savaşmıştılar. Fakat hepsi de müslüman idiler ve mü'min idiler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Şayet mu'minlerden iki taife birbirleriyle savaşırlarsa onların aralarını bulup düzeltin." [Hucurat: 49/9.]

Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki mü'minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin" [Hucurat: 49/10.]

"İşte Allahu Teala, onların birbirleriyle savaşmalarına ve birbirlerine haksızlık yapmalarına rağmen onların mü'min kardeşler olduklarını beyan etmiştir ve onların aralarının adaletle ıslah edilmesini emretmiştir." [İbni Teymiye, Mecmuati'r-Resail ve'İ-Mesâil, c. 5, s. 199-201]



5. Bu Mezheblere Bağlı Olmayanlardan Nakiller

es-Seyid Sıddık Hasan Han "er-Ravdatu'n-Nediyye" isimli eserinde Allame eş-Şevkânî'nin "es-Seylu'l-Cerrar" eserindeki şu sözünü nakletmiştir:

"Bil ki, bir müslümanın İslam dininden çıktığına ve küfre girdiğine hükmetmeye yönelmek gündüzün güneşinden daha açık bir delil olmadıkça, Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olan hiçbir müslüman için gerekli değildir. Çünkü sahabeden bir grubun tarikiyle rivayet edilmiş sahih bir çok hadislerde, "Her kim kardeşine "ey kafir" derse, mutlaka ikisinden biri bunu hak eder" ibaresi sabit olmuştur.
"Sahih-i Buhari'de hadis böyledir. Sahihayn ve diğer hadis kitaplarında şu ibare de geçmektedir:

"Her kim bir adamı küfür ile çağırırsa veya ona "ey Allah'ın düşmanı derse", o adam da böyle değilse, mutlaka ikisinden biri kafir olur."

"Bu hadiste ve bu husus üzerine varid olan diğer hadislerde tekfirde acele etmede çok müthiş bir tehdit ve çok büyük bir öğüt vardır.
Allahu Teala da şöyle buyurmuştur:
"Kalbi imanla tatmin olduğu halde baskı halinde zorlanan hariç, kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da göğsünü küfre açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır." [en-Nahl: 16/106]

Buna göre (birisini tekfir etmek için) göğsün küfre açılması, kalbin küfürle tatmin olması ve nefsin onunla teskin olması gerekmektedir. Bu sebeple sahibinin kendisiyle İslam dininden çıkıp küfür dinine girmeyi irade etmediği şirk yollarından biriyle vaki olan düşüncelere, ondan sadır olan küfri davranışlara ve müslümanın ağzıyla söylemiş olduğu fakat manasına inanmadığı lafızlara, özellikle de bunların İslam yoluna muhalif olunduğunun bilinmemesi durumunda itibar edilmez."

Yusuf el-Karadavi, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH ecrini versin insaALLAH

ALLAH saglik bereketli uzun ömürler Nasip ettsin Yusuf El karadaviye insaALLAH
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Konu çok iyi gidiyor diğer açılan konularla birbirini tamamlıyor Rahman Size Ecrinizi kat kat versin ,Allahumme Amin;

Ne tamamen ''Ehl'i Mürcie'' Sapıkları gibi ''Biz Müslüman yapmakla Sorumluyuz.'' ve ''İnsanları Kafir yapmakla sorumlu değiliz'' Boş Söylemi ile ''VELA VE BERA'' Sınırlarını Çiğnemekle kalmayıp Erkeklikten Muaf KIZ çocuğuna çevirdikleri Milyonlarca ''DERSHANEDEN DAHA BÜYÜK BİR HEDEFİ'' Olmayan '' Erkek '' NESİLLER yetiştirildi...

''Ehl'i Mürcie'nin Görüşlerine kaymamak şartı ile yazılan yazılar etkili olcaktır.. TEKFİR'de aşırılıktan sakındırılıyor ve ''TEKFİRDE USUL'' azda olsa Forumda araştırma yapan bir üye tarafından görülür ve okunur...Bunun ötesinde ise TEKFİR eden Kardeşimiz ne yaptığının ta ki farkına varabilsin...

TEKFİR EDEN BİR ÇOK PEYGAMBER VARDIR KUR'ANDA ÖZELLİKLE MÜMTEHİNE 4.Ayetinde Hz.İBRAHİM (A.S) ın ÖRNEK verilen Kıssası buna Delildir...

Hz.İbrahim (A.S) Mücadelesi bir çok Müslümanın Malumudur,Öyle bir Çalışma yaptı ki Ölümlerden ve bir çok Tehlikelerden Allah-ın yardımı ile Kurtarıldı...

TEBLİĞ ile Uğraşan Müslümanların Dikkat etmesi gerekiyor,TEBLİĞ CİHADDAN DAHA AĞIR BİR GÖREVDİR..Bugün ise en basit İş haline gelmiş olsada Dikkat edilmesi gerekenlere Dikkat etmelidir Tebliğci..

Allah-Subhanahu ve Teala-nın APAÇIK HUDUDUNU ÇİĞNEMEDİKLERİ SÜRECE ''TEKFİR'' den Sakınmalıyız...

CİHAD TEBLİĞDEN DAHA ETKİLİDİR-GÜCÜ VE KUVVETİ OLAN CİHAD ETSİN BU DİN 1430 YIL ÖNCE TAMAMLANMIŞTIR ÜZERİMİZE...
 
D Çevrimdışı

doğru

Üye
İslam-TR Üyesi
Tekfir çok çok önemli bir konu.geçmiş alimlerin bu konudaki görüşleri bize sıhhatli bir şekilde orjinale uygun geldiğine inanmıyorum.bunun bir çok örneğini görmekteyiz.mesela saidi nursinin
latinceye çevrili eserleri ile orjinalleri tamamen farklıdır.latince eserlerde islamın tam tersi Laik sistemi sevdirecek ifaeler yer alır.Orjinal eserlerde ise islamın tersi birşey yoktur.

Biz kaynak olarak Kur'an ve sünneti alırız.

Allah c.c nin hangi şartlarda kimin ne olduğunun örneklerini veriyor.

biz bu örnekleri olduğu gibi alırız.kabul ederiz.eğip bükmeyiz.

bundan dolayı suçlamayıda kabul etmeyiz.çünkü karar Allah c.c ye AİTTİR.

BİR ÖRNEK :Maide süresi 44- 45-47ayetler: Allah c.c nin ayetleri ile hükmetmeyenler kafirdir,zalimdir, fasıktır.
ikditar olanların ben ne ile idare ettiğine bakarım.
kapitalist düzenle idare ediyor.

ama adam namaz kılıyormuş,hacca gitmiş,şeriat istermiş miş miş miş.
karar belli.yaptığıda belli bu insanlara başka bir vasıf verilmez.
ben vermem.
bana sen tekfircisin dermisiniz.diyeninde kınayanın da kınamasına bakmam.

ben Allah c.c nin kararını naklemiş olurum.

sen ayeti kabul etmemiş olursun.

örneğim üzerine görüş bekliyorum........

inşallah yanlış açıklamadım.
 
D Çevrimdışı

doğru

Üye
İslam-TR Üyesi
Mümtehine süresi 4.ayet- İbrahim'den ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki, "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir"demişlerdi. Yalnız, İbrahim'in babasına: "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi birşeyi savmaya gücüm yetmez"sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: "Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır."

---Putun ilke ve inkilaplara bağlı olacağını parti-vakıf-dernek kurarak yazılı beyan verenler,kongre yaparak tağuta hesap verenler,mahkeme olanlar (nisa 60. ayet)
la aramızda bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
boyle bi sapik demokrat birinden bir yazi getirmeniz ve onu mesru kilmaniz dogru degil.

bir zahmet önce birisini elestirirken, önce onun ilmini ve aktivitelerini gec sonra kötüle..
Her beserin bir hatasi vardir... Yusuf el karadavi su cagda parmaklarla sayilacak alimlerden birtanesidir peki ya sen nesin, ilmin hangi basamagindasi ?
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Eymen ez-Zevahiri'ye internet aracılığı ile sorular sorular ve cevaplarının ikinci bölümü:

3/1 Danışman bacımız soruyor:

1- Doktor Cezayir operasyonlarında ölenlerin kafirler olduğu konusunda kendisine güveniyor mu? Ve ayrıca bir Müslümanın kanını dökmeyi meşru kılan sebep nedir?

2- Şeyh el-Kardavi'nin operasyonları reddettiğini belirtmesi hakkında düşünceniz nedir?

3- Siz neden ses kayıtlarınızda HAMAS kasıtlı olarak keskin ifadelerle tavsiyelerde bulunuyorsunuz? İslami vahdeti ve Cenab-ı Hakkın rızasını gözeten biri teklif sunmanın diğer metodlarını arar ve diğerinin içinde bulunduğu durumu dikkate alarak diğer diyalog kanallarının yolunun arar, medya kanallarını değil.

4- Siz, el-kaide'nin arap dünyası devletlerinde Müslüman kanı dökmeye izin vererek Amerikan istihbaratına asla hayal edemediği yollarda büyük hizmetler sağladığını düşünmüyor musunuz?

5- Ümmetin alimlerinin arasında El- Kaide'nin meşru otoritesi nedir?

Ben Danışman olan kız kardeşimizin sorusuna daha önce cevap verdiğimi düşünüyorum.

Ama dönersek, ben ona sormak istiyorum:

HAMAS'ın mübarek Kassam roketleriyle İsrail kolonilerini bombalarken çocuk mu yoksa yetişkin mi diye ayırtetmeden öldürmesi haram olan çocukları öldürmesini meşru kılan nedir? Dahası, muhtmelen onlar bu kolonilerde ve işgal edilmiş Filistin'in cadde ve pazarların şeriatın yasak kılmasına rağmen (!) Yahudi ve Arap veya Müslüman diye ayırmadan onları öldürüyorlar. Ben Danışman bacıma başvurması üzere "Beraat" adlı kitabımın ikinci bölümündeki 8. ve 9. başlıklara bakmasını rica ediyorum.
2. soru Şeyh el-Kardavi'nin operasyonlara bakış açısı hakkında. Bu benim bana yöneltilmesini istediğim bir soruydu ve buna cevabım şudur:

İlk olarak, Şeyh el-Kardavi büyük suçlulara inanıyor ve yalanlarla Mücahidleri eleştiriyor. O, Betna ve Delly şehirlerinde olan olaylarla ilgili fetvasında masum ölümlerinin ve Müslüman kanını dökmenin nasıl meşru kılındığını anlattı. Böylece o suçlu Cezayir rejimiyle aynı yalanları tekrarlamış oldu. Delly şehrindeki operasyon deniz kuvvetlerine ait bir üsse yapıldı, çocukların okullarına değil. Betna şehrindeki operasyona gelince, binlerce Müslüman'ı öldüren, İslam'a savaş açan, Şeriat kurallarını engelleyen, Amerika ve Fransa'nın sadık dostu, Birleşmiş Milletler'i ve Arap teslimiyet insiyatifine üyeliği onaylayarak İsrail'i tanoyan başkanı öldürme girişimiydi.

Şehadet eylemcisi kardeşimiz güvenlik güçleri kendisini farkedince, kendisini onların ortasında patlattı ve onlardan birçoğunu öldürdü. Bu Mücahidlerin açıklamasıydı ki ben de bir haber programının bunu onayladığını gördüm. Kaldı ki Mücahidler kendisini el-Kardavi'ye sevdiren ve kendisi yalanlarıyla terfi ettiren büyük suç önderlerinden daha doğrucu, dürüst ve adildir.

İkincisi: El-Kardavi İslami Magrib ülkelerindeki El Kaide'nin kararnamesi ile laik Cezayir anayasası arasındaki farkları ihmal ediyor. Ve ben burada Onların akide, menhec ve adaletsizliklerini (!) eleştirmek için onları hatalı olmakla, aşırılıkla ve Hariciler'in devamı olmakla suçlayanların suçlamalarını aydınlatmak için İslami Magrib ülkelerindeki El Kaide'nin kararnamesinin parçalarını aktarmak istiyorum.

Bu kararnamede biz saygıyla bu hareketin niçin kurulduğunu okuyoruz:

- "Dinin yalnız Allah'ın olması ve Allah'ın kelimesinin en yüksek olması için"

- "Akidemiz; selefin en önde geleni risalet elçisi Muhammed (salat ve selam üzerine olsun)'in, onun pak ashabının, onları takip edenlerin ve takip edenleri takip edenlerin akidesidir."

- "Kitap ile hükmolmak erkek ve kadın her Müslüman'ın yükümlülüğüdür, inanç, kanun ve ahlak sorunlarını çözmek için Sünnet kurulmuştur. Bunlar reddedilemez ve yorumlanamaz."

-"Biz her hangi bir Müslüman'ı küçük veya büyük günahlarından dolayı tekfir edemeyiz. Sadece ve sadece O'nun kabul etmediği durumlar hariç, Müslümanın kanı ve canı İslam tarafından korunmaya alınmıştır."

-"Biz Müslümanları tekfir eden ve Onların kanlarını ve canlarını helal sayan Hariciler'in akidesinden ve menhecinden Allah'a sığınırız. Tekfir ve Hicret Cemaati -tamamen ve kısmen- Müslümanları tekfir ederek bu Haricilerle fikirde uzlaşmış ve de yoldan sapıtmışlardır."

-"Bizim Ümmet hakkındaki genel görüşümüz, O'nun kanının, canının ve şerefinin korunulmuş olduğu yönündedir. Ta ki kanını ve canını helal kılacak bir davranışta bulunmayana kadar."

-"Selefi Mücahidler Müslümanlardan bir bölümdür ve onların din kardeşidirler."

-"Yaşlılara, onların eşlerine ve çocuklarına saldıranlar Tağut'lar ve onların gizli servis ajanlarıdır. Bunu yapma sebepleri ise Mücahidler'in imajını sarsmak ve cihad hakkında şüpheler atmaktır. Onlar Hariciler'i taklit eden Tekfir ve Hicret cemaatinin içini karışarak onları da saptırmışlardı. Mücahidler bu sapkınlıktan masum olduklarını Allah beyan etmektedirler."

-"Biz bid'atçıların (yani dine yenilik ekleyenlerin) ve ahlakı bozuk olanların arkasında namaz kılmaktayız."

-Ve onlar şuna inanıyorlar: "Onlar sonunda her Müslümanın heves duyması ve kurulması için çabalaması gereken tek doğru yönetim şekli olan Halifelik sistemini tesis etmek için geçiçi olarak kurulan bir Müslüman gruplar."

Fetvasında İslami Magrib'deki El Kaide hareketini tanımlarken sarfettiği sözler de el-Kardavi'nin ne kadar adaletsiz olduğunu gözler önüne seriyor:

"Kendi insanlarının kanlarını dökenler nasıl olur da İslamcı olduklarını iddia ederler? Ve onlar insanların toplu olarak katledilecebileceğini iddia eden karanlık görüşlerini nereden türetiyorlar? Kendilerinden başka tüm Müslümanların kanlarını ve canlarını helal kabul eden Harici'lerden başka örnek model yok.

Üçüncü olarak: El-Kardavi'nin dayanakları güvenilir değildir. 1989'da el-Ezher'de imzaladığı yayınlanan bildiride Hüsnü Mübarek ve O'nun hükümeti hakkında "Biz Mısır'da vazifede olanların imanlarına güveniyoruz. Onlar Allah'ın hiçbir kanununu reddetmiyorlar, ve de İslam'ın hiçbir prensibini inkar etmiyorlar. Onlar İslam davasının başarısı ve yürümesi için azami gayret sarfediyorlar. Fakat onlar erteledikleri konuşmaları için uygun zamanı bekliyorlar."

Bu bildiri yayınlanalı 19 yıl oluyor. O günden beri bu uygun zaman beklenmekte, o günden önce de onlarca yıl bekleniyordu. O koşullar onun kanun koyucularına, imanına güvendiği kişilere, Allah'ın hiçbir kanununu reddetmeyen ve de İslam'ın hiçbir prensibini inakr etmeyen, İslam davasının başarısı ve yürümesi için azami gayret sarfedenler için geldi. Nerede? Barış antlaşmaları ve İsrail'in meşrulaştırılmasında mı? İsrail'in fuhuş ticareti yaptığı Sina'da mı? Gazze'deki Filistinlilerin abluka altına alınmasında mı? Müslümanlar'ı öldüren veya sindiren askeri mahkemelerde mi? Resmi güvenliğin mezbahalarında mı? Haçlıların Irak ve Afganistan'ı imha etmek için ve Müslümanları öldürmek için -halen- kullandığı Mısır'daki Amerikan üslerinde mi? Müstehcen medyada mı? Ahlaksız kültür bakanlığında mı? Laik anayasa ve yasalarda mı? Hüsnü Mübarek ve oğlu tarafından göz yumulan ahlaksız rüşvetçiler sınıfında mı?

Yusuf el-Kardavi Müslümanlar'a karşı Haçlılara yardım etmektedir. O, Müslümanlar'a karşı Amerikalılara yardım edenlerle ilgili -kendisi ile beraber, Tarık el-Basri, Haytam el-Hayat, Muhammed Salim el-Ava ve Fehmi Hüveydi imzalı- şu fetvadan ne geri adım atıyor ne de özür diliyor:

"Soru kardeşlerimizin yüzyüze kaldığı aşırı derecede karışık ve bir o kadar da hassas bir konuyla ilgili, Amerikan orudusunda ve benzer koşullar altında görev alınabilinen diğer ordularda Müslüman askeri personeler görev alabiliyor." Bu fetva sadece Amerikan ordusu hakkında değil, aynı zamanda Fransız ve İngiliz ordusu ve hatta İsrail ordusunun ve diğer orduların da hakkındadır.

Fetva şöyle devam ediyor: "Fakat problemin ve endişenin kaynağı Müslüman askeri personelin bir diğeriyle karşı karşıya gelmesi halinde gerçek suçlunun hangisi olayda suçu olmayan masumun hangisi olduğununun tespit etmesi, ki bu oldukça zor -hatta çözümü imkansızdır.-

Sahih bir hadis de şöyle buyruluyor: "İki Müslüman silahıyla karşılaşırsa ölen de öldürülen de ateştedir."

Sahabeler soruyor: "Ya Resulullah öldüren öldürdü de, öldürülenin ne suçu var?" Peygamber: "Çünkü o da kardeşini öldürme niyetindeydi" diye cevap verir. (Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Gerçekte ise bu hadis Müslüman'ın kendi üzerinde kontrol sahibi olabildiği, kalkabildiği ve savaşabildiği ve de savaştan uzak durabildiği durumlarla ilgilidir. Bir Müslüman'ın düzenli bir devlet ordusunda asker olması, vatandaş olması, ona boyun eğmesi veya itaat etmesi ilgili değildir. Aksi türlü olması düşünülemez, çünkü bu durumda onun devletine sadakati şüpheye düşer. Ve bu da birçok zararı peşisıra getirir.

Fetva şöyle devam ediyor: "Eğer Amerikan ordusundaki Müslüman askeri personel askeri yemek istihkakı alanında çalışmak için arka saflarda bu yakın muharebe esnasında geçici görev almayı rica edebiliyorsa, ve Amerikalı Müslümanlar'a her hangi bir zarar ve zorluğa sebep olmuyorsa -soruda bu da geçiyordu- bu arzusunda hiçbir sorun yoktur. Buna rağmen, eğer bu istek, onun sadaktinde şüphe oluşturması gibi zarar ve zorluklara sebep olacaksa, veya onlar için yanlış suçlama veya şüphelere sebep olacaksa, veya iş güvencesine zarar verecekse, veya onun vatanseverliğine şüphe düşürecekse, veya benzeri sebeplerde bu isteğine izin verilmez."

Sadece ve sadece iş bulma ihtimaline zarar verici şüpheleri oluşacak diye (örneğin terfide gecikme gibi), arka saflarda hizmet etmekten Müslümanları sakındırıyor! Yani Müslümanlar ön saflarda savaşmalı, Müslüman kardeşini öldürmeli! İş güvencesine zarar gelmesin diye...

Amerikalı fetva devam ediyor: "Sonuç Müslüman askeri personelin terörizm uygulamayı düşünenlere karşı veya ülkelerinde onları eğitmek veya desteklemek için fırsat kollayanlara karşı olduğu düşünülen savaşlarda görev almasında -Allah'ın izniyle- hiçbir problem olmadığıdır."

İşte böyle, Kardavi ve arkadaşları sadece Amerikan düşünce okuluna göre olan "terörizmi" uygulayan Müslümanlara karşı savşamaya izin vermiyor, ancak sadece bu da değil onu uygulayan ve destekleyenlere karşı da...

Ne büyük bir söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar. (Kehf, 5)

Bu fetva eğer Müslüman bir devlette veya ona saygı duyan bir devlette çıkmış olsaydı, bunu imzalayanlar büyük vatana ihanet suçundan hapse mahkum edilirlerdi. Allah bize yeter ve bizi koruyanların en iyisidir.

El-Mütenami şu sözünde ne kadar haklıymış:

"Yanında Romalılar, Sırtının arkasında Romalılar vardır. Öyleyse sen iki yanından hangisine döneceksin?"

Beşincisi: Filistin'e karşı Kardavi'nin duruşu şüphelidir. Kardavi'nin web sitesinde 2007'de Cezayir'de düzenlenen Kudüs Vakfı 5. konferansınra yayımlanan bildiriden şu alıntılar yer alıyor:

"Uluslararası Kudüs Vakfı Başkanı Allame Yusuf el-Kardavi, Riyad zirvesine katılan Arap liderlerini hedef alan bir mesaj yayınladı. Yayınlanan mesajda İsrail işgal ettiği yerlerden çekilene ve bir Filistin devletinin kurulmasına izin vermediği sürece Arap liderlerini İsrail'le ilişkilerini meşrulaştıracak her hangi bir adım atmaması konusunda uyardı. "

"Şeyh Kardavi düzenlediği basın toplantısında zirve hakkın bir mesajı olup olmadığı konusunda verdiği mesajda şunları ifade etti: 'Zirvede çeşitli taraflar var. İnsanlarımızdan (Arap Devletlerinden) bazıları İsrail'i meşrulaştırıyor, bazıları ise bu fikri reddediyor. Biz İrail işgal ettiği topraklardan çekilene kadar biz onu meşrulaştırmayacağız."

"O şöyle devam etti: 'Biz İsrail'i ancak kendi toprak ve sınırları olan ve kendisini korumaya hakkı olan gerçek bir Filistin devleti kurulduğunda tanıyacağız. Ancak bu durumda eğer ona ihtiyaç varsa, biz İsrail'in tanınma hakkını düşünebiliriz.' "

"Kardavi ekledi: 'Kudüs Vakfı, Arap liderlerin neyi kararlaştırdığına karışmaz.' Fakat bununla birlikte Kardavi, işgal sona erene ve Filistin devleti kurulana kadar İsrail'in tanınmasını reddettiklerini vurguladı. "

Bu tehlikeli ifadeler Kardavi'nin İsrail'i tanımaya hiçbir itirazının olmadığını gösteriyor. Onun da ifade ettiği gibi ta ki Filistin'in kırıntıları üzerine bir devlet kuruluncaya kadar.

Ben Filistin'deki Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum ve Filistin'deki İslami hareketle özdeşleşmiş iyi tanınan İslami grupların ve siyasi liderlerin arasında yayılan bir görüşün dışında kalmalarını istiyorum. 1967'de işgal edilmiş olan Filisin'in artıkları üzerinde bir devlet kurmayı düşünen ve daha önce elimizden alınan Filistin topraklarını unutan bir görüş.

Filistin'in büyük kısmını Mekke anlaşmasına bırakan bu görüşün maskesi düşmüştür ve Kardavi'de sözlerinden anlaşıldığı üzere bu görüşü destkemektedir.

Bu sebeple Filistin'deki ve diğer bölgelerdeki Müslüman Ümmeti aşırı derecede uyanık olmalıdır ve bu görüşe tüm gücüyle karşı çıkmalı ve karar vermelidir.

Aziz bacımın HAMAS hakkındaki eleştirilerime ilişkin sorularına şu üç şeyler cevap vermek istiyorum:

Birincisi: Ben HAMAS'a karşı aşamalı bir yaklaşımla tavır aldım. Destekten tekrar tekrar tavsiyeye oradan uyarıya ve son olarak genel eleştiriye... Fakat onlar Mekke anlaşmasını imzaladıklarında, açık sözlü eleştiri yapmam zorunluydu. Ben onlara aşamalı bir yaklaşım aldım, fakat onlar kardeşlerinin eleştirilerini dikkate almadılar ve içine daldıkları şeye devam ettiler. Onlar Çeçenistan'daki kardeşlerinin terkettiği laik anayasaya itaat eden seçimlere girdiler ve Mekke'de Filistin'in beşte dördünü bıraktılar.

İkincisi: Ben her zaman mesajlarımda HAMAS'ın siyasal liderlerini, HAMAS'ın mücahidlerini ve Filistin'deki diğer grupların Mücahidlerini... Ben HAMAS'ın siyasi liderlerini her zaman eleştireceğim, ta ki onlar laik anayasayı terkedene ve Mekke anlaşmasını terkettiklerini bildirene kadar. HAMAS'ın ve Filistin'deki diğer grupların mücahidlerine gelince, ben onları her zaman destekledim ve desteklemeye de devam edeceğim, ümmetten onlar için yardım talep edeceğim, özellikle de Sina kabilesi için...

Bazıları, HAMAS için Ümmete geçmiş olsun dileklerimi sunduğum ve başka bir zaman da ise onlara destek çıktığım için beni amaçsızca rol yapmakla suçladılar. Ancak bu adil değildir. Benim sözlerim açık, umumi ve kayıttadır. Ben HAMAS'ın siyasal liderleri için ümmete geçmiş olsun dileklerimi sundum ve sunmaya devam edeceğim, ve yine ümmete HAMAS'ın Mücahidleri dahil Filistin'deki tüm Mücahidler için destek talebinde bulundum ve bulunmaya devam edeceğim.

Üçüncüsü: Eğer aziz bacım, benim metodumun uygun olmadığını düşünüyorsa bile, bu doğru metodu bularak onu gerçekleri açıkça bildirme sorumluluğundan ve Çeçenistan'daki Müslümanları terkettiği laik anayasyı benimseyen ve Mekke anlaşmasıyla Filistin'in 5'de dördünü terkeden HAMAS'lı siyasal liderlerini eleştirmekten alıkoymamalı.

Danışman bacımın "Siz, el-kaide'nin arap dünyası devletlerinde Müslüman kanı dökmeye izin vererek Amerikan istihbaratına asla hayal edemediği yollarda büyük hizmetler sağladığını düşünmüyor musunuz?" ifadelerine gelince...

Ben Amerikalılara hizmet edenler asıl; Afganistan'da, iş güvencelerini sağlamak adına Müslümanları öldürmesi için Amerikan ordusunda görev almaya, Filistin devleti kurulduğu taktirde İsrail'i tanımaya ve meşrulaştırmaya fetva verenlerdir.

Son olarak bacımın "Ümmetin alimlerinin arasında El- Kaide'nin meşru otoritesi nedir?" sorusuna gelince... Bacımın "Beraat" adlı kitabımın 2.bölümünün 3. konusunu okumasını ondan rica ediyorum...
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Yusuf El-Karadavi, demokrasi gibi küfür rejimlerinde bulunmayı ve desteklemeyi caiz gören bir adam olduğu çok açıktır. Bir kişinin küfrünü söylemek için illa alim olmak gerekiyor diye bir usul kaidesi mi var?varsa delil söyle biz de bilelim.

Allah kimin doğru kimin yanlış olduğunu şüphesiz çok iyi bilir. İslam vasfı üzerinden kalkan kişi ne kadar amel yaparsa yapsın Allah katında batıldır.

karadavi, Şeyh Ebu Basir'in dediği gibi uydularda zırvalayan belamdır! Müslümanlara harici diyen, islam akidesini en güzel şekilde savunanlara baği diyen zındıktır.delil getirdiğiniz ve savunduğunuz adamlara dikkat edin.


Öncelikle... Hangi beserin hatasi yoktur söylermisin ?
Yok ben Hatasiz alim istiyorum diyorsan o zaman affedersin ama biraz zor bullursun demek isterdim, lakin hic bullamazsin... Onunda elbette hatasi vardir, dogrusuda..

Simdi herkese belam satilik, zindik dersek ilmi nerden alacagiz... Kusura bakma arkadasim, benim herkesi taslayacak cesarettim yoktur...
Ben ALLAHu tealanin emrettigi gibi önce kendime bakarim..

vesselam..
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Tawhed ,
Biz örnek alim , hatasız önder diye Yusuf el Karadaviyi tanıtmadık , böyle bir övme mahiyette yazımızda olmadı . Peygamberlerin bile zelle denen küçük hataları oluyorsa diğer insanalrın küçük büyük hataları olması, bunun yanında görüş ayrılıkları olması da normaldir. Velev ki bu ayrılıklar çok açık mesafe görünselerde mümkündür.
Bizim dediğimiz konu maşlığı hakkında Makdisiden, Abdullah azzamdan alıntılar yaptıktan sonra, ayrı düşündüğümüz farklı yanlarıda olsa karadavi de bu konuda aynı düşünüyor anlamında bir yazısıdır.
Bir kimse yanlışları olsa da doğru söylediği sözlerini inkar edecek değiliz. Bu onun yanlışlarını görmeyelim de demek değildir, bizim için örnek şahsiyet de değildir. Sadece farklı isimlerin bu konudaki ittifakıdır.
Herkesin kitapları ortada, demeç ve fetvaları ortadadır. Bilinen insanları tekrar tekrar hedef göstermenin manası yoktur, yazılarımıza konu başlığı ile ilişkilendirmeye çalışarak yaklaşınız.
 
fatih0073231 Çevrimdışı

fatih0073231

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Öncelikle... Hangi beserin hatasi yoktur söylermisin ?
Yok ben Hatasiz alim istiyorum diyorsan o zaman affedersin ama biraz zor bullursun demek isterdim, lakin hic bullamazsin... Onunda elbette hatasi vardir, dogrusuda..

Simdi herkese belam satilik, zindik dersek ilmi nerden alacagiz... Kusura bakma arkadasim, benim herkesi taslayacak cesarettim yoktur...
Ben ALLAHu tealanin emrettigi gibi önce kendime bakarim..

vesselam..

hata,saptırma ve şirk gibi konular aynı şeylermidir.Her şirk günah ama her günah şirk midir.Hatasız kul olmaz demenizle kendinizi bitirdiniz çünkü saptırma ile hatayı bir sayamazsınız.


Abduhakın son dediğine katılıyorum burada tekfir konusu ile bazı doğru şeyler var ancak kardavi hakkında yorum yok yani buradaki görüşlerini konuşalım.
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
kisi nasil anlamak isterse o sekilde yorumlar konusur...
Birsey konusmak istemiyorum....
 
D Çevrimdışı

Darimi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tawhed kardeşe ben de bir kaç şey söylemek isterim:
Yusuf el karadavi'nin bazı çıkışlarını her ne kadar kabul etmesek de hakkının yenilmeyeceği taraflar da vardır elhamdulillah..Alimler arasında ölçüyü kaçırmamak lazım..bakın ibn hacer el mekki şafii alimi olarak:
bir yer darulislam oldu ise oranın darul küfür olması imkansızdır gibi fetvası vardır ve ilim ehli de buna gerektiği gibi cevap vermiştir fakat hiç kimse kalkıp da ibn hacer el mekki'ye bu fetvasından dolayı haksızlık yapmamıştır. Siz diyebilirsiniz ki ortada küfür olan bir durum var. biz de deriz ki:
Size göre küfür olan, başkasına göre küfür değil ihtimal olabiliyor. ölçü ise havas ile avamın ortak olduğu konulardır küfürde... elbette ifadelerinizde isabet edebilirsiniz fakat bu konuda karşı taraftaki kişinin yanılmasına sebeb olan bir tevili veya bir delili olabilir..bu nedenle alimler arasında ta'dil yaparken insafı elden bırakmayalım..bir de şeyh eymen (allah onu korusun) ne zaman dinde delil oldu ki? çünkü bu görüşte olanlara alimlerden farklı sözler getirildiğinde onlar da hemen klasik şu savunmaya giriyorlar:
Alimlerin sözü delil değil, delillendirilmeye muhtaçtır...biz de bu savunmayı haklı olarak yapıyoruz burada...elbette bizler şeyh zevahiri'yi(Allah onu korusun) alimlerimizden biliyoruz ..fakat bir alim hakkında delil olarak başka bir alimin sözleri değil aksine itham edilmeye çalışılan alimin sözleri ölçülüp tartılmalıdır.

Tekfir konusunda deliller yukarıda oldukça güzel ve mutedildir. bu açıklamaları bazı aşırıya kaçan kişilerin okuması çok mühimdir.
selamun aleykum...

aleykum selam Allah razı olsun akhy çok güzel bir açıklama.
 
Üst Ana Sayfa Alt