Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Ey Iman Edenler Allah'a Ensar Olun

Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Müminleri, dinine ensar olma şerefine nail kılan Allah'a hamd, ensarlık yolunu en güzel şekilde beyan eden Allah Rasûl’ü, ashabı, âl-i beyti ve hidayet önderlerine salât ve selam olsun.

"Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun! Meryem oğlu İsa'nın havarilere: 'Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?' demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: 'Allah'ın yardımcıları bizleriz.' Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler." (37/Saff, 14)

"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (47/Muhammed, 7 )

Allah'a subhanehu ve teâlâ ve O'nun dinine ensar olmak… Allah'ın subhanehu ve teâlâ merhametinin tecellisidir bu çağrı… Bu öyle bir çağrıdır ki, selim kalpleri tarih boyunca kendine tabi kılmıştır. Çağrıyı farklı kılan, çağrının sahibinin vasıflarıdır; El-Aziz, El-Kavi, El-Metin, Es-Samed olan Allah'tır subhanehu ve teâlâ. O'nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur, O her şeye gücü yeten El-Kadir'dir. Herşeyin kendisine muhtaç olduğu Es-Samed'dir.

Hakikat bu iken kullarını O'na ve dinine ensar olmaya davet etmiştir. Kulların felah bulmaları için sunduğu fırsatlardandır. O'na ensar olmaya niyet eden kulun, ensarlıkta dahi O'nun muvaffak kılmasına muhtaç olduğu düşünülürse, bu çağrının sadece O'nun lütuf, kerem, ihsan ve fazlından olduğu daha iyi anlaşılır.

Ensarullah, Ensaru'd Din olmak, fıtratı bozulmamış, imanına şirk, kalbini dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla örtmemiş, hidayet nurunu masiyetlerle karartmamış sadık erler ve saliha kadınlar için en büyük şereftir. Bu çağrıya icabet etmek için en değerlileri feda etmekten bir an tereddüt etmezler. Bu çağrıya icabetin dünyada onlara kazandıracağı izzet, ahirette elde edecekleri nimetler, tüm dünyayı ve içindekileri onların gözünde değersizleştirir.

İnsanlar önce Rasûllere etbaâ (tabi) oluyorlardı. Bunlardan seçkin olanlar ise, daha sonra ensar…

Ensarlık seçkin bir zümrenin gönüllü icabet ettikleri bir süreçti.

Bizlerin böyle bir seçim hakkı yoktur. Zikredeceğim iki sebep, bizler için bu çağrıya icabeti zorunlu kılıyor. Bu bazılarımızın yapacağı farz-ı kifaye değil, her birimizin mecbur olduğu farz-ı ayn babındandır.

Birincisi: Algıların bozulduğu, tasavvurun dumura uğradığı bir çağda yaşıyoruz.

Öyle bir zaman ki, Allah Rasûlü dahi her namazın akabinde şerrinden Allah'a sığınma gereği duymuştur. Kapkaranlık, fitnelerin kol gezdiği, hayrın şer, şerrin hayır addedildiği, tevhidin şirk, şirkin tevhid diye isimlendirildiği, bidatlerin sünnet, sünnetlerin bidat olarak sınıflandırıldığı, fitnelerinin vakur insanı dahi şaşkına çevirdiği bir zaman. Bizler eskilerin etbaâlık dediği şeyi ensarlığın da üstü olarak algılıyoruz. Bugün 'Mücerred iman ve haftada bir gün derse katılmanın' dine ensarlık addedildiği bir gündür. Böyle olunca ensarlık yerde kalmıştır. Hatta Rabb'imin rahmet ettikleri müstesna, unutulmuştur.

İkincisi: Yaşadığımız zaman diliminde İslam'ın ve Müslümanların durumundan, Allah'a subhanehu ve teâlâ şirk koşulmak suretiyle gece-gündüz hakaret ediliyor. Kur'an'ın inancı kalplerden, hükümleri yönetimden, amelleri pratikten silinmiştir. Allah Rasûlü'nün rehberliği terk edilmiş, dili bizim dilimiz, cildi bizim cildimiz olan, cehennem kapısının davetçileri rehber olarak nasb edilmiştir. İslam ümmeti en değersiz insan topluluğu haline gelmiştir. Süper güç diye isimlendirilen vahşetin silahlarını denedikleri denek konumundadır. Ebu Cehil'in dahi: "Arab'a, 'Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem kızlarını ve çocuklarını korkuttu' dedirtmem" dediği cahileyinin en karanlık dönemlerinde kabul görmüş insani erdemlerinden mahrum bırakılmıştır Müslümanlar.

Her 6 ayda kapılar tekmelenip, Ebu Cehil'in kendine yakıştırmadığı kadın ve çocukları ürkütülmesi söz konusudur. Hiçbir mukaddes gözetilmeden İslam'a hakaret ediliyor. Dinin şiarları hainlerin ellerinde ve dillerinde alay ve şaka malzemesi edilmiştir. Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem minberleri, Lat'ı, Menat'ı ve onların kutlamalarını ihya eder vaziyettedir.

Bu durumda kalbinde zerre-i miskal hayat olan, onu şirk ve masiyetlerle öldürmemiş insanın başka yolu var mıdır?

Dine ensar olmayacak, Rabb'inin çağrısına icabet etmeyecek te ne yapacak?

Şairin dediği gibi:

'Ölünün yarasının elemi olmaz…

Ancak ölmüş kalp ümmetin bu durumunda elem duymaz.'

Ensar olmak…

Bu, derdi olan insanların gündemidir. Dert sahibi olmak İslam'ın ve Müslümanların derdini kendi derdi görmek, bu ancak selim kalplerin kârıdır. Dünya ve lezzetlerinden, lüksü ve rahatından selamette olan kalpler, onların kalbi Allah subhanehu ve teâlâ ve O'nun yanındakilere mütealliktir. Kalbi semada ve yücelerde olanın, gözü aşağılarda olabilir mi?

Kalbi arşa asılı olanın ayağına, dünya takılıp ona engel olabilir mi?

Yaptıkça daha fazla yapmak isterler. Onlar hep üstte olanları örnek alırlar, yaptıkça kendilerini ve amellerini küçümser 'Daha fazla ensar olmalı, daha fazla davaya adanmalıyım' derler. Onlar cennet ve Allah'ın subhanehu ve teâlâ rızasını elde etme yarışında kiminle yarıştıklarını bilirler. Mus'ablar, Ammarlar, Bilaller onların örneğidir. Yarıştığı genç Mus'ab radıyallahu anh olan hangi insan amelinden razı olup 'Bu kadar yeter' diyebilir ki?

Yarıştığı Bilal radıyallahu anh olanın karşılaştığı zorluklara 'Zorluk' demeye nasıl dili varır ki?

Hasta olan kalplerin derdi dünya ve onun rahatıdır. Onun ne katıldığı bir yarış ne de o yarışta kimlerin olduğu gibi bir derdi yoktur; o rahatsa dert yoktur. Bütün ümmet kan ağlamış, İslam davası yerlere düşmüş… Onun gündemi değildir. Kalbi yere ve alçak olanlara mutaallık olanlar ulvi meseleleri dert edinmezler. Kalbi yerde olanın gözü de ayağı da yerdedir. Her engel onları yavaşlatır. Bunun sonu kendi halinden ve ümmetin halinden hiçbir elem duymayan 'ölü kalp'tir, Allah muhafaza.

Rabb'ini ve İslam davasını unutan, sadece kendi için yaşayan insanın cezası, unutmak ve unutulmaktır. Ensar olup lezzetini tadanlar 'Daha fazla' dedikleri gibi, unutan ve umursamayanlar her geçen gün biraz daha batarlar.

"Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu." (9/Tevbe, 67)

"Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın" (59/Haşr, 19)

Ensar olmak… Bu çağrıya icabet etmek zorundayız. Bunu zaruri kılan o kadar çok gerekçe var ki, ne bu yazı ne de hacimli bir kitap onu anlatmaya yetmez. Ancak;

"Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." (50/Kaf, 37)
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Hidayet Nimetine Şükretmek için Ensar Olmalıyız

Şirk çağında en büyük nimet Allah'ın subhanehu ve teâlâ insanı tevhide hidayet etmesidir. Allah'ı ve O'nun hakkını, hakkıyla tazim eden için bundan daha büyük lütuf olamaz. Hidayette Allah'ın subhanehu ve teâlâ istediği her nimet gibidir. Şükrü eda edilirse artacak, şükrü eda edilmemek suretiyle nankörlük edilirse, insan zıddıyla cezalandırılacaktır. Bu, Allah'ın subhanehu ve teâlâ nimetleri hususunda değişmez sünnetidir.

"Hani Rabbiniz şöyle bildirmişti: 'Andolsun, eğer şükrederseniz size olan nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz şüphesiz azabım pek şiddetlidir.' " (14/İbrahim, 7)

Bu, Allah'ın subhanehu ve teâlâ değişmez kanunudur. Verdiği nimete şükredilirse onu arttırır, nankörlük edilirse o nimetin zıddıyla cezalandırır.

Bunun en güzel örneği, Allah'ın subhanehu ve teâlâ hidayet nimetinin şükrünü ifa edenlerin hidayetini arttırmasıdır.

Hidayet olduktan sonra O'na ensar olanlardır, hidayeti arttırılanlar; dine ve onun yayılmasına yardımcı olanlar, zorlukta ve darlıkta itaat ehli olanlar, zor günlerde kendi menfaatlerini ellerinin tersiyle itip, hizmete ve davaya, verilecek göreve endekslenenlerdir.

"Hidayeti bulmuş olanlara gelince; (Allah) hidayetlerini arttırmış ve takvalarını vermiştir." (47/Muhammed, 17)

Muhammed suresi baştan sona dikkatli okunursa bu ayet çok net anlaşılır. İki grup insan vardır, bir grup problemlidir; Allah'a, Rasûl'üne ve mü'minlere karşı içlerinde sıkıntılar vardır. Allah'ın kaderine razı olamazlar. O'nun takdir ettiği savaş, yokluk ve sıkıntı durumlarını kayıp görürler. Rasûl'ü ehliyet sahibi görmezler. Başlarına gelen sıkıntının müsebbibi sayarlar. Kardeşlerine güvenmezler, onları küçümserler, gelen sıkıntının müsebbibi sayarlar. Bunlar Allah'ın dünyada, içlerindeki hastalığı açığa çıkarmak suretiyle rezil edip, ahirette elim verici azaba düçar edeceklerindendir.

Bunun yanında Allah'a subhanehu ve teâlâ güvenen, O'nun kaderinden razı olan, O'nu razı etme, O'na hakkıyla kulluk etmek için her fırsatı değerlendirenler vardır. Allah Rasûlü'nün yanında malları ve canlarıyla hazırdırlar. Allah'ın subhanehu ve teâlâ verdiği hidayeti O'nun istediği yer ve şekilde kullanırlar. İşte bunlar hidayeti arttırılan ve takvaya muvaffak kılınanlardır.
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Ayaklarımızın Sabit Kalması için Ensar Olmalıyız

Hidayete erişmek bir nimettir. Onun kemale ermesi ise, onun üzerinde sebat edip, son nefeste hidayet üzere olmaktır. Allah bizlerden Müslümanlar olmamızı istediği gibi, İslam üzere ölmemizi de istiyor.

"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin." (3/Al-i İmran, 102)

"Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: 'Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin' (diye benzer bir vasiyette bulundu.)" (2/Bakara, 132)

Her gün namazlarımızda
'Bizi doğru yola hidayet et' (1/Fatiha, 5) diye Allah'a dua ediyoruz. Oysa kendi namaz kılan insanın hidayet istemesi, hidayet üzere sabit kalmayı istemektir. Çünkü İslam olduktan sonra, onun muhafazası en zor olandır. İnsanın zayıflığı, dünyanın süsü, ahiretin ve ölümün uzaklığı, şeytanın desise ve tuzakları, insanların çoğunun dalalet üzere olması bu zorluğun başlıca sebeplerindendir.

Allah Rasûlü bunu bildiğinden, en çok talep ettiği şeylerden biri hidayettir. O namaza dururken, secde aralarında, dualarında, konuşmaya başlarken muhakkak Allah'tan subhanehu ve teâlâ hidayet yani O'nun üzerinde sebat talep ederdi.

Namaza başlarken Fatiha'dan önce yapılan istiftah dualarından biri de;

"Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabb'i, yerin ve göğün yaratıcısı, gaybın ve şehadet bilgisinin sahibi… Sen kulların arasında dilediğin gibi hükmedersin, ihtilaf edilen konularda beni doğruya hidayet et." (Müslim)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki secde arasında:

"Allah'ım beni hidayet et, rızıklandır, kusurlarımı gider, afiyet ver." (Sünen Sahipleri İbni Abbas'tan radıyallahu anh.)

Hutbetu'l Hace diye bilinen konuşmalara ve bir işe başlarken yaptığı duada "
Şüphesiz hamd Allah'adır. O'na hamd eder O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret ister, O'ndan hidayet isteriz. O kimi hidayet ederse onu saptıracak yoktur..." (Müslim, Nesai )derdi.

Hidayet üzere sebat, selef için en önemli meselelerdendi. Onlar Allah Rasûlü'nün dahi bu konuda çok duyarlı olduğunu görünce korkmuşlardı. Sürekli Allah'a subhanehu ve teâlâ yalvarıyor, gerçek bir iman ve onda sebat istiyorlardı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının bu konuda yaşadıkları ve korkuları o seviyeye ulaşmıştı ki, bugünün insanları onları görse deli, mecnun zannederdi.

Selef hidayetinde emin olana münafık gözüyle bakar, korkuyu ve emniyeti nifak ve sâdıklığın ölçüsü sayarlardı.

Hasan-ı Basri (rh): 'Vallahi ondan ancak mü'min korkar, münafık emin olur' derdi.

Mü'min hidayeti Allah'tan subhanehu ve teâlâ bilir. Ne yaparsa yapsın bu nimetin hakkını ödeyemeyeceğini bilir, bu onu korkulara sevk eder, korkar; kaybetmemek için daha fazlasını yapar, yaptıkça lezzet alır ama korkusundan birşey kaybetmez.

Münafık rahattır, hidayeti Allah'ın subhanehu ve teâlâ verdiğini unutmuştur. O okumuştur, o araştırmış bulmuştur, onun için korkmaz. Korkusuzluğu onu cüretkâr kılar, az gözünde çoğalır.

Sahabeye bu korku Allah Rasûlü'nden miras kalmıştı. Onun hallerini düşündükçe kalpleri yerinden fırlayacak gibi oluyordu; 'Allah'ın gelmiş geçmiş günahlarını affettiği, cennette dahi yeri belli olan insan korkuyorsa, biz nasıl olmalıyız!' diyorlardı.

Acaba biz nasıl olmalıyız?

Günümüzün ne kadarını bunu düşünmeye veriyoruz. İçinde olduğumuz emniyet hali nedendir?

Amellerimizin çokluğundan mı yoksa yanaklarımızda iz bırakan gözyaşlarından mı!? Neden?

Hidayet üzere kalmak, korkmak, Allah'ın subhanehu ve teâlâ tuzağından emin olmamak, bunlar iman nurunun girip kuşattığı kalbe yabancı olmayan şeylerdir. Bunun için Allah'a subhanehu ve teâlâ sözlü olarak, gece-gündüz yalvarmalı, O'ndan hidayet ve sebat istemeliyiz. Dualarımızda buna yer ayırdığımız gibi, fiili dua ile bu istediğimizde de sadık olduğumuzu göstermeliyiz. İşte bu da dine ensar olmaktır. Din davasında bize düşen görevi hakkıyla yerine getirmektir.

"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (47/Muhammed, 7)

Dinde sabit kalmanın yolu dine yardım etmektir. Hizmet ehli, dava insanı, cemaat adamı olmaktır. Emir sahiplerine güven vermektir. İslam'a hizmet için düşünülen her işte 'Bu kardeşimiz yüzünün akıyla yapar' dedirtmektir. Ne mutlu o insanlara, ne mutlu ki ensarlıkları mü'minlerin gönlünde tescillidir. Onlar Allah'a güvendikleri gibi mü'minlerde onlara güvenir, her hizmete layıktırlar mü'minlerin gözünde. Çünkü ensardırlar, yardımcıdırlar. Onlar konuşmaz, iş yaparlar, aynalarında laf kalabalığı yoktur, amelleri vardır. Allah'ın dine ensardırlar, geriye bakıldığında hep hizmet vardır. İnsanlar konuşmuş onlar çalışmıştır, insanlar eleştirmiş onlar yapmıştır. Ne mutlu o hayatlarını ensar olmaya vakfedenlere. Ve ne yazık ki bu şerefi basit meseleler, kişisel problemler sebebiyle terk edenlere.

Hidayet ve onda sebat istiyorsak, biz de selef gibi korkuyor ve emin değilsek en güvenli liman; Allah'ın subhanehu ve teâlâ vaadidir. O vaadinden dönmez, en sadık sözün sahibidir: 'Ensar olun bu dine, sizi sabit kılayım' diyor, vadediyor.
 
Nesîbe Lena Çevrimdışı

Nesîbe Lena

"عِشْ حَمِيداً، وَمُتْ شَهِيدًا"
Süper Moderatör
Ayaklarımızın Sabit Kalması için Ensar Olmalıyız

Hidayete erişmek bir nimettir. Onun kemale ermesi ise, onun üzerinde sebat edip, son nefeste hidayet üzere olmaktır. Allah bizlerden Müslümanlar olmamızı istediği gibi, İslam üzere ölmemizi de istiyor.

"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin." (3/Al-i İmran, 102)

"Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: 'Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin' (diye benzer bir vasiyette bulundu.)" (2/Bakara, 132)

Her gün namazlarımızda
'Bizi doğru yola hidayet et' (1/Fatiha, 5) diye Allah'a dua ediyoruz. Oysa kendi namaz kılan insanın hidayet istemesi, hidayet üzere sabit kalmayı istemektir. Çünkü İslam olduktan sonra, onun muhafazası en zor olandır. İnsanın zayıflığı, dünyanın süsü, ahiretin ve ölümün uzaklığı, şeytanın desise ve tuzakları, insanların çoğunun dalalet üzere olması bu zorluğun başlıca sebeplerindendir.

Allah Rasûlü bunu bildiğinden, en çok talep ettiği şeylerden biri hidayettir. O namaza dururken, secde aralarında, dualarında, konuşmaya başlarken muhakkak Allah'tan subhanehu ve teâlâ hidayet yani O'nun üzerinde sebat talep ederdi.

Namaza başlarken Fatiha'dan önce yapılan istiftah dualarından biri de;

"Ey Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabb'i, yerin ve göğün yaratıcısı, gaybın ve şehadet bilgisinin sahibi… Sen kulların arasında dilediğin gibi hükmedersin, ihtilaf edilen konularda beni doğruya hidayet et." (Müslim)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki secde arasında:

"Allah'ım beni hidayet et, rızıklandır, kusurlarımı gider, afiyet ver." (Sünen Sahipleri İbni Abbas'tan radıyallahu anh.)

Hutbetu'l Hace diye bilinen konuşmalara ve bir işe başlarken yaptığı duada "
Şüphesiz hamd Allah'adır. O'na hamd eder O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret ister, O'ndan hidayet isteriz. O kimi hidayet ederse onu saptıracak yoktur..." (Müslim, Nesai )derdi.

Hidayet üzere sebat, selef için en önemli meselelerdendi. Onlar Allah Rasûlü'nün dahi bu konuda çok duyarlı olduğunu görünce korkmuşlardı. Sürekli Allah'a subhanehu ve teâlâ yalvarıyor, gerçek bir iman ve onda sebat istiyorlardı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının bu konuda yaşadıkları ve korkuları o seviyeye ulaşmıştı ki, bugünün insanları onları görse deli, mecnun zannederdi.

Selef hidayetinde emin olana münafık gözüyle bakar, korkuyu ve emniyeti nifak ve sâdıklığın ölçüsü sayarlardı.

Hasan-ı Basri (rh): 'Vallahi ondan ancak mü'min korkar, münafık emin olur' derdi.

Mü'min hidayeti Allah'tan subhanehu ve teâlâ bilir. Ne yaparsa yapsın bu nimetin hakkını ödeyemeyeceğini bilir, bu onu korkulara sevk eder, korkar; kaybetmemek için daha fazlasını yapar, yaptıkça lezzet alır ama korkusundan birşey kaybetmez.

Münafık rahattır, hidayeti Allah'ın subhanehu ve teâlâ verdiğini unutmuştur. O okumuştur, o araştırmış bulmuştur, onun için korkmaz. Korkusuzluğu onu cüretkâr kılar, az gözünde çoğalır.

Sahabeye bu korku Allah Rasûlü'nden miras kalmıştı. Onun hallerini düşündükçe kalpleri yerinden fırlayacak gibi oluyordu; 'Allah'ın gelmiş geçmiş günahlarını affettiği, cennette dahi yeri belli olan insan korkuyorsa, biz nasıl olmalıyız!' diyorlardı.

Acaba biz nasıl olmalıyız?

Günümüzün ne kadarını bunu düşünmeye veriyoruz. İçinde olduğumuz emniyet hali nedendir?

Amellerimizin çokluğundan mı yoksa yanaklarımızda iz bırakan gözyaşlarından mı!? Neden?

Hidayet üzere kalmak, korkmak, Allah'ın subhanehu ve teâlâ tuzağından emin olmamak, bunlar iman nurunun girip kuşattığı kalbe yabancı olmayan şeylerdir. Bunun için Allah'a subhanehu ve teâlâ sözlü olarak, gece-gündüz yalvarmalı, O'ndan hidayet ve sebat istemeliyiz. Dualarımızda buna yer ayırdığımız gibi, fiili dua ile bu istediğimizde de sadık olduğumuzu göstermeliyiz. İşte bu da dine ensar olmaktır. Din davasında bize düşen görevi hakkıyla yerine getirmektir.

"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (47/Muhammed, 7)

Dinde sabit kalmanın yolu dine yardım etmektir. Hizmet ehli, dava insanı, cemaat adamı olmaktır. Emir sahiplerine güven vermektir. İslam'a hizmet için düşünülen her işte 'Bu kardeşimiz yüzünün akıyla yapar' dedirtmektir. Ne mutlu o insanlara, ne mutlu ki ensarlıkları mü'minlerin gönlünde tescillidir. Onlar Allah'a güvendikleri gibi mü'minlerde onlara güvenir, her hizmete layıktırlar mü'minlerin gözünde. Çünkü ensardırlar, yardımcıdırlar. Onlar konuşmaz, iş yaparlar, aynalarında laf kalabalığı yoktur, amelleri vardır. Allah'ın dine ensardırlar, geriye bakıldığında hep hizmet vardır. İnsanlar konuşmuş onlar çalışmıştır, insanlar eleştirmiş onlar yapmıştır. Ne mutlu o hayatlarını ensar olmaya vakfedenlere. Ve ne yazık ki bu şerefi basit meseleler, kişisel problemler sebebiyle terk edenlere.

Hidayet ve onda sebat istiyorsak, biz de selef gibi korkuyor ve emin değilsek en güvenli liman; Allah'ın subhanehu ve teâlâ vaadidir. O vaadinden dönmez, en sadık sözün sahibidir: 'Ensar olun bu dine, sizi sabit kılayım' diyor, vadediyor.
Bu yazıyı okurken çevremde çok sık duyguğum sözler geldi aklıma. Haşa cenneti garantilemiş gibi tavırlar...
Ondan bundan konuşup "Aman ya biz çok iyiyiz hamd olsun içimize kötülük yok e namaz niyaz da var ibadetler vs. Allah biliyor ya biz cennetliğiz" türevi cümleler..
Allah hakiki imanı nasib edib sabit kılsın bizleri.. Diyecek başka da bir şey bulamıyorum.
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Bu yazıyı okurken çevremde çok sık duyguğum sözler geldi aklıma. Haşa cenneti garantilemiş gibi tavırlar...
Ondan bundan konuşup "Aman ya biz çok iyiyiz hamd olsun içimize kötülük yok e namaz niyaz da var ibadetler vs. Allah biliyor ya biz cennetliğiz" türevi cümleler..
Allah hakiki imanı nasib edib sabit kılsın bizleri.. Diyecek başka da bir şey bulamıyorum.
amin ecmain .
Şu kalplerini ace ile yıkamışlardan(!) bahsediyorsun heralde bacı .. Çok türedi onlardan Allah ıslah etsin . Çoğunluğu delil edinmişler. Allah hepimize hak dini yaşamayı nasip etsin . Dediğin gibi diyecek birşey bulamıyoruz ...
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Dünyada İmanın Lezzetini, Ahirette Cenneti Elde Etmek için Ensar Olmalıyız

Müslümanın en büyük kaybı, Kur'an'ın deyimi ile 'hüsrandır'. Çalışıp yorulmak ve elde edilmesi gerekenlerden mahrum olmaktır.

İman ettiği halde imanın tadını, lezzetini alamayan, ahirette cennete ve Rahman'ın rızasına nail olmayandan daha hüsranlı kim olabilir?


"Üç şey vardır ki onu kendinde bulunduran imanın tadını bulur. Allah ve Rasûl'ü ona herşeyden daha sevimli olan, kişiyi sadece Allah için sevmesi, imandan sonra küfrü ateşe girmek gibi kesin görmesidir." (Muttefekun Aleyh)

"İmanın tadını aldı, imanın tadını aldı, imanın tadını aldı Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, Nebi olarak Muhammed'den sallallahu aleyhi ve sellem razı olanlar." (Müslim)


Bu hadisler ve imanın tadına varacak insanların özelliklerine bakalım:

Onlar Allah'ı subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü'nü herşeyden çok severler. İslam'da sevgi söz ile ispatlanan bir mefhum değildir. Sevginin ispatı tabi olma ve tercih etmedir. Kardeşlerini Allah subhanehu ve teâlâ için severler, ihlas onları şahıslara bağlı hizmete ve ensarlığa değil, her daim ve şartta ensarlığa iter. Derdi Allah ve rızası olanı şartlar bağlamaz. Herşey ve onda O'nun ensarlığını yapacak durumu vardır. İmanı o kadar sahiplenmişlerdir ki, kaybını ateşe girmeye denk görürler. İnsan yaratılışı gereği uğruna yorulup, fedakarlık yapmadığı birşeye değer vermez. Rahat elde edilenin gözden çıkarılması da rahattır. Ancak dine ensar olmuş insanlar onu kaybetmekten korkar.

Ensar olmayanlara iman, din, dava yüktür. Ona birşey feda etmeyip kendi dünyalarını imar etmelerine rağmen hep sıkıntılı ve keder içindedirler. Korkuları, huzursuzlukları onları batıl ve malayani şeylere sevk ettikçe daha fazla, daha beter susuzluklarını arttırırlar.

Ensar ise farklıdır. O dünyada, ahiret cennetine girmiştir, gönül rahatlığı içindedir. Yaptığı her fedakarlık ve hizmet ona yakin, kalp ferahlığı ve tevekkül olarak geri dönmüştür. Yediği yemeğin lezzetini beğenip, yedikçe fazlasını isteyen insan gibidir. Zahiren kaybeder, malından, canından, vaktinden ve rahatından gidiyordur. Hakikatte ise kazanır, dünyanın cenneti de, ahiretin cenneti de ensarlığın karşılığıdır… Allah'ım bizi onlardan kıl.

Cenneti anlatan ayetlere bakın, hiçbirinde karşılıksız cennet yoktur. Dünyasını satmadan cenneti elde eden yoktur. Bu ticaretin adı, fiyatı, sonucu Allah tarafından belirlenmiştir. Ne kutsal ticarettir ki herşeyini Rahman üstlenmiş, O belirlemiştir.

Adı: karlı ticaret; satılan: cennet; bedel: dünya hayatı; karşılık: ebedi kurtuluş.


"Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır." (9/Tevbe, 111)

Malını, canını, dünyasını Allah'a satmak ancak hizmet ehli, dava insanı mü'minlerin işidir.

Bu kutlu çağrı her nesli kapsayan, her daim icabet edecek olanlara açık olan bir çağrıdır. Tarih boyunca bu çağrıya her iman eden değil, hakkıyla iman edenler icabet etmiştir. Çünkü o zordur, o peşin olan rahatı çok uzakta görülen rahata tercihtir. O, insanın kendi nefsiyle mücadelesi ve her an murakebe etmesinin sonucudur.
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
Ensar Olmaya Aday Olanların Dikkat Etmesi Gerekenler

1. Düşünce ve tasavvur dünyalarını vahiy inşa etmelidir

Ensarullah'tan olmak ağır bir sorumluluktur. İnsanın tabiatında varolan tembellik, rahata meyil ve gaflete rağmen Ensarullah'tan olması zor bir durumdur, iki yönlü çaba ister. Altyapı niteliğinde olan eğitim ve onun gereklerini yerine getirmek için azim ve irade...

İnsan kendi menfaatine düşkün yaratılmıştır. Olayları ve kurumları rahatına hizmet edecek şekilde anlamayı ister. Bu problemin çözümü; kavramları tasavvur ederken vahyin istediği algıyı yakalamaktır. Bunun adı da faydalı ilimdir. Kitap ve Sünnet'i Allah'ın subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü'nün anlaşılmasının istediği şekilde anlamaktır. Bu da seviyeli, samimi ve azimle yapılacak bir eğitimin ürünüdür.

Allah'ın subhanehu ve teâlâ dininin yaygın olmadığı toplumlarda, yöneticiler insanların algısını kendilerine kölelik edecek şekilde belirlemiştir. Kitabın olduğu toplumlarda ise din adamları, onu tahrif ederek insanları köleleştirmiştir. Allah subhanehu ve teâlâ, İslam ümmetini bu iki hastalıktan korumuştur. Kitap kıyamete kadar kalacaktır. Tahrifin olması mümkün değildir. Allah subhanehu ve teâlâ, onu tahriften korumuştur lakin; insî ve cinnî şeytanlar insanları vahiyden uzaklaştırıp cahil kalmalarını sağlamışlardır. Kitap ve Sünnet’i anlaşılmaz veya İslam tarihinde ancak 4-5 insanın anlayacağı bir konuma yerleştirip, ulaşılmaz kılmışlardır. Cahil insan da tasavvur edip inanması gerekenleri Kitaba göre değil kendi mizacına göre algılamaya başlamıştır.

Ensarullah olmaya aday Müslümanlar, asırlardan beri tevarüs ettiğimiz bu hastalıktan kurtulmalıdırlar. Temel kavramları vahyin inşa etmesi için, vahye dayalı bir eğitim sürecini öncelemelidirler. Çünkü salih amel, ancak faydalı ilmin sonucudur. Bu noktada; Allah, din, dünya ve ahiret kavramları en önemli olanlarıdır. Bunlar salih bir anlayışla oluşturulduklarında sahibinin dine ensar olması kaçınılmazdır.

Allah subhanehu ve teâlâ yaratan, rızık veren, mülkün sahibi olan, dostlarını seven, onları sevdiren, onlara korku ve hüzün yaşatmayan, yerde ve gökte olan herşeyin sahibi, herşeyin kendini tesbih ettiği, eksiklikten münezzeh, ilmi herşeyi kuşatan, insana şah damarından daha yakın, merhameti sonsuz, lütuf ve kerem sahibi, dostlarına düşmanlık edenleri helak edip yerin dibine geçiren, dostlarını en olmadık yerlerde mutlak kudretiyle aziz kılan…

Dünya: Oyun ve eğlenceden ibaret, yalan ve süs yeri, lezzetleri kendi gibi geçici, Allah subhanehu ve teâlâ katında sivrisinek kadar değeri olmayan, yorgunluğu anlamsız, uğruna çalışmak; kibir, kin ve düşmanlık getiren, kardeşleri dahi birbirine düşüren, kıyamet günü tüm lezzetleri unutulacak olan ve geriye ancak sorumlulukları kalacak olan, ne zaman insanın elinden kaçacağı belli olmayan, belirsiz bir ecelin korkusu altında yaşanan bir yer…

Din: İzzet ve şeref kaynağı, kullara kulluktan insanları kurtaran, insana insan olduğunu hatırlatıp, onu hayvanlardan ayıran, kalp ve gönül huzuru getiren, insanı gayesiz ve hedefsiz bir yaşamdan hedefi ve amacı olan kutsal bir hayata kavuşturan…

Ahiret: Ebedi olan, tüm sıkıntıların bittiği, Rahman'a ve rızasına, Rasûlü ve ashabına kavuşma yeri, bir anı dahi dünyada çekilen tüm sıkıntıları unutturacak ve onları temettü edilen anılara çevirecek olan, elden kaybetme korkusu olmayan sonsuz nimetler…

Bu saydıklarımız çok kısa sürede öğrenilip, özümsenebilecek şeylerdir. Bunlar insanın tasavvur ve algısını değiştirdiği gibi, eylem ve amellerini de değiştirecektir. Buna pratik örnek verecek olursak; Allah Rasûlü kendinden sonra gelecek olanların yani bizlerin durmunu anlatırken:

" 'Neredeyse parçalayıcı hayvanların avına üşüştüğü gibi, kavimler de sizin üzerinize üşüşecekler', 'O gün az olduğumuzdan mı Ey Allah'ın Rasûlü', Rasûl: 'Hayır, o gün siz çok olacaksınız lakin suyun üzerindeki çerçöp gibi olacaksınız (sayıca çok, etkisi yok). Allah düşmanlarınızın kalbinden korkuyu alacak ve sizin kalplerinize vehen yerleştirecek', Ashab: 'Vehen nedir? Ey Allah'ın Rasûlü', dediler. 'Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.' buyurdular." (Ebu Davud, Ahmed)

Evet, bugün Müslümanların dine yardımcı olamamalarının en büyük nedeni budur, Vehen 'Dünya sevgisi, ölüm korkusu'. Ensar olmak fedakarlık demektir, dünyadan uzaklaşıp ahireti arzulamak, onunla yaşamaktır. Vahyin oluşturduğu dünya tasavvuru da böyledir. Yukarıda dünya ile ilgili yazdığımız satırları bir daha okuyun, bakış açısı böyle olan bir insan dünyayı sevebilir mi?

Ahireti de okuyun, o günü böyle tasavvur eden bir insan ölümden korkar mı?

Korkmaz, bilakis onu elde etmeyi arzular.

Ashab, kendilerini vahye teslim etmişlerdi. Onun öğretileriyle, sunduğu bakış açısıyla kavramlara bakıyorlardı. Bu da onları en ulvî makamlara ulaştırmıştı.

Allah Rasûlü'ne bir koyun kesilmişti. Kendisi ondan bir parça istedi. 'Birşey kalmadı ey Allah Rasûlü dediler (Hepsini sadaka olarak dağıtmışlardı). Allah Rasûlu de: 'Bilakis hepsi bize kaldı.' buyurdu.

Arkadaşları, Selman'ı radıyallahu anh ölüm döşeğinde ziyaret ettiler, ağladığını görünce sordular: 'Hayırdır, neden ağlıyorsun?', Rasûlullah: 'Dünyada nasibiniz bir yolcunun azığı kadar olsun.' buyurdu. Vasiyetine uyamadık, ona ağlıyorum,' dedi.

İbni Ömer radıyallahu anh: "Allah Rasûlü: 'Dünyada yoldan geçen bir adam gibi ol.' buyurdu", demiştir.

Onlar dünyaya ve nimetlerine böyle bakmışlardı. Dünya ile olan ilişkilerini yolculuk ve yolcu azığı gibi kavramlar oluşturuyordu. O dünya, Allah'a subhanehu ve teâlâ borç verilmesi gereken bir sermaye olmalı, satılıp karşılığında cennet alınmalıydı… Asıl olamazdı. Sadece 'Asıl olana' ulaşmak için bir araçtı.

Dünya algısı bu olanın dünyayı sevmesi beklenebilir mi?

Ahiret amaç olmalıydı, o genişliği yer ve gök kadar olan cennetleri barındırıyordu.

Orada Allah subhanehu ve teâlâ ve O'nun rızası, Allah subhanehu ve teâlâ ve O'nun cemalini nazar etmek vardır. Buna ulaşmanın yolu ise Allah subhanehu ve teâlâ yolunda, O'nun uğrunda ölümdü. Hâli bu olan ölümden korkar mı, bilakis dünya ehlinin hayata aşık olduğu gibi ölüme aşık olur.

Bi'ri Ma'une günü Cabbar b. Sulme, sahabeden Amr b. Fuheyre'ye yetişmiş ve bir darbe indirmişti. Amr'dan duyduğu şey 'Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki kazandım' cümlesi olmuştu. Cabbar bu sahneden etkilenip Müslüman olmuştu.

Bedir günü Heyseme ve oğlu Sa'd kura çektiler. Kura oğluna çıktı, Heyseme oğluna: 'Oğlum, bu defa kendini bana tercih etsen.' diye ricada bulundu. O da: 'Ey babacığım. Söz konusu cennet olmasa yapardım.' diyerek bu teklifi reddetmişti.

Ölümden korkmak bir yana ölüme yarışıyorlar, kura çekiyorlardı. Onu bulana dek rahat yüzü görmeyen insanlar, ölüm anında kurtulduklarına dair yemin ediyorlardı. İslam ümmetinin içinde olduğu buhranın sebebi olan 'Dünya sevgisi ve ölüm korkusunu' bu bakış açısıyla aşmışlardı.

Bugün ensar olmaya aday olan insana onların yolunu takip etmekten başka çare yoktur. Hayata ve ölüme, eşyaya ve hakikate nasıl bakılması gerektiğini vahiy belirlemelidir. Bu konuda eğitim ve tefekkür programlarına önem verilmelidir. Eğitim programlarının âdete dönüşmesine, muhabbet meclislerine çevrilmesine engel olunmalıdır. Bilinç ve şuurunu diri tutmalıdır. Sohbetleri, kitap ve dergi okumayı, meal çalışmalarını; ekmek, su hatta nefes gibi görmelidir. Kâinat boşluk kabul etmediği gibi fıtrat da boşluk kabul etmez. Hayatımızın parçası olan bu kavramları vahyin inşa etmesine müsaade etmezsek nefis, şehvetler ve şeytanlar inşa edecektir.

Ensarullah olmanın ilk adımı faydalı ilim, o ilmin tefekkür edilmesi ve hayata aktarılması için azimdir.
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
2. Nefis terbiyesi ve Allah'a bağlılık

Allah'sız Allah'a kulluk, takvasız dine hizmet, dertsiz koşturmaca, sevgisiz muhabbet, aksiyonsuz hareket, asrımızın garabetlerindendir…

Allah'ın subhanehu ve teâlâ dinine ensar olacak insanın Allah'tan subhanehu ve teâlâ kopuk olması düşünülemez. Bu, ancak riyakarların ensarlığı olabilir. Kişinin ensarlığı Allah'a subhanehu ve teâlâ olan bağlılığı, muhabbeti, ihtiyacı oranındadır.

Allah'a subhanehu ve teâlâ bağlılık ensar olmak için gerekli olduğu gibi, onu devam ettirmek, o yolda sebat etmek için de şarttır.

Ensarlık ağır bir yükün altına girmektir. Emaneti sahiplenmek, 'Ben de varım' demektir. Bu sözler tabiatı gereği zor sözlerdir. Dağlar, yer ve gök bu emaneti kabulden imtina etmişken, insan gibi aciz bir varlık ne yapmalıdır?

"İnsan zayıf yaratıldı." (4/Nisa, 28)

"Muhakkak o zalim ve cahildir." (33/Ahzab, 72)


"İnsan neden çok cedelcidir."

"Ve unuttu..."


Bunlar insanın Kur'an'da zikredilen bazı vasıflarındandır. Ensarlığa aday Müslüman, önce kendi nefsiyle mücadele etmek zorundadır. Fıtrî özellikleri olan: 'Unutma, gaflet, bencillik, tartışmacılık' ensarlığın tabiatı olan; teyakkuz, canlılık, tevazu ve fedakarlık ile uyuşmaz, taban tabana zıttır. İşte bu mücadelenin adı tezkiye, terbiye ve tasfiyedir. İnsanın secde, dua, gece namazı, Allah'ı zikir, O'nun ayetlerini tefekkür ile nefsini ıslah edip, şehvetlerine gem vurmasıdır. Ensarlık yolunu tıkayan olumsuzlukları salih amellerle def edip, Rabbi'nin rahmetiyle kendine yönelmesine yol açmaktır. Satırlarda, cümlelerde kolay ve alımlı duran bu durum pratikte hiç de öyle değildir. Kolay ancak Allah'ın kolay kıldığıdır, O dilerse en zor olanı dahi kolay kılacak olandır.

Ensarlığın yolunu açtıktan sonra büyük tehlike onu bekleyen engeller, yoldan alıkoyuculardır. Bu da sebatı etkiler. İnsanı bu yolda dökülenler sınıfına dahil eder. Yolun uzunluğu ve meşakkati, yoldaşların azlığı, insanların teveccühsüzlüğü, yolda dökülenler, bu yolda karşılaşılan eziyetler, uğranılan hakaretler buna örnektir.

Allah Rasûlü'nü dağ başlarına çıkaran, sıkıntıdan boğulacak seviyeye getiren bunlardan başkası değildir.

Ensar olmaya adım atmak ve o yol üzere sebat…

Bu zor yükün olmazsa olmazı, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir. Allah subhanehu ve teâlâ için olan her şey Allah subhanehu ve teâlâ ile olmalıdır, O'ndan kopuk olmamalıdır. Aksi halde ya niyette problem vardır ya da bilgide. İnsanın elde etmek istediği şey Allah'ın subhanehu ve teâlâ rızası ise, bu Allah'ı subhanehu ve teâlâ razı edecek amellerden kopuk olabilir mi?

Her birimizin sorması gereken soru şudur:

Yürekten Allah'ı subhanehu ve teâlâ seviyor muyum?

O'nu ve O'nun rızasını ne kadar dert ediyorum?

Günde kaç saatimi sadece O'na ayırıyor, O'na ihtiyacımı,

sevgimi, dertlerimi dua ve zikirle arz ediyor muyum?

O'nun için olup da yapamadığımda özlem duyduğum, gözlerimin aradığı, yüreğimde hasrete dönüşen amellerim var mı?

Dünya ehlinin boş sözde, şarkıda, gıybet meclislerinde hissettiği lezzetleri, O'nun kelamında ve zikrinde hissediyor muyum?

Gözler beni görmediğinde, nefsin isteklerine, Allah'a olan saygım ve korkum nedeniyle gem vuruyor muyum?


Bu sorular hayati sorulardır. Bunların cevabı bizim ensarlığa liyakatimizi ve de o yolda ne kadar sebat edeceğimizi gösterir. Bu sorulara olumlu cevaplar verebilecek olanlara müjdeler olsun, cevapları olumsuz olanlarımız ise Allah'tan subhanehu ve teâlâ yardım istemeli, O'na yönelmeli, hemen yola koyulmalıdır. İlk adımı samimiyetle atana Allah subhanehu ve teâlâ muhakkak adım atacak rahmetiyle kurtaracaktır.

"Nefsi ve onu yaratana and olsun, ona fücuru ve takvayı ilham etti. Şüphesiz onu arındıran kurtuluşa ermiştir, ona gömülen (yani arındırmayıp kendi haline bırakan) hüsrana uğramıştır." (91/Şems, 7-10)

"Muhakkak arınan ve Rabbini zikredip, namaz kılan kurtuluşa ermiştir." (96/A'la, 15)

Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem duaları da bu hakikatı içeriyordu. Günlük yaptığı ve çokça tekrar edip, vird haline getirdiği dualar bunların göstergesiydi.

"Allah'ım nefsime takvasını ver, onu temizle, onu temizleyeceklerin en hayırlısı sensin." (Müslim)

"Ey Hayy ve Kayyum olan Allah'ım, rahmetinle senden yardım istiyorum; her işimi ıslah eyle, beni gözet, beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma." (Hakim)

"Ey kalpleri çeviren Rabbim, kalbimi dinin üzerine sabit kıl." (Tirmizi)

"Allah'ım bana, seni zikretme, sana şükretme ve güzel ibadet hususunda yardımcı ol." (Hakim)


Gerek sabah-akşam zikirleri, gerekse Rasûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem dilinde sürekliliği olan dualar incelendiğinde bu hakikat anlaşılacaktır. İlk olarak bu sorumluluğu alan ve bunun üzerine sebat eden nesil, nefsi terbiye ve tezkiye noktasında ve Allah'a olan ihtiyaç ve bağlılık hususunda çok titizlerdi. Korkuyorlardı, çünkü samimiydiler. Arıyorlardı, çünkü dertliydiler. Bu yük onları bazen eziyordu, çünkü neyi taşıdıklarının bilincindeydiler.

Düşün ensarlık davası güdüp de Allah'a dua dahi edemeyenleri; Allah'ın tuzağından, nefsin oyunundan emin olanları; şeytanın desise ve hilelerine karşı, gecelere ve secdelere sığınmayanları…

Bir çelişki yok mudur? Yaptıkları amel ve fedakarlıkları ciltlere sığmayan insanların bu korkusu ve endişesi; yapamadıkları ciltlere sığan bir neslin, bu emniyeti ve kendilerine olan güveni… Biliyorum sen de benimle aynı fikirdesin, ciddi bir çelişki var.

İşte bu çelişkiler giderilmeden, ensarlık davası içi boş bir davadır. Sadece sahibine zarar verecek olan, ispata muhtaç bir iddiadır. Bilgi noktasında eksiklik giderilmeli, Allah'a yol bulunup O'na inabet edilmeli ve O'na olan ihtiyaç ve acziyet dillendirilmelidir. Kolay ancak Allah'ın kolay kıldığıdır.
 
Strangers Çevrimdışı

Strangers

Şam Bir Sabır Kalesi Oldu...
İslam-TR Üyesi
3. Salih bir çevrede bulunmak

'İnsan yaratılışı gereği medenidir.'

Bu ilk sosyologlardan İbni Haldun'un naklettiği tartışmasız gerçeklerdendir. İnsan sosyal olduğu için kendi gibi insanların içinde yaşayabilir. Toplumsal yaşam, insanın zaruri ihtiyaçlarındandır. Her insan ancak kendisiyle aynı amaca sahip eylem beraberliği olan insanların içinde mutlu olabilir. Bunun İslamî adı, cemaat içerisinde olmaktır. Ensaru’d Din olmaya aday bir toplulukla beraber hareket etmektir.

Müslüman bu konuda titiz davranmalıdır. Verdiği eylem ve fedakarlığın İslam nezdinde ancak zaruri durumlarda mümkün olduğunu bilmelidir. Asıl olan cemaatsel harekettir, ancak bunun mümkün olmadığı yerlerde ferdî hareket caiz olur.

Konumuza temel olan ayetlere bir daha bakıldığında, Müslümanlara teklif edilen, bu dine ensar olma çağrısı, ferdî değil toplu bir çağrıdır.

"Ey iman edenler, Allah'a ensar olunuz. İsa'nın havarilerine: 'Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?' deyip, onların: 'Biz Allah'ın yardımcılarıyız.' " (61/Saf, 14) dediği gibi.

Ayette müminlere ensarlık toplu olarak (cem sigasıyla) emredilmiştir. Buna verilen örnekte de, havarilerin 'Biz' lafzıyla, topluca bu davete icabet ettiği vurgulanmıştır, Müslümanlardan istenen de budur.

Allah ve Rasûlü, ferdi olarak bu yükün taşınmayacağını bildiği için, cemaate ve beraberliğe özel vurgu yapmıştır.

"Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın…" (3/Ali İmran, 103)

"Ben size Allah'ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum; cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad." (İmam Ahmed)

"Size cemaat gereklidir, fırkalaşmaktan sakının, çünkü şeytan bir kişi ile beraberdir, topluluktan ise uzaktır. Kim cenneti istiyorsa cemaatle beraberliği sürdürsün." (Tirmizi, Abdullah b. Ömer)

"Allah'ın eli cemaatle beraberdir." (Tirmizi, İbni Abbas)

Bu konu hususi nasslarla vurgulandığı gibi İslam'ın genel ruhunda da mevcuttur. Duaları 'Biz' ile başlayanın, istekleri

'Bizi' diye sunulan bir ümmetin mensuplarıyız.

Namazı bireysel kılmamıza rağmen, namazın özü olan Fatiha'da: "Biz sadece sana ibadet eder, sadece senden yardım dileriz." diyoruz, "Bizi doğru yola hidayet et." diye devam ediyoruz. Bunlar ferdî olan duada dahi Müslümanın 'Biz' şuuru ile hareket etmesi gerektiğini gösterir.

Müslüman birey, ensar olma yolunda salih bir çevre seçmeli ve bu konuda kararlı olmalıdır. İnsanın Allah'a subhanehu ve teâlâ ensar olmasını kolaylaştıran en büyük unsur salih bir cemaattir.

Cemaat, inanç ve eylemde bir olan insanların, sahih bir menhec etrafında toplandığı topluluktur.

Müslümanlar bu konuda dikkatli olmalıdır. Cemaatleşme veya cemaat seçimi ensarlık vazifesinin icrası için bir nimet olduğu gibi, bunu engelleyen bir unsur olma potansiyeline de sahiptir. Aceleyle oluşturulmuş birliktelikler vahim problemlerin habercisidir. Bu adım çok dikkatli atılmalıdır. Özellikle akide ve menhec yani inanç ve amel metodunda, ittifak olmalıdır. Teoride yapılan ittifak, pratikte sınanmalı, taraflar birbirini tanımalıdır.

Bu nokta gözetilmediğinde oluşacak ihtilaflar ve çekişmeler insanı ensarlıktan alıkoyduğu gibi yapabileceği en basit hizmetlere dahi mani olacaktır.

Ensarlık için kabul ettiğimiz bir adım olan cemaatleşme, Ömer'e radıyallahu anh nispet edilen şu sözde anlam bulmuştur:

"İslam, islam değildir cemaat olmayınca; cemaat, cemaat değildir emir olmayınca; emir, emir değildir itaat olmayınca..."

Ensarullah yetiştirilecek yapılarda emir ve itaat hususu önemlidir. Şöyle ki ensarlık zor bir görevdir. İnsanın ona başlaması zor olduğu gibi onu devam ettirirken karşılaşacağı engeller de zorludur. Bunun için insan yandaş ve kardeşe muhtaçtır. Tökezlediğinde ona Allah'ı hatırlatacak ve yola devam etmesini sağlayacak. Fakat insanın tabiatı gereği ihtilaf kaçınılmazdır. Ana esaslarda birlik sağlansa dahi; fer'î ve tâli meselelerde ihtilaf olacaktır. İslam'ın cemaat ve emirlik sisteminin üzerinde bu denli sıkı durmasının nedeni de burada yatar. Herkesin farklı fikirleri öneri boyutunda kaldığında bu hareket için zenginliktir. Fakat tarihte çokça şahit olduğumuz niza'lar ve ihtilaflar hareketlerin gücünü zayıflatan unsurlardır. Şeytan bu açığı iyi bilmiş ve kullanmıştır, öyle ki asr-ı saadet insanı bile bu tuzağa düşmüştür. İşte bu durumda tek yerden çıkacak ses, bu ihtilafları sonlandıracak; yapılacak amel, insanların önüne konacaktır. Birbirine en kuvvetli bağlarla bağlı olan aile efradı bile basit meselelerde ihtilafa düşüp kavga ve kırgınlıklar yaşayabiliyorlar. Bu insan tabiatının gereğidir. İslam bu sorunu ailede baba ve koca fıkhı ile çözdüğü gibi, toplumda da emir ve cemaat formülü ile çözmüştür.

Allah'a subhanehu ve teâlâ ensar olmaya aday olanlar bunun için salih ortam aramalıdırlar. Bu ortamları iyice tanıyıp beraberlik oluşturmalı, Allah'a subhanehu ve teâlâ tevekkül ederek işe başlamalıdırlar. "Allah'a isyanda kimseye itaat yoktur." kaidesini düstur edinmelidirler. Bunun dışında göreceli olan meselelerde tam bir teslimiyetle yapıya teslim olmalı, vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmelidirler.

İslam'ın inanç ve menhec konularında, helal ve haram sınırlarında titiz oldukları gibi, ma'rufta ve göreceli meselelerde de itaatte ve fedakarlıkta titiz olmalıdırlar.

Cemaat yapısı, itaat ve teslimiyet olduğundan kişiyi dine ensar kılmada en ciddi yardımcıdır. Bu iki kayıt ihlal edildiğinde ise, suyun üzerinde çerçöp olmaktan öteye geçemeyen bir yük olur.

Evet Kardeşim,

Bu satırlarla bir hakikatin özetini seninle paylaşmış oldum. İstedim ki sende bu şerefli çağrıya muhatap olduğunu bilesin ve kendini kontrol edip, düşünesin...

'Acaba ben bu çağrının neresindeyim?' Allah subhanehu ve teâlâ sonsuz lütfuyla hiçbir ihtiyacı olmamasına rağmen 'Bana olan merhametinden, beni göreve çağırıyor, acaba ben ne kadar icabet ediyorum, meseleyi ne kadar dert ediniyorum?', 'İyi bir iş, güzel bir kıyafet, lezzetli bir sofra, bir arkadaş sohbeti kadar kıymet verdim mi? Bunları dert edindiğim kadar bu çağrıya ne denli icabet ettiğimi dert edindim mi?'

Bu satırları bunları düşünmene ve adım atmana vesile olmak için yazdım.

Bu çağrı, gönlü Allah subhanehu ve teâlâ sevgisi ile coşmayan, gayret ve himmeti dünyaya bağlı insanların anlamasının mümkün olmadığı bir çağrıdır. Çünkü o fedakarlıktır, kendini unutup Allah'ın subhanehu ve teâlâ hudutları, dinin şi'arı için yaşamayı kabul etmektir.

Dünya ehli buna delilik der, çünkü onlar anlık olandan mutlu olurlar. Gönül huzurunun, Allah'ın subhanehu ve teâlâ rahmetiyle ferahlamanın ne demek olduğunu bilmezler.

Adım atmakta gecikme, herşeyinle ensar olmaya çalış. Amellerinle dinin yücelmesine, sözlerinle dinin taraftar bulmasına, duruşunla emir sahiplerine güven kaynağı olmaya çalış. Yüzlerce insanın bulunduğu bir topluluk ehil insanları heyecanladırmaz ama tek bir samimi Müslüman, ensarlığa gönül vermiş bir genç, heyecan kaynağıdır. Unutma ki şahsi meseleleri olan insanlar davaya hizmet edemezler. Nefsini ayaklar altına almayanlar, Allah'a subhanehu ve teâlâ ve dinine ensar olamazlar.

Yazık değil mi?

Bir ömür insanların ne dediği, ne düşündüğü ile geçiyor. Kendisiyle cennet hurilerini elde edebileceğin sermayen, şahsî ve nefsî problemlerini düşünmekle tükeniyor. Oysa ihlas ve azminle bu zamanı cennetin bedeli yapmak senin elindedir.

Hizmet ehli ve ensar olmak zordur. Fakat başladıktan sonra elde edeceğin lezzet tarif edilemez ancak yaşanılarak anlaşılır.

Üzücüdür;

Allah'ın subhanehu ve teâlâ dini her yerden saldırıya uğramışken senin kîl-u kal-i (dediler, denildi) ile uğraşman, bunları taşıman, bu meclislerde lezzet alman üzücüdür.

Ensar olanlar daha dünyadayken cennet bahçelerini yaşarlar, gönülleri rahattır, onlar razı edilmesi gerekeni razı ediyor olmanın huzuru içindedirler. Çünkü onların razı etmeyi hedef edindikleri Allah'tır. O'nu razı etmenin yolu ve sınırı bellidir. Dünyada sebep olduğu lezzet ve ahirette getireceği ebedi nimet de onların göz aydınlığıdır.

Sen ise öyle birşeyi memnun etmenin peşindesin ki; ne onu razı etmek mümkündür ne de bunun bir sınırı vardır. Nefsi ve insanları razı etmek mümkün değildir. Razı oluyor gibi görünseler de, daha fazlasını istemek suzretiyle sana dünyada yorgunluk ve stres, ahirette de hüzün ve hüsran kaynağıdırlar.

Bir ayet ve hatırlatmayla yazıyı sonlandıracağım.

"Biz insana yolu gösterdik. Dilerse küfrederek, dilerse şükrederek tamamlar." (76/İnsan, 3)

İki yolda tüm çizgileriyle belirlenmiştir. Bize düşen tercih etmek ve yola koyulmaktır.

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri tercihlerini doğru yolda kullanıp amel edenlerden eylesin.

Sözümün sonu alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Konuda heçen bu hadisi ilk defa duydum ve okudum. Acaba hadis sahihmi?Bilgi verebilirmisiniz. Fiemanillah.


"Ben size Allah'ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum; cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad." (İmam Ahmed)
 
Üst Ana Sayfa Alt