Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İSLAMDA ISLAHADİ VE İNKILABI METOD

M Çevrimdışı

mümkündür

Üye
İslam-TR Üyesi
Islahatı Metodlar


“Islah etmek” ifadesi, bilindiği gibi düzeltmek, iyileştirmek, eksiklerini ve hatalarını gidermek anlamına gelmektedir. Mevcut sisteme veya hakim otoriteye karşı ıslahatı yaklaşım ise, bu sistemi yanlışlarından sakındırmak, eksikliklerini gidermek, iyileştirmeye ve güzelleştirmeye çalışmak istikametindeki yaklaşımlardır.
Herhangi bir sistem veya herhangi bir devlet kendisini İslam'a nisbet etmesine ve İslami vasfını taşımasına rağmen, muhtelif konularda fısk ve zulüm içindeyse, aynı coğrafyada yaşayan muminlerin bu devlete karşı yaklaşım metodlan, Islahati olmaktadır. Bu yaklaşımlarda iyileştirmek ve düzeltmek esas alınmakta, İslami vasfını muhafaza eden devletin, hata ve eksiklerden arındırılmasına gayret gösterilmektedir. Devlete ve devlet yetkililerine karşı Islahata hareketi geliştiren müminler, devlete karşı bu hareketi geliştirmelerine rağmen, devleti ayakta tutan temel dinamiklere ve devletin şer'i maslahatlarına bir zarar gelmemesine özen gösterirler. Çünkü amaçları varolanı yıkmak değil, iyileştirmeye ve güzelleştirmeye çalışarak ıslah etmektir,
İslami vasıflarını korumalarına rağmen, değişik konularda bidat ve hurafelere dalan toplumlara da, aynı Islahati metodla yaklaşılmaktadır. Bu yaklaşımlarda toplumların sahip oldukları hak değerlere ve doğru ölçülere hiç dokunulmamakta, sadece bid'at ve hurafelere müdahale edilerek, toplumun böylesi marazlardan arındırılması amaçlanmaktadır.
Köktenci bir yaklaşımla geneli reddetmeden ve geneldeki doğrulan muhafaza ederek, sadece hataların giderilmesini ve eksiklerin tamamlanmasını hedef alan bu hareketler, Islahatı hareketlerdir. Ayrıca şu hususun da açıklık kazanması gerekir ki, Islahatı hareketler veya İslahatı müdahaleler, bir cemaatin varlığına mutlak bağımlı hareketler veya müdahaleler değildir. Islahatı girişimler bir cemaat veya bir grup adına yapılabileceği gibi, bu sorumluluğu idrak eden ferd müminler tarafından da yapılabilir. Çünkü Islahatı girişimlerde yaptırım gücü şart değildir. İslahatı metod istikametinde hareket eden müminlerin sorumluluğu, mutlaka hayra getirmek veya getirmeye zorlamak değil, sadece hayra davet etmektir.


İnkılabi Metodlar


“İnkılap” kelimesi, altüst olma, yıkılma, devrilme, bir halden başka bir hale dönme, değişme anlamına gelmektedir. Dolayısıyle bir sisteme veya bir devlete karşı yönelen İnkılabı hareketler, bu sistemi veya bu devleti altüst etmeyi, yıkmayı, devirmeyi veya bir halden başka bir hale döndürmeyi amaçlayan hareketlerdir.
Herhangi bir coğrafyadaki hakim otorite kendisini İslam'a nisbet etmesine rağmen İslami vasfını yitirmişse veya kendisini İslam'a nisbet etmek gibi bir endişesi olmayan küfri bir otoriteyse, bu coğrafyada yaşayan müminlerin söz konusu otoriteye karşı muhtemel yaklaşımları, inkılabı yaklaşımlar olmaktadır. Çünkü küfür ve şirk temelleri üzerine bina edilen böylesi otoritelere karşı Islahati yaklaşmak, küfür ve şirk üzerine bazı İslami motifleri yamamaya veya tağutu güzelleştirmeye ve gerçek çehresini örtmeye çalışmak olacaktır ki, müminler böylesi yaklaşımlardan şiddetle menedilmektedirler. Müminler böylesi otoritelere karşı İnkılabİ bir metodla yaklaşmakta, küfrün ıslah olmasını veya batılın restore edilmesini değil, sadece ve sadece hakkın ikame edilmesini esas almaktadırlar.
Adem (a.s.)'dan bu yana tevhid mücadelesini dikkate aldığımız zoaman, müslümaniarın küfri otoritelere karşı inkılabı yaklaşımlarını, ferdi ve cemaat düzleminde olmak üzere iki ayrı grupta inceleyebiliriz. Ferdi düzlemdeki inkılabı yaklaşımlar, genel olarak peygamberlerin şahsında gördüğümüz yaklaşımlardır. Cemaat potansiyeline ve cemaatin yaptırım gücüne sahip olamayan peygamberler, küfri otoritelerin karşısına ferd olarak çıkmakta ve küfri otoriteleri hakka davet etmektedirler.
Her türlü şirki ve. küfrü “Sadece Allah'a kulluk” ifadesiyle reddeden bu itibariyle inkılabi bir davettir. Peygamberlerin bu daveti ve bu davete muhatap olan otoritelerin yapısı dikkate alındığı zaman, apaçık olarak görülecektir ki; peygamberle, bu davetlerinde, kısmi eksikliklere veya kısmi yanlışlıklara müdahale etmeye hiç gerek duymadan, hakim otoritenin küfri temellerini hedef almakta ve tavizsiz bir tutumla bu hedeflere yönelmektedirler. Bu tertemiz daveti gündeme getiren peygamberlerin yalnızlığı dikkate alınarak, peygamberlerin bu dönemlerde zayıf ve güçsüz olduklarını zannetmek, apaçık bir yanılgıdır. Çünkü müminler cemaatinin ve mü'minlerin yardımının bulunmadı bu dönemlerde, söz konusu boşluğu dolduran ve Hak'kın davetçisine yardımcı olan merci, Hakkın ta kendisidir. Meselenin bu gerik boyutunu dikkate aldığımız zaman, Hak'kın davetçisi olan müminlerin, sadece Allah'ın yardımıyla başbaşa olduklan bu dönemlerde, gerçekten daha güçlü olduklarını anlayabiliriz. Çünkü mü'minlerin veya müminler cemaatinin yardımında, bazı nedenlerden kaynaklanabilecek zafiyetler olmasına rağmen, Allah'ın yardımında hiçbir zafiyet söz konusu değildir. Nitekim İnsan dergisi yayınlarından olan “Rabbani yol ve Sünnetullah” kitabında açıklandığı gibi, İlahi davetin bu dönemlerinde müstekbirler apaçık ayetler ile Allah'a kulluğa davet edilmekte ve caydırıcı güç olarak Allah'ın sünnetiyle, Allah'ın inkarcı toplumlara karşı dünyevi azabıyla, helakıyla karşı karşıya getirilmektedirler. Nuh, Ad, Semud ve Lut kavimlerinde görüldüğü gibi, peygamberlerin inkılabı davetlerinin neticesindeki inkılap, inkarcı kavimlerle ilgili Sünnetullah'in tecellisiyle meydana gelen inkılaplardır.
Cemaat düzlemindeki inkılabi yaklaşımlar ise, mü minlerin cemaat potansiyeline ve yaptırım gücüne sahip olduklan dönemlerde karşılaştığımız yaklaşımlardır. Çünkü müslümanlar yaptırım gücüne sahip oldukları zaman, buna bağlı olarak fiili müdahaleyle ilgili hükümlerle mükellef olmaktadırlar. Her türlü şerre ve şer gelişmelere karşı, el ile, dil ile ve bunlara gücü yetmiyorsa kalbi buğz ile direnmesi gereken müminler, bu prensibin gereği olarak el ile düzeltebilecekleri bir şerre, sadece dil ile müdahale etmezler. Çünkü esas olan, güç nisbetince hakkın ikame edilmesi ve dolayısıyle batılın yerle bir edilmesidir.
Tabi ki bu gelişmelerde güç mefhumu önemli olduğu gibi, gücün yerli yerinde kullanılması da önemlidir. Güce sahip olmak veya olmamak, müslümanları ne azgınlığa sürüklemeli ve ne de zillete düşürmelidir. İnkılabi yaklaşılması gereken bir yapıya, güce sahip olmadıkları için ıslahatı yaklaşan müslümanlar, zillete meylettikleri gibi, ıslahatı yaklaşılması gereken bir yapıya, güce sahip olduklan için inkılabi yaklaşan müslümanlar da, azgınlığa meyletmişlerdir.
Konumuzla ilgili olarak İslam tarihinde bizlere örnek ve ibret olacak olaylar zikredilmektedir. Özellikle zalim sultanlara karşı yaklaşımlardaki mezhebi farklılıklar, irdelenmesi ve dikkate alınması gereken farklılıklardır. Bilindiği gibi Sünni anlayış, zalim sultanlara karşı genelde ıslahati metodla yaklaşırken, Şii anlayışın yaklaşımı ise inkılabi bir görüntüdedir. Mezhebi asabiyetlerden hareket ederek, bu anlayışlara ön yargıyla yaklaşmak, bizleri İslami gerçekten uzak]aştıracaktır. Hiç şüphesiz ki her iki anlayışı kendi mantığında değerlendirdiğimiz zaman, bu anlayışlarda birçok doğruların olduğunu görebiliriz.
Doğrulara nisbet edilen anlayışların birbiriyle çelişmesi veya çelişir gözükmesi, bu doğruların genel .bir bütünlük içinde ele alınmayışından kaynaklanmaktadır. Her iki anlayışın dikkate aldığı doğrular, genel bir bütünlük içinde ele alınsaydı, bu iki anlayışın tek bir anlayışa dönüşmesi mümkün olabilirdi. Çünkü İlahi vahiyden anladığımız apaçık gerçek, zaiim sultanlara karşı zulmün keyfiyetine ve müslümanların konumuna göre önce ıslahatı, sonra inkılabı yaklaşımı beyan eden gerçektir. Islahati bir yaklaşımla düzelmesi ve düzeltilmesi mümkün olan bir yapıya, inkılabı yaklaşmak ne kadar yanlış ise, ıslahati bir yaklaşımla düzelmeyen ve düzeltilemeyen bir yapının zulmüne sabır göstermek de, o kadar yanlıştır.
Meselemizle ilgili olarak ülkelere ve devletlere yönelik Sünnetullah gerçeğini dikkate aldığımız zaman, bu İlahi Sünnette tebliğ, mühlet ve müdahale aşamalarını görmemiz mümkündür, Küfri yapılara karşı inkılabi mahiyette olan bu tebliğ, kendilerini İslam'a nisbet eden ve temelde İslami vasfını koruyan yapılara karşı tabi ki ıslahatı mahiyettedir. Mühlet anlayışı ise asırlara tekabül eden bir anlayış olmayıp, en fazla bir nesil sürecinde inkılabi yaklaşımla sonuçlanan bir anlayıştır.
Zalim sultanlara karşı asırlar boyunca tahammül gösteren Sünni anlayışın önemli bir yanılgısını, sultanların bazı zulümlerini kişisel düzlemde değerlendirmelerinde görebiliriz. Hiç şüphesiz ki zulüm olan bazı fiiller, kişiyi küfre sokan fiiller değildir. Herhangi bir müslüman bu fiilleri işlediğinde zulmetmiş olmasına rağmen, yine müslümandır ve yine müslümanca davranılmaya layıktır. Ancak zulüm olan bu fiilleri, avamdan bir müslümanın işlemesi ile, devlet başkanının işlemesi bir değildir ve bir tutulmamalıdır. Çünkü avamdaki bir şahsın zulmü, kendi dar çerçevesine yansıyabilecek bir zulüm olmasına rağmen, devlet başkanının zulmü, bütün bir topluma, bütün bir ümmete yansıyacak zulümdür. Meseleyi sadece devlet başkanının şahsında değerlendirerek “Bu zulümleri işliyor ama bu zulümler kişiyi küfre sokmadığı için yine de müslümandır ve yine de itaat edilmelidir” demek, ümmetin ortak meselesini, bir kişinin şahsında değerlendirerek, ümmete zulmetmektir. Çünkü bütün bir ümmete yansıyan zulüm, hak ve adaleti zedeleyeceği gibi, İslam adına zulme uğrayan insanların İslam'dan uzaklaşmasına ve küfre meyletmesine neden olabilecektir. Daha açık bir ifadeyle, devlet başkanını, yani bir kişiyi küfre sokmayan fiil, binlerce kişinin küfrüne neden olabilecektir. Nitekim meselenin bu boyutuna önemle dikkat çeken Kur'an-ı Kerim, yönetenler üe yönetilenlerin yükümlülüklerini birbirinden ayırmakta ve yönetenlerin yanılgılarına çok daha şiddetli yaklaşmaktadır.
Birçok boyuttan yadırgadığımız bu Sünni anlayışın günümüzde ulaştığı nokta ise, çok daha vahimdir. Çünkü zalim sultanlara karşı gösterilen ıslahati yaklaşım ve tahammül, aynı Sünni anlayışın kopuk bir uzantısı olarak, küfri otoritelere karşı da gösterilebilmektedir. Kendilerine alim veya ulema denilen birçok zavallı, firavunları üçüncü derece zalim veya dördüncü derece fasık kabul ederek, yine de onlara itaat edilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Firavunlar “Allah” deyince onları mümin, “Maşaallah” deyince onları muttaki zanneden bu zavallılar, ellerindeki küçücük makaslarla, firavunların sakallarını sünnete göre kırpma mücadelesi vermektedirler. Nitekim halkında müslüman olan ülkelerde sakallı ve ihramli firavunlarla, türbanlı kleopatralarla karşılaşılması, böylesi mücadelelerin tabi bir neticesidir.
Netice olarak, mücadeleden yana olan dünya müslümanlarının, mücadelenin metodu konusunda netleşmeleri gerekmektedir, inkılabi bir metodla yaklaşılması gereken firavunlara ve küfri otoritelere ıslahati bir metodla yaklaşmak, firavunlann çirkin yüzlerini makyajla örtmek ve sömürülen halkları uyutmak anlamına gelecektir

MEHMED ALAGAŞA TEŞEKKÜRLER
 
Üst Ana Sayfa Alt