Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Enfal suresini anlama rehberi

E Çevrimdışı

essirra

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KULLARA

KULLUKTAN

ALLAH’A

KULLUĞA




Enfal suresindeki

konuların ana başlıkları





1- Bedir savaşından sonra, ashab-ı kiram arasında ihtilafa neden olan savaş ganimetlerinin dağıtılma esasları…
2- Bedir savaşında Allah’ın müminlere zaferi takdir ettiği ama bunun hakkı yüceltmek ve batılı batırmak için olduğu…
3- Bedir savaşında meleklerin müminlerin yanında yer alıp onlarla beraber savaşmaları bir hakikattir.
4- Gerçek yardım Allah katındandır.
5- Müminlere savaşın ana ilkelerini öğretme…
6- Peygamber aleyhisselam efendimizin hicreti esnasında Allah’ın himayesinin açık seçik olduğu…
7- Peygamber aleyhisselam efendimiz aralarında bulundukça umumi belanın insanlara inmeyeceği…
8- İnsanın üzerine düşeni yaptıktan sonra her şeyde Allah’a tevekkül edilmesi gerektiği…
9- Zulmün yıkım habercisi olduğu…
10- Milletlerin kötüden iyiye dönüşümünün içlerindeki bozuk inanç ve ahlakı düzeltmelerine bağlı olduğu…
11- Malların ve çocukların bir imtihan olduğu…
12- Müminlerin düşmanlarına karşı her türlü hazırlığı yapmalarının gerektiği…
13- Düşmanın savaşmaktan yana olmaması halinde barışın tercih edilmesi...
14- Söze sadık kalınmasının gerekliliği… Sözünü çiğneyenin cezalandırılması…
15- İslam’da savaşın amacının fitneyi engellemek, dini hür bir ortamda tutmak olduğu…
16- Müslümanlar tek bir ümmettir. Kâfirler de tek bir millettir.

Enfal suresi:

Medine’de inen surelerdendir. Bedir gazvesinin ardından inmiştir.
Bundan önceki sûre olan A’raf sûresi eski ümmetlerin peygamberleri ile ilişkilerini anlatıyordu. Bu sûre de Peygamber aleyhisselam efendimizin ümmeti ile olan ilişkisini anlatmaktadır. Peygamber aleyhisselam efendimizin Medine’de kurduğu devletin gerek müminler arasındaki ilişkilerini ve gerekse müminlerin dışındaki dünya ile olan ilişkilerini düzenleyen, Allah’ın yeryüzünde peygamberine kurdurmak istediği ilahi otoriteye dayalı düzenin önünde engel oluşturanlara karşı yapılacak cihadı anlatmaktadır.
Bu nedenle sûrenin anlaşılabilmesi için İslam’ın müminlerden istediği cihadın ne olduğunu ve neden yapıldığını anlamak gerekmektedir. Sûrenin Bedir savaşına ait bir konu ile başlaması da muhtevayı derinleştirmektedir.
Gerek insanın kendi arzu ve zevklerine esir olarak ve gerekse bir takım insanların iradelerine boyun eğerek “kullara kulluk” düzeyinde kalan insanı, “kulların Rabbine kulluğa” götüren yolun ana kuralları bu mübarek sûurede işlenmektedir.
Seyyid Kutub’un Fizilalilkur’an adlı eserinde Enfal sûresinin girişinden alıntılanan aşağıdaki yazı böyle bir anlamaya yardımcı olacaktır. Allah ona rahmet etsin.

MEDİNE DÖNEMİ:

Cihad, Medine’de Hicretin ilk dönemlerinde Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem Medine halkından olan Yahudilerle, Medine ve çevresinde kalan müşriklerle yaptığı anlaşmada bu aşamanın tabiatının gereği ortaya çıkan koşulların bir sonucuydu.
a- Bir kere buradan sözlü açıklama ve tebliğ imkânı vardı. İnsanlarla İslâm çağrısı arasında engel oluşturacak siyasal bir otorite yoktu. Herkes yeni İslâm devletini ve onun önderi Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem siyasi konulardaki uygulamalarını tanıyordu. Anlaşma, hiç kimsenin Peygamberimizin izni dışında başkalarıyla barış ya da savaş yapmamasını, dışarıyla bir ilişki kurmamasını öngörüyordu. Medine’de gerçek iktidarın Müslüman kadronun elinde olduğu gayet açıktı. Davetin önü açıktı. İnsanların önündeki engel kaldırılmış, herkesin dilediği gibi inanma özgürlüğü vardı.
b- İkincisi, Peygamberimiz aleyhisselam Kureyş’le hesaplaşmak istiyordu. Çünkü Kureyş’in yeni dine karşı çıkışı diğer kabilelerin önünde bir engel oluşturuyordu. Bu kabileler, Kureyş ile bazı mensuplarının arasında baş gösteren bu olayın sonucunu bekliyorlardı.

- Bu yüzden Peygamberimiz aleyhisselam Kureyş’in hedeflerine karşı küçük müfrezeler (seriyye) göndermek suretiyle gerilla savaşını başlattı. İlk defa Hicretin yedinci ayının başında Ramazan ayında Hamza bin Abdulmuttalip radıyallahu anh öncülüğünde bir birlik hazırladı.
- Bundan sonra müfrezelerin gönderilişi devam etti. Hicretin dokuzuncu ayının başında, on üçüncü ayının başında, ardından on altıncı ayının başında birer müfreze daha çıkarıldı.
- Sonra Recep ayında Hicretten sonra on yedinci ayın başlarında Abdullah b. Cahş komutasında bir seriye (müfreze) çıkarıldı. İlk defa öldürme ve çarpışma olayı bu harekâtta meydana geldi. Aynı zamanda bu olay Haram ayın (savaşmanın yasak olduğu ayın) içinde meydana geliyordu.
- Sonra büyük Bedir Savaşı aynı senenin Ramazan ayında meydana geldi. İşte ele aldığımız Enfâl suresi bu savaş hakkında inmiştir.


CİHADIN GEREKÇESİ NEDİR?

Gerekçe, insanları kula kulaktan kurtarıp tek ve ortaksız Allah’a kul yapmak suretiyle tüm yeryüzünde insanın evrensel özgürlüğünü duyurmaktır. Bu tek başına cihad için yeterli bir gerekçedir. Bu gerekçeler Müslüman savaşçıların ruhlarında etkin bir şekilde yer etmişti.


Bu yüzden “niçin cihada çıkıyorsunuz?” diye sorulduğunda hiçbiri “tehdit altındaki vatanımızı savunmak için çıkıyoruz” ya da “İranlılar’ın ve Bizanslılar’ın biz Müslümanlara yönelik saldırılarını önlemek için cihad ediyoruz” veya “toprağımız genişletmek, bol ganimet elde etmek için savaşıyoruz” dememiştir.

Rebi bin Amr, Huzeyfe bin Muhsin ve Muğire bin Şu’be’nin Kadisiye Savaşı öncesinde üç gün ardı ardına teker teker kendilerinden, “neden buralara kadar geldiklerini” soran İran ordu komutanı Rüstem’e verdikleri cevabın aynısını söylüyorlardı:


“Dileyeni, kula kulluktan kurtarıp tek ve ortaksız Allah’a kul yapmamız, dünyanın sıkıntısından kurtarıp genişliğine ulaştırmamız, sahte dinlerin baskısından çıkarıp İslâmın adaletine yükseltmemiz için Allah gönderdi bizi.
Yüce Allah, peygamberiyle birlikte insanlara dinini göndermiştir. Kim bunu kabul ederse biz de onu kabul eder geri döneriz, onu ve yurdunu terk ederiz.
Kim de bu çağrımızdan yüz çevirirse cennete ya da zafere ulaşana kadar onunla savaşırız.”


Müslüman, savaş alanındaki cihada çıkmadan önce kendi içinde şeytana karşı, kendi arzularına ve ihtiraslarına karşı eğilimlerine ve isteklerine karşı, kendi çıkarlarına, kavminin ve aşiretinin çıkarlarına karşı, İslâm dışı her türlü duyguya karşı Allah’a kul olmanın, O’nun hakimiyetini yeryüzüne yerleştirmenin, Allah’ın egemenliğini gasp eden tağutların egemenliğini hayattan uzaklaştırmanın dışında her türlü etkene karış büyük cihada girişmiştir.


İslâma düşman olan kamplar zaman gelir islâma saldırmama düşüncesini benimseyebilirler. Ancak İslâm bu kampları kendi hallerine bırakacak olursa, bölgesel sınırları içinde insanın insana kulluğu devam etmiş olacaktır. Onları oldukları gibi bırakmaya razı olursa, daveti ve evrensel kurtuluş bildirisi oralara ulaşmamış olacaktır. Bu yüzden İslâm, cizye vermek suretiyle islâma teslim olduklarını duyurmadıkları sürece onları rahat bırakmaz. Çünkü oralardaki maddi otoritelerden kaynaklanan herhangi bir engelle karşılaşmaksızın tüm kapıların İslâm çağrısına açık olmasının garantisi budur.
İslâmı bu tabiata sahip bir din olarak düşünmekle onu coğrafi ya da milli sınırlar içinde kabuğuna çekilmiş olarak saldırı korkusu olmadığı sürece harekete geçmeyecek bir durumda düşünmek arasında büyük bir fark vardır elbette. O, bu son şekliyle sürekli hareket halinde olmasını gerektiren değişmez gerekçelerini yitirmiş bir görünümdedir.
Bu dinin Allah tarafından insanların hayatı için belirlenen bir hayat sistemi ve hareket metodu olduğunu, insanlar tarafından konulan bir sistem, bir metot olmadığını, insanlardan sadece bir gurubun mezhebi, yolu olmadığını, her hangi bir ırkın siyasi rejimi olmadığını kavradığımız zaman, islamın evrensel boyuttaki yayılışı tam derinlikleriyle açık seçik belirginleşir. Bu büyük gerçek belleğimizden silinmediği, bu sorunun Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığı ile kulların kulluğu sorunu olduğunu unutmadığımız sürece, İslam’ın yayılışına başka gerekçeler aramaya kalkışmayız. Çünkü bu muazzam gerçeği kavrayan birinin İslam’da cihad için başka gerekçeler, dış etkenler aramaya çalışması mümkün değildir.
İslam’ı bu şekilde düşünmekle, onu belli bir ülkenin sınırları içinde yöresel bir düzen olarak algılamak, bu yüzden coğrafi sınırları içerisinde kendisine yönelik saldırıları bertaraf etme hakkına sahip olduğunu düşünmek arasında korkunç bir mesafe vardır.
İlke olarak harekete geçmesi İslam’ın hakkıdır. Çünkü İslam belli bir kavmin inancı, ideolojisi veya belli bir ülkenin siyasal rejimi değildir. O ilahi bir sistem, evrensel bir hayat düzenidir. Siyasal düzenlerden ve insanın seçme özgürlüğünü sınırlandıran rejimlerden oluşan engelleri yok etmek onun görevidir. Ancak İslam, kendi inanç sistemini benimsemeleri için fertlere baskı yapmaz. Sadece fertleri, fıtratı yozlaştıran ve seçme özgürlüğünü sınırlandıran bozguncu etkenlerden kurtarmak için düzenlere ve rejimlere saldırır.





يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۤ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿1﴾ اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿ ﴾ اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿ ﴾ اُوۨلٰۤئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿


Sana savaş ganimetlerinin bölüşümü hakkında soru sorarlar. De ki; ganimetler hakkında hüküm verme yetkisi Allah'a ve Peygamber'e aittir. Buna göre eğer mümin iseniz, Allah’tan korkunuz, ilişkilerinizi düzeltiniz, Allah'a ve Peygamber'e itaat ediniz.1
Müminler ancak öyle kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri ürperir, yanlarında Allah'ın ayetleri okunduğu zaman bu ayetler imanlarını arttırır ve sadece Rablerine tevekkül ederler.2
Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızk olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.3
işte onlar gerçek müminlerdir.Onlar için rableri katında nice dereceler,bağışlanma vetükenmez bir rızık vardır4
Sözlük Bilgisi
...İnsan, Bedir savaşına katılan Müslümanların ganimetler hakkında konuştuklarını görünce dehşete kapılıyor. Oysa onlar, ya herkesten önce Müslüman olmuş, her şeylerini geride bırakıp inançları uğruna Allah'a hicret etmiş, şu dünya hayatının hiçbir nimetine aldırış etmemiş Muhacirlerdir, ya da muhacirleri barındıran, yurtlarını ve mallarını onlarla paylaşan ve su dünya nimetlerinin hiçbirinde cimrilik göstermeyen Ensar'dır... Ganimetler aynı zamanda savaş alanında güzel bir imtihanla ilişkilidir. Güzel imtihana bir örnek oluşturmaktadırlar. O gün için insanlar müşrikleri yenip gönüllerini serinlettikleri ilk büyük olayda, Resulullah'ın ve yüce Allah'ın şahitliğine ihtiyaçları vardı. Bu arzu içlerini doldurmuş ve ganimetler konusunda konuşanların unuttuğu başka bir havaya sokmuştu. Nitekim yüce Allah onlara hatırlatmış ve onları kendisine yönelmiştir. Aralarındaki ilişkilerde hoşgörünün egemen olması bilinç açısından gönüllerinin ıslahı için bir zorunluluktu. Nitekim bunun Ubade b. Samit'in de belirttiği gibi, farkına varmışlardı. Ubade: "Bu ayet ganimetler konusunda görüş ayrılığına düştüğümüzde biz, Bedir savaşına katılanlar hakkında indi. O zaman çok kötü davranmıştık. Bunun üzerine yüce Allah ganimetleri elimizden alıp, peygamberine verdi" demiştir.
Ganimet:
Daru'l-Harbde yaşayan gayr-i Müslim (kâfir)lerle yapılan savaş esnasında veya savaşan iki ordunun karşılaşmaları sırasında gazilerin kuvveti ile düşmandan alınan mal. Enfâl olarak ta anılır. Kuran’ın sekizinci suresine, ganimetlerden bahsettiği için "el-Enfâl Sûresi" denilmiştir. Düşmandan harbetmeksizin alınan ganimete de "fey" denir.

Sözlük Bilgisi

Tevekkül: Tevekkül; müslümanın, yapacağı işlerde tüm zahiri sebeplere sarılması, alınması gereken tedbirleri alması, çalışıp çabalaması, ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah'a dayanmasıdır. Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının bir sonucudur. Tevekkül eden kimse, Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı kimsedir. Fakat, nasıl kadere inanmak tembel tembel oturmayı, her şeyden el etek çekmeyi gerektirmiyorsa, tevekkül de tembellik ve miskinliği gerektirmez. Gerçek mütevekkil çalışmadan kazanmayacağını, ekmeden biçilemeyeceğini, amelsiz Cennet'e girilemeyeceğini, ihlâsla ibadet ve taatta bulunmadan Allah'ın rızasına kavuşulamayacağını bilir. Bedir gazvesinin ardından ashab-ı kiramın aralarında ganimetleri paylaşma konusunda beliren ihtilaf birinci ayetin konusudur. Her konuda olduğu gibi, ganimet konusunda da söz Allah’ın ve Peygamberi’nindir. Ashab-ı kiram, Bedir’den sonra aralarında ihtilafa düştülerse de, bu ayetin inmesi ile beraber toparlandılar. Allah’ın hükmüne teslim oldular. İslam ümmetinin kalitesi ve kimliğini koruyabilmesi bu ayetlerde şu üç esasa bağlanmaktadır:
Takva
- İlişkilerin düzeltilmesi
- Allah’a ve Resûlüne itaat
“Eğer mümin iseniz,
Müminler ancak öyle kimselerdir ki…”
Bu ayetlere göre gerçek müminlerin vasıfları:1- Allah’tan tam bir korku ile korkma.
2- Kur’an tilaveti ile imanın pekişmesi.
3- Sadece Allah’a tevekkül.
4- Namazı eda etme.
5- Allah Yolunda harcama.
“Ayetin indiriliş sebebine ilişkin yer alan rivayetler arasında Sa'd b. Malik'in sözleri enteresandır. Sa'd ganimetlerin mülkiyetini Peygamberimize veren, onlar üzerinde Peygamberimize dilediği gibi tasarruf yetkisini tanıyan ayetin indirilişinden önce Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- bir kılıcı kendisine ganimet olarak vermesini istemişti. Peygamberimiz de, "Bu kılıç ne senin, ne de benimdir, bırak onu" demişti. Sa'd kılıcı bırakıp geri döndükten sonra tekrar çağırıldığında, yüce Allah'ın kendisi hakkında bir ayet indirmiş olabileceğini düşünmüştü. "Herhalde yüce Allah hakkımda bir ayet indirdi" diye düşündüğünü söylemişti. Peygamberimiz, "Benden kılıcı istediğin zaman bana ait değildi. Ama şimdi bana bahşedildi. O senindir" demişti. İşte bu şekilde onlar Rableriyle birlikte yaşıyorlardı. Kendilerine inen bu Kuran’la bu şekilde yaşıyorlardı. Bu dehşet verici bir olaydır. Ve bu insanlık hayatında yaşanmış olağanüstü, göz kamaştırıcı bir dönemdir. Kuran’dan bu şekilde tat almaları da bu yüzdendi. Doğrudan doğruya Kuran’ın direktifleri ışığında pratik bir hayat sürdürmeleri de özel zevkle iç içeliklerini gittikçe arttırıyordu. …Bu düşüncenin özellikle, cahiliye tarafından istila edilen ve cahiliyenin iğrenç ve pis boyasıyla boyanan realite dünyasında bu dini yeniden inşa etmek için harekete geçen mü'min kitlenin gönlünde yer etmesi kaçınılmazdır.”
İlk Müslüman kitleye, imanın bir gerçeğinin bulunduğu ve insanın bu gerçeği içinde bulması gerektiği öğretiliyordu.İmanın iddia olmadığı, dilde söylenen kelimelerden ibaret olmadığı, ayrıca temenniyle gerçekleşemeyeceği öğretiliyordu. Hafız Taberanî Haris b. Malik el-Ensarî'den şöyle rivayet etmiştir:
Haris bir gün peygamberimizin yanına vardığında peygamberimiz,
`Nasıl sabahladın ya Haris' der.
`Gerçek bir mü'min olarak sabahladım' diye cevap verir. O zaman Peygamberimiz,
`Ne dediğinin farkında mısın? Kuşkusuz her şeyin bir gerçeği vardır. Peki, senin imanının gerçeği nedir?' diye sorar. Haris,
`Kendimi dünyadan çekip kurtardım, geceyi uyanık geçirdim,
gündüzümü susuz geçirdim.
Sanki Rabbimin arşını seyrediyorum.
Cennet ehlinin birbirlerini ziyaret edişlerini, cehennem ehlinin çekişmelerini görür gibi oluyorum' diye cevap verir. Peygamberimiz üç defa
`Ey Haris, bilmişsin, bu durumunu sürdür' der.
(Ganimetlerin bölüşümü sırasında karşılaştığın bu hoşnutsuzluk) tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına benzer.5
Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı.6
Allah, iki gruptan birinin hakkından geleceğinizi vadettiği zaman, siz güçsüz olan grubun size düşmesini istediniz. Oysa Allah sözleri aracılığı ile gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı, soylarını kurutmayı istiyordu.7
Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de hakkı yüceltmek ve batılı ortadan kaldırmaktı.8
Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza 'Ben size ardı ardına gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim' diye cevap verdi.9
Allah sadece müjde olsun ve kalpleriniz güven bulsun diye size bu yardımı yaptı. Zaten yardım, zafer doğrudan doğruya Allah katındandır. Hiç kuşkusuz Allah azizdir ve hakîmdir.10
Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.11
Hani Rabbin meleklere ‘Ben sizinle beraberim, müminleri yüreklendirin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına.’ diye vahyetti.12
Şundan dolayı ki, onlar Allah'a ve Peygamber'e karşı çıktılar. Kim Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkarsa bilsin ki, Allah'ın azabı ağırdır.13
İşte size Allah'ın azabı, tadınız onu. Ayrıca kâfirler için cehennem azabı da vardır.14

Özet Bedir Bilgisi

Peygamber aleyhisselam ve ashabı bir hesap yaptılar, o hesaba göre de yola çıktılar. Allah’ın hesabı ise daha başkaydı. Onlar müşriklerin kervanını ele geçirip, Mekke’de kalan mallarının karşılığına el koyacaklardı. Çok rahat ve masrafsız bir sonuç hesaplanmıştı. Allah’ın tecelli eden kaderinde ise, her sahabenin üç müşrikle savaşıp ganimetine el koyacakları bir hesap vardı. Biri dikensiz diğeri de baştan ayağa dikenliydi.
Medine’den yüz elli km. uzakta olmaları, çoğunlukla yaya bir yolculuk yapmaları, çıkarken ciddi bir savaş hazırlığı yapmamış olmaları, Ramazan ayında ve oruçlu olmaları imtihan içinde imtihan anlamına geliyordu. Ölüm uzakta veya yakında değil boyunlarına asılı duruyordu.
Her şeye rağmen Allah’a ve peygamberine güvenlerini sarsmadılar. Peygamber aleyhisselamı en zor günlerinden birinde desteksiz ve ortada bırakmadılar. Onlar Bedir’de büyük bir ders gördüler, gördükleri ders de kıyamete kadar bütün iman edenlere büyük bir miras olarak kaldı. Bedir imanın ne olduğunu gösteren iyi bir dersti.
1- Bedir büyük imtihandı; ama imtihana tabi tutulanlar sadakatlerini gösterince Allah’ın nimetleri ile karşılaştılar:
- Savaşın öncesinde müminlere –olayın bütün ürkütücülüğüne rağmen- derin bir uyku verdi. Etraflarını kuşatan ölüme rağmen uyudular. Uyanınca da moralleri yerinde ve dinç olarak savaş saflarına geçtiler. Karşı cephedeki müşrikler ise, kendi aralarında sürtüşerek ve stresli bir geceden sonra savaş meydanına çıktılar. (Enfal, 11)
- O gece tatlı bir yağmur yağdı. Kumlu arazide, kumun kayganlığı kayboldu. Yağmurun rahmet olduğunu gözleri ile gördüler. Su ihtiyaçlarını giderdiler. (Enfal,11)
- Peygamberinin ve ashabının gözünde müşrikleri küçülttü. Bin kişi oldukları halde 70 veya 100 kişi kadar gördüler onları. (Enfal,42) Aynı şekilde müşriklerin gözünde de Müslümanları az gösterdi, ki daha ağır bir savaş hazırlığı yapmasınlar. ( Enfal,44) Ancak savaş kızışınca müşrikler, müminleri kat kat fazla görmeye başladılar ve korkuları arttı. (Ali İmran, 13- Enfal,12)
- Hem Peygamber aleyhisselamın hem de ashabın dualarını kabul edip, melekleri ile onlara yardım etti. Melekler ashabla kol kola verip şirkle savaştı. (Enfal,9)
2- Bedir Savaşı başlamadan önce mübareze yapıldı. Mübareze, ortaya çıkan bir kişiye karşılık bir kişinin çıkıp bireysel savaş yapmasıdır. Müşrikler üç pehlivanını çıkarıp, karşılarına çıkacak adam istediklerinde Peygamber aleyhisselam efendimiz: “Kalk Hamza! Kalk Ali! Kalk Ubeyde!” diyerek üç kişiyi çıkarmıştır. Bu üç kişiden Hamza, öz amcası ve en güçlü destekçilerinden biridir. Ali de amcasının oğlu ve kızının kocasıdır. Ubeyde de amcasının oğludur. Peygamber aleyhisselam efendimiz üç yüz kişinin içinde en yakın akrabalarını üç keskin kılıcın altına sürerek, evlerinden ümmeti idare etmeye kalkan, fedakârlığı başkalarından bekleyen, kendi çocuklarına ve yakınlarına sadece imkânlardan veren; ama cefa çektirmeyenlere önemli bir ders vermiştir. Bedirdeki zafer de bu ihlâsın üzerine kurulmuştur.
3- Bedir gazvesinin en önemli sonuçlarından biri, şirkin başı Ebu Cehil’in öldürülmesidir. Gerçi Ebu Cehil’in yerine başkası geçmiştir; ama hiç kimse Ebu Cehil olamamıştır.
4- Bedir’in Allah’ın yardımı ile zafere dönüşmesi, Medine’deki Yahudilerin bakışlarını değiştirmiş, anladıkları iki dil olan savaş ve paranın birini Peygamber aleyhisselamın elinde görmeleri yeni taktikler hazırlamalarına neden oldu. Gerçek kimliklerini daha açık dille ifade ettiler.
5- Allah Teala peygamberi için bile harikalar yaratmadan önce sebeplere tevessül etmesini, başka bir ifade ile üzerine düşeni yapmasını istemiştir. Kervanın güzergâhı ve diğer bilgiler vahiyle değil, istihbaratla öğrenildi. Ashabı kiramla gerekli istişareler yapılıp, fikirlerinden yararlanıldı.
6- Bedir… Sahabi… Cihad… Şehadet…
Savaşın ardından müşriklerin bıraktığı ganimetler ortaya çıkınca ihtilaf belirdi. Şöyle olsun böyle olsun denildi. Asıl zor imtihan başladı. Nihayet Allah ayetlerini indirip ne yapacaklarını söyleyince teslim oldular ve ikinci defa kazandılar. Hem ganimetleri kazandılar hem de Allah’ın rızasını.

Sözlük Bilgisi
İzzet sahibi, yüce, büyük, her şeye galip olan, mağlûp edilmesi imkânsız olan kimse.
Allah'u Teâlâ'nın esmâ-i hüsnâsından-doksan dokuz güzel isminden biridir. Allah'ın emir ve iradesine karşı koyacak yoktur. O her şeye galip gelir. O'nu mağlûp edecek hiç bir kuvvet yoktur. Allah'ın bu ismi Kur'an-ı Kerîm'de bazen "Doğrusu Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir, " (Âli İmrân, 3/4) ayetinde olduğu gibi, azap ve intikam yerinde gelmiştir. Fakat bir çok yerde "hakîm": hikmet sahibi ismiyle beraber zikredilmiştir. (el-Bakara, 2/209, 220, 228, 240, 260). Bunun manası; Allah azîzdir, gücü her şeye yeter, her şeye galip gelir, fakat hikmeti ile kötülerin cezasını tehir eder demektir.
Hakîm:
Hikmet, her şeyde doğruyu bulma ve lâyık olduğu yere koymak demektir. Buna göre Hakîm, doğruyu bulan, her şeyi lâyık olduğu yere koyan, anlamına gelir. Allah'ın bütün fiilleri bir hikmete, bir sebebe bağlı olarak tecelli etmekte, insanın âciz kavrayışı bunu idrak edememektedir; her şeyi bilen Allah'ın emir ve yasakları hep bir hikmete bağlıdır.
“Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı.”6
"Kuşkusuz bu, tehlike karşısında insan ruhunun karakteristik özelliğini ortaya çıkaran bir durumdur. Burada kalben inanılmış olmasına karşın realiteyle karşı karşıya kalmanın etkisi belirginleşmektedir. Realite karşısında inancın gereklerini değerlendirirken Kur'an'ın çizdiği bu tabloyu göz önünde bulundurmalı, insan ruhunun gücünü ve pratikle karşılaşırken tereddüt geçireceğini unutmamalıyız. Dolayısıyla kalbin inancı tamamıyla benimsenmiş olmasına rağmen gerek kendimizin, gerekse bir insanın tehlike karşısında sarsıntı geçirdiğini gördüğümüzde karamsarlığa kapılmamalıyız. Bu kişinin bundan sonra dirençli olması, yoluna devam etmesi, tehlikeye pratik olarak karşı koyması ve bu ilk sarsıntıyı yenmiş olması yeterlidir.”
“Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de hakkı yüceltmek ve batılı ortadan kaldırmaktı.”.8
Hak aslında haktır. Ancak yaşanan hayatın içinde elle tutulur, gözle görülür olduğu zaman hakka uygun bir mevkide olmuş olur. Batıl her ne kadar değersiz ve yok olmaya mahkûm ise de, hak tarafından imha edilmedikçe hakmış gibi durur ve aldatır. Buna göre batılın hakkın yolundan çekilmesini sağlamak, hak adına yapılacak en önemli görevdir.

“Evet... Yüce Allah bu kitlenin bir ümmet olmasını diliyordu. Güç ve iktidar sahibi bir devlet olmasını diliyordu. Gerçek gücünü düşmanının gücüyle karşılaştırmasını, gücünün bir kısmıyla düşmanın gücüne üstün gelmesini istiyordu. Zaferin sayı, mühimmat, mal, at ve hazırlıkla gerçekleşmediğini, sadece kulların bağlılığının düzeyiyle ilişkili olduğunu öğrenmelerini istiyordu. Bütün bunların da pratik bir deneyim sonucu gerçekleşmesini, salt bir düşüncede ve kalpte yer eden soyut bir inançtan ibaret kalmamasını diliyordu. Amaç, Müslüman kitlenin geleceği bakımından bütün bu pratik deneyimlerle hazırlıklı olmasını, her zaman ve her yerdeki tüm Müslüman toplumların, kendileri sayıca az, düşmanları çok da olsa, kendileri maddi güç bakımından güçlü de olsa, her zaman düşmanlarına, rakiplerine galip geleceklerine inanmalarını sağlamaktır. Çünkü iman ve küfrün güçleri arasındaki kesin savaşın dışında bu gerçek bu denli sağlam bir şekilde yer edemez gönüllerde.
Bugün yarın bu olaya bakan her kişi, o gün Müslüman kitlenin kendisi için istediği sonuçla yüce Allah'ın onlar için istediği sonuç arasındaki büyük uçurumu, onların hayır sandıkları şeyle yüce Allah'ın onlar için hayır olarak takdir ettiği şey arasındaki farkı görecektir…
Müslüman kitlenin kendisi için istediği nerede, yüce Allah'ın onlar için dilediği nerede?.. Şayet güçsüz olan grupla karşılaşacak olsalardı, bir ganimet alma hikâyesi olarak kalacaktı bu olay. Bir kervana saldırıp onu ganimet alan bir kavmin olayı olarak bilinecekti Bedir savaşı. Fakat Bedir savaşı, bir inanç olarak yer alır tarihte. Hakla batıl arasındaki kesin zaferin ve ayrılığın olayı... Hakkın sayısal bakımdan azınlık olmasına, hazırlık ve donatım açısından yetersiz olmasına rağmen, her türlü silah ve mühimmatla donatılmış düşmanlarına galip gelmesinin hikâyesi... Allah'a bağlanan ve kişisel zaaflardan kurtulan gönüllerin kazandığı zafer... Hatta aralarında savaşmak istemeyen kimselerin de bulunduğu bir avuç gönülün kazandığı zaferin olayı olarak tarihte yer alır Bedir savaşı.
Dikkat edin, meydana geldiği koşullar itibariyle Bedir savaşı insanlık tarihinde bir örnektir... Dikkat edin Bedir savaşı, her zaman ve mekânda tüm nesillerin okuduğu açık bir kitaptır. Bu kitabın anlamı değişmediği gibi, mahiyeti de değişmez. Bedir Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Yarattıkları için yürürlüğe koyduğu kanunlardan bir kanundur. Yer-gök durdukça bu kanun yürürlükte kalacaktır. Cahiliye tarafından istila edildikten sonra tekrar yeryüzüne islâmı egemen kılmak için cihad hareketine girişen bugünkü Müslüman kitle, belirlediği kesin değerler ve ortaya çıkardığı insanların kendileri için istediği ile Allah'ın onlar için istediğinin arasındaki korkunç farkla birlikte Bedir savaşı üzerinde uzun uzadıya durmalıdır.” S.Kutub

UYKU, SU, ŞEYTAN
“Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak, kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi.”11

Abdullah İbni Abbas'dan şöyle rivayet edilmiştir:
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Bedir'e vardığında karargâh kurdu. Müşriklerle su arasında ise bir kum tepesi vardı. Bu, Müslümanların moral açısından çökmelerine neden oldu. Şeytan da içlerine öfke salıp şu vesveseyi telkin ediyordu: `Siz hem kendinizi Allah'ın dostları sanıyorsunuz. Aranızda da Allah'ın peygamberi var. Oysa suyu ele geçirmede müşrikler size üstünlük sağladılar. Siz cünüp mü namaz kılacaksınız?' Bunun üzerine yüce Allah şiddetli bir yağmur yağdırdı. Müslümanlar hem içtiler, hem de temizlendiler. Böylece yüce Allah şeytanın vesvesesini geçersiz kıldı. Yağmurdan dolayı kum da sıkıştı. İnsanlar ve hayvanlar rahatça yol alıyordu.
Bedir büyük imtihandı; ama imtihana tabi tutulanlar sadakatlerini gösterince Allah’ın nimetleri ile karşılaştılar:
- Savaşın öncesinde müminlere –olayın bütün ürkütücülüğüne rağmen- derin bir uyku verdi. Etraflarını kuşatan ölüme rağmen uyudular. Uyanınca da moralleri yerinde ve dinç olarak savaş saflarına geçtiler. Karşı cephedeki müşrikler ise, kendi aralarında sürtüşerek ve stresli bir geceden sonra savaş meydanına çıktılar. (Enfal, 11)
- O gece tatlı bir yağmur yağdı. Kumlu arazide, kumun kayganlığı kayboldu. Yağmurun rahmet olduğunu gözleri ile gördüler. Su ihtiyaçlarını giderdiler. (Enfal,11)
- Peygamberinin ve ashabının gözünde müşrikleri küçülttü. Bin kişi oldukları halde 70 veya 100 kişi kadar gördüler onları. (Enfal,42) Aynı şekilde müşriklerin gözünde de Müslümanları az gösterdi, ki daha ağır bir savaş hazırlığı yapmasınlar. ( Enfal,44) Ancak savaş kızışınca müşrikler, müminleri kat kat fazla görmeye başladılar ve korkuları arttı. (Ali İmran, 13- Enfal,12)
- Hem Peygamber aleyhisselamın hem de ashabın dualarını kabul edip, melekleri ile onlara yardım etti. Melekler ashabla kol kola verip şirkle savaştı. (Enfal,9)
Seyyid KUTUB diyor ki:
Bir gün batımında bu ayetleri düşünüyorum. Müslümanları bürüyen bu uykuya ilişkin rivayetleri inceliyordum. Olayı meydana gelmiş ve Allah'dan başka kimsenin sırrını bilemediği ve yine O'nun haber verdiği bir olay olarak algılıyordum. Sonra birdenbire bir sıkıntıya girdim. Sebebini bilmediğim korkunç sıkıntılı anlar yaşadım. Derinden derine ızdırap çekiyordum. Sonra birkaç dakikayı geçmeyecek hafif bir uyuklama aldı beni. Daha öncekinden farklı bir insan olarak uyandım. Ruhum sakinleşmiş, kalbim durulmuştu. Gönlüm derin bir güven ve huzur havası içinde yüzüyordu. Bu nasıl olmuştu? Bu ani değişim nasıl gerçekleşmişti, bilmiyordum. Ancak ben bundan sonra Bedir ve Uhud'da meydana gelen olayı kavramıştım. Bu sefer tüm benliğimle kavramıştım, aklımla değil. Zihnimde canlı bir olgu olarak algılıyordum. Salt düşünce olarak değil. Bu olayda gizliden ve dolaysız olarak işlevini yerine getiren Allah'ın elini görüyordum. Artık içim huzur dolmuştu. Hiç kuşku yok ki, o sırada uykuya dalmaları, bunun sonucunda kalplerinin güven duygusuyla dolması, yüce Allah'ın Bedir gününde mü'min kitleye yönelik yardımlarından biriydi.
“Hani Rabbin meleklere ‘Ben sizinle beraberim, müminleri yüreklendirin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına.’ diye vahyetti.”12
“Dehşet verici bir durum bu.
Yüce Allah'ın savaşta meleklerle beraber olması ve meleklerin savaşta Müslüman kitlenin yanında yer alması.
Bu durumla, "Melekler ne şekilde savaşa katılmışlar? Kaç kişiyi öldürmüşler? Nasıl öldürmüşler?" gibisinden araştırmalara girmekle uğraşmak doğru olmaz.
Bu ortama ilişkin en büyük gerçek işte bu gerçektir.
Müslüman kitlenin yeryüzünde bu din uyarınca harekete geçmesi olağanüstü bir olaydır. Yüce Allah'ın savaşta meleklerle beraber olmasını, meleklerin de Müslüman kitleyle birlikte savaşa katılmalarını hak edecek dehşet verici bir durumdur bu.” S.Kutub
Ey mü'minler, kâfirlerin üzerinize doğru ilerleyen ordusu ile karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyeniz.



15
Savaş taktiği gereğince yer değiştirme ya da başka bir birliğe katılma amaçları dışında o gün kim kâfirlere arka dönerse, Allah'ın gazabına uğramış olarak döner. Onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne fena bir dönüş yeridir.16
Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir.17
Bunların yanı sıra Allah kâfirlerin tuzaklarını boşa çıkarandır.18
Ey müşrikler eğer zafer istiyorsanız, size zafer geldi (fakat aleyhinize çıktı). Eğer Peygamber'e karşı çıkmaktan vazgeçerseniz iyiliğinize olur. Yok, eğer bir daha aynı şeyi yaparsanız biz de size yine aynı akıbeti tattırırız. Topluluğunuz ne kadar kalabalık olursa olsun size hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah kesinlikle mü'minler ile beraberdir.19



“Sakın onlara arkanızı dönmeyeniz!”


Arka dönmek’ bırakıp gitmeyi anlatmaktadır. Müminlerin, temsil ettikleri davanın azametine rağmen, tehlike görünce kaçıp gitmeleri Allah katında büyük bir suçtur. Akıbeti cehennem olan bir suçtur. Mümin, davasına zor günde tam destek olması gerekirken, iman nimeti başta olmak üzere nimetleri ile iç içe olduğu davasını cephede yalnız bırakıp gitmesi, en kritik anda imtihanı kaybetmesi anlamına gelmektedir. Hâlbuki zor zamanlarda, herkesin bırakıp gittiği zamanlarda hatta bırakıp gitmenin akla uygun görüldüğü zamanlarda bile sebat etmek esastır. Asıl olan zora dayanmaktır. Yufka yüreklilik, menfaat kollamak müminin karakterinde olmamalıdır. Geri çekilmenin bir taktik olarak uygulandığı durumlar da olabilir şüphesiz. Ancak bu taktiği müminleri temsil eden makamın vermesi gerekir.
Peygamber aleyhisselam efendimiz cepheyi bırakıp gitmeyi yedi büyük helak ediciden saymıştır. Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre radıyallahu anhtan şu hadisi rivayet etmişlerdir:

“Yedi helak ediciden kaçınınız!
Onlar nelerdir? Diye sorduklarında şöyle buyurdu:
- Allah’a şirk koşmak,
- Sihir,
- Haklı olarak hariç öldürülmesi haram bir cana kıymak,
- Faiz yemek,
- Yetim malı yemek,
- Cihad günü meydandan kaçmak,
- İffetli mümin kadınlara zina isnat etmek.”

Şunu da hafızamıza nakşetmeliyiz:
Kur’an’ın baş emirlerinden birisi olan cihadı sadece Bedir’de ve Uhud’da olduğu gibi meydanda kılıç kuşanmaktan ibaret algılamak hatalıdır. Cihad, Allah’ın dinini yüceltmek ve yaymaktır. Bu sonucu veren her şey cihad olarak görülmelidir.


“Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı.”


Sonuçlar biz kullar olarak yaptığımız çalışmalarla değil Allah’ın yüce iradesi ile gerçekleşiyor. O diliyor ve yapıyor. Yaptığı işlerde de şu veya bu kulunu vasıta yapıyor. Kul, üzerine düşeni yapar. Yaptığında ihmalkâr olmadığına iyice kanaat getirir. Zamanlama ve yer hatası gibi hatalar yapmamış olduğuna güvenir. İşte o zaman rahat eder. Sonuç ne olursa olsun, kul kazanmıştır.
Çünkü kulun vazifesi ona biçilen rolü yapmaktır. Sonuçları belirleyip şekillendirmek Allah Teala’nın işidir.

Gerek Bedir’de ve gerekse her hangi bir zaman ve yerde meydana gelen bir olay, o olayın içinde olanlar için o zaman ve o yerle sınırlı olabilir. Ama Allah Teala o olayı gerek takdir ederken ve gerekse sonuçları açısından değerlendirirken, en azından ilk insandan son insana kadar süren uzun bir zaman ve mekân bütününün bir parçası olarak değerlendirmektedir. Bedir olayı, o anda orada bulunanlarla sınırlı değildir. Orada beli bükülen şirk, Âdem aleyhisselamdan beri var olan ve kıyamete kadar devam edecek olan şirktir. Ebu Cehil ise, şirkin o andaki nöbetçisidir. O gün onun kafasının vurulması günlük ve yöresel bir olay olarak görülemez. Böyle bir olay, Allah Teala’nın en baştan en sona kadar devam edecek planının -belki de bizim idrak edemeyeceğimiz kadar ayrıntı kalabilecek ama O’nun kaderinde yer eden- bir parçasıdır.


‘Siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı.’ ayetindeki sır budur. Müminleri Kur’an’ın ‘Allah’ın askerleri’ olarak adlandırması da bu yüzdendir. Allah Teala ta ezelde bir olayı takdir etmiş, o takdir ettiği olay için de Ebu Bekirler ve Ebu Cehiller takdir etmiştir. Eğer mümin Rabbine tam teslim olmuş ise, geçici sonuçlara takılıp kalmaz, asıl sonuç olan cenneti bekler. Cennet gibi bir büyük sonuç varken şu mağlubiyete bu tehdide takılıp kalan mümin, henüz imanını derinlemesine kavrayamamış mümindir. Kendi kendini aldatmaya gitmeden, üzerine düşeni yapıp yapmadığına bakmak en makul yoldur.


“Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı.”


Allah’ın nimetleri ile musibetleri iç içedir. Nimetlerin de musibetlerin de aslı imtihandır. Her halükarda sabır, şükür ve istiğfar üçgeni içinde kalmak imtihanı kazanmaktır.



“Topluluğunuz ne kadar kalabalık olursa olsun size hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Allah kesinlikle mü'minler ile beraberdir.”





Küfrün geleceği yoktur. Kalabalık görülseler bile gelecekleri yoktur.
Küfrün karşı durduğu güç Allah’ın gücüdür. Müminler geçici ve değişken simgelerdir. Bir dönemde yaşayan müminler, zafiyetleri nedeni ile küfrün güçlü hissedilmesine neden olabilirler. Yeni bir nesil küfrün karşısında imanın simgesi olarak yer aldığı zaman küfür ezilmeye mahkûmdur. Esasen küfür köksüzdür. Allah’a karşı koyarken harcadıkları enerjiyi de onlara veren Allah’tır. Her şey ezelde belirlenmiş bir planın uygulanmasından ibarettir.
Allah Teala’nın müminlerle beraber olup onları desteklemesi iki önemli temele dayanmaktadır:
Birincisi:
Desteği hak etmiş yani, ‘mümin’ adını doldurmuş müminler bu desteğe müstahaktırlar.
İkincisi:
Destek ve yardım sadece savaşta galip gelmeyi sağlamak olarak anlaşılmamalıdır. Kimi zaman mağlubiyet de bir destek olabilir. Kulun çektiği sancı doğum sancısı olabilir. Desteğin şekli ve zamanı, kulların tamahlarına göre değildir.

“Kuşkusuz ‘mü'min gönül’, yeryüzündeki hiçbir gücün yenemeyeceği kadar derin ve sağlam olmalıdır.

Çünkü bu gönül, dilediğini yapan, kullarının üzerinde karşı konulmaz otoriteye sahip Allah'ın gücüne bağlıdır. Bu gönlün tehlike karşısında sarsıntı geçirmesi normal kabul edilmiş olsa bile, bu sarsıntının yenilgi ve kaçışa dönüşmesi normal kabul edilmemiştir.
Eceller Allah'ın elindedir.
Bu yüzden bir mü'minin yaşam korkusuyla savaştan kaçması caiz değildir. Bu konuda kişiye gücünü aşan bir sorumluluk yüklenmiş de değildir. Mü'min, bir insandır ve kendisi gibi bir insan olan düşmanıyla karşı karşıya gelir. Onlar bu açıdan yeryüzünde eşit bir konumda görünmektedirler.
Sonra mü'min karşı konulmaz büyük güce olan bağlılığıyla ayrıcalık kazanıyor. Hem mü'minin yaşaması Allah içindir. Şehit düşse yine Allah'a gidecektir.
Dolayısıyla mü'min her halükarda, Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkarak yoluna dikilen rakibinden üstündür.”


Önceki bölümlerin özeti

nefislerimize pay




-
ENFAL sûresi Bedir gazvesi etrafında inmiştir. Surenin indiği günlerde Allah’a karşı direnen küfür cephesini Mekke müşrikleri temsil ediyordu. Allah’ın dinini yayamak ve kullara kulluktan Allah’a kulluğa yükseltmek için seçtiği ordusu da Medine’deki muhacirler ve ensardan oluşuyordu. Bedir, bu iki cephenin ilk meydan savaşında buluşması idi. Bedir, bir yandan bu iki cephenin buluşmasını ortaya koyarken bir yandan da hak cephesini temsil eden müminlerin içyapılarını meydana çıkarmaktaydı. İslam’ın ilk örnek neslinin dış yapısı oluşurken içyapısı da Kur’an’ın ayetleri ile pekiştiriliyordu.
Ortaya şöyle bir sonuç çıkmıştı:
Peygamber aleyhisselam efendimizin yanında ona sadakat sözü vererek çarpışanlar yani sahabeler, bütün takdir edilen üstünlüklerine rağmen insandılar. Eğer eğitilmeseler ve onlar da o eğitime teslim olmasalar, -sadece sahabe olmaktan ötürü- hedefe ulaşamayacaklardı. Allah onlardan ebediyen razı olsun. Esasen sahabeliklerini de koruyamayacaklardı. Asırlar sonra gelen nesillerde şeytan hangi zafiyetleri irdeledi ise onlarda da aynı noktayı kullandı. Ancak onlar, hatalarında ve zafiyetlerinde direnmediler. Allah’a, O’nun Nebisine ve önlerinde okunan Kur’an ayetlerine şartsız teslim oldular. Onların bu tavrı, hataları ile ecir kazanmalarına neden oldu. Yanılıp yanlış yaptılar; uyanıp tövbe ettiler ve kazandılar.
Bu zaviyeden izlendiğinde Bedir günlük bir olay değildi. Arap yarımadasına mahsus ta değildi. İman iddiası ile ortaya çıkan bütün asırların nesilleri, adı Ebu Cehil olmayan müşriklerle karşılaşmak zorunda kaldıkları gibi, nice parlak zaferlerden sonra nefislerini de yenmek zorunda kalmışlardır. Kimi zaman nefisler de yenilmiş çift zafer kazanılmıştır. Genellikle de meydanlarda kazanmak kolay, yüreklerde kazanmak zor olmuştur. Maalesef nübüvvet asrı ile mesafe uzadıkça bu açı da büyümüştür. Şehadete hazır ama feragat edemeyen mücahitler çoğalmıştır. Can vermeye hazır oldukları meydanda değersiz şeyler için değeri ölçülemez nice mukaddesatı bırakmışlardır. Bundan da anlaşılıyor ki Bedir’de sahabeler sadece müşriklerin kafalarını koparmadılar. Hem onların kafalarını kopardılar hem de nefislerini ayaklarının altında çiğnediler. “Allah’tan korkun!” sözü onlara tesir etti ve korktular.
Bu gün ve yarın kendilerini onların açtığı çığırda yürüyen yeni nesil olarak görenler, Bedir’in bu iki cephesinde olup bitenleri anlamak zorundadırlar. Bedir meydanda ve yüreklerde parlamıştır. Bedir her yerdedir ve her andır, bütün çağlardadır.



- Bedir gazvesinin sonucu şirkin mağlubiyeti şeklinde tecelli etmiştir. Şirk cephesi ezilmiştir. İman cephesi Allah’ın yardımı ile yeryüzünde hakkı temsil etmeye aday olmuştur. Ne var ki böyle bir görev yani “iman cephesini” temsil etme görevi sadece şirki yenen orduda mücahit olmakla hak edilmiş olmamaktadır. Hem bu orduyu oluşturan bireylerin hem de cemaat olarak o ordunun taşıması gereken vasıflar vardır. O gün için sahabeler daha sonra da bu göreve talip olanların şu vasıfları taşımaları şarttır:
1- Allah korkusunun yani takvanın nihai korku olması,
2- Dileyenin dilediğini yapabildiği bir toplum yerine, insanî ve imanî ilişkilerin himaye edildiği, şeytanın tuzaklarına karşı uyanık ve toplu direnen bir toplum olması,
3- Allah ve Resulü’nün emirlerinin, yasaklarının tartışılmadığı, tam bir teslimiyetle kabullenildiği bir toplum olması…



- Bedir, Kur’an’ın sahabeler üzerinde uygulama yaparak nasıl bir mümin tipinin istendiğini de göstermiştir. Mümin kimliğinin içini, şu beş vasfın doldurması şarttır:
1- Tam bir Allah korkusu,
2- Kur’an’dan haz alma, onu imanın enerji kaynağı olarak devrede tutma,
3- Sadece Allah’a tevekkül,
4- Namazı eda etme,
5- Allah yolunda harcama.



- Allah’ın yardımı olmadan müminler -Allah’ın rızasını elde edecekleri- bir zafer kazanamazlar. Zaferin gerçek kaynağı Allah’tır. Müminlerin diğer gayretleri tek başına zafer için hiç bir zaman yeterli değildir. Ancak müminlerin Allah’ın yardımını hak etmeleri ile o yardım gelebilir. Allah’ın yardımı da, kulların istediği zaman ve yerde, şekilde değil O’nun dini için uygun gördüğü zaman ve yerde, şekildedir.


- Küfrün, ellerindeki her şeye rağmen Allah’ın yolunu sonsuza kadar engellemeye gücü yoktur. Çünkü batılı yaratan ve ona savaşma gücü veren Allah Teala’dır. Müminlerin küfrü, çıkardığı gürültüye bakarak aşılamaz bir engel görmeleri inanç açısından doğru değildir. Küfür, üzerine düşen rolü oynamaktadır. Müminler de küfrü ve eylemlerini izlemek yerine kendilerine yüklenen görevi, kullara kulluktan Allah’a kulluğa yükselme ve yükseltme görevini yerine getirmelidirler. Sonuçları takdir ve infaz Allah’ın elindedir. Kullar sadece üzerlerine düşeni yapıp yapmadıklarına bakmalıdırlar. Başlarını kuma sokmadın vicdanlarını ikna etmelidirler.
- Dini yüz üstü bırakıp kaçmak… Sorumluluğu başkasına yıkmak… Dine hizmette iş beğenmek… Din adamları gibi isimlerin yeterliliğine aldanmak… Müminin defterinde suç olan şeylerdir.







Ey müminler! Allah'a ve Peygamber'e itaat ediniz.
Sözlerini işittiğiniz halde O'na sırt dönmeyiniz.20
İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın.21
Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen, gerçeği kavramayan sağır ve dilsizlerdir.22
Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi.
Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi.23

Bu ayet neden burada?

Surenin 19. ayeti ‘Ey müşrikler’ diyerek başlamış ve Peygambere karşı gelmeye devam etmeleri halinde onları tehdit etmişti.
“Ey müşrikler! Eğer zafer istiyorsanız, size zafer geldi (fakat aleyhinize çıktı). Eğer Peygamber'e karşı çıkmaktan vazgeçerseniz iyiliğinize olur. Yok, eğer bir daha aynı şeyi yaparsanız biz de size yine aynı akıbeti tattırırız. Topluluğunuz ne kadar kalabalık olursa olsun size hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah kesinlikle mü'minler ile beraberdir.”
20. ayet ise müminlere hitap ederek başlıyor ve Allah’a, Peygambere itaat etmekten söz ediyor:
“Ey müminler! Allah'a ve Peygamber'e itaat ediniz. Sözlerini işittiğiniz halde O'na sırt dönmeyiniz.20
İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın.”21
19. ayet kâfirleri ‘Allah’a ve Peygambere itaat etmemekten’ ötürü tehdit ederken 20 ve 21 ayetler de kâfirlerin o haline düşmeye karşı müminleri uyarmaktadır. Allah’ın ve Peygamberinin cihad davetine uymamak kâfirlere benzemektir. İşitmemişken işittiğini söylemek, işittiğini uygulamamaktır. Uygulamadıktan ve emirlere itaat etmedikten sonra işitmiş olmak bir kıymet değildir.
Kâfirler hiç iman etmedikleri için işitmiyorlar ve o işitmemenin sonucu olarak Allah’a asi oluyorlar. Müminler ise işittikleri halde Allah’a -emirlerini uygulamayarak- asi olurlarsa, sonuçta birleşmiş olurlar. Bu nedenle müşriklere hitap eden ayetin hemen ardından iman edenlere, benzer bir uyarı yapan ayet gelmiştir.

“Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen, gerçeği kavramayan sağır ve dilsizlerdir.”




Hak ile batılı, hayırla şerri, hidayetle dalaleti, İslam ile küfrü ayrıt edememek canlılar arasında en kötü noktada olmaktır. Akıl ve diğer organlar böyle bir ayırımı yapmaya yaramıyorsa sırf, kulak ve dil diye adlandırılan et ve kemik parçalarının sahibi olmak meziyet olamaz. İnsan kulağı olduğu için değil kulağını değerlendirdiği için saygındır. Gözü var diye değil, gözü ile gördüğü için saygındır.


“Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi.


Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi.”

Allah her şeyin en doğrusunu biliyor.
Biliyor ki, bu yapıdakilerin gerçeği bilmeleri bir şey değiştirmeyecektir. Onlar bütün gerçekleri görseler de inatlarından vazgeçmeyeceklerdir. Kulakları duyacak, kalpleri açılmayacaktır. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği farklı örneklerle anlatmaktadır:
“Ey Muhammed, biz senden önce de eskiden yaşamış çeşitli milletlere peygamberler göndermiştik.
Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.
Aynı şekilde biz de Kitap'ı suçluların kalplerine sokarız, ama ona yine de inanmazlar. Oysa kendilerinden öncekilerin uğradıkları meydandadır.
Eğer onlara bir kapı açsak da göğe çıkmaya koyulsalar. Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri bize büyü yaptı derler.” Hicr,10-15

Neden insanlar kulaklarını tıkarlar?

1- Bilmediklerinden: İnsan bilmediğinin düşmanı olabilir. Allah’ı, Peygamberini ve İslam’ı tanımayan insanların Müslümanlığa girmeleri veya Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, zevklerinden feragat etmemelerinin temel nedeni budur. Her ne kadar bilmek, tek başına kurtarıcı değilse de cahillik temel nedendir. Şu kadar ki, bilgi eğer doğru değilse onu bilgi olarak adlandırmak yanlıştır. Bu da Müslümanların dinleri ile alakalı konularda doğru bilgilere sahip olmadaki gayretlerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
2- Allah’ın kalplerini mühürlemesinden: İçlerinde gizledikleri ancak, diğer insanlar tarafından bilinmeyen ama Allah Teala’nın çok iyi bildiği bir takım hain düşünceler onlara hidayet yolunun kapanmasına neden olmuştur. Mümin insanın, ellerini dua için açtığı zaman rabbinden ilk isteyeceği şeyler arasında, kendisini hidayetten ayırmaması, ayağını kaydırmaması isteği olmalıdır. Her şey sadece istemekle olup bitmiyor. İstemekle beraber o isteğe uygun olmak ta gerekmektedir.
3- Kötü örnekten: İnsanların daha önce iman edip İslam ile şereflenmişlere bakıp kötü örnekler görmeleri, ‘biz de girsek böyle oluruz.’ gibi bir kanaate aldanmaları da ne yazık ki vakıadır.
4- Kibir ve hasetten: Dışarıdan iman dairesine girip müslüman olurken kibir ve haset ciddi bir engeldir. İman dairesine girdikten sonra bile imanî olgunluğu artırmada yine kibir ve haset aşılması gereken bir engeldir. Kibir ve haset, tipik bir İblis hastalığıdır; onun başlattığı bu hastalığı ona uyanların pek çoğu sürdürmektedir.
5- Liderliği kaybetme endişesinden: Bir kitlenin önünde iken, iman dairesine girip, onlarla aynı saflarda aynı sözlere muhatap olmak nefsin hoşlanmadığı şeylerdendir.
6- Dinin şehvetlere sınırlama getirmesinden: İslam’ın insanları başıboş bırakmayıp, haramlar-helaller sınırları içinde yaşamalarını emretmesi de nefisleri zorlamaktadır.
7- Mal esaretinden sıyrılamamaktan: Mal girdi kaynaklarının helal olması şartı, harcamanın helallerde ve israfa kaçmadan olması malın kontrol altında tutulmasını doğurmaktadır. Ayrıca zekât ve benzeri sadakaların emredilmesi, Allah yolunda harcamanın talep edilmesi malına düşkün bir insan için engel görülebilmektedir.
8- Akraba ve çevre etkisinden: Anne babalar başta olmak üzere yakın akrabalar, eş dost çevreleri, arkadaşlar kimi zaman hasetlerinden kimi zaman da tutuculuklarından kaynaklanan bir tepki ile İslam dini ile şereflenmek isteyenlerin önünde engel olabilmektedirler. Bu engelleme fiili bir müdahale şeklinde olabileceği gibi, psikolojik ve sosyal baskı şeklinde de ortaya çıkabilir. Özellikle genç yaşlarda iken arkadaş ve çevre etkisini ciddiye almak gerekmektedir.
9- Gelenekleri abartmaktan: İnsanların örf ve geleneklerini inkâr edemeyiz. Ama ebedi kurtuluşu engelleyecek bir gelenek ve örf lanetlidir.
10-İslam düşmanlarının baskısı altında erimekten: İslam dini ile savaş -hangi türü ile olursa olsun- tarihinin hiçbir döneminde hız kesmemiştir. İslam’ın kılıcı güçlü olduğu zamanlarda düşmanları sinsi çalışmalarını hızlandırmış, zayıfladığı zamanlarda da aleni düşmanlıklarına hız vermişlerdir. İslam’a düşman olanların çalışmaları, Müslümanlar arasında kimlik erimesine neden olduğu gibi, dışarıdan İslam ile müşerref olmak isteyenlerin yolunu da engellemiştir. Bilhassa zamanımızda kullanılan din seçme hürriyeti, haklar vb. sloganlar sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır. Diğer insanlardan önce İslam ile şereflenenlerin, bütün insanlığa bu saadet ulaşıncaya kadar, durup dinlemeden çalışmayı, kulaklara ve gönüllere ulaşacak yolları denemeleri üzerlerine düşen bir görevdir. Bu adeta bir sancak teslimidir. Cihadın özü de budur. İnsanları kullara kulluktan Allah’a kulluğa yükseltmektir. Kadını ili erkeği ile -vasfı ve kimliği, kariyeri ne olursa olsun- bütün müminler bu sorumluluğu boyunlarında hissetmedikçe, Allah’ın onlara lütfetmiş olduğu İslam nimetinin şükrünü ifa ettiklerini iddia edemezler. Her mümin, ‘ben değilsem kim?’ düşüncesi ile çalışıp gayret etmek zorundadır.



Ey müminler!
Allah ve Peygamberi sizi hayat bağışlayacak ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz.

Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz O'nun huzurunda bir araya geleceksiniz. 24

Sadece aranızdaki zalimlerin başlarına gelmekle yetinmeyecek olan fitneden sakınınız.

Biliniz ki, Allah'ın' azabı ağırdır.25

Hatırlayınız ki, bir zamanlar siz yeryüzünde ezilen, sayıca az bir gruptunuz; insanlar sizi kapıp götürecekler diye korkuyordunuz. Fakat şükredesiniz diye Allah size sığınak sağladı, helâl besinler sundu, sizi yardımı ile destekledi.25

· Fitne, imtihan çeşitlerinden birisidir.

Ne zaman ve nerede, nasıl önüne çıkacağını sadece Allah Teala bilir. Evde, işte ve cemaatte hatta camide bile; hiç tahmin edilemeyecek bir fitne ile karşılaşılabilir. Fitne, hastalık gibidir: Vücudun her yeri, her zaman ona adaydır. Fitne, sinsice gelir ve geldi mi bir daha gitmeyebilir.
MÜMİNİ ALLAH’TAN VE O’NUN CENNETİNDEN UZAKLAŞTIRAN, ZELİL BİR HAYAT YAŞAMAYA NEDEN OLAN HER ŞEY FİTNENDİR.
· Fitne zamanında,
Yalan artar. Gerçekler hatta itikadî kavramlar istismar edilir. Herkes kendi görüşünü beğenir. Okumuş yazmışlık çoğalır ama cehalet artar. Büyük bir şaşkınlık belirir; kimse ne yapılması gerektiğini kestiremez, sadece bir kurtarıcı beklenir. Dinden irtidat artar, lafta bir dindarlık kalır. Zenginlik hesaplanandan daha fazla büyür. Cimrilik çoğalır. Gençlerin etkinliği artar. Öldürme olayları çoğalır.
· Fitne zamanında yumuşak ol, teenni ile hareket et! Hiçbir kararı verirken acele etme!
· İmanı korunması gerekenlerin en başında tutmalısın. Şeytanın kapmak istediği asıl değer odur. Bunun için de kritik dönemlerde Rabbanî özelliği olan, memur mantığı ile hareket etmeyen âlimlerin etrafında kal.
· Her işi, o işin ehli ile istişare et. İstişare sonucunu nefsine kabul ettirmekte zorlanma!
· Şartlar ne olursa olsun, muhatabın kim olursa olsun yine de, karşılığını Allah’tan bekleyerek, Âdil ol, insaflı ol.
· Bir meseleyi bilmek, onun ayrıntılarını da bilmekle mümkündür. Yüzeysel bir bilgi ile karar verme, uygulama yapma. Bilginin kaynağına dikkat et. Fasıkların bilgileri ile amel etmen halinde pişman olanlardan olabilirsin...
· Fitne zamanında, her bilinen söylenmez, her söylenebilecek de her zaman söylenemez. Dilini tut.
· Fitne olaylarına Ashab-ı Kiram’dan esinlenen benzetmeler yapma. Onların yaşadıkları olaylar, kişilikleri ve zamanları ile bağlantılı olduğundan, bizim kişilik ve zamanımızla kıyas edilmeleri hatalı olur.
· Fitnenin en büyük kaynaklarından birisi dünya varlığına olan meyildir. Âhiret hayatını unutturacak yer ve işlerden kaçınmaya çalış. Lüks düşkünlüğün olmamalıdır.
Allah müminlerle bulunmayı emretmiştir. Mümin olmayanlarla bulunmak veya onlardan yana olmak, Allah ve Resulünden kopmaktır.
· Ayet ve hadislerde geçen Fitne işaretlerine bakıp, her olayı “işte bu O’dur” şeklinde yorumlama. Olayların son hükmü Allah Teala’ya aittir.
· Fitne zamanında, nefsin, ailen ve sorumluluğu sana ait olanları esas aldığın bir korunma çalışması yap. Fırtınalı soğuk günlerde, kapı pencereyi örtüp, barınağını ısıtıp koruduğunu örnek al. Uzayı ısıtamazsın. Isıta ısıta çevreni genişlet. Büyük düşünceler adı altında şeytanın tuzağına kapılmış olmamaya dikkat et.
· Fitne zamanları, Allah’a her zamankinden daha çok yakın olunması gereken zamanlardır. İbadetlerde ihmalin bulunmasın. Her zamankinden daha yoğun ve dikkatli bir ibadet titizliğin bulunsun. Namaz ve sabırla yardım dilemeyi emreden ayeti hatırla.
· Silahların en büyüğü sabırdır. Sabrı bitenin işi bitebilir. Sabrın ne kadarının yeterliği olacağına biz karar veremeyiz. Hüküm yalnız Allah’ındır.
· Her şeye rağmen cemaatle ol. Tefrika ve tefrikaya giden şeyden kaçın.
· Müslümanlara malınla, bedeninle veya sözlerinle destek ol. En azından dua et.
· Biz, insanları Hakk’a ölçer tanırız, insanlara bakıp Hakk’ı tanımayız. İnsanların Hakk’a bağlılıkları için de:
A- İslam’ı bir bütün olarak benimsemeleri,
B- Haramlardan kaçınmaları,
C- Özellikle namaz başta olmak üzere, Allah’ın emirlerini uygulamaları temel göstergedir.
“Fitne; imtihan, ya da belâ...
İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine hoşgörüyle bakan, zalimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zalimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Ki zulümlerin en büyüğü de Allah'ın şeriatını ve hayat sistemini hayattan uzaklaştırmaktır.
İslâm, birtakım yükümlülükler gerektiren pratik bir hayat sistemidir. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarına hoşgörülü davranmaz!
Kaldı ki, Allah'ın dinine uyulmadığını gördüklerinde, daha doğrusu Allah'ın ilahlığının reddedilip yerine kulların ilahlığının yerleştirildiğini gördüklerinde sessiz kalmalarını, bununla beraber yüce Allah'ın onları fitneden, beladan kurtarmasını istemelerini kabul etmez. Kendileri kötülükten uzak (!) iyi yürekli (!) kimselerdir ya!”

Nureddin yıldız
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt