Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Bir bozulma ki...Karşısında Hz. Ebubekir Yok

laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Tarihi kırılma noktasındayız
Bugün kendi coğrafyamıza şöyle bir göz attığımızda, karşımızda devasa problemlerin olduğunu görürüz. Ufalanmalar, tefessühler, bidatler, duyarsızlıklar, çelişkiler, gizli şirk ve nifaklar ve daha birçok sapmaları müşahede etmiş oluruz.

İslam ümmeti, tarih boyunca çeşitli bela ve musibetler yaşadı, dini sapmalar, dini değiştirmeye yönelik teşebbüsler ve daha birçok tehlikeler atlattı. Ancak hiç biri bu gün yaşadıklarımız kadar acı verici değildir.

Bugün yaşadıklarımız, İslam tarihinde eşine az rastlanır bir bozulmadır. Çünkü Hz. Ebubekir döneminde ve diğer dönemlerde yaşanan irtidatlarda (dinden dönme olayları), irtidat eden; ismini, mahallesini hatta Müslüman kadınla evliyse hanımını değiştirirdi.
Yani öte tarafa geçerdi. Kimliği belli idi. O bizden değildi…

Böylelikle o irtidat eden insanın, kimseyi aldatma veya saptırma şansı yoktu. Ancak bu günkü durumumuz çok farklı. Büyük mütefekkir Mehmet Akif Ersoy’un deyişiyle; “ne Müslüman ne fireng; öyle bir vucud-i sefil.”

Bu hazin halimizi, yıllar önce büyük İslam âlimi Ebü’l Hasan en-Nedvi bir risalesinde şöyle dile getirmişti; “Bir irtidat ki Karşısında Ebubekir yok!” Evet, öyle bir bozulma ki karşısında Ebubekir Efendimiz yok.

Esasında, şu andaki halimizi iyi analiz edebilmemiz için ümmet olarak tarihte yaşadıklarımızı şöyle bir gözümüzün önünden geçirmemiz lazım. Belki de ne halde olduğumuzu daha iyi fark etmiş oluruz.

Bu önemli hadiselerden belli başlı olanlarını sıralayacak olursak;

1- Hz Ebubekir Efendimiz dönemindeki dinden dönme olayı ve Ridde Savaşları,
2- Moğol istilası zamanında yaşanan büyük felaket,
3- Haçlı seferleri ve İslam âleminin o zamanki parçalanmışlığı,
4- Endülüs kıyımı ve çöküşü,
5- İmam Rabbaninin dönemindeki yozlaşma ve İmam’ın şanlı kıyamı,
6- Ve bu gün yaşadığımız dini, imanî ve ameli yozlaşma.

Yazımızda, bu tarihi hadiseleri özet olarak inceledikten sonra, bu günkü halimizin ne olduğunu görmeye ve tarihte iz bırakmış bu büyük felaketlerle günümüzü kıyaslamaya çalışacağız.

Tarihin gölgesinde
Ridde Savaşları

Resûlüllah sallahu aleyhi vesellemin vefat haberini alan Yemen, Necd ve bazı bedevi kabileler, özellikle zekât ödemeyi reddederek isyan ettiler. Bazıları peygamberliğini ilan etti, bazıları dine yeni şekil vermeye çalıştı, kendi içlerinde dinden dönmeyenleri öldürdüler. Ayrıca kendilerine inandırdıkları kalabalıkları peşlerine takarak, İslâm hükümranlığını tehdit etmeye başladılar.

Hz. Ebubekir radıyallahu anhu efendimiz, bu vaziyet karşısında minbere çıktı ve adeta kükreyerek; “Vallahi, zekât olarak verecekleri hayvanların bağlanacakları iplerini dahi vermedikleri takdirde, ben onlarla harp edeceğim” dedi.

Hz. Ebubekir efendimiz, büyük bir feraset ve cesaretle bu bozulmanın karşısında durdu. Hiç tereddüt etmedi hatta Hz. Ömer efendimiz ve Hz. Ali efendimizle yaptığı istişareden sonra, onların görüşlerinden farklı olarak, kendi bildiği ve inandığı reyi ile hareket etti.

Aman Allah’ım! O ne büyük bir liderlikti. Ebu Bekir efendimiz, bir keresinde mürtedlerin (dinden dönmüş kimselerin) Medine’ye saldırabileceklerini düşünerek Hz. Ali’nin de içinde olduğu, üç müfreze hazırladı ve şehre giren yollara yerleştirdi. Daha sonra herkesin mescitte toplanmasını istedi.

Nitekim o, düşüncesinde yanılmamış ve üç gün sonra, mürtedler gece vakti harekete geçmişlerdi. Ancak yolları bekleyen birlikler, onlarla çatışarak şehre girmelerini engelledi ve durumu Hz. Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir (ra) mescittekilerle birlikte hemen harekete geçerek onları püskürttü.

Öte yandan Hz. Ebu Bekir (ra), geceyi savaş hazırlığı ile geçirdi ve sabaha yakın, başında bulunduğu ordu, yaya olarak hızlı bir yürüyüşle düşman karargahına ulaştı. Onlar hiçbir şeyden habersiz olarak dururken, Müslümanların ani saldırısı karşısında çok sayıda kayıp vererek, kaçmak zorunda kaldılar.

Bu tarihi hadiseyi uzun bir şekilde anlatmamızın sebebi şu; Peygamberimizin vefatından sonra, İmam Ebubekir (ra) tavizsiz ve korkusuz bir şekilde bu bozgunun üzerine gitti. Asla tereddüt etmedi. İslam birliğini yeniden kurdu. Bozuk inançları, peygamberlik iddiasında bulunanlarla beraber tarihe gömdü. Bu, onun ne kadar ferasetli bir lider olduğunun kanıtıdır, imanın tezahürüdür. Bu ibretli dönemi, her Müslüman detaylıca okumalıdır. Özellikle tarihe “Ridde Savaşları” olarak geçmiş olan bu hadise, çok önemli dersler içermektedir.





Moğol istilası

Moğollar İslam âlemi üzerine yürüyünce, büyük bir facia yaşandı. Önce Harzemşahlar devletini ve Müslüman Türkmenleri katlettiler. Buhara, Semerkand, Taşkent, Gürgan sırasıyla yerle bir edildi, bütün kitaplar Amuderya’ya atıldı, şehirler yakıldı ve kadınlar kirletildi. Daha sonra İran, Abbasilerin başkenti Bağdat ve en son Selçukluları yerle bir ettiler.

Müslümanlar, o kadar korkmuşlardı ki artık kimse onlarla mücadeleyi göze alamıyordu. Hatta; bir Moğol askeri gelir, bir Müslüman’ı yere yatırır ve elini bıçağına atar, üzerinde olmadığını anlar ve onu o halde bırakır, yaklaşık yüz metre ötedeki çadırından bıçağını alır ve gelirdi de bu Müslüman hala kurbanlık koyun gibi uzanmış hareketsiz şekilde onun gelip kendisini öldürmesini beklerdi ve Moğol askeri, o Müslüman’ı oracıkta öldürürdü.

İşte, İslam âleminin yakılıp yıkıldığı ve ufuklarında dumanların yükseldiği böyle bir zamanda, İslam âlimleri üstün bir feraset ve gayretle tebliğ çalışmasına başladılar, hem Müslümanlarda meydana gelen dini sapmaları düzelttiler hem de kendilerine katliam yapan dinsiz Moğolları İslam’a kazandırdılar. Öyle ki Şeyh Feridüddin Attar, bu dönemdeki tebliğ çalışmaları sırasında 114 yaşında şehit edilmiştir.

Haçlı Seferleri

1095-1270 yılları arasında, Avrupalı Katolik Hıristiyanlardan bir kısmı, Papa’nın çeşitli vaatleri ve talebi üzerine bir kısmı ise şahsi macera ve menfaat arayan sürüler halinde, İslam topraklarına yürüdüler.

Yaklaşık iki yüzyıllık bir dönem halinde devam etti bu akınlar.1099 yılında Kudüs’ü ele geçirdiler ve tarihin en büyük katliamlarından birini gerçekleştirdiler.

Daha sonraları, dağınık vaziyette bulunan İslam ümmeti içinden Selahaddin Eyyubi bir mücadele başlattı. O zamanlar, Bağdat’ta bin bir gece masallarına konu olan saray eğlenceleri ile meşgul olan Abbasi devleti, onun çağrısını duymadı bile! Anadolu’da birbirleriyle ihtilaf halinde olan Müslüman Türk Beylikleri de yeterince yardımcı olmadılar.

Selahaddin, büyük bir iman gücüyle 250,000 barbar haçlı sürüsüne karşı 30,000 Müslüman gençle -Allahın izni ile- Müslüman topraklarını bu beladan kurtardı. Bu musibetlerden sonra, İslam âlemi hem emniyet içinde kaldı hem de dağınıklıktan doğabilecek ümitsizliğe düşmedi.

Endülüs kıyımı ve çöküşü

Endülüs İslam devleti, yüzyıllarca büyük âlimlerin yetiştiği ve Avrupa’yı dahi aydınlatan büyük ilim merkezlerine sahip bir İslam vatanıydı.

“Hayy ibni Yakzan”ın yazarı İbni Tufeyl, büyük Şair İbni Cubeyr, felsefe, matematik ve tıp âlimi İbn-i Rüşt, Astronom Zerkai, Şeyhül Ekber Muhyiddin el Arabî ve büyük müfessir Kurtubî ve daha niceleri (rahmetullahi aleyhim ecmain)…

Evet, bu güzide âlimlerin hepsi bu topraklarda yetişti. Ama öyle bir gün geldi ki gözü dönmüş İspanyol Hıristiyanlar tarafından 1492 tarihinde, İber Yarımadası’nda büyük bir katliamla yok edildiler. İnsanlar tek tek Hıristiyanlığa zorlandı. Kabul edenlerin ismi değiştirildi ve kiliselerde merasimler yapıldı. Kalanlar ise tek tek öldürüldü. Bu öldürülme ameliyesi aylar sürdü tâ ki; İslam adına hiçbir iz bırakılmadı.




Rabbanî İmam’ın şanlı kıyamı

Moğol istilasından sonra, kıyıma uğramayan yerlerden Hindistan’da, Babür Türk devletinin hükümdarlarından Ekber Şah, 582 yılında, bütün eyalet valilerinin önünde “Din-i İlahi” diye, sahte bir din kurduğunu resmen ilan etti.

“Bütün dinlerin iyi tarafları alınacak” diye temellendirdiği uydurma dininde Ekber Şah, topyekûn İslam’a ve hükümlerine savaş açtı, içki içmeyenleri cezalandırdı, namaz kılanlara türlü işkenceler yaptı.

İmam-ı Rabbanî, Hz. Ömer Efendimizin soyundan gelen ve muttakî âlimlerin elinde yetişmiş değerli bir İslam âlimiydi. Hocaları, iman ve amellerini; bu azgınlık ve sapıklık seli içinde korumayı başarabilmişlerdi. Tasavvuftaki üstadı, Nakşibendiyye mürşidi Muhammed Bâkibillah'tı. O bir dostuna yazdığı mektubunda “İmam Rabbânî'nin gelecekte dünyayı aydınlatacak bir ışık olabileceğini” söylüyordu.

Bu keşif doğru çıktı. Çünkü İmam-ı Rabbanî, sözü geçen fitne ve fesada karşı İslâm'a hizmet için harekete geçti. Hindistan'da birçok âlim, mutasavvıf kimse bulunduğu halde o, Ekber Şah’ın sapkın girişimine karşı, dini ihya için tek başına mücadele etti. Bu, silahsız ve kimsesiz yiğit âlim, iktidarın himayesindeki bütün çirkinlik ve sapıklığa muhalefet etti. Hapse atıldıysa da İslâm'ı savunmaya devam etti.

Hakkı haykıran İmam’ın karşısında, geniş imkânlarına rağmen batılın temsilcisi Ekber Şah âciz kaldı. Sonuçta, İmam-ı Rabbanî kötülük akımının yönünü değiştirmeyi başardı ve sonraki hükümdar İslam’ın aslına döndü. O fasit düşünceye sapmış Müslümanlar da tövbe ettiler.

Bu tarihi hadiseyi inceleyenler, şu hakikati görmüş olurlar ki eğer İmam-ı Rabbani bu dejenerasyona karşı çıkmasaydı, bugün o coğrafyada İslam’dan bahsetmek belki de mümkün olmayacaktı.

Ve bizim halimiz

Toplumsal yapımızı inceleyen her akıl sahibi, şunu net bir şekilde görecektir ki geçmişe nazaran, bugün Müslümanların hayatını sarmalayan cahili hayat, tek renk ve tek boyutlu değildir. Adeta tarihte yaşanmış tüm musibet, bela ve sapmaların bir konsantresidir.

Hz. Ebubekir dönemindeki irtidat ve dinin değiştirilmeye uğraşılması, Moğol dönemindeki sinmişlik ve katliam, Endülüs dönemindeki katliam ve din değiştirmeye zorlama ve İmam-ı Rabbani dönemindeki sinsi düşmanlık… Evet, bunların hepsi, adeta bir koalisyonla vücuda geldiler!

‘Bir bozulma ki karşısında Ebu Bekir yok!’

Ayeti kerimede mealen, “…Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d; 11) buyruluyor.

Toplumlar, Rablerinin emir ve yasaklarına uymayarak, şirke, zulme, karanlığa battıkları gibi; Rablerine itaat ederek de tevhide, adalete ve mutluluğa kavuşurlar.

Günümüz Türkiye’sinde, bazılarımız işlerin iyi gittiğini, İslami çalışmaların semere verdiğini ve toplumun İslamî duyarlılıklarının artığını zannetse de bir nebzecik böyle görünse de maalesef gerçek bu değildir.

Küfür çarkları dönüyor, İslam âlemi elli parçaya bölünmüş ve birbirlerinden habersizleştirilmiş. Onca zengin kaynaklara rağmen, İslam âlemi sefalet içinde. Ulusal sınırlar içerisinde hapsedilen Müslümanlarda, farklı İslami inançlar tezahür etti. Artık İslam’ın gül ve laleleri koku vermiyor bu coğrafyada.

Bizim halimiz, adeta Nuh Aleyhisselam’ın gemisine benzemektedir. Her cinsten bir çift var gemide. Cahili hayatla fazla ihtilat halinde olduğumuzdan, çoğu İslami duyarlılıklarımızı kaybetmişiz. Adeta hendek kumla doldu ve İslam safları ile Ahzap ordusu birbirine karıştı.

İnsanlar, adeta yeryüzündeki günlük işlerinde ve hayatın kendisiyle kaim olduğu tüm alanlarda, Allah’ı unuttular. Bir bakıma (hâşâ) Allahu Zülcelal’in ulûhiyeti gökyüzü ile sınırlandırılmış ve yeryüzündeki Rableri nefisleri olmuştur. Yani sureten bir Müslümanlık söz konusu.

Televizyonlarda her gün İslam’a hakaretler ediliyor! Ailecek izlediğimiz dizilerde, insanlar gayet rahat bir şekilde hem ‘elfazı küfrü’ (dinden çıkarıcı sözler) söyleyebiliyor hem de uygunsuz, müstehcen davranışlarda bulunabiliyorlar.

Edebiyatçılarımız edepten uzak, okumuşlarımız şuursuz, kadınlarımızın hayâ perdesi yırtılmış, gençlerimiz asaletsiz, bilim adamlarımız hedefsiz! İşte böyle bir toplum var ortada…

Neler var neler! Televizyonlara bazı sözde ilahiyatçılar çıkıp inanan insanların kafalarını bulandıran açıklamalarda bulunuyorlar. Bu yaptıkları açıklamaların nelere yol açacağını hiç düşünmezler. İnsanlar adeta neyin doğru, neyin eğri olduğunu karıştırmaya başladılar.

Allah aşkına, Hz. Ebubekir Efendimiz dönemindeki bedeviler: “Biz İslam’ı bıraktık, biz gavur olduk” demiyorlardı ki onlar hevâlarına göre, yani dolaylı olarak, “Vahyin bildirdiği şekilde değil de bizim hoşumuza giden şekliyle iman etmek istiyoruz” diyorlardı. Bunu bazıları: “Biz Müslümanız ama zekât vermeyiz” bazıları: “Biz Müslümanız ama namaz kılarken secdeye gitmeyiz, Allah’ın buna ihtiyacı yok” diyerek dile getiriyorlardı.

Şimdi oturup o zamanla günümüzdeki toplumun halini kıyaslayalım. Gerçekten bugünkü toplumun ahvali, o bedevilerinkinden ne kadar farklıdır? Acaba Ekber Şah’ın söyledikleri bundan ne kadar farklıydı?

Şunu unutmamak lazım başımıza her ne geliyorsa bu “hevâi” hayatın neticesidir. Sünnetullah çerçevesinde işleyen bir mekanizmanın sonucudur başımıza gelenler. Yani elimizin kesbidir. Bir toplum, özündeki güzellikleri değiştirirse Allah da onların durumunu değiştirir.

Biri çıkıp “Yahu ne olacak bu halimiz, baksanıza toplum olarak batıyoruz!” derse buna verilecek cevap şu olsa gerek: “El ceza’u min cinsi’l amel” yani “amelimizin cinsinden olan ceza” demek doğru olur.

Maalesef durumumuzun vahametinin farkında değiliz. Her gün cinnet haberleriyle irkiliyoruz. Adam öldürmeler, kaçırmalar, delirenler, ırza geçmeler, ihanetler, şenaatler, günlük hayatımızda sıradan olaylar haline geldi. Yani içinde bulunduğumuz cemiyet gemisi batmaya yüz tutmuş.

Kimse çıkıp bu hali sorgulamıyor: “Biz bu hale nasıl geldik, bu durumlara nasıl düştük?” demiyor.

Dindar dediğimiz İslami kesimin de durumu pek iç açıcı değil. Zenginler zevkü sefaya düşmüş, fakir fukaradan haberleri yok. Geçenlerde, gazetelerde şöyle bir haber okumuştum; Müslüman bir zengin hem de sakallı, yatak odasına akasya ağacı koydurmuş. Mobilyalarını da İtalya’dan getirtmiş. Şu hale bakın!...

Tasavvuf ehli Müslümanlar?… Bölük pörçük olmuş ve her camianın farklı duyarlılıkları, olaylara farklı yaklaşım şeklileri var.

Netice itibarı ile herkes yeniden şunu düşünmeli: “Biz Müslüman mıyız?” İlk Müslümanlar İslam’ı nasıl algıladılar ve bugün biz onu nasıl algılıyoruz? Avam insanlar olarak bunu iyice düşünmeliyiz.

İlim sahibi olanlar da şunu düşünmeli: İslam ümmetinde; dinin, imanın ve amelin tahrifatında, nasıl bir tashih ameliyesi gerçekleştirmeli? Bir felaket veya sapma olduğunda, Hz. Ebubekir Efendimiz ne yapmıştı ve ondan sonraki dönemlerde yaşanan bozulmalarda, İslam âlimleri ne tür tedbirler aldılar, tebliğlerindeki yöntem neydi?

Ve biz bilcümle Müslümanlar, oturup Medine’de Resulullah’ın ordusu ile Ebu Süfyan ordusu arasında kazılan hendeği, tasavvurlarımızda yeniden kazmalıyız. Sonra dönüp bakmalıyız “Acaba biz bu hendeğin hangi tarafındayız?”

Allah Tealâ’nın şu emrini tefekkür ederiz, inşaallah: “Ey iman edenler! İman ediniz...” (Nisa; 136)

Allah, bizi gerçek İslam’a ve gerçek Allah dostlarına tabi eylesin, âmin.
MUHAMMED Z. YILDIZ
 
Üst Ana Sayfa Alt