Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İsyancılara (baği) Karşı Harbi Kafirlerden Yardım Alınabilir mi?

M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Üsyançılara (bağiler) kaşrı harbi kafirlerden yardım alına bilirmi?Bismillahir Rahmanir RahimSelamun Aleykumİslam devletine baş kaldıran üsyançılara (bağiler) kaşrı harbi kafirlerden yardım alına bilirmi? Bu konuda dört mezhebe mensub olan fakihler ne söylemişler?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah ;

Harbî/savaş halindeki kâfir; Müslümanların zimmetine girmeyen her kâfirdir.
İster anlaşmalı olsun ister emanlı olsun, ister anlaşmalı ve emanlı olmasın fark etmez. İslâm Devleti ile herhangi bir kâfir devlet arasında bir anlaşma yapıldığında, bu devletin tebaası anlaşmalı olup, onlarla aramızdaki anlaşmanın belirlemiş olduğu hususa göre muamele görülür. Bu anlaşmanın belirlediği her husus uygulanır. Ancak anlaşmanın varlığına rağmen anlaşmalı kâfirler, hükmen harbî kâfir olmaları konumundan dışarı çıkmazlar. Çünkü anlaşmanın bitmesi veya onlar tarafından veya bizim tarafımızdan bozulması ile birlikte onların hükmü diğer harbî kâfirlerin hükmüne döner.
Bundan dolayı; Müslümanlara karşı onları güçlendirme söz konusu olduğunda onlara silah ve savaş malzemelerinin satışı engellenir. Fakat Müslümanlara karşı onları güçlendirme söz konusu olmadığında onlara silah ve savaş malzemelerinin satışı engellenmez. Özellikle İslâm Devleti -bütün büyük devletlerde olduğu gibi- silah imal edip sattığında engellenmez.
Anlaşmada onlara silah ve savaş malzemeleri satmanın caiz oluşu zikredilse fakat bu satış onları Müslümanlara karşı güçlendiriyorsa bu şarta bağlı kalınmaz. Çünkü bu şart Şer’iata muhaliftir. Şer’iata muhalif olan her şart batıldır, bağlayıcı olmaz.
Kendileriyle aramızda bir anlaşma olmayanlar hükmen değil fiilen harbî kâfirlerdir. İster onlar ile aramızda bilfiil harp başlamış olsun ister ise olmasın fark etmez. Dolayısıyla her sefer için özel eman/vize ile olmadıkça onların Müslümanların ülkelerine girmelerine izin verilmez. Onlara ancak belirli, sınırlı bir süre ile ikamet izni verilir.
Ancak bilfiil savaşan harbî kâfir devlet ile bilfiil savaşmayan harbî kâfir devlet arasında fark vardır. Bu fark ise; bilfiil savaşan ile barış anlaşmasından önce herhangi bir anlaşma yapılmaz. Onun tebaasından olan bir kişiye ancak, Allah’ın kelamını dinlemek için geldiğinde veya Müslümanların ülkesinde yaşayan bir zimmî olmak için geldiğinde eman verilir. Bilfiil savaşmayan harbî devlet böyle değildir. Zira onunla ticaret anlaşmaları, iyi komşuluk ve diğer anlaşmalar yapılır. Onun tebaasına ticaret, ya da gezinti, ya da yolculuk için İslâm beldelerine girmesine eman verilir.

Enes b. Malik (r.anh) den rivayet edildi ki; Ukl veya Urayne'den bir grub Rasûlullah (s.a.v.)'a geldi. Ama Medine'nin havasına uyum sağlayamadılar.
Rasûlullah (s.a.v.) onlara sağmal develeri tavsiye edip idrarlarından ve sütlerinden içmelerini emretti. Onlar da gittiler ve iyileşince Rasûlullah'ın çobanını öldürdüler, develeri de sürüp götürdüler. Onların bu yaptıklarının haberi daha günün başında Rasûlullah'a ulaştı. Efendimiz de peşlerinden (adam) gönderdi. Günün ilerlemiş bir vaktinde (yakalanarak) Rasûlullah'a getirildiler. Rasûlullah emretti ve adamların elleri ayaklan kesildi, gözlerine mil çekildi ve Harra'ya atıldılar. Su istiyorlar fakat kendilerine su verilmiyordu.
(Ebu Davud, Hadler, Bab 3, Hadis no: 4364; Buhari, zekat 68; cihad 152; tıp 6; hudud 17; Muslim, kasâme, 9,10,11; İman 184; Tirmizi vudû' 55; et'ime 38; tıb 6; İbn Mace, hudûd 20)
Ebu Kılâbe der ki: "Bunlar, çalan, öldüren, imandan sonra kafir olan, Allah ve Rasûlune karşı muharabe eden bir kavimdir."

( Rivayetin izahı :


Çözüldü - Bu 9 Hadis Sahih midir? )
Zimmî olup olmadıklarına bakmaksızın, ister İslâm devleti tebaasından olsunlar ister olmasınlar, İslâm bayrağı altında olmaları şartı ile fertler halinde kâfirlerden yardım almak caizdir. Ancak, İslâm devletinden kopuk, kendilerine ait siyasi varlıkları olan belirli bir grup halindeki kâfirlerden yardım almak kesinlikle caiz değildir. Bağımsız bir devlet vasfı ile onlardan yardım almak haram olur.

Savaşta fertler halinde kâfirlerden yardım almanın caiz olduğuna dair delil şu rivayetlerdir:
- “Muşrik olduğu halde, Kuzman, Uhud günü Rasulullah (s.a.v.), in ashabı ile birlikte savaş için yola çıktı. Muşriklerin sancaklarının taşıyıcıları Abduddâ oğullarından üç kişiyi öldürdü. Öyle ki Rasul (s.a.v.) şöyle dedi:


إِنَّ اللَّهَ يُؤَيِّدُ هَذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ
Şubhesiz ki Allah bu dini fâcir bir adamla da destekler.”
(Dârimi, K. Seyr, 2405)

- Hazâ’a kabilesi, fetih yılında Kurayş ile savaşmak için Nebi (s.a.v.) ile birlikte yola çıktı. Bu zaman Hazâ’a henüz muşrik idi. Hatta Rasulullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:

يَا مَعْشَرَ خُزَاعَةَ وَارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ عَنِ الْقَتْلِ فَقَدْ كَثُرَ أَنْ يَقَعَ لَئِنْ قَتَلْتُمْ قَتِيلاً لادِيَنَّهُ
Ey Hazâ’a topluluğu! Öldürmekten elinizi çekin, öldürme işi çok oldu. Sizin öldürmüş olduklarınız dikkat çekici şekildedir.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned, Medineyyîn, 15782)

Bu Hadislerin tamamı; fertler halinde kâfirlerden yardım almanın câiz olduğuna, yani kâfirin İslâm ordusunda düşmana karşı Müslümanlarla birlikte savaşmasının câiz olduğuna açık delâlet etmektedir

Aişe’den rivayet olunan şu rivayete gelince:
Nebi (s.a.v.) , Bedir’den önce sefere çıktı. Hurret el-Vebre denilen yere geldiğinde, ona gücü ve cesareti ile bilinen bir adam yetişti. Rasulullah (s.a.v.)’in ashabı onu görünce sevindiler.
O geldiğinde Rasulullah (s.a.v.)’e dedi ki; Ben sana tâbi olup seninle birlikte pay almak için geldim.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) dedi ki;

تؤمن بالله ورسوله
Allah ve Rasul’une inandın mı?
O; Hayır, dedi.
Rasul (s.a.v.) dedi ki;
فارجع فلن أستعين بمشرك
Geri dön, ben muşrikten asla yardım almam.
Aişe dedi ki; Sonra o gitti. Biz bir ağaçlı bölgeye geldiğimizde o adam yine Rasule yetişti ve ona önce dediği gibi dedi.
Nebi (s.a.v.)
de, ona önce dediği gibi dedi: فارجع فلن أستعين بمشرك
Geri dön, ben muşrikten asla yardım almam.
O, geri döndü. Sonra Beyda denilen yerde yine Rasule yetişti.

Rasul (s.a.v.) ona önce dediği gibi; تؤمن بالله ورسوله
Allah ve Rasulu’ne inanıyor musun? dedi.
O da; Evet, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona; فانطلق
Haydi öyleyse hemen işe koyul! dedi.”
(Muslim)

Bu hadis, Rasulullah (s.a.v.)’in muşriklerden yardım almasının sabit oluşuyla çelişmez. Zira bu adam, ganimet almak karşılığında savaşmak istemişti. Diyordu ki; “Sana tâbi olup seninle birlikte pay almak için geldim.” Ganimet ise, ancak Müslümanlara verilir. Böylece Nebi (s.a.v.)’nin ondan yardım almayı reddetmesi, buna yorumlanır. Aynı şekilde kâfirlerden fertler halinde yardım alması da halifenin emrine/konumuna terk edilmiş bir husus olarak yorumlanır. Halife dilerse yardım alır, dilerse reddeder.
- Hubeyb b. Abdurrahman’dan o da babasından o da dedesinden şöyle dediği rivayet edildi:
“Rasulullah (s.a.v.), bir gazveye çıkmak isterken Müslüman olmadığımız halde kavmimden bir adam ile ben ona gelip şöyle dedik: Biz kendileri ile birlikte şâhid olmadığımız bir hususa kavmimizin şâhid olmasından mahcub oluyoruz.

Rasul (s.a.v.) şöyle dedi : أو أسلمتما
Siz, ikiniz Müslüman oldunuz mu?
Biz; Hayır, dedik.

Dedi ki; فلا نستعين بالمشركين على المشركين
Biz muşriklere karşı muşriklerden yardım almayız.”
Bunun üzerine biz Müslüman olup onunla birlikte savaşa çıktık.”
(Ahmed b. Hanbel)

Bu hadis, kâfirlerden fertler halinde yardım almanın, halifenin görüşüne terk edildiğine yorumlanır. İsterse yardım alır, isterse reddeder. Zira Rasul (s.a.v.), Uhud’da yardım aldı, Mekke’nin fethinde yardım aldı, Bedir’de yardım almayı reddetti. Hubeyb ve onun beraberindeki adam Müslüman olasıya kadar yardımlarını reddetti. Böylece Rasul (s.a.v.)'in kâfirlerden fertler halinde, onlar küfürleri üzerinde iken yardım aldığı sabit olmuştur. Rasul (s.a.v.)’in Müslüman olasıya kadar kâfirlerin fertlerinden yardım almayı reddettiği de sabit olmuştur. Bu, kâfirlerin fertlerinden savaşta yardım almanın câiz olduğuna, yardım alma işinin halifenin görüşüne terk edildiğine, halifenin istediğinde yardım almayı kabul ettiği istediğinde reddetti hususlardan olduğuna dair delildir. Nitekim Beyhaki, Şafi’nin şu nâssını zikretmiştir:
“Nebi (s.a.v.), reddettiği kişilerde istek olduğunu keşfedip, onların Müslüman olmalarını umarak onları reddetti. Allah (c.c.) onun zannını doğruladı.”

Kâfirlerden mustâkil bir devlet vasfıyla yardım almanın caiz olmadığına dair delile gelince:
- Ahmed ve Nesâi, Enes’ten Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet ettiler:

لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ
Muşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.”
(Nesai, K. Zinet, 5114)

Bir “topluluğun ateşi”, bağımsız bir kabile ya da devlet gibi, harpteki varlığına kinayedir.
- Beyhaki dedi ki; “Hafız Ebu Abdullah Fesak’ın kendi senedi ile Ebu Hamid el-Sa’aidâ’ye dayanarak bize bildirdiği husus doğrudur:
Rasulullah (s.a.v.) sefer için yola çıkıp Seniyetu’l Vedâ’yı arkada bıraktığında bir suvari birliği görüldü.
Rasul (s.a.v.) Onlar kimdir?diye sordu.
Dediler ki; Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur.
Dedi ki; Müslüman mı oldular?
Dediler ki; Hayır, bilakis onlar dinleri üzeredirler.

Dedi ki; قولوا لهم فليرجعوا فإنا لا نستعين بالمشركين
Onlara geri dönmelerini, zira bizim muşriklerden yardım almadığımızı söyleyin.

Böylece Rasulullah (s.a.v.), Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selâm’ın grubunu reddetti. Çünkü onlar bir kâfir suvari birliğinden toplanmış grup olarak ve Rasul (s.a.v.) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaların olduğu bir devlet gibi olan Benu Kaynuka’dan olduklarını belirten, kendi bayrakları altında geldiler. Ondan dolayı Rasul (s.a.v) onları reddetti. Dolayısıyla onları reddetmesi, onların kendi devletlerine ait bayrakları altında gelmiş olmalarından dolayı olmaktadır. Bunun delili de, Rasul’un Hayber’de fertler olarak gelen Yahudilerin yardımını kabul etmeleridir. Ebu Hamid’in bu Hadisi, var olduğunda hükmünde var olduğu, var olmadığında hükmünde var olmadığı Şer’i bir illeti içermektedir. Hadisteki illet Hadisin nâssında ortaya çıkmaktadır. Zira diyor ki:
“Bir süvari birliği görüldü. Rasul (s.a.v.); Onlar kimdir? diye sordu.
Dediler ki; Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur.
Onların bir “suvari birliğinin” olmasının manası; onların, mustakil bir bayrağı olan mustakil bir ordu olmaları demektir. Çünkü her suvari birliğinin bir bayrağı olur.
Böylece onların, Rasul (s.a.v.) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaların olduğu, bir devlet konumundaki yahudi Benu Kaynuka’dan kendilerine ait müstakil bir bayrağı olan kâfir bir süvari birliği olmaları, Rasul’un kendilerini reddetmesinin illeti olmaktadır. İllet, sadece onların kâfir olmaları değildir.
Bunun delili; bu konumlarına ve İslâm’ı reddetmelerine binaen onların geri dönmelerini reddetmesidir, onların sadece İslâm’ı reddetmesine binaen değil. Bunu, Enes’in şu Hadisi teyid eder:

لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ
Muşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.”
(Nesai, K. Zinet, 5114)

Bu, siyasi varlığa delalette baskındır. Aynı şekilde, Rasul (s.a.v.)’in muşrik olduğu halde Kuzma’nın yardımını Uhud savaşı yerinde kabul etmesi de bunu teyit etmektedir. Bunun manası; kâfirin yardımını siyasi bir varlık olduğunda reddetmiştir, fert olduğunda kabul etmiştir.
Buna binaen, kendi bayrakları altında bir kâfir devlet veya bir kâfir kabile veya bir kâfir grup ya da devletlerinden bir cüz olduklarında kâfirlerin yardımını kabul etmek hiçbir şekilde câiz olmaz.
Hazâ’a kabilesinin, müstakil bir kabile oldukları halde Fetih yılında Kurayş’e karşı Nebi (s.a.v.) ile beraber olmalarına gelince; bu, bağımsız bir siyasi varlığı olan bir gruptan yardım almanın caiz oluşuna delâlet etmez. Zira Hazâ’a, Hudeybiye yılında, Müslümanlar ile Kurayş arasındaki sulh anlaşması yapılırken ve anlaşma metnine şu ibare geçerken orada bulunuyorlardı;
“Kim Muhammed’in akdine ve sözüne katılmak isterse ona dâhil olur, kim de Kurayş’in sözleşmesine ve sözlerine katılmak isterse ona dâhil olur.” (Ahmed)
Bu metne binaen Hazâ’a ileri atlayıp; ‘Biz Muhammed’in sözleşmesi ve sözüne dâhiliz.’ dediler.
Benu Bikr de atlayıp; ‘Biz Kurayş’in sözleşmesi ve sözüne dâhiliz.’ dediler.
Böylece Hazâ’a kabilesi, Müslümanlar ile Kurayş arasında olan bu anlaşmada Müslümanlarla birlikte oldular. Rasul de onları, anlaşmaya göre devletinden bir cemaat gibi himayesine dâhil etti. Onun için onlar, bağımsız bir grup gibi değil de, İslâm Devletinden bir cüz gibi Müslümanların bayrağı altında bir kabile gibi savaşıyorlardı. Böylece onlar siyasi bir varlık gibi değil de fertler gibi olur. Hazâ’a ile Rasul arasında bir anlaşma ya da sözleşmenin olduğuna dair vehim doğru değildir. Zira anlaşma, Rasul ile Kurayş arasında idi, Rasul ile Hazâ’a arasında değil. Bu anlaşmaya binaen Benu Bikr kabilesi onlardan bir cûz gibi Kurayş ile beraber oldu. Buna binaen Hazâ’a’nın Rasul ile birlikte savaşı, kâfir bir topluluğun Müslümanlarla savaşı değildir. Bilakis, kâfir bir kabiledeki kâfir fertlerin, Müslümanların bayrağı altında Müslümanlarla birlikte savaşı olmaktadır. Bu ise caizdir, bir mahzuru yoktur.
Ebu Davud ve Ahmed’in Zi Mihber’den yaptığı şu rivayete gelince:
“Dedi ki Rasulullah (s.a.v.) şöyle derken işittim:

سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ
Rumlarla bir barış andlaşması yapacaksınız. Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”
(Ebu Davud, K. Cihâd, 2386)


وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ
Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”

Sözü Rum’un fertlerine yorumlanır, devletlerine değil. Zira kâfirlerle Müslümanlar arasında sulh sadece Müslümanların yönetimi altına girmekle birlikte cizye vermeyi kabul etmeleri durumunda olur. Çünkü İslâm, Müslümanlara kendileriyle savaşan kâfirleri şu üç seçenekten birisini seçmekte serbest bırakmalarını emretmiştir:
1- Ya Müslüman olmaları,
2- Ya cizye vermeleri,
3- Ya da savaşmaları.

Onlarla sulhun meydana gelmesi, ancak İslâm bayrağı altına girerek cizye ödemeleri halinde olur. Dolayısıyla; ستصالحونهم
”Onlarla sulh yapacaksınız.” sözü, onların Müslümanların bayrakları altında olduklarına, o zaman da fertler halinde olduklarına dair karine olmaktadır. Bunu Rumlar ile meydana gelen vakıa da teyit etmektedir. Zira Müslümanlar Rumlar ile savaştılar, onları hezimete uğrattılar ve ülkelerini ele geçirdiler. Rumlar fertler halinde Müslümanlar ile birlikte savaştılar. Rumlar, devlet vasıflarıyla İslâm Devleti ile birlikte arkalarındaki düşmanla hiç savaşmadılar. Bu hiçbir gün meydana gelmedi. Bu da yukarıda geçen Hadiste الروم Rûm” kelimesinden kastedilenin “fertler” olduğu, “devlet” olmadığı yorumunu desteklemektedir.
Böylelikle, müşriklerden, devlet olarak yardım almanın câiz olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı açığa çıkmaktadır. Bilakis bunun kesinlikle câiz olmadığı hususunda deliller gayet açıktır.

Bütün bu izahat; Müslümanlarla birlikte bizzat savaşması şeklinde kâfirden yardım almakla ilgili idi.

Kendisinden silah almak şeklinde kâfirden yardım almaya gelince;
Garantili ve ödünç almak şeklinde olması şartı ile ister fertten olsun ister devletten olsun, silah almak caizdir. Bunun delili ise şudur:
Rasul (s.a.v.), Hevâzin kabilesi üzerine sefere çıkma kararı aldı. Ona Sefvân b. Umeyye’de zırh ve silah olduğu hatırlatıldı. Bunun üzerine Rasul (s.a.v.), o henüz muşrik iken onu yanına çağırtıp şöyle dedi:

يا أبا أمية أعرنا سلاحك هذا نلق فيه عدونا غدا
Ey Ebu Umeyye! Bu silahını bize ödünç ver. Biz yarın düşmanı onun içinde karşılayalım.
O da; ‘Gasb olarak mı, ya Muhammed?’ dedi.
Rasul (s.a.v.)
; بل عارية و مضمونة حتى نؤديها إليك
Hayır, bilakis sana onları geri veresiye kadar garantili ve ödünç olarak.” dedi.
Bunun üzerine O; ‘Bunda bir sakınca yoktur’ deyip, Rasule yüz zırh ve yeterince silah verdi.
Rasul (s.a.v.)’in ondan kendisine yeterince nakliye de vermesini istediği onun da bunu yaptığı iddia edildi.”
(Nesâî, Ebu Davud)

Bu, Rasul’un kâfirden silah yardımı aldığı hususunda gayet açık bir delildir. O, muşrik her ne kadar fert olsa da kabile reisidir. Ancak sadece bir kâfirden silah almak; savaşa bizzat katılmak şeklinde yardım almak gibi devletten silah almanın olmadığını tahsis eden bir delil olmadığı sürece, kâfirden silah olarak yardım almanın câiz olduğuna dair delil olur. Fakat bir devletten silah almayı yasaklayan bir delil geçmemiştir. Dolayısıyla kâfirden ister ödünç, ister ise satın olarak silah almanın câiz oluşu kayıtsız olarak kalır. Ancak devletin silah alması, genellikle bir devletten alması şeklinde hasıl olur. Buna binaen, kâfir bir devletten silah almak şeklinde yardım almak caiz olur.

İlgili Konu:


Bağy Olanın Cezası Nedir?
 
Üst Ana Sayfa Alt