Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haset

Z Çevrimdışı

Zeyd bin Hârise

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haset (Kıskançlık)


Kalbin hastalıklarından biri de hased (kıskançlık) tır.

Bazıları, hased'i; "zenginlerin iyi durumunu bilmenin sebep olduğu bir eziyettir" diye tanımlar. Erdemli insanın hased etmesi caiz değildir. Çünkü erdemli insan, güzel olan yolu izler.

Kimileri de hasedi; kıskanılan kişiden nimetin yok olmasını arzu etmektir, diye tanımlar. Habuki kıskanan kişi, yok olmasını arzu ettiği nimetin benzerine sahip de olmaz.

Ama "imrenmek" (gıpta) bunun zıttıdır. Çünkü gıpta edilen kişiden nimetin yok olmasını arzu etmeden benzer nimete sahip olmayı arzu etmektir.

Gerçek şu ki, hased etmek, hased edilen kişinin sahip olduğunu, gördüğü güzel durumunu çekememek ve buğzetmektir. İki türlü olur:

1 - Hased edilen kişinin tümden nimet sahibi olmasını çekememek. Kötü olan hased budur.

Hased eden kişi bundan rahatsız olunca, kıskandığı kişinin söz konusu şeylere sahip olmasından üzüntü ve eziyet duyar. Bu da kalbinde bir hastalık olur.

Kıskandığı nimetin yok olmasıyla kendisi bir yarar sağlamasa da, o nimetin yok olmasından zevk alır. Kıskanmaktan bütün kazancı, eziyet veren hastalıktan kurtulmuş olmasıdır. Halbuki o hastalık, ancak kendisinin kıskançlığı terketmesiyle, yani bu durumdan rahatsızlık duymayı bırakmasıyla olur. Aksi halde ağrı kesici verilerek tedavi edilen hastaya benzer. Çünkü kulun üzerinde Allah'ın nimetinin varlığını çekememesi, bir hastalıktır.

Haset edilen kişi, sahip olduğu nimeti yitirse bile, ondan daha büyüğüne tekrar sahip olabilir. Hatta benzerleri de o nimetin benzerlerine sahip olabilirler.

Haset eden kişinin belirli bir şeyde belli bir amacı yoktur. Ama kişilere nimetin verilmesinden rahatsız olmaktadır.

Onun için biri:

" Haset, nimetin yok olmasını temenni etmektir, başkasında nimetin bulunmasından hoşlanmayan kişi, kalbi ile nimetin yok olmasını arzu ediyor demektir" der.

2 - Haset eden kişi, haset ettiği kişinin kendisinden üstün olmasını çekememekte, kendisi onun gibi veya ondan üstün olmak istemektedir. Bu da bir haset olmakla beraber, ona gıpta (imrenme) denir.

İbni Mes'ud ve İbni Ömer'den rivayet edilen hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buna da haset adını vermiştir:

"Ancak iki şeyde haset olur; Birine Allah bilgi (hikmet) vermiş, onunla hüküm verir ve başkalarına öğretir, birine de Allah'ın mal vermiş ve hak yolunda onu sarfetmesini sağlamıştır. Bu iki kişiye haset edilir." (Buhârî (1/165), Müslim (1/559), İbn Mâce (2/1407) Ahmed (1/385)

İbni Mesud, bu lafızlarla rivayet eder.

İbn Ömer ise, şu lafızlarla rivayet eder:

" Allah birine Kur'an'ı verir, o da gece gündüz onunla meşgul olur, birine de Allah mal verir, o da gece gündüz ondan hak yolunda infak eder". (Buhârî (13/502), Müslim (1/558), İbn Mâce (2/1408) Ahmed (2/9)

Buhârî bunu Ebu Hureyre'nin sözleriyle şöyle rivayet eder:

" İki şey dışında haset olmaz; Birine Allah Kur'an'ı verir, o da gece gündüz onu okumakla meşgul olur. Bir adam bunu duyunca, keşke bu adama verildiği gibi bana verilseydi ve ben de onun amel ettiği gibi bununla amel etseydim, der. Allah birine de malı verir, o da hak yolunda harcar, bir adam bunu görünce, keşke bu adama verildiği gibi bana da verilseydi ve onun harcadığı gibi ben de harcasaydım, der." (Buhârî (9/73), Ahmed (2/479)

Haset, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu iki yer dışında yasakladığıdır. Bu iki yerde olan kıskanmaya gıpta etmek (imrenmek) derler. O da başkasının durumunu beğenmek ama kendisinden üstün olmasından hoşlanmamaktır.

Allah'ın nimet vermesini sevdiği halde buna niçin haset denilmiştir? denilebilir. Cevap olarak şöyle denilmiştir:

Bu sevgide hareket noktası, nimetin başkasına verildiğini görmekle beraber başkasının kendisinden üstün olmasından hoşlanmamaktır. Başkası olmasaydı, bunu kendisi de sevmeyecekti. Bu işin hareket noktası, başkasının kendisinden üstün olmasından hoşlanmamak olunca, ona da haset denilmiştir. Çünkü ardından sevmenin geldiği bir hoşnutsuzluktur. Ama insanların sahip olduğu şeylere iltifat etmeden Allah'ın kendisine nimet vermesini istemek, hiçbir şekilde haset değildir.

Onun için genellikle insanlar gıpta diye adlandırılan bu ikinci tür haset hastalığına yakalanırlar. Buna rekabet de denilebilir ve iki taraf, biri diğerinin kendisinden üstün olmasını sevmediği için sevilen ve övülen bir şeyi elde etmekte rekabet edebilirler. Tıpkı iki yarışmacının diğerini geçmek istemesi gibi. Yarışmak, kötü bir şey değildir, aksine hayır işlerde övülen ve teşvik edilen bir şeydir.

Yüce Allah buyurur:

"İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler. Onları, yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın. Sonunda misk kokusu bırakan, ağzı kapalı saf bir içecekten içerler. İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar." (83 Mutaffifin/22-26)
 
Z Çevrimdışı

Zeyd bin Hârise

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yarışan insanların, dünyanın yok olacak nimetleri yerine, bu nimetler için yarışması emredilmiştir. Bu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadisine de uygundur. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisi ile amel edilen ilme sahip olanlar ve Allah yolunda infak edilen mala sahip olanlar dışında kimsenin haset edilmesini yasaklamıştır.

Kendisine ilim verildiği halde onu başkalarına öğretmeyen ve onunla amel etmeyenler yahut kendisine mal verilip de onu Allah yolunda harcamayanlara imrenme olmaz ve kimse onların durumunda olmak istemez. Çünkü bunlar, arzu edilen iyi bir durum içinde olmayıp azap içinde olmaya adaydır. Kim üstlendiği bir görevi bilgi ve adaletle yerine getirirse, emanetleri sahiplerine / ehline verir ve insanlar arasında Kur'an ve Sünnetle hükmederse, onun derecesi büyük olur ve büyük bir cihad içinde sayılır. Allah yolunda cihad eden (mücahid) kişi de böyledir.

Allah yolunda cihad eden kişi, malı infak eden kişiden üstün olsa da, insanlar, büyük bir yorgunluk içinde olan kişileri kıskanmaz. Çünkü bunu kimse arzu etmez. Ama malı ve ilmi infak etmek böyle değildir. Bu ikisinin normalde dışarıdan düşmanı yoktur. Bunlara karşı dışarıdan mücadele edenlerin varlığı söz konusu olsa bile, bu onların derecesinin yükselmesine sebep olur.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; namaz kılan, oruç tutan, hac yapanları saymamıştır. Çünkü ilim ve infakla meydana geldiği gibi, normalde bu amellerle başkalarını yüceltmek ve baştacı yapmak meydana gelmez. Yani bu ameller sahiplerine yarar sağladığı kadar, ilim ve infak gibi başkalarına yarar sağlamaz.

Aslında haset, başkaların işlerinin iyi gitmesi ve liderlik durumunda olmasından kaynaklanır. Değilse, yemesi, içmesi, evlenmesi başkalarından çok olsa da, amel eden kişi normalde haset edilmez.

Ama ilim ve mal sahipleri çokça haset edilirler. Onun için öğrencileri ve taraftarları çok olan kimi alimler başkalarından çok haset edilirler. Aynı şekilde malından infak edenler de böyledir.

- Biri kalplerin azığı ile insanlara yarar sağlarken,

- diğeri bedenlerin azığı ile onlara yarar sağlamaktadır.

Bütün insanlar kendilerini ıslah edecek hem ilme hem mala muhtaçtırlar.

Onun için Allah bunlarla ilgili iki örnek vererek şöyle buyurur:

"Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarf eden kimseyi örnek verir. Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler."

Allah iki adamı örnek veriyor: "Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz -ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz- bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?" (16 Nahl/75-76)

Her iki örneği yüce Allah, kendisinden başkasına ibadet edilmediği halde kutsal zatı adına vermektedir. Çünkü putlar ne yarar sağlayan bir amel işlemeye, ne de bir konuşmaya güç yetirirler.

- Bir tarafta hiçbir şey yapmaya gücü olmayan bir köle, diğer tarafta Allah'ın kendisine verdiği güzel rızıktan açık ve gizli infak eden biri. İyilik yapmaktan aciz olan bu köle ile insanlara açık ve gizli ihsan eden köle eşit olur mu? Allah, kullarına iyilik ve ihsan etmeye kadirdir ve her zaman onlara iyilik etmektedir. Durum böyleyken, hiçbir şeye gücü yetmeyen köle ona nasıl benzetilip ortak koşulabilir?! İşte bu, Allah'ın kendisine mal verdiği ve gece gündüz ondan infak eden kişi örneğidir.

- İkinci örnekte ise tablo şöyledir:

İki adamdan biri dilsiz, ne aklı var, ne dili var, ne de bir iş yapamaya gücü yeter. Aynı zamanda sahibinin üzerinde de yüktür. Ne tarafa gönderse elinden hiçbir iyilik gelmez. Hiçbir yararı olmaz. Aksine, sahiplenen kişi üzerine her bakımdan bir yüktür.

Diğeri ise, alimdir, adaletlidir, adaleti emreder, adaletle çalışır ve sıratı müstakim üzerindedir. Bu da Allah'ın bilgi / ilim (hikmet) verdiği ve hem onunla amel eden, hem de onu başkalarına öğreten kişi örneğidir.

Allah, bunu kendisi için örnek verir. Çünkü O bilendir, gücü yetendir, adaleti emreder, adaletle iş yapar ve sıratı müstakim üzeredir. Kendisi şöyle buyurur:

"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik ederler. O'ndan başka ibadete layık ilah yokdur, O güçlüdür, Hakim'dir. (Ali İmran/18).

Hud'un dilinden,

"Şüphesiz Rabbim, sıratı müstakim üzeredir." (11 Hud/56) buyurur.

Onun için insanlar Abbas'ın evine değer veriyordu. Çünkü oğlu Abdullah insanlara öğretiyor, diğer oğlu da yediriyordu. Halk bunu önemsiyordu. Muaviye, halkın İbni Abbas'tan hacla ilgili şeyler sorduğunu ve kendisinin onlara cevap verdiğini görünce, "Vallahi şeref budur" demiştir.

Sahih hadiste belirtildiği gibi, Ömer radıyallahu anh, Ebu Bekir'le infakta yarışmak istedi. Ömer bunu şöyle anlatır:

" Rasûlulllah sallallahu aleyhi ve sellem sadaka vermemizi emretti, bu da malım olduğu bir zamana rasladı, Ebu Bekr'i bir gün geçeceksem, bugün geçerim, dedim, malımın yarısını getirdim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

"ailene ne bıraktın?" dedi. Bunun kadar bıraktım, dedim. Ebu Bekir ise, bütün malını getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona da:

"ailene ne bıraktın?" deyince:

Onlara Allah'ı ve Rasûlünü bıraktım, dedi. Ben de hiçbir şekilde artık seninle yarışmayacağım, dedim". (Tirmizî (5/277): hadis hasen-sahihtir. Der. Ebû Dâvûd (2/313), Darimî (1/391)

Ömer'in yaptığı yarışma ve mubah rekabetti. Yani gıpta idi. Ebu Bekr'in durumu ondan daha üstündü, çünkü kendisi kesin olarak bir yarışma içinde olmadığı gibi kendini başkasının durumuna göre de ayarlamazdı.

Miraç hadisinde belirtildiği gibi, Musa aleyhisselam'ın durumu da böyledir. Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'le yarışma ve gıpta içinde olmuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in onu geçtiğini görünce ağlamıştır. Niçin ağlıyorsun? denildiğinde şöyle demiştir:

Ağlıyorum, çünkü benden sonra peygamber olan bir gencin ümmetinden cennete girenler, benim ümmetimden girenlerden fazladır". (Müslim (1/150), Beyhakî (2/375)

Başka bir rivayette ise şöyle geçer:

"Bir adamın yanından geçtik, söyleniyor ve yüksek sesle "Ona ikram ettin ve üstün kıldın" diyordu, yanına yükseldik, ona selam verdik, selamı aldı ve ey Cebrail, yanındaki kimdir? dedi. Bu Ahmed'tir, dedi. Rabbinin risaletini tebliğ eden ve ümmetine samimi olan ümmi peygamber, merhaba, dedi. Sonra gittik. Bu kimdir ey Cebrail? dedim. Bu, İmran oğlu Musa'dır, dedi. Kime sitem ediyor? dedim. Senden dolayı Allah'a sitem ediyor, dedi. Allah'a karşı sesini yükseltiyor, dedim. Allah onun doğruluğunu biliyor, dedi". (Suyutî fi Hasaisu'l-Kubrâ (1/162)

Ömer, Musa'ya benzetilirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in durumu, Musa'nın durumundan üstündü. Zaten kendisinde böyle bir rekabet yoktu.
 
Z Çevrimdışı

Zeyd bin Hârise

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ashap arasında da örneğin Ebu Ubeyde b. Cerrah ve başkaları bu tür şeylerden uzaktılar. Mubah olmakla beraber, gıpta eden ve yarışan kimselerden çok çok üstündüler. Onun için Ebu Ubeyde, bu ümmetin emini (güvenilir) olmayı hak etmiştir. Kendisine emanet edilen bir şey hakkında mümin insanın içinde bir rekabet yoksa, o şey hakkında rekabet etmesinden endişe edilen kişiden daha güvenilir olur. Onun için kadınlar hakkında iğdiş edilmiş kişilere ve devlet başkanlığı için rekabet etmeyeceği bilinen kişilere velayet konusunda güvenilir. Bir şey almayacağı bilinen kişiye de mal konusunda güvenilir. İçinde hainlik bulunan kişiye bir şeyin emanet edilmesi, koyunların kurda emanet edilmesine benzetilir. Bu durumda emaneti yerine getirmeye gücü yetmez. Çünkü emanet edilen şeye karşı içinde istek bulunmaktadır.

İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği hadiste şöyle denir:

"Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında oturuyorduk.

"Cennet ehlinden bir adam şuradan yanınıza geliyor" dedi.

Ensar'dan bir adam çıkıp geldi. Ayakkabısını sol eline almış, abdestten sakalı damlıyordu, selam verdi.

Ertesi gün olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aynı şeyi söyledi ve aynı adam aynı minval üzere çıkıp geldi.

Üçüncü gün olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söylediğini tekrarladı ve aynı adam aynı halde çıkıp geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalktıktan sonra Abdullah b.Amr b. As adamın peşinden gitti ve kendisine:

Babamla anlaşamadım ve evine üç gün gitmemeye yemin ettim, beni üçgün misafir edersen yanına gelirim, dedim. Olur, dedi. Enes der ki:

Abdullah, yanında üç gün kaldığını ve gece namazı için kalktığını görmediğini söyledi. Sadece yatağa girdiğinde Allah'ı anardı ve sabah namazına kadar yatardı. Abdullah der ki, hayır dışında bir şey söylediğini de görmedim. Üç gün sonunda adamın yaptıklarını neredeyse küçümsemeye başlamıştım.

Ey Allah'ın kulu, babamla benim aramda bir ayrılık veya dargınlık sözkonusu değildi, sadece Rasûlullah'ın üç kez cennet ehlinden bir adam yanınıza geliyor, dediğini işittim, üçünde de sen çıkıp geldin, ne amel işlediğini görmek ve sana uymak için yanında kalmak istedim, çok amel ettiğini de görmedim, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediği dereceye nasıl geldin? dedim.

Şöyle dedi:

Gördüğünden başka bir şey yoktur. Sadece, Allah'ın kendisine verdiği hayırdan dolayı hiçbir müslümana karşı içimde aldatma ve kıskanma duygusu taşımıyorum. Abdullah şöyle dedi:

Seni bu dereceye yükselten ve bizim de yapamadığımız budur". (Ahmed (3/166)

Abdullah b. Amr'ın ona "Seni bu dereceye yükselten ve bizim de yapamadığımız budur" demesi, adamın her türlü kıskançlıktan uzak olduğunu gösterir. Yüce Allah bu yüzden Ensar'ı överek şöyle buyurur:

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir." (59 Haşir/9)

Yani Muhacir kardeşlerine verilen şeylere karşı içlerinde bir kıskanma veya rahatsızlık duymazlar. Bazıları bunun, onlara verilen ganimet ve yardımlardan yahut onlara öncelik verilmesinden içlerinde haset veya öfke duymadıkları anlamında olduğunu söyler. Çünkü bu tür şeylerden dolayı kıskanma olur.

Evs ve Hazrec arasında din konusunda bir rekabet vardı. Bir taraf, Allah ve Rasûlü yanında daha üstün olacakları bir iş yaptığında diğer taraf da aynısını yapmak istiyordu. Bu da onları Allah'a yaklaştıran bir yarıştı. Onun için Yüce Allah:

"Yarışanlar bunda yarışsınlar" (83 Mutaffifin/26) buyurur.

Kötülenen kıskançlıkla ilgili olarak Yüce Allah yahudiler hakkında şöyle buyurur:

"Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmek isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir." (2 Bakara/109)

Kıskançlıklarından sizlerin dinden dönmenizi arzu ederler. Açık gerçeği gördükleri halde bu şekilde arzu etmelerine kıskançlık yol açmıştır. Çünkü size verilen nimeti görünce ve kendileri bu nimetten yoksun kalınca, çekememeye başladılar. Şu ayetlerde de Allah onların durumlarını şöyle belirtir:

"Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine Kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik. Onlardan ona inananlar ve yüz çevirenler vardı. Çılgın bir alev olarak cehennem yeter. Şüphesiz, ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, Hakîm'dir." (4 Nisa/54-56)

"De ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasetçilerin şerrinden tan yerini ağartan Rabbe sığınırım." (113 Felak suresi)

Tefsircilerden bir grup, surenin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i yahudilerin çekememeleri ve kendisini büyü yapmaları üzerine indiğini belirtir. Yahudi Lebid b. A'sam ona büyü yapmıştır.

(Buhârî (10)221), Müslim (4/1719), Ahmed (6/57), Nesâî (7/112) İbn Mâce (9/31), İbn Ebi Şeybe (7/435), İbn Sa'd (2/196), Beyhakî (8/247), Taberânî (7/180), Abdurrezzak (11/14) Bu hadisi hadis imamlarının daha pek çoğu değişik senetler ile rivayet etmişlerdir. Muhakkik alimler, hadisin mutevatir dereceye yükseldiğini ifade ederler.

İmam İbn Kayyım şöyle der:

"Bu hadis hadisçiler nezdinde sabit ve makbul bir hadistir. Sıhhati hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Bazı kelamcılar ise felsefenin etkisi altında kaldıklarından hadisi inkar ederler. Onların bu inkarlarının ilim ehli nazarında hiçbir değeri yoktur. Hadis imamlarından ve fakihlerden hiçbir kimse hadisin sahihliği hakkında bir söz etmemiştir. Rasûlullah'ın yakalandığı sihir bir hastalık idi ve vücuduna isabet etmişti. Zaten Yüce Allah ona bu hastalıktan şifa verdi. Hastalık peygamberler içinde caizdir." (Bedaiu'l-Fevaid 2/250)

Çağdaş araştırmacılardan Mevdudî ise şöyle der: "Bu hadis muhaddisler tarafından o kadar çeşitli senetler ile nakledilmiştir ki mutevatir seviyesine ulaşmıştır." (Tefhimu'l-Kur'an 7/320)

Allah'ın verdiği nimetten dolayı haset ederek kişilere buğzedenler haksız ve zalim kişilerdir. Allah'a yaklaştıran şeyler dışında sahip olduğu şeylerde başkasının kendisinden üstün olmasını hoş görmemek de doğru değildir. Allah'a yaklaştıracak şeylerin başkasına da verilmesini sevmekte bir sakınca olmaz. Nitekim başkasının durumuna bakmaksızın kalbin bu gibi şeylerden yüz çevirmesi daha iyi olur.
 
Z Çevrimdışı

Zeyd bin Hârise

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haset eden kişi kıskançlığının gereğini yapacak olursa, tevbe etmedikçe cezayı hak eden zalim ve haksız biri olur. Haset edilen kişi de haksızlığa uğramış olup sabretmesi ve Allah'tan sakınması gerekir. Haset edenin hasedine karşı sabreder, bağışlar ve üzerinde durmaz.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir." (2 Bakara/109)

Yusuf'u da kardeşleri kıskandılar ve şöyle dediler:

"Kardeşleri: "Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yusuf'u ve biraderini daha çok sevmekte Yusuf'u öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz" dediler." (12 Yusuf/8-9)

Onu ve kardeşini babasının el üstünde tutmasını çekemediler. Onun için Yakub,Yusuf'a şöyle dedi:

"Babası şunları söyledi: "Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır." (12 Yusuf/5)

Öldürmeyi, kuyuya atmayı planlayarak, küfür diyarına götüren kişiye köle olarak satılıp kafirlerin elinde köle olmasına yol açarak haksızlık yaptılar. Bu yetmiyormuş gibi, gördüğü bütün haksızlıklardan sonra bir de fuhşa zorlayan kadınla başı belaya girdi. Kendisini bu kötü işten koruması için Allah'a sığındı, fuhuş yapmak yerine hapse girmeyi tercih etti, Allah'ın gazabına uğramak yerine, dünya azabını yeğledi. Hevesini tatmin etmek ve çirkin amacına ulaşmak isteyen kadın tarafından da haksızlığa uğradı.

Kadın, aşık olduğu için onu baştan çıkarmaya çalıştı. Onun isteğini kabul etseydi, ikisi de işkence yaşamayacaktı. Kardeşleri de ona buğzederek kuyuya atılmasına ve elinde olmadan köle olarak satılmasına yol açtılar. Bunlar kendisini mutlak özgürlükten çıkardılar ve elinde olmadan Allah'tan başkasına kölelik esaretine düşürdüler. Kadın da, onu öyle bir duruma düşürdü ki kendi tercihi ile hapis yatmayı seçti. Bu onun için daha büyük bir çile oldu. Burada sabretmesi de takva ile beraber tercih edilen bir sabırdı. Halbuki onların zulmetmelerine karşı sabretmesi, başka idi. Çünkü bu duruma karşı onurlu insanlar gibi sabretmeyenler, hayvanlar gibi avunurlar. Halbuki musibetlere karşı onurlu bir şekilde sabretmek en üstünüdür. Onun için Yüce Allah:

"Şüphesiz kim takvalı olur ve sabrederse, Allah iyi davrananların ecrini yok etmez" (12 Yusuf/90) buyurur.

Bu şekilde, mümin imanından dolayı eziyet görür veya küfür, fasıklık yahut Allah'a itaatsizlik yapmaya zorlanırsa, yapmasa bile, eziyet ve ceza çekmiş olur. Dinini bırakmak yerine, ya hapis ya da yurdu terkederek eziyet ve ceza çekmeyi tercih eder. Tıpkı eziyet çeken ve azap gören Muhacir müslümanların başına geldiği gibi. Vatanlarını terketmeyi dinlerini terketmeye tercih ettiler.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e türlü eziyetler yapıldı. Hepsine karşı kendi iradesiyle sabretti. Zaten kendi tercihi ile yapacağını yapmaması için eziyet görüyordu. Bu da Yusuf'un sabrından daha büyüktü. Çünkü Yusuf'un fuhuş yapması istendi, ama yapmadığı için hapisle cezalandırıldı.

Halbuki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı kafir olmaları istendi ve yapmadıkları taktirde öldürülerek cezalandırılacaklardı. Hapis, onlar için en hafif ceza idi. Müşrikler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi ve Haşimoğullarını Ebu Talib semtinde üç yıl ambargo uygulayarak hapsettiler. Ebu Talip öldükten sonra da baskılarını artırdılar. Ensar'ın ona biat ettiklerini öğrenince, bu kez hem onun hem ashabının Mekke'den çıkmasına engel olmaya ve hapsetmeye kalkıştılar. Hicret edenler de, Ömer ve benzeri kişiler dışında, ancak gizlice kaçarak çıkabiliyordu. Bu şekilde yurtlarından çıkmaya mecbur ettiler. Nitekim birtakım kişileri de hicretten alıkoydular ve hapsettiler.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve müminlerin çektikleri, Allah'a ve Rasûlune itaat etmek için kendi iradeleriyle katlandıkları şeylerdi. Yusuf'un hapsedilmesi veya babasından ayrı bırakılması gibi, kişinin kendi tercihi olmadan başına gelen semavi musibetler türünden değildi.

Şüphesiz musibetlere uğrayan kişinin olanlara karşı rıza göstererek sabretmesinden dolayı sevap kazanıyor ve bundan dolayı günahları bağışlanıyorsa da, kendi iradesiyle musibetlere katlanmayı tercih etmesi daha üstündür ve böyle yapanların derecesi de daha yüksektir.

Allah'a itaat etmek için eziyet gören ve haksızlıklara uğrayan kişi, bundan dolayı sevap kazanır ve salih amel işemiş olur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Medine'lilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere, savaşta Allah'ın peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü Allah yolunda susuzluğa, yorgunluğa, açlığa uğramak, kafirleri kızdıracak bir yeri işgal etmek ve düşmana başarı kazanmak karşılığında, onların yararlı bir iş yaptıkları mutlaka yazılır. Şüphesiz Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez. Allah, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine vermek üzere, az veya çok sarf ettikleri her şey, yürüdükleri her yol, onlar için yazılır." (9 Tevbe/120-121).

Ama hastalık, bir yakınının ölmesi, hırsızların malını çalması gibi kendi tercihi olmaksızın kişinin başına gelen musibetlere karşı kişi sadece sabrettiği için sevap kazanır. Yoksa musibetleri başka şeye tercih ettiğinden dolayı değil. Elinde olmadan başına gelen musibetlere sabrettiği için günahları silinir. Ama sevap, ancak kişinin kendi iradesi ve tercihi ile yaptığı ameller için yazılır.

Allah'a inandıkları, O'na ve Rasûlune itaat ettikleri için ve bundan dolayı güçlük, hastalık, hapis, vatandan ayrılık, mal ve yakınlarını kaybetmek, işkence, hakaret, makamı ve malı yitirmek gibi zararlara uğrayanlar, peygamberlerin ve ilk muhacirler gibi hicret edenlerin yolundadırlar.

Bunlar gördükleri eziyet karşılığında sevap kazanırlar ve bundan dolayı kendilerine salih amel yazılır. Tıpkı cihad eden kişinin açlık, susuzluk, yorgunluk çekmesi ve kafirlerin hücumuna direnmesi karşılığında sevap kazanması gibi. Bu sonuçlar, kişinin işlediği birer amel değilse de, kendi iradesiyle yaptıklarının sonucu şeylerdir. Bunlara sonuçlar da denir.

Bunların, sebebi işleyen kişinin fiilleri mi, Allah'ın fiilleri mi, yoksa faili olmayan fiiller mi konusunda kişiler ihtilaf etmişler. Doğrusu, sebebi işleyen ile diğer sebepler arasında ortak şeylerdir. Onun için işleyen kişilere sevap yazılmıştır.

Belirtmek istediğimiz, hased'in kalbin hastalıklarından biri olduğudur.

Galip gelen bir hastalıktır. İnsanlardan ancak çok az kişi ondan kurtulabiliyor.

Onun için "Hasetsiz ceset yoktur" derler.

Ancak kötü kişi, hasedi açıklar, ama iyi kişi gizler.

Hasan Basri'ye biri:

"Mümin, hased eder mi?" diye sormuş, o da:

"Yusuf'un kardeşlerini ne zaman unuttun? Ne var ki onu içinde tut, eline ve diline vurmadığı sürece sana zarar vermez" demiştir
 
Benzer konular Forum Tarih
H Hadis Bahçesi 0 2K
samanpan Kalb Amelleri 0 2K
M Kalb Amelleri 0 8K
S Hadis Bahçesi 2 10K

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt