Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Enfal Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı


8- ENFAL SURESİ

Enfâl Sûresi Medine'de hicretin ikinci senesi nazil olmuştur. Büyük bir kısmı Bedr Gazvesi hakkında ve Bedr Gazvesi esnasında nazil olduğu için Bedr Sûresi de denilir. Bedr Gazvesinin detaylı ve genel bir tahlilini ihtiva ettiği gibi büyük bir ihtimalle bir kerede toptan vahyedildiği bile düşünülebilir. Ancak bu savaşın sonucu olarak ortaya çıkan bazı problemlerle ilgili bazı âyetlerinin daha sonraki bir zamanda ve ayrı bölümler halinde indirilmiş olması da mümkündür. Bu arada İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette o: "Hani küfredenler seni tutup bağlamak, yahud öldürmek, yahud çıkarmak için düzen kuruyorlardı..." âyetinden başlıyarak yedi âyeti (âyet, 30-36) dışında medenîdir." demiştir.[1]
Ancak konusunun Mekke'de geçen bir hadiseye işaret etmesi bu âyetlerin Mekke'de, Mekke döneminde inmiş olmasını gerektirmeyip o dönemde Allah'ın Rasûlü'ne olan bu nimeti daha sonraki dönemlerde kendisine hatırlatılmak üzere Medine döneminde inmiş olmaları da gayet mümkündür ve inşeAllah bu âyetlerin nuzul sebebinde ayrıca işaret edilecektir.
Bu arada 64. âyetinin de Mekke'de nazil olduğunu söyleyenler de vardır ve Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan rivayet ettiği "Bu âyet-i kerime Hz. Ömer müslüman olduğunda nazil olmuştu." sözü de bu görüşü desteklemektedir.[2]

l. Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mûminler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin, Allah'a ve Rasûlü 'ne itaat edin.
Bu âyet-i kerimenin nuzul sebebi olarak iki hadise zikredilir: Sâd ibn Ebî Vakkâs'ın, Bedr ganimetleri taksim edilmeden Peygamber(s.a.v.)'e gelip öldürdüğü birisinden aldığı kılıcın ganimet olarak kendisine verilmesini istemesi ve ganimetlerin taksiminde ashab arasında anlaşmazlık ve tartışmalar çıkması. Şimdi bu husustaki rivayetleri verelim:
l. Sâd ibn Ebî Vakkas, kendisi olayı şöyle anlatıyor: Bedr günü kardeşim Umeyr öldürülmüştü. Bu arada Saîd ibnu'1-As da öldürüldü ve "Zu'1-Ketîfe'' adındaki kılıcını ben aldım ve Peygamber(s.a.v.)'e getirdim (ve bu kılıcı bana vermesini istedim). Peygamber(s.a.v.): "Git ve onu ganimetlerin içine geri koy." Buyurdular. Döndüm; ama Allah biliyor ki içimde gerek kardeşjmin öldürülmesinden ve gerekse elde ettiğim ganimetin elimden alınmasından dolayı bir hoşnutsuzluk vardı. Çok az ilerlemiştim ki Enfâl Sûresi nazil oldu ve beni geri çağıran Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Git, kılıcını al." buyurdular (Vahidî, age s 160) Hadise Sâd ibn Ebî Vakkas'm ağzından İmam Ahmed'in Musned'inde şu şekilde anlatılıyor: Bedr günü kardeşim Umeyr öldürülmüş, ben de Saîd ibnu'l-As'ı öldürmüş ve kılıcını almıştım. Kılıcının adı Zu'1-Ketîfe olarak meşhurdu. Kılıcı Rasûlullah (s.a.v.)'a götürdüm. O: "Git ve onu ganimetlerin içine at." buyurdu. Yanından ayrıldım ancak içimde kardeşimin öldürülmesi ve öldürmüş olduğum Saîd ibnu'l-As'dan almış olduğum kılıcın elimden alınmış olmasından ötürü ancak Allah'ın bildiği duygular vardı. Oradan çok az uzaklaşmıştım ki Enfâl Sûresi nazil oldu ve Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Git, kılıcını al." Buyurdular.[3]
Yine İmam Ahmed'in Musned'inde hadise Sâd ibn Mâlik hakkında ve ayrıntılarda bir takım farklılıklarla yer almakta olup o şöyle anlatıyor: "Ey Allah'ın elçisi, Allah, muşriklerden beni şifaya kavuşturdu. (Allah, muşriklerden öcümü almayı bana nasib etti.) Şu kılıcı bana ver." dedim. "Bu kılıç ne senin, ne de benim, koy onu." buyurdular. Kılıcı aldığım yere koydum, döndüm ama kendi kendime: "Belki de bu kılıç bugün, savaşta benim gibi yararlık göstermeyen birine verilecek." diye düşündüm. Bir de baktım arkamdan birisi beni çağırıyor. "Benim hakkımda bir vahiy mi indirildi?" dedim. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Benden kılıcı istediğinde ne bana, ne sana aitti. Ama Rabbım onu bana verdi. İşte ben de sana veriyorum, o kılıcı al, senindir." buyurdu ve "Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mûminler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[4]
Ancak Sâd ibn Ebî Vakkâs ve Sâd ibn Mâlik aynı kişi olup Sâd'ın babası Ebu Vakkâs'ın adı Mâlik ibn Vuheyb'dir. Aşere-i Mübeşşere'den olan Sâd 55/675 yılında muhacirlerin sonuncusu olarak Medine-i Münevvere yakınlarında bir köyde vefat etmiş ve getirilip Medine'de defnedilmiştir (Geniş
bilgi için bak: İbnu'1-Esîr. Usdu'1-Ğâbe, 11,366-369).
Daha önce (Mâide Sûresi 91 âyetinin nuzul sebebinde) de geçtiği üzere bu âyet-i kerime yanında diğer bazı âyet-i kerimelerin de (Mâide, 5/91, Lokman, 31/15; ve En'âm, 6/52) Sâd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olduğuna dair Muslim'in Ebu Bekr ibn Ebî Şey be ve Zuheyr ibn Harb kanalıyla bizzat Sâd ibn Ebî Vakkâs'ın oğlu Mus'ab'tan rivayet ettiği haber şöyledir: Onun hakkında Kur'ân'dan âyetler nazil olmuştur. Sâd'ın annesi "Sâd dininden dönünceye kadar konuşmamaya, yememeye, içmemeye" yemin etmiş ve: "Allah'ın sana ana babanı vasıyyet ettiğini iddia ediyorsun değil mi? O halde ben annenim ve sana bunu emrediyorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve sonunda dayanamayıp bayılmış. Kadına bir şey yedirmek istediklerinde ağzını zorla açar, bir sopa ile açık tutar ve öyle yemeği ağzına akıtırlarmiş. Nitekim bayıldığında da kadının Umara adındaki oğlu gelmiş, annesine zorla su içirmiş; ayılan kadın Sâd'e beddua etmeye başlamış da Allah Tealâ "Biz insana ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye ettik. Ama şayet seni Bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme..." (Lokman, 31/15) âyet-i kerimesini indirmiş.
Sâd kendisi anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) büyük bir ganimet ele geçirdi. Baktım ganimetler içinde bir kılıç var, hoşuma gitti ve aldım, Rasûİullah (s.a.v.)'a getirdim: "Ey Allah'ın elçisi, bu kılıcı bana ver. Savaşta halimi; neler yaptığımı biliyorsun" dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanından ayrıldım, ganimetlerin bulunduğu yere gittim, kılıcı ganimetlerin toplandığı yere atmak istedim ama nefsim beni ayıpladı ve kılıcı atmadan geri döndüm, Peygamber(s.a.v.)'e tekrar geldim ve: "Ey Allah'ın elçisi onu bana ver." dedim. Sesini biraz daha yükselterek: "Onu aldığın yere koy." buyurdular. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Sana ganimetleri soruyorlar..." (Enfâl, 8/1) âyet-i kerimesini indirdi.
Bir keresinde hastalanmıştım, Rasûİullah (s.a.v.)'a haber gönderdim de beni ziyarete geldi, "Bırak malımı istediğim gibi, istediğim yerlere taksim edeyim." dedim. Kabul etmedi. Ben: "Yarısını taksim edeyim." dedim, yine kabul etmedi, ben: "O halde üçte birini taksim edeyim." dedim, susup takrir buyurdular. Daha sonra üçte biri dilediği yerlere taksim etmek caiz kılındı.
Ansar ve muhacirlerden bir grubun yanma gitmiştim. Bana: "Gel sana yemek yedirelim, içki ikram edelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan önceydi. Onlarla birlikte bir bahçeye vardık. Baktım kızartılmış bir deve kellesi ve bir tulum içki var. Onlarla birlikte yedim, içtim. Bir ara aralarında ansar ve muhacirler anıldı, ben: "Muhacirler, ansardan daha hayırlıdır." dedim. Bir adam kalktı, devenin çene kemiklerinden birini aldı ve onunla bana vurdu, burnumu yaraladı (bir rivayette burnuma vurdu ve yardı). Rasûİullah (s.a.v.)'a geldim ve olanları haber verdim ve Allah Tealâ benim hakkımda içkinin haramlığını bildiren "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikiti taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[5]
Sâd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olan âyetlerin zikredildiği Ebu Davud et-Tayâlisî rivayetini ayrıntılarında bazı farklar olduğu için onu da zikretmekte fayda mülâhaza ediyoruz: Ebu Davud et-Tayâlisî'nin, kendi isnadıyla Mus'ab ibn Sâd'den rivayetinde o şöyle demiştir: Babam hakkında dört âyet nazil olmuş. O (bana) şöyle dedi: Bedr günü bir kılıç ele geçirdim, Peygamber(s.a.v.)'e getirdim ve: "Ey Allah'ın elçisi bunu bana ganimet olarak ver." dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdu. Tekrar sordum: İhtiyacı olmiyan biri gibi mi bırakayım (ona ihtiyacım var)", "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular ve "Sana enfâli sorarlar, de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür..." âyeti nazil oldu.
Annem Ümmü Sâd: "Allah, ana-babaya itaati emretmiyor mu? Madem öyle sen girmiş olduğun Muhammed'in dinini inkâr edip eski dinine dönmedikçe yemek yemeyeceğim, bir şey içmeyeceğim (tâ ki öleyim de sana anasının katili desinler.)" dedi. Yemekten içmekten imtina etti. Sonunda ağzını (zorla) sopayla açmaya (ve ağzına bir şeyler akıtmaya) başladılar da "Biz insana anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme." (el-Ankebût, 29/8) âyeti nazil oldu.
Sâd hasta iken Allah'ın Rasûlü onu ziyarete gelmişti. O, malının tamamını vasıyyet etmek istiyor, Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) de eksiltiyordu, tâ ki üçte bire ininceye kadar. (Daha sonra) İnsanlar mallarının üçte birini vasıyyet ederlerdi.[6]
2. İbn Abbâs ve Ubâde ibnu's-Sâmit'ten gelen rivayetlerde ise Bedr Gazvesinde, ganimetlerin paylaşımı konusunda sahabe arasında fikir ayrılığı ve bir takım tartışmalar olduğu ve bu âyet-i kerimenin bunun üzerine indiği anlatılmaktadır. Şöyle ki:
İbn İshâk anlatıyor: Bedr Gazvesi sona erince Allah Tealâ Kur'ân'dan Enfâl Sûresinin tamamını o konuda indirdi. Enfâl Sûresinden bu meyanda indirdiklerinden birisi ganimetlerin bölüştürülmesindeki ihtilâfları hakkında olmuştur. Ubâde ibn Sâmit der ki: "Sana enfâli sorarlar..." âyeti Bedr günü ganimetler hakkında ihtilâf ettiğimizde bizim hakkımızda, biz bedr ehli hakkında indi. Ganimetler konusunda ahlâkımız bozulduğunda Allah onları bizim elimizden çekip aldı da Rasûlü (s.a.v.)'ne verdi. O da aramızda eşit olarak taksim etti. Bunda Allah'ın takvası, Allah'a itaat, Rasûlü (s.a.v.)'ne itaaf ve müslümanların arasını düzeltme vardı.[7]
Ebu Ca'fer en-Nehhâs'ın en-Nâsih ve'1-Mensûh'unda Saîd ibn Cubeyr'den rivayetle naklettiği şu olay, Ubâde ibnu's-Sâmit'in bu rivayetindeki "Ganimetler konusunda ihtilâf edip ahlâkımız bozulduğunda..." sözüne canlı bir şahit gibidir: Bedr günü Sâd ibn Ebî Vakkâs ve ansardan birisi ganimet toplamıya çıkmışlardı. Yerde atılmış durumda bir kılıç gördüler ve ikisi birden onu almaya hamle ettiler. Sâd: "O benimdir, onu ben alacağım." dedi. Ansardan olan kişi de: "Hayır, o benim ve Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'ne gidip onun hükmünü alıncaya kadar bu kılıcı sana teslim etmiyeceğim, senin olmasına razı olmıyacağım." dedi. Geldiler ve Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e sordular da Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Ey Sâd, bu kılıç ne senindir, ne ansârînindir. Fakat o, benimdir." buyurdu da işte bunun üzerine "Sana ganimetleri sorarlar..." âyet-i kerimesi indi.[8]
Bu rivayete göre yukarda, Sâd'ın bir müşriği öldürerek ondan aldığı belirtilen kılıç herhalde bu rivayetteki kılıçtan farklı değildir. Belki Sâd, o müşriği fiilen öldürmüş ama herhalde o zaman kılıcını almayı düşünmemiş, daha sonra gidip almak istediğinde de onu almak üzere olan bir sahabi ile karşı karşıya gelmiş, hangisinin alacağı konusunda anlaşamayıp aralarında niza çıkması üzerine de Peygamber(s.a.v.)'e gelmiş ve onun hükmüne müracaat etmiş olmalıdırlar. Değilse diğer rivayetlerde de belirtildiği üzere Peygamber(s.a.v.)'in: "Kim birisini öldürürse onun üzerinden alacakları onundur." va'dine dahil olarak o kılıç Sâd'ın olur; Hz. Peygamber: "Götür onu aldığın yere koy; o ne senindir, ne de ansarînindir." buyurmazdı.
İbn Abbâs'tan rivayetle İkrime anlatıyor: Bedr Gazvesi günü Peygamber(s.a.v.): "Kim şöyle şöyle yaparsa ona şu şu var." Buyurarak müslümanlan savaşa teşvik etmişti. Gençler savaşmaya giderken ihtiyarlar da sancakların altında oturdular. Zafere ulaşılıp ganimetler toplanınca gençler (Peygamber(s.a.v.) tarafından vâdedilen) ganimetlerini istediler. İhtiyarlar da: "Kendinizi bizlerden ganimete daha lâyık görmeyin. Bizler bayrakların altında idik ve siz şayet bozguna uğramış olsaydınız biz bayrakların altında sizler için bir sed, sizin sığınağınız olacaktık." dediler ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[9]
Bu İbn Abbâs rivayeti Ebu Davud'un Sünen'inde biraz daha ayrıntılı olarak şöyle anlatılıyor: Bedr Gazvesi günü Rasûlullah (s.a.v.): "Kim şöyle şöyle yaparsa ona şöyle şöyle ganimet var. (Ya da: Kim bir düşmanı öldürürse ona şu şu var, kim bir düşmanı esir ederse ona şu şu var.)" buyurmuştu. Gençler ileri atılırken ihtiyarlar sancaklara yapışıp onların yanından ayrılmadılar. Neticede Allah zaferi nasib edince ihtiyarlar gençlere: "Bizler sizin sığınağınız idik; bozulmuş, bozguna uğramış olsaydınız gelip bize sığınacaktınız. Bizi burada ganimetsiz bırakıp ganimetleri alıp gitmeyin." dediler. Gençler ise bunu kabul etmeyip: "Allah'ın Rasûlü bu ganimetleri bize kıldı." dediler de "Rabbın seni evinden hak üzere çıkardığı gibi..."ye kadar olmak üzere "Sana enfâli sorarlar. Binaenaleyh de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür..." âyetlerini indirdi.[10]
Ubâde ibnu's-Sâmit de şöyle anlatıyor: Bedr Gazvesi günü düşman bozulunca bir grup müslüman onların peşine düşerken bir grup Peygamber(s.a.v.)'i çevrelemiş, bir grup da ganimet toplamaya girişmişti. Allah Tealâ düşmanları müslümanlardan savınca onların peşine düşmüş olanlar döndüler ve: "Düşmanı bozguna uğratan, onları sizden savan ve güzel bir şekilde takip eden biziz; o halde bunun karşılığında ganimet bizimdir." dediler. Rasûlullah (s.a.v.)'ı gelebilecek tehlikelerden korumak üzere çevrelemiş olanlar da: "Ganimete siz bizden daha lâyık değilsiniz. Düşman ansızın baskın verip de Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'ne zarar veremesin diye Rasûlullah (s.a.v.)'ı çevrelemiştik." dediler. Ganimet toplıyanlar da: "O ganimetleri biz elde ettik, o halde bizimdir." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve Rasûlullah (s.a.v.) ganimeti eşit olarak bölüştürdü.[11]
Bu Ubâde ibnu's-Sâmit rivayeti ayrıntılarda bir takım farklarla İmam Ahmed'in Musned'inde şöyle anlatılıyor: Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) ile birlikte Bedr Gazvesine çıktık. Onunla birlikte Bedr'de bulundum. İki ordu karşılaştı ve Allah Tealâ düşmanı bozguna uğrattı. Bir grup düşmanın peşine düşüp onları bozguna uğratır öldürürken diğer bir grup düşman ordugâhına girip ganimetleri toplamıya girişti. Üçüncü bir grup da Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'nü çevreleyip düşmanın ansızın ona saldırmasına ve bir zarar vermesine engel oldular. Gece olup da insanlar birbirlerine geri dönüp toplanınca ganimet toplayanlar: "Ganimetleri biz topladık. Onun üzerinde hak sahibi olan biziz. Onda başka kimsenin hakkı yok." dediler. Düşmanın peşine düşenler: "Ganimetlerde siz, bizden daha çok hak sahibi değilsiniz; düşmanı o topladığınız ganimetlerden uzaklaştıran onları bozguna uğratan biziz biz." dediler. Peygamber(s.a.v.)'in etrafında çevrelenip de onu düşmanın ansızın bastırmasından koruyanlar da: "Ganimette sizler bizden daha çok hak sahibi değilsiniz. Bizler Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'nü çevreledik; çünkü düşmanın ansızın bir baskın vererek O'na bir zarar eriştirmesinden korkuyorduk." dediler. İşte bunun üzerine "Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mûminler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin..." âyet-i kerimesi nazil oldu da Rasûlullah (s.a.v.) ganimetleri müslümanlar arasında eşit olarak paylaştırdı.[12]
Aslında Sâd ibn Ebî Vakkas'ın başından geçen ve onun anlattığı olayla Ubâde ibnu's-Sâmit'in anlattığı olay farklı zamanlarda, farklı konularda meydana gelmiş değildir. Bedr Gazvesi sonunda ganimetlerin taksimi ile ilgili olup Sâd'in olayı gibi diğer ashab hakkında da benzerleri meydana gelmiş, bu konudaki nizaları kesmek, çekişmeleri önlemek üzere bu âyet-i kerime inmiş olmalıdır. Dolayısıyla bu rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu olmaz.

5. Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mûminlerden bir zümre bundan hoşlanmamışlar di.
6. Hak apaçık belli olduktan sonra bile sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle mücadele ediyorlardı.
7. Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz. Allah da istiyordu ki sözleriyle hakkı gerçekleştirsin ve kâfirlerin kökünü kessin
8. Tâ ki mücrimler hoşlanmasalar da hakkı gerçekleştirsin ve bâtılı bâtıl kılsın.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bedr günü Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) düşmanla karşılaşma konusunda ashabı ile istişare edip de Sâd ibn Ubâde söylediklerini söyledikten sonra Peygamber(s.a.v.) kuvvetli olan Kurayş ordusu üzerine gitmeyi tercih edip insanlara bunu emrettiğinde bazı mûminler bundan hoşlanmadılar da bunun üzerine Allah Tealâ "Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mûminlerden bir zümre bundan hoşlanmamalardı..." âyetlerini indirdi.[13]
Yine İbn Abbâs'tan "Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz." âyet-i kerimesi hakkında rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) Medine-i Münevvere'ye (hicretinde oraya) Rebîu'l-evvel ayında girmişti. Daha sonra Kürz ibn Câbir el-Fihrî Medine-i Münevvere bahçelerini yağmalamaya gelmiş; bunu haber alan Peygamber(s.a.v.) mûminleri toplayıp hemen peşine düşmüşse de Kürz daha çabuk davranıp kaçmış, Peygamber(s.a.v.) de Medine-i Münevvere'ye dönmüştü. İşte bu Kürz hadisesinden sonra Peygamber(s.a.v.) Medine-i Münevvere'de bir sene kalmıştı ki Kurayş'in bir kervanı ile Ebu Sufyân Mekke'ye geliyordu. Kervan Medine yakınlarına ulaşınca Cibrîl Peygamber(s.a.v.)'e inip ona "Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz...." âyetlerini vahyetti.[14]
Hafız Ebu Bekr ibn Merdûye'nin Tefsir'inde Ebu Eyyûb el-Ansârî'den rivayetinde de o şöyle anlatıyor: Biz Medine'de iken Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Bana. Ebu Sufyân'ın kervanınının gelmekte olduğu haber verildi. Ne dersiniz ona karşı çıkalım mı? Umulur ki Allah onu bize ganimet olarak verir." buyurdu. Biz: "Evet ey Allah'ın Rasûlü" dedik. Rasûlullah (s.a.v.) çıktı, biz de onunla birlikte çıktık. Bir veya iki gün yürüdükten sonra: "Kavim (yani Kurayş) ile savaşma konusunda ne dersiniz? Çünkü onlar sizin kervanlarına karşı çıkışınızdan haberdar oldular." diye sordu. Biz: "Allah'a yemin ederiz ki bizim onlarla savaşacak gücümüz' yok. Çünkü biz kervan için çıkmıştık." dedik. Sonra tekrar sordu:
"Kavimle savaşmaya ne dersiniz?" Biz aynı cevabı verdik. Mikdâd ibn Amr ise: "O halde ey Allah'ın elçisi, biz sana İsrail oğullarının Musa'ya "Sen ve Rabbın gidin ve savaşın; biz burada oturucularız." dedikleri gibi demiyeceğiz." dedi. Biz ansar: "Keşke çok malımız olacağına Mikdad'm söylediği gibi konuşsay-dık!" diye temennide bulunduk ve işte bu hadise üzerine Allah Tealâ: "Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mûminlerden bir zümre bundan hoşlanmamışlardı." âyet-i kerimesini indirdi.[15]

9. Hatırlayın o zamanı ki siz, Rabbınızdan imdad istiyordunuz da "Birbiri ardına bin melekle size imdad ederim. " diyerek duanıza icabet etmişti.
İbn Abbâs ve Hz. Ömer rivayet ediyorlar; Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Bedr Gazvesi günü Rasûlullah (s.a.v.) muşriklere baktı; onlar bin kişiydiler, ashabı ise üçyüz on küsur kişiden ibaretti. Allah'ın peygamberi kıbleye döndü, ellerini göğe uzattı ve Rabbına seslenmeye, dua etmeye başladı: "Ey Allah’ım, bana olan vâdini yerine getir, ey Allah’ım, bana va'dettiğini ver. Ey Allah’ım, bu küçücük müslüman topluluğu helak olursa yeryüzünde sana ibadet eden kalmıyacak (sana yeryüzünde bir daha ibadet edilmiyecek.)" Ellerini göğe uzatmış, kıbleye dönmüş halde o kadar dua etti ki ridâsı omuzlarından düştü. O sırada Ebu Bekr yanına geldi, ridâsını aldı, omuzlarına koydu, onu arkasından kucakladı ve: "Ey Allah'ın peygamberi! Anam babam sana feda olsun! Rabbına munâcâtın, yakarman artık yeter; hiç şubhen olmasın, O sana vâdini mutlaka yerine getirecektir." dedi ve bunun üzerine Allah Tealâ: "Hatırlayın o zamanı ki siz, Rabbınızdan imdad istiyordunuz da "Birbiri ardına bin melekle size imdad ederim." diyerek duanıza icabet etmişti." âyet-i kerimesini indirdi. Tirmizî bu hadisin hasen, Sahih, ğarîb olduğunu da kaydetmiştir.[16] Taberî'nin Ebu Sâlih'ten rivayetle tahricinde ise Peygamber(s.a.v.)'e "Ey Allah'ın peygamberi! Rabbına münâcâtın, yakarman artık yeter; hiç şubhen olmasın, O sana vâdini mutlaka yerine getirecektir." diyen Hz. Ebu Bekr değil, Hz. Ömer'dir.[17]

15. Ey iman edenler, toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyin
16. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir topluluğa katılma dışında her kim o gün (düşmana) arkasını dönerse Muhakkak ki o, Allah katından bir gazaba uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir ve o, ne kötü bir varış yeridir.
İbn Ebî Hatim'in kendi senediyle Nâfı'den rivayetine göre o, İbn Ömer'e sormuş, şöyle anlatıyor: dedim ki: "Biz, düşmanla savaşta sebat etmeyen bir topluluğuz ve bilmiyoruz "fie=topluluk" nedir: İmamımız yani devlet başkanımız mı, yoksa ordumuz mu?" İbn Ömer şöyle cevab vermiş: "fie, yani katılacağınız topluluk Rasûlullah (s.a.v.)'tır." Ben: "AmaAllah Tealâ: "Ey iman edenler, toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman..." buyuruyor." dedim; "Bu âyet-i kerime ancak Bedr (Gazvesi) günü hakkında nazil oldu; ne öncesi, ne de sonrası hakkında değil." dedi.[18]
Ebu Saîd'den rivayette o şoyîe diyor: "Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir topluluğa katılma dışında her kim o gün (düşmana) arkasını dönerse..." âyeti kerimesi Bedr günü hakkında nazil olmuştur.[19]

17. Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürmüştür onları. Attığın zaman da sen atmadın, ve fakat Allah attı. Bu, mûminleri katından güzel bir imtihanla denemek içindi. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir.
Bu âyet-i kerimenin nuzul sebebinde muhtelif rivayetler vardır. Rivayetlerdeki ihtilâf hem nuzul zamanı, hem de kim hakkında nazil olduğundadır. Şöyle ki:
l. Saîd ibnu'l-Museyyeb'den, onun da babasından rivayetinde o öyle anlatmış: Bedr gazvesi günü Ubeyy ibn Halef Peygamber(s.a.v.)'i arıyordu.
Bir grup mûmin onu karşıladı ve Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaşmasını engellemek istediler. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Bırakın gelsin." buyurdular. Abduddâr oğullarından birisi olan Mus'ab ibn Umeyr onu karşıladı ve öldürüldü. Tam o sırada Rasûlullah (s.a.v.) da Ubeyy'in, zırhı arasından bir anda boynunu görüverip harbesini fırlattı. Ubeyy'e çarpan harbenin darbesiyle Ubeyy atından düştü Harbenin carotıaı verden kan bile çıkmamış. Sadece bir kaburgası kırılmıştı Atından düşen Ubeyy bir öküz gibi böğürüyordu. Yanına gelen arkadaşları ona: "Ayıp ayıp küçük bir sıyrıktan bu kadar feryat ediyorsun!" dediler. Rasûlullah (s.a.v.)'ın daha Önce "Bilâkis ben Ubeyy'i öldüreceğim." dediğini zikredip "Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki bana isabet eden darbe Zu'l-Mecâz halkına isabet etmiş olsaydı hepsi birden ölürlerdi." dedi ve Mekke'ye ulaşamadan yolda Şerif denilen mevkide öldü, canı cehenneme gitti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Sen attığında onu sen atmış değilsin. Fakat muhakkak onu Allah atmıştır..." âyet-i kerimesini indirdi.[20]
Nitekim İbn Şihâb ez~Zuhrî'den rivayete göre de Ubeyy ibn Halefin bu şekilde öldürülmesi Bedr'de değil Uhud'da olmuştur. Olayın öncesi ise şöyledir: Mekke'de bir gün Ubeyy ibn Halef elinde büyük bir kemikle Peygamber(s.a.v.)'e gelmiş ve: "Allah, bunu mu canlandıracak?!" demiş. Bir yandan da elindeki kemiği ufalıyormuş. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Elbette Allah ona can verecek, diriltecek. Sonra seni öldürecek ve cehenneme koyacak." buyurmuş. Uhud günü olduğunda ise Ubeyy: "Allah'a yemin ederim, gördüğümde Muhammed'i öldüreceğim." demiş, bunu duyan Peygamber(s.a.v.) de: "Tam tersine, ben onu öldüreceğim." buyurmuşlar.[21]
Ancak Kurtubî, âyet-i kerimenin Bedr Gazvesi akabinde nazil olduğunu göz Önünde bulundurarak bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiştir.[22]
2. Abdulaziz ibn Cubeyr'den rivayete göre ise Peygamber(s.a.v.) Hayber Gazvesi günü bir yay istemiş, uzun bir yay getirmişler. "Bana başka bir yay getirin." Buyurmuş, sert bir yay getirmişler. Efendimiz o yayla kaleye doğru bir ok atmış, ok da gitmiş kalenin içinde ve yatağında yatmakta olan Ki nane ibn Ebi'l-Hukayk'a isabet edip onu öldürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kertmeyi indirmiştir.[23] Suyûtî bu rivayetin mürsel, isnadının ise ceyyid olduğunu kaydeder.[24]
3. Müfessirlerin çoğunluğu ise bu âyet-i kerimenin Peygamber(s.a.v.)'in, Bedr Gazvesi günü eline bir avuç kum alıp muşriklere doğru atması ve "Yüzler çirkinleşsin!" buyurması ve orada bulunan bütün muşriklerin gözlerine bu kumun dolması üzerine inmiştir. Nitekim o vak'ada bulunan Hakîm ibn Hizam öyle anlatıyor: "Bedr günü gökten yere doğru gelen bir ses işittik. Sanki bir tasa çarpan kum sesiydi. Meğer Allah'ın Rasûiü o kumu atmış ve biz bozguna uğradık. İşte Allah Tealâ'nın "Sen attığında onu sen atmış değilsin. Fakat muhakkak onu Allah atmıştır..." kavli budur.[25]
Muhammed ibn Kays ve Muhammed ibn Kâb el-Kurazî'den rivayete göre ise Bedr günü iki ordu birbirine yaklaştığında Rasûlullah (s.a.v.) yerden bir avuç toprak alıp "Yüzler çirkİnleşsin!" buyurup muşriklerin yüzlerine doğru atmış. Bu bir avuç toprak bütün muşrik ordusunun gözlerine dolmuş ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabı da üzerlerine yürüyüp onların kimini Öldürmeye, kimini esir etmeye başlamışlar. Muşriklerin bozguna uğramaları işte Peygamber(s.a.v.)'in bu bir avuç toprağı atmasıyla vukubulmuş olup bunun üzerine Allah Tealâ: "Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürmüştür onları. Attığın zaman da sen atmadın, ve fakat Allah attı. Bu, mûminleri katından güzel bir imtihanla denemek içindi. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir." âyet-i kerimesini indirmiştir.[26]
Alûsî, bu hadisede Peygamber(s.a.v.)'in, "Kurayş ordusu bir kum tepesinin ardından bütün haşmeti ile çıktığında, kendisine gelen Cibril'in söylemesi üzerine Hz. Ali'ye: "Bana vadinin kumlarından bir avuç ver." deyip onun verdiği kumu muşriklerin yüzlerine doğru atmış..." olduğu ayrıntılarına da yer vermektedir.[27]
4. Bu âyet-i kerimenin, Bedr Gazvesi dönüşü ashabın, bu gazvede yaptıklarını anlatıp: "Ben filân filânı öldürdüm, ben şöyle şöyle yaptım." gibi konuşmalarla birbirlerine karşı övünmeye başlamaları üzerine nazil olduğu da söylenmiştir.[28]

19. Eğer fetih istiyor idiyseniz işte size fetih gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok tekrar dönerseniz Biz de döneriz. Topluluğunuz çok da olsa hiçbir şeye yaramaz. Çünkü Allah mûminlerle beraberdir.
Abdullah ibn Sa'lebe der ki: Allah'tan, düşmanına karşı fetih isteyen Ebu Cehl idi. Bedr gazvesi günü iki ordu karşılaştığında: "Ey Allah’ım, bu iki ordudan hangisi daha çok günahkâr, daha çok akrabalarından kesilmiş ve bilmediğimiz bir şey getirmişse bugün ona karşı olana fetih ver.'Memişti. Bunun üzerine "Ve muhakkak Allah mûminlerle beraberdir."e kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu haberi Sahih'inde Hâkim rivayet etmiş ve "Buharı" ve Muslim'in şartlarına göre sahihtir, fakat tahric etmemişlerdir." demiştir.[29]
Suddî ve Kelbî de muşriklerin, Bedr'e doğru yola çıkarlarken Kâbe'nin perdelerine yapışıp Allah'tan yardım ve zafer istediklerini, "Ey Allah’ımız, iki ordudan daha aziz, daha güçlü olanına, iki gruptan daha hidayet üzere olanına. iki gruptan daha kerim olanına, iki kabileden daha hayırlı olanına ve iki dinden daha üstün olanına yardım et." diye yakardıklarını bunun üzerine Allah Tealâ'nın bu âyet-i kerimeyi indirmiş olduğunu söylemektedirler.[30]

21. Hem dinlemedikleri halde "Dinledik. " diyenler gibi olmayın. ll.Allah katında canlıların en kötüsü, akletmeyen sağır ve dilsizlerdir.
Muhammed ibn İshak bu âyet-i kerimelerin münafıklar hakkında nazil olduğunu söylerken, Kurayş'in Abduddâr kolundan bir grup muşrik hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[31] Nitekim Buhârî'nin kendi senediyle İbn Abbâs'tan rivayetinde de bu âyet-i kerimenin Abduddâr oğullarından bir grup hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir.[32] İbn Abbâs'tan Kurayza ve Nadîr oğulları yahudileri hakkında nazil olduğu rivayeti yanında münafıklar hakkında indiği[33] de söylenmiştir.[34]

25. Bir de bir fitneden sakının ki içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Hem bilin ki Allah, azabı çok şiddetli olandır.
Hasen'den rivayete göre Hz. Ali, Osman, Talha ve Zubeyr hakkında nazil olmuştur.[35]
Hasen, bunu bizzat Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dan da rivayet etmiştir. Buna göre Zubeyr şöyle demiş: "Bir de bir fitneden sakının ki içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz." âyet-i kerimesi nazil oldu ve biz bu âyetin ehli olduğumuzu, bununla bizim kastedildiğimizi zannetmemiştik. Başka bir kanaldan gelen rivayette de Zubeyr şöyle demiş: "Ben bu âyet-i kerimeyi bir zaman okudum. Onun ehli olacağımızı (onunla bizim kastedildiğimizi) sanmıyordum. Ama bir de baktık ki onunla kastedilenler bizler imişiz."[36]
Suddî ise bu âyet-i kerimenin özellikle Bedr ehli hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[37]

26. Hatırlayın ki bir zamanlar siz yeryüzünde azlıktınız, zayıf sayılırdınız. İnsanların sizi tutup kapmalarından korkuyordunuz. Belki şükredersiniz diye size ev bark verdi, yardımıyla destekledi ve temiz, hoş şeylerden sizi rızıklandırdı.
Kelbî veya Katâde'den veya her ikisinden de rivayete göre bu âyet-i kerime Bedr günü hakkında inmiştir. O gün mûminler, insanların (muşriklerin) kendilerini kapıvermelerinden korkuyorlardı da Allah onları barındırdı ve yardımıyla onları destekledi.[38]

İbn Abbâs'tan rivayette ise özellikle muhacirler hakkında nazil olduğu kaydedilmektedirler ki onlar, Bedr'de değil de Mekke-i Mükerreme'de azlık ve zayıf oldukları için insanlar yani muşrikler tarafından tutulup kapılıverilmelerinden korkmaktaydılar.[39]

27. Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet etmeyin. Değilse bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olursunuz.
Bu âyet-i kerimenin nuzul sebebinde iki rivayet vardır:
1. Bunlardan birincisine göre ansardan Ebu Lubâbe ibn Abdulmunzir hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Kurayza oğulları kalesini 21 gece kuşatmış. Bunalan Kurayzalılar Peygamber(s.a.v.)'den "Daha önce Peygamber(s.a.v.) ile anlaşmalı olan Nadîr oğulları yahudileri ile aynı şartlarla anlaşıp Şam topraklarındaki Ezruât ve Eriha'daki kardeşlerinin yanına gitmelerine izin verilmesini" istemişler. Rasûlullah (s.a.v.) da "Sâd ibn Muâz'ın hükmüne razı oluncaya kadar onlara bu hakkı vermiyeceğini" bildirmiş. Kabul etmemişler ve "Bize Ebu Lubâbe'yi gönder." demişler. Ebu Lubâbe onlara karşı dostça davranırmış. Çünkü ailesi, malı ve çocukları onların yanında imiş. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Ebu Lubâbe'yi onlara göndermiş. Ona gelmişler ve: "Ey Ebu Lubâbe, ne dersin, Sâd ibn Muâz'ın vereceği hükme razı olalım mı?" diye sormuşlar, o da boğazına işaret ederek onun vereceği hükmün onların öldürülmeleri olacağını ima ile "Radı olmayın." Demiş.[40]
Ebu Lubâbe bizzat kendisi: Vallahi ayaklarım oradan ayrılmadan Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet ettiğimi anladım." demiştir. İşte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil olunca Ebu Lubâbe Mescid-i Nebeviye giderek kendisini bir mescidin direklerinden birine bağlamış ve: "Allah'a yemin olsun ki ölünceye veya Allah tevbemi kabul edinceye kadar hiçbir yiyecek ve içecek tatmayacağım." demiş. Yedi gün (bir rivayette de dokuz gün) ne bir şey yemiş, ne bir şey içmiş ve sonunda bayılmış. Sonra Allah Tealâ tevbesini kabul buyurmuş da müjdelemeye gelmişler ve: "Ey Ebu Lubâbe, tevben kabul edildi."
demişler ve onu, kendisini bağladığı direkten çözmek istemişler. "Hayır, Allah'a yemin ederim ki bizzat Allah'ın Rasûlü gelip beni çözmedikçe kendimi bu direkten çözmeyeceğim." demiş; Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) gelip onu kendisini bağladığı direkten çözmüş. Ebu Lubâbe: "Tevbemin tamamlanması ancak bu günahı işlediğim kavmimim topraklarını terk etmem ve malımdan Allah ve Rasûlü yolunda sadaka olarak vermek suretiyle olduğu gibi kurtulmamla olacak." demiş de Efendimiz (s.a.v.): "Ey Ebu Lubâbe, malının üçte birini tasadduk etmen Sana yeter." buyurmuş[41] Ebu Lubâbe'nin kendisini mescidin direklerinden birine bağlamasını sebebinin Tebük Gazvesinden geri kalması ve bu sefere katılmamaktan pişmanlık duyması olduğu, Ebu Lubâbe ve beraberindeki 7 arkadaşının bu davranışları üzerine Tevbe, 9/102 âyetinin nazil olduğu da söylenmiştir[42] ki inşeAllah o âyet-i kerimenin nuzul sebebinde gelecektir..
2. Cabir ibn Abdullah'tan rivayete göre ise Ebu Sufyân Mekkelilerin kervanı ile yola çıkınca Cibril gelip "Ebu Sufyân falan falan yerde." diye haber vermiş. Peygamber(s.a.v.) de ashabına: "Ebu Sufyân falan falan yerde, ona karşı çıkın ve bu çıkışınızı gizleyin." buyurmuş. Ancak münafıklardan birisi Ebu Sufyân'a mektup yazarak: "Muhammed sizin üzerinize geliyor, ona karşı tedbirinizi alın." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet etmeyin. Değilse bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olursunuz." âyet-i kerimesini indirmiş.[43] Suyûtî bu rivayetin çok ğarîb olduğunu söyledikten sonra gerek isnadının, gerekse akışının şubheli olduğunu da kaydeder.[44]

30. Hani küfredenler seni tutup bağlamak, yahud öldürmek, veya seni (yurdundan) çıkarmak için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlarken Allah da düzenlerine mukabele ediyordu. Allah, düzen kuranlara karşılık verenlerin en hayırhsıdır.
Ubeyd ibn Umeyr ibnu'l-Muttalib ibn Ebî Vedâ'a'dan rivayete göre Ebu Tâlib, Rasûlullah (s.a.v.)'a: "Kavmin senin hakkında ne düzenler kuruyor biliyor musun?" demiş de Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Evet, bana büyü yapmak, beni öldürmek ve beni yurdumdan çıkarmak istiyorlar." demiş. Ebu Talib: "Bunu sana kim haber verdi?" sorusuna da "Rabbım haber verdi." diye cevab verince Ebu Talib: "Senin o Rabbın ne güzel Rab imiş, ona hayır tavsiye et." demiş. Efendimiz (s.a.v.): "Ben mi O'na hayır tavsiye edeceğim, hayır, tam tersine O bana hayır tavsiye eder." buyurmuş ve bunun üzerine "Hani küfredenler seni tutup bağlamak, yahud öldürmek, veya seni (yurdundan) çıkarmak için düzen kuruyorlardı..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[45]
İbn Kesîr bu rivayette Ebu Talib'in zikredilmesi ve âyet-i kerimenin sanki hicretten önce nazil olduğu zehabının verilmesinin garib, hattâ münker olduğunu söyler. Zira Enfâl Sûresi bütünüyle medenîdir, Medine'de nazil olmuştur. İçinde mekkî âyet veya âyetler yoktur. Öte yandan Ebu Tâlib, Dâru'n-Nedve'de Peygamber(s.a.v.)'in öldürülmesi kararı alınması ve Peygamber(s.a.v.)'e hicret izni verilmesinden üç sene önce vefat etmiş olup bu hadise ile ilişkilendirilmesi mümkün de değildir. Evet, Peygamber(s.a.v.)'e, Mekke muşriklerinin onun hakkında ne düzenler kurdukları haber verilmiştir, ama bunu haber veren sahih rivayetlere göre Cibril'dir ve bu haberle birlikte hicret iznini de getirmiştir.[46] Bu âyet-i kerime ise daha sonra Medine-i Münevvere'de, Peygamber(s.a.v.)'e Allah Tealâ'nın ona. geçmiş nimetlerini hatırlatma sadedinde indirilmiştir.[47]

31. Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz. Bunlar, olsa olsa eskilerin masallarıdır. " demişlerdi.
İbn Cureyc'den rivayette o şöyle anlatıyor: Abduddâr oğullarından en-Nadr ibnu'l-Hâris tüccar olarak İran'a gider gelirmiş. Bu yolculuklarının birinde İncil okuyan, rükû ve secde eden bir grup keşişe rastlamış. Mekke'ye geldiğinde bir de bakmış ki Muhammed'e vahiy gelmiş; o da rükû ve secde ediyor. İran yolculuğu sırasında rastladığı keşişlerden duyduklarını kastederek: "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz." demiş ve bunun üzerine "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[48]
Bu rivayet, âyet-i kerimenin Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğu zehabını vermektedir. Halbuki âyet-i kerime medenîdir. Dolayısıyla Saîd ibn Cubeyr'den bu âyet-i kerimenin nuzul sebebi olarak gelen rivayet, vakıaya daha uygun görünmektedir. Şöyle ki:
Saîd ibn Cubeyr anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (s.a.v.), Bedr Gazvesinde esir edilmiş olan Ukbe ibn Ebî Muayt'ın, Tuayme ibn Adiyy'in ve en-Nadr ibnu'l-Hâris'in öldürülmelerini emretmişti. Bunlardan Nadr, ashabdan el-Mikdâd'm esiri imiş. Esirinin öldürülmesi emrini duyunca el-Mikdâd gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, esirim. (Esirimi neden öldürüyorsunuz?)" demiş. Peygamber(s.a.v.): "Ama o Allah'ın kitabı (ve Rasûlü) hakkında şöyle şöyle konuşuyordu." buyurmuş. Mikdâd tekrar: "Ey Allah'ın elçisi, esirim." deyince Efendimiz: "Ey Allah’ım, lûtfundan, Mikdâd'ı bu esirden müstağnî kılacağını ona ver." diye dua etmiş ve Mikdâd: "tşte istediğim bu idi." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[49]

32. Hani demişlerdi ki: "Ey Allah’ımız, eğer bu gerçekten Senin katından ise üzerimize gökten taş yağdır, yahud elim bir azâb getir.
33. Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir.
34. Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil olmadıkları halde (insanları) Mescid-i Haram'dan alıkoyup duranlardır. Hem O'nun dostu değillerdir. O'nun dostları ancak müttakîlerdir. Ama onların çoğu bilmezler.
Bu âyetlerin nuzul sebebine dair elimizde üç rivayet var:
l. Enes ibn Mâlik anlatıyor: Ebu Cehl ibn Hişâm: "Ey Allah’ım, eğer bu (Muhammed ve getirdiği) senin katından gelen bir hak, gerçek ise gökten başımıza taş yağdır veya bizim başımıza elîm bir azâb getir." demişti. Bunun üzerine: "Sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir. Allah onlara neden azâb etmesin ki..." âyetleri nazil oldu.[50] Haberi Buhârî de Ahmed ibnu'n-Nadr kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayet etmiştir.[51]
2. Saîd ibn Cubeyr'den rivayete göre ise en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur. "Muhammed'in söylediği hak ise gökten üzerimize taş yağdır." diyen odur.[52]
Atâ'dan gelen bir rivayette de bu âyet-i kerimenin nuzul sebebi olarak Abduddâr oğullarından en-Nadr ibn Kelde adındaki birisi gösterilmekte ve Kur'ân'dan, on küsur âyet-i kerimenin onun hakkında indiği de ilâve edilmektedir.[53] Bu son rivayette en-Nadr ibn Kelde olarak gösterilen kişi ile bir önceki rivayette adı geçen en-Nadr ibnu'l-Hâris aynı kişi olup kaynaklarda en-Nadr ibnu'l-Hâris veya en-Nadr ibn Kelde ibnu'l-Hâris olarak geçmektedir.
3. Yezîd ibn Rûmân ve Muhammed ibn Kays'den rivayete göre Kurayşliler kendi aralarında: "Allah, bizim aramızdan Muhammed'e mi ikramda bulunmuş?! Ey Allah’ımız, bu, senin katından bir hak ise başımıza gökten taş yağdır." demişler, akşam olunca da bu sözlerinden pişman olarak: "Ey Allah’ımız, bizi bağışla." diye dua etmişler ve işte bunun üzerine "Ama onların çoğu bilmez-ler."e kadar olmak üzere "Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir..." âyetlerini indirmiş.[54]
Ayet-i kerimenin nuzul sebebinin Ebu Cehl'in bu sözü olduğuna dair haber Buhârî ve Muslim'ce rivayet edildiğine göre elbette daha sahihtir. Ama âyet-i kerime çoğul sîğasıyla geldiğine göre herhalde bu sözü söyleyen sadece Ebu Cehl veya en-Nadr değildir. Belki son rivayette de belirtildiği üzere başkaları da bunu söylemişlerdir. Belki de değişik zamanlarda içlerinde Ebu Cehl ve en-Nadr ibnu'l-Hâris'in de bulunduğu değişik kimseler böyle söylemişler (Meselâ Uhud günü Amr ibnu'l-As'ın da benzer sözler sarfettiği rivayet edilmektedir[55] ve hepsinin akabinde bu âyet-i kerime nazil olmuş olmalıdır.
4. İbn Ebzâ'dan gelen bir rivayette "Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir. Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil olmadıkları halde (insanları) Mescid-i Harâm'dan alakoyup duranlardır..." âyetlerinin inmesi üç ayrı zamanda vukubulmuştur. Şöyle ki:
PeygamberMekke-i Mükerreme'de iken "Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir." kısmı nazil olmuş; Efendimiz (s.a.v.)'in Medi-ne-i Münevvere'ye hicretini müteakip "Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir." kısmı inmiş. Efendimiz (s.a.v.)'in hicretinden sonra çeşitli sebeplerle Mekke'de kalan zayıf müslümanlarm da Mekke'den ayrılmalarından sonradır ki "Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil olmadıkları halde (insanları) Mescid-i Harâm'dan alakoyup duranlardır..." kısmı da nazil olmuştur.[56]

35. Onların Beyt'in yanındaki duaları sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse küfretmekte olduğunuzdan dolayı tadın bakalım azabı!
Abdullah ibn Ömer'den rivayete göre cahiliye halkı Beytullah'ı tavaf ederken alkış tutuyor, ıslık çalıyor ve yanaklarını yere koyuyorlardı. İşte muşriklerin tavaftaki bu davranışları üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[57] Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivayette ise onların tavaf sırasındaki bu davranışları Peygamberve mûminlerin Mescid-i Haram'daki ibadetlerini engellemek, sabote etmek gayesine yöneliktir ve onların, Peygamber(s.a.v.)'in Mescid-i Haram'daki ibadetini engellemeleri sebebiyle bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[58] Mukatil, muşriklerin bu engellemelerini şöyle tarif eder: Peygamber(s.a.v.), Mescid-i Harâm'da namaza durduğunda Abduddâr oğullarından iki kişi hemen kalkıp sağma geçer ve ıslık çalmaya; diğer iki kişi de kalkıp soluna geçer ve alkış tutmaya başlarlardı ki Allah Tealâ bunları Bedr günü mûminlerin elleriyle öldürmüştür.[59]

36. Doğrusu o kâfirler mallarını, Allah'in yolundan alıkoymak (çevirmek) için harcarlar. Daha da harcıyacaklar, sonra da içleri yanacak, sonra da mağlub olacaklardır. İşte o küfretmiş olanlar cehenneme sürülüp toplanacaklardır.
Mukatil ve Kelbî der ki: Bedr Gazvesi günü muşrik ordusunun iaşesini sağhyanlar hakkında nazil oldu. Bunlar on iki kişi olup hepsi de Kurayş'ten idiler ve her biri bir gün 10 deve kesmekteymişler. Bunlar: Ebu Cehl ibn Hişâm, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Haccâc'ın iki oğlu Nebîh ve Munebbih, Ebu'l-Bahterî ibn Hişâm (ya da: Ebu'l-Bahterî Saîd ibn Fîrûz et-Tâî), en-Nadr ibnu'l-Hâris, Hakîm ibn Hızâm, Ubeyy ibn Halef, Zem'a ibnu'l-Esved, el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel ve el-Abbâs ibn Abdulmuttalib'dirler.[60] Buna göre âyet-i kerime Bedr Gazvesinde nazil olmuştur.
Bu arada âyet-i kerimenin Uhud Gazvesinde veya bu gazve hakkında nazil olduğuna dair rivayetler de vardır. Bu cümleden olarak Saîd ibn Cubeyr ve İbn Ebzâ, Uhud gazvesinde Peygamberile savaşmak üzere Kinâne oğullarından iki bin paralı asker tutan Ebu Sufyân hakkında nazil olduğunu söylemektedirler.[61]
El-Hakem ibn Utbe de yine Ebu Sufyân'ın Uhud savaşı için 40 Ukıyye (herhalde altın olmalı) harcadığını ve âyet-i kerimenin bunun üzerine nazil olduğunu söylemiştir. Saîd ibn Cubeyr ve Mücâhid de özellikle Ebu Sufyân hakkında indiğini söylerken Saîd ibn Cubeyr onun, Peygamber(s.a.v.)'le savaşmak üzere 2000 savaşçı kiralamasının bu âyetin inmesine sebep olduğunu da kaydetmiştir.[62]
Muhammed ibn İshak'ta Zuhrî, Muhammed ibn Yahya ibn Hıbbân, Asım ibn Umeyr ibn Katâde ve el-Husayn ibn Abdurrahman'dan biraz daha farklı bir rivayet yer alıyor: Kurayş ordusu Bedr Gazvesinde yenilip Mekke'ye döndü. Ebu Sufyân da kervanını kurtarıp Mekke'ye dönmüştü. Bedr'de babaları, kardeşleri, oğulları öldürülmüş olanlarla birlikte Abdullah ibn (Ebî) Rabîa, İkrime ibn Ebî Cehl ve Safvân ibn (Ebî) Umeyye, Ebu Sufyân'a ve onun kervanında ticaret malı olanlara geldiler ve: "Muhammed sizi zarara uğrattı ve en hayırlılarınızı öldürdü. Kurtarmak için savaştığımız bu malla bize yardım edin. Umulur ki ondan öcümüzü alırız." dediler, onlar da buna muvafakat ettiler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[63] Bu, İbn Abbâs'tan da rivayet olunmuştur.[64]

38. O küfretmiş olanlara söyle: Vazgeçerlerse geçmiş kendilerine bağışlanacaktır. Tekrar başlarlarsa elbette evvelkilerin sünneti geçmiştir.
İbn Abbâs'tan rivayetle Ebu Salih bu âyet-i kerimenin de özellikle Ebu Sufyân ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[65]

41. Eğer Allah 'a ve hakkı bâtıldan ayıran günde, o iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, akrabaların, yetimlerin, yoksulların ve yolcularındır. Allah, herşeye gücü yetendir.
Bu âyet-i kerime, bu surenin ilk âyeti olan "Sana ganimetleri soruyorlar..." âyetinden sonra nazil olmuştur. İbn Abdi'1-Berr, bu konuda icmâ olduğunu söyler.[66]
Kelbî'den rivayette o, bu âyet-i kerimenin Bedr'de nazil olduğunu söylemiştir.[67]
İbn Kesîr der ki: Sûrenin ilk âyeti Bedr Gazvesinden, bu âyet ise Nadîr o-ğulları gazvesinden sonra nazil olmuştur. Siyer ve Meğâzî âlimleri arasında Nadîr oğulları gazvesinin Bedr Gazvesinden sonra olduğu konusunda ise hiçbir ihtilâf yoktur. [68]
Vâkıdî ise bu âyetin Kaynukâ' oğulları gazvesinde -ki Bedr'den bir ay üç gün sonradır- nazil olduğunu söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime hicretin 20. ayı başında Şevval ayının ortasında inmiştir.[69]

47. Hem yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatandır.
Urve'den rivayette o şöyle anlatıyor: Kurayşliler, Bedr'de Peygamber(s.a.v.)'le karşılaşmadan önce Ebu Sufyân ve yanındaki kervandan onlara bir haberci gelmiş ve şu haberi getirmişti: "Biz, Muhammed tehlikesini atlattık, onların bölgesinden bir tehlikeyle karşılaşmaksızın geçtik, siz de geri dönün." Ebu Sufyân'm, kervan üzerindeki tahlikenin geçtiğini bildirmek üzere Kurayşe gön- derdiği haberci Kurayş ordusu Cuhfe'de iken onlara yetişmiş ve selâmet haberini vermişti. Geri dönmediler ve: "Vallahi geri dönmeyiz, tâ ki Bedr'e varacağız, orada üç gece kalacağız, bizim ne kadar güçlü olduğumuzu, gerektiğinde nasıl kuvvet toplayabileceğimİzi araplar görecek ve bizimle savaşmaya cesaret edemeyecekler." dediler. İşte Allah Tealâ'nın "Hem yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın..." buyurdukları bunlardır.[70]
Muhammed ibn Kâb el-Kurazî'den rivayete göre ise Kurayşliler, Bedr savaşı için Mekke'den yola çıkarlarken yanlarına çalgıcı köleleri ve onların çalacakları defleri alarak çıkmışlar ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Hem yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[71]

48. 0 zaman şeytan onların yaptıklarını kendilerine süslemiş ve şöyle demişti: "Bugün insanlardan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum. " Ne zaman ki iki ordu karşılan, "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah 'tan korkarım. Hiç şubhesiz Allah ukubeti şiddetli olandır. " dedi, iki topuğu üzerine dönüp kaçtı.
İbn İshak der ki: Bedr günü topukları üzere geri dönüp giderken İblis'i Umeyr ibn Vehb veya el-Hâris ibn Hişâm görmüş de: "Ey Surâka nereye?" diye sormuş Allah'ın düşmanı bu soruyu duyunca yere yapışmış ve hızla gözden kaybolmuş. İşte bunun hakkında Allah Tealâ: "O zaman şeytan onların yaptıklarını kendilerine süslemiş ve şöyle demişti: "Bugün insanlardan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum..." âyet-i kerimesini indirmiş. Kurayş Bedr'e doğru giderken İblîs onların gözlerine hemen her menzilde Surâka suretinde görünür ve onlar da onu Surâka zannederek hiç garipsemezlermiş. Ne zaman Bedr'de iki ordu karşı karşıya gelmiş; gerisin geri dönüp: "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkarım. Hiç şubhesiz Allah ukubeti şiddetli olandır." Demiş.[72]
Bu olay tbn Abbâs tarafından da şöyle anlatılıyor: Bedr günü İblîs, yanında şeytanlardan oluşan ordusu ve bayraklarıyla Mudlic oğullarından bir adam, Surâka ibn Mâlik ibn suretinde gelmiş ve muşriklere: "Bugün insanlardan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum." demiş. İki ordu karşılıklı saf tuttuğunda Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) bir avuç toprak alıp muşriklerin yüzlerine doğru atmış ve muşrikler arkalarını dönerek bozguna uğramışlar. İşte o sırada Cibrîl de İblîs'e doğru gelmeye başlayınca bir müşriğin elini tutmuş haldeki İblis hemen elini o muşrikten kurtararak ordusuyla birlikte kaçmaya başlamışlar. Elini elinden kurtardığı muşrik: "Ey Süraka nereye gidiyorsun? Hani sen bizim komşumuz olduğunu iddia ediyordun!" diye seslenmiş de İblîs "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum.
Ben Allah'tan korkarım. Hiç şubhesiz Allah ukubeti şiddetli olandır." demiş ki o an, melekleri gördüğü andır.[73]
Bu Surâka ibn Mâlik suretinde İblîs'in Kurayşlilere ilk göründüğünde henüz Mekke'den yola çıkmamışlar. Hattâ çıkıp çıkmamakta tereddüt îçindeymişler. Zira yola çıkacakları zaman Kinâne oğulları ile aralarındaki kin ve düşmanlık akıllarına gelmiş ve biz Muhammed'e karşı çıktığımızda onlar da savunmasız bıraktığımız Mekke'ye saldırırlar mı acaba diye çıkmakta ayak sürümek-teymişler. İşte o sırada Kinâne'nin ileri gelenlerinden birisi olan Surâka suretinde Kurayşlilere görünen İblîs: "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de sizin Kinâne oğullarından komşunuzum. Sizi korurum, size gelebilecek tehlikeleri de savarım. Hiç korkmayın Kinâne oğullarından size hiçbir zarar gelmeyecektir." diyerek içlerine su serpmiş ve Bedr'e doğru yola çıkmışlar. İki ordu karşılaştığında ise yine Surâka suretinde el-Hâris ibn Hişam'ın elinden tutmuş haldeyken gökten meleklerin indiğini görür görmez hemen onun elini bırakıp göğsünden itmiş ve kaçmaya başlamış. Kurayş, Bedr'de yenilip Mekke'ye döndükten sonra: "İnsanlar (Kurayş), Surâka'nın kaçması üzerine bozguna uğradı." demişler ve bu söz Kinâne oğulları içinde Surâka'ya ulaşınca: "Vallahi siz bozguna uğrayıp Mekke'ye dönünceye kadar, sizin Bedr'e gidişinizden benim haberim bile yoktu." demiş ve ancak müslüman olduktan sonra gözlerine Surâka olarak görünenin İblîs olduğunu anlamışlar.[74]

49. Hani münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar "Bunları dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse muhakkak ki Allah Azizdir, Hakim'dır.
"Hani münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar "Bunları dinleri aldatmış" diyorlardı..." âyet-i kerimesi hakkında Amir'den rivayette o şöyle diyor: Mekke halkından bazı kimseler müslüman olduklarını söylemişler (İslâm kelimesini telaffuz etmişler)di. Bunlar Bedr Gazvesinde muşriklerle birlikte Mekke'den çıkmışlardı. Müslümanlarla karşılaştıklarında onların azlığını görünce "Bunları dinleri aıdatmış" demişlerdi.[75]
Yine bu âyet-i kerime hakkında Mücâhid de şöyle diyor: "Bunları dinleri aldatmış" diyenler Kurayş'ten bir gruptur. Kay s ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Kays ibnu'l-Fâkih ibnu'l-Muğîra, el-Hâris ibn Zem'a ibnu'i-Esved ibnu'l-Muttalib, Ali İbn Umeyye ibn Halef ve el-Asî ibn Münebbih ibnu'l-Haccâc, Bedr savaşı için Mekke'den hareket eden muşrik ordusuyla birlikte çıktılar. Müslüman olmuş görünmekle birlikte aslında şubhe içindeydiler (bu yeni dine girip girmemekte ve bu dinin ileri gidip gitmiyeceği konusunda) kuşkulu idiler ve onları hicret etmeyip Mekke'de tutan da aslında bu kuşkuları idi. İşte bunlar iki ordu karşılaştığında müslümanların azlığını görünce "Bunları dinleri aldatmış" demişler[76] ve bu âyet de bunun hakkında nazil olmuştur.[77]

50. Bir görseydin sen, hani melekler o küfretmiş olanların canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar ve: "Tadın yakıcı azabı, " diyorlardı.
Müfessirler bu âyet-i kerimenin de özellikle yukarda, Bedr'de mûminler ordusunun azlığını görerek: "Bunları dinleri aldatmış." diyen, böylece kuşkulan perçinlenip muşrikler tarafında kalan ve bu gazvede mûminler tarafından öldürülenler hakkında nazil olduğunu kaydetmektedirler.[78]

55. Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en şerlisi hiç kuşkusuz küfretmiş olanlardır. Artık onlar iman etmezler.
56. Onlardan kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında ahidlerini bozanlar, ki onlar sakınmazlar da;
57. İşte onları savaşta ele geçirirsen onlarla arkalarında ahdi bozacak kimseleri de ürküt. Umulur ki onlar ibret alırlar.
Birçok müfessir bu âyet-i kerimelerin Kurayza oğullan yahudileri hakkında indiğini söylemişlerdir. Peygamber(s.a.v.)'le antlaşma yaptıktan sonra O'na düşmanlık yapmış; muşriklere silâh yardımında bulunmuşlar, sonra da: "Sizinle antlaşmak olduğumuzu unutmuştuk." demişler ve antlaşma yenilenmiş, bu sefer Hendek savaşı günü müslümanlara yine düşmanlık yapmışlar ve düşmanlıkları çerçevesinde reisleri Kâb, Mekke'ye giderek muşriklerle antlaşma yapmıştı.[79]
Ebu'ş-Şeyh'in Saîd ibn Cubeyr'den rivayetinde o şöyle demiştir: İçlerinde İbnu't-Tâbût'un da bulunduğu altı yahudi hakkında nazil olmuştur.[80]
Her İki rivayette de kendileriyle antlaşma yapılan ve antlaşmaya rağmen müslümanlara düşmanlık edenler yahudiler olmakla iki rivayet arasında ihtilâf yoktur.[81]

58. Eğer bir kavmin hıyanet etmesinden korkarsan sen de onlara karşı aynı şekilde davran. Muhakkak ki Allah, hainleri sevmez.
Mücâhid'den rivayete göre bu âyet-i kerime Kurayza oğullan hakkında inmiştir.[82] Ebu'ş-Şeyh'in İbn Şihâb'dan rivayetinde Peygamber(s.a.v.)'in, Hendek muharebesinden dönüşünde Cibril gelmiş ve: "Ben, düşmanın peşinde iken sen silâhını mı bıraktın? (Silâhlan ve) çık; Allah sana Kurayza o-ğulları ile savaşman için izin verdi." demiş ve işte onlar hakkında bu âyet-i kerime indirilmiş.[83]
Yine Mücâhid, 61 ve 62. âyetlerin de yine Kurayza oğullan hakkında nazil olduğunu söylemişse de İbn Kesîr, bu âyet-i kerimelerin, Bedr Gazvesi hakkındaki âyetlerle aynı siyaka sahip olduğu düşüncesiyle bu kavli şubheli görmüştür.[84]

63. Ve onların kalblerini birleştirmiştir. Eğer yeryüzmfâc huhman herşeyi sarfetsen yine de onların kalblerini birleştiremezdin, fakat Allah birleştirdi onların arasını. Muhakkak ki Allah Azız'dir, Hakîm'dir.
Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o: Eğer yeryüzünde bulunan herşeyi sarfetsen yine de onların kalblerini birleştiremezdin." âyet-i kerimesi, birbirini sevenler hakkında nazil oldu." Demiştir.[85]

64. Ey O Peygamber, Allah, sana ve sana tâbi olan mûminlere yeter.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'a 33'ü erkek, 6'sı kadın olmak üzere 39 kişi iman etmişti. Sonra Ömer de müslüman oldu ve sayıları 40'a ulaştı. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve "Ey o peygamber, sana Allah ve sana tabi olan mûminler yeter..." âyet-i kerimesini indirdi.[86] Kuşeyrî'nin kaydettiğine göre âyet, Mekke'de inmiş olmakla birlikte Peygamber(s.a.v.)'in emriyle Medenî olan bir sûrenin içine yazılmıştır.[87] Bu (âyet-i kerimenin Ömer (r.anh)İslâmı üzerine nazil olduğu), Saîd ibnu'l-Museyyeb ve Saîd ibn Cubeyr'den de rivayet edilmiştir.
Ancak âyet-i kerime ve içinde bulunduğu sure medenî, Ömer (r.anh)müslüman olması ise Mekke'de olduğuna göre âyet-i kerimenin Ömer (r.anh)İslâm'a girmesi üzerine inmiş olması doğrusu çok şubhelidir.[88] Bu İbn Abbâs rivayetine metni itibariyle de itiraz edilmiştir: Bu rivayette Hz. Ömer'in, İslâm'a girenlerin kırkıncısı olduğu ifade edilmektedir. Zaten avam arasında yaygın olan söylenti de budur. Ancak bu, tarihî vakıalara mutabık değildir. Bir kerre Ömer (r.anh)İslâm'ı kabulü, Habeşistan'a hicretten sonradır. İbn İshak, Habeşistan'a hicret eden müslümanların sayısının, yanlarında götürdükleri küçük çocuklar ve Habeşistan'da doğanlar hariç olmak üzere 83 kişi olduğunu söylemektedir. Mekke'de kalanlar bir yana sırf Habeşistan'a hicret edenler 83 kişiyse Hz. Ömer nasıl 40'ıncı müslüman olur? Nitekim Kelbî de âyet-i kerimenin çölde Bedr Gazvesinde, savaştan önce nazil olduğunu söylemiştir.[89] Ayetin zahiri Muhacirler ve Ansara şamil görünmekteyse de Zuhrî'den rivayete göre Ansar hakkında nazil olmuştur.[90]

65. Ey o peygamber, müzminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onlar iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar anlamıyan bir toplulukturlar.
66. Simdi Allah sizden hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zayıflık vardır. O halde içinizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
İbn İshak der ki: Abdullah ibn Ebî Necîh kanalıyla Abdullah ibn Abbâs'tan rivayette o şöyle diyor: "Ey o peygamber, mûminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onlar iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden binini yener." âyet-i kerimesi nazil olunca bu müslümanlara ağır geldi ve yirmi kişinin iki yüz kiiiyle, yüz kişinin bin kişiyle savaşması emrini gözlerinde büyüttüler. Allah Tealâ da onların bu yükünü hafifletti, başka bir âyetle bunu neshetti ve şöyle buyurdu: "Şimdi Allah sizden hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zayıflık vardır. O halde içinizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir." İbn Abbâs der ki: Düşmanlarının yarısı kadar olduklarında düşmandan kaçmaları onlara yaraşmaz ama yansından az oldukları zaman onlarla savaşmaları vâcib olmaz, onlardan uzaklaşmaları ve onlarla savaşı terk etmeleri caiz olur.[91] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette birinci âyet-i kerime ile bir zaman, ikinci âyet-i kerime nazil oluncaya kadar müslümanların amel ettikleri ayrıntısına da yer verilmektedir.[92]

67. Yeryüzünde küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere esirleri
olması yaraşmaz. Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise âhireti(n sizin olmasını) istiyor. Ve Allah Aziz dir, Hakim 'dir.
68. Eğer Allah 'in geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye ya da ganimet) de size herhalde büyük bir azâb dokunurdu.
69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş, temiz olarak yeyin...
Hz. Ömer'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bedr günü Peygamber(s.a.v.) esirlerden fidye aldı da bunun üzerine Allah Tealâ: "size herhalde büyük bir azâb dokunurdu."ya kadar olmak üzere "Yeryüzünde küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere esirleri olması yaraşmaz..." âyetlerini indirdi. Daha sonra Alah Tealâ onlara ganimetleri helâl kıldı.[93]
İbn Ömer der ki: Rasûlullah (s.a.v.), Bedr esirlerini ne yapacakları hususunda Hz. Ebu Bekr ile istişare etti. O: "Onlar senin kavmin, aşiretin, ailendir, serbest bırak." dedi. Sonra Hz. Ömer ile istişare etti. O da: "Onları öldür." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da onları fidye karşılığı serbest bıraktı ve bunun üzerine "Ganimet olarak aldıklarınızdan helâl ve hoş olarak yeyin"e kadar olmak üzere "Bİr peygambere esirleri olmak yaraşmaz..." âyetleri nazil oldu da Hz. Ömer, Efendimize varıp: "Neredeyse sana muhalefetimiz yüzünden ağır bir imtihana tabi tutulacaktık." Dedi.[94]
İbn Ömer'den gelen bu rivayet, Abdullah ibn Mes'ûd tarafından daha geniş olarak rivayet edilmiştir. O şöyle anlatıyor: Bedr günü esirler getirildiğinde Rasûlullah (s.a.v.) ashabı ile istişare edip "Bu esirleri ne yapmamızı uygun görürsünüz?" diye sordu. Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, onlar senin kavmin, senin aslındır. Onları hayatta bırak ve onlar hakkında teennî ile davran. Kimbilir belki Allah onlara tevbe nasib eder." diye görüş bildirirken Hz. Ömer: "Onlar seni yalanladılar, seni memleketinden çıkardılar. Yürü boyunlarını vur." dedi. Abdullah ibn Revâha ise: "Ey Allah'ın elçisi, bak hangi vadide daha çok odun varsa onları o vadiye topla sonra vadinin ağaçlarını ateşe ver." diyerek Ömer (r.anh)görüşüne destek verdi. (Esirler arasında bulunan amcası Abbâs: "Akrabalarınla ilişkini koparacak mısın?" dedi. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) hiç cevab vermeden hane-i saadetlerine girdiler. Arkasından insanlar konuşmaya başladılar. Kimi: "Ebu Bekr'in görüşünü kabul edecek.", kimisi: "Ömer'in görüşünü kabul edecek." Kimisi de "Abdullah ibn Revâha'nın görüşünü kabul edecek." dediler. Biraz sonra Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) yanlarına çıktı ve: "Allah Tealâ bazılarının kalblerini yumuşatır da onları sütten daha yumuşak kılar. Yine Allah Tealâ bazılarının kalblerini katılaştırır da onları taştan daha katı kılar. Senin misalin ey Ebu Bekr, Hz. İbrahim'in misali gibidir ki "Her kim bana tabi olursa bendendir. Kim de bana karşı gelirse Rabbım hiç kuşkusuz Sen Gafur ve Rahîm'sin." (İbrahim, 14/36) demişti. Ey Ebu Bekr senin misalin İsa'nın misali gibidir ki "Eğer onlara azâb edersen hiç kuşkusuz onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan hiç şubhesiz Sen Azîz'sin, Hakîm'sin." (Maide, 5/18) demişti. Ey Ömer senin misalin de Musa'nın misali gibidir ki "Rabbım mallarını sil süpür, kalblerine sıkıntı ver." (Yûnus, 10/88) demişti. Ey Ömer, senin misalin Nuh'un misali gibidir ki "Rabbım, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma." (Nûh, 71/26) demişti." buyurup şöyle devam etti: "Sizler bugün fakir ve yoksul durumdasınız. Onlardan hiçbiri size fidye vermeden ya da boyunları vurulmadan dönüp evlerine gitmesinler." Hemen akabinde Allah Tealâ, üç âyetin sonuna kadar olmak üzere "Yeryüzünde küfrün belini kınncaya kadar hiçbir peygambere esirleri olması yaraşmaz..." âyet-i kerimelerini indirdi.[95]
Taberî'nin tefsirindeki İbn Mes'ûd rivayetinde Peygamber(s.a.v.)'in: "Sizler bugün fakir ve yoksul durumdasınız. Onlardan hiçbiri size fidye vermeden ya da boyunları vurulmadan dönüp evlerine gitmesinler." demesi üzerine onun: "Ey Allah'ın elçisi, Süheyl ibn Beydâ' hariç, çünkü ben onun İslâm kelimesini söylediğini işittim." dediği, Peygamber(s.a.v.)'in bir şey söylemeyip sustuğu, Efendimiz (s.a.v.)'in susması üzerine tbn Mes'ûd'un, yanlış bir şey mi söyledim diye üzerine bir azâb inmesinden korktuğu; ancak biraz sonra Peygamber(s.a.v.)'in: "Süheyl ibn Beydâ' hariç." buyurmasıyla rahatladığı ayrıntılarına da yer verilmektedir.[96]
Aynı hadiseyi bizzat Hz, Ömer'den naklen İbn Abbâs da şöyle anlatı-yonBedr Gazvesi günü iki ordu karşılatığında Allah Tealâ muşrikleri bozguna uğrattı, onlardan yetmişi öldürüldü, yetmiş kişi de esir edildi. Bu esir edilenler hakkında Allah'ın Rasûlü (s.a.v.), Ebu Bekr, Ömer ve Ali ile istişare etti. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, onlar senin kavmin, aşiretin ve kardeşlerin. Ben, onlardan fidye alman görüşündeyim. Onlardan alacağımız kâfirlere karşı bize güç kuvvet olur. Sonra belki Allah onlara hidayet nasib eder de bize destek olurlar." Dedi. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Sen ne dersin ey Hattab'ın oğlu?" diye Hz. bana sordu. Ben: "Ben Ebu Bekr'in görüşünde değilim; bana müsaade et filânın (bir akrabasının ismini söyledi) boynunu ben vurayım. Ali'ye müsaade et Akîl'in boynunu o vursun, Hamza'ya müsaade et filân kardeşinin (Abbâs'ın) boynunu o vursun. Böylece Allah Tealâ bizim, muşriklere karşı hiçbir dostluk beslemediğimizi bilsin. Bu esirler muşriklerin büyükleri, ileri gelenleri, Önderleri ve komutanlarıdırlar." dedim. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.), benim söylediğime değil de Ebu Bekr'in söylediğine meyletti. Ertesi sabah Peygamber(s.a.v.)'e gittim. O ve Ebu Bekr oturmuş ağlıyorlardı. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, bana, seni ve arkadaşını ağlatanı haber ver ki içimden ağlamak gelirse ben de ağlıyayım, içimden ağlamak gelmezse hiç olmazsa ağlar görüneyim." dedim. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "Fidye almaları sebebiyle ashabının başına geleceklere ağlıyorum." buyurup yakınındaki bir ağaca işaretle: "O sebeple size verilecek azâb bana şu ağaçtan daha yakın olarak arzedildi (gösterildi)." buyurdular ve Allah Tealâ "Yeryüzünde küfrün belini kınncaya kadar hiçbir peygambere esirleri olması yaraşmaz..." âyet-i kerimelerini indirdi. Bu haberi Muslim de Sahih'inde Hennâd ibnu's-Seriyy kanalıyla Ikrime ibn Umâre'den rivayetle tahric etmiştir.[97]
Tirmizî'nin Abd ibn Humeyd kanalıyla... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre ganimet helâl kılınmamıştır. Ganimetler üzerine gökten bir ateş iner ve onu yakardı. Ebu Hüreyre anlatmaya şöyle devam eder: Bedr günü olunca ganimet onlara henüz helâl kılınmazdan önce ganimet ele geçirdiler de Allah Tealâ "E-ğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye ya da ganimet) de size herhalde büyük bir azâb dokunurdu." âyetini indirdi.[98]
Tayâlisî'nin Musned’indeki rivayette ise sadece "Yeryüzünde küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere esirleri olması yaraşmaz." âyetinin değil onu takip eden âyetin de bununla birlikte nazil olduğu kaydedilmektedir. [99]
Muhyi's-Sunne der ki: Rivayete göre "Eğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye ya da ganimet) de size herhalde büyük bir azâb dokunurdu." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiram, almış olduklan fidyeden ellerini çekmişler ve bunun üzerine "Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş, temiz olarak yeyin..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[100]

70. Ey O Peygamber, elinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, kalbinizde hayır olduğunu bilirse sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi mağfiret eyler. Ve Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.
Kelbî der ki: Bu âyet-i kerîme Abbâs ibn Abdülmuttalib, Akîl ibn Ebî Tâlib ve Nevfel ibnu'l-Hâris haklarında inmiştir. Abbâs ibn Abdülmuttalib, Bedr'e çıktığında yanında 20 Ukıyye altın varmış. Bedr'e çıkan muşrik ordusunun iaşesini üstlenen 10 kişiden birisi de o imiş. Ancak orduyu iaşe sırası henüz ona gelmeden savaş meydana gelmiş ve Abbâs esir edifdiğinde o 20 ukıyye altın da müslümanların eline geçmiş ve getirilip Peygamber(s.a.v.)'e teslim edilmiş. Abbâs der ki: Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) ile konuşup fidyemin o 20 ukıyye altından alınmasını istedim. Kabul etmedi ve "Bize karşı kullanmak üzere çıkardığın maldan fidyeni kabul etmeyiz." dedi, sonra da kardeşimin oğlu Akîl ibn Ebî Talib'in 20 ukıyye gümüş olarak takdir edilen fidyesini de bana yükledi. Ben: "Beni, yaşadığım sürece Kurayş ve diğer insanlardan dilencilik yapacak hale getirdin."dedim; "Bedr'e çıkarken C/mmü'f-FazFa verdiğin ve "Bana bu savaşta bir şey olursa bunlar senin, Abdullah'ın, Fazl'ın ve Kusem'indir." dediğin altınlara ne oldu?!" buyurdular. "Nereden bildin?" diye sordum, "Rabbım bana bildirdi." buyurdu. Ben: "Şehadet ederim ki doğru söylüyorsun; Ümmü'l-FazFa o altınları verdim ve buna Allah'tan başka hiç kimse muttali olmamıştı." dedim ve şehadet getirerek müslüman oldum. Allah bana, o (fidye olarak verdiğimden ve ganimet olarak alınan 20 ukıyye altından) daha hayırlısını (20 ukıyye altma karşılık büyük mal kazanmış 20 köle) verdi. Elbette bir de Rabbımdan buna ek olarak mağfiret umarım."[101]
Hadisenin bir kısmı İbn Abbâs'tan rivayetle şöyle anlatılıyor: Bedr Gazvesinde Abbâs ibn Abdulmuttalib'i Seleme oğulları kardeşi Ebu'1-Yüsr Kâb ibn Amr esir almıştı. Peygamber(s.a.v.).ona: "Ey Ebu'1-Yüsr, onu nasıl esir ettin?" diye sordu. Ebu'1-Yüsr: "Hey'eti şöyle şöyle olan, daha önce ve daha sonra hiç görmediğim bir adam bana yardım etti de öyle esir ettim." diye cevab verdi. Peygamber(s.a.v.): "Sana şerefli bir melek yardım etmiş." buyurup Abbâs'a döndü ve: "Ey Abbâs, kendinin, kardeşin oğl-u Akîl ibn Ebî Tâlib'in, Nevfel ibnu'l-Hâris'in, dostun ve anlaşmalın el-Hâris ibn Fihr oğullarından Utbe ibn Cahdem'in fidyelerini ver." buyurdu. Abbâs: "Ey Allah'ın elçisi, ben, bundan önce müslümandım, muşrikler beni bu savaşa çıkmaya zorladılar." dedi. Peygamber(s.a.v.): "Senin halini en iyi AUah bilir. Eğer iddia ettiğin gerçek ise mutlaka Allah sana onun karşılığını verecektir. Ama halinden görüneni şu kî sen bize karşı idin. Fidyeni ver" buyurdular. Abbâs esir edildiğinde Rasûlullah (s.a.v.)'a Abbâs'tan alınmış olan 20 ukıyye altın getirilip verilmişti. Abbâs: "Ey Allah'ın elçisi, fidyemi, o benden alınan 20 ukıyye altından alınmış saysan." dedi. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.): "O 20 ukıyye altını Allah senden bize ganimet olarak verdi. O başka şey, senin fidyen başka şey." buyurdular. Abbâs: "Ama benim başka malım yok." deyince Efendimiz (s.a.v.): "Mekke'den çıkarken Ümmü'l-Fadl'ın yanında bıraktığın mala ne oldu? Sen ve o (hanımın ümmü'1-Fadl) yalnızdınız. O malı ona bıraktın ve: "Bana bu seferde bir şey olursa bu malın şu kadarı Fadl'ın, şu kadarı Kusem'in, şu kadarı Abdullah'ın demiştin." buyurdular da Abbâs: "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki bunu ben ve ondan başka hiç kimse bilmiyordu. İşte şimdi çok daha iyi bildim ki Sen Allah'ın Rasûlü'sün." dedi.[102]
Bu rivayette, âyet-i kerimenin Hz. Abbâs hakkında nazil olduğu kaydı olmamakla birlikte Kelbî'den rivayet edilen haberle aynıdır. Ayet-i kerimenin nuzul sebebi bu Hz. Abbâs'm esir edilmesi ve kendisini esaretten kurtarması için fidye teklif edilmesi sırasında geçen konuşmalardan dolayı Hz. Abbâs'tır. Kelbî rivayetinde adları geçen Akîl ibn Ebî Tâlib ve Nevfel ibnui-Hâris'in ise âyetin nnuzulü ile ilgileri yoktur. Sadece konuşmada isimleri geçmektedir.[103]

73. Kâfırler ise birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük birfesad olur.
Ebu Mâlik'ten rivayette o şöyle diyor: Bir adam: "Muşriklerden olan akrabalarımızı da mirasçı kılalım, mirasımızdan muşrik akrabalarımıza da pay verelim." dedi de bunun üzerine "Kâfirler ise birbirlerinin dostlarıdırlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[104]

75. Henüz iman edip de hicret ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince; onlar da sizdendir. Ülü l-Erhâm (akrabalar) Allah'ın kitabıma birbirine daha evlâ (daha yakınjdırlar. Hiç kuşkusuz Allah her şeye Alîm 'dır.
Bu âyet-i kerimenin nuzul sebebinde iki rivayet vardır:
l. Ebu Davud et-Tayâlisfnin... îbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) muhacirlerle ansan birer birer (dinde) kardeş yapınca birbirlerine mirasçı oldular da sonunda "Ulu’l-Erhâm (akrabalar) Allah'ın kitabınca birbirinin mirasına) daha evlâ (daha yakın)dırlar." âyeti nazil oldu. Böylece sadece neseb yoluyla akraba olanlar birbirine mirasçı oldular.[105]
İbn Sâd'ın Hişâm ibn Urve'den, onun da babasından rivayete göre Peygamber(s.a.v.)'in muhacirler ile ansar arasında tesis ettiği kardeşlikle birbirine mirasçı olmanın, Zübeyr ibnu'l-Avvâm'ın Uhud'daki bir temennisi üzerine inen bu âyet-i kerimeyle sona erdirildiği ifade edilmektedir. Buna göre Zübeyr ibnu'l-Avvâm, Peygamber(s.a.v.) tarafından aralarında kardeşilik kurulan Kâb ibn Mâlik'i Uhud günü yaralanmış olarak görünce: "Keşke ölse de onun mirasını alsam." demiş ve işte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[106]
Ancak Suyûtî'nin eserinde yer verdiği bu haber şubhelidir. Herşeyden önce Peygamber(s.a.v.), Zübeyr ibnui-Avvâm'ı Ansardan Kâb ibn Mâlik ile değil, Seleme ibn Selâme ibn Vakş ile kardeş yapmıştı.[107] Kâb ibn Mâlik ile kardeş yapılan ise Zübeyr değil Talha ibn Ubeydillâh'tır.[108]
2. Muhammed ibnu'l-Musennâ kanalıyla İsa ibnu'l-Hâris'den rivayet ediliyor: Kardeşi Şureyh ibnu'l-Hâris'in odalık bir cariyesi varmış. Bu cariye ona bir kız çocuğu doğurmuş. Bu kız büyümüş, evlendirilmiş ve o da bir erkek çocuk doğurmuş, sonra da o odalık cariye ölmüş. Şureyh ibnu'l-Hâris ile o cariyenin torunu olan erkek çocuk, cariyenin mirası konusunda Kadı Şureyh'in huzurunda mahkemelik olmuşlar. Şureyh ibnu'l-Hâris: "Allah'ın kitabında bu çocuğa miras yok." demeye başlamış. Kadı Şureyh ise cariyenin mirasının torununa ait olduğuna hükmedip: "Ulu’l-Erhâm (akrabalar) Allah'ın kitabınca birbirine daha evlâ (daha yakın)dırlar." âyet-i kerimesini okumuş. Ancak Kadı Şureyh'in bu hükmünü doğru bulmayan Meysere ibn Zeyd kalkıp İbnu'z-Zubeyr'e gelmiş ve Kadı Şureyh'in bu hükmünün isabetli olup olmadığı sormuş. İbnu'z-Zubeyr de Kadı Şureyh'e şöyle yazmış: "Ulu’l-Erhâm (akrabalar) Allah'ın kitabınca birbirine daha evlâ (daha yakın)dırlar." âyeti senin söylediğin gibi değildir. Cahiliye devrinde bir adam başka bir adamla "Ben sana mirasçı olayım, sen de bana mirasçı ol." diye karşılıklı antlaşma yaparlar ve birbirlerine akrabaları olmadıkları halde mirasçı olurlardı. Bu âyet-i kerime işte bu gibiler hakkında indi."[109]

[1] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, Beyrut 1408/1988, VÎI,229.
[2] Alûsî, Rûhu'i-Maânî, IX, 157.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/404.
[3] İmam Ahmed, Musned, 1,180; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,169.
[4] İmam Ahmed, Musned, 1,178. Ayrıca bak: Ebu Davud, Cihâd, 144-145, hadis no: 2744; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 8/1, hadis no: 3079. Tirmizî, hadisin hasen sahih olduğunu da kaydetmiştir
[5] Muslim, Fedâilu's-Sahâbe, 43-44.
[6] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-tslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400, II, 18.
[7] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Kahire 1375/1955, 1,666-667). Bu haber Ebu Ümâme el-Bâhilî'den de rivayet edilmiştir Bak: Taberî, Câmiu'l-Beyân, IX, 116
[8] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, IX,162.
[9] Vahidî, age s. 160.
[10] Ebu Davud, Cihâd, 144-145, hadis no: 2737-2738.
[11] Vahidî, age s.iöoiöi.
[12] İmam Ahmed ibn Hanbel, Musned, V.323-324.
[13] Taberf, câmiu'l-Beyân, ix, 122-123.
[14] Taberî, age. ix,i25.
[15] îbn Kesîr, Tefsîru'i-Kur'âm'i-Azîm, 111,555.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/410-411.
[16] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 8/3, hadis no: 3081; Muslim, Cihâd, 58; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,30; Taberî, age. IX,127.
[17] Taberî, ageIX, 127.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/411.
[18] İbn Kesîr, age. III,568.
[19] Ebu Davud, cihad, 96, hadis no: 2648.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/412.
[20] Vahidî, age s. 16i; Kurtubî, age. vn,244). Suyûtî de Saîd ibnu'l-Museyyeb'den, o da babasından şeklinde bir isnadla aynı ifadelerle ve olayı Uhud'da meydana gelmiş olarak anlatmış; isnadının sahih ve fakat ğarîb olduğunu da eklemiştir (Suyûtî, Lubâbun-Nukûl, 1,171-172.
[21] Taberî. age ıx,136-137.
[22] Kurtubî. age. VII,244.
[23] Vahidî, age s 161.
[24] Suyûtî, Lubâbu’n Nukûl, 1,172.
[25] Vahidî, age s i6ii62.
[26] Taberî. age. IX, 136.
[27] aiûsk Rûhu'i-Maânî, ix,i84.
[28] Kurtubt age. VII,244.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/412-414.
[29] Ahmed ibn Hanbel, Musned, V,431; Taberî, age. IX, 138; Vahidî, age s. 162; İbn Kesîr, age. 111,573.
[30] Taberî, age. IX, 138; Vahidî, ages. 162.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/414-415.
[31] ibn Kesîr, age. ıii,574.
[32] BuhM, Tefsîrui-Kur'ân, 8/1.
[33] İbn İshâk, Vâkıdî ve Mukâtil'den.
[34] Îbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 111,337.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/415.
[35] Taberî, age. IX, 144.
[36] Taberî, age. ıx,i44. Benzer lafızlarla başka bir rivayeti için de bak: Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,165.
[37] Kurtubî, age. VII.248.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/415.
[38] Taberî, age. IX,145.
[39] ibnu'l-Cevzî, age. ni,343.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/416.
[40] Vahidî, ages. 162-163.
[41] Vahidî, age s. 162-163; İbnu'1-Esîr, Usdu'1-Ğâbe, VI.266.
[42] îbnu'i-Esîr, age vi,266.
[43] Taben, age. ix,i46.
[44] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, i, 174.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/416-417.
[45] Taberî, age. ix,i49.
[46] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, ni.584-585.
[47] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/418.
[48] Taberî, age. ıx,i5i-i52.
[49] Taberî, age. ıx,i52.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/418-419.
[50] Muslim, Sıfatu'i-Münâfikîn, 37.
[51] Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, 8/3.
[52] Taberî, age. IX,152; Vahidî, age s. 163.
[53] Taberî, age. ix,i52.
[54] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, 1,178.
[55] Bak. ibn Kesîr, Tefsîru'i-Kur'âni't-Azîm, 10,589.
[56] Taberî, age. IX, 153.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/419-421.
[57] Vahidî, age s 164.
[58] Taberî, age. ix,i58.
[59] İbnui-Cevzî, age. 111,353-354.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/421.
[60] Vahidî, age s. 164; ibnu'iCevzî, age. ni.355.
[61] Taberî, age. IX,159; Vahidî, age. 164.
[62] Vahidî, age s. 164; İbnu'l-Cevzî, age. 111,355.
[63] Vahidî, age s. 164; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi ı,i79.
[64] Taberî, age. ıx,iöo.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/422.
[65] İbnu'i-cevzî, age. m,356.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/423.
[66] Kurtubî, age. VIH,4.
[67] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, X,2.
[68] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, İstanbul 1985, IV,3.
[69] Alûsî, age. x,2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/423.
[70] Taberî, age. x,i2.
[71] Taberî, age. x,i3.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/423-424.
[72] ibn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1.663.
[73] Taberî, age. x,i4.
[74] alûsî, age. x,i5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/424-425.
[75] Tabeiî, age. x,i5-i6.
[76] Taben, age. x,i6.
[77] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/426.
[78] ibnu'l-Cevzî, age. m,368.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/426.
[79] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, X,22.
[80] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,181-182.
[81] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/427.
[82] Taberî, age. x,20.
[83] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,182.
[84] İbn Kesîr, age. IV,27.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/427.
[85] Taberî, age. x,26.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/427.
[86] Vahidî, age s 165; tbnu'i-Esîr, Usdu'i-öâbe, rv.i46.
[87] Kurtubî, age vm,29.
[88] ibn Kesîr, age. iv,3i.
[89] Kurtubî, age. viii,29.
[90] Alusi, age. X,30.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/428.
[91] îbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,675-676
[92] Taberî, age. x,27.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/429.
[93] Ebu Davud, ahad,i20, hadis no: 2690. Ayrıca bak: Muslim, Cihad, 58. Uzun bir hadis olan Muslim hadisinin bir kısmıdır ki hadisin baş tarafı yukarda 9. âyetin nuzul sebebinde geçmişti. Devamı da biraz sonra gelecektir.
[94] Vahidî, ages. 165.
[95] Vahidî, age s, 165-166.
[96] Taberî, age. x,3i.
[97] Vahidî, age s.î66-167. Ayrıca bak: Muslim, Cihâd, 58; tmam Ahmed, Musned, 1,30-31,33.
[98] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 8/7, hadis no: 3085.
[99] Bak: Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-Islâmiyye, (tkinci baskı) Beyrut 1400,11,18-19.
[100] Alusi, age. x,36.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/430-432.
[101] Vahidî, age s. 167.
[102] Ahmed ibn Hanbcl, Musned, 1,353.
[103] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/432-433.
[104] Taberî, age. X,39.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/434.
[105] Ahmed Abdurrahman d-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,19.
[106] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,185.
[107] ibnu'l-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, 11,250.
[108] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, IV,487.
[109] Tabeıî, age. X,41.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nnuzul, Çağrı Yayınları: 1/434-435.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt