Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bid’atlerden ve Sonradan Din Adına Uydurulan Hususlardan Sakınmanın Gereği

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bid’atlerden ve Sonradan Din Adına Uydurulan Hususlardan Sakınmanın Gereği








Bu husus böylece ortaya çıktığına göre her müslümana bu dönemde düşen görev, herhangi bir bid’ate ve din adına sonradan uydurulmuş herhangi bir şeye meyletmemek ve onlara aldanmaktan alabildiğine sakınmaktır. Böylelikle kişi dinini alışageldiği ve onlarla büyüdüğü geleneklerden, adetlerden korumuş olur. Çünkü bunlar öldürücü bir zehirdir. Bu bid’atlerin afetlerinden kurtulabilen ve hakkı görüp bunlardan uzak kalabilen pek azdır.

Kureyşlilerin alışageldikleri adetler dolayısıyla Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’ın getirmiş olduğu hidayet ve apaçık belgeleri inkâr edip reddettiğini unutmayalım. Onların bu halleri küfür ve azgınlıklarına sebep teşkil etmişti. Nihayet görerek yetiştikleri ve alışageldikleri hususlar sebebiyle onun hakkında söylediklerini söylediler. Bundan dolayı İbn Mes’ud şöyle derdi: “Sonradan ortaya çıkan bid’atlerden kendinizi koruyunuz. Çünkü din hiç bir zaman kalplerden bir defada gitmez. Fakat şeytan sizler için kalplerinizden imanı büsbütün giderinceye kadar bid’atler ortaya koyar.”



Buna göre Müminin aldanmaması ve herhangi bir şey üzerindeki samimiyetinin gücünü ve o işi ibadet diye çokça yapmasını hak üzere oluşuna delil göstermemelidir. Testerelerle biçilecek olsa dahi o işten dönmemesi, o kimsenin dini hususunda hak üzere olduğuna delil değildir. Çünkü onun o iş üzerindeki kararlılığı ve samimiyeti onun hak oluşundan kaynaklanmıyor. Aksine bu işi din olarak benimseyen bir topluluk arasında yetişmesinden dolayıdır. Böyle bir ortamda yetişip onunla içli dışlı olmanın, bir şeyin –hak ya da batıl olması bir tarafa- onun içten kabul edilmesinde pek büyük bir etkisi vardır. Böyle bir kararlılığın genel olarak Yahudi ve Hıristiyanlar ile onların durumunda bulunan mürekkep bir cehalet sahibi kimseler arasında genel olarak bulunduğuna dikkat etmeliyiz.



O halde bu öldürücü zehirden alabildiğine kaçınmak gerekir. Daima hakka eğilimli olmak, şeriate tabi olmak ve bid’atleri terketmek suretiyle kurtuluşu aramaya dikkat etmek gerekir. Şüphesiz ki şeriate tabi olmak, kişinin bu dönemde yapabileceği en faziletli ameldir. Çünkü uzun bir dönemden beri sünnete muhalif amellerde bulunmak, yaygınlık kazanmıştır. O halde, sonradan din adına uydurulan işlerden alabildiğine sakınmak, kaçınılmaz bir iştir.



Çoğunluğun ittifak ettiğini görsek dahi ashab-ı kirâm döneminden sonra ortaya çıkan hususlar üzerindeki ittifaklara aldanmamalıyız. Aksine onların hallerini ve amellerini iyice tetkik etmek hususunda gayret göstermemiz gerekir. Şüphesiz ki insanlar arasında Allah’ı en iyi tanıyan ve ona en yakın olan kimseler ashaba en çok benzeyen, onların izledikleri yolu en iyi bilen kimselerdir. Çünkü din onlardan öğrenilmiştir. Şeriatin şeriat sahibinden nakledilmesi hususunda onlar esastır.
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “İnsanlar ayrılığa düştükleri takdirde siz en büyük kalabalığa uymağa bakınız.''https://www.islam-tr.org/#_ftn36 Bununla kasdedilen hakka bağlılık ve ona uymaktır. İsterse ona sımsıkı sarılanlar, sayıca az, ona muhalefet edenler çok olsun. Çünkü hak denilen şey, ilk cemaatin izlediği yoldur ki, bunlar da ashab-ı kirâmdır. Onlardan sonra batılın çokluğuna itibar edilmez.



Fudayl b. İyad’ın şu anlamda bir sözü vardır: “Sen hidayet yolunu izlemeye bak. O yolu izleyenlerin sayıca az olmalarının sana bir zararı olmaz. Sapıklık yollarından da kendini koru Helâk olanların çokluğu da sakın seni aldatmasın!”

Seleften birisi şöyle demiştir: “Eğer sen şeriata uygun düşersen hakikati de görmüş isen, isterse bütün mahlukat senin görüşüne muhalefet etsin, aldırma.”


İbn Mes’ud da şöyle demiştir: “Sizler işlerde elini çabuk tutan kimselerin en hayırlılarınız olduğu bir zamandasınız. Sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda insanların en hayırlıları işini sağlam tutan ve üzerinde dikkatle duran kimseler olacaktır. Çünkü o zaman şüpheler çoğalacaktır.”



İmam Gazali şöyle demiştir: “Andolsun doğru söylemiştir. Çünkü bu zamanda ileri atılıp içinde bulundukları hallerde kalabalıklara uyan ve onların daldıkları şeylere de dalan kimseler, kalabalıkların helâk olduğu gibi helâk olur gider.”



Çünkü dinin aslı, dayanağı ve onu ayakta tutan direği, çokça ibadet, çok Kur’an okumak, açlık ve benzeri hallerle mücahede etmek değildir. Onun esası dini bid’atlerden ve din adına sonradan uydurulmuş şeylerden gelecek afet ve musibetlere karşı himaye edip korumaktır.



Bid’atlerin çokluğu ve yaygınlık kazanmış olması dolayısıyla adeta bid’atler dinin şiârlarından yahutta bizim için farz olan hususlardanmış gibi bir hal almış bulunuyor. Keşke bizler bu işleri bid’at diye bilerek yapmış olsaydık. Çünkü durum böyle olsaydı, o vakit tevbe etmek, bu işlerden mağfiret istemek umulurdu. Fakat bizler bu bid’atleri itaat ve ibadet diye aldık, onları kendimize din edindik. Bu hususta bizden önce gelip yanılan, yanlışlık yapan, yahut gaflete düşen kimselerin izlerine uyduk, arkalarından gittik. Bu gibi kimseleri dinimiz hususunda kendimize önder kıldık.



Birileri gelip te bizim işlediğimiz bu bid’atlere karşı çıkar ve tepki gösterecek olursa, eğer bu kalbimizden kendisine saygı duyduğumuz kişilerden ise, ona böyle bir iş caizdir, bunun caiz olduğunu filan söylemiştir, der ve ona yanılan, yanlışlık yapan yahutta gaflete düşen bizden öncekilerden birilerinin adlarını zikrederiz. Şayet kalbimizden kendilerine saygı duymadığımız kimselerden ise beklemediği, hatırından geçirmediği sözleri bizden duyar. Bütün bunlara sebep ise bizdeki mürekkep cehalettir. Çünkü bizler eğer kendi nefislerimizi gerçek cahilliği ile görecek olsak, bize hakkı gösteren kimselerin verecekleri cevapları kabul eder, yanılan, yanlışlık yapan ya da gaflete düşen kimseleri dinimiz hususunda delil diye ileri sürmezdik. Zira insanın din hususunda masum olandan başka bir kimseyi taklit etmesi caiz değildir. O ise ya şeriatın sahibi olandır yahutta şeriat sahibinin kendisi hakkında hayırlı bir şekilde tanıklıkta bulunduğu kimselerdir. Bunlar şâriin hikmeti gereği herbirisine belli bir fazilet tahsis etmesini gerektirdiği ilk üç nesildir.
 
Üst Ana Sayfa Alt