Dinimizde, her insanın borçlu olduğu iki temel sorumluluğu vardır. Allah'a
borçlu olduğumuz bir sorumluluğumuz var. Ve diğer insanlara borçlu
olduğumuz bir sorumluluğumuz var. Bu, kendi ailenizle başlar, ailenizin farklı
üyeleri, sonra komşularınız ve sonrasında geniş çapta insanlık. Allah'a neyi
borçlu olduğumuzu konuşmak aslında daha kolay. Çünkü Allah'a borçlu
olduğumuz şeyler açık, net ve basit. Ve Allah her zaman adaletli. Yani en
azından bir tarafta adaletsizlik gibi bir ihtimal yok. Ve o, Allah. Yani O'ndan
beklentiler verildiği zaman hiçbir şekilde tartışma, anlam belirsizliği ya da
karmaşıklık yok.
Ama insanlar arasındaki bir ilişkiden bahsettiğinizde; mesela iş veren ve işçi
arasındaki ilişki ya da anne/baba ve çocuk arasındaki ilişki ya da eşler, kardeşler
arasındaki ilişki... Bu ilişkilerden herhangi biri ile ilgili konuştuğunuzda, bir ya da
her iki tarafın bir şeyleri yanlış yapma olasılığı var. Burada siz kendi payınıza
düşeni yapıyorsunuz, kendi sorumluluğunuzu yerine getiriyorsunuz. Ama karşı
taraf kendi paylarına düşeni yapmıyor, kendi sorumluluklarını yerine getirmiyor.
Ve bu olduğu zaman, sizin "Onlar kendi paylarına düşeni yapmıyorlar. Ben
neden kendi payıma düşeni yapayım ki?" demeniz çok yaygın görülen bir
eğilimdir. Allah ile olan ilişkimiz aslında çok temel, çok basit ve anlaşılır. Aslında
yanlış yapma ihtimali sadece bende var. Bu yüzden O'nunla ilişkimize insan
tarihindeki ilk duayla başlıyoruz: "Rabbena zalemna enfusena ve inlem
teğfirlena ve terhamna le nekunenne minelhasirin. (A'raf, 7:23)" "Rabbimiz biz
kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet göstermezsen,
kaybedenlerden oluruz."
Allah'ın yanlış yapması gibi bir ihtimal yok. "ve ma zalemuna velakin kanu
enfusehum yazlimun (Bakara, 2:57)" "Onlar bize zulmetmediler. Ancak
kendilerine zulmediyorlardı." Allah insanlara asla zulmetmez. "ve ma ene bi
zallamin lil abid (Kaf, 50:29)" Diğer taraftan, bu giriş kısmında söylediğim gibi,
insanlar karmaşıklar. Ve diğer bütün ilişkilerimiz karmaşıklar. Olan şu ki; bunlar
çok önemli şeyler. Ve Allah'ın karşısında durduğumuzda bize sorulacak şeyler
bunlar. Allah ile olan ilişkinizi düzelttiğinizde, diğer bütün ilişkilerinize karşı bir
sorumluluk hissi oluşur. Başka bir deyişle, demeye çalıştığım şey şu; eğer Allah'a
karşı çok iyi ama anne-babanıza karşı çok kötüyseniz; bu, Allah'a karşı hâla çok
kötü olduğunuz anlamına gelir. Allah size anne-babanıza karşı, eşinize,
çocuklarınıza, kardeşlerinize, insanlığa karşı sorumluluklar verdi. Eğer o
sorumlulukları yerine getirmezseniz o zaman Allah'ın size vermiş olduğu
sorumluluğa riayet etmemiş olursunuz. O yüzden aslında o hakları ve
yükümlülükleri de elimizden gelen en iyi şekilde yerine getirmemiz gerekiyor.
Ama bunun hakkında konuşmak o kadar zor ki. Bunun hakkında konuşmak zor
çünkü mesela bu hutbeyi ebeveynlerin hakları hakkında veriyor olsaydım,
dinleyenler arasında, dünyanın değişik yerlerinde anne-babaları tarafından
istismar edilmiş çocuklar olacaktır. Bu bir gerçek. İyi ebeveyn olmamış olan
anne-babalar var. Bu bir gerçeklik. Ebeveynlerine karşı ne kadar iyi olman
gerektiğiyle ilgili o dersi duyunca kendilerine diyorlar ki: "Bekle. Ama onlar
benim için hiçbir şey yapmadılar. Ne yaptılar ki? Aslına bakarsak beni istismar
bile ettiler." Fiziksel olarak, duygusal yönden istismar eden anne-babalar var.
Manen istismar eden ebeveynler var. Gerçekleşen her türlü istismar var. -
"Neden her şey onların lehine oldu?!" Yani birisi sadece bir tarafı dinlediğinde
üzülüyor. -"Nasıl olur da diğer taraf hakkında konuşmazsın?!"
Benzer şekilde, eğer bugünkü hutbede kocaların hakları hakkında konuşuyor
olsaydım o zaman birçok bayan üzülürdü. -"Peki ya bizim tarafımız? Ona neden
bunca hakkı vereyim? O ne yaptı ki?" Ve eğer bunu erkekler için yapıyor
olsaydım ve "Bunlar, bayanlara karşı olan sorumluluklarımız." deseydim; o
zaman da erkekler üzülürlerdi. -"Evet, tamam benim bütün bu sorumluluklarım
var ama o her zaman her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Ama onun hakkında
hiçbir şey söylemiyorsun." Ne yapmamız gerekiyor? Bu hakların ve
sorumlulukların herhangi biri hakkında konuşurken ne oluyor biliyor musunuz?
Her zaman savunmadayız. -"Bekle, bu eşitliği dengeleyecek misin?!" Bahsetmek
istediğim ilk şey buydu.
Bugünkü hutbe aslında erkeklerin sorumluluklarıyla ilgili. Ve bu, bazı erkekleri
gerçekten çok üzecek çünkü "Bayanlar hakkında hiçbir şey demedin."
diyecekler. İnşaAllah buradaki bir sonraki hutbem bayanlar hakkında olacak.
Onları da aynı şekilde üzeceğim. Söz veriyorum. Olan şu ki, çok doğal ve bana
göre iblisin kendisi tarafından desteklenen bir eğilim var: bize
sorumluluklarımızı unutturuyor ve bize sürekli haklarımızı düşündürtüyor.
Sorumluluklarınız hatırlatıldığında, kendinize diyorsunuz ki: "Haklarımı elde
edemiyorum. Neden sorumluluklarımı düşüneyim ki?" Sürekli haklarınız için
endişeleniyorsunuz. Bunun bir sonucu olarak, sorumluluklarınız hakkında daha
az endişelisiniz. Bu iki şey birbirinden bağımsızlar. Bunun zor olduğunu
biliyorum. Bunu yapmanın çok zor bir şey olduğunu itiraf edenlerin ilki ben
olurdum. Yani sadece sorumluluklarınız hakkında düşünüp haklarınız hakkında
düşünmemek. Haklarınız var. Ama sorumluluklarınız, sadece haklarınız
karşılandığında yerine getireceğiniz şeyler değildir. Öyle değil. Bunlar
birbirinden bağımsız iki şey. Özellikle adalet konusunda. Özellikle Allah'ın (azze
ve celle) karşısında nasıl duracağımız konusunda.
Eşler arasındaki ilişkiyi tanımlayan belli bir kelimenin anlamıyla başlamak
istiyorum: "erricalu kavvamune alennisa (Nisa, 4:34)". Allah'ın Nisa Suresinde
kullandığı kelime şu: erkekler kadınlar üzerinde kavvam'dırlar. Kavvam kelimesi
çok sıra dışı bir kelime. Bu birimin nasıl işlemesi gerektiğinin temeli bu kelime
gibi gözüküyor. Erkeklerin bayanlara neleri borçlu olduğu ve bayanların
erkeklere nasıl davranması gerektiği bu bir kelimenin içinde belirlenmiş. Bu
uzun bir ayet. Ayetin devamında gelen her şey bu ifadenin gölgesinde.
Bu hutbe aslında o ifade ile ilgili: erricalu kavvamune alennisa. O temel kelime -
kavvam- bizim için ne ifade ediyor? Kavvam kelimesi Arapçadaki kıyam
kelimesinden geliyor: ayakta durmak. Birkaç anlamı var. Arapça dilinin çok
değişken bir kelimesi. Bu kelimeyi kullanması, Allah'ın çok güçlü bir seçimi.
Kullanılabilecek olan başka birçok kelime var. Ama bu kelimeyi özellikle eşsiz
yapan şeylerden biri şu: kökenini Allah'ın isimlerinden biriyle de paylaşıyor.
Allah'ın Ayetel Kursi'deki ismi şu: Allahu la ilahe illa huva (e)lhayyu (e)lkayyum.
El-Kayyum kelimesi aslında kavvam kelimesi ile aynı kökenden geliyor. Buna bir
nedenden ötürü dikkatinizi çekiyorum. Dikkatinizi çekiyorum çünkü Allah'ın ismi
-Kayyum- kullanıldığı zaman o ismin güzelliğini takdir edebilmemiz için o ismi
bütün anlamlarıyla anlamamız gerekiyor. Ayrıca o ismin kendisi şimdi kutsal
olmuş oluyor. Ve bazı anlamları çıkartmak ya da orada olmayan anlamlar
eklemek hakaret gibi olur çünkü o kelime kutsal. O kelime, Allah'ın isimlerinden
biri. O kelimeden, bizim yapmamız gerekeni belirten bir isim türüyor. Onlardan
ilki: kıyam, ayakta durmak demek. Yani oturmamak. Ama bundan aktivite
anlamını anlıyoruz. Yani sürekli bir şeyle uğraşan birisi. Hiç pasif olmayan birisi.
Hani otomatik pilot ya da arabanızda hız sabitleyici sistem vardır ya. Yani bir
makine var. Onu başlattığınızda artık kendi kendine çalışıyor. Sürekli onu
çalıştırmanıza gerek yok. Biz bundan bahsetmiyoruz.
borçlu olduğumuz bir sorumluluğumuz var. Ve diğer insanlara borçlu
olduğumuz bir sorumluluğumuz var. Bu, kendi ailenizle başlar, ailenizin farklı
üyeleri, sonra komşularınız ve sonrasında geniş çapta insanlık. Allah'a neyi
borçlu olduğumuzu konuşmak aslında daha kolay. Çünkü Allah'a borçlu
olduğumuz şeyler açık, net ve basit. Ve Allah her zaman adaletli. Yani en
azından bir tarafta adaletsizlik gibi bir ihtimal yok. Ve o, Allah. Yani O'ndan
beklentiler verildiği zaman hiçbir şekilde tartışma, anlam belirsizliği ya da
karmaşıklık yok.
Ama insanlar arasındaki bir ilişkiden bahsettiğinizde; mesela iş veren ve işçi
arasındaki ilişki ya da anne/baba ve çocuk arasındaki ilişki ya da eşler, kardeşler
arasındaki ilişki... Bu ilişkilerden herhangi biri ile ilgili konuştuğunuzda, bir ya da
her iki tarafın bir şeyleri yanlış yapma olasılığı var. Burada siz kendi payınıza
düşeni yapıyorsunuz, kendi sorumluluğunuzu yerine getiriyorsunuz. Ama karşı
taraf kendi paylarına düşeni yapmıyor, kendi sorumluluklarını yerine getirmiyor.
Ve bu olduğu zaman, sizin "Onlar kendi paylarına düşeni yapmıyorlar. Ben
neden kendi payıma düşeni yapayım ki?" demeniz çok yaygın görülen bir
eğilimdir. Allah ile olan ilişkimiz aslında çok temel, çok basit ve anlaşılır. Aslında
yanlış yapma ihtimali sadece bende var. Bu yüzden O'nunla ilişkimize insan
tarihindeki ilk duayla başlıyoruz: "Rabbena zalemna enfusena ve inlem
teğfirlena ve terhamna le nekunenne minelhasirin. (A'raf, 7:23)" "Rabbimiz biz
kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet göstermezsen,
kaybedenlerden oluruz."
Allah'ın yanlış yapması gibi bir ihtimal yok. "ve ma zalemuna velakin kanu
enfusehum yazlimun (Bakara, 2:57)" "Onlar bize zulmetmediler. Ancak
kendilerine zulmediyorlardı." Allah insanlara asla zulmetmez. "ve ma ene bi
zallamin lil abid (Kaf, 50:29)" Diğer taraftan, bu giriş kısmında söylediğim gibi,
insanlar karmaşıklar. Ve diğer bütün ilişkilerimiz karmaşıklar. Olan şu ki; bunlar
çok önemli şeyler. Ve Allah'ın karşısında durduğumuzda bize sorulacak şeyler
bunlar. Allah ile olan ilişkinizi düzelttiğinizde, diğer bütün ilişkilerinize karşı bir
sorumluluk hissi oluşur. Başka bir deyişle, demeye çalıştığım şey şu; eğer Allah'a
karşı çok iyi ama anne-babanıza karşı çok kötüyseniz; bu, Allah'a karşı hâla çok
kötü olduğunuz anlamına gelir. Allah size anne-babanıza karşı, eşinize,
çocuklarınıza, kardeşlerinize, insanlığa karşı sorumluluklar verdi. Eğer o
sorumlulukları yerine getirmezseniz o zaman Allah'ın size vermiş olduğu
sorumluluğa riayet etmemiş olursunuz. O yüzden aslında o hakları ve
yükümlülükleri de elimizden gelen en iyi şekilde yerine getirmemiz gerekiyor.
Ama bunun hakkında konuşmak o kadar zor ki. Bunun hakkında konuşmak zor
çünkü mesela bu hutbeyi ebeveynlerin hakları hakkında veriyor olsaydım,
dinleyenler arasında, dünyanın değişik yerlerinde anne-babaları tarafından
istismar edilmiş çocuklar olacaktır. Bu bir gerçek. İyi ebeveyn olmamış olan
anne-babalar var. Bu bir gerçeklik. Ebeveynlerine karşı ne kadar iyi olman
gerektiğiyle ilgili o dersi duyunca kendilerine diyorlar ki: "Bekle. Ama onlar
benim için hiçbir şey yapmadılar. Ne yaptılar ki? Aslına bakarsak beni istismar
bile ettiler." Fiziksel olarak, duygusal yönden istismar eden anne-babalar var.
Manen istismar eden ebeveynler var. Gerçekleşen her türlü istismar var. -
"Neden her şey onların lehine oldu?!" Yani birisi sadece bir tarafı dinlediğinde
üzülüyor. -"Nasıl olur da diğer taraf hakkında konuşmazsın?!"
Benzer şekilde, eğer bugünkü hutbede kocaların hakları hakkında konuşuyor
olsaydım o zaman birçok bayan üzülürdü. -"Peki ya bizim tarafımız? Ona neden
bunca hakkı vereyim? O ne yaptı ki?" Ve eğer bunu erkekler için yapıyor
olsaydım ve "Bunlar, bayanlara karşı olan sorumluluklarımız." deseydim; o
zaman da erkekler üzülürlerdi. -"Evet, tamam benim bütün bu sorumluluklarım
var ama o her zaman her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Ama onun hakkında
hiçbir şey söylemiyorsun." Ne yapmamız gerekiyor? Bu hakların ve
sorumlulukların herhangi biri hakkında konuşurken ne oluyor biliyor musunuz?
Her zaman savunmadayız. -"Bekle, bu eşitliği dengeleyecek misin?!" Bahsetmek
istediğim ilk şey buydu.
Bugünkü hutbe aslında erkeklerin sorumluluklarıyla ilgili. Ve bu, bazı erkekleri
gerçekten çok üzecek çünkü "Bayanlar hakkında hiçbir şey demedin."
diyecekler. İnşaAllah buradaki bir sonraki hutbem bayanlar hakkında olacak.
Onları da aynı şekilde üzeceğim. Söz veriyorum. Olan şu ki, çok doğal ve bana
göre iblisin kendisi tarafından desteklenen bir eğilim var: bize
sorumluluklarımızı unutturuyor ve bize sürekli haklarımızı düşündürtüyor.
Sorumluluklarınız hatırlatıldığında, kendinize diyorsunuz ki: "Haklarımı elde
edemiyorum. Neden sorumluluklarımı düşüneyim ki?" Sürekli haklarınız için
endişeleniyorsunuz. Bunun bir sonucu olarak, sorumluluklarınız hakkında daha
az endişelisiniz. Bu iki şey birbirinden bağımsızlar. Bunun zor olduğunu
biliyorum. Bunu yapmanın çok zor bir şey olduğunu itiraf edenlerin ilki ben
olurdum. Yani sadece sorumluluklarınız hakkında düşünüp haklarınız hakkında
düşünmemek. Haklarınız var. Ama sorumluluklarınız, sadece haklarınız
karşılandığında yerine getireceğiniz şeyler değildir. Öyle değil. Bunlar
birbirinden bağımsız iki şey. Özellikle adalet konusunda. Özellikle Allah'ın (azze
ve celle) karşısında nasıl duracağımız konusunda.
Eşler arasındaki ilişkiyi tanımlayan belli bir kelimenin anlamıyla başlamak
istiyorum: "erricalu kavvamune alennisa (Nisa, 4:34)". Allah'ın Nisa Suresinde
kullandığı kelime şu: erkekler kadınlar üzerinde kavvam'dırlar. Kavvam kelimesi
çok sıra dışı bir kelime. Bu birimin nasıl işlemesi gerektiğinin temeli bu kelime
gibi gözüküyor. Erkeklerin bayanlara neleri borçlu olduğu ve bayanların
erkeklere nasıl davranması gerektiği bu bir kelimenin içinde belirlenmiş. Bu
uzun bir ayet. Ayetin devamında gelen her şey bu ifadenin gölgesinde.
Bu hutbe aslında o ifade ile ilgili: erricalu kavvamune alennisa. O temel kelime -
kavvam- bizim için ne ifade ediyor? Kavvam kelimesi Arapçadaki kıyam
kelimesinden geliyor: ayakta durmak. Birkaç anlamı var. Arapça dilinin çok
değişken bir kelimesi. Bu kelimeyi kullanması, Allah'ın çok güçlü bir seçimi.
Kullanılabilecek olan başka birçok kelime var. Ama bu kelimeyi özellikle eşsiz
yapan şeylerden biri şu: kökenini Allah'ın isimlerinden biriyle de paylaşıyor.
Allah'ın Ayetel Kursi'deki ismi şu: Allahu la ilahe illa huva (e)lhayyu (e)lkayyum.
El-Kayyum kelimesi aslında kavvam kelimesi ile aynı kökenden geliyor. Buna bir
nedenden ötürü dikkatinizi çekiyorum. Dikkatinizi çekiyorum çünkü Allah'ın ismi
-Kayyum- kullanıldığı zaman o ismin güzelliğini takdir edebilmemiz için o ismi
bütün anlamlarıyla anlamamız gerekiyor. Ayrıca o ismin kendisi şimdi kutsal
olmuş oluyor. Ve bazı anlamları çıkartmak ya da orada olmayan anlamlar
eklemek hakaret gibi olur çünkü o kelime kutsal. O kelime, Allah'ın isimlerinden
biri. O kelimeden, bizim yapmamız gerekeni belirten bir isim türüyor. Onlardan
ilki: kıyam, ayakta durmak demek. Yani oturmamak. Ama bundan aktivite
anlamını anlıyoruz. Yani sürekli bir şeyle uğraşan birisi. Hiç pasif olmayan birisi.
Hani otomatik pilot ya da arabanızda hız sabitleyici sistem vardır ya. Yani bir
makine var. Onu başlattığınızda artık kendi kendine çalışıyor. Sürekli onu
çalıştırmanıza gerek yok. Biz bundan bahsetmiyoruz.