Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İSLAM KARDEŞLİĞİNDEN ÖNCE; HANGİ İSLAM?

Ö Çevrimdışı

özgürlüğe hasret

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hamza Er


İslam kardeşliğinin önündeki engelleri, Müslüman kardeşlik bağını zedeleyen unsurları konuşmadan önce şu suali sormamız gerekiyor. Hangi İslam, hangi Müslüman?
Belki ilk başta tuhaf gelecek olan bu sorunun cevabı verilmeden, sonra ki adıma geçilmesi mümkün değildir.
Neden tuhaf gelecek, çünkü İslam tektir, doğru tektir. Bu dinin kaynakları Kur'an ve O'nun hayat bulmuş hali olan sünnet elimizdedir. Birden fazla İslam mı var ki böyle konuşuyorsun diyenler çıkabilir.

Evet İslam dini tektir. Ama onu kaynaklarından kopartarak, bu dinin hükümlerini belirleyen Kuran ve sünnetten kopartarak gerçekleştirilen muharref yorumlar çoktur. Hayata Allah(c.c.)'ın bakmamızı istediği yerden bakmayı reddettiği halde Müslüman olduğunu beyan edenler çoktur.

Bu dini kaynaklarından öğrenebilme endişesi taşımadan, iddia etmiş olduğu Müslüman kimliğinin neyi gerektirdiğini lütfedip araştırmayanlar, büyük bir kolaycılıkla, kendilerine sunulan ve işine gelir bir şekilde sunulan bu muharref yorumların, çekici ve süslü yorumların peşinden gitmişlerdir. Ve adeta spastik Müslüman tiplerini oluşturmuşlardır.

Kelle hesabına göre bir buçuk milyar olarak tanımlanan ama içlerinde akide bağının olmadığı, isimleri Hans ve Mary olanlardan hiçbir farkı olmayan bu kişilerle, sadece bir kimlik kartında yazan gerekçelerden dolayı kardeşlik hukuku meselesini gündeme getirmemiz beklenmemelidir.

Bu sayının içinde yer alanların bir kısmının da işlediği uyuşturucu kaçakçılığı, çocuk ve kadın tüccarlığı, tavuk gibi adam öldürmek ve topraklarını yabancılara peşkeş çekmek gibi olumsuz davranışları, kardeşlik hukukuna zarar veren davranışlar içerisinde değerlendirmek hikmetsiz bir bakış olur. Bu konular tevhid ve şirk toplumunun özellikleri içerisinde açıklanırsa bir anlam kazanır. Tevhid toplumunun özellikleri, şirk ve cahiliye toplumunun özellikleri...

Sınırları daraltarak, yüzde doksan dokuzu Müslüman olarak tanımlanan bu coğrafyada yaşayan insanlara baktığımızda da durum bundan farklı değildir. Bu topraklarda, her alanı kuşatmış olan hakim sistemin sebep olduğu çarpıklıkları mı anlayacağız Müslüman kardeşlik bağını zedeleyen davranışlar derken...

Çek-senet mafyası, hırsızlık ve gasp eğilimi, vakit ve kalpleri meşgul eden TV., birbirlerini döner bıçakları ile kesebilecek kadar takım tutma fanatizmi, müstehcen yayınlar ve rahatça ulaşılan fuhuş ve zina evleri; evet bu olumsuzluklar halkı %99'unun Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede gerçekleşiyorsa, bu ifsada meyledenler yine bu oranın içinde ki fertlerse bu kimlik kartı hesabında bir yanlışlık var demektir.

Böyle bir tablo karşısında bizim konuşmamız gereken, İslam kardeşlik hukukuna zarar veren davranışlar değil, sahih din anlayışına olan ihtiyacın önemi olmalıdır. Doğumu ile ölümü arasında ki zaman diliminde neden yaratıldığının şuuruna varamayan, kulluk görevlerinin farkına varamadan ölen milyonlarca nüfusun heba olan hayatları olmalıdır konuşulması gereken. Bugün çatışma ve kargaşa olarak görülen sorunların temelinde işte bu yatmaktadır. Allah'a ve bizler için belirlediği hayat tarzına tam teslim olamamak, iddia edilen Müslüman kimliğinin neyi gerektirdiğinin sıkıntısı ve derdini taşımamaktır.

Eğer bugün bir buçuk milyar Müslüman nüfustan söz ediliyorsa, ve bu sayı yeryüzünde tevhid nizamının egemenliğine sebep olamıyorsa, yapılması gereken hesabın kelle hesabı olmayacağı anlaşılmalıdır. İçerisinde yaşadığımız şu topraklarda % 99 'u Müslümana tekabül eden sayı İslam toplumu olarak tanımlanamıyorsa, yapılması gereken hesabın kimlik kartı hesabı olamayacağı aşikardır.

İslam dairesine girerken söylenen sözün, kelime-i tevhidin anlamını sindirmiş, hayatın ve ölümün sadece Allah için olması gerektiğine iman etmiş, Allah ve Rasulü bir konuda bir hüküm verdi mi, başka bir hükme asla meyletmeden onlara sımsıkı sarılan fertler olan Müslümanların, kendi aralarında ki ayrılık ve sorunları kastetmekteyiz, kardeşlik hukukuna zarar veren davranışlar derken.

Ashab-ı Kiram Kur'an'ın kedilerine, içlerinde bulundukları topluluğa Allah(c.c.)'ın ne buyurduğunu, kendisinin ve toplumun yaşadığı hayat hakkında ne dediğini öğrenmek için yaklaşıyorlardı. Savaş alanında emri uygulamak için bekleyen bir asker gibi, Allah(c.c.)'ın vahyini duyar duymaz, amel etmek için hemen alırlardı. Çünkü Kur'an, amel etmek niyetiyle bilgilenmek isteyenlere kendini açıyordu. Kur'an insan hayatında ki cahiliye davranışlarını terk ettiriyordu. Kur'an bizden ne yapmamız gerektiğini istiyordu. İşte o ilk öncü nesil böyle yaklaştı Kur'an’a, ve tarihe asrı saadet olarak geçen örnek bir nesli oluşturdular. Onların gıpta ile baktığımız kardeşlik ilişkilerinin altında bu yatıyordu. Tam teslimiyet, yakin bir iman ve sonuna kadar fedakarlık.

Bir de, İslami söylem ve hedeflerle yola çıkmış kişi ve yapılar arasında ki sorunları sıkça dile getiririz. Neden Müslümanlar ayrı, ayrı, neden bölünmüşüz gibi suallerle çokça muhatap oluruz. Bunu da, sahih din anlayışına sahip olunmaması olarak tanımlamak gerekir. Çıkar, menfaat, rant, sahip olunan imkanların kaybedilmesi, dinin öz mesajına ilişkin anlam kaydırmaları ve kavram kargaşalarını peşinden getirmiştir.

Bugün lat, menat ve uzza'nın önünde tazimde bulunan, hübelin yasalarına bağlı kalacağına yemin edenler ile, arkasını dönüp göz kırparak "şişt ben de sendenim çaktırma" dediği için bir arada olmam beklenebilir mi?

Yasir ailesini, Sümeyyeleri katleden Ebu cehiller ile, Ebu lehebler ile, diplomasi adıyla gülücüklü fotoğraflar çektirenler, onların kanlı ellerini sıkanlar ile mi beraber olacağım.

Allah(c.c.)'ın açık bir emri olan tesettürü, teferruat cümleleri ile ihlal edilmeye müsait hale getiren, ulusalcı söylemleri, ümmet anlayışının önüne geçen anlayışın sahipleri ile ayrı gözükmemden daha normal ne olabilir.

Veya dinin asıl kaynağından öğrenilmesini engelleyen, direkt insanlığa yapılan apaçık emir ve nasihatleri perdeleyenler, efsaneler, olağanüstü konular ve gaybi meseleleri dinin temeline oturtan söylem sahipleri ile, bu hal üzere ısrar ettikleri müddetçe ortak çalışma nasıl yapabilirim.

Müslüman mahallesini işgal etmiş haramiler mahallemizi yakıp yıkıyorken, komşularımızı öldürüyor, mahallenin kadınlarının namusuna el uzatıyorken, sırf mahalleye muhtar olabilmek için haramilerle kirli pazarlıklar yapan zilleti tercih eden fertlerle dost kalınması beklenebilir mi? Top yekun tüm mahalleliyi örgütleyerek, haramileri oradan kovmak için kavga yaparken, savaşırken, haramilerin safında yer alan bu kirli kişilerin zarar görmesi neden kardeş çatışması olarak tanımlanıyor ki...


İslam kardeşliği, ortak hedefe ortak yöntemlerle ulaşmaya karar vermiş, gönlünü, kulağını, gözünü Allah (c.c.)'a açmış, teslim olmuş, Mü'min olmuş kişiler arasında oluşturulur. Bugün yeryüzünün farklı coğrafyalarında yaşayan Müslümanlar, yitik ümmetin bir parçasıdır. Tek bir emir, idare çevresinde toplanılmış değildir. Tek ses ve yürek olamadığımız vakıadır.

Bunun aşılabilmesi için, ana hedef ve o hedefe götüren yöntemde ittifak aranması gerekir. Hak bir yönteme, batıl araçlarla gidilemez. Vahyin referans alınacağı bir topluma, vahye aykırı araçlarla gidemeyiz. İşte özellikle günümüz de bunun sorgulanası gerekmektedir.

Gelin imanlarımızı ve yola çıkış sebeplerimizi gözden geçirelim. Ne adına, neye ulaşabilmek için yola çıktık. Yayınladığımız gazetelerimiz, dergilerimiz, bastığımız kitaplar, paneller, konferanslar, dernekler, vakıflar ve tüm faaliyetlerimiz ne için... Hükmü Allah'a ait kılma konusunda ki sözlerimizde kararlı mıyız? Allah ve Rasulünün çizdiği hayat sınırlarını tek ve öncelikli olarak kabul etme konusunda ki samimiyetimiz nedir? Tavizsiz, ilkeli bir İslam’i duruşu ne pahasına olursa olsun sağlamaya hazır mıyız? Allah(c.c.)'ın sevmemizi istediğini sevmeye, sevgi besleyemeyeceğimiz olanları sevmemeye razı mıyız? İslam dışı olanları Veli ve vekil tayin etmeme hassasiyetimiz halen diri mi? İşte bugün halının altına süpürerek yüzleşmekten korktuğumuz bu gerçekler, Müslümanlar arasında yaşanan anlaşmazlıkların ana sebebidir.

Asgari olarak, yola çıkış amacında ortak cevapları veriyorsak, bu kutlu amaca ulaşabilmek için yine kutlu yöntemleri kullanma noktasında hassassak, o zaman kardeşçe, beraberce, omuz omuza güzel işler yapabiliriz demektir.

Emperyalistlerin küresel haçlı ittifakını kurduğu şu dönemde, Müslümanların küresel iman ittifakını gündeme taşımaları gerekir.

Evet bugün her zamankinden daha fazla muhtacız, Küresel Tevhid ve Adalet ittifakına...
 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Müslümanlarla Uğraşmayın!

bismilah.jpg



Müslümanlar arasında sıklıkla, "kâfirleri bırakıp, Müslümanlarla uğraşmamak gerekir" türünden serzenişler yapılmaktadır. Bu serzenişi yapan kimseler, özetle şöyle demektedirler: Bir Müslüman, diğer bir Müslüman kardeşini eleştirmemelidir. Bunun yerine, Müslümanlar var güçleriyle 'düşmanlarını' yani kâfirleri, İslam'ı her türlü imkânla yasaklayan 'şer güçleri' hedefe oturtmalıdırlar. Yeryüzünde İslam'ın yaşanmasını kâfirler engellemektedirler. Siyasî, askeri, parasal ve kalem gücüyle İslam'ı engellemeye çalışanlar dururken, bir müslümanın, sonuçta kendisi gibi olan diğer bir din kardeşini eleştirmesi doğru değildir! Müslümanlar kardeştir. Müslüman, kardeşiyle uğraşmamalıdır!

Şimdi bu söylemin haklı ve haksız taraflarını tartışmaya açmalıyız.
Bir müslümanın, Müslüman bir kardeşini eleştirmesi hem iyidir, hem de kötüdür. Ama her şeyden önemlisi, öncelikle, kimin Müslüman olduğunu bilmektir. Kim müslümandır, kim değildir? Eğer itikadları ve amelleri Kur'an'a dayanan, imanlarına 'zulüm' karıştırmayan, İslam dışı ideolojileri din edinmeyen iki Müslüman grup varsa, gerçekten de bunların birbirleriyle didişmeleri doğru olmaz. Hatta böyle bir didişme, Kur'an dilinde fitne olarak anılır. Çünkü Mü'minler birbirlerinin velisidirler. Birbirlerine velayet bağı çerçevesinde davranmayan Müslümanlar, Allah'ın gazabını davet ederler. (8/Enfal, 73).

Aslında, ifade etmeye çalıştığımız gibi iki veya daha fazla Müslüman grubun olması bile kendi içinde kavramsal bir çelişkiyi ifade eder. Çünkü akidesi ve ameli İslam'a dayanan iki Müslüman fırka olamaz, bunlar sonuçta bir tek fırka, İslam ümmeti fırkasıdırlar. İki ayrı fırka görünümleri, yine kendi hatalarıdır ve iletişimsizlik veya kaygısızlıklarının sonucudur. Kur'an ve sünnetin böyle bir fırkalaşmayı men eden bütün uyarılarına rağmen, farklı isimler almış iki ve daha fazla İslami zümrenin var olduğunu farz edelim. Bu durumda bu zümrelerin birbirleriyle uğraşmaları gerçekten de yersizdir. En hafifiyle, incitici bir durum olur. Birbiriyle didişen Müslümanların güç ve kuvvetleri eksilir. (8/Enfal, 46). Zayıf düşerler. Kâfirler tarafından kolay yutulacak lokmalar haline gelirler.

Müslümanlar, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edecekleri yerde, birbirleriyle niza'a tutuşmaları, kısır çekişmelerle birbirlerini yıpratmaları helal değildir. Hep birlikte, topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak, Allah'ın Müslümanlara yüklediği bir vecibedir. Böylece fırkalara ayrılmaktan da korunur müslümlanlar.

Fakat sorun şuradadır: acaba kim müslümandır? Din kardeşiyle uğraşmakla suçlanan bir mlüslümanın 'uğraştığı' kimse acaba gerçekten Müslüman mıdır? Burada, kimlerin hangi kıstaslara göre Müslüman sayılacağının uzun analizlerini yapacak değiliz. Fakat sanırım, hiç kimsenin reddetmeyeceği bir gerçek vardır. İslam ve Müslüman kelimelerinin ardına sığınan ve bunu sonuna kadar kullanan insanlar vardır. İhlâs, tekbir, cihad gibi İslam terimlerinin ardında ne kadar gayri İslami işler saklanmaktadır. Nice İslami görüntülü nifak kurumları mevcuttur. Müslümanları kâfirlere karşı daha duyarsız hale getirmeye çalışan, İslami siyasî bilinci dumura uğratmakla mükellef nice öbekler bulunmaktadır. İncil'deki söz gibi, ağaç kesen baltanın sapı yine bir ağaçtır. O zaman, ağaçların, kendisini kesen baltanın sapından hiç şikâyette bulunmaması mı gerekir? Eğer Allah tarafından Peygamberine imha edilmesi emredilmeseydi, adı 'mescid' olan bir nifak kurumu, Mescid-i Nebî'nin hemen yanı başında kurulmuş ve İslam cemaatinin sonunu getirmek için faaliyete koyulmuş olacaktı.

Şu halde, 'kardeş' denilen grupların gerçekten Müslüman ve kardeş olup olmadıklarının tespiti önemlidir. Bu noktada, "bizler insanların imanını ölçecek aletlere sahip değiliz" gibi itirazlar da geçerli değildir. Çünkü biz insanlar zahire bakarak, insanların Müslüman mı kâfir mi oldukları hakkında bir kanaate varacak, hiç değilse genel ölçülere sahibiz. Söz konusu olan, insanların imanını ölçmek değil, insanların Müslüman mı değil mi oldukları hususunda bir fikir sahibi olmaktır.
İslam'la ilgisini ve Müslümanlara karşı tutumunu tartışmaya açık bulduğumuz kişi ya da grupları hem de kıyasıya eleştirmek, 'Müslümanlarla uğraşmak' olarak adlandırılamaz. Eğer ortada bir fısk ve fitne varsa, en azından, eleştirilmesi zaruri görülen ciddi bir sapma varsa, duygusal gerekçelerle eleştiriden vazgeçmek, hakkı söylemeyip dilsiz şeytan olmaya razı olmak demektir. Mekke'nin fethine hazırlık safhasında, Mekke ileri gelenlerine haber uçurmaya çalışan Hatıp b. Ebi Beltea bir müslümandı. Mekke'deki yakınlarını korumak güdüsüyle böyle bir girişimde bulunmuştu. Allah Rasûlü ve Müslümanlar Hatıb'ı eleştirmemeli miydi? Hatıb'ı eleştirmek Mekke kâfirlerinin ekmeğine yağ sürmek anlamına mı geldi? Peygamber (a.s) ve Müslümanlar, kâfirleri bırakıp müslümanla uğraşmış mı oldular? Görüldüğü gibi bunları sormak bile son derece saçmadır. Peygamber ve ashabı hem kâfirleri bırakmadılar, hem de bir müslümanı, hak ettiği kadar eleştirdiler. Ama Peygamber (a.s)ın, Hatıb'a bir ceza vermemesi de önemlidir. Bu da bize, eleştirideki sınırları öğretmektedir.

Günümüzde Hatıb'ın imanıyla kıyaslanması bile mümkün olmayan birçok insan Müslümanlara uzak, İslam düşmanlarına yakın durmaktadır. Bu insanların gerekçeleri kendilerince haklı olabilir ama gösterdikleri gerekçeler her zaman kendilerini doğrulamaya yetmemektedir. Minareyi çalan, kılıfla onu saklamakta(!) hazırlıklı değil midir? Bu insanların Hatıb kadar bile eleştirilmesine tahammül edemeyenler, demek ki bu sefer kendileri, niyetlerinin sorgulanmasını hak etmektedirler.

Din anlayışı, Kur'an'a, Peygamber'e ve ahirete bakışı, itikad ölçüsü v.b. gayri İslami olan meşrepler hiçbir 'kardeşlik' adına savunulamaz. Böylesi bir yanlışlık, ilk görüldüğü anda derhal eleştiriden hak ettiği payını almalıdır. Hiçbir insanın itikadi sapması, gerekçesi ne olursa olsun masumlaştırılamaz. Zira Allah'ın hatırı, 'din kardeşi' denilen ama bâtıl itikadlar edinmiş kimselerin hatırından daha azizdir.

"Kol kırılır yen içinde kalır" mantığı elbette yerine göre doğrudur. Yine Allah Rasûlü'nün döneminden örnek verecek olursak, Tebük savaşından geri kalanlardan biri olan Ka'b b. Malik, kelimenin tam anlamıyla bu sözün güzelliğinin timsalidir. Evet, Ka'b'ın 'kolu kırılmıştır', yani Kab'ın başına, -tamamen kendi iradesiyle olsa da- bir iş gelmiştir. Ama Ka'b, kolunu 'yen' içinde bırakmayı bilmiştir. Bir hıristiyan melikten davet mektubu aldığı halde, İslam cemaatini terk etmemiş, Allah, Rasûlü ve mü'minleri hiçbir şeye değişmemiştir.

Bununla beraber, "kol kırılır yen içinde kalır" sözüyle çok zaman, kendini İslam'a nisbet eden birçok kişinin metodik hataları, siyasî duruşları ve itikadi sapmaları aklanmak istenmektedir.

İslam anlayışı özürlü, Kur'an ve sünnete bakışı şirk içeren, İslam'ı sivil demokratik bir sivil toplum faaliyetine indirgeyen anlayışlarla Allah'ın koyduğu ölçüler çerçevesinde ve Peygamber'in sünneti ışığında sonuna kadar mücadele edilmelidir. Hiçbir 'kardeşlik' söylemi Müslümanları bu mücadeleden engelleyemez. Muaviye'nin askerleri gibi, başı sıkışan pek çok kişi, kaleminin ya da dilinin ucuna Kur'an ayetlerini takarak, çıkış yolu aramaktadır. Müslümanlar, İslam anlayışlarını düzeltmeden zaten hiçbir İslami mesafeyi kat edemezler. İslam sadece kâfirlerle mücadele etme dini değildir. İslam, yeryüzünde fitnenin kalmamasını, Din'in tamamen Allah'a has kılınmasını sağlama dinidir. Fitnenin kalmasına destek veren, Din'in Allah'a has kılınması önünde küçük veya büyük, az veya çok engel olan herkes ve her kurum, Müslümanlar tarafından yeterince eleştirilmelidir. Hem böylece Müslümanlar, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmadıklarını da göstermiş olurlar.

Allah düşmanlığı aşikâr olan kâfirlerle mücadele etmek -göreceli olarak- daha kolaydır. İslam görünümlü olup, gayri İslami unsurlar taşıyan fikir gruplarıyla mücadele etmek daha zordur. Çünkü bu işin, Müslüman kardeşiyle uğraşıyor, Müslümanları sevmiyor dedirtmek gibi 'büyük' riskleri var. Kuşkusuz buna rağmen, aziz Allah'ın aziz dinini en yalın biçimde anlatmak adına, bu 'büyük' riskin altına girmek şerefli bir iştir.

Müslüman olduğundan kuşku duymadığımız kişi ya da gruplar ise bizim kardeşimizdir ve eleştiri ve sevgi, yergi ve övgü bakımından ona göre bir tutum belirlememiz gerekir. Peki, kardeşimiz eleştirilemez mi? Elbette eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Bununla beraber, Müslümanlar eleştirellik ahlakında zaaflardan kurtulmalıdırlar. Her eleştiriyi düşmanlık gibi algılamak, bir kişilik zaafı olsa gerektir. Hiçbir Müslüman, eleştirilmekten masun değildir ve bundan korkmamalıdır. Sahabenin Rasûlullah (sav)'e "ya Rasulallah, bu sizin kendi görüşünüz mü, yoksa hakkında vahiy mi indi?" diye sorması, Peygamber'in kararının kendi re'yine dayandığını anladığı an, eleştirmekten çekinmediğinin kanıtıdır. İslam'ın Peygamber telakkisi buyken, onun dışındaki Müslümanlar eleştiriden nasıl rahatsız olabilirler?

Müslümanların birbirlerini eleştirmesi, hakkı ve sabrı tavsiye ilkesinin bir parçasıdır. Ancak eleştirilerle doğruya ulaşılır, yanlışlardan dönülür. Hele de büyük ideolojik yanlışların yapıldığı durumlarda Müslümanlar, sırf "kardeşimizdir, birbirimizi hırpalamamalıyız" gibi ilkel gerekçelerin ardına çekilerek, eleştiriden vazgeçemezler. İki müslümanın, Allah'ın gazabını kazanması, eleştirdikleri için birbirlerini 'incitmiş' olmalarından daha ağır bir sonuçtur. Dolayısıyla Müslümanlar, eleştiri görevinden feragat edemezler.

Eleştiri bir lüzumsuzluk değildir. Müslümanın müslümanla didişmesi değildir. Başka işi kalmayıp da, müslümanla uğraşmak hiç değildir. Eleştiri bir lütuf da değildir. O bir görevdir. Allah rızası için olduğu müddetçe bir ibadettir. Eleştiriyi ancak, nefsini olgunlaştırmamış, duygularına yenik düşen insanlar hakaret, kötüleme ve saldırı olarak algılarlar.

Bununla beraber, eleştirinin eleştirisinde çok haklı olunan bazı hususlar vardır. İlk olarak, her eleştiri eleştiri değildir. Bazı eleştiriler gerçekten insanı günaha sokucu cinstendir. Yani hata yapan bir müslümanı, hatasını hatırlatıp vazgeçmesini sağlamaktan ziyade, kışkırtıp tahrik edici niteliktedir. Eleştiri yapan kimse, insan hissiyatından anlamalıdır. Bir kişiye bir şeyin münker olduğunu söylemenin tek bir biçimi olamaz. O halde bizler en uygun biçimi bulmakla mükellefiz. Kur'an'ın hikmet ve güzel öğüt vurgusu buna delalet etmektedir.

Eleştirirken kasıt üzüm yemek olmalı, bağcı dövmek olmamalıdır. Amacımızın üzüm yemek olduğu şöyle de anlaşılabilir. Eleştirdiğimiz 'kardeşimizin' bir tane bile olsa iyi bir hasleti vardır ve onu da takdir etmelidir. Sürekli eleştiri, hep eleştiri, her şeyi eleştiri ister istemez, eleştiricilerle ilgili niyet sorgulamasını beraberinde getirir. Salih bir amelinin yanında olduğumuzu göstermek, eleştirdiğimiz kardeşimize güven verecek, niyetimizin sıhhatini gösterecektir.

Eleştirimizin biraz estetik olmasında da bir sakınca yoktur… Bazen eleştiri küçük bir beden diliyle, bazen hoşnutsuzluk bildiren bir yüz ifadesiyle, bazen de hiçbir şey demeyerek, suskunluk diliyle yapılabilir. Peygamber (a.s)ın, rivayet edilen öyle eleştirileri var ki, ilgili kişiyi adeta kahretmektedir. O eleştiride Allah Rasûlü sadece beden dilini kullanmıştır. Eleştirirken dilimiz her zaman, illa ki zehirli iğne gibi olmak zorunda değildir…

Hasılı, eleştiri her zaman yerinde olmayabilir. Eleştirenlerin de eleştirilmesi kaçınılmazdır. "Eleştiriyorum öyleyse haklıyım" diyemeyiz. Ayrıca, eleştirilecek bir durum fark ettiğimizde, büyük bir hışımla ve vakit kaybetmeden üzerine gitmek de gerekmeyebilir. Biraz sabır, biraz beklemek ve biraz olanı biteni anlamaya çalışmak, eleştirinin selameti açısından iyi olabilir. En önemlisi de, eleştirirken hata yapmışsak, özür dilemek en büyük erdemdir.

Sonuç olarak eleştiri, yerine ve zamanına göre yapıldığında, hayırlı niyetlere dayandığında son derece güzel bir beceridir. Eleştiriden çekinmemek gerekir. Önemli olan yapıcı olmak ve Allah rızasını bir an bile göz ardı etmemektir. Müslümanlar kardeşse -ki öyledir- eleştiriyle bu kardeşlik pekişmelidir. Kardeş olmayan 'müslümanlar' varsa, onların da ipliğini pazara çıkarmak yine İslami bir görevdir.
Eleştirilerimizde haklı olmak, hakka dayanmak ve hakkı gözetmek gerekir. Eleştirilerimiz kırıp dökmek için değil, hakikatin ortaya çıkması için olmalıdır. Unutmamalı ki, evinin içini tertemiz yapmayanlar, sokağa nizam veremezler.


Mehmed DURMUŞ
 
cafer tayyar Çevrimdışı

cafer tayyar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
bugün, müslümanlar birbirlerini usulüne uygun eleştirmek yerine kırıp döküyorlar. beri tarafta Allah'tan bihaber, peygamberimiz efendimiz hz. muhammed mustafa (s.a.v)'yı bilmeyen ya da bilip de sevmeyen dinsiz insanlar müslamanlara cephe almışlar, olanca güçleriyle çalışıyorlar. şeytan da onların yardımcılığını yapıyor. bence, ne olursa olsun, müslümanlar birbirleriyle kapışmak yerine birlik olmalı ve bu dinsizlerle mücadele etmelidirler. onların şeytanları varsa bizim Allah'ımız var. öyle bi zoruma gidiyor ki, bu insanların o pislik ağızlarıyla Allah'a, peygambere sövmeleri. dinin şiarına hakaret edip durmaları, anama sövseler bu kadar zoruma gitmez. onlara aynı şekilde karşılık vermek geliyor içiimden ama çirkinleşmekten korkuyorum. Allah'ın ve yarattıklarının laneti böyle insanların üstüne olsun. amin
 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
bugün, müslümanlar birbirlerini usulüne uygun eleştirmek yerine kırıp döküyorlar. beri tarafta Allah'tan bihaber, peygamberimiz efendimiz hz. muhammed mustafa (s.a.v)'yı bilmeyen ya da bilip de sevmeyen dinsiz insanlar müslamanlara cephe almışlar, olanca güçleriyle çalışıyorlar. şeytan da onların yardımcılığını yapıyor. bence, ne olursa olsun, müslümanlar birbirleriyle kapışmak yerine birlik olmalı ve bu dinsizlerle mücadele etmelidirler. onların şeytanları varsa bizim Allah'ımız var. öyle bi zoruma gidiyor ki, bu insanların o pislik ağızlarıyla Allah'a, peygambere sövmeleri. dinin şiarına hakaret edip durmaları, anama sövseler bu kadar zoruma gitmez. onlara aynı şekilde karşılık vermek geliyor içiimden ama çirkinleşmekten korkuyorum. Allah'ın ve yarattıklarının laneti böyle insanların üstüne olsun. amin

Allah SubHanahu wa Ta'Ala sizden razi olsun, ...

Muhakkak birbirimize kenetlenip tek yumruk, tek yürek ve yek vücüd olmaliyiz, ki asrimizin en büyük sorunlarindan birisi budur. Ama asrimizin yine sorunu olan ve (bence) bu kenetlenmeden daha önemli olan akidevi sapmalari ikinci plana atip, milletin sac, sakali, cübbesi, müzigi, sigarasi, vs. ile ugrasmak. Daha cok önem arz eden konulari birkamisiz. Ve birbirimizi elestirmemiz gereken (müsbet anlamda) ki konulari terk etmesiz. Sakal, sabun, sigarayla biribirimizi bitiriyoruz. Islami mücadelenin ekseni kaymasi ve en büyük hastaliklardan birisi iste budur. Mücadele eger ikinci sinif konular üzerinde yapilip birinci sinif konular üzerinde, (ki bunlar akidevi konulardir) yapilmazsa, o zaman her zaman büyük ihtilaflar ve tefrikalar olacaktir. Mücadele eger dini zemininden yikan ve yikmaya calisan, ILIMLI, UZLASMACI, LIBERAL, SEKÜLER ve TEVHIDI BOZAN VE ZEDELEYEN unsurlar üzerinde yapilirsa o zaman kerdeslik zemini hazirlanir. Eger biz bugün cok ihmal edilen "Emr-i Bi'l Ma'ruf ve Nehyi 'Ani'l Munker"i birakirsak ve elestirinin sart oldugu yerde elestirmezsek, tavrin acik olmasi gerektigi yerlerde kararsizlik ve suskunluk hakim olursa ki bunlar yine AKIDEVI konulardir, o zaman bu "hakki gizleyen dilsiz seytan" tarifine cok uyar ve duygusalliktan dolayi maslahatini gözledigimiz kardeslik baglari, bu konulari elestirmedigimiz icin TEVHIDIMIZIN mefsedetine yol acar, ki bu en büyük felakettir, ...

Wa'l Hamdu-Lillahi Rabbi'l 'Alamiin, ...
 
P Çevrimdışı

PhiloSophiaLoren

Misafir
Bir kaç hafta önce isim vermeden anlatayım. Herkesin bildiği bir kaç zat hakkında merakmı gidermek adına bir ablaya bir iki sual sormuştum. Neden böyle ? Yani neden bu saldırış. Hani bakıyorsun o da müslüman , oda müslüman. Fakat amaç ne olabilir ? Birbirine düşürmekse zaten yeterince ayrıldık, biz - siz olduk. Ve onca alime yapılan iftiralar ve kötü sözler. Kütüphanemizde yerlerini almış zatları şimdi tekfir ediyor sapıklıkla suçluyorlar neden ?

Bir kaç mesel anlattıktan sonra şöyle söylemişti. Amaç alimlere olana güveni birbirlerine olan güven yıkmak.

Peki bunlar ve bunlara inanların sayısı o kadar çok fazlaki bu neden oluyor asıl sebebi nedir ? Bu insanlara bilmiyorlar desek ne derece doğru olur ? Velhasıl aldığım tek cevap :) tebessümdü.Düşünceli bir tebessüm.

Bazen hiç birşey anlamıyorum.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt