Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Zariyat Suresinin Meal ve Tefsiri

E Çevrimdışı

ESASO

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Zariyat suresinin meali

------------------------------------------------------------ --------------------


Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. Adını ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûre-i şerife kâinatta cereyan eden bazı muazzam işlere veya onlara müvekkel kılınan melaikeye dikkat çekip, kasem ederek başlar. Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerden birçoğunun dini yalanladıklarını, onların dünya ve âhiretteki âkıbetlerini, diğer taraftan müminlerin istikbalini, daha sonra Allah’ın kudret, hikmet ve birliğine dair bazı delilleri, bazı resullerin kısa kıssalarını ele alır, cin ve insin yaratılışının esas maksadının kulluk olduğunu bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – O tozutup savuran (rüzgârlara)
2 – Yağmur yüklenen bulutlara,
3 – Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar vb.) şeylere,
4 – Emirleri, rızıkları, yağmurları vb. şeyleri taksim eden meleklere yemin ederim ki,
5 – Size vâd olunan diriliş elbette gerçektir.
6 – İşlerin karşılığı da mutlaka alınacaktır.
7-8 – Yollarla, yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki içindesiniz.
9 – Oysa bu dâvetten, ancak aklı çarpılmış olan kimse çevrilip vazgeçebilir.
Dünyadaki insanların farklı inançlarından bahsederken gökyüzünün çeşitli yollarına ve yörüngelerine yemin edilmesi, bir benzetme yapma gayesine de yönelik olabilir. Yani gökte yıldız kümeleri ve bulutlar nasıl farklı farklı ise, siz yerdeki insanlar da çeşit çeşit inançlara sahipsiniz. Demek ki insanlara gerçeği bildiren vahyin gelmesi mutlaka gereklidir.
En ufak zerreden en büyük güneşlere kadar her şeyin nizama bağlı olduğu bir kâinatta, insan gibi bir varlığın nizamsız kalması nasıl mümkün olabilir? Her şey birçok gayeye göre yaratılmışken insan gibi mükemmel varlığın gayesiz, başıboş kalması nasıl mümkün olabilir?
Burada şöyle bir incelik vardır: Âhireti inkâr edenler “çürüyüp, toz toprak olacağız, zerrelerimiz havada uçuşacak, bundan sonra bedenimiz nasıl olur da birleşebilir?” diyorlardı. Oysa dünyadaki sular güneşin ısısıyla buharlaşarak zerreler halinde bir araya gelip sıkışmış bulutlar oluşturmakta sonra yeryüzüne damlalar halinde geri dönmektedirler. Her gün bunları gerçekleştiren ilahî kudretin insanların vücutlarının dağılmış zerrelerini hava, su ve toprağın içinden toplayıp bir araya getiremeyeceği iddia edilebilir mi? Toz zerreleri, su buharları ve yağmur bulutlarından bahseden ilk üç âyet, buna işaret eder gibidir.
10-12 – O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.
13 – O gün, onların ateşin üzerinde fokurdayacakları gündür!
14 – Onlara: “Tadın bakalım fitnenizi, tadın dünyada kaynattığınız fitne ateşinin neticesini! İşte gelmesi için can attığınız azap!” denilir.
15 – Ama müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar.
16 – Rab’lerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan kimselerdi.
17 – Geceleri az uyurlardı.
18 – Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.
19 – Mallarında isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.
20-22 – Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâla görmeyecek misiniz?
Gökte de hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.
23 – Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki bu vaad, tıpkı sizin konuşmanızın sabit olduğu gibi bir gerçektir.
24 – Sahi! İbrâhimin şerefli misafirlerinin gelişlerinden haberin oldu mu?
25 – Onlar yanına varınca: “Selam!” dediler. O da: “Size de Selam!” diye cevap verdi, ama içinden: “Bunlar tanımadığım kimseler, hayırdır inşaallah!” dedi. [15,51; 4,86; 11,69]
26-27 – Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup “buyurmaz mısınız?” diye ikram etti. [11,69] {KM, Tekvin 18. bölüm}
28 – O sırada onlardan yana içine bir korku düştü. “Korkma!” dediler ve ona büyüdüğünde âlim olacak bir çocuklarının dünyaya geleceğini müjdelediler. [11,70-73; 15,52]
29 – Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi, elini yüzüne vurarak: “Vay başıma gelene! Ben kısır bir kocakarı iken mi doğuracağım!” diye çığlık attı.
30 – Onlar, hanımına: “Evet, Rabbin böyle buyurdu,” dediler. “O, tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi hakkıyla bilir.”
31 – İbrâhim: “Peki sizin gelişinizin asıl sebebini öğrenebilir miyim ey değerli elçiler?” dedi.
32-34 – “Biz” dediler, “Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.”
35 – Derken, oradaki müminleri şehirden çıkarma emrini verdik.
36 – Ama orada, bir hane dışında, Biz’e itaat eden aile bulamadık.
37 – Ve öyle acı bir azaptan korkanlar için, orada bir alâmet bıraktık.
Burada Ölü Deniz (Lût Gölü) kasd edilmektedir. Bu gölün güney kısmı, büyük bir felâketin izlerini bu gün bile taşımaktadır. Uzmanların tahminlerine göre Lût kavminin büyük şehri, şiddetli depremden dolayı yer altına gömülmüş, üzerini de Lût gölünün suları basmış olmalıdır. Batma zamanı da, M. Ö. iki bin yıl kadar öncesine yerleştirilmektedir ki bu da Hz. İbrâhim ve Hz. Lût (a.s.)’ın yaşadığı zamana rastlamaktadır.
Lût gölünün “Ellisan” adlı yarımada görünümündeki bölümü güneyde bulunmakta ve daha sonra meydana geldiği anlaşılmaktadır. Eski Lût gölünün bu yarımadanın kuzeyine kadar görülen tarihi kalıntıları, güneydeki kalıntılardan çok farklıdır. İşte bundan dolayı, önceleri güney kısmının bu göl yüzeyinden yüksekte olduğu, daha sonra batarak o gölün altına gömüldüğü tahmin edilmektedir.
38 – Mûsâ’nın olayında da alınacak dersler vardır. Onu âşikâr bir delille (mûcize ile) Firavun’a göndermiştik.
39 – O vargücüyle ve bütün ordusuyla sırtını çevirdi ve “Mûsâ, ya bir büyücü, ya da bir delidir” dedi.
40 – Biz de hem onu, hem ordularını yakalayıp denizin dibine geçiriverdik. Boğulurken, pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu.
41 – Âd halkında da alınacak dersler vardır. Onlara da ortalığı kasıp kavuran köklerini kurutan bir kasırga gönderdik.
42 – Bu rüzgâr, uğradığı her şeyi derhal kül gibi savuruyordu.
43 – Semûd ahalisinde de böyle alınacak ibretler vardır. Onlara da “Bir süre hayattan zevk alın bakalım!” denilmişti.
44 – Onlar Rab’lerinin emrinden uzaklaşıp azıtınca kendileri baka baka, o müthiş yıldırım onları çarpıverdi.
45 – Oldukları yerde çöke kaldılar, ne doğrulabildiler, ne de yardım gördüler.
46 – Daha önceleri de Nûh’un halkını helâk etmiştik. Çünkü onlar da din yolundan çıkmış kimselerdi.
47 – Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina ettik, onu genişleten Biziz. Çünkü Biz geniş kudret ve hakimiyet sahibiyiz.
Mûsiûn: Geniş güç ve kudret sahibi mânasına olduğu gibi “genişleten” mânasına da gelir. Allah’ın bu büyük kâinatı bir kere yaratıp bırakmadığını, bilakis onu devamlı olarak genişlettiğini gösterir. 20. yüzyılda bulunan “kâinatın genişlemesi” düşüncesi, evrenin sonlu bir büyüklüğe sahip olmasına rağmen, alan olarak sürekli genişlediğini ifade eder.
48 – Yeryüzünü de Biz döşedik, bakınız Biz ne de güzel döşedik!
49 – Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders alasınız. [36,36; 43,12]
50 – “O halde, Allah’a kaçın, çabuk Allah’ın himayesine koşun. Zira ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.”
Bu âyette Allah Teâla, Peygamberinin dili ile bu hitabı yapmaktadır. Mesela Fatiha sûresinde de bu durum vardır. Fatihanın baş tarafında gizli bir “De ki:” fiili bulunur; zira o ifadeler kulların söylemesi matlub olan sözlerdir. Kur’ân’ın daha başka yerlerinde de bazan meleklere, bazan peygamberlere ait sözlerin Allah’a izafe edildiği görülür. Sözün akışından kime ait olduğu anlaşılır. [Bkz. 19,64-65; 37,159-167; 42,10; 51,57-58]
51 – Sakın Allah’ın yanısıra başka mâbud icad etmeyin. İşte ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen aydınlatıcı bir elçiyim.
52 – İşte böyle... Senin hemşehrilerinden önceki ümmetlere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona muhatapları büyücü veya deli dediler.
53 – Birbirlerine tavsiye mi ettiler, aralarında anlaştılar mı ki hep aynı şeyleri söylediler?Hayır, böyle bir tavsiye yok ama, onlar azgınlıkta müşterekler. İşte ondan, böyle söylerler.
54 – Sen de onlardan yüz çevir, yeterince onlara hakkı anlatmaya çalıştığından artık kimse seni ayıplayamaz.
55 – Bununla beraber yine de hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatta bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir.
56 – Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Burada Allah, Allah’tan başka nesneleri şerik sayan insanları ve cinleri azarlayarak “Ben onları başkalarına kulluk etsinler diye değil, Bana ibadet etsinler diye yarattım.” diyor. Bütün kâinatı yarattığı halde onlardan sadece ikisinin ele alınmasının sebebi şudur: Kâinattaki bütün varlıklar Allah’a itaat ve ibadet içindedirler. Fakat irade ve tercih hakkı insanlarla cinlere verilmiştir. Bunların başka nesnelere yönelip şirk koşmalarını önlemek gerekir.
57-58 – Onlardan nafaka istemiyorum, beni yedirip beslemelerini de istemiyorum. Asıl bütün mahlûkların rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan Allah Teâladır.
“Nafaka istemiyorum” buyruğundan maksat şudur: Dünya efendilerinin, hizmetçilerinden faydalanmaları gibi, onların hizmetleriyle imkânlarımı artırmam söz konusu değildir.”
59 – Muhakkak ki şimdiki zalimlerin de, daha önceki meslekdaşlarının payı gibi, bir azap payı vardır. Acele etmelerine hiç gerek yok, nasılsa ona kavuşacaklar!
60 – Ama tehdit olundukları o gün de gelince, çekeceklerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Zariyat suresi ayet 1
Andolsun tozutup savuranlara.

"Andolsun tozutup savuranlara" buyruğu hakkında
Ebu Bekr el-Enbarî dedi ki:
Bize Abdullah b. Naciye anlattı, bize Yakub b. İbrahim anlattı. Bize Mekkîb. İbrahim,anlattı. Bize el-Cuayd b. Abdirrahman anlattı . O Yezid b. Usayfe'den, o es-Saib b. Yezid'den rivayet ettiğine göre bir adam Ömer (r.a)'a şöyle sormuş: Ben Kur'ân'ın müşkil (anlaşılması zor) buyruklarının tefsirine dair soru soran bir adam gördüm. Bunun üzerine Ömer:
Allah'ım, bana onun hakkından gelmeyi nasib et, dedi. Bir gün bu adam elbiselerini giyinmiş, başında bir sarık bulunduğu halde Ömer de Kur'ân-ı Kerim okurken Ömer'in yanına girmiş. Ömer Kuran okumayı bitirince, adam yanına gelerek: Ey müminlerin emiri "andolsun tozutup savuranlara" ne demektir dîye sormuş. Ömer ayağa kalkıp kollarını sıvadıktan sonra adamı sopalamaya koyulmuş ve sonra da şöyle demiş: Buna elbiselerini giydirin ve onu bir deve semeri üzerinde taşıyarak kabilesine götürün. Sonra bir hatib kalkıp şöyle desin: Şüphesiz ki Sabiğ ilim öğrenmek istemiş, ancak isabet ettirememiştir. Bu şahıs daha önceleri kavmi arasında ileri gelen birisi olduğu halde aralarında sıradan bir kişi olup gitti.

Amir b. Vasile'den rivayete göre İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a: Ey müminlerin emiri, diye sormuş şu "andolsun tozutup, savuranlara" ne demektir? Ali (r.a):
Yazıklar olsun sana demiş. Sen bilgini arttırmak maksadıyla soru sor, işi zora koşmak maksadıyla soru sorma.
" Andolsun tozutup savuranlara" buyruğunda kastedilen rüzgarlardır.
"Ağır yük taşıyanlar"dan kasıt bulutlardır.
"Kolaylıkla akanlar" gemilerdir.
"Emri paylaştıranlar" meleklerdir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Zariyat suresi ayet 2
Derken, ağır yük taşıyanlara.

Bütün müfessirler "Zariyat" kelimesinden; dağıtan, toz kaldıran rüzgarların kastedildiği görüşünde birleşmişlerdir. Ve "Ağır yük kaldıranlar"'dan da denizlerden milyonlarca ton su buharını bulut şeklinde kaldıran rüzgarlar kastedilmektedir. Bu tefsir Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abdullah bin Abbas, Hz. Abdullah bin Ömer ve Mücahid, Said bin Cübeyr, Hasan Basri, Süddi ve diğerlerinden nakledilmiştir.

Zariyat suresi ayet 3
Sonra kolaylıkla akıp gidenlere,

Kudreti ile gerek suya gerek gemilere ve gerekse tüm kainata vermiş olduğu rahatça akıp gitmeyi sağlayan özellik sonucu suyun yüzünde rahatça akıp giden "gemilere

Zariyat suresi ayet 4
Sonra işleri taksim edenlere andolsun.

"Fel Mukassimati Emran" ile "Allah'ın emrine uygun olarak mahlukata kısmetini dağıtan melekler kastedilmektedir" derler.
Bir rivayete göre Hz. Ömer (r.a) bu iki ayetin bu mânâya geldiğini söyleyerek şöyle buyurmuştur: "Eğer ben Peygamber'den (s.a) işitmeseydim bunu söylemezdim".
Buna dayanarak büyük alim Alûsî: "Bu ayetin bunun dışında başka bir mânâya geldiğini ileri sürmek doğru değildir. Başka mânâ verenler yersiz bir cüret sergilemiş olurlar" demiştir. Ancak İbni Kesir, "Bu rivayetin senedi zayıftır" demektedir. Bu bakımdan Rasulullah böyle söylemiştir diyemeyiz.
Sahabe ve Tabiinden sayılan bir topluluğun bu ikinci yorumu naklettiğinde de şüphe yoktur. Fakat müfessirlerden büyük bir topluluk da ilk tefsiri yapmışlardır. Ve bu tefsir, söz dizisine, bu sözün ahengine, ifadenin düzenine daha çok uygunluk göstermektedir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Zariyat suresi ayet 5
Size va'dedilmekte olan, hiç tartışmasız doğrudur.

"Tûadûne": Bu iki anlama gelir. Birincisi, "Size va'dedilen", ikincisi, "Kendisiyle tehdit olunduğunuz" şeklindedir. Lüğavi bakımdan her ikisi de geçerlidir. Ancak ikinci anlam, mahal itibariyle daha uygundur. Çünkü burada, hesap gününe inanmayan müşriklere, kafirlere, münafık ve fasıklara seslenilmektedir. Dolayısıyla biz bu fiili, tehdit, ikaz, uyarı anlamında şöyle tercüme ettik: "(Kendisiyle) tehdit olduğunuz muhakkak doğrudur."

Zariyat suresi ayet 6
Şüphesiz (din) hesap ve ceza da mutlaka gerçekleşecektir.

İşte üzerine yemin edilen o söz budur. Bu yeminden maksat da; emsalsiz bir düzen ve sistemle gözleriniz önünde cereyan eden yağmur yağmasındaki muazzam kanun ve bu kanunda açık bir şekilde müşahede edilen hikmet ve maslahatlar, bu dünyanın milyonlarca seneden beri körükörüne oynanan gayesiz ve mânâsız bir evcilik oyunu olmadığına, bilakis gerçekte her şeyin bir gaye ve maslahata dayalı, son derece hikmetli bir düzen olduğuna şehadet etmektedir. Bu düzende hiçbir şekilde insan gibi bir varlığa akıl, şuur, mantık ve idare tercihlerini vererek insanda iyilik ve kötülüğün ahlaki duygusunu yaratarak ve ona her çeşit iyi, kötü, doğru ve yanlış iş yapma fırsatlarını vererek; sergerdelik, vurdu kaçtılık, mânâsız ve lüzumsuz olarak gönderilmesi mümkün değildir. Ve kendisine verilen kalp, beyin ve beden güçlerinin kendisinden sorulmaması, bunlarla yaptıklarından hesaba çekilmemesi, dünyada iş yapması için kendisine verilen geniş imkanları ve Allah'ın sayısız yaratıklarına hükmetmek için kendisine verilen yetkileri nasıl kullandığından da sorumlu tutulmaması yine mümkün değildir. Her şeyin bir yaratılış gayesi olan bu kainat düzeninde, sadece insan gibi büyük bir varlığın yaratılması nasıl gayesiz olabilir? Herşeyin bir hikmete bağlı olduğu düzende, yalnızca insanın yaratılması nasıl lüzumsuz ve sebepsiz olabilir? Akıl ve şuur taşımayan yaratık türlerinin yaratılmasına sebep ve maslahatı, bu fani alemde tamamlanıp bitmektedir. Bu bakımdan onun hayatı bittikten sonra yok edilmesi tamamen akla uygundur. Çünkü onlara hiçbir irade verilmemiştir ki, hesaba çekilmeleri için yeniden dirilsinler.
Ama akıl, şuur ve irade taşıyan bir yaratık olan insanın yaptığı hareketler sadece bu fani dünya ile sınırlı değil, bilakis ahlaki bir karakter de taşır. Ve bu ahlaki sonuçları doğrudan hareketler dizisi sadece hayatın son demine kadar sürüp, ondan sonra bitmez, öldükten sonra da o hareketlerin ahlâki sonuçlarından sorumlu olur. Sadece onun normal dünya hayatının tükenmesinden sonra, o hayvanlar ve bitkiler gibi nasıl yok edilebilir? Onun kendi iradesiyle yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını hak ve adalete tam uygun şekilde bulması gerekir. Çünkü bu diğer varlıkların aksine irade sahibi bir varlık olarak yaratılmasının hikmetinin icabıdır. Onun hesaba çekilmemesi, onun ahlaki hareketlerinin ceza ve mükafatının verilmemesi ve iradesiz yaratıklar gibi ömrünün son bulması ile onun da yok edilmesi halinde şüphesiz bu insanın yaratılması baştanbaşa mânâsız ve lüzumsuz olacaktır. Halbuki herşeyi bir hikmetle yaratan Allah'tan mânâsız bir iş beklenemez. Bununla birlikte ahiretin, hesaba çekilmenin olacağına, bu dört kainat olayı üzerine yemin edilmesinin bir başka sebebi daha vardır. Ahireti inkar edenler öldükten sonraki hayatı şu iddialarla imkansız kabul etmektedirler. Biz öldükten sonra toprağa karışacağız ve her zerremiz toprak içinde darma dağınık olacak, daha sonra bu darmadağınık olan vücut zerreleri bir araya getirilecek, biz de tekrar meydana geleceğiz, bu nasıl mümkün olur diyorlardı. Bu yanlış şüphe, ahiretin varlığına delil olarak gösterilen o dört kainat olayını dikkatle inceledikten sonra kendiliğinden ortadan kalkmaktadır.
Güneş ışınları hararetinin ulaştığı yeryüzünün bütün su birikintilerine tesir etmektedir. Bu olayla sayısız su damlaları uçmakta ve kendi birikintilerinde kalmamaktadırlar. Ama onlar bu birikintilerden uçmakla yok olmamakta, buharlaşarak havada tek tek zerreler halinde kalmaktadırlar. Daha sonra Allah'ın emriyle hava bu buhar zerrelerini toplamakta, sıkışmış bulutlar şeklinde bir araya getirmektedir. Bu bulutları yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağıtmakta ve Allah tarafından belirtilen zamanın gelişi ile daha önce olduğu şekilde damlalar halinde yeryüzüne tekrar dönmektedir. Bu manzarayı insan hergün görmektedir. Bu olay, ölen insanların vücutlarının her parçasının Allah'ın tek bir işareti ile biraraya geleceğine ve o insanların daha önce dünyadaki oldukları şekilde diriltileceklerine şehadet etmektedir. Bu zerreler ister toprak içinde ister su içinde isterse havada olsun, mutlaka şu yeryüzü veya onun çevresinde bulunmaktadırlar. Su buharının zerrelerinin havada dağılmasından sonra hava vasıtası ile yeniden toplayıp, onları su şeklinde yağdırarak tekrar yeryüzüne indiren Allah için, insan vücutlarının dağılmış zerrelerini hava, su, toprak içinde toplayıp bir araya getirerek yeniden eski şekillerinde yaratması niçin zor olsun?
 
Üst Ana Sayfa Alt