Bir olan Allah'a hamd ve kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât ve selam olsun.
Allah'a hamd olsun. Ondan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiçbir kimse saptıramaz ve saptırdığını da hiçbir kimse doğru yola getiremez. Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet / tanıklık ederiz.
("Hutbetu'l-Hâce" ismiyle meşhur olan bu duayı cuma hutbelerinde ve sair konuşmalarında okuyan Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem bizzat sahabilerine öğretmiştir. Ebû Dâvûd (2188) Tirmizî (1892) Dârimi (2202).)
Bunlar; "Makamlar ve Haller" diye adlandırılabilecek kalbin amelleri ile ilgili kısa bazı açıklamalardır. Bu ameller, imanın temellerinden ve dinin esaslarındandır.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, Allah'a tevekkül etmek, dini ona halis kılmak, ona şükretmek, hükmüne karşı sabretmek, ondan korkmak, ümitsizliğe düşmemek vb.
Müminlerden üzerimizde hakkı olan kimi kardeşlerim bunları hemen yazmamızı istedi. Öyle ya hepimiz aceleciyiz.
Bütün bu ameller, alimlerin ittifakı ile, ilke olarak sorumlu olan bütün insanlara farzdır. İnsanlar bedenî ameller konusunda üç sınıf oldukları gibi, bu ameller konusunda da üç sınıftır.
1 - Kendisine zulmedenler / zalim,
2 - Adaletli (Mu'tedil) olanlar / muktasıd ve
3 - Hayırlarda önde (sabikun bi'l-hayrat) / sâbık olanlar.
("Sonra biz o Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesid giden var ve Allah'ın izniyle hayırlarda öncü olanlar var. İşte o, büyük fazl" (35 Fatır/32) ayetine işaret etmektedir.)
1 - Kendisine zulmeden; emredilen şeyi terketmek veya yasaklanan şeyi işlemek suretiyle itaatsizlik yapandır.
2 - Muktasıd; Vacipleri (farz emirleri) yerine getiren ve haramları terkedendir.
3 - Hayırlarda önde olan / sabık ise; gücü yettiği kadar vacip (farz emirler) ve müstehap amelleri işleyen, haram ve mekruh şeyleri terkedendir.
Muktasıd ve sabık olan kişinin silinecek günahları olabilir. Bunlar ya tevbe ile -Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever- ya işlenen iyiliklerle (hasenat) veya başa gelen musibetlerle yahut başka şeylerle silinir. (yok edilir.)
Hem muktasıd olanlar, hem hayırlarda önde / sabık olanlar, Allah'ın şu ayette belirttiği veli kullarındandır.
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır." (10 Yunus/61-62).
Allah'ın velilerinin (Evliya) tanımı, mümin ve muttaki (takva sahibi) olmalarıdır. Bu da genel (umumi) ve özel (hususi) kısımlarına ayrılır.
- Genel olanlar, muktasıd olanlardır.
- Özel olanlar da, sabık olanlardır.
Sabık olanların dereceleri daha üstündür. Peygamberler ve sıddıklar gibi.
Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadiste bu iki sınıftan bahsederek şöyle buyurur:
"Yüce Allah şöyle der: Kim benim bir velime düşmanlık yaparsa, bana savaş açmış olur. Kulum, kendisine farz kıldıklarımla bana yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve ben de kendisini severim. Onu seversem işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.(Yani görmesi, işitmesi, tutması ve yürümesinde hep benimledir, benim rızamı düşünür.) Benden isterse veririm, bana sığınırsa korurum. Ölmek istemeyen mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka bir şeyde tereddüt etmedim. Ölmek istemez, ben de onu incitmek istemem, ama ölüm kaçınılmazdır." (Buhârî (6502) Ahmed; (6/256) buna yakın lafızlar ile Aişe'den)
İman Amel - İlişkisi
Müminlerden kendi kendine zulmeden ise, iman ve takvası oranında Allah'ın velisi olduğu gibi, günahkarlığı (fücuru) oranında da bunun aksidir. Çünkü bir kişide ceza ve mükafat görebilecek şekilde hem sevabı gerektiren iyilikler (hasenat), hem cezayı gerektiren günahlar (seyyiat) bulunabilir.
Bu, bütün ashabın, imamların, ehli sünnet ve cemaatin görüşüdür. Bunlar, kalbinde zerre kadar iman olan kişinin cehennemde ebedi kalmayacağını söylerler.
Hariciler ve Mutezile gibileri ise; kıble ehlinden cehenneme giren kişinin orada ebedi kalacağını ve çıkmayacağını söylerler.
Büyük günahları (kebair) işleyenler hakkında cehenneme girmeden önce veya girdikten sonra ne peygamberin, ne başkasının şefaati olur, derler. Onlara göre bir kişide sevap ve ceza, iyilikler ve kötülükler birarada bulunamaz. Mükafatlandırılan kişi ceza görmez ve cezalandırılan kişi de mükafat görmez, derler. Bu konunun Kur'an, Sünnet ve icma'dan delilleri çoktur. Onları ilgili yerlerinde belirttik.
Bu ilkeden birtakım hükümler çıkar. Şöyle ki;
"hakiki iman sahibi olanların bu imanları oranında amellerinin de olması gerekir. Bu kişilerin günahları da olabilir."
Buhârî, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle rivayet eder:
"Eşek diye anılan bir adam vardı. Rasûlullah'ı güldürürdü. Bu adam içki içerdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu cezalandırırdı. Bir gün içtiği için getirildiğinde, adamın biri ona:
"Allah lanet etsin, Rasûlullah'a ne kadar çok getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanet etme, o, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" buyurdu. (Buhârî (6780) )
Bu da gösteriyor ki içki içme günahı işleyen bir kişi Allah'ı ve Rasûlünü seviyor olabilir.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en sağlam temelleridir.
Aynı şekilde, zahid olan bir kişi de, içindeki nifak ve bid'at sebebiyle Allah ve Rasûlü tarafından nefret edilen kişi olabilir.
Nitekim Sahih ve diğer kitaplarda Ali, Ebu Said el-Hudri ve başkalarından Peygamberin Haricilerle ilgili şöyle dediği rivayet edilir:
"Biriniz onların namazı yanında namazını, orucu yanında orucunu ve okuması yanında okumasını azımsar. Kur'an'ı okurlar ama onların gırtlaklarından aşağı gitmez. Ok yaydan çıkar gibi İslamdan çıkarlar. Onları nerede görürseniz, öldürün. Onları kim öldürürse kıyamet günü ecrini alır. Onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi öldürürüm". (Buhârî (3344); Müslim (1/1064)
Ashab, Emiru'l-Mu'minin Ali b. Ebi Talib'in yanında bunlara karşı savaştılar.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Müslümanların bölündüğü bir sırada dinden çıkan bir fırka ortaya çıkar. Hakka en yakın olan iki gruptan biri onları öldürür". (Müslim (1/1065)
Onun için Sufyan-ı Sevrî ve başka birçok imam şöyle der:
"İblis, günahtan çok, bid'atı sever. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'attan tevbe edilmez. Çünkü Allah'ın ve Rasûlününün teşri etmediği bir şeyi din edinen bid'atçı, yaptığı amel kendisine süslü geldiğinden onu güzel görür. Güzel gördüğü sürece de ondan tevbe etmez. Çünkü tevbe etmenin sebebi, kişinin yaptığı işin tevbe edilmesi gereken kötü bir iş olduğunu bilmesi veya emredilen vacip yahut müstehap bir ameli terkettiğinden tevbe etmek gerektiğini anlamasıdır. Yaptığı iş kötü olduğu halde onu güzel görmeye devam ettiği sürece ondan tevbe etmez."
Ne var ki ondan tevbe etmeside mümkündür ve olmuştur. Çünkü Allah ona doğru yolu gösterebilir ve kendisi de hakkı görebilir. Tıpkı kafirlerden, münafıklardan, bid'at ve sapıklık ehlinden zümrelere yol gösterip hidayet verdiği gibi. Bu da bildiği hakka uyması ile olur. Kim bildiği şeylerle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar." (47 Muhammed / 17)
"Şayet onlara "Kendinizi öldürün" yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik." (4 Nisa/66-68)
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır." (57 Hadid/28)
"Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2 Bakara/257)
"Ey Kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Şüphesiz size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (5 Maide/15-16).
Kitap ve Sünnette bunun delilleri çoktur. Hevesine uyarak bildiği haktan yüz çevirenin durumu da aynı şekildedir. Yüz çevirmesi, ona cehalet ve sapıklık verir ve apaçık hakkı görmeyecek derecede kalbini köreltir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (61 Saf/5)
"Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır." (2 Bakara/10)
"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucizeler, ancak Allah katındadır"; onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalplerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız." (6 Enam/109-110)
Bu, olumsuzlaştırma ve kınama sorusudur. Yani o mucize geldiğinde onların inanmayacaklarını ne biliyorsunuz?!
Daha önce ona inanmadıkları halde sonra onların bakışını ve kalplerini değiştiririz de inanırlar.
Ayette "İnne" okuyanların okumasına göre ise kendilerine mucize geldiği taktirde bile kesin olarak ona inanmayacaklardır ve önce inanmadıkları gibi şimdi de onların bakışını ve kalplerini değiştiririz, böylece inanmazlar, anlamında olur. Onun için Said b. Cubeyr gibi seleften kimileri şöyle der:
"İyilikten sonra iyilik işlemek, iyiliğin bir mükafatıdır ve kötülükten sonra kötülük işlemek, kötülüğün bir cezasıdır".
Sıdk (Doğruluk) ve Fazileti
Buhârî ve Müslim, İbni Mesud'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğruluktan şaşmayın.Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında sıddîk olarak yazılır. Yalandan da sakının. Çünkü yalan söylemek, kötülüğe (fücura) götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında yalancı olarak yazılır." (Buhârî (6094); Müslim (105/607)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle doğru söylemenin iyilik işlemeyi gerektiren ve yalan söylemenin de kötülük işlemeyi gerektiren bir etken olduğunu belirtir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyiler (ebrar) şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar (fuccar) cehennemdedirler." (82 İnfitar/13-14)
Onun için alimlerden biri, etrafında olan kişilere tevbe etmelerini söylerken, ürkütmemek ve nefret ettirmemek için daima doğru söylemesini emrederdi. Onun için alimler ve şeyhler konuşmalarında ihlas ve doğru olmaktan çokça söz eder ve "Doğru söylemeyen kişi bana uymasın"derlerdi.
"Doğru söylemek, Allah'ın yer yüzünde kılıcıdır, hangi şeye vurulursa keser" derler.
Seyf b. Esbat ve başkaları şöyle der:
"Kim Allah'a karşı doğru olursa, mutlaka kendisine de doğru davranılır".
Bunun örnekleri çoktur.
Sıdk (Doğruluk) ve ihlas, gerçekte imanın ve İslam'ın netleşmesidir. Bilindiği gibi müslüman olduğunu söyleyenler mümin ve münafık olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Mümin ile münafık arasındaki fark, doğruluktur.
Münafıklığın üzerinde bina edildiği temel ise, yalancılıktır. Onun için Allah, gerçek imanı anarken onu doğrulukla niteler.
"Bedeviler: "iman ettik" dediler, de ki: "İman etmiş değilsiniz ama İslam olduk deyin; iman henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; şüphesiz Allah, bağışlar, merhamet eder. İman edenler, ancak Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır." (49 Hucurat/14-15)
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır." (59 Haşir/8).
Yüce Allah, imanlarında doğru olanların içlerinde şüphe taşımadıklarını, mal ve canlarıyla onun yolunda cihad ettiklerini belirtir. Çünkü öncekiler ve sonrakilerden alınan söz budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah peygamberlerden söz almıştı: "And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti." (3 Âl-i imran/81).
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
"Allah, gönderdiği her peygamberden şu sözü almıştır:
Hayatta iken Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilirse, ona iman edeceksin ve destekleyeceksin, Muhammed peygamber olarak gönderilirse ona iman edeceklerine ve destekleyeceklerine dair kendi ümmetinden de söz alacaksın" (İbn Kesîr Tefsiri (1/378)
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara bir çok faydası bulunan demiri de var ettik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür." (57 Hadid/25)
Allah kitabı ve mizanı indirdiğini, kendisine ve peygamberlerine kimin yardım ettiğini ortaya çıkarması ve adaletin yerine gelmesi için de demiri indirdiğini belirtmiştir.
Onun için din, yol gösteren kitap ve yardım eden kılıçla ayakta durur.
Yol gösterici ve yardımcı olarak da olarak Allah yeter.
Kitap ve demir, indirilişte ortak olsa da, bu, birinin inmediği yerden diğerinin inmesine engel değildir. Çünkü Kitap, Allah'tan indirilmiştir.
"Aziz ve hakim olan Allah'tan Kitab'ın indirilmesidir" (39 Zümer/1),
"Elif Lam Ra. Bu, ayetleri muhkem olan, sonra hakim ve habir olan tarafından tafsil edilen bir kitaptır" (11 Hud/1),
"Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olan tarafından veriliyor" (27 Neml/6)ayetlerinde belirtildiği gibi.
Demirde içinde yaratıldığı dağlardan çıkarılmakta / indirilmektedir.
Dinin temellerini içeren birr (iyilik) iddiasında sadık (doğru) olanları nitelemesi de bu şekildedir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz birr (iyi olmak demek) değildir; lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır." (2 Bakara/177)
Münafıkları ise, Allah değişik ayetlerde yalancılıkla nitelemiştir. Şöyle buyurur:
"Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır." (2 Bakara/10)
"İkiyüzlüler sana gelince: "Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir." (63 Munafikun / 1)
"Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soldu." (9 Tevbe/77)
Kur'anda bunu belirten ayetler çoktur.
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, doğru söylemek ve tasdik etmek, hem söylemde/sözde hem amellerde olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurur:
"İnsan oğluna zinadan payı yazılmıştır ve onu mutlaka yapar. Gözler zina eder ve onların zinası bakmaktır, kulaklar zina eder ve onların zinası dinlemektir, eller zina eder ve onların zinası dokunmaktır, ayaklar zina eder ve onların zinası yürümektir, kalp arzu eder ve canı çeker, tenasül organı da bunu ya doğrular veya yalanlar" (Buhârî (6243); Müslim (2657)
Düşmanla savaşmakta kararlı olanların saldırıları için: "düşmana doğru / gerçekten bir saldırı yaptılar" denir. "Falan kişi sevgi ve dostluğunda sadıktır / doğrudur." denir. Bunun benzerleri çoktur.
Bütün bunlarla iradesi, amacı ve isteğinde sadık / doğru olan kişiler kastedilir.
Mümin amelinde, haber ve konuşmasında doğru/samimi olan kişidir.
Münafık, doğru olan müminin zıttıdır. O da sözünde veya amelinde yalancı olan kişidir. Amelini gösteriş için yapan kişi gibi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın." (4 Nisa/142-143)
İhlas İslamın Gerçeğidir
İhlas ise, İslamın gerçeğidir. Çünkü "İslam" başkasına değil, sadece Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/29-30)
Allah'a teslim olmayanlar, büyüklenenlerdir.
Hem Allah'a hem başkasına teslim olanlar ise müşriklerdir.
Hem büyüklenmek, hem ortak koşmak / şirk, İslamın zıttıdır. İslam ise şirk ve büyüklenmenin zıttıdır. "İstislam" formu, hem lazım hem müteaddi olarak kullanılır.
"Rabbi ona: 'Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: "Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin" dedi." (2 Bakara/131-132)
"Evet, iyilik yaparak Allah'a teslim olanın ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2 Bakara/112)
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Onun için İslam'ın başı / esası:
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik / tanıklık etmektir.
Bu da yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve onun dışında hiçbir şeye ibadet etmemeyi içerir.
O da, Allah'ın öncekilerden ve sonrakilerden başka bir dini kabul etmeyeceği genel İslamdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (3 Âl-i İmran/85).
"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, O güçlüdür, Hakîm'dir."
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır...." (3 Âl-i İmran/18-19)
Allah'a hamd olsun. Ondan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiçbir kimse saptıramaz ve saptırdığını da hiçbir kimse doğru yola getiremez. Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet / tanıklık ederiz.
("Hutbetu'l-Hâce" ismiyle meşhur olan bu duayı cuma hutbelerinde ve sair konuşmalarında okuyan Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem bizzat sahabilerine öğretmiştir. Ebû Dâvûd (2188) Tirmizî (1892) Dârimi (2202).)
Bunlar; "Makamlar ve Haller" diye adlandırılabilecek kalbin amelleri ile ilgili kısa bazı açıklamalardır. Bu ameller, imanın temellerinden ve dinin esaslarındandır.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, Allah'a tevekkül etmek, dini ona halis kılmak, ona şükretmek, hükmüne karşı sabretmek, ondan korkmak, ümitsizliğe düşmemek vb.
Müminlerden üzerimizde hakkı olan kimi kardeşlerim bunları hemen yazmamızı istedi. Öyle ya hepimiz aceleciyiz.
Bütün bu ameller, alimlerin ittifakı ile, ilke olarak sorumlu olan bütün insanlara farzdır. İnsanlar bedenî ameller konusunda üç sınıf oldukları gibi, bu ameller konusunda da üç sınıftır.
1 - Kendisine zulmedenler / zalim,
2 - Adaletli (Mu'tedil) olanlar / muktasıd ve
3 - Hayırlarda önde (sabikun bi'l-hayrat) / sâbık olanlar.
("Sonra biz o Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesid giden var ve Allah'ın izniyle hayırlarda öncü olanlar var. İşte o, büyük fazl" (35 Fatır/32) ayetine işaret etmektedir.)
1 - Kendisine zulmeden; emredilen şeyi terketmek veya yasaklanan şeyi işlemek suretiyle itaatsizlik yapandır.
2 - Muktasıd; Vacipleri (farz emirleri) yerine getiren ve haramları terkedendir.
3 - Hayırlarda önde olan / sabık ise; gücü yettiği kadar vacip (farz emirler) ve müstehap amelleri işleyen, haram ve mekruh şeyleri terkedendir.
Muktasıd ve sabık olan kişinin silinecek günahları olabilir. Bunlar ya tevbe ile -Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever- ya işlenen iyiliklerle (hasenat) veya başa gelen musibetlerle yahut başka şeylerle silinir. (yok edilir.)
Hem muktasıd olanlar, hem hayırlarda önde / sabık olanlar, Allah'ın şu ayette belirttiği veli kullarındandır.
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır." (10 Yunus/61-62).
Allah'ın velilerinin (Evliya) tanımı, mümin ve muttaki (takva sahibi) olmalarıdır. Bu da genel (umumi) ve özel (hususi) kısımlarına ayrılır.
- Genel olanlar, muktasıd olanlardır.
- Özel olanlar da, sabık olanlardır.
Sabık olanların dereceleri daha üstündür. Peygamberler ve sıddıklar gibi.
Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadiste bu iki sınıftan bahsederek şöyle buyurur:
"Yüce Allah şöyle der: Kim benim bir velime düşmanlık yaparsa, bana savaş açmış olur. Kulum, kendisine farz kıldıklarımla bana yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve ben de kendisini severim. Onu seversem işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.(Yani görmesi, işitmesi, tutması ve yürümesinde hep benimledir, benim rızamı düşünür.) Benden isterse veririm, bana sığınırsa korurum. Ölmek istemeyen mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka bir şeyde tereddüt etmedim. Ölmek istemez, ben de onu incitmek istemem, ama ölüm kaçınılmazdır." (Buhârî (6502) Ahmed; (6/256) buna yakın lafızlar ile Aişe'den)
İman Amel - İlişkisi
Müminlerden kendi kendine zulmeden ise, iman ve takvası oranında Allah'ın velisi olduğu gibi, günahkarlığı (fücuru) oranında da bunun aksidir. Çünkü bir kişide ceza ve mükafat görebilecek şekilde hem sevabı gerektiren iyilikler (hasenat), hem cezayı gerektiren günahlar (seyyiat) bulunabilir.
Bu, bütün ashabın, imamların, ehli sünnet ve cemaatin görüşüdür. Bunlar, kalbinde zerre kadar iman olan kişinin cehennemde ebedi kalmayacağını söylerler.
Hariciler ve Mutezile gibileri ise; kıble ehlinden cehenneme giren kişinin orada ebedi kalacağını ve çıkmayacağını söylerler.
Büyük günahları (kebair) işleyenler hakkında cehenneme girmeden önce veya girdikten sonra ne peygamberin, ne başkasının şefaati olur, derler. Onlara göre bir kişide sevap ve ceza, iyilikler ve kötülükler birarada bulunamaz. Mükafatlandırılan kişi ceza görmez ve cezalandırılan kişi de mükafat görmez, derler. Bu konunun Kur'an, Sünnet ve icma'dan delilleri çoktur. Onları ilgili yerlerinde belirttik.
Bu ilkeden birtakım hükümler çıkar. Şöyle ki;
"hakiki iman sahibi olanların bu imanları oranında amellerinin de olması gerekir. Bu kişilerin günahları da olabilir."
Buhârî, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle rivayet eder:
"Eşek diye anılan bir adam vardı. Rasûlullah'ı güldürürdü. Bu adam içki içerdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu cezalandırırdı. Bir gün içtiği için getirildiğinde, adamın biri ona:
"Allah lanet etsin, Rasûlullah'a ne kadar çok getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanet etme, o, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" buyurdu. (Buhârî (6780) )
Bu da gösteriyor ki içki içme günahı işleyen bir kişi Allah'ı ve Rasûlünü seviyor olabilir.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en sağlam temelleridir.
Aynı şekilde, zahid olan bir kişi de, içindeki nifak ve bid'at sebebiyle Allah ve Rasûlü tarafından nefret edilen kişi olabilir.
Nitekim Sahih ve diğer kitaplarda Ali, Ebu Said el-Hudri ve başkalarından Peygamberin Haricilerle ilgili şöyle dediği rivayet edilir:
"Biriniz onların namazı yanında namazını, orucu yanında orucunu ve okuması yanında okumasını azımsar. Kur'an'ı okurlar ama onların gırtlaklarından aşağı gitmez. Ok yaydan çıkar gibi İslamdan çıkarlar. Onları nerede görürseniz, öldürün. Onları kim öldürürse kıyamet günü ecrini alır. Onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi öldürürüm". (Buhârî (3344); Müslim (1/1064)
Ashab, Emiru'l-Mu'minin Ali b. Ebi Talib'in yanında bunlara karşı savaştılar.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Müslümanların bölündüğü bir sırada dinden çıkan bir fırka ortaya çıkar. Hakka en yakın olan iki gruptan biri onları öldürür". (Müslim (1/1065)
Onun için Sufyan-ı Sevrî ve başka birçok imam şöyle der:
"İblis, günahtan çok, bid'atı sever. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'attan tevbe edilmez. Çünkü Allah'ın ve Rasûlününün teşri etmediği bir şeyi din edinen bid'atçı, yaptığı amel kendisine süslü geldiğinden onu güzel görür. Güzel gördüğü sürece de ondan tevbe etmez. Çünkü tevbe etmenin sebebi, kişinin yaptığı işin tevbe edilmesi gereken kötü bir iş olduğunu bilmesi veya emredilen vacip yahut müstehap bir ameli terkettiğinden tevbe etmek gerektiğini anlamasıdır. Yaptığı iş kötü olduğu halde onu güzel görmeye devam ettiği sürece ondan tevbe etmez."
Ne var ki ondan tevbe etmeside mümkündür ve olmuştur. Çünkü Allah ona doğru yolu gösterebilir ve kendisi de hakkı görebilir. Tıpkı kafirlerden, münafıklardan, bid'at ve sapıklık ehlinden zümrelere yol gösterip hidayet verdiği gibi. Bu da bildiği hakka uyması ile olur. Kim bildiği şeylerle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar." (47 Muhammed / 17)
"Şayet onlara "Kendinizi öldürün" yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik." (4 Nisa/66-68)
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır." (57 Hadid/28)
"Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2 Bakara/257)
"Ey Kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Şüphesiz size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (5 Maide/15-16).
Kitap ve Sünnette bunun delilleri çoktur. Hevesine uyarak bildiği haktan yüz çevirenin durumu da aynı şekildedir. Yüz çevirmesi, ona cehalet ve sapıklık verir ve apaçık hakkı görmeyecek derecede kalbini köreltir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (61 Saf/5)
"Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır." (2 Bakara/10)
"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucizeler, ancak Allah katındadır"; onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalplerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız." (6 Enam/109-110)
Bu, olumsuzlaştırma ve kınama sorusudur. Yani o mucize geldiğinde onların inanmayacaklarını ne biliyorsunuz?!
Daha önce ona inanmadıkları halde sonra onların bakışını ve kalplerini değiştiririz de inanırlar.
Ayette "İnne" okuyanların okumasına göre ise kendilerine mucize geldiği taktirde bile kesin olarak ona inanmayacaklardır ve önce inanmadıkları gibi şimdi de onların bakışını ve kalplerini değiştiririz, böylece inanmazlar, anlamında olur. Onun için Said b. Cubeyr gibi seleften kimileri şöyle der:
"İyilikten sonra iyilik işlemek, iyiliğin bir mükafatıdır ve kötülükten sonra kötülük işlemek, kötülüğün bir cezasıdır".
Sıdk (Doğruluk) ve Fazileti
Buhârî ve Müslim, İbni Mesud'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğruluktan şaşmayın.Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında sıddîk olarak yazılır. Yalandan da sakının. Çünkü yalan söylemek, kötülüğe (fücura) götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında yalancı olarak yazılır." (Buhârî (6094); Müslim (105/607)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle doğru söylemenin iyilik işlemeyi gerektiren ve yalan söylemenin de kötülük işlemeyi gerektiren bir etken olduğunu belirtir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyiler (ebrar) şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar (fuccar) cehennemdedirler." (82 İnfitar/13-14)
Onun için alimlerden biri, etrafında olan kişilere tevbe etmelerini söylerken, ürkütmemek ve nefret ettirmemek için daima doğru söylemesini emrederdi. Onun için alimler ve şeyhler konuşmalarında ihlas ve doğru olmaktan çokça söz eder ve "Doğru söylemeyen kişi bana uymasın"derlerdi.
"Doğru söylemek, Allah'ın yer yüzünde kılıcıdır, hangi şeye vurulursa keser" derler.
Seyf b. Esbat ve başkaları şöyle der:
"Kim Allah'a karşı doğru olursa, mutlaka kendisine de doğru davranılır".
Bunun örnekleri çoktur.
Sıdk (Doğruluk) ve ihlas, gerçekte imanın ve İslam'ın netleşmesidir. Bilindiği gibi müslüman olduğunu söyleyenler mümin ve münafık olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Mümin ile münafık arasındaki fark, doğruluktur.
Münafıklığın üzerinde bina edildiği temel ise, yalancılıktır. Onun için Allah, gerçek imanı anarken onu doğrulukla niteler.
"Bedeviler: "iman ettik" dediler, de ki: "İman etmiş değilsiniz ama İslam olduk deyin; iman henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; şüphesiz Allah, bağışlar, merhamet eder. İman edenler, ancak Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır." (49 Hucurat/14-15)
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır." (59 Haşir/8).
Yüce Allah, imanlarında doğru olanların içlerinde şüphe taşımadıklarını, mal ve canlarıyla onun yolunda cihad ettiklerini belirtir. Çünkü öncekiler ve sonrakilerden alınan söz budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah peygamberlerden söz almıştı: "And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti." (3 Âl-i imran/81).
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
"Allah, gönderdiği her peygamberden şu sözü almıştır:
Hayatta iken Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilirse, ona iman edeceksin ve destekleyeceksin, Muhammed peygamber olarak gönderilirse ona iman edeceklerine ve destekleyeceklerine dair kendi ümmetinden de söz alacaksın" (İbn Kesîr Tefsiri (1/378)
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara bir çok faydası bulunan demiri de var ettik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür." (57 Hadid/25)
Allah kitabı ve mizanı indirdiğini, kendisine ve peygamberlerine kimin yardım ettiğini ortaya çıkarması ve adaletin yerine gelmesi için de demiri indirdiğini belirtmiştir.
Onun için din, yol gösteren kitap ve yardım eden kılıçla ayakta durur.
Yol gösterici ve yardımcı olarak da olarak Allah yeter.
Kitap ve demir, indirilişte ortak olsa da, bu, birinin inmediği yerden diğerinin inmesine engel değildir. Çünkü Kitap, Allah'tan indirilmiştir.
"Aziz ve hakim olan Allah'tan Kitab'ın indirilmesidir" (39 Zümer/1),
"Elif Lam Ra. Bu, ayetleri muhkem olan, sonra hakim ve habir olan tarafından tafsil edilen bir kitaptır" (11 Hud/1),
"Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olan tarafından veriliyor" (27 Neml/6)ayetlerinde belirtildiği gibi.
Demirde içinde yaratıldığı dağlardan çıkarılmakta / indirilmektedir.
Dinin temellerini içeren birr (iyilik) iddiasında sadık (doğru) olanları nitelemesi de bu şekildedir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz birr (iyi olmak demek) değildir; lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır." (2 Bakara/177)
Münafıkları ise, Allah değişik ayetlerde yalancılıkla nitelemiştir. Şöyle buyurur:
"Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır." (2 Bakara/10)
"İkiyüzlüler sana gelince: "Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir." (63 Munafikun / 1)
"Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soldu." (9 Tevbe/77)
Kur'anda bunu belirten ayetler çoktur.
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, doğru söylemek ve tasdik etmek, hem söylemde/sözde hem amellerde olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurur:
"İnsan oğluna zinadan payı yazılmıştır ve onu mutlaka yapar. Gözler zina eder ve onların zinası bakmaktır, kulaklar zina eder ve onların zinası dinlemektir, eller zina eder ve onların zinası dokunmaktır, ayaklar zina eder ve onların zinası yürümektir, kalp arzu eder ve canı çeker, tenasül organı da bunu ya doğrular veya yalanlar" (Buhârî (6243); Müslim (2657)
Düşmanla savaşmakta kararlı olanların saldırıları için: "düşmana doğru / gerçekten bir saldırı yaptılar" denir. "Falan kişi sevgi ve dostluğunda sadıktır / doğrudur." denir. Bunun benzerleri çoktur.
Bütün bunlarla iradesi, amacı ve isteğinde sadık / doğru olan kişiler kastedilir.
Mümin amelinde, haber ve konuşmasında doğru/samimi olan kişidir.
Münafık, doğru olan müminin zıttıdır. O da sözünde veya amelinde yalancı olan kişidir. Amelini gösteriş için yapan kişi gibi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın." (4 Nisa/142-143)
İhlas İslamın Gerçeğidir
İhlas ise, İslamın gerçeğidir. Çünkü "İslam" başkasına değil, sadece Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/29-30)
Allah'a teslim olmayanlar, büyüklenenlerdir.
Hem Allah'a hem başkasına teslim olanlar ise müşriklerdir.
Hem büyüklenmek, hem ortak koşmak / şirk, İslamın zıttıdır. İslam ise şirk ve büyüklenmenin zıttıdır. "İstislam" formu, hem lazım hem müteaddi olarak kullanılır.
"Rabbi ona: 'Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: "Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin" dedi." (2 Bakara/131-132)
"Evet, iyilik yaparak Allah'a teslim olanın ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2 Bakara/112)
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Onun için İslam'ın başı / esası:
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik / tanıklık etmektir.
Bu da yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve onun dışında hiçbir şeye ibadet etmemeyi içerir.
O da, Allah'ın öncekilerden ve sonrakilerden başka bir dini kabul etmeyeceği genel İslamdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (3 Âl-i İmran/85).
"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, O güçlüdür, Hakîm'dir."
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır...." (3 Âl-i İmran/18-19)