Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Allah'a İman Etmenin Anlamı

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'a iman etmek; O'nu uluhiyette ve rububiyette birlemek, ibadet kastı taşıyan davranışları sadece O'na yönelmek demektir. Dolayısıyla kalpler üzerinde ve hayatın her alanında tek başına Allah'ın egemen olması demektir.

O halde, uluhiyet ya da rububiyette kanun koymada ve işlerin idaresinde Allah'ın ortağı yoktur.

- O'nun evren ve hayat üzerindeki tasarrufuna hiç kimse müdahale edemez.

- O'nunla beraber insanları hiç kimse rızıklandıramaz.

- O'nun dışında hiç kimse bir fayda veya zarar dokunduramaz.

- O'nun izni ve rızası olmadan evrende büyük küçük, varlık namına hiçbir şey meydana gelemez.

İster sembolik kulluk davranışları anlamında, ister boyun eğme ve din edinme anlamında olsun insanların yöneliş mercii olarak Allah'ın ortağı yoktur. Kulluk her çeşidiyle Allah içindir.

Ancak Allah'a ve gücünü kendisinden başka güç bulunmayan Allah'tan alan, O'nun şeriatı ve emirleri doğrultusunda hareket edene itaat edilir. Bu imanın kaçınılmaz sonucu olarak, insanların vicdanları ve hayat tarzları üzerindeki otorite Allah'a aittir.

Dolayısıyla, kanun koyma, ahlak kuralları, sosyal ve ekonomik nizam için başvurulacak merci tek başına bu otoritenin sahibi olan Yüce Allah'tır, işte Allah'a iman etmenin anlamı...

Böylelikle insan;

- Allah'ın koyduklarının dışındaki engellerin,

- Allah'ın şeriatının hudutları haricindeki bağların tümünden azade ve

- Allah'tan kaynaklanmayan her gücün egemenliğinden özgür olur.

Allah'a iman, onun varlığına inanmaktan ibaret değildir. Bu inanç, diğer yaratıkların kullukla yöneldikleri gibi insanların da yöneleceği uluhiyet makamının ve evrene hükmeden otoritenin tek başına insanlara hükmetmesi anlamına gelen Allah'a inanmanın saf ve mutlak tevhid inancının bir parçasıdır sadece...

Hiçbir şey, Allah'ın izni olmadan meydana gelemez. Ve fıtratlar üzerindeki hakimiyet de tamamen Yüce Allah'a aittir. Bu yüzden Allah'ın kullarından kabul ettiği din ve iman İslam'dır.

Bu haliyle İslam; ilahi otoriteye mutlak teslimiyet, hayatın her meselesinde bu biricik kaynağa başvurmak ve bu kaynaktan indirilen Allah'ın kitabı ile hükmetmektir.

Allah'a iman, insanı değişik güçlere, değişik eşyalara ve değişik değerlere bağlılık noktasından, her çeşit kulluktan kurtarıp, tek safta, bir tek ma'budun önünde kulluk aşamasına getirir.

Ayrıca onu anarşiden düzene, bunalımdan istikrara ve ayrılıktan birliğe getirmek suretiyle her türlü cahili değerlendirmenin üzerine çıkarır. Allah'a iman olmazsa beşeriyetin yöneleceği bir hedefi; uzun vadeli bir amacı, ilişki, irtibat ve dayanakları belli olan, eşitçe etrafında toplanacak bir ortak gayesi bulunmaz.

Bu tevhid inancı için, resullerden sonra diğer dinlerin başına gelen bozulma olayı söz konusu değildir. Bu kesin ve saf tevhid şu şekilde ifade edilmiştir.

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur." (Bakara-255)

Bu ilke, İslam düşüncesinin ve bütün hayata yön veren İslam sisteminin üzerine bina edildiği temel ilkedir, bu düşünceden tek başına Allah'a yönelme inancı doğar. Bundan sonra insan için Allah'a ve O'nun izin verdiklerinin dışında kimseye itaat olayı söz konusu olamaz. Bu düşünceden, " hakimiyet tek başına Allah'ındır " inancı da doğar.

Kullar için kanunlar koyan tek başına Allah'tır. Kulların hayatına yön verecek kanunları ancak bu ilahi kanundan çıkarılabilir. Ayrıca bu düşünceden değer yargılarının tümünün Allah'tan alınması inancı da doğar.

Bundan sonra Allah'ın ölümüne uymayan bir değer yargısının ve Allah'ın metoduna ters düşen hiçbir kanunun, geleneğin ve düzenin, değeri yoktur. Bu durum, tevhitten kaynaklanır. Kalblerdeki duygulardan tut, hayat metodlarına kadar bütün konularda geçerlidir.

Bu, saf ve halis tevhiddir:

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Hayy'dır (diridir), Kayyum'dur (otoriterdir)..." (Bakara-255)

Bu tevhid, müslümanın hayatı ile diğer inanç sahiplerinin hayatları arasındaki yolu ayırdığı gibi, ister dinsiz ve müşrik olsun, isterse milletlerinin ve renklerinin farklılığına rağmen ehli kitaptan olsun, müslümanın inancı ile diğer inanç sahiplerinin arasını da ayırır. İslam'da inanç, hayat metodunu ve nizamını kapsamlı ve özenle şekillendirir.

Allah'ın birliği, düşüncede ve inançta yolları ayıran bir faktördür...

Aynı zamanda yaşayış biçimi ve tabi olma alanında da yol ayırımı konumundadır. Şuuru kendisinden başka ilah bulunmayan; tek başına olan, kendisinden başka her canlının hayata onunla kaim olan ve kendisi her canlı ve varlığa hükmeden Yüce Allah'ın zatı ile dopdolu olan...

Evet sıfatları bu olan bir ilahın zatı ile idrakini dolduran bir kişinin hayat metodu ve nizamının, temelden kendisi gibi düşünmeyen, vicdanı büyüklenme, heva ve hevesin ürünü düşüncelerle dolu birisinin hayat metodu ve nizamından farklı olması kaçınılmazdır.

Çünkü saf tevhidin yanında Allah'tan başkasına kulluk, ister kanun ve nizamda, ister eğitim ve ahlakta, ister ekonomi ve sosyal alanda olsun hiçbir konuda Allah'tan başkasına başvurmaya ve tabi olmaya yer yoktur.

Aynı şekilde tevhid inancı gerek hayatla ilgili gerekse hayattan sonrası ile ilgili olsun hiçbir işte Allah'tan başkasına yönelmeye imkan tanımaz.

Sürekli değişen, bozulmuş ve bir dayanağı bulunmayan düşüncelere gelince; bunların helal-haram, yanlış-doğru, kanun-nizam, eğitim-ahlak ve davranış konusunda bir yön, karar veya sınırları bulunmaz. Bu tür konularda başvurulacak, yönelinecek, kulluk ve teslimiyette itaat edilecek tarafın açık ve bir olması durumunda istikrar sağlanır. Bundan dolayıdır ki, yöneliş, yolların ayrılış noktasını belirlemektedir...

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Hayy'dır.(diridir)"

Bundan sonra İslami hayat -sadece itikadi değil- her yönüyle kendini gösterir. İslami hayat saf tevhit düşüncesinin tabii bir neticesidir. Bu yüzden pratik hayatta yaşamadıkça vicdanlarda tutunamaz.

Görüyoruz ki, Kur'an-ı Kerim'de Allah, mü'minlere yalnızca bireysel ibadet ve şiarlar öğretmiyor, insanlardan çoğunun dini tanımladıktan gibi sadece bazı ahlak ve davranış kurallarını da öğretmiyor. Onların hayatını bir bütün olarak ele alıyor ve hayatta karşılaşacakları sorunlara pratik çözümler koyarak, insanlara kendi kendilerine hayat için koydukları metodlardan yüz çevirmelerini emrediyor. Gerek ferd, gerek toplum olarak müslümanların ilahi sisteme uymayan hiçbir davranışlarını kabul etmiyor.

Tabiatıyle, şahsi davranış, ibadet, ahlak ve adab için Allah kitabından alınan metoda, insan ilişkileri, ekonomik, sosyal meseleler, siyaset ve uluslararası ilişkilerde başka bir kitaptan almalarını ya da beşeri düşüncenin ürünü bir metoda uymak suretiyle birden fazla hayat metoduna uymalarını da kabul etmemektedir.

İnsan düşüncesinin görevi, değişen ve gelişen hayat sorunlarına Allah'ın kitabından ayrıntılı çözümler çıkarmaktan başkası değildir. Bunun tersi bir davranış imanın ve İslam'ın ortadan kalkmasına nedendir.

Aslında böyle bir davranış daha önce bu insanın iman etmediğini ve ilk adımı:

"Allah'tan başka hükmeden yoktur, ondan başka kanun koyucu yoktur." anlamındaki şehadet cümlesi olan İslam'a girmediğini göstermektedir.

Gerek tamamen inkar etmek, gerekse pratik hayatta uygulamamak suretiyle Allah'ın ayetlerine inkar etme, Allah'ın hoşnutsuzluğunu ve gazabını gerektiren bir davranıştır. Bugün, kendilerine -haksız olarak- müslüman diye isimlendiren toplumların içinde bulunduğu durum bunun en güzel örneğidir. Allah'ın rızasına uygun yaptıklarını zannettikleri bir takım alışkanlıkları sayesinde, yenilgi, alçaklık ve düşkünlüğe duçar olarak Allah'ın gazabını üzerlerine çekiyorlar.

Kuşkusuz bu toplumlar "Biz müslüman olduğumuz halde niçin yeryüzünde bu aşağılık duruma düşmüşüz?" sorusunu sormadan önce, İslam nedir? ve müslüman kimdir? sorularına cevap aramalıdırlar.

Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, uzun süre hayattan uzaklaştırılan ve uygulama alanı bulmayan İslam, Allah'ın Kur'an'da belirttiği anlamdan ve gerçeklerden çok şey kaybetmiştir. Örneğin günümüzde, helal ve haram kavramları kesilen bir hayvanın, yenecek bir yemeğin ya da içeceğin helal ya da haramlığını çağrıştırmaktan öteye gitmeyecek derecede anlam kaybına uğramıştır.

Oysa insanlar, helal ya da haram olduğuna bakmadan, kamu işlerinde ve yukarıda zikredilen olaylardan daha büyük işlerde Allah'ın şeriatını ortadan kaldıran, beşer fikrinin ürünü kanunlardan fetva almaktadırlar.

Bütün yönleriyle toplumsal, siyasi ve uluslararası işleri düzenleme, Allah'ın insan hayatına hükmetmesi için gönderdiği İslam'ın hedefidir.

İslam tüm hayatı içine alan bir sistemdir. Ona tabi olan mü'mindir. Allah'ın dinine girmiştir. Bir tek konuda da olsa ondan başkasına tabi olan, inanca saygılı olduğunu ve müslüman olduğunu iddia etse bile, iman sıfatını atmış, Allah'ın uluhiyetine tecavüz etmiş, dolayısıyla Allah'ın dininden çıkmış olur.

Allah'tan başkasının şeriatına uyması onun bu iddialarını yalanlamakta ve Allah'ın dininden çıkmış olmakla damgalamaktadır. Bu, Kur'an ayetlerinin açığa kavuşturduğu, imanı ilgilendiren ya da uluhiyetin kapsamında olan genel bir hükümdür.

İşte Kur'an'ın sürekli ve büyük bir ciddiyetle üzerinde durduğu "uluhiyet" ve "İman" gerçeğinin boyutları.
 
Üst Ana Sayfa Alt