Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh
... Ebû Hurayra'den rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim (kamerî ayların) onyedi, ondokuz ve yirmi bir (inci günlerinden bir)inde kan aldırırsa (bu, kanın çoğalmasından ve bozulmasından doğan) her hastalığa şifa olur."
(Ebu Davud, Tıb, Bab 5, Hadis no: 3861 ; Tirmizi, tıb 12; İbn Mace, tıb, bab 22, Hadis no: 3486)
İbn Mâce'de ilgili rivâyetin sıhhati hakkında şöyle zikredilmektedir:
Bu babın hadîsleri Zevâid nevilidendir. Üçünün de senedleri zayıftır. Ancak kameri ayların 17, 19 ve 21. günlerini hacâmet olmak için seçmenin uygunluğu Ebû Davud'un Ebû Hurayra (Radıyallâhu anh)'den rivayet ettiği bir hadîs ve Tirmizi ile Ahmed'in rivayet ettikleri İbn-i Abbas (Radıyallâhu anhumâ)'nın bir hadîsinden de anlaşılmaktadır. Bu itibarla anılan hadîsler muellifimizin rivayet ettiği Enes (Radıyallâhu anh)'ın hadisi için birer şâhid durumundadır. Yâni onu te'yid ediyorlar.
Hacamat neden Dolunay günlerinde yapılır? diyorsunuz. Dolunay günleri Hicri ayların 13, 14, 15. günleridir. Oysa Hacamat bu dolunay günlerinden sonra, (ay küçülmeye başladıktan sonra) başlar. Hicri ayların 17, 19 ve 21. günlerinde tavsiye edilir. Peki neden tekli günlerde, yanı 18, 20, 22. gün gibi Ay'ın çiftli günlerinde değil derseniz bu Rasulullah (s.a.v.)'in buyurduğu ve tatbiki bir sunnetidir. Sahabe sorgulamamış teslim olmuştur. Biz ancak bunun hikmetinde çıkarımlarda bulunabiliriz, isabet de edebiliriz, yanılabiliriz de.
Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ramadan bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma yemedikçe namaza gitmezdi."
(Buhârî, Îdeyn 4; Tirmizî, Salât 390, (543)
Nitekim Rasulullah (s.a.v.) yeme, içme, abdest, gusûl, tesbihat, esmau'l Husna vs işlerinde ekseriyetle teberruken tekli sayıda yapmış ve tavsiye etmiştir.
"Allah tektir teki sever."
(Buhârî, Daavât , 68)
Sebebine Gelince
Kan aldırmak için kamerî ayların onyedi, ondokuz ve yirmibirinci günlerinden birinin seçilmesi tavsiye edilmektedir. Ay'ın ilk yarısında sıcaklıkla nemliliğin fazlalığından damarlarda kan çoğalır. Kanın çoğaldığı bir sırada damardan kan alınması halinde kanın dindirilmesi zorlaşacağından tehlikeli olacağı gibi, ayın son haftalarında da kan iyice azalacağından o haftada da kan aldırmak tehlikeli olabilir.
Neylu'l-Evtâr sahibi Şevkânî'nin de açıkladığı gibi; doktorlar, kan aldırmak için ayın üçüncü haftasındaki günlerin en uygun olduğunda ittifak etmişlerdir. İstikbalde anlaşılabilecek bir gerçeği yüzyıllarca önce bildirmesi yönünden 3861 numaralı hadis bir mucize niteliği taşımaktadır.
Herhalde ayın üçüncü haftasının kan aldırmak için ayın birinci, ikinci ve dördüncü haftalarından daha uygun olması, ayın dünyaya etkisinden kaynaklanmaktadır.
Tuhfe yazarı "Hacâmet babında" özetle şu bilgiyi verir: Buhari, kendi Sahîh'inde "Hangi saat hacâmet olunur" başlığı altında bir bâb açmış ve burada Ebû Mûsâ'nın geceleyin hacâmet olduğuna dâir bir eseri ile Peygamber (Aleyhi's-salâtu ve's-selâm) 'in oruçlu iken hacâmet olduğuna dâir İbn-i Abbâs (Radıyallâhu anhuma)'in bir hadisini rivayet etmiştir.
El Hâfız da bununla ilgili olarak: Hacâmet olmak için uygun olan vakitler hakkında bir kaç hadîs vârid olmuş ise de hiç biri Buhâri'nin şartı üzerine değildir. Bana öyle geliyor ki; Buhari, hacâmet işinin ihtiyaç duyulduğu zaman yapılabileceğine ve bunun belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir. Çünkü hacâmet işinin geceleyin yapıldığını ve Peygamber (Aleyhi's-salâtu ve's-selâm) 'in oruçlu iken hacâmet olduğuna dâir hadisi rivayet etmiştir. Bu hadîs Peygamber (Aleyhi's-salâtu ve's-selâm) 'in gündüz hacâmet olduğunu gerektirir. Haftanın bâzı günlerinde (Perşembe, Pazartesi, Salı) hacâmet olmanın uygunluğuna dâir ibn-i Ömer (Radıyallâhu anhumâ)'nın bir hadîsini İbn-i Mâceh (Tıb, 3487) iki senedle rivayet etmiş ise de her iki sened zayıftır. Dârakutnî de aynı hadîsi üçüncü bir senedle rivayet etmiştir. Fakat o sened de zayıftır. Dârakutni bu arada İbn-i Ömer (Radıyallâhu anhumâ)'nın mevkuf bir eserini kuvvetli bir senedle rivayet etmiştir. Anılan hadislerin senedleri zayıf olmakla beraber Ahmed bin Hanbel'in mezkûr hadîslerde hacâmet olmanın uygun olmadığı bildirilen günlerde hacâmet olmaktan hoşlanmadığı nakledilmiştir. Bir adamın anılan hadîsi önemsemeyerek Çarşamba günü hacâmet olduğu ve bu yüzden baras hastalığına tutulduğu rivayet olunmuştur.
Tabîbler kamerî ayların son yansının özellikle ayın üçüncü haftasının hacâmet olmak için daha uygun olacağı noktasında ittifak etmişlerdir, diye bilgi verir.
İbn Kayyim el-Cevziyye, hadislerde mevcut tavsiye ve bilgilerin, dönemindeki tıp âlimlerinin tesbitleriyle uyum içinde bulunduğunu, meselâ bu âlimlerin kanaatine göre ayın hareketine bağlı olarak kan basıncının arttığını, ay ortası ile onu tâkib eden haftanın hacamat için en uygun zaman olduğunu, âcil durumlar hariç bu zaman dilimi içinde hacamat yapmanın daha faydalı olacağını söyler (eṭ-Ṭıbbu’n-nebevî, sf: 42, 45).
Buhârî’nin yukarıdaki hadisleri zayıf bulduğu için eserine almadığını kaydeden İbn Hâcer ve Aynî gibi âlimler ise hacamat için belli bir zaman tayininin söz konusu olmadığını belirtirler (Fetḥu’l-Bârî, XXI, 266-267; ʿUmdetu’l-ḳārî, XVII, 374-375)
Ayın kendi yörüngesi üzerindeki çeşitli konumlarına göre denizlerde, hatta karalarda ve atmosferde med ve cezir olaylarının meydana geldiği, bunun da yeni ay ve dolunay dönemlerinde en yüksek seviyeye ulaştığı bilinmektedir. Günümüzde yapılan bazı araştırmalar ayın insan vücudu üzerinde de benzer etkiler meydana getirdiğini, dolunay günlerinde vücuttaki hormon ve sıvı dengesinde değişmeler görüldüğünü, kadınlardaki doğum ve âdet görme kanamalarının daha şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeble hacamat için belli zaman dilimleri tavsiye eden hadislerin hadis tekniği açısından incelenmesi yanında yeni ilmî araştırmalar ışığında değerlendirilmesinden de ilgi çekici sonuçların çıkacağı anlaşılmaktadır.
***
Bir kısım ilim adamlarına göre, Ay’ın çekim kuvveti ve tesiri sâdece ve med-cezir (gel-git) hâdisesi ile sulara değil; aynı zamanda insanlara, hayvanlara, meyvelere, ağaçlara, topraklara, hattâ mâdenlere dahi tesir etmektedir. Güneşin tesiri sıcaklığı; Ay’ın tesiri ise rutubeti iledir.
Ayın ilk yarısında vücuttaki kan çoğaldığından hastaların vücutları güçlenir. Çoğu kişinin hastalıkları gider ve çabucak iyileşirler. İkinci yarısında ise hastalar kanın azalması sebebiyle zayıfladıkları için, ağrı ve sancıları artar, daha geç iyileşirler, böylece tedavileri uzun sürer.
Yine ayın ilk yarısında (yani dolunay hâlinde) hararetle, rutubetin artmasından dolayı, damarlardaki kan çoğalır. İşte bu sebeble bütün canlıların vücutları kuvvetlenir, şehevî -cinsel- istek ve arzuları da artar. Fakat ayın on beşinden sonra soğuklukla kuruluk arttığından vücutta bulunan kan, safra, balgam ve sevdada eksilme olur. Damarlarda dolaşan kan azaldığından, vücudun büyüme ve gelişme hızı da azalır. Canlıların vücudunda bir gerileme, şehevî duygu ve isteklerde bir azalma baş gösterir.
Ayın 13-14 ve 15. günlerinde vücudun kuvvetli, kan hareketinin hızlı olması sebebiyle cinsel istek ve arzularda da artış meydana gelmektedir. Zira vücudun canlılığı ve hareketi arttığından dolayı buna bağlı olarak suç işleme temayulu de artmaktadır. Kişi eğer bu günleri oruçlu geçirecek olursa, bu günlerde artan şehevi istek ve arzularını, oruç tutmak suretiyle tesirsiz hâle getirmiş olmaktadır.
Teknik yönden gelişmiş ülkelerde yapılan istatistiklere göre, ayın 11 - 21. günlerinde işlenen suçlar ve cinayetler, dolunaydan önceki ve sonraki hilâl dönemlerinde işlenen suçlara nisbetle çok fazladır. Zira bu günlerde ayın çekim gücü vücuttaki kanın hareketlenmesine ve vücudun dinç olmasına tesir ettiği için kişiyi suç işlemeye müsait bir hâle getirdiği gibi, sinir sistemine de tesir etmektedir. İnsandaki enerjinin zirvede olduğu 13-14-15. günlerde oruç tutulmasını tavsiye eden Nebî (s.a.v.)’in bir sünnetinin daha hikmeti böylece anlaşılmış oldu. (Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi, sf: 378)
الحجامة
Kelimenin aslı Arabca hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki hacm kökünden gelir; hacamat yaptırmaya ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de mihcem (mihceme) denir.