Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Furkan Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı

25- FURKAN SÛRESİ

Cumhur Sûrenin mutlak olarak mekkî olduğunu söylemiştir.
İbn Abbâs ve Katâde'den de Sûrenin mekkî olmasıyla birlikte "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.
Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılarak temelli bırakılır.
Ancak tevbe eden, inanıp salih amel işleyenlerin Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir ve Allah Gafur, Rahîm olandır." (âyet:68-70) âyetlerinin Medine-i Münevvere'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.
Dahhâk ise Sûrenin başından "Alemleri uyarıcı olmak üzere kuluna Furkan'ı indiren Allah'ın şânı ne yücedir!
"O ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Hiçbir çocuk edinmemiştir, hükümranlıkta ortağı yoktur. O herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve bir ölçüyle takdir etmiştir.
O'nu bırakıp da bir şey yaratmayan ve üstelik kendileri yaratılmış olan ve kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda veremeyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen bir takım ilâhlar edindiler."
Ayetlerinden ibaret olan ilk üç âyeti dışında Sûrenin medenî olduğu görüşündedir.[1] Kurtubî de sûrenin, 68-70 âyetleri dışında medenî olup Yâsîn Sûresinden sonra nazil olduğunu söyler.[2]
"Görmedin mi Rabbın gölgeyi nasıl uzatmıştır..." (âyet: 45) âyeti dışında Sûrenin Mekkî, bu âyet-i kerimenin ise Tâif te nazil olduğu da söylenmiştir. Tâif, Mekke'ye yakın olduğu için bu âyet-i kerime de mekkî sayılmakla Sûrenin tamamı mekkî demektir.[3]

4. Küfredenler dediler ki: "Bu Kur'ân, ancak onun uydurduğu bir yalandır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir. Hiç şüphesiz onlar zulüm ve iftira ile geldiler.
Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur "Bu Kur'ân ancak onun uydurduğu bir yalandır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir." diyen odur. Onun "Bir başka topluluk"la kastettikleri Huvaytıb ibn Abdü'l-Uzzâ'nın kölesi Addâs (veya Aiş), Amir (veya el-Alâ') ibnu'l-Hadramî'nin kölesi Yesâr ve yine Amir ibnu'l-Hadramî'nin diğer kölesi Cebr olup bu köleler ehl-i kitabdan imişler.[4]
Bazı rivayetlerde en-Nadr ibnu'l-Hâris yanında Abdullah ibn Ümeyye ve Nevfel ibn Huveylid'in de adı geçmektedir[5] ki bunlar da anılan sözü söylemede en-Nadr ibnu'l-Hâris'ten geri kalmayan şedîd İslâm düşmanı müşriklerdir.[6]

5. Dediler ki: "Bunlar, onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta (veya dikte ettirilmekte) olan evvelkilerin masallarıdır."
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: en-Nadr ibnu'l-Hâris ibn Kelde, Kureyş'in şeytanlarından biriydi ve Hz. Peygamber (sa)'e düşmanlığı açıktan yapanlardan birisiydi. Hîre'den gelmiş ve orada Fars krallarının, Rüstem ve İsfendiyar'ın hikâyelerini öğrenip gelmişti. Allah'ın Rasûlü (sa) bir mecliste oturur, oradakileri Allah'a çağırır, onlara Kur'ân okur ve onları, geçmiş inkarcı ümmetlerin başına gelenlerden sakındırır da kalkıp giderse hemen onun peşinden bu en-Nadr ibnu'l-Hâris gelir onlara Rustem es-Sindîd'den, İsfendiyar'dan ve Pers krallarından hikâyeler anlatır, sonra da: "Vallahi Muhammed'in söyledikleri benim söylediklerimden daha güzel değil. Onun söyledikleri ancak eskilerin masallarıdır. Nasıl bana okutulmuşsa ona da okutuluyor ve yazdırılıyor." dedi de Allah Tealâ bunun üzerine bu: "Dediler ki: "Bunlar, onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta (veya dikte ettirilmekte) olan evvelkilerin masallarıdır." âyeti ile birlikte dokuz âyet indirdi.[7] "Ona âyetlerimiz okunduğu zaman "Bunlar eskilerin masallarıdır." der." (Kalem, 68/15) ve "Yalana, günaha her dadananın vay haline! Ki kendisine Allah'ın âyetleri okunurken işitir de sonra büyüklük taslayıcı olarak ve kulaklarında bir ağırlık varmış da bunları hiç işitmemiş gibi ısrar eder. İşte onu, çok elem verici bir azâb ile müjdele." (Câsiye, 45/7-8) âyetleri de onun hakkında nazil olmuştur (es-Sindîd farsça da güneşin doğuşu anlamına geliyormuş ve her güzeli, güzelliği bu Rustem'e nisbet ettiklerinden ona bu sıfatı vermişler. Bazı kaynaklarda es-Sindîd yerine eş-Şedîd şeklindedir.)[8]

7. Ve dediler ki: "Bu Peygamber'e ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor?! Onun beraberinde bulunup uyaracak bir melek indirilmeli değil miydi?"
8. "Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya besleneceği bir bahçesi olmalı değil miydi? " O zâlimler dediler ki: "Siz, ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz-"
İbn Ebî İshâk, İbn Cerîr ve Îbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre bu âyet-i kerimeler Kureyş kâfirlerinden bir grup hakkında nazil olmuştur. İbn Abbâs şöyle anlatıyor:
Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe, Ebu Süfyân ibn Harb, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ebu'l-Bahterî, el-Esved ibnu'l-Muttalib, Zem'a ibnu'l-Esved, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Cehl ibn Hişâm, Abdullah ibn Ebî Ümeyye, Ümeyye ibn Halef, el-Asî ibn Vâil, el-Haccâc'ın oğulları Nebîh ve Münebbih toplandılar ve birbirlerine: "Muhammed'e haber gönderelim, gelsin ve onunla konuşalım ki onun hakkında yapacaklarımızda mazur olalım." dediler ve O'na: "Kavmini ileri gelenleri seninle konuşmak için toplandılar, sen de gel." diye haber gönderdiler. Hz. Peygamber (sa) yanlarına geldi. Ona: "Ey Muhammed, seni çağırdık ki konuşalım da sonra sana yapacaklarımızda mazur olalım." dedik. Sen, bu getirdiğin sözlerle eğer mal peşinde isen mallarımızdan sana vermek üzere mal toplayalım; yok eğer şan şeref peşinde isen seni başımıza geçirelim; Eğer kral olmak istiyorsan seni kralımız yapalım." dediler. Allah'ın rasûlü (sa): "Söylediklerinizden hiçbirine ihtiyacım yok. Bu getirdiklerimi sizin malınızı, içinizde şan ve şeref sahibi olmayı veya krallığı istemek için getirmedim. Fakat Allah beni size elçi olarak gönderdi, bana bir kitab indirdi ve bana, sizin için müjdeleyici ve uyarıcı olmamı emretti. Ben de işte O'nun mesajını size ulaştırdım, ilettim, size öğütlerde bulundum, nasihatler ettim. Eğer benim bu getirdiklerimi kabul edecek olursanız bu, diğer insanlar içinde dünya ve âhirette sizin payınızdır. Ama reddedecek olursanız, Allah benimle sizin aranızı ayırıncaya (sizinle benim hakkımda hükmünü verinceye) kadar Allah'ın emrine sabredeceğim." buyurdu. Onlar: "Ey Muhammed, bu söylediklerimizin hiçbirisini kabul edecek değilsen Rabbından kendin için istekte bulun; meselâ sana seni tasdik edecek bir melek göndersin de senden bize dönsün (senin peygamberliğinin hak olduğunu bize o söylesin). Yine Rabbından iste sana bağlar bahçeler, saraylar versin. Zira biz seni görüyoruz aynen bizim gibi maişet (geçimlik) derdine düşmüşsün çarşı pazar dolaşıp çalışmaktasın. Sana bunları versin ki çarşı pazar çalışmaktan kurtulasın, biz de senin gerçekten Rabbının katında iddia ettiğin gibi üstün bir merteben olduğunu bilelim." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bu söyledikleriniz yapacak değilim, Rabbımdan kendim için bu söylediklerinizi isteyecek değilim ve ben, zaten bunlar için gönderilmedim ve fakat Allah beni, size müjdeleyici ve uyarıcı olmam için peygamber olarak gönderdi." buyurdu ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri gönderdi.[9]

10. Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altlarından ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah'ın şânı ne yücedir!
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Müşrikler, Hz. Peygamber (sa)'i fakirliğinden dolayı ayıplayıp: "Ne oluyor şu Rasûl'e! (bizim gibi) yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor!" dediklerinde Allah'ın Rasûlü (sa) buna çok üzüldü. Onu teselli etmek üzere Rabbı katından Cibrîl geldi ve şöyle dedi: "Selâm sana ey Allah'ın elçisi, Rabbu'l-İzzet sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi." yani dünyada geçim ve rızık peşine düşerlerdi.
Hz. Peygamber (sa) ve Cibrîl bu şekilde konuşurlarken birden Cibrîl eridi ve küçücük bir mercimek kadar kaldı. Rasûlullah (sa): "Ey Cibrîl sana ne oldu da eridin, mercimek kadar kaldın?" diye sordu. "Ey Muhammed, Gökyüzü kapılarından bir kapı açıldı ki bugünden önce bu kapı hiç açılmamıştı. Kavmin seni fakirliğin sebebiyle kınamaları esnasında kavminin azaba uğrayacağından korkuyorum." dedi. Hz. Peygamber (sa) ve Cibrîl ağlamaya başladılar, derken Cibrîl yine birden eski haline döndü ve: "Müjdeler olsun ey Muhammed, şu gelen cennetin korucusu (hâzini) Rıdvan'dır; sana Rabbının hoşnutluğunu getiriyor." dedi. Rıdvan geldi, selâm verdi ve dedi ki: "Ey Muhammed, Rabbu'l-İzzet sana selâm söylüyor. Rıdvan'ın yanında nurdan parıl parıl parıldayan bir anahtar vardı. Rabbın sana buyuruyor ki: "Ahirette kendi katında senin için biriktirdikleri bir sinek kanadı kadar eksilmeksizin şu, dünya hazinelerinin anahtarlarıdır." Hz. Peygamber (sa), fikir danışır gibi Cibrîl'e baktı. Cibrîl eliyle yere vurarak: "Allah için mütevazi ol." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ey Rıdvan, benim o hazinelere ihtiyacım yoktur. Rabbıma muhtaç bir kul, çok sabreden ve çok şükreden bir kul olmam bana daha sevimlidir." dedi. Rıdvan: "İsabet ettin, Allah seni hep doğruya isabet ettirsin." dedi ve gökten bir nida geldi. Cibrîl başını göğe kaldırıp baktı, bir de ne görsün; göklerin kapıları arşa kadar açılmış ve Allah Tealâ Adn cennetine vahyeylemiş de dallarından birini Hz. Peygamber (sa)'e sarkıtmış. O dalın üzerinde bir salkım, salkımın üzerinde yeşil zebercedden bir oda, odanın kırmızı yakuttan yetmiş bin kapısı var. Cibrîl: "Ey Muhammed, kaldır başını ve yukarı bak." dedi. Hz. Peygamber (sa) başını kaldırıp yukarı baktı ve peygamberlerin evlerini ve odalarını gördü. Ve yine gördü ki kendi evleri, diğer peygamberlerin evlerinin üstünde ve hepsinden üstün, bir münadi de şöyle nida ediyor: "Ey Muhammed, razı oldun mu?" Hz. Peygamber (sa): "Razı oldum, Bu dünyada bana vermeyi murad buyurduklarını da kıyamet günü bana vereceğin şefaat-i uzmanın içine koymak üzere katında benim için sakla." dedi. İşte şu âyet-i kerimeyi "Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altlarından ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah'ın şânı ne yücedir!" âyetini o zaman Rıdvan'ın indirmiş olduğunu söylerler.[10]

11. Fakat onlar kıyamet saatini de yalanladılar. Biz, o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir azâb hazırladık ki,
12. Bu, kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır.
13. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun en dar bir yerine atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi isterler.
14. Bugün bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.
Kurtubî bu âyet-i kerimelerin İbn Hatal ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söyler.[11]

20. Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşılarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz ve Rabbîn Basîr olandır.
Müşrikler Hz. Peygamber (sa)'i fakirliği sebebiyle kınayıp: "Bu peygamber'e ne oluyor; bizim gibi yemek yiyor..." deyince Hz. Peygamber (sa) buna çok üzüldü ve işte onun üzülmesi üzerine O'nu teselli etmek üzere bu âyet-i kerime nazil oldu. Cibrîl gelip şöyle dedi: "Ey Muhammed, Rabbın Allah sana selâm söylüyor ve sana şöyle buyuruyor: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşılarda gezinirlerdi..."[12]
Ayet-i kerimenin "Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz." kısmının nüzul sebebinde Mukatil der ki: Ebu Cehl ibn Hşâm, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, el-As ibn Vâil, Ukbe ibn Ebî Muayt, Utbe ibn Rabîa ve en-Nadr ibnu'l-Hâris haklarında nazil olmuştur. Bunlar; Abdullah ibn Mes'ûd, Ammâr, Bilâl, Suheyb, Amir ibn Füheyre, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Hz. Ömer'in kölesi Mihca', el-Hadramî'nin kölesi Cebr ve arkadaşları gibi güçsüz müslümanları gördüklerinde onlarla alay kabilinden olarak: "Müslüman olalım da bunlar gibi mi olalım?!" demişler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz." âyet-i kerimesini indirmiştir.[13]

21. Bize kavuşmayı ummayanlar "Bize melekler indirilmeli değil miydi? Veya Rabbımızı görmeli değil miydik?" derler. Andolsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlardır.
Kelbî ve Mukatil bu âyet-i kerimenin, peygamberliği ve yeniden diriltilmeyi inkâr eden Ebu Cehl, el-Velîd ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[14]

27. O gün zalim iki elini ısırıp "Ne olurdu, ben o peygamberin beraberinde bir yol edineydim. " diyecek
28. Ne yazık bana! keski falanı dost tutmayaydım.
29. Beni o zikirden, o mana geldikten sonra, o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.
l. Ubeyy ibn Halef ve Ukbe ibn Ebî Muayt arkadaş idiler, araları iyi idi. Bunlardan Ukbe Hz. Peygamber (sa) ile oturur, ondan bazı şeyler dinlerdi. Bu durum Ubeyy'e ulaşınca Ukbe'ye geldi ve: "Muhammed'le oturduğun, onu dinlediğin bana ulaşmadı mı sanıyorsun? Eğer bir daha onunla oturur ve onu dinlersen, ya da ona vardığında yüzüne tükürmezsen yüzüm sana haram olsun." diyerek büyük yemin etti. Allah'ın düşmanı Ukbe de arkadaşının söylediğini yaptı ve Allah Tealâ o ikisi hakkında bu âyetleri indirdi.[15]
2. Bunun tersi de rivayet edilmiştir. Atâ el-Horasânî rivayetinde İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Übeyy ibn Halef, Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelir, iman etmeksizin onunla oturur ve onun sözüne kulak verir, dinlerdi. Ukbe ibn Ebî Muayt, arkadaşını bundan men'etti de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[16]
Diğer bazı kimseler de şöyle anlatıyor: Übeyy ibn Halef ve Ukbe ibn Ebî Muayt birbirini çok seven iki dost idiler. Bunlardan Ukbe, bir seferden döndüğünde mutlaka yemek yapar ve kavminin ileri gelenlerini davet ederdi. Bir gün yine bir yolculuktan dönüşünde yemek yapıp insanları ve bu arada Rasûlullah (sa)'ı da yemeğe davet etti. Yemek ikram olununca Hz. Peygamber (sa): "Allah'ın yegâne ilâh, benim de Allah'ın elçisi olduğuma şehadet edene kadar senin yemeğinden yiyecek değilim." dedi. Ukbe de "Allah'ın yegâne ilâh, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim." dedi ve Allah'ın Rasûlü (sa) de onun yemeğinden yedi. Übeyy ibn Halef o sırada orada değildi. Bu kendisine haber verilince geldi ve: "Sâbiî mi oldun ey Ukbe?" diye sordu. Ukbe: "Vallahi sâbiî olmadım, fakat adam (Muhammed) yanıma girdi ve onun için bu şehadeti yapmadıkça yemeğimi yemekten imtina etti. Yemeğimden yememiş olarak evimden çıkmasından utandım da istediği şehadeti ettim, o da yemeğimden yedi." dedi. Übeyy: "Ona varıp yüzüne tükürmedikçe ve boynuna ayağınla basmadıkça senden asla razı ve hoşnut olacak değilim." dedi ve Ukbe de onun istediğini yaptı;[17] bir hayvan işkembesini alarak Efendimiz'in iki küreği arasına attı. Rasûlullah (sa): "Şayet Mekke dışında sana rastlayacak olursam mutlaka kılıçla kafanı uçuracağım." buyurdular. Ukbe, Bedr günü esir edilerek öldürüldü. Übeyy ibn Halefe gelince, Uhud'da savaş esnasında onu da bizzat Hz. Peygamber katletti ve işte bu ikisi hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Dahhâk der ki: Ukbe, Rasûlullah (sa)'ın yüzüne tükürdüğünde tükrüğü kendi yüzüne döndü, ikiye ayrıldı ve iki yanağına yapışıp onları yaktı. Bu yanık izi Ukbe ölünceye kadar yüzünde kaldı.[18]

32. O kâfirler dediler ki: "Kur'ân ona bir kerede topluca indirilmeli değil miydi?" Halbuki Biz Azîmüşşân onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indiririz ve onu tertîl üzere ağır ağır okuruz.
İbn Ebî Hâtim'in, "Sahih'tir." kaydıyla Hâkim'in ve el-Muhtâra'da Ziya (el-Makdisî)'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Müşrikler: "Muhammed eğer gerçekten Allah'ın elçisi ise Rabbı ona acaba neden işkence ediyor. Şu Kur'ân'ı ona bir kerede toptan indiremez mi? Bakınız ona her defasında bir veye iki âyet iniyor (ve her defasında ona âyet inmesi adeta bir işkence oluyor)." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[19]
Başka bir rivayette onların: "Sen kendinin Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu iddia ediyorsun. Madem öyle Tevrat'ın Musa'ya, İncil'in İsa'ya bir defada indirildiği gibi bu Kur'ân da sana bir defada toptan indirilmeli değil miydi?" demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[20]
Her iki rivayette de konu ve talep "Kur'ân'ın parça parça değil bir defada toptan indirilmesi" olduğuna göre iki rivayet arasında çelişki yok demektir.[21]

34. Cehennemde yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.
Mukatil der ki: Kâfirler, Hz. Peygamber (sa)'in ashabına: "O, yaratılmışların en kötüsüdür." dediler de bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.[22]

41. Seni gördükleri vakit: "Bu mu Allah'ın gönderdiği elçi? " diye alaya almaktan başka bir şey yapmazlar.
Hz. Peygamber (sa)'le alay yollu "Bu mu Allah'ın gönderdiği elçi?" diyen Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur.[23]

43. Hevâ ve hevesini tanrı edineni gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın?
İbn Ebî Hatim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Câhiliye devrinde kişi bir zaman beyaz bir taşa tapınır, sonra ondan bıkarak tutar bir süre de siyah bir taş bularak onu sever ve onu tanrı edinerek o taşa tapınırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Hevâ ve hevesini tanrı edineni gördün mü?..." âyet-i kerimesini indirdi
Sevdiği her taşı tanrı edinerek ona tapınan bu kişinin el-Hâris ibn Kays es-Sehmî olduğu ve âyet-i kerimenin de onun hakkında indiği de söylenmiştir.[24]

55. Allah'ı bırakıp kendilerine fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere ibadet ederler. Kâfir, Rabbına karşı duranın yardımcısıdır.
Bu âyet-i kerimenin Ebu Cehl hakkında nazil olduğu söylenir.[25]

62. O, iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut da şükretmek dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.
Enes ibn Mâlik der ki: Rasûlullah (sa), gece Kur'ân okumayı kaçırmış olan Hz. Ömer'e: "Ey Hattâb'ın oğlu, Allah senin hakkında bir âyet indirdi." buyurup "O, iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut da şükretmek dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir." âyet-i kerimesini tilâvet eylemiş ve şöyle devam etmiş: Geceleyin kaçırdığın nafileleri gündüzünde; gündüz kaçırdıklarını da geceleyin yerine getir."[26]

68. Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.
69. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir olarak ebediyyen bırakılır.
70. Tevbe ve iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir. Allah Ğafûr'dur, Rahimdir.
1. İbn Abbâs'tan rivayete göre şirk ehlinden olup da bir çok kişiyi öldürmüş, çok zina yapmış bazı kimseler Muhammed (sa)'e geldiler ve: "Senin söylediklerin ve kendisine çağırdığın şey güzel. Keşke bizim yapmış olduğumuz günahların bir keffareti olduğunu bize haber verebilsen (de biz de müslüman olsak)." dediler de "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler..." ve "De ki: "Ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin..." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimeleri nazil oldu.[27]
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Mekke'de "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr olarak ebediyyen bırakılır." âyetleri nazil olunca Mekke müşrikleri: "Müslüman olmamızın bize bir faydası yok; biz Allah'a başkalarını denk saydık, Allah'ın haram kıldığı cana kıydık ve ahlâksızlıklar yaptık." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Tevbe ve iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte Allah, bunların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir..." âyet-i kerimesini indirdi.[28]
2. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a: "Allah katında hangi günah en büyüktür?" diye sordum (veya soruldu) da O: "Allah seni yaratmışken ona başka birini denk ve eş koşmandır." buyurdular. "Sonra hangisi?" dedim, "Sonra seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir." buyurdular. "Sonra hangisi?" diye sordum, "Komşunun hanımıyla zina etmendir." buyurdular ve işte Rasûlullah (sa)'ın bu sözünü tasdik olarak "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[29] İbn Cüreyc kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre "De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine ileri giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Hiç kuşkusuz Allah, bütün günahları mağfiret buyurur." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimesi de bunun üzerine nazil olmuştur.[30]
"Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." âyet-i kerimesi İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre Mekke'de nazil olmuş ve daha sonra Nisa Süresindeki bir âyetle (âyet: 93) nesholunmuştur. Ama yine ondan gelen başka bir rivayete göre son nazil olan âyetlerdendir ve hiçbir şekilde neshe konu olmamıştır. Zira Nisa Süresindeki âyet mü'minler, bu ise müşrikler hakkında nazil olmuştur.[31] En doğrusunu Allah bilir.
3. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise sadece bu âyet-i kerime değil, bununla birlikte başka iki âyet-i kerime daha Hz. Hamza'nın katili olan Vahşî hakkında nazil olmuştur. O, şöyle anlatıyor:
Vahşî, Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Muhammed, senden eman dileyerek geldim, bana eman ver ki Allah'ın kelâmını dinleyeyim." dedi. Rasûlullah (sa): "Seni etrafımda görmemeyi daha çok isterdim. Ama madem ki eman dileyerek geldin, peki Allah'ın kelâmını dinlemek üzere civarımda olabilirsin." buyurdular. Vahşî: "Ben Allah'a ortak koştum, Allah'ın haram kıldığı cana kıydım ve zina ettim, bana tevbe var mıdır?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa) susup cevap vermediler de sonuna kadar "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Rasûlullah (sa) bu âyeti Vahşî'ye okudular. Vahşî: "Bunda bir şart görüyorum; belki de ben salih amel işlemeyeceğim. En iyisi ben, Allah'ın başka bir kelâmını dinlemek üzere senin civarında kalmaya devam edeyim." dedi (ve müslüman olmadı) da bunun üzerine "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakileri ise dilediğine bağışlar." (Nisa, 4/48) âyet-i kerimesi nazil oldu. Hz. Peygamber (sa), Vahşî'yi çağırarak ona bu sefer bu âyet-i kerimeyi okudu. Vahşî: "(Bunda da bir şart var), Belki de ben, Allah'ın dilediklerinden değilim. Ben en iyisi Allah'ın başka bir kelâmını dinlemek üzere civarında olmaya devam edeyim." dedi (ve yine müslüman olmadı). Bunun üzerine "De ki: Ey kendilerine israf etmiş olan kullarım, Allah'ın rahmetinden umutsuzluğa düşmeyin..." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimesi nazil oldu. İşte bu âyet-i kerimeyi işitince Vahşî: "Evet, işte şimdi bu âyette herhangi bir şart görmüyorum." dedi ve müslüman oldu.[32] Vahşî'nin müslüman olması ile ilgili bu haberin son kısmı, yani Vahşî'nin müslüman olmak üzere bir takım şartlar koşması veya âyetlerde bir takım şartlar görerek müslüman olduğunu belirten ibarelerin sıhhati şüphelidir. Çünkü Vahşî'nin iman etmesinde meşhur olan habere göre o, Tâif elçi hey'eti içinde gizlenerek gelmiş ve hiçbir şart koşmadan ve kimliğini bildirmeden müslüman olmuştur.[33]

[1] Alûsî, age. xvm,230.
[2] Kurtubî, xm,3.
[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663.
[4] Râzî, age. XXIV,50; AlÛsî, age. XVIH,234.
[5] Alûsî, age. xvııı,234
[6] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663-664.
[7] Taberî, age. XVIII,137: tbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,358.
[8] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,358.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/664.
[9] Alûsî, age. xvm,237.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/665-666.
[10] Vahidî, age. s. 234-235.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/666-667.
[11] Bak: Kurtubî, age. XI1I,8.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/667.
[12] Kurtubî, age. Xin,ll.
[13] Kurtubî, age. xm,i4-i5.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/667-668
[14] Râzî, age. xxrv,68.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/668.
[15] İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, 1,361; Vahidî, age. s. 235.
[16] Vahidî, age. s. 235; Taberî, age. XEX,6.
[17] Vahidî, age. s. 235.
[18] Vahidî, age. s. 236.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/668-669.
[19] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,44.
[20] Râzî, age. xxiv, 78.
[21] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/669-670.
[22] Kurtubî, age. XIII,22.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.
[23] Kurtubî, age. xm,25.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.
[24] Alûsî, age. XIX, 24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.
[25] Râzî, age. XXIV, 102.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/671.
[26] Râzî, age. xxrv,ıo6.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/671.
[27] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 39/1; Müslim, İman, 193.
[28] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/3; Müslim, Tefsîr, 19.
[29] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/2; Edeb, 20; Diyât, 1; Müslim, İman, 142; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,380, 431
[30] İbn Kesir, age. vi,i35.
[31] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/2,4.
[32] Vahidî, age. 236-237.
[33] İbnu'l-Cevzî, age. vi,ıo4.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 672-673.
 
Üst Ana Sayfa Alt