Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İşid meselesinden çıkardığımız dersler

M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
IŞİD meselesinden çıkardığımız dersler

Son dönemde Suriye’de Işid ve Nusra-Ahrar ve diğer Mücahidler arasında vuku bulmuş olan acı hadiseler bir kez daha DEVLET ve ULUL EMİR ve itaat-vahdet mefhumunun ehemmiyetini hatırlattı herkese.

Irak İslam Devleti için öncelikle şunu söyleyebiliriz, Irak’ta yaman savaşıyor, Safeviler’e büyük bir beladır, keşke hep orada kalsa ve Şehid Emir Zerkavi Rahimehullah’ın çizgisini koruyabilse de; Safevi-Nuseyri-PKK şer üçgeninin yüzünü güldürecek şu acı hadiseler olmasaydı!..

Diğer taraf ya da tarafların hatalarını ayrıca konuşabiliriz, kimse masum değildir. Ve lakin hepsinin de Allah Teala’dan ıslahını, hayrını, afiyetini selametini ve küffar karşısında galibiyetini ve vahdetlerini dileriz, Gaza eden Müslüman kimseler hakkında kimsenin haddi değildir tekfir, tahkir, veya ihanet suçlaması. Herkesi de bundan sakındırırız.. İki taraf hakkında da..

Sanal ortamlarda haber veya yorumlarda, kimi cahil cühela çoluk çocuğun, kimi de provakatör ajanların, hususan İslamcı havasıyla yazıp ama en temel İslami terimleri bile ifadede zorlanmalarından bile kendilerini ele veren ve Irak ve Suriye’de kuyruk acıları olan bazı Safevi ve Marksist sanal silahşörlerin fitne ve hakaret dolu kelamlarına itibar etmekten sakınır ve sakındırırız.. Vakti zamanı geldiğinde ümmet hepsi ile hesaplaşacaktır!..

Bu dava, dün merkezi Medine, Şam, Bağdat, Kahire ve İslambol; bu günde ise Afganistan olan; ve Filipinler Tevhid ve Türkistan İslam Partisi Cemaatları’ndan tutun, Kafkasya İslam Emirliği’nden, Yemen, Mali, Nijerya, Somali’deki Şebab ve Ensaruş Şeria ve daha bir çok Gaza Hareketi’nin cem’idir.. Ki, hepsi de direk veya dolaylı, açık veya gizli yollarla Afgan’a tabidir!.. Bir de arka bahçeleri hükmündeki bazı bidat veya zulme bulaşmış sair İslami camialar ve Müslüman avam var.. Öyle, bir teşkilatın fesh edilmesi veya bir beldede kargaşanın fitnenin vuku bulması ile yıkılacak, ya da fitne tüm cephelere yayılacak değildir!..

Evet Irak grubu Irak’da büyük zaferlere imza attı maşallah. Lakin Suriye’de bir hata, evet en az bir ve büyük hata yaptığı kesindir. Artık bu saatten sonra bunu dillendirmenin ve bazı hatırlatma ve nasihatlarda bulunmanın da fitne ile bir alakası yoktur! Hususan, dünyanın dört bir tarafından gelen muhacir mücahidler arasındaki en az ilme sahip olan veya en aşırı fikirli harici ve tekfircilerin Işid içinde yuvalanmaya ve Işid liderlerini de manipüle edip yönlendirmeye çalıştıklarına dair bazı sıhhati kavi duyumların arttığı şu günde!..

Tabiri caizse, aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmeyecek bir dengesizlik içerisinde olan ve bazı, kardeş katline yönelik uç tavırlar içerisinde olanların Işid içinde çoğalmaya başladığını duymakta olduğumuz şu günde!..

Melik-ül Guzat, Muasır Akıncılar Beyi, Emirül Ümera olan; ve Gazi Molla Muhammed Ömer ve Şehid Şeyh Üsame Bin Laden’in ve Şehid Halid El İslambuli’lerin silah arkadaşı olan Gazi Dr Eymen El Zevahiri Hahifezullah’ın, ve dahi Gazi Alim Ebu Katade El Filistini, Gazi Alim Ebu Basir Tartusi, Gazi Alim Ebu Muhammed El Makdisi ve daha bir çok emir ve alim tarafından direk veya dolaylı olarak tenkit ve tedip edildikleri şu günde!..

Ve Emirel Ümrea olan Zevahiri hakkında küstahça beyanatlarda bulundukları, ve Halifelik iddia ettikleri, ve kendilerini tanımayan herkese kafir dedikleri vs gibi bilgilerin tevatür olduğu şu günde!

Şu anki karışık tabloda resmin tamamını görmek henüz mümkün olmadığı için bunlara çokta girmiyoruz şurada şu hatayı yaptı burada bu hatayı yaptı demiyoruz, çok çeşitli haberler düşüyor medyaya..

Ortam durulmadan fazla ayrıntılı yoruma gerek de duymuyoruz; lakin Işid’li kardeşlerin en az bir büyük hatasını biliyoruz; başlangıçlarında onların da emiri olan, ve el’an Atlantik’ten Pasifik’e, Mağrib’den Maşrık’a tüm Dünya Gazileri’nin -kimisinin alenen kimisinin de gizli, arka plandaki- Emir’i olan Dr Eymen El Zevahiri Hafizehullah’ın; ya Suriye’den çıkın, Irak’a çekilin, ya da çekilmeyenler de Nusret’e biat edecek, hiçbir şekilde kardeş kavgası olmasın gibi talimatlarını dinlememekle en büyük ve hayati hatayı yapmıştılar.. Evet en büyük ve kesinkes günah olan hataları! Sonraki tüm hatalar da bunun ardından geldi zaten..

Ulul Emir’e itaat ve fitneden sakınmanın, bunların ehemmiyeti hakkındaki ayetleri ve hadisleri ve alim sözlerini ve tarihteki misallerini az çok hepimiz biliyoruzdur.. Uhud okçularının hikayesini, ya da Huneyn günü ilk başta yaşanmış hezimeti, Cemel hadisesini, Sıffın ve Kerbela hadiselerini, ve Harre ve Harura Nehrevan harplerini vs.. Bunları hepimiz az ya da çok biliriz.. Selef-i Salihiyn Radıyallahuanhumecmaiyn, bu ümmetin efendileriydi, herhangi birinin herhangi bir hatasından ders çıkartırız, ibret alırız, hayrında da taklit ederiz.. İcmaları ise elbette ki masumdur ve sapmaz.

İcma demişken, Ümmet ilk asırdaki tabiri caizse büyük devlet olmanın ilk anındaki acemiliğin verdiği bazı hatalar ve bir kısım fitnecilerin ve bidatçilerin fitnelerinin verdiği bazı zararlardan sonra bir düzen tutturmuş, adeta bazı dersler çıkartmış ve asırlarca daha bu türden acı şeyler olmamış veya bazı yerel veya muvakkat hadiselerle sınırlı kalıp şumullü bir zarar görmemiştir..

Ve ilginçtir, Ümmet, kimilerince asıldan kimilerince de füruattan olan bazı akidevi ve fıkhi meselelerde bile son bin küsur senede icma edememiş bazı lafzi bazı da manevi ihtilaflara düşmüş, düşünün ki Ehli Sünnet-i Amme çatısı altında bir bütün olsalar da aynı zamanda alt farklar olarak Selefi-Maturudi-Eşari-Zahiri gibi bazı tefrıklara gidilmiş.. Ama ilginçtir, her daim “icma” halinde Emevi, Abbasi, ve Osmanlı Hilafeti’ne biat etmiştir.. Devlet’in adil ve salah günlerinde de bidat ve zulüm günlerinde de!.. Mağrib’den Maşrık’a, Dört Mezheb kadıul kudat ulemasından tüm beldelerdeki ümeraya, sultanlara beyliklere emirliklere, tüm Ümmet -Rafızi kafirler hariç- hepsi de Şam-Bağdat-Kahire-İslambol payitahtlara biat etmiştir her daim..

Işid, Şeyh Zevahiri’ye cevaben yaptığı ve kendi yerel emirleri hakkında gayet mübalağalı künye ve ünvanlarla tafdilatta bulunurken, en büyük emir olan Zevahiri hakkında daha sade bir hayır dua ve ünvanla yad ettiği(?) beyanatında; biz gidersek burada savaş sekteye uğrar, bize burada ihtiyaç var gibisinden şeyler söyleyerek itaatsizlik yaptıklarını da bir şekilde ortaya koymuştu..

İşte, her şey oradan sonra başladı.. Buradan bir tarihçi olarak çıkardığımız ilk ders, bir kez daha kadim İslam Devletleri’nin ve Hilafet’in ehemmiyetini, Emevi, Abbasi, ve Osmanlı’nın, değil zirve devirleri altın çağları, değil Ümmet’in Tarık Bin Ziyad, Kuteybe Bin Müslim, Salahaddin Eyyubi, Zahir Baybars, Kanuni Süleyman, 4.Murad zamanları; en kötü idarecilerin olduğu zamanı, yani Yezid, Haccac, veya M Reşad vs imamlar zamanlarındaki ahval içinde dahi asla ümmet ordularının harb anında cephede, düşman dört cihetten saldırmışken bir dahili-kardeş savaşına düştüğünü görmediğimizdir(?).. Bize, bazılarımıza yani; bir köy verseler bunca sayımızla yine de idare edemeyiz elimizde patlar, bir kez daha görüldü bu..

Her şey savaş değildir.. İmam Nevevi Rahimehullah ile Gazi Sultan Zahir Baybars Rahimehullah arasında malum bir sürtüşme olmuştur, vergi ve ahz-ı asker bahsinde.. Tarihçiler bilir.. İmam Nevevi de haklıdır Zahir Baybars da.. Yine Halife Sultan Selim Gazi Rahimehullah ile Şeyhülislam Zembilli Ali Cemali Rahimehullah arasında da bir benzer sürtüşme olmuştur, ve Zembilli Selim Han’ı azarlamıştır.. Meşhur, tüccarların idam cezası bahsi. İkisinin de haklı olduğu yerler vardı..

Lojistik, Muhaberat, İstihkam, Siyaset, Öncelik-Sonralık Fıkhı, Tedrici harpler vs.. Bunlar Muharebe’nin olmazsa olmaz kardeşleridir.. Kılıç da Kalem de Şeriat emrinde birlikte hareket etmelidirler.. Hatta bir üçüncüsü de iktisad.. yani kalem-kılıç-para.. Bir “devlet” in üç sac ayağıdır.. Maalesef devlet devlet demekle devlet sahibi olunmuyor. Bal demekle ağzın tatlanmadığı gibi..

Bırakın bunu; “kalem-Kılıç-Para” üçlü sac ayakları üstünde devletleşmeyi; Ahilik veya Lonca(İktisad-Para) Gaziyan veya Akıncılık (Kılıç), Abdalan veya Medrese(Kalem) gibi veya namı diğer Seyfiyye(Ehli Seyf), İlmiyye(Ehli Şer’), Kalemiyye(Bürokrasi-Ekonomi) gibi üç şekilde kurumsallaştığı İslam devletlerini; yahu bilateşbih; aklın yolu birdir, Firavun nizamlarında bile bu böyle olagelmiştir. Firavun kuvvetlerin bileşkesidir adeta, onu o yapan şey Rahipler(Kalem), (Belam Filistin’de ve Firavun’dan sonra, İsrailoğulları Sina’dan geçtikten sonraki dönemde ortaya çıkacaktır), Askerler(Haman) ve İktisat (Karun) üçlüsü idi.. yani aynı şey “kalem-kılıç-para”..

Tek fark; İslam Devletlerinde Hak’ka hizmet eden bu kurumsallaşma, Tağuti düzenlerde Batıl’a hizmet etmiştir vesselam.. Devlet’in kaçınılmaz üç sac ayağıdır bu.. Adeta, bu bahiste bir tür Adetullah veya Sosyolojik bir kaide de diyebiliriz..

Evet, dönelim mevzumuza; zaman zaman kardeş savaşları da oldu, ve hep dediğimiz gibi; bu türden iç savaşlarımız asla bir KADİKS, NİHAVENT, MAMURİYE, MALAZGİRT, HITTİN, AYN CALUD, ÇALDIRAN, MOHAÇ, PREVEZE, ZİGETVAR, BUDİN, UYVAR, PLEVNE gibi çok kanlı ve kıran kırana olmamış; ya kardeş ordulardan biri diğerini kısa sürede yenmiş, zaten askerler küffarla cenk etmediklerini bildikleri için daha gönülsüz savaşmışlar, ya bir tarafın alt emirleri ve askerleri karşı tarafa biat edip saf değişerek ya alim ulema vs ara bularak, bir şekilde en az kanla atlatılmış ve asla bir küffarla yapılan gazadaki kadar feci, vahşi ve kıran kırana olmamıştır hamdolsun.. Yani buradan bu bahiste oh oh eden Safeviler ve sair kafirlere de mesajımız; sevinmeyin fazla, Müslümanlar birbirine bir vurursa, kısa sürede iç meselelerini halleder döner size de on vururlar; ve asla fitne uzun sürmez..



Evet kardeşler; koskoca Sultan Salahaddin Eyyubi ile Sultan 2. Kılıçarslan orduları arasında bile yanlış hatırlamıyorsak Çukurova taraflarında bir savaş cereyan etmiş, hem de yanlış hatırlamıyorsak bir tegannici kadın sebebi vesilesi ile(!).. Bunlar olmaz şeyler değil yani.. O sebeble, kimse karşı tarafı hemen tekfir veya hainlikle irtidatla suçlamamalıdır, bazen ölen de öldüren de Müslüman olabiliyor maalesef. Bu günde bu hadiselerde gördüğümüz gibi.. Zira bazı elde olmayan etkenler de hadiseleri yönlendirebilir, ayrıca fitnecilerin kışkırtma ve aldatmaları vs de tesirlidir bu türden hadiselerde.. Lakin dediğimiz gibi, asla bir küffar cengi gibi sert haşin ve uzun süren silsilelerle devamlı olmamıştır bu türden dahili-fitne savaşları..



Lakin dediğimiz gibi, en kötüsü bile bu günün bazı en iyileri olduğunu söylediklerimizden daha ehven bir siyaset takip etmişler ki, asla bir “gaza anında iç savaş”a tutuşulmamış.. Daha çok, rahat zamanlarda bir takım dahili fitne harbleri olmuştur.. Sadece, Hariciler hakkında “Kafiri bırakıp Müslüman’ı öldürecekler” ihbarında bulunan hadislerin tahakkuk ettiği bazı istisnalar hariç…



Bu gün gördüklerimiz ise bize şunu gösterdi ki, onların, eskilerin en kötü zamanında bile ümmet bir vahdet içindeydi, ve tek yerden kumanda ediliyordu, tek Devlet, tek Sancak ve tek emir yani Halife Sultan var idi.. O günde bu günkü hızlı muhaberat vesaitleri, iletişim araçları da yok iken, koskoca üç kıtaya yayılmışlar iken, en yakın şehre adam salsan günlerce atla yol alması gerektiği halde; mucizevi bir şekilde dirayetli bir surette birliği beraberliği muhafaza edebilmişlerdi!..



“Halife”, “Sultan” ve de “Bağdad” demişken.. İlginç bir tevafuktur anmadan geçemeyeceğiz; Malum Abbasi’de Halife vardı, bir de ona bağlı çeşitli yarı özerk hatta bir dönemden itibaren artık tamamen özerk ve hatta bağımsız bazı İslam Sultanları ve Beyleri vardı.. Yani aynı anda bir çok Sultan kendi devletçiğinin başında idi, ama Halife Bağdat’ta idi. Ve son Bağdat Abbasi’liğinin Şii-Moğol şer ittifakının öldürücü darbesiyle yıkılmasına gelene kadar zaten çoktan birliğini dağıtıp bir çok farklı devlete dönüşmesinde de bu etken var idi. Yani Abbasi bu yüzden dağıldı çözüldü, ve organize koordineli hareket edemeyen ümmet de Moğol ve Haçlı saldırıları karşısında perperişan oldu, neyse ki yine Türkler ve Kürtler’in ve Çerkesler’in teşkilatçılıkları sayesi-vesilesi ile bir Salahaddin bir Baybars bir Zengi bir Kalavun gibi gazileri çıkartabildi de ayakta kaldı..



Hatta bundan fazlası da oldu, artık Hıttin ve Ayn Calud gibi, Şam önlerinde bir “var oluş, hayatta kalış” mücadelesini çoktan geride bırakıp ilk asırlardaki fütuhatlara benzer şekilde Münih, İnnssbruck, Bolzano, Prag, Varşova, Moskova önlerinde, Haçlı’yı kendi evinde tokatlar “akın”lara ve fetihlere imza atıldığı zirve devirler de yaşandı.. Tüm Akdeniz’i bir İslam iç gölüne çeviren hatta Atlas ve Hint Okyanusları’nda bile küffara taaruzlar yapan “levent”ler belirdi..



Nereye mi varmaya çalışıyorum.. İşte, zirve devir olan “Süleyman Asrı”ndaki akın günlerinden birinde, Halife Sultan Süleyman Rahimehullah zamanında, Safevi üzerine gidilen 1533 Irakeyn seferi sırasında, önden giden Sadrazam Damat İbrahim Paşa, yani meşhur Pargalı; ki Müslüman bir zattır çok hizmetleri olmuştur; malum önden gidiyor Kanuni de arkadan ordusuyla gelip birleşeceklerdi.. Tebriz’i fetheden Damat İbrahim Paşa komutasında Osmanlı Orduları; Kanuni de Tebriz’e gelince Bağdat’a doğru yola koyulmuş ve ihtişamlı bir fetihle Bağdat’a girmiştiler..



Yalnız; Pargalı, daha Tebriz’deyken gidecekleri Bağdat’ın adeta o eski bir havasına bürünmüştür; Yani; “Abbasi halifeleri’nde en tepede ve Bağdat’ta bir halife, ama ona bağlı bir çok da sultan-vezir vardı, vezirler de her biri bir sultan idi, o halde ben de sultanım” demiş ve bazı yazışmalarında ve tellalların nidalarında “Serasker Sultan” ünvanını kullanmıştı.. Bazı kızılbaş eskilerinin Tebriz’de bu fikri ona aşıladıkları, onun da olmaz öyle şey demeyip derhal bu ünvanı kullandığı tarihlerde yazar.. Hatta, Tebriz’de bu ünvanla yazışmalarda ve tellal nidalarında söyletince; bunun teamüllere aykırı bir fitne olduğunu fark edip bundan men eden defterdar İskender Çelebi’yi de yok yere öldürtmüştü!.. Hatta Kanuni şehre geldiğindeki zamanlarda bile bu böyle devam etmiştir.. Kanuni bunları işitince, “küffar ile cenk” bitip de, Dersaadet’e dönülür dönülmez Pargalı’yı ilk fırsatta öldürtmüştür..



Yani haddini aşmış ve bir fitneye de kapı aralamak teşebbüsünde bulunmuştu.. Her yüksek mevkiye gelen emir çıkar da Sultan ünvanını kullanırsa, sonun nasıl olacağı zaten tarihte tecrübe edilmişti.. Evet Pargalı “damat” İbrahim Paşa’nın “maktul” İbrahim paşa’ya dönüşmesindeki en temel sebeb bu serkeşlik ve kibri idi maalesef..



“..Bazı pespaye kızılbaş takımı, İbrahim paşa’ya koltuk vererek şöyle diyorlardı: Şah’ın sultan ünvanını taşıyan bir çok idarecileri ve hakimleri var iken, ve Padişah’ın devleti ve saltanatı ondan nice mertebe daha fazla iken, size dahi sultan denilmesi niçin caiz olmaya? Hususiyle Hulefa (Abbasi) zamanında vezir-i azam makamında olan ihtişam sahiplerine de sultan ünvanı verilirdi..”



(Tarih-i Peçevi-Murat Uraz tercümesi-1968, 1. Cilt. Syf 104)



Zira.. Dediğimiz gibi, burada büyük bir fitne vardır.. Görünüşte masumane veya basit bir hata gibi olsa da aslında büyük bir fitne vardır! Abbasi’nin başını yiyen şeyin de, bazı vezir ve beylerin de sultan olması sonra da her birinin bir başına hareket etmesi ve ümmetin gücünün böylece adem-i merkeziyetçi bir hale gelerek kırılması dağılması olmuştu!..



İlginç bir tevafuktur, Safevi Şiiler ile olan savaşımız sırasında bazı emirler kibre düşüp daha zaferler elde edilmeden erkenden bazı unvan ve künyeleri kullanması Ortadoğu coğrafyasında bir tekerrür müdür? Yoksa bu günde bu emirler adına alt kadrolar mı bu işgüzarlıkları yapıp onları da manipüle etmek istiyorlar?..



Neden temas ettim bu konuya.. Bildiğimiz gibi Işid’li kardeşler Ulül Emir olan Zevahiri Hafizehullah hz’ne cevap verdikleri beyanatlarında ilk bakışta herkesin çok da fark edemediği bir hataya da imza atmış bulunuyorlardı.. Şeyh hz en büyük ve en tepedeki tek lider olduğu halde ondan sade bir hayır duayla ve ünvanla bahsederlerken, kendi yerel emirleri hakkında daha mübalağalı övücü kelamlarda bulunmuşlardı ve feraset basiret sahiplerinin dikkatinden kaçmamıştı bu, ve olası bir çok fitnenin ilk işaretlerinden birisi olarak “Suriye’den çıkmama kararları” görülmüşse bir diğeri olarak da bu “Ünvan meselesi, daha doğrusu bunun ardında yatan bir hal” olarak görülmüştü.. Aynen de tahmin edildiği gibi netice verdi mesele..

Hatta kontrolden çıkmış olmaktan da daha fazlası görüldü, söylenenler doğru ise; şeyh hazretlerine bunak ve sapık gibi iftiralarda da bulundu ve hariciliklerini firariliklerini ifşa ettiler..



Yazık.. Bakınız Ömer Seyfettin’in meşhur hikayeleri içinde “Ferman” diye hazin de bir hikaye vardır; her zamanki gibi, kadim Osmanlı tarihinden bir pencere açar ve “Emir”e nasıl itaat edilmesi gerektiğine ve “Teşkilatçılık”a dair şahane bir hikayedir. Herkese de tavsiye ederim okumalarını..



Evet, bir kez daha bazı ahmakların, bazı Suudcuların ve bazı Haricilerin, Safevi Şiiler ve Gulat Sufiyye ve Laikçilerin ağzıyla adeta; “dil uzattığı” kadim İslam Devletlerimiz’in ehemmiyetini idrak etmiş bulunuyoruz.. En kötü günlerinde, en bidat ve zulme battıkları anlarda dahi ne de olsa yine Ümmet vahdet içindeydi, ve can mal namus serhadlerdeki ve cephelerdeki gaziler eliyle muhafaza ediliyordu, ve “harp anında birbirine düşme” gibi bir traji-komik facia görülmüyordu!…



O devletlerin posası bile (bu konuda) bu günün bazı en iyilerinin sahip olamadığı böylesi bir hayra ve avantaja sahiplerdi yani.. Ecdat düşmanlarının kulakları bir kez daha çınlasın..



Bu arada, bazı duyumlara göre, halifelik ilan ediliyormuş.. Bu, zaten ortada Işid’in başına geçeceği bir “Ümmet” olmadığı, malum, onlara göre adeta herkes kafir olduğu için(?) zaten traji-komik kaçar da; dahası, Cemalettin Hoca’nın, Allah rahmet etsin; tahta tüfeklerle Alaman toprağında halifelik ilanı gibi de komik kaçabilir. Zira mağribden maşrıka bütün gazilerin direk ya da dolaylı yollarla biat ettiği Zevahiri ve Molla Ömer yani Taliban ve El Kaide’nin dahi şu anda bu şartlar içinde böylesi bir makamda olduklarını iddia etmemeleri isabetlidir.



Zaten herhangi bir beldede İslam Şeriatı ile hükmeden hür bir Devlet olsa, o İslam Devleti değil denemez, lakin Hicaz’a hakim olup Hacc emirliği ve eminliğini iktiza etmeyen hiçbir devlet Halifelik vasfına sahip olamaz! Bu adeta Halifeliğin farzlarından temel şartlarındandır! Şeriat’ı icra etmek temel şartıyla birlikte, ayrıca; küffara harb açmak ve orduları koordine etmek, ümmetin esirlerini kurtarmak veya bu uğurda harb ediyor akınlar çıkartıyor olmak vs bir çok şart daha var ama en basitinden söylemek gerekirse, Hicaz’ı elinde tutamayan, oraya Hac’ca gelecek müminlere din can namus mal emniyeti tesis edemeyen, Hac’ca ya bizzat katılıp ya da vekaleten Hacc Emiri tayin ederek ümmetle birlikte Hacc etmeyen-ettirmeyen kimse Halife olamaz.. Halifenin Kureyşi olmasının dahi bir fariza değil adeta müstehab, kemale erdiren bir şartı olduğuna dair bazı alimlerin ihtilafı vardır malum, yani mesela bir Molla Ömer Hafizehullah –malum ne Arab ne de Kureyşidir- bu günde çıksa Halife olsa, kimse diyemez ki bu halife değil diye! Hele de Kureyşi bir ehil kimse bulunamaz veya da Nakibül Eşraf yani seyyid ve şeriflerin uluları toptan biat eder, cülus töreninde hılatı bizzat giydirirler, yani bir manada haklarından feragat ettiklerini izhar ederlerse! Osmanlı’daki gibi..



Lakin Hacc eminliği ve emirliği elinde olmak adeta farizasıdır Hilafet’in!.. Olmazsa olmazlarındandır..



Bakınız, Osmanlı Hilafeti devrinde üç kıta ve Akdeniz ve daha nice yerler Ümmet’in elinde olması bir yana, ta ötelerden uzak memleketlerden veya deniz aşırı beldelerden veya Sumatra ve Madagaskar gibi adalardan, veya arada Safevi İran gibi kafir zındık devletlerin olduğu, merkezle direk hududu olmayan yerlerden gelen mesela Turani ve Hindistanlı hacılar için bile emniyet temini için neler yapılmıştır neler! Mesela, deniz yoluyla gemilerle Hacc seyahati yapan Uzak Asya Müslümanları, Sumatra, Açe, Burma, Hint Gücerat vs Müslümanlarının Portekiz’li Haçlı sömürgecilerin işgal ve yağmalarından dolayı İstanbul’a mektuplar yazarak “Halifemizsin yardım et” feryadlarına mukabil sadaret oraya Hint Okyanusu’na defalarca donanma yollamış ve Portekiz Haçlısı’na haddini bildirmiştir. En muvaffak olanı da Kurdoğlu Hızır Reis kumandasındaki Açe seferidir.



Osmanlı Leventleri’nin Sumatra’da kurdukları askeri ocaktan yetişen yerli çekik gözlü Müslümanlar kendi donanmalarını kurmuş ve uzun süre Haçlılar’a karşı gazayı devam ettirmiş, hatta liderleri ile beraber tüm Endonezya’lı leventler şehid oldukları zaman, reislerinin hanımı olan Mala Hayati isimli Mücahide hanım, sadece kendisi gibi şehit karılarından kurulu bir donanma kurup dul kadınlar ordusu ile Singapur boğazında hepsi de şehide olana dek terör estirip Portekiz Haçlı donanmalarına saldırılara devam etmiştirler!



Kadim Anadolu’daki -Aşıkpaşazade’de geçen- “Baciyan-ı Rum” hanım gazilerine veya günümüzdeki “Kara Dul Çetesi” de denen hanımlar cihadına benzer şekilde gaz etmiş bu “er kişi” sayılacak yiğit kadınlara da bir kez daha rahmet dileriz.. Mala Hayati hakkında trt’de yakınlarda bir de belgesel yayınlanmıştı, arşivlerden netten bulunabilirse mutlaka izlenmesini tavsiye ederiz..



Hülasa, Allah Teala’dan bu fitnenin tez zamanda bitmesini niyaz ederiz. “Emirel Müminiyn” hazretlerinin emru fermanı mucibince amil olunmasını; yani Irak İslam Devleti grubunun Suriye’de daha fazla fitne olmadan çekilip Irak’da, Suriye Nusret grubunun da Suriye’de küffara karşı şanlı bir cihad ortaya koyup kardeşlik hukukuna riayet edildiği vahdet günlerini görmeyi dileriz..



İnşaAllah bazı harici ve ahmak kimseler gidip de Işid saflarına doluşmaz ve oradaki haricileşmekte olan o kardeşlerin mizacının daha da bozulmasını kışkırtmazlar; ve İnşaAllah bazı batılı ve sair tağutlara çalışan hainler de, Nusret’le dirsek teması olan bazı diğer gruplara sızmaz ve bu fitneyi körüklemezler!



Ama her halukarda İnşaAllah bu fitne kısa sürecek ve büyümeyecektir.. Zira bazen bazı insanların mizacı veya akidesi tahrif olsa da, kaynaklar tahrif olmuyor, Din ortadadır, Ehli Sünnet aşikardır, Edille-i Şer’iyye bellidir, ve Ümmet’in tarihi ve çıkartılacak dersleri de malumdur..



Bakınız meşhur fabl hikayecisi La Fontaine bile İslam Ümmeti’nin “tek Devlet Tek Sancak tek Emir” Usulü’ne sahip oluşuna olan hayranlığını şu hikayesinde ifade etmiştir:



“YÜZ BAŞLI EJDERHAYLA YÜZ KUYRUKLU EJDERHA



Bir gün Türk Padişah’ının elçisi Alman İmparatoru’na gelmiş. Tarihlerin yazdığına göre bu elçi imparatora kendi padişahını övmüş.

-Bizim Sultan, demiş; çok daha kudretlidir sizin imparatordan. Alman’ın biri üstelemiş;

-Bizimkinin öyle beyleri vardır ki, her biri bir devletin başıdır! Her bey ayrı bir ordu çıkarır!

Türk elçisi uyanık adammış, lafın altında kalmamış;

-Evet, demiş; duymuşluğum var; başlarına buyrukmuş sizin beyler.

Ama bakın, bu durum ne getirdi aklıma. Olmayacak bir şey geldi aklıma; olmayacak bir şey ama oldu; ben gördüm. Çitle çevrili bir yerde oturuyordum.

Bir de baktım yüz başlı bir ejderha! Yüz başını birden geçirdi çitin telleri arasından.. Sen gel de korkma! Kanım donacaktı neredeyse!.. Ama korktuğumla kaldım o başka..

Ejderhanın başları girdi, gövdesi çitten içeri giremedi! Bitti derken bu korkulu rüya..

Bir de baktım bir başka ejderha; bu seferki tek başlı yüz kuyruklu!

Geldi çitin önünde durdu. Ben başladım ecel terleri dökmeye.. Bu ejderhanın tek başı giriverince bir delikten, gövdesi, kuyrukları muyrukları süzülüp geldi ardından.. Deliği açtıkça açaraktan..

Anladınız mı ne oluyor bu iki ejderha?

Biri sizin imparator, biri bizim padişah!.. “



“Hem Demokrasi küfürdür deyip hem de istemeden de olsa Demokrasilerdekine benzer tavırlar ortaya koymak”, büyük emirden habersiz veya rızası dışında işler yapmak, büyük emir’in caiz buyruklarına riayet etmemek, Büyük Emir’i itibarsızlaştıracak veya başka başına buyrukluklara da ön ayak olacak, bunu adeta teşvik edecek türden adımlar; hem haram hem de görüldüğü üzere batı tarzı ve bölen parçalayan bir tavırdır.. Velev ki niyet kötü olmasa da!



Kaldı ki ilk firarlarındaki hatalarına şimdi bir de Emire hakaret’i eklemişler ve tekfircilikten hariciliğe sıçrama yaptıklarını da ortaya koymuşlardır..



Hem, sen bu gün emirül ümera’dan firar edersen, bu firar üzerine bir teşkilat-emirlik kurarsan, yarın bir astın da çıkar sana aynısını yapar, sonrakiler de ona.. Bir filmde görmüştüm, bir kralı deviriyorlar darbe ile ve haksız yere, diyordu ki size de bu olacak, dediği gibi de çıkıyordu, bunlar senaryo olsa da geçmişte hep yaşanmıştır. Sen bir yalan üzerine bir iktidar kurarsan senin de iktidarını bir astın çıkar yalan eder..



Hadi oldu ki böyle bir ayrılıkçılık yapıldı, o halde gidip direk küffar ile cenk edilmelidir, ayrılılan taraf hatalı da görülse neticede müslümansa ona vurmamalı kardeş kanı akmasına, ki, Kabe’den bile daha muhteremdir Mümin nefsi, buna vesile olmamalı ve böylesi bir dahili savaşa iştirak etmemelidir.. Hatta, diyelim ki karşı taraf tekfir edildi; aha ortada Rus ve Çin ve arka plandan İsrail ve Amerika Avrupa destekli olan Safeviler-Nuseyri Baasçılar ve Pkk dururken, diğer kimselere ilk vuran olmamalı, mazlumlarla savaşı öncelememelidir, zalimin büyüğü dururken küçükleri ile -hani yani, varsayalım ki öyle karşı taraflar- harbe tutuşma gafletine düşülmemelidir. Veya herhangi bir kafirle dereyi geçene kadar herhangi bir meşru anlaşma yaptılar diye tekfir etmemeli ve emana riayet edilmelidir. Asrı Saadet’ten beri Ümmet zaman zaman bazı kafirlerle de bazı başka kafirlere karşı geçici ve menfi işbirliği yapagelmiştir, bu belli şartlarla zaten caiz ve mantıklı bir fiildir; tarihte defaatla yapılmıştır..



Allahu Teala hepimizi ıslah etsin, hidayetimizi, feraset, basiret ve ilim ve hikmetimizi ve de uhuvvetimizi artırsın..

Tüm Ehli Sünnet Müslümanlara vahdet ve zaferler nasip etsin; kafirlere zındıklara ve de ahmaklara fırsat vermesin!..

Akıncı

Psikolog-Tarihçi
 
bilalmuhacir Çevrimdışı

bilalmuhacir

Üye
İslam-TR Üyesi
Kardeş maşallah ya çok hoş ve hikmet dolu bir yazı olmuş Allah emrini arttırsın...
 
Üst Ana Sayfa Alt