Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü "Din Hususunda Size Zorluk Yüklemedi" Ayetinden Çıkarılan Kaideler Nelerdir?

أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Selamun Aleyküm ve Rahmetullah;

"O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi."
(Hac 78)

Bu ayetin tefsirinde Abdurrahman es-Sa'dî diyor ki:
"...Bu ayetten şu şer'î kaide çıkarılmıştır: 'Zâruretler, mahsurları mübah kılar.' Bunun kapsamına da fıkha dair kitaplarda bilinen pek çok fer'î hüküm girmektedir."

Bu ayetin, bu kısmından çıkarılan şer'î ve fıkhî kaideler nelerdir? Bu kaideler ile ilgili sünnetten ve muteber âlimlerden destekleyici beyyineler var mıdır? Buradaki "zâruret" denilen şeyi nasıl tanımlamışlardır?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum Selam we rahmetullahi ve berakatuh;

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ
Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük (zorluk) yüklemedi. Babanız İbrahim'in milletine uyun. Daha önce ve bunda, peygamberin size şâhid olması, sîzin de insanlara şâhid olmanız için size müslüman adını veren odur. Artık, namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sâhib ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac 78)

هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ
O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük (zorluk) yüklemedi.

İbn Cerîr, Hâkim ve ibn Merdûye, Âişe (r.anha)’den bildirir: Peygambere (s.a.v.): "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..." (Hac 78) buyruğunu sorduğumda, güçlükten kastın sıkıntı ve katılık olduğunu söyledi. (İbn Cerîr, 16/641, 642 ve Hakim , 2/391, "sahîh")

Abd b. Humeyd ve bn Ebî Hâtim’in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..." (Hac 78) buyruğunu açıklarken: "Güçlükten kasıt sıkıntı ve katılıktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed'den bildirir: Ebû Hurayra, İbn Abbâs’a: "Hırsızlık yapmamız veya zina etmemiz durumunda bizim için dinde bir sıkıntı doğmaz m?" diye sorunca, ibn Abbâs: "Evet, doğar" dedi. Ebû Hurayra: "Ama Yüce Allah: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..."(Hac 78) buyuruyor' deyince, İbn Abbâs: "Yüce Allah daha önce İsrail oğullarına yaptığı gibi sizlere ağır bir sorumluluk yüklememiştir" karşılığını verdi.
İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'dan bildirir: İbn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..."(Hac 78) buyruğunu açıklarken: "Bundan kast, Yüce Allah'ın tövbe ve kefaretler gibi İslam dininde kıldığı kolaylıklardır’ derdi.

Saîd b. Mansûr, bn Cerîr, İbnu’l-Münzir ve bn Ebî Hâtim'in Osman b. Yesâr vastasyla bildirdiğine göre ibn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..."6 buyruğunu açıklarken şöyle demiştir: "Ramadan hilali, hac hilali, Kurban ve Ramadan bayramlar günü ve benzeri durumlar konusunda şubhe içinde olunduğu zamanlar için tanınan kolaylıklardır." (İbn Cerîr, 16/643)
Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu’l-Munzir, Saîd b. Cubeyr'den bildirir:
İbn Abbâs'a ( حَرَجٍۜ ) ‘harec ifadesinin ne anlama geldiği sorulunca: "Bana Huzeyl kabilesinden bir adam getirin" dedi.

Huzeyl kabilesinden bir adam gelince de Ona: "Sizde ( حَرَجٍۜ ) ‘harec kelimesi ne anlama geliyor?" diye sordu.
Adam: “Üzerine çıkılacak bir yeri bulunmayan ağaç anlamına geliyor” karşılığını verince, İbn Abbâs: “İşte harec budur. Çıkışı (çözümü) olmayan şeydir” dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Munzir ve Beyhakî Sunen’de Abdullah b. Ebî Yezîd’den bildirir:
ibn Abbâs’a ‘harec’ ifadesinin ne anlama geldiği sorulunca:
“Burada Huzeyl kabilesinden biri var mı?” dedi.
Adamın biri: “Ben Hızeyl kabilesindenim” deyince,
İbn Abbâs Ona: “Sizde ‘harec’ kelimesi ne anlama geliyor?” diye sordu.
Adam: “Sıkıntı, darlık” karşılığını verince,
İbn Abbâs: “İşte harec budur” dedi. (Beyhakî, 10/113)

İbn Ebî Hatim, ikrime'den bildirir: "Harec, sıkıntı ve darlıktır. Ancak Yüce Allah, İslam dinini sizlere sıkıntı ve güçlük dini değil kolaylık dini kılmıştır.
Kişinin, kadınlardan iki, üç, dört tanesiyle evlenmesini veya sâhib olduğu cariyeyle yetinmesini helal kılmış; leşi, kanı ve domuz etini haram kılmıştır.”

Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî Zuhriyyât’ta ve ibn Asâkir, ibn Şihâb'dan bildirir:
Abdulmelik b. Mervân, Ali b. Abdillah b. Abbâs'a: “
هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ (Hac 78) buyruğunda zikredilen harec ifadesini sorunca, Ali b. Abdillah şöyle dedi: “Harec’ten kast sıkıntı ve güçlüktür. Ancak Yüce Allah kefaretleri bu tür güçlüklerden bir çıkış, bir kurtuluş olarak kılmıştır. İbn Abbâs'ın böyle dediğini işittim .” (İbn Asâkir, 43/51)

Beyhakî Sunen’de Muhammed b. Zeyd b. Abdillah b. Ömer'den bildirir:
Ömer b. ei-Hattâb: هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ (Hac 78) âyetini okuduktan sonra: “Bana Mudlic oğullarından bir adam getirin" dedi. Mudlic oğullarından bir adam getirilince Ona: “Harec ifadesi sizde ne anlama geliyor?” diye sordu.
Adam: “Sıkıntı, güçlük anlamındadır” dedi. (Beyhakî, 10/112, 113)

Ahmed, Huzeyfe b. el-Yemân'den bildirir:
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) uzun bir süre görünmedi ve evinden dışarı çıkmadı ki artık o günü yanımıza çıkmayacağını düşündük. Çıktığında da şöyle bir secdeye gitti ki ruhunu teslim ettiğini zannettik.
Başını secdeden kaldırdığında şöyle buyurdu: "Rabb'im ummetime ne yapacağı konusunda bana danıştı.
«Rabb'im! Dilediğin şeyi yap. Onlar senin yarattıkların ve kullarındır» dedim.
İkinci defa bu konuda bana danışınca yine aynı karşılığı verdim.
Bunun üzerine: «Ey Muhammedi Ummetin konusunda seni üzmeyeceğim» buyurdu. Ayrıca benimle birlikte ummetimden yetmiş bin kişinin hesaba çekilmeden herkesten
önce Cennete gireceği ve bu yetmiş bin kişiden her bin kişinin yanında yetmiş bin kişi daha olacağı müjdesini verdi.
Sonra bana bir elçi göndererek: «Dua et, duana icabet edilsin. İste istediğin verilsin» dedi.
Elçiye: «Rabb'im istediğim şeyleri verecek mi?» diye sorduğumda: «İstediğini sana vereceği için beni sana gönderdi» dedi.
Bununla övünmüyorum ama Şanı yüce Rabb'im bana istediklerimi verdi. Henüz hayatta iken geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışladı.

Ummetimin aç kalmayacağını ve yenilmeyeceğini bildirdi. Cennette havuzuma doğru akan bir ırmak olan Kevser'i de bana bahşetti. İzzeti ve zaferi verdi.
Ummetime, düşmana karşı bir aylık mesafeden korku salma özelliği verdi.

Peygamberler içinde Cennete ilk önce benim gireceğimi bildirdi. Bana da ummetime de ganimeti helal kıldı. Daha önceki ummetlere yasak kıldığı birçok şeyi de bizlere helal kılıp dinde bizlere hiçbir güçlük yüklemedi. Bütün bu verdiklerine şükür olarak da gördüğünüz bu secdeden başka bir şey bulamadım."
(Ahmed, 38/361; 23336.
Muhakkikleri: "İsnad zayıftır" demişlerdir.)


İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mûkâtil b. Hayyân: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ..."(Hac 78) buyruğunu açıklarken şöyle demiştir:

"Yüce Allah bu dini bize zorlaştırmam, İslam’a girenler için kolaylıklar sağlamıştır.
Farz kıldığı bütün şeylerde de zaruri durumlarda ruhsatlar kılmıştır. Dindeki bu ruhsatlar da Müslümanlara kıldı bir kolaylık ve rahmettir. Örneğin Yüce Allah mukîm olanlar için namaz dört rekat olarak farz kılmışken yolculuk anında iki rekat, korku anında da bir rekat kılmıştır. Kıble konusunda da ruhsat kılmıştır ki kişi hangi yöne doğru yönelmiş olursa olsun imayla namazını kılabilir. Unutma ve hatayla yapılan işlerde kişiyi sorumlu tutmaması da bu kolaylıklardandır. Yine abdest ve gusulde de ruhsat kılmıştır. Kişi su bulamadığı zaman temiz toprakta teyemmum ile abdestini veya guslunu almış olur. Orucu mukîm olanlar için farz kılmışken hasta ve yolcu için başka günlerde tutma, tutma gücü olmayanlar için her bir güne karşılık bir yoksulu doyurma da bu ruhsat ve kolaylıklardandır. Azık veya binek bulamama veya bir engelden dolayı ulaşamama durumunda da hac konusunda ruhsat kılmıştır. Binek ve nafaka bulamama durumunda cihad konusunda da ruhsat tanımıştır. Aşırı açlık gibi zaruri durumlarda kişiye açlıktan ölmeyecek kadarıyla ölü eti, kan ve domuz etinden yeme ruhsat vermiştir. Kur'ân'da bu yöndeki şeyler Yüce Allah’ın bu ummete tanıdı ruhsat ve kolaylıklardandır." (Celâleddîn es-Suyûtî, Ebu'l-Fadl Bekr Abdurrahman b. Muhammed b. Ebî Bekir, ed-Durru’l-Mensûr fi't-Tefsîr bi'l-Me'sûr, C. 10, Sf: 541 - 544)



Zarûretin Tarifi ve Hükmü:

Zarûret, ilmen (yani kesin olarak) veya zannen helak olmaktan korkmaktır. Buna göre, ölme kertesine gelinceye kadar sabretme şartı yoktur. Dört mezhebde de hükmü, haram olan (el-Mebsut, a.y.; el-Bedâyi', VII, 176; Tebyînu'l-Hakâik, V, 185; ed-Durru'l-Muhtâr ve Reddu'l-Muhtar, V, 92; 338; Dureru'l-Hukkâm, I, 310; eş-Şerhu'l-Kebir, H, 115; Muğni'l-Muhtâc, IV, 306; el-Muğnît VIII, 596; et-Furâk, IV, 183; Ahkâmu'l-Kur'ân (el-Cessâs), 1,148,150; Ahkâma' Kur'ân (İbnu'l-Arabî), 1,56) şeyden kendisini ölümden kurtaracak (yani hayatını koruyabilecek kadar) ve ölümden yana emin olacak miktarda yemenin vâcib olmasıdır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Fakat her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa (zaruret duyarsa) saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla yerse onun üzerine günah yoktur" (Bakara, 173);
"Ve ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız." (Bakara 195);
"Kendi kendinizi öldürmeyiniz." (Nisa, 29).
Şâyet ölünceye kadar yemeyi ve içmeyi terk edecek olursa asi olur. Çünkü bu gibi durumlarda nefsi tehlikeye atmak vardır ki, Kur'an-ı Kerim'in hükmüyle bu yasaklanmıştır. Diğer taraftan o, Allah'ın kendisine helâl kılmış olduğu şey ile kendisini hayatta tutabilmek imkânına sahip olduğundan bunu yapması, -tıpkı beraberinde helâl bir yiyecek bulunması hâlinde olduğu gibi- lâzımdır.

Ancak ölünceye kadar tedavi olmayı kabul etmeyen kimsenin durumu bunun hilafı nadir. Bunu kabul etmesi üzerine vâcib değildir, tedaviyi terk etmekle de asi olmaz. Çünkü yapılan tedavinin ona şifa vereceğine dair kesin bir kanaat yoktur. Bununla birlikte Hanbelîler, muztar kimsenin dilenmeyi meyte yemekten öne almasının vâcib olduğunu belirlemişlerdir.

Ebu Yusuf ve el-Muhezzeb'in muellifi Ebu İshak gibi bazı âlimler ile Hanbelî'lerdeki bir görüşe göre, muztar bir kimsenin meyte veya domuz etinden yemesi vâcib değildir, aksine mubahtır. Çünkü onun bu gibi hayvanın etini yemeyi terk etmekte belirli bir maksadı vardır ki, o da kendisine haram kılınan şeyden uzak durmaktır. Diğer taraftan meyte etini yiyemeyebilir ve bundan tiksinebilir. Bunun diğer bir sebebi ise Rasulullah (a.s) ashabından Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî (r.anh)'den rivayet edildiğine göre;
Bizanslıların zalim bir yöneticisi onu üç gün süreyle hapsetmiş ve yanına su katılmış şarap ile kızartılmış domuz eti koydurmuş, fakat o bundan ne yemiş ne de içmişti. O kadar ki, açlık ve susuzluktan başını tutamaz olmuş, öleceğinden korkmuşlar ve oradan çıkarmışlardı.
Bunun üzerine Abdullah o zalime: "Aslında Allah onu bana helâl kılmıştı. Çünkü ben muztar bir kimseyim, ancak senin İslâm dininde (başıma gelen bu musibet sebebiyle) sevinmene fırsat vermek istemedim." demiştir.

Diğer taraftan böyle bir hâlde, bu gibi şeylerin yenilmesinin mubahlığı da bir ruhsattır. Diğer ruhsatlar gibi bundan da yararlanması onun için vâcib değildir. (İbn Kudame el-Makdisi, el-Muğni, VIII, 596; Tekmiletu Fethi'l-Kadîr, VII, 298)
Bunun bir başka sebebi ise yüce Allah'ın şu buyruğudur. "Halbuki O size neleri haram kıldığını ayrı ayrı bildirmiştir. Zaruret içinde ona muhtaç kaldıklarınız müustesna." (En'âm, 119). Burada zaruret hâlinde ihtiyaç duyulanlar, haramdan istisna edilmiştir. Haramdan istisna edilen şey ise, -usul âlimlerinin de belirlediği gibi- helâl veya mubahtır.

Böylelikle anlaşılmaktadır ki, ölüm ile sonuçlanacak olursa hapishanelerde ve benzeri kurumlarda açlık grevi, sözü geçen her iki görüşe göre helâl olmaz.


Zarûretin Şartları veya Belirleyici Ölçüleri:


Zarûret iddiasında bulunan herkesin bu iddiası kabul edilmez veya haram fiil işlemesi Ona mubah olmaz. O bakımdan zaruretin bir takım şartlan veya belirleyici unsurları taşıması kaçınılmazdır. Söz konusu şartlar:

1- Zaruretin gelecekte bekleniyor olması değil de fiilen var olması gerekir. Yani yemek yemeyecek olursa, tecrübelere göre büyük ihtimalle, nefsin veya malın helak olmasından gerçekten korkulması veya telef olma tehlikesinin kesinleşmesi lâzımdır. Bu konuda haram yemek için ikrah hâlinde olduğu gibi, zannetmek yeterlidir. Kesinlik yahud da ölecek noktaya gelmek şart değildir. Aksine bu noktaya gelinecek olursa Şafiî'lerin açıkça belirttiği gibi yemek yemenin faydası olmaz ve yemek de helâl olmaz.


2- Zaruret içerisinde bulunan (muztar) kimsenin şer'an haram olan bir şeyi işlemek zorunda kalması, yani karşısında bu tehlikeyi defedebilmek için haram kullanmaktan başka her hangi bir mubah yolun kalmış olmaması. Çünkü zaruret hâlinde haram olan şeyleri kullanmanın sebebi, beslenme zaruretidir. Yani kendisi ile beslenilecek helâl bir şey bulunamadığı zaman böyle bir şey söz konusu olur. Bunda da her hangi bir görüş ayrılığı yoktur.

3- Haramı kullanmasını mubah kılacak bir özrün gerçekleşmesi. Yemeği terk edecek olursa yürüyemeyecek ve dolayısıyla arkadaşlarından uzak kalıp helak olmaktan korkmak, binmekten âciz kalıp helak olmaktan korkmak hâlinde olduğu gibi; canını veya bir organını telef olmaktan korumak istemek. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, teyemmüm etmeyi mubah kılan her bir sebeb -nitekim Şafıîlerle Hanbelîler bunu açıkça ifade etmişlerdir- haram olan şeyi yemeyi yahud da mahzur (haram) kılınmış bir işi işlemeyi mubah kılmaktadır. Bu konuda bir dış organda aşın derecedeki bir kusurun husule gelmesinden korkulması, -hastalığın uzamasından korkulması gibi- nazar-ı itibara alınır. İşte bu iki hâlin her birisi de haram olan şeylerden yemeyi mubah kılar.

4- Muztar (zarûret içerisinde bulunan kişi)'ın İslâm'ın ilkelerine muhalefet etmemesi. Hiç bir şekilde zina, katil, küfür ve gasb helâl olmaz. Çünkü bu gibi işler, bîzâtihi fesattırlar. Bununla beraber başkasının yiyeceğini -eğer o anda o kimse de zaruret derecesinde muhtaç değilse- zorla almaya ruhsat verilmiş olduğu gibi; kalbin İslâm ile dopdolu olması şartı ile sadece dille küfrü gerektirici sözler söylemeye de ruhsat verilmiştir. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, mubahlık ruhsattan farklıdır. Çünkü mubahlık haramı helâla çevirir ve haram olmak niteliğini ortadan kaldırır. Ruhsat ise günahı kaldırır; fakat fiil haram olmak özelliğini muhafaza eder.

Bununla birlikte, kesinlikle insan öldürmek ve onu yemek mubah değildir. Nitekim, Şafıî'lerin dışında cumhura göre ölmüş insanı yemek de mubah olmaz. Bunu ileride açıklayacağız. Dört mezheb imamının râcih olan görüşüne göre, başka bir şey bulunamayacak olursa boğazda tıkanıp kalmış bir lokmayı indirebilmek için olması hâli mustesna şarap içmek haramdır. Malikîlere göre de kan, pislik yahut kaybolmuş devenin yenilmesi hiç bir şekilde helâl olmaz.

5- Biraz sonra açıklayacağımız gibi, cumhurun görüşüne göre asgarî miktarı ya da zararı önlemek için gereken miktarı almakla yetinecek ve bunu aşmayacak. Çünkü haramın mubah olması bir zarûrettir ve zaruret de kendi miktarı ile takdir edilir.

6- İlaç için zaruret bulunması hâlinde, haram olan ilacı âdil, dinine ve ilmine güvenilir bir doktorun belirlemesi ve haram olmayan ve onun yerini tutan bir başka ilacın bulunmaması.

Zaruret durumu belirli bir zaman ile mukayyet değildir. Çünkü bu konuda kişiler arasında farklılık vardır. (Şeyh Mansûr b. Yûnus b. Salâhaddin El-Hanbeli El-Behûti, Keşşafu'l-Kınâ'an Metni'l-İkna', VI, 194; İbn Kudame el-Makdisi, el-Muğni, VIII, 595)



Zaruret Sebebiyle Mubah Olan Şeyin Cinsî:

Dört mezhebde de açlığı yahud susuzluğu giderecek her türlü hayvan leşi, domuz, başkasına ait yemek vb. gibi haram olan her şey zaruret dolayısıyla mubah olur. (
eş-Şerhu'l-Kebîr, II, 115 vd, IV, 352 vd.; Bidâyetu'l-Muctehid, 1,463; el-Kavânînu'l-Fıkhıyye: 173; ed-Durru'l-Muhtâr ve Reddu'l-Muhtâr, V, 238; Muğni'l-Muhtâc, IV, 306; el-Muğnî, VID 595; Keşşafu'l-Kınâ', VI, 194)

Hanbelîler zehir ve buna benzer zararlı şeyleri istisna etmiştir. Malikîler ise insanı, kanı, domuzu, necis yiyecekleri ve -boğazda tıkanmış bir lokmayı gidermek için şarap dışındaki kalan- necis içecekleri istisna etmişlerdir. Bunlar açlık sebebiyle de susuzluk sebebiyle de mubah olmaz. Çünkü bunları gidermek özelliği yoktur. Mubah olacağı da söylenmiştir. Meşhur olan görüşe göre ölümden korkulacak olsa dahi şarap ile tedavi helâl olmaz.

Aynı şekilde Malikîler, kaybolmuş deveyi de istisna etmişlerdir. Şu kadar var ki, şayet ondan başkası olmadığı için yalnız onu yemek taayyün etmişse bu, müstesnadır. Eğer kaybolmuş deve ve meyte birlikte bulunursa meyteye öncelik tanınır.

Mezheb imamları, Müslümanın yahud masum bir kâfirin öldürülmesinin veya her hangi bir uzvunun telef edilmesinin yemek zarureti sebebiyle mubah olmayacağı hükmü üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü böyle bir şey (haram kılınmış olan) musledir. Kişinin kendisi hayatta kalmak için onu telef etmeye kalkışması câiz değildir. O halde canlı bir insan mubah olamaz. Nitekim Şafiîlerin dışında kalan cumhurun görüşüne göre, ölmüş bir insanın yenilmesi de mubah değildir. Zira Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ölmüş kişinin kemiğini kırmak hayatta iken kemiğini kırmak gibidir."
(Bu hadisi Musned'inde imam Ahmed, Ebu Dâvud ve İbni Mâce, Aişe (r.anha)'den rivayet etmişlerdir.

İmam Malik, İbni Mace, Ebu Davud, Sâ'd el-Ensari dışında sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. - Sâ'd hakkında imam Ahmed zayıftır, derken, çoğunluk onun sika olduğunu belirtmiştir-. Câbir (r.anh)'dan gelen bu hadis şöyledir: "Peygamber (a.s) bir kemik çıkartan mezar kazıcısına şöyle dedi: "Onu kırmayasın. Çünkü senin onu ölmüş olarak kırman hayatta İken kırman gibidir. Ancak kabrin bir tarafına onu göm."
İbn Mâce, Ummu Seleme'den Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "
Ölmüş kimsenin kemiğini kırmak, günah bakımından hayatta iken kırmak gibidir. ")

Meselâ birisi ötekine: "Elimi kes ve onu ye!" diyecek olsa helâl olmaz. Çünkü zarûret hâlinde insan eti mubah değildir, çünkü insanın şerefi vardır.

Şafiî'ler zaruret içerisinde bulunan kimsenin, şayet başka bir meyte bulamıyorsa ölmüş insanı yemesini câiz görmüşlerdir. Çünkü hayatta olanın haramlığı ölmüş kişinin haramlığından daha büyüktür. Ancak ölmüş kimsenin Peygamber olması hâli bundan mustesnadır. Kesinlikle ondan bir şey yemek câiz değildir. Yahud ölen Müslüman, zaruret içerisinde bulunan da kâfir ise İslâm'ın şerefi dolayısıyla kâfirin ondan yemesi câiz değildir. el-Minhâc'ı şerheden el-Hatîb eş-Şerbînî şöyle demektedir: "Hatta bizim mezhebimizde şöyle bir görüşümüz de vardır: Ölü bir Müslümanın etini yemek zaruret hâlinde olan Müslüman için dâhi olsa câiz değildir." İşte bu gibi istisnalar ile Şafıî'ler de diğer mezheblere yaklaşmış oluyorlar. (Muğni'l Muhtâc, IV, 307)

Hanbelî'ler masum olmayan, yani harbî, murted, zina etmiş muhsan ve yol keserken katil olmuş kimseler gibi kanı mubah olan ölmüş insanın yenilmesini câiz görmüşlerdir. (Şeyh Mansûr b. Yûnus b. Salâhaddin El-Hanbeli El-Behûti, Keşşafu'l-Kınâ'an Metni'l-İkna', VI 198)

Aynı şekilde Şafıîlerle Hanbelîler, zaruret hâlinde olan kimsenin harbîyi ve murtedi öldürüp yemesini câiz görmüşlerdir. Ancak onun bazı organlarını kesmesi câiz değildir. Murted ve harbînin öldürülmesi masum olmamaları sebebiyle helâldir. Çünkü onların hürmeti (ihtiram gereken yönleri) yoktur, dolayısıyla bu gibi kimseler yırtıcı hayvan durumundadırlar. Zaruret hâlinde bulunan kimsenin ölümünden sonra Onu yemesi izni vardır. Çünkü Onun hürmeti söz konusu değildir.

Yine Şafıîlerle Hanbelîlere göre muztar bir kimse, muhsan zaniyi öldürebileceği gibi, yol kesen ile üzerinde kısas bulunan kişiyi de öldürebilir. İsterse öldürülmesine imam izin vermemiş olsun. Çünkü bunlar ölümü hak etmişlerdir. İmamın (İslâm devlet başkanının) izni ise, ona karşı edeb ve saygıdan dolayı zaruret hâlinin dışında nazar-ı itibara alınır. Zaruret hâlinde ise edebe riayet söz konusu değildir.

Zaruret içinde bulunan bir kimsenin, zimmî, mustemen ve muahid kimseyi öldürmesi -onları öldürmenin haram olması sebebiyle- caiz değildir, Esah olan görüşe göre, harbî bir çocuğu ve harbî bir kadını öldürmesi helâldir. Çünkü bunlar masum (kanları korunmuş) kimseler değildir; onların öldürülmeleri zaruret dışında men edilmiştir. Bu men edilme ise onların hürmeti dolayısıyla değil, (savaş hâlinde) onlan ganimet alanların hakkını korumak içindir.

Otopsi ve Organ Nakli:


Peygamber (a.s)'in: "Ölmüş kimsenin kemiğini kırmak hayatta iken kırmak gibidir." hadisiyle amel ederek, Maliklerle Hanbelîler, ölmüş hamile kadının karnında bulunan cenini çıkartmak için karnının yarılmasının câiz olmadığı görüşündedirler. Çünkü âdeten böyle bir çocuk, yaşamaz ve yaşayacağından da kesinlikle emin olunmaz. O hâlde zayıf bir ihtimal sebebiyle kesin olarak riayet edilmesi gereken bir hürmetin çiğnenmesi câiz değildir.

Şafiî'ler ise, karnındaki çocuğun çıkartılması için ölmüş kadının karnının yarılmasını câiz görmüşlerdir. Aynı şekilde içinde bulunan değerli bir malı çıkartmak için ölmüş kimsenin kamının yarılmasını da câiz kabul ederler.
Hanefîler de başkasının malını yutması hâlinde kendisinin o malın ödenebileceği bir terekesi yoksa ve kimse de onun yerine tazminatı ödemeyecekse, ölmüş kimsenin karnının yarılmasını, Şafiîler gibi, câiz kabul ederler. (ed-Durru'l-Muhtâr ve Reddu'l-Muhtâr, 1, 246)

Malikîler de aynı şekilde kendisinin ya da başkasının malını ölümünden önce yutmuş olsa, bu mal çoksa -bu çokluk da zekât nisabı kadardır- bu malı da onun telef olmasından korkarak yahud da bir özür sebebiyle yutmuş olması hâlinde, ölmüş kimsenin kamının yarılmasını câiz kabul etmişlerdir. Şayet, meselâ mirasçıyı mahrum etmek maksadıyla bu malı yutmuşsa az dâhi olsa, yine karnı yarılıp çıkartılır.

İşte mubah kılan bu görüşlere binaen, zaruret hâlinde yahud da tıbbî bir takım maksadlar için, öğrenim maksadı gibi bir ihtiyaç dolayısıyla yahud ölüm sebebini bulmak ve öldürmek ile itham edilen kimsenin aleyhine cinayeti isbat etmek vb. maksadlar ile ve eğer cinayet konusunda gerçeği bulmak yalnızca otopsinin yapılması ve bundan alınacak sonuca bağlı ise otopsi câizdir. Çünkü hükümlerde adalette bulunmanın vücubuna delâlet eden deliller vardır. Ta ki, suçsuz bir kimseye zulmedilmesin ve suçlu günahkâr bir kimse de cezadan kaçamasm.

Aynı şekilde hayvanların cesetlerine otopsi yapılması da câizdir. Çünkü öğretimde gerçekleşecek olan fayda hayvanın acı duyma sınırlarım aşar. Fakat durum her ne olursa olsun, organların görevlerini bilmek, cinayetleri araştırmak için otopsi konusunda işin genişletilmemesi ve zaruret veya ihtiyaç miktarı ile yetinilmesi gerekir. Çünkü cesedin açılmasındaki gaye elde edildikten sonra ölen insana saygı duymak, ona değer vermek, onu gömmek, vücudunun parçalarım bir araya getirip kefenlemek, cesedi dikerek ve benzeri yollarla eski şekline iade etmek gerekir.


Aynı şekilde bir insanın bir takım organlarını bir başkasına nakletmek de câizdir. Müslüman ve adaletli bir doktorun, kendisinden organ alınacak kişinin ölümünden kesinlikle emin olması hâlinde, kalb ve gözünün nakledilmesi gibi. Çünkü hayatta olan bir kimse, ölmüş bir kimseden daha üstündür. Bir insanın görmesini veya hayatta kalmasını sağlamak, şer'an istenen büyük bir nimettir.

Şarap ile Tedavi:

Dört mezheb imamına göre (
el-Bedâyi, V, 113; ed-Durru'l-Muhtâr ve İbni Abidin Haşiyesi V, 320; el Muntekâ ale'l-Muvatta, III, 154,158; et-Tâcu ve'l İklîl, VI, 318; eş-Şerhu'l Kebîr, IV, 352 vd.; el-Muhezzeb, I,251; Muğni'l-Muhtâc, IV, 187; Keşşafu'l-Kınâ', VI, 198; Zadu'l-Meâd, III, 114; el-Muğnî, IV, 255, VIII, 308, et-Ferâidu'l-Behiyye fi'l'Kavaidi'l-Fıkhıyye, 286) ; Racih olan görüşe göre şarap ile diğer sarhoş edici maddelerden tedavi ve başka maksadlarla -yağda, yemekte, bir ilacı eritmekte veya bir çamuru ıslatmakta kullanılması gibi- yararlanmak haramdır. Çünkü Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah size haram kıldığı şeylerde şifanızı halketmiş değildir."
(Bu hadisi Buhari, İbni Mes'ud'dan rivayet etmiştir. Aynı şekilde Abdurrazzâk, Taberî, lbni Ebu Şeybe ise ibni Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Beyhakî, Ahmed, Ebu Ya'lâ ve el-Bezzar merfû olarak zikrederlerken İbni Hibbân, Ummu Seleme'den gelen rivayet ile sahih olduğunu belirtmiştir.)

Yine Tank b. Suveyd'den, onun Peygamber (a.s)'e şarap hakkında soru sorduğu, Ona bunu yapmayı yasakladığı veya yapmasını kerih gördüğü; Onun "Ben şarabı tedavide kullanılsın diye yapıyorum." demesi üzerine: "O bir ilaç değildir, bilakis bir hastalıktır." dediği rivayet edilmiştir.
(Bu hadisi Muslim, Ebu Dâvud, Ahmed, İbni Mace, İbni Hibbân ve sahih olduğunu kaydederek Tirmizî rivayet etmişlerdir. İbni Abdulber de sahih olduğunu belirtmiştir. Ayrıca: "Haram ile tedavi olmayınız." ifadesini Ebu Dâvud ve Taberani'nin rivayet ettiği bir hadiste kaydetmiştir. Bunun senedinin ravileri sika kimselerdir.
Rivayet Ebu'd-Derdâ'dan şu lafız ile gelmektedir: "
Allah hastalığı da ilacını da yaratmıştır; bu sebepten tedavi olunuz, fakat haram ile tedavi olmayınız." Nuraddin el Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, V, 86)

Fakat Hanefiler şöyle demektedir: Eğer şifa vereceği kesin olarak bilinmekte ve onun yerine başka bir ilaç geçmemekte ise haram kılınmış şey ile tedavi câizdir. Şifa verdiği zannolunursa câiz olmaz. Tabibin sözü ile de yakîn hasıl olmaz. Fakat domuz eti ile tedaviye başka bir ilaç bulunmasa bile ruhsat verilmez. (Muhammed Alaaddin bin İbn Abidin, el-Hediyetu'l-AIâiyye, Sf: 251)

Şarap ile tedavinin haram oluşunu Şafiîler; bir başka şeyin içerisinde kaybolacak şekilde karıştırılmaması ve sırf şarap olması hâli ile kayıtlamışlardır. Şarap ile yoğrulmuş, hamur hâline getirilmiş, tiryak ve buna benzer şarabın içinde telef olan şeyler ile ise, yerine geçecek ve tedavide kullanılabilecek temiz şeyler bulunmadığı zaman, tedavi câiz olur. Yılan eti ve sidik gibi bir necaset ile tedavinin câiz olması gibi. Aynı şekilde Müslüman ve âdil bir doktorun bunu haber vermesi veya daha önceden bununla tedavi edildiğinin bilinmesi ve kullanılan miktarın sarhoşluk vermeyecek kadar az olması şartı ve iyileşmeyi çabuklaştırmak maksadıyla da sözü geçen şeylerle tedavi caizdir. (İmam Nevevi, Muğni'l-Muhtâc, lV, 188)

el-İzz b. Abdusselâm der ki: Yerine geçecek temiz bir şey bulunmayacak olursa necasetlerle tedavi caizdir. Çünkü sağlık ve afiyet gibi bir mashalat, necasetten uzak durmak maslahatından daha üstündür. Şu kadar var ki, onunla şifa gerçekleşeceğinin bilinmesi ve ondan başka bir ilacın bulunmaması hâli mustesna esah olan görüşe göre şarap ile tedavi câiz değildir. (Kavâidu'u-Ahkâm, 1, 81)

Mâlikî mezhebi âlimlerinden İbnu'l-Arabî ve el-Kurtubî şöyle demektedirler:*4) Zaruret dolayısıyla şaraptan faydalanmak caizdir. Çünkü yüce Allah: "Kim mecbur kalırsa, haddi aşmaksızın ve haksızlık yapmaksızın..." buyurmuş ve böylece zaruret, tahrim hükmünü kaldırmış ve zaruret hâli haramın umumi hükmünü tahsis etmiştir. Çünkü tedavinin ihmal edilmesi, bazen ölüme sebebiyet verebilir. (Ahkâmu'l-Kur'ân, (İbnu't-Arabî), I,56 vd.; Kurtubî, II, 231)

Susuzluk Hâlinde Şarap İçmek:

Fakihlerin cumhuru; susuzluk, boğazda lokmanın tıkanması yahud ikrah (zorlama) gibi bir zaruret hâlinde, bu zarureti ortadan kaldıracak miktar kadar şarabın içilmesini caiz kabul etmişlerdir. Çünkü hayatı korumak, susuzluğu gideren her şeyin mubah olmasını gerektirir. (
Ahkâmu'l-Kur'ân, (İbnu'l-Arabi,) I, 147; Bidâyetu'l-Muctehid, 1,462; el-İfsâh, II, 274; Kurtubi, 11, 238)

Susuzluk zarureti dolayısıyla şarap içmeyi Hanbelîler içilecek şarabın susuzluğu giderecek şekilde başka bir şey ile karıştırılmış olması şartıyla mubah görmüşlerdir. Saf şarap içerse veya içtiği şarap susuzluğu gidermeyecek kadar başka şey ile az miktarda kanşnnlmışsa, bu onun için mubah değildir ve şarap içen için tayin edilmiş ceza ona verilir. (el-Muğni, VIII, 308, 605)


Zaruret Hâlinde Yenilecek Şeyler Arasında Sıralanış Keyfiyeti:

Zaruret içerisinde bulunan kişi, bir meyte, başkasına ait bir yiyecek, ihramlı kişi tarafından avlanılmış bir av yahud da usulüyle boğazlanmamış bir yiyecek bulursa meyteyi veya başkasını takdim edip öncelik tanıyabilir mi?
Bu konuda fakihlerin iki görüşü vardır:

Cumhura (Hanefîlere mutemet kabul ettikleri görüşe göre Şafiîler ve Hanbelîler) göre:
Böyle bir kişi meyteyi yer. Çünkü meyteyi yemek, (zaruret hâlinde) nas ile sabit olmuştur. Başkasına ait olan yiyeceği yemek yahut da avın mubah kılınması ise, içtihat ile sabit olmuş bir hükümdür. Nassa bağlanmış olan bir hükmü alıp uygulamaksa daha uygundur. Diğer taraftan meyte üzerinde dünyada da ahiret-te de hiç bir kimsenin her hangi bir hakkı olmaz. O hâlde onun etinden yemek, başkasının yemeğinden yemekten daha hafiftir. Çünkü insanların haklarında esas olan, bu konuda işin sıkı tutulmasıdır. Yüce Allah'ın hakkı ise daha geniştir. Şayet meytenin yenilmesi ile bir zarar meydana gelecek olursa ve bu zararın tedavi ile şifa bulması umuluyorsa bu durumda Hanbelîlere göre, meyte etini yemekten önce dilenmek vâcib olur.

İhramlı bir kişi canlı bir av hayvanı veya bir meyte bulursa meyteyi yer. Çünkü avın boğazlanması (ihramlı için) bir hac cinayetidir. İhram hâlinde böyle bir cinayet işlemesi onun için câiz değildir. Şayet zaruret içerisinde bulunan kişi, meyte bulamayacak olursa o vakit, av hayvanını boğazlar ve yer. (Zeynuddin İbn Nuceym,
el-Eşbâhu ve'n-Nezâır, 1, 124; Ahkâmu'l-Kur'ân (el-Cessâs), 1,148; Hatîb eş-Şirbînî, Muğni'l- Muhtâc, IV, 309; Ebû İshak eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, I, 250; Kādî Abdulcebbâr, el-Muğnî, VIII, 600; Şeyh Mansûr b. Yûnus b. Salâhaddin El-Hanbeli El-Behûti, Keşşafu'l-Kınâ'an Metni'l-İkna', VI, 194 vd.)

Eğer zaruret içerisinde bulunan kişi yiyecek hiç bir şey bulamayacak olursa, Hanbelîlere göre, organlarından bazısını yemesi mubah olmaz. Çünkü kendi vücudundan bir şeyler yemesi, onun ölümüne sebep teşkil edebilir ve böylece kendi kendisini öldürmüş olur. Ayrıca cesedinden bir parça yemekle hayatta kalacağından kesinlikle emin olunmaz. (Kādî Abdulcebbâr, el-Muğnî, VIII, 601)

Nevevî, el-Minhâc'da der ki: Esah olan, organın tamamını değil de bir kısmını kesmesinin câiz olduğudur. Çünkü bu, bütününü hayatta tutmak maksadıyla bir kısmım telef etmektir. Ancak bu cevazın iki şartı vardır:
Birincisi, meyte ve benzeri şeylerin bulunmaması,
İkincisi de bu organının kesilmesinden dolayı meydana geleceğinden korkulan tehlike, yemenin terki hâlinde söz konusu olacak tehlike ve korkudan az olmalıdır. Şayet onun kadar veya daha çok olursa, kesinlikle haram olur. Aynı şekilde, zaruret hâlinde bulunan iki kişiden birisinin vücudunun bir parçasını başkası için kesmesi de kesinlikle haram olur. Çünkü başkası için vücudundan bir şeyler kesmesinde kendini hayatta tutmak maksadıyla parçanın kesilmesi diye bir olay yoktur. Zaruret içerisinde bulunan kişiye, kanı dökülmemesi gereken bir hayvandan kendisi için bir parça kesmesi de haram olur. (Hatîb eş-Şirbînî, Muğni'l- Muhtâc, IV, 310)

Malikîlere göre: Zaruret halinde meyte etini yemek, domuz etini yemekten vucûben önce gelir. Çünkü domuz eti, bîzatihi haramdır. Meytenin haram oluşu ise arızîdir. Aynı şekilde zaruret içerisinde bulunan bir ihramlı da meyteyi yemeyi ihramlı bir kimsenin avladığı yahud avlanmasında yardımcı olduğu hayatta olan avı yemeye de takdim eder. Şu kadar var ki, meytenin yenilmesi halinde kendisine zarar geleceğinden endişe edecek kadar
değişmemesi gerekir. Şayet değişmiş olması söz konusu ise, sözü geçen avdan yemeye öncelik tanınır. Eğer zaruret içerisinde bulunan kişi ihramlı değilse ihramlı kimsenin avına meyteye göre öncelik tanır.

Başkasına ait olan yemeği yemek, meyte etini yemeye, vâcib olarak değil de mendub olarak öne alınır. Ancak bir organının kesilmesinden, dövülmekten veya buna benzer kendisine bir eziyetin gelmeyeceğinden emin olması gerekir. Çünkü böyle bir yemek tâhirdir. Ve çoğunlukla insan zaruret içerisinde bulunan bir kişiye yemeğini bağışlar ve bu konuda her hangi bir tereddüt göstermez. Akla yatkın olan görüş de budur. Hatta ben zarureti önlemek maksadıyla, başkasına ait olan yemekten yemeyi, meyteyi yemeye öncelik tanımanın vâacib olduğu görüşündeyim. (eş-Şerhu'l-Kebîr, II, 116; Ebul'-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kelbi İbn Cuzey, el-Kavânînu'l-Fıkhıyye, 173; Kurtubi, II, 229)

İbni Kesîr (İbni Kesîr, Tefsir, I, 205) der ki: Zaruret içerisinde bulunan kişi, hem meyte hem de organının kesilmesi yahud da eziyet vermesi söz konusu olmamak üzere başkasına ait olan bir yiyecek bulursa, onun için meyteden yemek helâl değildir. Görüş ayrılığı söz konusu olmaksızın başkasına ait olan yemeği yer. (İbni Kesîr böyle demektedir. Ancak meselede farklı görüşlerin olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz)
 
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
CezâkAllahu Hayran
 
Üst Ana Sayfa Alt