Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Allah'tan Başka Kanun Koyucu Yoktur

hamza01 Çevrimdışı

hamza01

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم

Allah'tan Başka Kanun Koyucu Yoktur

"Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey artık onun hükmü Allah'ındır. İşte Rabbim olan Allah ben O'na tevekkül ettim ve yalnızca O'na dönüp yönelirim." (Şura Sûresi, 42/10)

Cahiliye, yaşanmış bir tarihi dönem değildir. İnsanın insana kulluğu söz konusu olan bütün hayat sistemleri ve nizamları cahiliyedir.

Bugün yeryüzünde egemen olan bütün hayat sistemleri ve düzenleri istisnasız olarak bu kapsamın içindedirler. Beşerin tabi olduğu bugünkü sistemlerin tümünde, insanlar, düşüncelerini, illerini, ölçülerini, değerlerini şeriat ve kanunlarını gelenek ve göreneklerini kendileri gibi insanlardan alıyorlar. Bu durum, her yönüyle cahiliyenin ta kendisidir. Bazısının bazısını Allah'tan başka rabbler edinmesiyle, beşerin beşere kulluğu esasına dayanan cahiliye...

İslam ise, insanların düşüncelerini, illerini, ölçülerini, değerlerini, şeriat ve kanunlarını, gelenek ve göreneklerini aldıkları yegane merci Yüce Allah olduğundan, beşerin beşere kulluk yapmaktan kurtulduğu biricik sistemdir.

Başlarını eğerken, yalnızca Allah'ın önünde eğerler. Yasalara itaat ettiklerinde bir tek Allah'a itaatleri söz konusudur. Sisteme boyun eğdiklerinde yalnız ve yalnız Allah'a boyun eğmiş olurlar...

İşte o zaman -ortaksız- Allah'a boyun eğmiş olurlar. İşte o zaman, yalnızca o zaman -ortaksız- Allah'a kul olmak suretiyle, kullara kul olma zilletinden kurtulmuş olurlar.

İşte her çeşidiyle cahiliye ile İslam arasındaki yol ayırımı...

Bu dinin (İslam), ya da daha genel bir ifadeyle tarih boyunca gelen bütün resullerin tebliğ ettiği 'Allah dini' nin ele aldığı temel sorun, yeryüzünde uluhiyetin ve kullar üzerinde rububiyetin kime ait olacağı sorunudur.

Diğer bütün sorunlar, insanları ilgilendiren bütün konular, bu sorulara verilen cevap üzerine ikame edilir.

Uluhiyet ve Rububiyet kime aittir?

Yarattıklarından hiçbir ortağı bulunmayan yüce Allah'a...

İşte iman budur...

İşte İslam budur...

Ya da, onunla beraber veya onsuz bazı ortaklarındır, uluhiyet ve rububiyet.

İşte inkar budur...

Apaçık küfür budur...


Uluhiyetin ve rububiyetin sadece Allah'a ait olması demek;

İnsanların yalnızca O'na boyun eğmesi, O'na kuluk etmesi, O'na itaat etmesi ve yalnızca O'nun -kulları için seçtiği ve razı olduğu- hayat sistemine ortak koşmadan uyması demektir.

Kullar için hayat metodu ve sistemi koyan Allah'tır, insanlara şeriat gönderen sadece Allah'tır, insanlar için ölçüler, değerler, hayat prensipleri ve toplumsal düzen koyan biricik ilah ve rab olan Allah'tır.

O'nun şeriatına uymak durumu müstesna, ferd olsun, toplum olsun bu konularda hiç kimsenin bir yetkisi yoktur. Çünkü bunlar, uluhiyetin ve rububiyetin başta gelen özellikleridir.

Uluhiyet ve rububiyetin Allah'la beraber veya O'nsuz başkasına verilmesi,

Kulların hayatında Allah'tan başkasına boyun eğme, itaat etme, kulluk yapma ve insanlardan bir kısmının diğerleri için Allah'ın kitabına ve otoritesine dayanmayan; başka otoritelere dayalı kanunlar, değer yargıları ve ölçüler benimsetme şeklinde ortaya çıkar. Bundan sonra, Allah'a imandan ve İslam'dan söz edilemez. Bu, apaçık şirk, küfür, fısk ve isyandır...

İşin hakikati budur. Allah'ın hududunu aşmak, bir tek emirde olduğu gibi bütün bir hayat nizamında da olabilir. Sonuç itibariyle İkisi de birdir. Çünkü bir tek emir din olduğu gibi, bütün bir hayat nizamı da dindir. İnsanların hayat sistemlerini düzenlemede başvurdukları merci, onların uluhiyyet ve rububiyyete uygun gördükleri merciyi gösterir. İnsanlar bu noktada, ya sadece Allah'a tabi olurlar, ya da müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen O'ndan başkasına tabi olmak suretiyle şirki ve küfrü tercih etmiş olurlar.


Yüce Allah'ın İslam ümmetinin omuzlarından kaldırdığı ve onlardan önce Allah'ın yeryüzündeki hilafetini reddedip Allah'ın hududunu çiğneyen milletlerin omuzuna bindirdiği yük,beşere kulluk yüküdür. Kulların kullar için kanun koyması ve kişilere, sınıflara ve uluslara boyun eğmesi şeklinde beliren kula kulluk yükü...

Yüce Allah, müminleri kendisine kulluğa, itaate çağırmış yalnızca kendi yasalarına döndürerek kula kulluk yükünden kurtarmıştır. Bir olan Allah'a kul olmaları suretiyle, ruhlarını, akılların ve hayatlarını kula kulluk zilletinden kurtarmıştır.

Bir tek olan Allah'a kulluk, şeriat ve kanunların, değer ve ölçülerin yalnızca Allah'tan alınması demektir.

Bu nokta, beşerin kurtuluş ve hürriyet noktasıdır.

Zorbaların, tağutların, mabet bekçilerinin, kahinlerin, evham ve hurafenin, örf ve adetin, heva ye şehvetin egemenliğinden kurtuluş noktasıdır.

Aynı zamanda, Allah'tan başkasının önünde eğilmek suretiyle, büyüklük taslayan her gücün zilletini taşımak külfetinden beşeri kurtaran bir özgürlük bildirişidir.

Yeryüzünde meydana gelen en büyük bozgunculuk olayı, tevhitten yüz çevirenlerin bu davranışlarıyla sebep oldukları bozgunculuktur. Tevhidi sırf kalben tasdik etmek, onup pratik hayattaki gereklerin yerine getirmemek fesadın başlıca nedenidir.

Tevhidi gerçeğin en başta gelen özelliği, Rububiyetin ve ubudiyetin birlenmesidir. Allah'tan başkasına kulluk yapılmaz. O'ndan başkasına itaat edilmez. Her konuda başvurulacak merci yüce Allah'tır. Teşri, değer ve ölçüler, adap-ahlak ve beşeri hayatın düzenlenmesi, için gerekli olan bütün konularda, başvurulacak biricik merciin yüce Allah olması, tevhidin sosyal boyutunun gerçekleşmesi için kaçınılmazdır.

Aksi halde, kupkuru bir itaat ve sosyal hayatta hiçbir uzantısı görülmeyen kalben kabulleniş şirk ve küfürdür.

Çünkü, teslimiyet, itaat ve boyun eğme şeklinde belirmeyen hiçbir kabullenişin İslam nazarında değeri yoktur.

Evrendeki bu nizam ve intizam, onun üzerinde egemen olan bir ilahın varlığını kaçınılmaz kılıyor. Aksi taktirde fesat olurdu...

"Eğer orada Allah'tan başka tanrılar olsaydı mutlaka bozgunculuk olurdu." (Enbiya Süresi, 21/22)

Uluhiyetin gereğinin kulların hayatına yansıyan tarafı, kulların ibadetlerinin o merciye dönük olması, uluhiyet makamının, onların hayatı için yasalar tayin etmesi ve hayatlarında başvuracakları bir ölçünün ikame edilmesidir. Kim bunlardan birini kendisi için iddia ederse, kuşkusuz kendisini insanlar için bir ilah olarak takdim etmiş olur. Yeryüzünde fesat, böylesine tanrıların bollaşmasının dışında başka bir şekilde yayılmaz, insanlar, kendileri gibi insan olanlara kulluk ettiğinde; insanlardan birinin şahsı için insanlar üzerinde bir egemenlik iddiasında bulunduğunda; onlar için kanun, değer ve ölçü ikame etme yetkisine sahip olduğunu iddia ettiğinde, Firavun'un

"Ben sizin yüce Rabbinizim." (Naziat Sûresi 79/24) dediği gibi söylemese bile bu, apaçık uluhiyet iddiasıdır.

Bu iddiayı, boyun eğme, itaat etme ve teslim olma şeklinde kabul etmek şirk ve küfürdür.

Ayrıca bu olay, yeryüzünde işlenen en iğrenç bozgunculuktur.

Yalnız ve yalnız Allah'a kulluk yapmağa davet etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Beşer olsun, taş olsun...

Bu davet, nebi, resul veya başka biri olsun, bazısının bazısını "rabb" edinmemesi davetidir. Tümü de Allah'ın kullarıdırlar, Yüce Allah onları kendi dinini tebliğ etmeleri için görevlendirmiştir; uluhiyetine ve rububiyetine ortak olmaları için değil.

Yüce Allah, kimlerin müslüman olduğunu açık seçik belirtiyor...

Yalnız ve yalnız Allah'a ibadet eden, kulluk davranışlarını sadece O'na takdim eden ve birbirlerini Allah'tan başka rabler edinmeyenlerdir ancak, "müslüman" ismini hak edenler.

Bu özellikleri, onları diğer milletlerden, hayat metodlarını beşeri metodlardan ayıran en belirgin özelliktir. Bu özellikler ya gerçekleşir ve bu durumda onlar müslüman olurlar ya da gerçekleşmez ve bu durumda da bütün müslümanlık iddialarına rağmen müslüman olamazlar.

İslam, "kula kulluk" tan, mutlak surette kurtuluştur. Bütün sistemler arasında yalnızca İslam nizamı bu kurtuluşu gerçekleştirir. Bütün yeryüzü menşeli düzenlerde insanlar birbirlerini Allah'tan başka rabler edinirler. Bu durum, demokrasiden diktatörlüğe kadar bütün beşeri düzenler için geçerlidir.

Çünkü rububiyetin başta gelen özelliği, insanların ibadetlerini hak etmesidir. Bu hak, sosyal yaşamda hayat düzeni ve metodunu, şeriat ve kanun, değer yargıları ve ölçüler koymak şeklinde belirir. Yeryüzü menşeli bütün sistemlerde bu hakkı, insanlardan bazıları kendileri için iddia ederler.

Bu sistemdeki işlerin dönüş mercii Yüce Allah değil, insanlardan bazısıdır. Bu insanlar, geri kalanlar için yasalar, değer yargıları, ölçüler ve hayat metodu koyarlar, onlar da bu durumu kabullenerek onları Allah'tan başka rabbler edinirler.

Her ne kadar, onlar için secde ve rükuda bulunmasalar bile yaptıkları iş, yalnız ve yalnız Allah için olması gereken kulluktan başka bir şey değildir.

Yalnızca İslam düzeninde insanlar bu alçaltıcı durumdan kurtulurlar. Diğer insanlarla beraber düşüncelerini, hayat metodlarını ve nizamlarını, şeriat ve kanunlarını, değer ve ölçülerini sırf Allah'tan almak suretiyle hürriyetlerini elde ederler.

Bu noktada bütün insanlar eşittir. Hepsi bir efendiden emir alarak sadece Allah'a boyun eğerek birbirlerini rabler edinme zilletinden kurtulurlar. Sadece Allah'a kul olmak suretiyle, bütün şekilleriyle kula kulluktan gerçek anlamda kurtulmuş oluyorlar. Bu nokta, bütün şekilleriyle cahiliye ile İslam arasındaki yol ayırımıdır.

Şüphesiz din, Yüce Allah'ın insanların hayatı için koyduğu bir nizam ve hayatlarını doğrultusunda sürdürecekleri bir metottur. Yalnız ve yalnız Allah, böyle bir metodu koyma hakkına sahiptir.

Aynı zamanda din, sadece kendisine itaat edilen, tabi olunan, yalnızca kendisine başvurulan ve sadece kendisine teslim olunan Rabbani önderliğe itaat etmek ve tabi olmaktır.

Müslüman toplumun, kendine özgü inancı, düşüncesi olduğu gibi, kendine özgü bir önderlik kurumu da vardır. Bu önderlik, Resulullah'ın şahsında ve onun Rabbinden aldığı şeriat ve metotta somutlaşmıştır. Müslüman toplumun, bu Rabbani önderliğe uyması onların "müslüman toplum" ismini almalarını sağlar. Bundan başkasına tabi olmaları durumunda, hiçbir şekilde ve hiç bir durumda müslüman olmazlar. Bu uyma, Allah ve Resulüne başvurmak, her işi Allah'a döndürmek ve O'nun Resulü'ün hükmünü kabul ve teslimiyetle beraber hoşnutlukla uygulamak şeklinde olmalıdır.

Böylece dinin anlamı ve kapsamı belirlenmiş, imanın sınırı çizilmiş, İslamın ve müslümanın toplum nizamı ye hayat metodunun şartları belirlenmiş oluyor. Böylece iman, düşünce ve sembollerden ibaret olmaktan, İslam da bazı kelime ve davranışlar, namaz gibi ferdi kulluk davranışlarından ibaret olmaktan kurtulmuş oluyor.

İslam bunları da kapsamakla beraber, hükmeden bir düzen, uyulan bir metod, itaat edilen bir önderlik; belli bir sisteme, metoda ve önderliğe dayanan bir düzendir. Bunlar olmadan İslamın, kendisi olmayacağı gibi İslam toplumu da olamaz.

Toplumda gerekli bütün sosyal düzenlemeler, bu hakikatin yerleşmesinden sonra, kulluğun gereği olarak, Yüce Allah'ın belirlediği, dinin anlamından, imanın kapsamından, İslamın şartlarından kaynaklanır. Çünkü söz konusu olan sadece sosyal düzen ve şeriat değildir. Aynı zamanda, iman etmenin Yüce Allah'ın uluhiyetini kabul etmenin ve uluhiyeti ona özgü kılmanın ve belirlediği Rabbani önderliğe başvurmanın gereğidir. Bundan sonra yasama ve düzenlemelerin tümü bu temel ve değişmez kaynağa dayandırılır.

Bu mesele, hüküm, şeriat ve hükme başvurma meselesidir. Dolayısiyle ûluhiyet, tevhid ve iman meselesidir.

Bu mesele özünde şu soruya verilecek cevabı da taşımaktadır:

Hüküm, şeriat ve hükme başvurma, semavi dinlerin birbiri ardınca getirdikleri, resullerin kendilerinden sonrakilerin uyması için çizdikleri hidayetin üzerinde Allah'ın şeriatine, O'nun misakıne ve O'nun insanlarla yaptığı fıtri ahde göre mi olacak? Yoksa değişken arzulara, Allah'ın şeriatından bir temele dayanmayan düzenlemelere veya bir ırkın ya da ırkların geleneğine göre mi olacak? Diğer bir ifadeyle, yeryüzünde ve insanların hayatında, uluhiyet, rububiyyet ve otorite, yüce Allah'ın mı olacak? Yoksa izin vermediği halde bunların tümü ya da biri, O'nun kullarından birinin mi olacak?

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Allah'tan başka ilah yoktur. O biricik ilah olmasından ve kullarının yegane Rabb'i olmasından dolayı şeriatının yeryüzüne hükmetmesi gerekir. Peygamberlerin hükmettiği ve onlardan sonrakilerin hükmedecekleri yegane yasa budur.

Yüce Allah, bu konuda tavizin, gevşekliğin az da olsa sapmanın söz konusu olamayacağını bildiriyor. Çünkü o, bir ırkın üzerinde ittifak ettikleri bir gelenek ya da az çok Allah'ın izin vermediği şeylerde birleşen bir kabilenin geleneği değildir.

Yüce Allah meselenin, iman ve küfür, İslam ve cahiliye,şeriat ve heva meselesi olduğunu bildiriyor. Orta yol yok, uzlaşma yok. İki tarafın arasında barış yok.

Mü'minler, bir harfini gizlemeden ve hiçbir şeyini değiştirmeden Allah'ın indirdikleri ile hükmedenlerdir.

Kafirler, zalimler ve fasıklar da, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir.

Yönetenler ya Allah'ın şeriatına göre hükmedecekler ve bu durumda iman üzere olacaklar, ya da başka şeriatlarla hükmedecekler ki bu da kafir, zalim ve fasık olmaları demektir.

Yönetilenler işlerinde, ya yönetenlerden Allah'ın hükmünü kabul edecekler ve mü'min sıfatını hak edecekler ya da başka hükümler kabul edip iman dairesinden çıkacaklar.

Bu iki yol arasında bir orta yol yoktur. Bu konuda hiç bir delil, hiç bir özür ileri sürülemez. Bunda bir iyilik beklenemez, insanların Rabbi olan Yüce Allah, insanların iyiliğine olanı bildiği için şeriatını onların iyiliğini gerçekleştirecek şekilde indirmiştir. O'nun hükmünden daha güzel bir hüküm veya şeriat söz-konusu değildir. Aynı şekilde, O'nun kullarından hiç kimse, ben Allah'ın şeriatını terk ediyorum; çünkü ben, insanların çıkarını Allah'tan daha iyi biliyorum. iddiasında bulunamaz. Böyle bir söz veya davranış insanı iman dairesinden çıkarır.

İman etmek, bunun yanında Allah'ın şeriatiyle hükmetmemek veya ondan hoşnut olmamak bir arada olamaz. Hayatlarında Allah'ın şeriatıyla hükmetmeyenler ya da hükmolunduğunda ondan razı olmayanların kendileri ya da başkaları için kullandıkları iman sıfatı boş bir sözden başka birşey değildir. Yalan bir iddiadır. Ve şu kesin nas onların yalanlarını yüzlerine çarpmaktadır.

"Onlar mü'min değildirler:" (Nur Sûresi 24/47)

Konu sadece Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen yönetenlerle ilgili değildir. Ayet-i kerimenin işaretiyle yönetilenler de müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen böyle bir durumda iman dairesinden çıkarlar.

"Hayır, Rabbin'e andolsun ki, aralarında geçen meselelerde senin hükmüne başvurmadıkça sonra da verdiğin hükme içlerinde bir şüphe olmaksızın tam bir teslimiyetle razı olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa Sûresi, 4/65)

Bu ayetin muhatabı, yönetenlerle beraber, yönetilenlerdir de. Allah'ın ve Resulü'nün verdiği hükme razı olmayan ve O'ndan yüz çevirenler iman dairesinden çıkmışlardır.

Bu mesele, akidenin meselesi olduğu gibi dinin de meselesidir. Ortak koştukları tanrılar, müşriklere, hayatlarını mahvetmek ve gerçek dinlerini bulandırmak için yasalarını ve törelerini onlara süslü gösteriyorlar. Çünkü dini bulandırmakla hayatı mahvetmek aynı anlama gelir.

Ya Alahın şeriatı hakim olur ki o, apaçık bir dindir ve dolayısiyle hayat sağlıklı bir şekilde yürür. Ya da başka şeriatler hakim olur ki, bu da bulanık bir dindir ve neticede hayat çeşitli yok olma tehditleri altında anormal bir tarzda sürüp gider.

İslam'ın ilahi bir metod olması, Allah'ın uluhiyetini yeryüzüne yerleştirmek için gelmesi, kulluğun yalnızca O'na yapılması gerektiğini bildirmesi ve bu hakikatin insan topluluklarının sosyal hayatına yansımasıyla, 'kullara kulluk'tan kurtulup, 'kulların Rabbi'ne kulluk' makamına yükselmesi ve böylece O'nun şeritainden başka bir şeriatin egemen olmaması, diğer bir tabirle uluhiyeti bütün özellikeriyle Allah'a vermesi; bunun kaçınılmaz sonucu olarak, ferdlerin vicdanlarına ve akıllarına hitap edebilmesi için engel teşkil eden bütün sultaları/güçleri, otoriteleri ortadan kaldırmağa çalışması onun en tabii hakkıdır.

Evet bu özellikleri olan bir İslam ile, sadece kendisine yönelen saldırılan defetmeye çalışan yerel bir düzen, belli bir coğrafyaya tutunmaya çalışan bir İslam arasındaki mesafe uçurum gibi korkunç bir mesafedir.

Yüce Allah'ın Rab oluşunun genel anlamda ilan edilmesi ve insanların topluca kurtulması için insanları kullara kulluktan çekip kurtarmak ve yalnızca Allah'a kul olmalarını sağlamak İslam'ın en belirgin özelliğidir.

İslam nizamı egemen olmadıkça, sadece düşüncede ve birtakım bireysel davranışlarla Allah'a kulluk gerçekleşemez. Yalnızca İslam nizamındadır ki, Allah' tek başına, kullar için kanunlar koyar. Bu kanun yöneten ve yönetilenler, siyah ve beyaz, uzak ve yakın, fakir ve zengin herkes için sadece aynıdır...

Tümü de o kanun önünde eşittirler...

Fakat diğer sistemlere gelince, orada insanlar kullara kulluk etmektedirler. Çünkü hayatları için gerekli yasaları kullardan alırlar. Halbuki bu, ilah olmanın başta gelen özelliğidir. Her kim kendisinde insanlar için kanun koyma yetkisini görürse, ağzıyla söylese de söylemese de 'ilahlık iddiası' nda bulunmuş demektir. Her kim de bu iddia sahibinin bu hakka sahip olduğunu itiraf ederse ağzıyla söylese de söylemese de ona uluhiyet atfetmiş olur.

Yeryüzü, Allah'ın şeriatının dışındaki sistemler ve kanunlarla düzelemez çünkü, şeriat ve kanunların uygulanması vicdanlara hükmedecek takva gibi bir denetim unsurunu gerektirir...

Fakat kalblerde gizli olanı bilen Yüce Allah'tan gelen şeriatın egemen olması durumunda fert, kanuna karşı gelmenin Allah'ın emrine isyan ve iradesine karşı gelmek olduğunu bilir. Çünkü o, Yüce Allah'ın, niyetini ve amelinin ne olduğunu bildiğini idrak eder. Ayakları dolaşır, vücudu titrer ve takva duygusu vicdanını sarar.

Yüce Allah, kullarını en iyi bilendir, onların fıtratından psikolojik ve sinirsel oluşumlarından en iyi haberdar olan O'dur. Çünkü onları yaratan O'dur. Kalplerinde kendi ölçü, etki ve korkusunun yer etmesi için şeriatını, kanununu, nizamını ve metodunu kendisi koymuştur.

Yüce Allah biliyor ki, kalplerin kendisinden korktuğu ve umutla bağlandığı bu kaynaktan doğmayan hiç bir sistem, kalpleri itaate zorlayamayacaktır. Zorla, zulümle ve terörle insanları itaate zorlasalar bile, maddi denetini unsurlarının gevşemesi anında insanlar kalplere nüfuz edemeyen bu haksız sultalara başkaldırmaktan, karşı gelmekten geri durmayacaklardır.

(Günümüzde oyalama amacıyla da olsa kimi ülkelerde verilen kısmi özgürlükler, kontrolden çıkıp bu sahte tanrıların yerle bir edilmesine neden olabiliyor. Ne varki hareket noktası "Allah'ın ilahlığı ve insanların ona yönelik kulluğu" gerçeği olmayan hiç bir başkaldırı, hiçbir özgürlük hareketi, bir sahte tanrıyı devirse bile başka bir sahte tanrıya kul olmaktan kurtulamayacaktır.)

"Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey artık onun hükmü Allah'ındır. İşte Rabbim olan Allah ben O'na tevekkül ettim ve dönüşüm ona
 
Üst Ana Sayfa Alt