Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ilim Ve Amel Orantısı

K Çevrimdışı

kunyem yok

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Günümüz Müslümanlarının en büyük sıkıntılarından biri de, ne yazık ki, ilim ve amelin doğru orantıda olmayıp, ters orantıda olmasıdır. Bu durum artık öyle ileri boyuta gitmektedir ki, ilim öğrenim amacının dışına çıkmış ve neredeyse öğrenim amacını yitirir hale gelmiştir.

İlmin başlıca öğrenim esasına baktığımızda, kendisiyle amel edilmesini şart tutan öğretilerin toplamıdır. Kendisiyle amel edilmeyen ilmin, ne kişinin dünyasına, ne de ahretine yarar sağlayacağı düşünülemez.
İlmin öğrenim amaçlarından biri, kendisiyle amel etmek ise, diğeri de bu ilimle insanları irşad edip, hakkı ve hakikati bulmalarına yardım etmektir.

Bu iki temel kaidenin ilki gerçekleşmeden yapılan irşad faaliyeti, ne yazık ki, boş bir heva ve tutarsız bir tavsiyeden öteye geçemez. Ancak günümüz Müslümanlarında, özellikle birinci kaide tamamen silinmiş, bu kaidenin yerine “mücadele ilmi” diyebileceğimiz bir esas oturmuştur.

Bu “mücadele ilmi” dediğimiz metodu açarsak şayet; insanlara karşı ilmi bir üstünlük göstermekten, ilmiyle övünmekten dahası insanlar nazarında saygın bir yere talib olmaktan başka hiçbir çıkar gözetmeksizin öğrenilen bir ilim çeşididir.

Bunun bir diğer özelliği de, sözlü yahut yazılı münakaşalarda, üstünlük sağlayabilmek adına öğrenilen ilim! olmasıdır.

Mücadele ilmi dediğimiz bu ilim çeşidi çok büyük tehlikeler arz eder, burada birkaçını zikretmemiz gerekirse;

1-İlim amel edilmeyen, sadece öğrenilip, tavsiye edilen bir rol üstlenir.
2-Mücadele ilminin taraftarları, ilmiyle amil olmadıkları için, hem irşad çalışmalarında etkili olamazlar, hem de etkili olsalar bile yine kendileri gibi kimselerin oluşmasında örnek teşkil ederler.
3-Yine bu ilmin taraftarları amel etmedikleri ilimleri dillerine doladıkça, riyakarlık vasfından kurtulamazlar. Çünkü Müslüman kimse öğrendiği ilimden en büyük payı kendine çıkaran kişidir.
4-Ve yine bu ilmin taraftarları, insanlar arasında alim bir kişiliğe sahip olup, haksız itibarlar kazanırken, Allah (c.c.) ‘ın katında, bir dereceye vakıf olamazlar. Zira Allah-u Teala, hesap günü kişinin ihlasla öğrenmiş ve yapmış olduğu amelleri mizana koyacaktır.
5-Yine bu gibi kimseler, ilmi, insanları yermek ve onların sözlerine yahut da delillerine karşı, bir antitez ya da reddiye oluşturmak için öğrenim yoluna giderler. Yani ne hakikati bulmak ve inanıp, amel etmek için bu işe girişirler, ne de insanları irşad etmek için bu işi yaparlar. Bunların tek derdi, kendi haklılıklarını ispat edip, karşısındakini de, ilminin altında ezmek ve yermektir. Böyle bir ilmin getirisi de, kibir ve sapkınlıktan başka bir şeyle sonuçlanmaz.

Bu ilim çeşidi ne yazık ki günümüz Müslümanlarını çepeçevre kuşatmış, onları amel ve ihlastan yoksun bir bilge haline getirmiştir.

Kişi ne kadar İslami ilimlere hakim olursa, o derece takva bir kimlik sergileyebilmektedir. Ve bazı ilimden yoksun kimselerde, onların bu tutumundan etkilenip, onlarla yarışa girercesine, tıpkı onlar gibi aynı metodu takip etmekten geri durmamaktadırlar. Böylece bu durum, git gide Müslümanların arasında yaygınlık kazanmakla beraber, onların tüm vücudunu sararak, onları “mücadeleci bir ilme” sahip, ihlas hakikatinden yoksun bireyler haline getirmektedir.

Zamanın en büyük hastalığına yakalanan, amelsiz ilim sahibi kimseler, ahirette ilimlerinin kendilerine bir fayda sağlamayacağını, aksine onların omuzlarına bir vebal olacağını çok iyi bilmeleri gerekmektedir.

Zira Allah-u Teala Yahudilerle ilgili şöyle buyurmaktadır.

مَثَلُ الَّذٖينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰیةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ


“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. “

(Cuma Suresi/5)

Bu ayetin tefsirinde, Yahudilerin Tevrat ile mükellef tutulduklarını, onu okuduklarını, ancak onda ki, sırlarla, hüküm ve hikmetlerle amel etmediklerinden bahseder. Ve buna mukabil onları “kitap taşıyan merkeplere” benzetir Allah-u Teala. Çünkü onlara kitap verilmiş olduğu halde, onunla amel etmekten kaçınmışlardır.

Bu tehdit Yahudilerden bahsederken, aslında Müslümanlara bir ikazdır. Zira aynı şekilde, ilimle hasbihal olan kimselerin, ilmiyle amil olmamaları durumunda, tıpkı Yahudiler gibi “kitap taşıyan merkepler” den öteye geçemeyeceklerini çok iyi kavramaları gerekir. Nitekim ayetin devamındaki tehdide bakıldığında, “Allah’ın ayetlerini yalanlamaktan” kastın, onun emirlerini gerek özel, gerek sosyal hayatta hakim kılmamak, onun emirleriyle hayatı şekillendirmemek, olduğunu çok iyi anlamak gerekir. Ve böyle bir kimsenin ya da toplumun katiyyen, hidayete ( yani sırat-ı müstakime) ulaşamayacağını beyan etmektedir.

İlim amel edildiği vakit değerlenir ve ancak o vakit tavsiye edilebilir. Kişi yoksun olduğu durumlarda nasihat verme gibi bir eyleme girerse, o kişinin insanlar ve toplum üzerindeki etki gücünden bahsedilemez bile. Bu nasihatkar tutumu gerçekleştiren kimseler de, ihlastan nasibini almamış bilge tutumlarıyla, hem bu dünya da, hem de ahrette yerilmekten kendilerini kurtaramazlar.


Nitekim bu durumu Allah Resulü (s.a.v.) şöyle bildirmektedir:


ـ4139 ـ2ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فَشَخصَ بِبَصَرِهِ إلى السَّمَاءِ. ثُمَّ قَالَ: هذَا أوَانٌ يُخْتَلَسُ الْعِلْمُ
مِنَ النَّاسِ حَتّى َ يَقْدِرُوا مِنْهُ عَلى شَىْءٍ فقَالَ: زِيَادُ بْنُ لَبِيدٍ ا‘نْصَارِيُّ: كَيْفَ يُخْتَلَسُ الْعِلْمُ مِنَّا وَقَدْ قَرَأنَا الْقُرآنَ؟ فَوَاللّهِ لَنَقْرَأنَّهُ وَلْنُقْرِئَنَّهُ أوَْدَنَا وَنِسَاءَنَا. فقَالَ: ثَكِلَتْكَ أُمُّكَ يَا زِيَادُ، إنْ كُنْتُ ‘عُدُّكَ مِنْ فُقَهَاءِ الْمَدِينَةِ، هذِهِ التَّوْرَاةُ وَا“نْجِيلُ عِنْدَ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى، فَمَاذَا تُغْنِي عَنْهُمْ؟ قَالَ جُبَيْرٌ: فَلَقيتُ عُبَادَةَ بْنَ الصَّامَّتِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ فقُلْتُ: أَ تَسْمَعُ مَا يَقُولُ أخُوكَ أبُو الدِّرْدَاءِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ؟ فَأخْبَرْتُهُ الَّذِي قَالَ، فقَالَ: صَدَقَ؛ فإنْ شِئْتَ أخْبَرْتُكَ مَا أوَّلُ عِلْمٍ يُرْفَعُ؟ أوَّلُ عِلْمٍ يُرْفَعَ مِنَ النَّاسِ الْخُشُوعُ يُوشِكُ أنْ تَدْخُلَ الْمَسْجِدَ الجَامِعَ فََ تَرَى فِيهِ رَجًُ خَاشِعاً[. أخرجه الترمذي.»شَخَصَ ببصره« إذَا نظر إلى شئ دائماً فلم يردّ عنه نظره كنظر المبهوت والمغمى عليه.و»اخْتَِسُ« استب، وأخذ الشئ بسرعة.و»الثَّكْلُ« فقد ا‘مّ ولدها .

(-Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular.
Ziyad İbnu Lebîd el-Ensârî araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onun hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi. Resulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubâde İbnu's-Sâmit (radıyallahu anh)'a rastladım. Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi? dedim. Ve ona Ebu'd-Derda'nın söylediğini haber verdim. Bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!" dedi." [Tirmizî, İlm 5, (2655).]



1- Ziyad İbnu Lebîd, aslen Medinelidir. Ensarî'dir. Ancak, hicretten önce Mekke'ye Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelmiş, Efendimizle hicrete kadar orada ikâmet etmiştir. Bu sebeple "Muhacirî Ensarî" lakabını almıştı. Akabe, Bedir, Uhud, Hendek vs. bütün gazvelere Resulullah'la beraber katılmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm Hadramevt'e âmil olarak göndermiştir. Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'ın hilafetinin başlarında vefat etmiştir, (radıyallahu anh).

2- Ziyad İbnu Lebîd, hadiste Resulullah'ın ilmin kaldırılacağına dair ihbarını hayretle karşılamakta: "Biz ve çocuklarımız hep Kur'an okuyoruz, bu hal Kıyamete kadar da böyle devam edecek, nitekim Kur'an-ı Kerim'de "Kur'an'ı biz indirdik, onu biz koruyacağız" (Hicr 9) buyrularak, "Kur'an'ın Kıyamete kadar korunacağı ilâhî garanti altına alınmıştır, bu halde nasıl ilim kalkar?" ma'nâsında hayrete düşer. Ancak Resulullah, İncil ve Tevrat'ın, Ehl-i Kitap arasında mevcudiyetine, onlar tarafından okunmakta olmasına rağmen, onların ahkâmıyla amel etmediklerini, dolayısıyla, sanki yokmuş gibi onlara hiçbir fayda sağlamadığını misal verir ve bu durumun Kur'an'ın da başına gelebileceğini hatırlatır. Bu hatırlatma ile Resulullah, ilmiyle amel etmeyen âlimi cahil derecesine indirmiş olmaktadır. Dahası, böyleleri hımar durumundadır. Çünkü, Cuma suresinde, kitabı okuduğu halde amel etmeyenler, kitap yüklü hımara teşbih buyurulmuştur: "Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir" (Cuma 5).
Aliyyu'l-Kârî der ki: "Yani onların İncil ve Tevrat'ı amel etmeden okumaları sebebiyle istifade etmedikleri gibi, ey müslümanlar siz de böylesiniz, Kur'an'ın içindekilerini anlayıp amel sahasına intikal ettirmedikçe, Kur'an'dan istifade edemezsiniz demektir.


Şimdi burada efdal Müslüman kimdir? Sorusunu sorarsak, iki seçenek karşımıza çıkar;

1.ilmi az da olsa, bildiği az ilimle amel eden ve vaktini, yapmayacağı ilimleri öğrenmekle geçirmek yerine, az ilmi de olsa ameline sadakatle sarılan kimse mi?
2. Yoksa, ilmi ciltlere sığmayıp, her söze mutlak sayfalarca cevabı olan, ancak bildiklerinin çok azıyla bile amel etmeyen, bu sözde alim geçinen kimseler mi?


Amel konusunda bile Allah Resulü (s.a.v.) “az da olsa, sürekli olan amelin” daha efdal olduğunu bildirirken, çok ilme vakıf ancak amelsiz ve ihlâssız Müslümanların durumu ne olur?

Benim Müslümanlar arasında gördüğüm, kişi az ilme sahip iken, amellerine daha ihlâs, aşk ve vecdle sarılırken, kişinin ilmi arttıkça, tüm bu fazilet ve bereketlerin azalmasıdır. Bunun nedeni de, kişinin benliğinde oluşan, kibir ve çokbilmişlik olgusudur. Burada ilmin az öğrenilmesine dair herhangi bir iddiada bulunmuyorum. Zira Allah Resulü’nün ilim öğrenip, öğretme konusunda onca hadisi mevcutken, buna cürret etmekten bile Allah’a sığınırım. Fakat benim asıl vurgulamak istediğim, neden kişinin ilmi arttıkça, ameli ve ihlâsı azalıyor. Oysaki ilmin başlıca görevi, ameli ve ihlâsı bereketlendirmek değil mi?

İşte bu durum ne yazık ki, şiddetle Müslümanların arasında baş göstermiş bir durumdur. İlim öğrenildikçe, amelin ve ihlâsın aynı oranda artması gerekirken, aksine ilim insanı kibir içinde yüzdürüp, ilim ve ihlâstan mahrum bir cüssenin ve ruhun içine hapsetmiştir.


Kişi öğrendiği ilimle mücadeleye girişmek yerine, önce onu kendi hayatına hakim kılmalıdır. Ancak o şekilde öğrenilen ilmin, ihlâs hakikatine sahip olduğu anlaşılır, ancak o zaman kişi zalimlerden olmaktan kurtulur, ancak o zaman dosdoğru yol olan sırat-ı müstakime erişebilir, ancak o zaman Allah’ın (c.c.) vaad ettiği zafer müjdesine nail olmayı isteyebilir.

Yoksa Allah (azze ve celle) zalimler topluluğuna zafer verecek değildir.


Muhammed Nur


30.01.2012
 
Üst Ana Sayfa Alt