Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İnşirah Suresi Meal ve Tefsiri

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 1
Biz, göğsünü senin İçİn açıp genişletmedik mi?

"Şerhu's-sadr:
Göğsün (açılıp genişletilmesi)"; anılması demektir. Yani Biz, senin göğsünü İslâm'a açmadık mıi1

Ebû Salih, İbn Abhas'tan:
Senin kalbini yumuşatmadık mı? diye açıkladığı rivayet etmiştir. ed-Dahhak'ın rivayetine göre de İbn Abbas şöyle demiştir:
Ey Allah'ın Rasûlü göğüs hiç açılır mı? diye sordular. "Evet, hem de genişler" diye buyurmuştur,
Ey Allah'ın Rasûlü! Bunun bir alâmeti var mı diye sordular. Şöyle buyurdu:
"Evet, aldanış diyarından uzaklaşış, ebedilik diyarına dönüş, ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanış.

el-Hasen'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Biz, göğsünü senin için açıp genişletmedik mi?" Yani (göğsü açılıp) hüküm ve ilim ile dolduruldu.

Sahih'de, Enes b. Malik'ten, onun -kavminden bir kimse olan- Malik b. Sa'saa'dan rivayete güre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur;
"Ben Beyt'in yanında uyku ile uyanıklık arasında iken birisinin şöyle dediğim duydum:
Bu (bizim aradığımız) üç kişiden birisidir. Bana altından bir leğen getirildi. İçinde Zemzem suyu vardı. Göğsüm şuraya ve şuraya kadar açıldı."
Katade dedi ki:
Ne demek istiyor diye sordum. (Malik): Karnının aşağı tarafına kadar dedi. (Peygamber devamla) buyurdu ki: "Kalbim çıkarıldı, kalbim Zemzem suyu ile yıkandı, sonra tekrar yerine kondu. Sonra da iman ve hikmet ile dolduruldu." Hadiste ayrıca uzunca bir olay nakledilmiştir

Peygamber (sav)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Beraberinde su ve kar bulunan bir kuş suretinde iki melek bana geldi. Onlardan biri göğsümü açtı, diğeri ise gagasıyla açarak onu yıkadı."

Bir diğer hadiste şöyle denilmektedir; Bana bir melek geldi, kalbimin üzerini yardı, kalbimden bir parça çıkardı ve şöyle dedi:
"Senin kalbin ona konulanı oldukça iyice koruyan, güçlü bir kalptir. Gözlerin iyi gören basiretli gözlerdir. Kulakların iyi işitir. Sen Ailah'ın Rasûlü Muhammed'sin. Dilin doğru söyler, nefsin huzur ve sükun içerisindedir. Senin yaratılışın mükemmeldir ve sen dosdoğru bir kimsesin."

"Açıp genişletmedik mi?"
Genişlettik, anlamındadır. Bunun delili de bu buyruğa "ve... çok ağır gelen yükünü üzerinden indirmedik mi" buyruğunun ona atfedilmiş olmasıdır. Bu aynı manayı ihtiva eden bir atıf değil, tevili manaya yapılmış bir atıftır. Çünkü aynı manayı ihtiva edecek şekilde atfedilmek istenseydi: " Ve sana ağır gelen yükü indiriyoruz" demesi gerekirdi. O halde bu; "açıp, genişletmedik mi" buyruğunun "açıp genişlettik" anlamında olduğunun delilidir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 2
Ve yükünü indirip atmadık mı?

Bir de senin sırtından yükünü almadık mı? Ki o yük senin belini çatır çatır çatırdatmış, sırtını gıcırdatmış, belini bükmüş, bel kemiklerini gevşetmiş, sırtını zayıflatmış, sırtını ezmişti.

Rabbimizin indirdiği bu yük konusunda bazı müfessirler demişler ki, efendim Allah’ın Resûlü nübüvvet öncesi bir kısım günahlar işlemişti, bazı hataları olmuştu da peygamberlik sonrası işte bunların hacâleti altında, üzüntüsü içinde bulunuyordu da Rabbimiz onları indirdiğini, bağışladığını anlatıyor demişler.

Yani buradaki Rabbimizin indirdiği vizr kelimesini günah olarak anlamışlar. İşte nübüvvet öncesi işlediği bu günahlarından ötürü Allah’ın Resûlü çok üzülüyor, çok sıkılıyordu da Allah bunları affetti, onun omuzundan onları indirdi demişlerdir.

Bu çok yanlış bir anlayıştır. Zira Rasûlullah Efendimizin hayatı Peygamberliğinden önce de tertemizdi.
Allah’ın Resûlü Kureyş’in gözlerinin önünde doğup büyümüştü. Çocukluğu, gençliği onların arasında geçmişti. Çocukluğundan beri onun hayatına muttali olan, tüm geçmişini bilen Kureyş ona bir tek günah bile isnat edememiştir. Eğer böyle bir fiyaskosunu bilselerdi bunu ayyuka çıkarırlardı. Seni şöyle şöyle yaparken görmedik mi ey Peygamber? Seni falan zaman şu şu günahları işlerken yakalamadık mı? Şimdi böyle bir geçmişin sahibi olarak bize neler söylüyorsun? derlerdi. Ama Rasûlullah Efendimizin can düşmanları olan Kureyş müşrikleri zerre kadar bu konuda ona bir şey isnat edememişlerdir. Rabbimiz da Yunus sûresinde Rasûlullah Efendimizin Nübüvvet öncesi hayatının temizliğine şehadet etmektedir:

“Ey Muhammed, de ki: “Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?”
(Yunus 16)

De ki ey peygamberim: “Eğer Allah dileseydi ben bunu size okumazdım. Allah dileseydi ben bunu size duyurmazdım. Allah dileseydi bu Kur’an’ı size bildirmez ve öğretmezdim. Size risâletten söz etmezdim. Muhakkak siz de biliyorsunuz ki ben daha önce aranızda bir ömür boyu yaşadım. Çocukluğum, gençliğim aranızda geçti. Bundan önceki hayatımı biliyor ve tanıyorsunuz. Bundan önce size bu tür şeylerden bahsettiğim oldu mu? Daha önce din, iman, kitap, vahiy gibi şeylerden hiç söz ettim mi? Düşünmüyor musunuz?

Veya daha önce benden utanacağım bir davranışa şahit oldunuz mu? Akıllarınızı kullanmıyor musunuz? Gerçekten de Allah’ın Resûlünün risâlet öncesi kırk yılı onların arasında geçmişti. Bu dönem içinde senelerce Allah’ın Resûlü’nün Allah bana vahyediyor, bana vahiy geliyor dediği hiç görülmemiştir, duyulmamıştır. Ne göklerden, ne Allah’tan, ne gaybdan, ne cennetten, ne cehennemden, ne dirilişten, ne hesaptan, kitaptan, ne geçmişten, ne gelecekten bir gün bile olsun tek kelime söz söylememiştir. Çocukluğundan itibaren herkesin sevip saydığı çok iyi bir insandı, ama kendisine Rabbi tarafından vahiy gelene kadar toplumun yönünü belirleyecek, uçuruma doğru giden toplumunu kurtuluşa götürecek bir bilgisi olmadığı için de hiçbir şey diyemiyordu.

İşte Rabbimiz buyurur ki, kırk yıl sizin aranızda büyümüş, bundan önce bu konularda size tek kelime bile söylememiş, hayatında yüz kızartıcı, başını önüne eğdirecek bir tek fiyaskosu olmamış bir peygamberin bu geçmişi onun peygamberliğinin en büyük delilidir diyerek o insanları bu konuda düşünmeye çağırıyordu. Diyordu ki, ne gördünüz onda? Hangi günahına, hangi yüz kızartıcı durumuna muttali oldunuz?

İnsanlar onun böyle bir şeyine şahit olamadıkları gibi Allah’ın Resûlü tenhada da günah işleyecek bir yapıda değildi. Kaldı ki eğer tüm Kureyş’i atlatıp onların göremeyeceği bir tenhada günah işlemiş te onun sıkıntısı altında olmuş olsaydı, o zaman bu günahı asla Allah’tan gizli kalmayacağı için Rabbimiz onun önceki hayatının temizliğine şehadette bulunmazdı. Eğer Allah’ın Resûlü tüm insanları atlatarak gizlice günah işleyen birisi olsaydı elbette Allah onu savunup insanlığa örnek yapmazdı.
Öyleyse buradaki vizr günah değildir. Bu vizr ağır yük demektir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 3
Ki o, senin belini bükmüştü;

Allah’ın Resûlü kavmini, Mekke toplumunu koyu bir cehalet içinde gördükçe çok üzülüyordu. İnsanlar cansız putlara tapınıyor, şirk adam boyu yükselmiş, ahlâksızlık ve fuhuş toplumu boğacak hale gelmiş, kuvvetliler zayıfları eziyor, kız çocukları diri diri topraklara gömülüyor, toplum yaratıcılarından habersiz süratle cehenneme doğru yuvarlanıyordu. Bütün bu durumları gören Allah’ın Resûlü çok üzülüyordu. Bu korkunç fesadın önünü alabilecek bir çare, bir yol bilemiyor, bulamıyordu. İşte bu çaresizlik onun belini büküyor, sırtını çatırdatıyordu. İşte Rabbimiz de ona bir kitap, bir şeriat indirerek yol gösterdi ve sırtındaki o yükü indiriverdi.

Veya meselâ önceleri Allah’ın Resûlü bu dinin hâkimiyetinin, bu dinin yayılmasının sorumluluğunu kendi omuzlarında hissediyor ve bunun derdiyle beli bükülüyordu da daha sonra gelen âyetlerle Rab-bimiz bu dinin hâkimiyetinin, bu dinin yayılmasının bizzat kendisine ait olduğunu, Peygamberinin böyle bir sorumluluğunun olmadığını anlatarak Rasûlullah Efendimizin omuzlarındaki yüklerini indiriyordu.

Veya yine daha önce de ifade ettiğimiz gibi Allah’ın Resûlü kendisine gelen âyetleri ezberlemeye çalışıyordu. Bunun sorumluluğunun kendisine ait olduğunu zannediyor ve bunu kendisine dert ediniyordu. Bunu sırtında bir yük ve sorumluluk biliyordu da, Rabbimiz gönderdiği daha önce okuduğum âyetleriyle: “Peygamberim! Sen yorulma! Sen bunu dert edinme! Gelen âyetleri, sûreleri ezberleyeceğim diye dilini hareket ettirip durma! Sen nötr ol! Sen Bizim elçimizin oku-yuşuna tabi ol! Şunu kesinlikle bilesin ki Biz sana okuyacağız ve sen öğrenmiş olacak ve asla unutmayacaksın! Biz onu, o Kur’an’ı senin beynine kazıyacak, kalbine nakşedeceğiz!” buyurarak onun bir yükünü daha indiriyordu.

Bir de Allah sevgilisine onun yükünü hafifletecek, onun derdini ve dâvâsını paylaşacak arkadaşlar, dostlar, sahâbeler verdi. İnananlar verdi Rabbimiz ona. O kadar ki, onun dâvâsı uğruna kendi çocuklarından, çoluklarından, mallarından, mülklerinden, doğup büyüdükleri öz vatanlarından bile vazgeçebilecek kadar sevgilinin yoluna baş koyabilecek sevgililer verdi. Bu kadar çok ve samimi havari hiçbir peygambere nasip olmamıştı. İşte Rabbimiz onun yükünü omuzlayacak, onun yükünü ve dâvâsını paylaşacak bu sahâbeleriyle omuzlarındaki ağırlığı indirip hafifletiverdi.

Daha önce hiç kimseye nasip olmayacak biçimde Rabbimiz Peygamberine yardımcılar verdi. İşte bu cemaat, bu ümmet, bir Peygamberin yükünü hafifleten, derdini ve sorumluluğunu paylaşan en büyük destektir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 4
“Senin adını, senin şanını yükseltmedik mi?”

“Peygamberim, senin zikrini, senin şanını yüceltmedik mi?” di-yor Rabbimiz. Bu âyet-i kerîmede Rasûlullah Efendimizin adının, namının, şanının yüceltilmesi anlatılıyor demişler. Rabbimiz efendimizin adını kendi adıyla birleştirmiştir.

Meselâ kelime-i şehadette ve kelime-i tevhidde Rasûlullah Efendimizin adı Rabbimizin adıyla birlikte zikredilmektedir. Rasûlullah Efendimizin adı lafzan Rabbimizin adıyla anılır. Tüm namazlarımızda Rasûlullah Efendimizin adı zikredilir. Namazlarında tüm mü’minler Rasûlullah Efendimize salât u selâm getirir. Cuma hutbelerinde tüm dünyada Resul-i Ekrem’in mübarek ismi zikredilir. Yeryüzünde bir ka-rış yer yoktur ki orada Ezan-ı Muhammedî ile Rasûlullah Efendimizin adı ilân edilmesin!

İbni Hibban’ın sahihinde Ebu Hureyre efendimizden şöyle bir hadis nakil edilmektedir:

“Cebrâil (a.s) bana geldi ve dedi ki: “Ey Muhammed, Rabbim ve Rabbin şöyle buyuruyor: “Bilir misin senin zikrini nasıl yücelttim?” “Yüce Allah en iyisini bilir” dedim. Dedi ki: “Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın.”
(İbni Hibban, sahih: 5/162)

Hattâ bırakın insanları Ahzâb sûresinin ifadesiyle Allah ve melekleri bile Rasûlullah Efendimize salât u selâm ederler:

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât edip onu överler; ey inananlar! Siz de onu övün, ona salât ve selâm getirin.”
(Ahzâb 56)

Yine Rasûlullah Efendimizin bu şerefinin yüceltilmesini kendisine Kur’an’ın indirilmesi şeklinde de anlamışlar. Kendisine Kur’an gibi mûcizu’l beyan bir kitabın indirilmesi de Rasûlullah Efendimizin şanının, şerefinin yüceltilmesidir denmiştir. Enbiyâ sûresinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır:

“Andolsun ki, size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?”
(Enbiyâ 10)

Rabbimizin bu âyetinden anlıyoruz ki Kur’an’ın indirilişi hem Rasûlullah Efendimiz, hem de bizler için en büyük bir şereftir. Kur’an, Peygamber ve onun yolunun yolcusu mü’minler için şeref kaynağıdır. Ama tabi Kur’an’dan bizde ne kadar varsa, kaç sûre, kaç âyet varsa o kadar şerefimiz var demektir.

Rasûlullah Efendimizin adının yüceltilmesini, şanının, şerefinin artırılmasını böyle anlamışlar. Bir de bu şan ve şerefin yüceltilmesini şöyle anlamaya çalışıyoruz: Peygamberim, senin şanını yüceltmedik mi? Yani seni dinde odak nokta kılmadık mı? Sensiz Müslümanlık ol-maz demedik mi? Yani bu dini seninle birlik bir din kılmadık mı? diyor Rabbimiz. Öyle bir din ki, Peygambersiz kabul edilemez. Öyle bir din ki, Peygambersiz anlaşılamaz, Peygambersiz yaşanamaz. Yani Peygambersiz Müslüman olunamaz. Hangi konuyu gündeme getirirseniz getirin, hangi hükümle amel etmek isterseniz isteyin mutlaka o konu-yu Peygamberle birlikte gündeme getirmek, Peygamberle birlikte anlamak ve yaşamak zorundasınız.

Düşünce, iman, itikat, namaz, oruç, hac, zikir, fikir hangi konu olursa olsun Peygamberle birlikte anlamak zorundasınız. Peygamber planında anlamak zorundasınız. Peygambersiz hiçbir konuyu anlamak mümkün değildir. Rasûlullah onu nasıl anladı? Rasûlullah o konuda ne dedi? Nasıl amel etti? Nasıl uyguladı? Mutlak sûrette bunu bilmek zorundayız. Çünkü Allah’ın Resûlü dinde temeldir. Onu diskalifiye ederek, onu ve onun anlayışını görmezden gelerek ne iman mümkündür, ne de müslümanlık. Bu dinin hangi konusu olursa olsun mutlaka ona müracaat etmek zorundayız. İşte Rasûlullah Efendimizin adının, şanının yüceltilmesini böyle anlıyoruz.

Yine bakıyoruz ki Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz kendisine itaat istediği her bir yerde Peygamberine de itaat istemektedir:

“Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin....”
(Nisâ 59)

Allah peygamberini dinde temel kabul ederek kendisine istediği itaati aynı zamanda peygamberine de isteyerek, “her konuda ona muhtaçsınız, onsuz dine girmeniz de, dini yaşamanız da mümkün değildir” diyerek onun adını, onun şanını ve şerefini yücelttiğine göre bizler her konuda onu örnek bilecek, kıstas bilecek ve ona müracaat edeceğiz. Onun gibi olmaya, onun gibi inanmaya ve onun gibi amel etmeye çalışacağız. O zaman da tabii ki zorlanacağız. Ona benzemeye, onun gibi tavizsiz, ivazsız bir müslüman olmaya yöneldiğimiz zaman, ona benzemeye azmettiğimiz zaman elbette tüm hayat bizi zorlayacaktır. Evde hanımlarımız, okulda müdür zorlayacak, düzen, ekonomik hayatımız, âdetler, töreler, çevremiz, akrabalarımız, yasalar, kısacası tüm toplum karşımıza çıkacak, tüm sahte ilâhlar yolumuzu kesecek, tüm yapay tanrılar ve tanrıçalar önümüze barikatlar koyacaktır. O zaman da üzülmeyin, diyor Rabbimiz.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 5
“Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır.

İnşirah suresi ayet 6
Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”

Üzülmeyin, muhakkak, mutlaka ve mutlaka o zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Hayır hayır, yanlış duymadınız, yanlış anlamadınız, muhakkak zorlukla beraber kolaylık vardır. İki kere söylüyor Rabbimiz bunu.

Dikkat ederseniz buradaki zorluk “üsr” kelimesi marifedir. Kolaylık anlamına gelen “Yüsr” kelimesi ise nekredir. Arapça’da marife nekre diye bir kavram vardır.
Marife belirli,
Nekre de belirsizlik ifade eder.
Demek ki lam’ ile kullanılan zorluk, “üsr” kelimesi marifedir. Yani belirli, bilinen, tanınan, eni boyu belli şey demektir. Ama bu zorluğa karşılık kolaylığı ifade eden “yüsr” kelimesi ise nekredir. Yani eni, boyu, çapı, nereden ve nasıl geldiği belli olmayacak kadar büyüktür.

Öyleyse anlıyoruz ki böyle belli bir zorluğu hesap edemeyeceğiniz kadar büyük olan kolaylık her zaman yenecektir, üzülmeyin, diyor Rabbimiz. Yani bir zorluğu iki kolaylık her zaman yenecektir.

Meselâ bir zorluğunuz var. Bir konuda zorlanıyorsunuz. Nedir o zorluk? Meselâ hanımlarınıza, çocuklarınıza, çevrenizdeki Allah kullarına bu sûreyi anlatıp duyurma konusunda zorlanıyorsunuz, diyelim. Çocuklarınızı Müslümanca eğitme konusunda zorlanıyorsunuz farz edelim. Veya kendiniz bizzat Kitap ve Sünnetle tanışma konusunda zorlanıyorsunuz. Bunlar birer zorluktur, bellidir, bunu biliyorsunuz. Bunun zorluğunu biliyorsunuz. Ama şunu da bilesiniz ki bu belli olan, eni boyu, çapı bilinen bu zorlukla beraber eni boyu bilinmeyen, ne kadar olduğu, nereden ve nasıl geleceğini bile hesap edemeyeceğiniz bir kolaylık gelecektir Allah’tan size. Belli değil, bir değil, birden çok, bilemeyeceğiniz, hesap edemeyeceğiniz çapta kolaylıklar gönderecektir o konuda. Ne büyük bir müjde değil mi? Problem tektir ama çözüm yolları hesap edemeyeceğiniz boyuttadır. Dert birdir ama derman düşünemeyeceğiniz kadar çoktur.

Meselâ bir derdiniz var, bir probleminiz var. Yalan söyleme alışkanlığınız var ve bundan kurtulmak istiyorsunuz. Çok yemin etmeye dilinizi alıştırmışsınız ve bu durumunuzdan memnun değilsiniz. Veya televizyon alışkanlığınız var ve bu yüzden günah işlediğiniz için huzursuzsunuz. Veya Allah’a kulluğunuzu icra etmeniz konusunda, İslâm’ı yaşamanız konusunda bir zorluğunuz var. Meselâ bir yerlerden sizi kulluktan koparacak bir teklif geldi. Güzel bir kadından bir teklif aldınız. Veya sizi adâletten ayırmaya, mescitten koparmaya çalıştılar. Unutmayın ki zorluk tektir, bellidir ama siz ondan Allah için kurtulma yoluna girdiğiniz andan itibaren Allah’tan size o kadar büyük çapta kolaylıklar ve yardımlar gelecek ki, buna siz bile şaşacaksınız.

Zorlukla beraber sınırsız kolaylıklar vardır, sen Allah’ın gönderdiği kolaylıklarla o zorluğu aşacaksın, o zorluğu yenecek ve başarıya, zafere ulaşacaksın ama o zorluğu Allah’ın izniyle yenince, zafere ulaşınca da: Tamam bitti, kurtuldum, yendim, başardım diye sakın miskinleşmeye kalkma. Sakın yatmaya kalkma. Veya o meşgalen sakın senin Allah’la münâsebetini kesmesin. O işinin sıkıntısından dolayı sakın Allah’ı unutmayasın. Bunun da Allah’tan olduğunu asla hatırından çıkarma.



Güçlük bittikten sonra değil; güçlükle beraber kolaylık. Güçlükle kolaylık net çizgilerle birbirinden ayrılmamış; tersine geçişli, her ikisi de belirli bir oranda bir arada bulunabilmektedir. Güçlüklerin, sıkıntıların arttığı dönemlerde, çözüm yolları yavaş yavaş açılır, sıkıntılar süreç içinde azalırken, kolaylık da artar.

Yaşadığımız sıkıntılar, hattâ mağlûbiyetler; moralimizi bozabilir, yıpranmamıza neden olabilir. Ama bunlar kesinlikle trajedilere, çaresizliklere dönüştürülmemeli. Ne zorluk, ne de kolaylık mutlaktır. Zorlukların aşılması, ancak doğrular üzerindeki ısrar ve sabırla mümkündür. Allah Teâlâ, bizi başardıklarımızla değil; yapıp ettiklerimizle hesaba çekeceğine göre, zor zamanlarda üzerimize düşeni yerine getirmeli, bütün gücümüzle cehdetmeli ve Allah'a tevekkül etmeliyiz. Karanlığın en fazla koyulaştığı, ümitlerin yitirilmeye başlandığı an, İlâhî yardımın yaklaştığı andır. Zorlukları aşmada gösterdiğimiz çaba, kolaylıkta da sürmeli, dinamizm süreklileştirilmelidir. İmtihan, her zaman belâ, sıkıntı ve zorlukla olmaz; bazen de kolaylık ve nimetlerin bolluğu ile olur. Allah'a iman edenler için ümitsizliğe yer yoktur.

Allah Teâlâ, denemek için yarattığı insanoğlunun dünya imti-hanında başarılı olması için ona pek çok kolaylıklar tanımış, sırtına taşıyamayacağı, altından kalkamayacağı ağır yükler yüklememiştir (Bakara, 286). Dünyaya rahat bir şekilde gelebilmesi için doğum yolu-nun kolaylaştırılması (rahmin açılıp doğum kanalının genişletilmesi) (Abese, 20), bunlardan ilkidir. Zayıf bir yapıda yaratılan insana ilahî rahmetin gereği olarak sunulan kolaylıklar, onun daha iyi bir kul olabilmesini sağlamak içindir; Allah'ın muradı, insanlara zorluk çıkarmak değil, kolaylık göstermektedir (Bakara, 185).

İnsan yapısına en uygun bir din olan İslâm'ın bu özelliği Hz. Peygamber tarafından şöyle dile getirilmektedir: "Şüphesiz ki bu din, kolaylıktır. Her kim, (kolay olan) bu dini zorlaştırırsa, altında kalır. Onun için orta bir yol tutun ve dini takribî bir surette tatbik edin"
(Buhârî, İman, 29).


Allah insanların, kendilerinden istenmeyen sorumlulukların (zorlukların), ibadet niyetiyle de olsa altına girmemelerini istemekte ve buna Hıristiyanlıktaki ruhbanlığı örnek vermektedir
(Hadid, 27)


Peygamberimiz de, devam ettiremeyecekleri sıklık ve zorluk-taki nafile ibadetlere başlamamaları için ashabını uyarmış, güçlerinin yeteceği kolaylıkta onlara başlayıp devam ettirmelerini tavsiye etmiş-tir. İnce eleyip sık dokuyarak gereğinden fazla zorlaştırma, özemecilik düşünceleri de Hz. Peygamber tarafından yasaklanmış ve böyle yapanların helak olacağı bildirmiştir
(Müslim, İlim, 7)

Dinde kolaylık demek, dinin emir ve yasaklarında hiç bir zorluk olmayacağı anlamına gelmez. Bir dereceye kadar zorluk ve zorlanma, imtihanın yapısında vardır. Din imtihan için vaz' edildiğine göre, onda da bazı zorlukların bulunması tabiîdir. Fakat bu zorluklar hiç bir zaman insanın başaramayacağı derecede değildir. Ondan istenen, dindeki makul bu zorluklara katlanmak, ibadet kastıyla da olsa ilave zorluklar çıkarmamak ve dinin kolaylaştırdığım zorlaştırmamaktadır. Hiç bir kimsenin buna yetkisi yoktur. Dini insanlara öğretirken kolaylaştırmak, sevdirmek, Hz. Peygamber'in emri; zorlaştırmak ve nefret ettirmek ise yasağıdır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
İnşirah suresi ayet 7
“Öyleyse; bir işi bitirince diğerine giriş;

İnşirah suresi ayet 8
Ümit edeceğini yalnızca Rabbinden iste.”

Evet bir iş bitince, bir işi bitirip sonuca ulaşınca, bir konuda başarıya ulaşınca yata gitme de hemen doğrulup bir başka işe başla. Hemen onun arkasından bir başka uğraşa dikil, bir başka göreve daha doğrul, bir daha yürü, bir daha yorul diyor Rabbimiz. Bir işi bitirince bir başkasına yönel. Bir insana din anlatıp onu hakka ulaştırınca “tamam artık, benim görevim bitti” deme, ikinci bir inanana koş diyor Rabbimiz. Bir savaştan döndüğü zaman ibadete yönelip cehd ve gayret et. Veya dünya işlerinden boşaldığın vakit namaz kıl diyor.

Meselâ bir ada düşünün ki, o adada yaşayan altmış beş milyon insan var. Bu adada bir kısım hain insanların çıkardıkları bir yangın sonucunda bu altmış beş milyon insan yanmaya gidiyor. Hepsi de farkında olmadan hızla cehenneme doğru gidiyor. Farz edin ki sizin de bir kayığınız var ki ancak sizinle birlikte üç kişiyi alabiliyor. Ne yapacaksınız? Hemen süratle o adaya gidecek ve yangın konusunda, ateşe gittikleri konusunda ikna edebildiğiniz, kandırabildiğiniz, kurtulmaya razı edebildiğiniz iki kişiyi alıp hemen karaya çıkaracaksınız. Sahil-i selâmete çıkaracaksınız. Şu anda böyle kurtardıklarınızı götürebileceğiniz bir selâmet yer var mı yok mu, onu da bilmiyorum. Tabii o iki kişiyi kayığa bindirirken elbette öbürlerine de bir şeyler anlatacaksınız. Hazır olun az sonra gelip sizi de alacağım gibi…

İki kişiyi karaya çıkardınız. Bundan sonra tamam bitti, benim görevim bitti, ben görevimi yaptım. Ne yapayım, kayığım iki kişiyi alabiliyordu, ben de onları alıp kurtardım deyip yan gelip yatmayın. Hemen bir ikinciye, arkasından bir üçüncüye daha koşun, diyor Rabbi-miz. İşte âyette anlatılan budur. Ama öyle bir koşma, öyle bir koşturma ki sonunda ne rütbe olmalı ne de mal. Sadece Allah’a rağbet etmeli, istediğimiz, umduğumuz, beklediğimiz, arzumuz, hedefimiz sadece Allah’ın güzel rızası olmalıdır.

Evet, Allah için bir ömür koşturacağız. İslâm bizden Allah için sürekli bir cehd ü gayret istemektedir. Varlığımızı, zamanımızı imkânlarımızı Allah’a kullukta kullanarak değerlendirmeye çalışacağız. Bakın, İbni Abbas efendimizin rivâyet ettikleri bir hadislerinde Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“İki nimet vardır ki insanların pek çoğu onların kadr u kıymetini bilme noktasında aldanıyorlar; sağlık ve boş zaman”
(Buhâri Rikâk 1)

Sağlığın kıymetini bilip onu satacak veya paraya tahvil edecek değiliz elbette. Boş vaktin kıymetini bilip de onu da kiraya verecek halimiz yoktur. Bu ikisini Allah’a kulluğa yatırım yapacağız. Allah adına cehd ü gayrette değerlendireceğiz. Bunun için de ilk olarak elbette farzlara sarılarak, sonra da arta kalan zamanı nafilelerle doldurarak Rabbimize yaklaşma imkânları arayacağız. Tabi boş vakitten ve sıhhatten kasıt, kişinin mecburen yapmak zorunda olduğu farzlardan arta kalan zamandır. Onun içindir ki Rabbimiz burada:

Yâni bir şeyi yaptıktan, bir işten boşaldıktan sonra buyurmuştur. Yoksa bunun mânâsı; Allah bize boş zaman vermiştir de, bomboş bir hayat vermiştir de biz onu dolduracağız değildir. Zor mu anlaşıldı? Bir daha söyleyelim inşallah: Biz zamanı İslâm’a göre ayarlayacağız. Eğer bu konuda İslâm nazarı itibara alınmazsa, zaten insanların za-manı hep doludur. Eğer kendi kendine dolan şu bizim hayat programına göre düşünecek olursak, bir saniye bile boş vakit yoktur. Öyle değil mi? Meselâ para kazanmak, kahvede oturmak, maç seyretmek, haberlere bir göz atmak, bir dizi filimle beraber olmak… Eğer böyle İslâm’ın zaman anlayışından uzak bir hayatın adamıysak, kesinlikle söyleyebilirim ki mümkün değil boş vakit bulamazsınız. Öyleyse programımızı İslâm’a göre yapmak zorundayız. O programda mecburen yapmak zorunda olduğumuz emirlerin dışında arta kalan zamanı da yine Allah’a kullukta harcayacağız, işte bizden istenen budur.
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Bunları Online Kitap Haline Getirmek Lazım Alıntı Değilse ....Yararlı Olacağını Düşünüyorum
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
humble,
meal ve tefsirler değişik tefsirlerden alıntıdır.
Bazı tefsirler bir ayet tefsir etmediği zaman diğer tefsirlerden bakıyoruz
genelde Taberi, tefhim,kurtubi, tefsirlerinden yararlanıyorum
 
Üst Ana Sayfa Alt