Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kalbin Amelleri...

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bir olan Allah'a hamd ve kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât ve selam olsun.
Allah'a hamd olsun. Ondan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiçbir kimse saptıramaz ve saptırdığını da hiçbir kimse doğru yola getiremez. Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet / tanıklık ederiz.
("Hutbetu'l-Hâce" ismiyle meşhur olan bu duayı cuma hutbelerinde ve sair konuşmalarında okuyan Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem bizzat sahabilerine öğretmiştir. Ebû Dâvûd (2188) Tirmizî (1892) Dârimi (2202).)
Bunlar; "Makamlar ve Haller" diye adlandırılabilecek kalbin amelleri ile ilgili kısa bazı açıklamalardır. Bu ameller, imanın temellerinden ve dinin esaslarındandır.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, Allah'a tevekkül etmek, dini ona halis kılmak, ona şükretmek, hükmüne karşı sabretmek, ondan korkmak, ümitsizliğe düşmemek vb.
Müminlerden üzerimizde hakkı olan kimi kardeşlerim bunları hemen yazmamızı istedi. Öyle ya hepimiz aceleciyiz.


Bütün bu ameller, alimlerin ittifakı ile, ilke olarak sorumlu olan bütün insanlara farzdır. İnsanlar bedenî ameller konusunda üç sınıf oldukları gibi, bu ameller konusunda da üç sınıftır.
1 - Kendisine zulmedenler / zalim,
2 - Adaletli (Mu'tedil) olanlar / muktasıd ve
3 - Hayırlarda önde (sabikun bi'l-hayrat) / sâbık olanlar.
("Sonra biz o Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesid giden var ve Allah'ın izniyle hayırlarda öncü olanlar var. İşte o, büyük fazl" (35 Fatır/32) ayetine işaret etmektedir.)
1 - Kendisine zulmeden; emredilen şeyi terketmek veya yasaklanan şeyi işlemek suretiyle itaatsizlik yapandır.
2 - Muktasıd; Vacipleri (farz emirleri) yerine getiren ve haramları terkedendir.
3 - Hayırlarda önde olan / sabık ise; gücü yettiği kadar vacip (farz emirler) ve müstehap amelleri işleyen, haram ve mekruh şeyleri terkedendir.
Muktasıd ve sabık olan kişinin silinecek günahları olabilir. Bunlar ya tevbe ile -Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever- ya işlenen iyiliklerle (hasenat) veya başa gelen musibetlerle yahut başka şeylerle silinir. (yok edilir.)
Hem muktasıd olanlar, hem hayırlarda önde / sabık olanlar, Allah'ın şu ayette belirttiği veli kullarındandır.
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır." (10 Yunus/61-62).
Allah'ın velilerinin (Evliya) tanımı, mümin ve muttaki (takva sahibi) olmalarıdır. Bu da genel (umumi) ve özel (hususi) kısımlarına ayrılır.
- Genel olanlar, muktasıd olanlardır.
- Özel olanlar da, sabık olanlardır.
Sabık olanların dereceleri daha üstündür. Peygamberler ve sıddıklar gibi.
Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadiste bu iki sınıftan bahsederek şöyle buyurur:
"Yüce Allah şöyle der: Kim benim bir velime düşmanlık yaparsa, bana savaş açmış olur. Kulum, kendisine farz kıldıklarımla bana yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve ben de kendisini severim. Onu seversem işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.(Yani görmesi, işitmesi, tutması ve yürümesinde hep benimledir, benim rızamı düşünür.) Benden isterse veririm, bana sığınırsa korurum. Ölmek istemeyen mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka bir şeyde tereddüt etmedim. Ölmek istemez, ben de onu incitmek istemem, ama ölüm kaçınılmazdır." (Buhârî (6502) Ahmed; (6/256) buna yakın lafızlar ile Aişe'den)


İman Amel - İlişkisi

Müminlerden kendi kendine zulmeden ise, iman ve takvası oranında Allah'ın velisi olduğu gibi, günahkarlığı (fücuru) oranında da bunun aksidir. Çünkü bir kişide ceza ve mükafat görebilecek şekilde hem sevabı gerektiren iyilikler (hasenat), hem cezayı gerektiren günahlar (seyyiat) bulunabilir.
Bu, bütün ashabın, imamların, ehli sünnet ve cemaatin görüşüdür. Bunlar, kalbinde zerre kadar iman olan kişinin cehennemde ebedi kalmayacağını söylerler.
Hariciler ve Mutezile gibileri ise; kıble ehlinden cehenneme giren kişinin orada ebedi kalacağını ve çıkmayacağını söylerler.
Büyük günahları (kebair) işleyenler hakkında cehenneme girmeden önce veya girdikten sonra ne peygamberin, ne başkasının şefaati olur, derler. Onlara göre bir kişide sevap ve ceza, iyilikler ve kötülükler birarada bulunamaz. Mükafatlandırılan kişi ceza görmez ve cezalandırılan kişi de mükafat görmez, derler. Bu konunun Kur'an, Sünnet ve icma'dan delilleri çoktur. Onları ilgili yerlerinde belirttik.
Bu ilkeden birtakım hükümler çıkar. Şöyle ki;
"hakiki iman sahibi olanların bu imanları oranında amellerinin de olması gerekir. Bu kişilerin günahları da olabilir."
Buhârî, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle rivayet eder:
"Eşek diye anılan bir adam vardı. Rasûlullah'ı güldürürdü. Bu adam içki içerdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu cezalandırırdı. Bir gün içtiği için getirildiğinde, adamın biri ona:
"Allah lanet etsin, Rasûlullah'a ne kadar çok getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanet etme, o, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" buyurdu. (Buhârî (6780) )
Bu da gösteriyor ki içki içme günahı işleyen bir kişi Allah'ı ve Rasûlünü seviyor olabilir.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en sağlam temelleridir.
Aynı şekilde, zahid olan bir kişi de, içindeki nifak ve bid'at sebebiyle Allah ve Rasûlü tarafından nefret edilen kişi olabilir.
Nitekim Sahih ve diğer kitaplarda Ali, Ebu Said el-Hudri ve başkalarından Peygamberin Haricilerle ilgili şöyle dediği rivayet edilir:
"Biriniz onların namazı yanında namazını, orucu yanında orucunu ve okuması yanında okumasını azımsar. Kur'an'ı okurlar ama onların gırtlaklarından aşağı gitmez. Ok yaydan çıkar gibi İslamdan çıkarlar. Onları nerede görürseniz, öldürün. Onları kim öldürürse kıyamet günü ecrini alır. Onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi öldürürüm". (Buhârî (3344); Müslim (1/1064)
Ashab, Emiru'l-Mu'minin Ali b. Ebi Talib'in yanında bunlara karşı savaştılar.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Müslümanların bölündüğü bir sırada dinden çıkan bir fırka ortaya çıkar. Hakka en yakın olan iki gruptan biri onları öldürür". (Müslim (1/1065)
Onun için Sufyan-ı Sevrî ve başka birçok imam şöyle der:
"İblis, günahtan çok, bid'atı sever. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'attan tevbe edilmez. Çünkü Allah'ın ve Rasûlününün teşri etmediği bir şeyi din edinen bid'atçı, yaptığı amel kendisine süslü geldiğinden onu güzel görür. Güzel gördüğü sürece de ondan tevbe etmez. Çünkü tevbe etmenin sebebi, kişinin yaptığı işin tevbe edilmesi gereken kötü bir iş olduğunu bilmesi veya emredilen vacip yahut müstehap bir ameli terkettiğinden tevbe etmek gerektiğini anlamasıdır. Yaptığı iş kötü olduğu halde onu güzel görmeye devam ettiği sürece ondan tevbe etmez."
Ne var ki ondan tevbe etmeside mümkündür ve olmuştur. Çünkü Allah ona doğru yolu gösterebilir ve kendisi de hakkı görebilir. Tıpkı kafirlerden, münafıklardan, bid'at ve sapıklık ehlinden zümrelere yol gösterip hidayet verdiği gibi. Bu da bildiği hakka uyması ile olur. Kim bildiği şeylerle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar." (47 Muhammed / 17)
"Şayet onlara "Kendinizi öldürün" yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik." (4 Nisa/66-68)
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır." (57 Hadid/28)
"Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2 Bakara/257)
"Ey Kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Şüphesiz size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (5 Maide/15-16).
Kitap ve Sünnette bunun delilleri çoktur. Hevesine uyarak bildiği haktan yüz çevirenin durumu da aynı şekildedir. Yüz çevirmesi, ona cehalet ve sapıklık verir ve apaçık hakkı görmeyecek derecede kalbini köreltir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (61 Saf/5)
"Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır." (2 Bakara/10)
"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucizeler, ancak Allah katındadır"; onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalplerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız." (6 Enam/109-110)
Bu, olumsuzlaştırma ve kınama sorusudur. Yani o mucize geldiğinde onların inanmayacaklarını ne biliyorsunuz?!
Daha önce ona inanmadıkları halde sonra onların bakışını ve kalplerini değiştiririz de inanırlar.
Ayette "İnne" okuyanların okumasına göre ise kendilerine mucize geldiği taktirde bile kesin olarak ona inanmayacaklardır ve önce inanmadıkları gibi şimdi de onların bakışını ve kalplerini değiştiririz, böylece inanmazlar, anlamında olur. Onun için Said b. Cubeyr gibi seleften kimileri şöyle der:
"İyilikten sonra iyilik işlemek, iyiliğin bir mükafatıdır ve kötülükten sonra kötülük işlemek, kötülüğün bir cezasıdır".



Sıdk (Doğruluk) ve Fazileti

Buhârî ve Müslim, İbni Mesud'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğruluktan şaşmayın.Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında sıddîk olarak yazılır. Yalandan da sakının. Çünkü yalan söylemek, kötülüğe (fücura) götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında yalancı olarak yazılır." (Buhârî (6094); Müslim (105/607)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle doğru söylemenin iyilik işlemeyi gerektiren ve yalan söylemenin de kötülük işlemeyi gerektiren bir etken olduğunu belirtir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyiler (ebrar) şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar (fuccar) cehennemdedirler." (82 İnfitar/13-14)
Onun için alimlerden biri, etrafında olan kişilere tevbe etmelerini söylerken, ürkütmemek ve nefret ettirmemek için daima doğru söylemesini emrederdi. Onun için alimler ve şeyhler konuşmalarında ihlas ve doğru olmaktan çokça söz eder ve "Doğru söylemeyen kişi bana uymasın"derlerdi.
"Doğru söylemek, Allah'ın yer yüzünde kılıcıdır, hangi şeye vurulursa keser" derler.
Seyf b. Esbat ve başkaları şöyle der:
"Kim Allah'a karşı doğru olursa, mutlaka kendisine de doğru davranılır".
Bunun örnekleri çoktur.
Sıdk (Doğruluk) ve ihlas, gerçekte imanın ve İslam'ın netleşmesidir. Bilindiği gibi müslüman olduğunu söyleyenler mümin ve münafık olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Mümin ile münafık arasındaki fark, doğruluktur.
Münafıklığın üzerinde bina edildiği temel ise, yalancılıktır. Onun için Allah, gerçek imanı anarken onu doğrulukla niteler.
"Bedeviler: "iman ettik" dediler, de ki: "İman etmiş değilsiniz ama İslam olduk deyin; iman henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; şüphesiz Allah, bağışlar, merhamet eder. İman edenler, ancak Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır." (49 Hucurat/14-15)
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır." (59 Haşir/8).
Yüce Allah, imanlarında doğru olanların içlerinde şüphe taşımadıklarını, mal ve canlarıyla onun yolunda cihad ettiklerini belirtir. Çünkü öncekiler ve sonrakilerden alınan söz budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah peygamberlerden söz almıştı: "And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti." (3 Âl-i imran/81).
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
"Allah, gönderdiği her peygamberden şu sözü almıştır:
Hayatta iken Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilirse, ona iman edeceksin ve destekleyeceksin, Muhammed peygamber olarak gönderilirse ona iman edeceklerine ve destekleyeceklerine dair kendi ümmetinden de söz alacaksın" (İbn Kesîr Tefsiri (1/378)
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara bir çok faydası bulunan demiri de var ettik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür." (57 Hadid/25)
Allah kitabı ve mizanı indirdiğini, kendisine ve peygamberlerine kimin yardım ettiğini ortaya çıkarması ve adaletin yerine gelmesi için de demiri indirdiğini belirtmiştir.
Onun için din, yol gösteren kitap ve yardım eden kılıçla ayakta durur.
Yol gösterici ve yardımcı olarak da olarak Allah yeter.
Kitap ve demir, indirilişte ortak olsa da, bu, birinin inmediği yerden diğerinin inmesine engel değildir. Çünkü Kitap, Allah'tan indirilmiştir.
"Aziz ve hakim olan Allah'tan Kitab'ın indirilmesidir" (39 Zümer/1),
"Elif Lam Ra. Bu, ayetleri muhkem olan, sonra hakim ve habir olan tarafından tafsil edilen bir kitaptır" (11 Hud/1),
"Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olan tarafından veriliyor" (27 Neml/6)ayetlerinde belirtildiği gibi.
Demirde içinde yaratıldığı dağlardan çıkarılmakta / indirilmektedir.
Dinin temellerini içeren birr (iyilik) iddiasında sadık (doğru) olanları nitelemesi de bu şekildedir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz birr (iyi olmak demek) değildir; lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır." (2 Bakara/177)
Münafıkları ise, Allah değişik ayetlerde yalancılıkla nitelemiştir. Şöyle buyurur:
"Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır." (2 Bakara/10)
"İkiyüzlüler sana gelince: "Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir." (63 Munafikun / 1)
"Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soldu." (9 Tevbe/77)
Kur'anda bunu belirten ayetler çoktur.
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, doğru söylemek ve tasdik etmek, hem söylemde/sözde hem amellerde olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurur:
"İnsan oğluna zinadan payı yazılmıştır ve onu mutlaka yapar. Gözler zina eder ve onların zinası bakmaktır, kulaklar zina eder ve onların zinası dinlemektir, eller zina eder ve onların zinası dokunmaktır, ayaklar zina eder ve onların zinası yürümektir, kalp arzu eder ve canı çeker, tenasül organı da bunu ya doğrular veya yalanlar" (Buhârî (6243); Müslim (2657)
Düşmanla savaşmakta kararlı olanların saldırıları için: "düşmana doğru / gerçekten bir saldırı yaptılar" denir. "Falan kişi sevgi ve dostluğunda sadıktır / doğrudur." denir. Bunun benzerleri çoktur.
Bütün bunlarla iradesi, amacı ve isteğinde sadık / doğru olan kişiler kastedilir.
Mümin amelinde, haber ve konuşmasında doğru/samimi olan kişidir.
Münafık, doğru olan müminin zıttıdır. O da sözünde veya amelinde yalancı olan kişidir. Amelini gösteriş için yapan kişi gibi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın." (4 Nisa/142-143)



İhlas İslamın Gerçeğidir

İhlas ise, İslamın gerçeğidir. Çünkü "İslam" başkasına değil, sadece Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/29-30)
Allah'a teslim olmayanlar, büyüklenenlerdir.
Hem Allah'a hem başkasına teslim olanlar ise müşriklerdir.
Hem büyüklenmek, hem ortak koşmak / şirk, İslamın zıttıdır. İslam ise şirk ve büyüklenmenin zıttıdır. "İstislam" formu, hem lazım hem müteaddi olarak kullanılır.
"Rabbi ona: 'Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: "Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin" dedi." (2 Bakara/131-132)
"Evet, iyilik yaparak Allah'a teslim olanın ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2 Bakara/112)
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Onun için İslam'ın başı / esası:
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik / tanıklık etmektir.
Bu da yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve onun dışında hiçbir şeye ibadet etmemeyi içerir.
O da, Allah'ın öncekilerden ve sonrakilerden başka bir dini kabul etmeyeceği genel İslamdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (3 Âl-i İmran/85).
"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, O güçlüdür, Hakîm'dir."
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır...." (3 Âl-i İmran/18-19)






 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Dinin Temeli

Belirttiğimiz bu şeyler, gerçekte dinin temelinin / aslının kalpteki bilgi / ilim ve ameller olduğunu ve bunlar olmadan zahir amellerin bir işe yaramadığını gösterir.
İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"İslam, açık olandır, iman ise kalptedir." (Ahmed (3/134-135)
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Numan b. Beşir'den ittifakla rivayet edilen hadiste şöyle buyurur:
"Helal açıktır, haram da açıktır. İkisi arasında birçok insanın bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kim sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur, kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşer. Tıpkı korunun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi. Her an korunun içine girebilir. Dikkat edin, her kralın bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Vücutta bir parça et vardır, o düzelirse vücut düzelir, bozulursa, vücut da bozulur, O da kalptir." (Buhârî (52); Müslim (107/1599)
Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet edilir:
"Kalp, hükümdardır, organlar da onun askerleridir, hükümdar iyi olursa, askerleri de iyi olur, hükümdar kötü olursa, askerleri de kötü olur." (Suyuti, el-Camiu's-Sağîr; el-Elbânî, Daîfu Camiu's-Sağîr (4/131)


Batıni (Kalbi) Ameller

Allah'ı sevmek, ihlaslı olmak, ona tevekkül etmek, hoşnutluk gibi iç amellerin tümü kişisel ve toplumsal olarak herkese emredilen amellerdir. Kişi hangi makamda olursa olsun, onları terketmesi hiçbir şekilde iyi olmaz.
Hüzün:
Hüznü, Allah veya Rasûlü emretmiş değildir. Aksine, dinî kimi meselelerle ilgili de olsa, bazı yerlerde mahzun olmak yasaklanmıştır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür."(3 Âl-i İmran/139)
"Arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu;..." (9 Tevbe/39),
"İnkarcıların sözleri seni üzmesin, çünkü bütün kudret Allah'ındır. O, işitir ve bilir." (10 Yunus/65),
"Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez." (57 Hadid/23)
Mahzun olmak, bir yarar sağlamadığı gibi bir zararı da önlemez. Onun için bir yararı yoktur. Yararı olmayan bir şeyi de Allah emretmez.
Evet, hüzünle beraber bir haram işlenmiyorsa, başına gelenlere üzülmek gibi, mahzun olmak kişiye günah sayılmaz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Şüphesiz Allah, kalbin mahzun olması veya gözün yaşarmasından dolayı sorumlu tutmaz, (dilini göstererek) sadece bundan sorumlu tutar veya merhamet eder" (Buhârî (1304) Müslim (2/636)
"Göz yaşarır, kalp mahzun olur, ama Allah'ın hoşuna gidecek şeyler dışında bir şey söylemeyiz" (Buhârî (1303) Müslim (6/1707)
"Onlara sırt çevirdi, "Vah, Yusuf'a yazık oldu!" dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu." (12 Yusuf/84) ayetindeki hüzün de bu türdendir.
Bazan hüzünle beraber kişinin sevap kazandığı ve övüldüğü bir olay olur. Sevap kazanmak ve övülmek, hüzünden dolayı değil, o olaydan dolayıdır. Dininden dolayı kendi başına veya bütün müslümanların başına gelen musibetlerden dolayı kişinin mahzun olması gibi.
Kalbindeki hayır sevgisi, kötülüğe düşmanlık ve bunun sonuçlarından dolayı kişi hüzünlenerek sevap kazanır. Ancak bundan dolayı üzülmek; eğer sabretmek, cihad etmek, yararı sağlamak ve zararı önlemek gibi emredilen bir şeye engel olursa, o zaman hüzün yasak olur. Olmazsa, mahzun olduğu için kişi günah işlemiş olmaz. Ama kalbin zayıflığına, Allah ve Rasûlünün emrettiği şeyleri yerine getirmekten alıkoymasına yol açıyorsa, başka yönden övülmesine karşın, bu yönden kötü olur.
Allah sevgisi, ona tevekkül etmek (güvenmek) ve ihlaslı olmak gibi şeyler salt iyiliktir. Bütün peygamberler, şehitler, sıddikler ve salihler için güzel ve iyi şeylerdir.
Bu makamların havas/özel kişiler için değil de, avam/genel için olduğunu söyleyenler, özel kişileri bunun dışında tutuyorlarsa, yanılmaktadırlar. Çünkü bu şeylerin hiçbirinden hiçbir mümin muaf değildir. Bunlardan ancak münafık ve kafirler hariç olurlar.
Bazıları bu konuda birtakım şeyler söylemiştir. Söylediklerinin yanlışlığını ve bu makamlar konusunda bilgisinin yetersiz olduğunu başka yerlerde geniş bir şekilde belirttik.
Sadece şu kadarını belirtelim; bu makamlarda insanlar, özel/havas ve genel/avam şeklinde ikiye ayrılırlar. Özel kişiler için bunlardan özel makam, genel kişiler için de genel makam vardır.
Mesela bu adamlar şöyle derler:
"Tevekkül, rızık istemede kendini savunmaktır. Özel / havas olan kişi ise kendini savunmaz. Tevekkül eden kişi tevekkülü ile herhangi bir işi ister. Arif olan kişi ise, işlerin ayrıntılarını bildiği için hiçbir şey istemez."
Denilebilir ki tevekkül, dünya çıkarları için tevekkül etmekten daha geneldir. Çünkü tevekkül eden kişi kalbinin, dininin düzgün olması, dilinin ve iradesinin korunması gibi şeylerde Allah'a tevekkül eder. Bunlar onun için en önemli şeylerdir. Onun için her namazda rabbine
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" (1 Fatiha/5) diye seslenir.
Nitekim ayetlerde şöyle denir:
"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123),
"....De ki: O benim Rabbim'dir, O'ndan başka İlah yokdur, yalnız O'na güvenirim, dönüşüm de O'nadır." (13 Ra'd/30)
Allah, birçok yerde ibadeti ve tevekkülü bir arada belirtmiştir. Çünkü bu ikisi, dinin tümünü içine alır. Onun için seleften biri şöyle der:
"Allah, indirdiği kitapları Kur'an'da, Kur'an ilmini Mufassal (uzun sureler) de, Mufassal bilgilerini Fatiha'da ve Fatiha bilgilerini de:
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" ifadesinde toplamıştır." (Şeyhü'l İslam İbn Teymiyye başka bir yerde bu sözün Hasan el-Basrî'ye ait olduğunu belirtmiştir. (Bk. Mecmûu'l-Fetâvâ 16/17)
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" de hem rabb, hem kulu için olan şeyler biraraya toplanmıştır.
Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Allah, namazı benimle kulum arasında iki kısma böldüm, yarısı benim, yarısı onundur, kuluma istediğini veririm, der.
Kul "Alemlerin rabbine hamd olsun" deyince,
Allah, "Kulum bana hamdetti" der.
Kul "Rahman ve Rahimdir" deyince,
Allah "Kulum beni övdü" der.
Kul "Din gününün malikidir" deyince,
Allah "Kulum beni yüceltti" der.
Kul "Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" deyince,
Allah "Bu benimle kulum arasında iki kısımdır, kuluma istediği verilecektir" der.
Kul "Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil." deyince, "Hepsi kulumundur ve kulum ne isterse vereceğim, der." (Müslim (1/38) Malik (1/84) Nesâî (2/136) Tirmizî (4/270)
Görüldüğü gibi Fatiha'nın yarısı Allah'ı övmekten ve vereceği hayırdan oluşurken, diğer yarısı da kulun istemesi ve dua etmesinden oluşur. Her ikisi hem Rabbin hem kulun olan şeyleri bir araya getirmiştir.
- Kulluğu yalnız Allah'a ayırmak Allah'ın hakkı,
- yardımı yalnız Allah'tan istemek de kulun görevidir.
Buhârî ve Müslim, Muaz b. Cebel'den şöyle rivayet eder:
"Bir merkebe binmiş olan Rasûlullah'ın terkisinde idim.
"Ey Muaz, kullar üzerinde Allah'ın hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
Allah ve Rasûlü bilir, dedim. Şöyle dedi:
"Allah'ın kullar üzerinde hakkı, ona kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları taktirde kulların Allah üzerinde hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
Allah ve Rasûlü bilir, dedim.
"Onun üzerindeki hakları, onlara azap etmemesidir, dedi". (Buhârî (2706) Müslim (1/58) Ahmed (5/228) İbn Mâce (2/1435)

 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'ın emri, sevgisi ve rızası açısından "ibadet"; kendisi için kulları yarattığı amaçtır.
"İnsanları ve cinleri bana ibadet etmekten başka bir şey için yaratmadım" (5/ Zariyat/56) buyurur.
Peygamberler bunun için görevlendirilmiş ve kitaplar onun için indirilmiştir.
İbadet, Allah sevgisinin tamamını ve en mükemmelini, ona karşı hiçliğin ve alçalmanın zirvesini (tezellül) içeren bir isimdir.
Allah'a karşı küçülmeden yoksun bir sevgi ve sevgiden yoksun alçalma, ibadet olmaz. İbadet, ancak her ikisini bir arada bulundurandır. Onun için yalnız Allah'a yapılır.
İbadetten kulun kendisi yarar görmesine rağmen -ki Allah'ın alemlere ihtiyacı yoktur- ibadeti sevmesi ve ondan hoşnut olması açısından, ibadet Allah'a aittir.
Onun için Yüce Allah kulun günahlardan tevbe etmesine, ıssız ve yırtıcıların kol gezdiği bir yerde yiyeceği ve içeceği üzerinde bulunan binitini yitirip araya araya bulmaktan ümidini kesmiş yorgun bir şekilde uyuyan kişinin uyandığında onu bulmasına sevinmesinden daha çok sevinir. (Müslim (2744)
Bununla ilgili önemli birtakım meseleleri başka yerlerde detaylı açıkladık. (Bk. Mecmûu'l-Fetâvâ (10/304)
Tevekkül etmek ve Allah'tan yardım istemek (istiane), kul içindir. Çünkü kulun amacına ulaştığı ve yaptığı ibadetten elde ettiği maksadı için yol ve araç odur.
Allah'tan yardım istemek (istiane), dua ve istekte bulunmak gibidir.
Taberânî, "Kitabu'd-Dua"da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Yüce Allah şöyle buyurur:
"Ey insanoğlu, dört şey vardır, biri benim, biri senindir, biri de benimle senin, diğeri de seninle kullarım arasındadır.
Benim olan, bana ibadet etmen ve hiçbir şeyi bana ortak koşmamandır.
Senin olan ise, amelindir, onunla seni ödüllendiririm, onun için sen en çok ona muhtaçsın.
İkimiz arasında olan da, duanın senden, kabul etmenin benden olmasıdır.
Seninle kullarım arasında olan ise, insanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, senin de onlara öyle davranmandır"(Hadisi Camiu's-Sağîr'de Suyûtî rivayet etmiş ve hasen görmüştür. Hafız el-Heysemî "Senedinde Humeyd İbnu'r-rabi' vardır. O tedlis yapardı." Demiştir. el-Elbânî hadisi "Daîfu Camii's-Sağîr" de ve "Silsiletu'l -Ehadîsu'd-Daîfe" de zikretmiştir.)
Bunun Allah'ın, şunun da kulun olması, başlangıçta sevgi ve hoşnutluğun onunla ilgili olması açısındandır. Çünkü kul başta kendisine uygun ve yararlı gördüğü şeyi sever ve ister. Allah ise, hoşnutluğundan amaç olanı sever ve ondan hoşnut olur. Böylece ona bağlı olarak vesileyi sever. Yoksa, emredilen her şeyin yararı kula dönüktür. Hepsini de Allah sever ve hoşnut olur.
Bütün bunlardan dolayı tevekkülün umumi / avâmî makamlardan olduğunu sananlar, tevekkül ile sadece dünya lezzetlerinin istendiğini sanırlar. Bu ise yanlıştır. Çünkü din işlerinde tevekkül etmek, ondan daha büyüktür.
Tevekkül, vacip ve müstehap şeylerin ancak kendisiyle tamamlandığı dinin esaslarındandır.
Tevekkülü olmayanlar; Allah'ın (sevdiği) emredip hoşnut olduğu şeylere iltifat etmeyenlerdir.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Meşru olan zühd, âhiret yurdunda yarar sağlamayan şeyleri arzu etmemek, mubahlardan Allah'a itaat etmeye katkısı olmayan fuzuli şeyleri bırakmaktır.
Meşru olan vera da, âhiret yurdunda zarar verebilecek olan şeyleri terketmektir. O da haram ve şüpheli şeyleri bırakmaktır. Onları terketmek, yapılması iyi olan şeyleri terketmeyi gerektirmemelidir.
Âhiret yurdunda bizzat kendisi yarar sağlayan veya yarar sağlayacak şeylere katkısı olan şeylere iltifat etmemek, din değildir. Aksine bunu terkedenler, yüce Allah'ın:
"Ey İnananlar! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez." (5 Maide/87) yasağı kapsamına girerler.
Mubahların fuzulileriyle meşgul olmak da meşru zühdün zıttıdır.
Kişi vacip olan bir işi yapmak veya haram olan bir şeyi terketmek yerine onlarla meşgul olursa, Allah'a itaatsizlik etmiş olur.
Ama vacibi yapma veya haramı işleme söz konusu olmadan sadece fuzuli mubahları işlerse, mukarrebin derecesinden muktasıdin derecesine iner.
Tevekkül; Allah'ın sevdiği, emrettiği ve hoşnut olduğu bir esastır.
Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu ve her zaman emrettiği şey, sadece mukarrebinden olanların değil, muktasid olanların da yaptığı şey olur.
Bunlar, "tevekkül sahibi, nasibini arar" sözü ile ilgili üç cevaptır.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"İşler bitmiştir" sözüne gelince; Bu da:
"dua'ya ihtiyaç yoktur, çünkü istenen şey takdir edilmişse, zaten duaya ihtiyaç kalmaz, takdir edilmemişse, dua etmenin yararı yoktur" diyenlerin sözüne benzer.
Bu söz, din ve akıl açısından en saçma sözlerdendir.
Yine:
"Tevvekkül ve dua bir yarar sağlamaz ve bir zararı önlemez, bunlar salt bir ibadettir, tevekkülün gerçeği, işleri Allah'a bırakmaktan başka bir şey değildir" sözü de bunun gibidir.
Bunu şeyhlerden bir grup da söylemiş olsa, yanlıştır. Duanın salt ibadet olduğunu söylemek de böyledir.
Bu sözler ve benzerleri bir noktada düğümlenmektedir. O da, bu sözleri söyleyenlerin, işlerin takdir edilmiş ve hükme bağlanmış olmasının, kuldan meydana gelen sebeplere bağlı olmasına engel olduğunu sanmalarıdır.
Halbuki Allah'ın işleri takdir etmesinin ve karara bağlamasının, kulların işlediği fiillere ve başkasına bağlı olduğunu anlamazlar.
Onun için söylediklerini kural olarak kabul etmek, bütün işlerin tümden aksamasını gerektirir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bu konu defalarca sorulmuş ve İmran b.Husayn'den Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen şu cevabı vermiştir:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e soruldu:
Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet ehli ile cehennem ehli belli midir?
Evet, dedi. O zaman amel etmek neyedir? denildi.
Herkes, yaratıldığı şey için amel etmesi kolaylaştırılır / müyesserdir, buyurdu" (Buhârî (6596) Müslim (4/2041) Ebû Dâvûd (5/83)
Ali b. Ebî Talib'den de şöyle dediği Buhârî ve Müslim'de rivayet edilir:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in katıldığı bir cenaze töreninde bulunuyorduk. Rasûlullah oturdu ve elindeki bir çomakla yeri çizmeye başladı. Sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:
"Yaşayan hiçbir kimse yoktur ki cennet veya cehennemde yeri belli olmasın, mutlu veya bedbaht yazılmış olmasın."
Bunun üzerine adamlardan biri şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Rasûlü! O zaman yazgımıza güvenip çalışmayı bırakmamız gerekmez mi? Nasıl olsa saadet ehlinden olan mutlulardan olacak, bedbaht olan da bedbahtlardan olacaktır."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Çalışınız, herkes neye yaratılmışsa onun için çalışması kolaylaştırılır/müyesser olur. Saadet ehli mutluluğa müyesser olurlar, bedbahtlık ehli de bedbahtlığa müyesser olurlar."
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sonra şu ayetleri okudu:
"Elinde bulunandan verene, Allah'a karşı gelmekten sakınana, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayana en kolayı kolaylaştırırız. Ama, cimrilik edene, kendini Allah'tan müstağni sayana, en güzel sözü yalanlayan kimseye güçlüğe uğramayı kolaylaştırırız." (92 Leyl/5-10)
Bu haberi sahih, müsned ve sünen sahipleri rivayet etmiştir. (Buhârî (1362) Müslim (4/2039) Ahmed (1/129) Tirmizî (5/69) İbn Mâce(1/30)
Tirmizî, rivayet eder:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Kimi ilaçlarla ve dualarla tedavi oluyoruz, bazı şeylerle kendimizi koruyoruz, bunlar Allah'ın kaderinden bir şeye engel olur mu?" diye soruldu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bunlarda Allah'ın kaderindendir" buyurdu.(Tirmizî (3/270) "Hadis hasendir" demiştir. Ahmed (3/421) İbn Mâce (2/1137)
Rasûlullah'ın bu anlamda söyledikleri birçok hadiste geçmektedir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Levhi Mahfuz'da kişilerin mutlu veya bedbaht olarak yazılmış olması, kişinin mutluluğunun salih amellerle ve bedbahtlığının kötü amellerle olmasına aykırı olmadığını böylece belirtmiştir.
Çünkü Allah, bütün olayları ve işleri olduğu gibi bilir ve yazar.
Mutlu olanın salih amellerle mutlu olacağını ve bedbaht olanın da kötü amellerle bedbaht olacağını bilir.
Mutlu olana, mutlu kılacak salih ameller işlemesi kolaylaştırılır.
Bedbaht olana da kötü amellerle bedbaht olması kolaylaştırılır.
Her ikisi de yaratıldıkları şeye müyesser olur. O da Allah'ın evreni kuşatan genel iradesine uygun olur.
Yüce Allah bu iradeyi:
"Fakat, Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayrılıktadırlar, esasen onları bunun için yaratmıştır." (11 Hud/119) şeklinde belirtir.
(Kur'an ve sahih sünnetin işaret ettiği şekilde "kadere iman etmek" kişinin inancının sahih olması ve Allah katında geçerli olması için şarttır. "Kadere iman etmek" ise şu dört esası ihtiva eder. Bu dört esasa dosdoğru bir şekilde iman etmedikçe "Allah'a iman" da geçersiz olur. Çünkü kadere iman etmek doğrudan "Allah'ın Rububiyyetine" yani varlıklar/eşya ve olaylar/ahval üzerinde mutlak güç, tasarruf ve otoritenin Allah'a ait olduğuna iman etmekle birebir aynı şeydir. "Allah'a iman" ile "kadere iman" birbirlerinin ayrılmaz parçası olduğundan dolayıdır ki Yüce Allah'ın kitabında; bazı ayetlerde iman esasları sayılırken beş esasın sıralanması ile yetinilmiştir. Kur'an ve sahih sünnet şu dört esasa iman etmemizi gerekli kılmaktadır:
1 - Yüce Allah'ın herşeyi bildiğine iman etmek.
O azze ve celle gizli ve aşikar herşeyi en ince ayrıntısı ile bilir. Mahlukatı yaratmadan önce rızıklarını, ecellerini, sözlerini ve amellerini kimlerin cennete,kimlerinde ateşe gireceklerini bilmiştir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca veya ondan daha küçük hiç birşey onun ilminden hariçte değildir.
"Ve muhakkak Allah ilmi ile her şeyi kuşatmış olandır." (et-Talak 6512)
2 -Yüce Allah'ın bunları levh-ı mahfuz da yazdığına iman etmek.
"Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey (bile) O'na gizli kalmaz. Bundan küçük veya büyük her ne varsa muhakkak apaçık bir kitaptadır" (Sebe 34/3)
"Onun ilmi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Uzun yaşatılanın ömrünün uzatılmasıda ömrünün eksiltilmeside ancak bir kitaptadır. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır" (Fatır 35/11)
3 -Olmuş-olacak herşeyin Yüce Allah'ın iradesi ile olduğuna iman etmek.
O azze ve celle irade etmedikçe hiçbirşey olmaz. Bütün evrende meydana gelen her hareket ve sükûn O'nun iradesi ile olur.
"O her ne dilerse yapar" (el-Buruc 85/16)
"Hiç birşey hakkında sakın 'ben bunu yarın mutlaka yapacağım' deme. Meğer Allah dilemiş ola." (el-Kehf 18/23-24)
"Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz" (el-İnsan 76/30)
4 - Bütün eşya/varlıklar ve ahval/olaylar Allah tarafından yaratılırlar.
Onun yaratması dışında hiçbirşey oluşmaz. Herbir yaratılmışın hareketleri ve sükûnu da O'nun yaratmasıyla meydana gelir.
"Halbuki sizide yapıp ettiklerinizide Allah yaratmıştır." (es-Saffat 37/96)
"Allah herşeyin yaratıcısıdır" (ez-Zumer 39/62)
Konunun genişçe açıklaması için burası uygun olmadığından okuyucuya deliller ile bu konuyu arzeden Hafız b. Ahmed el-Hakemî'ye ait "İslam Akaidi" isimli eseri tavsiye ediyoruz. Burada yapılan kısa açıklamadan "kadere iman etme" yi ilim ve kitabet / bilgi ve yazmak ile sınırlayan Allah'ın Kitabının tahrifçileri çağdaş mutezilîlerin bozuk inançlarına dikkat çekilmek istenmiştir.)
İnsanların "Allah sevgisi ve hoşnutluğu" için yaratılmış olması ve dini iradesi gereği bununla memur olmaları da "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" ayetinde belirtilmiştir.
Allah, Kur'an'da kelimeler, emir, irade, izin, kitap, hüküm, kada', tahrim vb. terimlerle Allah'ın sevgisi, hoşnutluğu ve şeri emrine uygun olanı ile kevnî iradesine uygun olanı belirtmiştir. Bunların dinî olan ve dinî olmayan boyutları olduğunu ifade etmektedir.
Mesela, dinî emirle ilgili olarak şöyle der:
"Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder" (16 Nahl / 90)
"Emanetleri sahiplerine vermenizi emreder" (4 Nisa/58)
Kevnî emirle ilgili olarak şöyle der:
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur."(36 Yasin/82).
"Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına emrederiz, fasıklık yaparlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz." (17 İsra/ 16). (Bu ayetle ilgili iki görüşten birine göre durum böyledir).
Dinî irade ile ilgili olarak şöyle der:
"Allah size kolaylık ister, zorluk istemez." (2 Bakara/185).
"Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir." (4 Nisa/26).
"...Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz." (5 Maide/6)
Kevnî irade ile ilgili olarak şöyle der:
"...Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi..." (2 Bakara/253)
"Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar." (6 Enam/125)
"Nuh şöyle der: "..Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz..." (11 Hud/34)
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur."(36 Yasin/82)
Dinî izinle ilgili olarak şöyle der:
"İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezil eder" (59 Haşir/5)
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kevnî izinle ilgili olarak şöyle der:
"...Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi..." (2 Bakara/102).
Dinî kada' (hüküm, kararlaştırma) ile ilgili olarak şöyle der:
"Rabbin, yalnız Kendisine tapmanıza ve ana babaya iyilik etmenize karar vermiştir..."(17 İsra/23).
Kevnî kada' ile ilgili olarak şöyle der:
"Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök varetti " (41 Fussitet/12).
Dinî hükümle ilgili olarak şöyle der:
"...İhramda iken avlanmayı helal görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar helal kılındı; Allah dilediği hükmü verir." (5 Maide/1)
"...Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah bilendir, Hakimdir." (60 Mumtehine/10)
Kevnî hükümle ilgili olarak Yakub'un oğlundan söz ederken şöyle der:
"...Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene kadar ki O, hükmedenlerin en iyisidir, bu yerden ayrılmayacağım." (12 Yusuf/80)
"Peygamber: Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir" dedi." (21 Enbiya/12)
Dinî haram kılma ile ilgili olarak şöyle der:
"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır." (5 Maide/3)
"Sizlere, analarınız; kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- haram kılındı. Şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder. " (Nisa/23).
Kevnî haram kılma ile ilgili olarak şöyle der:
"Allah: Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış millet için tasalanma" dedi." (5 Maide/26)
"Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için belirli bir hak vardır" (51 Zariyat/19)
Dinî kelimeler için şöyle der:
"İbrahim'i Rabbi bir takım kelimelerle denemiş, o da onları yerine getirmişti..." (2 Bakara/124)
Kevnî kelimelerle ilgili olarak şöyle der:
"...Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi..." (7 Araf/137)
Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem Sahih, Sünen ve Musned hadis kitaplarında çok yaygın olarak rivayet edilen Allah'a sığınma ile ilgili:
"Allah'ım, iyi ve kötü kimsenin aşamadığı tastamam kelimelerine sığınırım" (Ahmed (3/419) Malik (2/951) Nesâî, Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyl 5830) İbnu's-Sunni, Amelu'l-Yevmu ve'l-Leyl (185).
buyruğu da bu türdendir:
Bilindiği gibi bu türden olan şeylerin hiçbiri onun irade ve tekvini dışında olamaz.
Dini kelimelere ise, Allah'a itaatsizlikleriyle facir olanlar muhalefet etmişlerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, burada insanların yaratılmış oldukları saadet ve bedbahtlığa işleyecekleri amellerle ulaşacaklarını belirtmektedir. Yüce Allah'ın buradaki kanunu tıpkı diğer yaratıklarında olduğu gibidir.
Mesela Allah, rahimlerde çocuğu ve hayvanları anne ile babanın evlenmesini ve birleşmesini takdir ederek yaratır. Kişi:
"ben tevekkül ediyorum ve eşimle çiftleşmiyorum, benim için çocuk takdir edilmişse, olur, takdir edilmemişse olmaz, benim çiftleşmeye ihtiyacım yoktur" derse, o bir ahmaktır.
Ama çiftleşir ve birleşme anında azil yaparsa, Allah dilerse, çocuk olmaz. Allah dilerse, dedik, çünkü erlik suyu elde olmadan da rahme ulaşabilir.
Buhârî ve Müslim, bu konuda Ebu Said el-Hudrî'den şöyle rivayet eder:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e beraber Beni Mustalik gazvesine çıktık, Araplardan esirler aldık, canımız kadın çekti, uzun zamandır evlerimizden uzakta idik, azil yapmak istedik, bunu Rasûlullah'a sorduk, yapmanızda bir sakınca yoktur, Allah kıyamet gününe kadar yaratacaklarını yazmıştır, dedi" (Buhârî, Kitabu't-Tevhid, Müslim (2/1061) Ebû Dâvûd (2/624) Malik (1/620) Dârimî (2/147) Ahmed (3/68)
Müslim de Cabir'den şöyle rivayet eder:
"Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem a geldi ve şöyle dedi:
Bir cariyemiz var, bize hizmet ediyor ve hurmalarımızı topluyor, bazan onunla yatıyorum ama gebe kalmasını da istemiyorum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, istersen azil yaparsın, onun için ne takdir edilmişse o olur, dedi".
Şüphesiz Allah, insanı başka bir şekilde yaratmaya da kadirdir. Âdem'i anasız babasız yarattı, Havva'yı babasız Âdem'in kısa kaburgasından yarattı, İsa'yı babasız sadece anneden yarattı. İşte bunlar gibi, alışık olmayan başka sebeplerle yaratabilir.
Ancak zındık inkarcıların inkar ettiği kader konusuna hatırı sayılır şeyhlerden de kendisine emredilen ve yasaklananları inceleyip anlamadan takılanlar olmuş ve işi tevekkül, kader ve Allah'a bırakma şeklinde anlamıştır.
Bunlar: "Allah'a karşı kul, yıkayıcının elindeki cenaze gibi olmalıdır" sözünün emir ve yasakları içerdiğini sanarak kendilerine emredilenleri terkederken, yasaklananları işler, böylece Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu ve emrettiği şeyler ile sevmediği, çirkin gördüğü ve yasakladığı şeyleri birbirinden ayıramayacak kadar ışığı ve furkanı zayıflar ve Allah'ın ayırdığı şeyleri bir gibi tutarlar.
Yüce Allah onların bu çarpık mantığını şöyle belirtir:
"Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" (45 Casiye/21 )
"Müslüman olanları hiç suçlular gibi tutar mıyız? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz?"(68 Kalem/35-36)
"Yoksa, inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde, bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa, Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (38 Sâd/28)
"De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz ancak akıl sahipleri öğüt alırlar." (39 Zumer/9)
"Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir. Dirilerle ölüler de bir değildir.
Doğrusu Allah, dilediği kimseye işittirir. Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin." (35 Fatır/19-22)
Kur'anda bunun örnekleri çoktur.
Bunların aşırıları, Kur'an ve Sünnetin delalet ettiği ve Allah'ın Peygamber yolu ile emrettiği dinsel emirler ile tabiatta kafirler ve facirler eliyle meydana gelen halleri birbirinden ayıramayacak duruma gelirler.
Böylece ortak (cem') yönünü, yani hepsinin Allah'ın takdiri, hükmü, rablığı, genel iradesi ile olduğu ve hükmü kapsamına girdiğini görürler.
Ama Allah'ın velilerini düşmanlarından, iyileri kötülerden, müminleri kafirlerden, dini emirlerine itaat edenleri itaat etmeyenlerden ayıran farkı görmezler ve kimi şeyhlerden nakledilen mücmel bazı sözleri yahut yanlışları delil olarak gösterirler.
Bu, Allah yolunun sahiplerinin, onun rızasını kazanmak isteyenlerin girdiği yoldan gidenlerin çokça özen göstermesi gereken önemli bir konudur.
Bu konuyu ihmal etmeleri sebebiyle o yoldan gidenlerden kimlerin içine düştükleri küfür, isyan ve fasıklığı ancak Allah bilir.
Bunlar yer yüzünde musallat olan zalim ve azgınların yanında yer alıyorlar ve onlara yardım ediyorlar.
Yer yüzünde bozgunculuk çıkaran ve haksız üstünlük taslayan kişilere kapleriyle sempati duyuyorlar ve etkili olabileceklerini sandıkları hallere sahip oldukları taktirde Allah'ın evliyasından olacaklarını sanıyorlar.
Şüphesiz kalplerin bedenlerden daha büyük etkisi olur. Ama kalpler iyi ise, etkisi de iyi olur, bozuk ise, etkisi de bozuk olur.
Allah hallerin bazısını sever, bazısını sevmez. Fakihler, gizlide başkasını öldüren kişinin öldürülmesi gerektiğinden söz ederler, iç dünyalarında ve kalplerinde olana kevni emri delil gösterirler.
Birinin bir keşifle yahut iradesine uygun düşen bir tevafukla gösterdiği olağanüstülüğü Allah'ın ona bir kerameti sayarlar.
Ama gerçekte bunun aşağılama olduğunu, kerametin; istikamet üzere olmak demek olduğunu ve Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu şeye kişinin muvaffak olmasından daha üstün bir keramet / ikram bulunmadığını bilmezler.
Allah'ın kişiye en üstün ikramının Allah'a ve Rasûlüne itaat etmek, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olmak olduğunu anlamazlar.
Allah'ın velileri ancak; Allah'a ve Rasûlüne itaat eden, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olanlardır.
Allah bunlar için:
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır. Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır." (10 Yunus/62) buyurur.
Allah'ın vacip kıldığı şeylere uyanlar, "muktasid" olurlar.
Vacip kıldığı ve sevdiği şeylere uyanlar, "mukarrebin" olurlar.
Unutmayalım ki her vacip sevilir ama her sevilen vacip değildir.
Allah'ın, olağanüstülükle, darlık veya bollukla kulunu imtihan etmesi, o kulun Allah'ın yanında değerli veya değersiz oluşundan dolayı değildir. Bilakis o konuda Allah'a itaat eden bir kesim ondan dolayı mutlu (said) olabilirken, isyan eden başka bir kavim bedbaht (şaki) olabiliyor.
Yüce Allah buyurur:
"Rabbin denemek için bir insana iyilik edip nimet verdiği zaman, o: "Rabbim beni şerefli kıldı" der. Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: "Rabbim bana hor baktı" der." (89 Fecir/15-16).
Onun için insanlar bu konuda üç sınıfa ayrılır:
1 - Olağanüstü hali Allah yolunda kullandıklarında dereceleri yükselenler.
2 - Bel'am ve benzerleri gibi Allah'a isyan yolunda (ma'siyette) kullandıklarından Allah'ın azabına uğrayanlar.
3 - Kendileri için mubah derecesinde olanlar.
Birinci kısımda olanlar, gerçek müminlerdir. Bunlar, bütün olağanüstülükleri, ademoğlunun efendisi olan şerefli Nebi'ye uyarak Allah'ın dinini desteklemek veya Allah'a itaat etmek için kullananlardır.
Bu konuda çok yanlış yapıldığından Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kula yarar sağlayacak şeyleri işlemeye özen göstermeksizin kader konusuna dalmayı yasaklamıştır.
Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Kuvvetli müminde de, zayıf müminde de hayır vardır, ancak kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır ve Allah'a daha sevimlidir. Sana yararlı olan şeyleri yapmaya gayret et, Allah'tan yardım dile ve mahzun olma. Başına bir şey gelirse, şunu şöyle yapsaydım şöyle olurdu, deme. Onun yerine, Allah takdir etti ve dilediğini yaptı, de. Şüphesiz "lev=keşke" sözü şeytanın işine yarar". (Müslim (4/2052) Ahmed (2/366) İbn Mâce (1/13)
Ebû Dâvûd, Sunen'inde şöyle rivayet eder:
"İki adam, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e muhakeme olmak üzere geldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlardan birinin aleyhine hüküm verdi. Aleyhine hüküm verilen kişi, "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Allah, acizliği ayıplar, ama sen güzel olanı yap. Bir işin üstesinden gelemediğin zaman "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, de" buyurdu. (Ebû Dâvûd (4/44) Ahmed (6/24)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, müminin yararlı olan şeyde ısrarcı olmasını ve başarmak için Allah'tan yardım istemesini emretmiştir. Bu da:
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz" (1 Fatiha/5),
"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123) ayetlerine uygundur.
Kişiye yarar sağlayan şey üzerinde ısrarcı olmak ve özen göstermek, Allah'a itaat ve ibadet etmektir.
Çünkü kişiye yarar sağlayan iş, aynı zamanda Allah'a itaattir ve kendisi için ondan daha yararlı yoktur. Mubah türünden birşeyi istemek bile olsa, Allah'a itaat etmek için ondan yardım istemek, itaat olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sahih hadiste Sa'd'a şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın vechini isteyerek yaptığın her harcama ile, hatta eşinin ağzına verdiğin her lokma için mutlaka bir üstünlük kazanır ve bir derece yükselirsin." (Buhârî (7/269) Müslim (3/1251) Ebû Dâvûd (3/286) Tirmizî (3/291)
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, güzel olanın zıttı olan acizlikten hoşnut olmadığını belirtmiştir. Bu da yapılması emredilen şeyin terkedilmesi demektir. Çünkü ihmal etmek, emir ve yasağın dayanağı olan ve önce bulunan kudrete aykırı değilse de, eylemle beraber bulunan güce aykırıdır.
Eylemi gerektiren güç yetirme, onunla birlikte bulunur ve ancak güç yetirdiği şey için elverişli olur. Yüce Allah, onu:
"İşitmeye güç yetiremezlerdi" (11 Hud/20),
"İşitme güçleri yoktu" (18 Kehf/101) ifadelerinde bunu dile getirmiştir.
Emir ve yasağın taalluk ettiği güç yetirme ise, eylemle beraber olabilir, olmayabilir de.
"...oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir..."(3 Âl-i İmran/97)
ayetinde olduğu ve Peygamberin İmran b. Husayn'a "Ayakta namaz kıl, yapamıyorsan oturarak, buna da gücün yetmiyorsa, yatarak kıl" buyurduğu gibi.
Bu konuda insanlar dört gruba ayrılmışlardır:
1 - Kendisine ibadet etmeleri emredilen Rabbin ilahlığına tanıklık / şehadet ederek itaat, ibadet, emir ve yasak tarafına bakıp, kaza, kader, tevekkül ve yardım isteme tarafına bakmayanlar. Fıkıhçı ve âbidlerin çoğunun durumu budur.
İyi niyetlerine ve Allah'ın kurallarını gözetmelerine rağmen genelde zayıflık, acizlik ve eziklik içindedirler.
Çünkü Allah'tan yardım istemek, ona sığınmak, kendisine dua etmek kişiyi güçlendirir ve işlerini kolaylaştırır.
Onun için seleften biri: "Kim insanların en güçlüsü olmaktan hoşlanıyorsa, Allah'a tevekkül etsin" demiştir.
Buhârî ve Müslim, Abdullah b. Amr'dan şöyle rivayet eder:
"Rasûlullah'ın Tevratta nitelemesi şöyledir:
Biz seni şahit, müjdeleyici, uyarıcı, ümmileri koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin, adını mütevekkil koydum, kaba saba değilsin, sokaklarda şamatacı değilsin. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilakis kötülüğe iyilikle karşılık verir, bağışlar ve affedersin.
Bozulmuş olan yolu kendisiyle düzeltmedikçe canını almayacağım, onunla "La ilahe illallah = Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur" diyecek kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalpleri açacağım."(Buhârî (8/575) Dârimî (1/5) Ahmed (2/174)
Onun için Arş'ı taşıyan meleklerin (Hameletü'l-Arş) onu "La havle ve la kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azim" = "Bütün güç ve kuvvet, ulviyyet ve azamet sahibi Allah'ındır".diyerek taşımaya güç yetirdikleri rivayet edilmiştir. (İbn Cerîr et-Taberî; Tefsir (10/29)
Buhârî ve Müslim'de Rasûlullah'ın:
"O, (yani, "La havle ve la kuvvete illa billahil-aliyyi'l-azim") cennetin hazinelerinden bir hazinedir" buyurduğu sabit olmuştur. (Buhârî (11/187) Müslim (4/2077) Ahmed (5/156) Tirmizî (5/230) Tirmizî hadis için "hasen-sahih" demiştir. İbn Mâce (2/1256)
Yüce Allah buyuruyor:
"Kim Allah'a tevekkül ederse, o kendisine yeterlidir" (65 Talak/3),
"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı ve Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir, dediler. Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri döndüler; Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir. İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun." (3 Âl-i İmran/173-175).
Buhârî, İbni Abbas'ın "Ve kalu hasbünallahu ve ni'mel vekil. = Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir" sözü hakkında şöyle dediğini rivayet eder:
"İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca onu söyledi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ise insanlar:
"İnsanlar size karşı bir ordu topladılar" deyinci onu söyledi". (Buhârî (8/229), Hâkim (2/298), Nesâî, Sunenu'l-Kubrâ, İbn Kesîr (1/430)
2 - Bunlar, Allah'ın rablığını, ona ihtiyaçlarını kabul ediyor ve kendisinden yardım istiyorlar ama onun emir, yasak, rıza, gazap ve sevgisine bakmadan kendi zevkleri ve hevesleri doğrultusunda hareket ediyorlar.
Tasavvufçu ve fukara geçinenlerden birçoğunun durumu budur.
Onun için tabiatta kendisiyle tasarruf edecekleri hallere sahip olmak için çalışıyorlar, ama Allah'ı hoşnut edecek ve sevgisini kazandıracak şeylere bakmıyorlar. Çoğu zaman da yanılıp ona isyan olan bir şeyi razı olduğu şey olarak sanıyorlar, bunun için emir ve yasağı işlevsiz kılıyor, buna da hakikat diyorlar. Allah'ın açıkta ve gizlide rızasını, sevgisini, emir ve yasağını içeren dinsel emir gerçeğini anlamadan bu kader hakikate ayak uydurmak gerektiğini sanıyorlar.
Çoğu zaman bunlar sahip oldukları hallerini yitirirler ve bir şekilde günah ve itaatsizliğe (ma'siyet ve fıska) dönerler. Hatta bir çokları İslam'dan döner. (irtidat eder.)
Çünkü akibet, takvanındır. Allah'ın emir ve yasaklarını gözetmeyen kişi, takvalılardan (Muttaki) değildir.
Bunlar bazan bid'atı şeriat sanarak, bazan emre karşı kaderi gerekçe göstererek müşriklerin içine düştüğü duruma düşerler. Allah, müşriklerin kötülüklerini kınarken din diye çıkardıkları bid'atları ve şeriat saydıkları şeyleri belirterek şöyle buyurur:
"Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (7 Araf/28)
Allah, haram etmediğini haram etmeleri ve teşri etmediğini teşri etmeleri ve gerekçe olarak da kaderi göstermeleri sebebiyle onları kötüleyerek şöyle dediklerini belirtir:
"Şirk koşanlar diyecekler ki: “Şayet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbirşeyi de haram kılmazdık...” (6 Enam/148).
Aynı söylemlerini Nahl, Yasin, Zuhruf surelerinde de anlatır. Bunlar, hem onlara hem bunlara benziyorlar.
3 - Allah'a ibadet etmekten ve kendisinden yardım istemekten yüz çevirenler. Bunlar da sayılan kısımların en kötüleridirler. (şerlisidirler.)
4 - Övülecek durumda bulunanlar:
Bunlar da:
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz"(1 Fatiha/5),
"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123)ayetlerinin gereğini yapanlardır.
Bunlar, Allah'a itaat etmek için Allah'tan yardım istediler ve hem kendisine, hem Rasûlüne itaat ederek kendisinden başkasına ibadet ve itaat etmelerinin caiz olmadığına, rab olarak yalnız onu bildiklerine tanıklık / şehadet ettiler.
"O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri / aracıları yoktur." (6 Enam/51)
"Allah'ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur. O'nun önlediğini de ardından salıverecek yoktur. O, güçlüdür, Hakim'dir." (35 Fatır/2)
"Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye Kadimdir." (6 Enam/17)
"And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir." (39 Zumer/38)
Onun için kimi alimler;
- yalnız sebeplere bakmanın tevhidi bozan şirk,
- sebepleri sebep olarak görmemenin akılda eksiklik,
- sebeplerden tamamen yüz çevirmenin şeriata hakaret olduğunu söylerler.
Çünkü emredilen tevekkül, tevhidin, aklın ve şeriatın gereğinin birleştiği noktadır.
Bütün bunlar gösteriyor ki tevekkülün, avam tarikat ehlinin makamlarından olduğunu sananlar, "İlelu'l-Makamât"ın sahibi gibi meşhur şeyhlerden de olsa, büyük bir yanılgı içindedirler. (O, Şeyhu'l-İslâm Ebu İsmail el-Ensarî, Abdullah b. Muhammed b. Ali el-Herevî es-Sûfî el-Hanbelî'dir. 397 h.'de doğmuş 481 h.'de ölmüştür. (Şezeratu'z-Zeheb 3/365)
Bu anlayışı "Mehasinu'l-Mecalis" sahibi de ondan almıştır.(O, Ebu'l-Abbas İbn Arif Ahmed b. Muhammed el-Endulusî'dir. İbn Arif diye bilinir. 536 h.'de Merakeş'de ölmüştür. Doğumu 481'dir. (Keşfu'z-Zunnûn 2/1609)
Böylece tevekkülün sadece avam tarikat ehlinin makamlarından olduğu ve istenen şeyi elde etmede bir yararının olmadığını sananların delillerinin de zayıf olduğu ortaya çıkmıştır.
Dua'nın da bu şekilde olduğunu söyleyenlerin durumu da böyledir.
Bütün bunlar, emredilen amelleri bu şekilde sanmak gibidir. Tıpkı üzerine vacip olan ibadet ve emredilen itaat sebeplerini yerine getirmeden tevekkülle meşgul olmak gibidir.
Çünkü "Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123) ayetinin kapsamında olan ve emredilen sebepleri terkederek yanlış yapmak, "Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" kapsamında bulunan ve emredilen tevekkülü terkederek yanlış yapmak gibidir.
Mubah şeyleri elde etmek için dua edenler ve bunun için Allah'a tevekkül edenler avamdandır, ama müstehap ve vacip şeyleri elde etmek için yapanlar havastandır, derler.
Nitekim haram şeyleri elde etmek için Allah'a dua eden ve tevekkül edenler de kendilerine zulmedenlerdir.
Tevekkül etmeyenler de Allah'a ve Rasûlüne isyan edenler, daha doğrusu imanın dışına çıkanlardır.
Durum böyle olunca, bu makam nasıl havas için olabilir?
Yüce Allah buyuruyor:
"Mûsâ: Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız O'na güvenin, dedi." (10 Yunus/84)
"Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler." (3 Âl-i İmran/160)
"Müminler Allah'a tevekkül etsinler" (9 Tevbe/51)
"And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir." (39 Zumer/38)
Yüce Allah "Hasbiyallahu = Allah bana yeter" ifadesini bazan yararı sağlamak için, bazan da zararı önlemek için kullanmıştır...
- Yararı sağlamak için kullanmasına örnek:
"Eğer onlar, Allah ve peygamberinin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve "Allah bize yeter, O ve peygamberi bol nimetinden bize verecektir; şüphesiz biz Allah'a gönül bağlayanlardanız" deselerdi, daha hayırlı olurdu." (9 Tevbe/59)
- Zararı önlemek için kullanmasına örnek:
"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir" dediler." (3 Âl-i İmran/173)
"Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kafidir. Seni ve inananları yardımıyla destekleyen, kalplerini uzlaştıran O'dur." (8 Enfal/62)
"Eğer onlar, Allah ve peygamberinin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve "Allah bize yeter, O ve peygamberi bol nimetinden bize verecektir; doğrusu biz Allah'a gönül bağlayanlardanız" deselerdi daha hayırlı olurdu." (9 Tevbe/59)
Bu ayetler Allah'ın vereceğine razı olma ve ona tevekkül etme emrini içerir.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Razı olmak ve tevekkül etmek, gücün dahilinde olan şeyleri kapsar.
Tevekkül; olay meydana gelmeden önce olurken;
Razı olmak; olay meydana geldikten sonra olur.
Onun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazda şöyle derdi:
"Allah'ım, ğaybı bildiğin ve yaratmaya gücün yettiği için; hayat bana hayırlı olduğu sürece yaşat, ölüm bana hayırlı ise beni öldür.
Allah'ım, görünürde ve görünmezde (ğaybde ve müşahedede) senden korkmayı nasip et. Gazap ve rıza (hoşnutluk) halinde doğruyu söylemeyi nasip et, fakirlik ve zenginlikte adaletli / tutumlu olmayı nasip et, tükenmeyen nimet ve kesilmeyen göz aydınlığı ver.
Allah'ım, verdiğin hüküm / kada'dan sonra razı olmayı ve ölümden sonra mutlu yaşamayı nasip et. Sapma fitnesi olmadan ve sıkıntıya düşmeden yüzüne bakma lezzetini ve sana kavuşmayı nasip et.
Allah'ım, bizi iman süsü ile süsle ve doğru yolu gösterenler olarak hidayet üzere kıl". (Ammar b. Yasir hadisinden Ahmed ve Nesâî rivayet etmiştir.) (Nesâî (2/54-55) Ahmed (4/264) )
Kada'dan (hükümden) önce olan ise, razı olmanın kendisi değil, razı olmaya azmetmek olur. Onun için şeyhlerden bir kesim, bela gelmeden önce razı olmaya çalışırlardı. Bela geldikten sonra onların azimleri bozulur. Aynı şey sabır ve başkasında da meydana gelir.
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki, ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz; işte o, şimdi bakıp duruyorsunuz." (3 Âli imran/143)
"Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapamayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir gazab sayılır. Allah kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı gibi saf halinde savaşanları elbette sever" (61 Saf/2-4)
Bu ayetler, "Allah'ın en çok sevdiği amelin hangisi olduğunu bilseydik onu işlerdik, demeleri" üzerine inmiştir. Allah cihad ayetini indirince, hoşlarına gitmedi.
Onun için kişinin adak, söz verme, emirlik isteme veya bulaşıcı hastalık bulunan bir yere girme gibi Allah'ın kendisine vacip kılmadığı şeyleri kendisine vacip kılarak başını belaya sokması tasvip edilmemiştir.
Birden çok yolla yapılan rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adak adamayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
"Nezir (adak) bir hayır getirmez(Hiçbir yararı yoktur.), ancak o nezir sebebiyle cimriden mal çıkarmış olur (cimrinin malını azaltır)". (Buhârî (11/575) Müslim (3/1260) Ebû Dâvûd (3/591) Nesâî (7/15) İbn Mâce (1/676) Tirmizî (3/47) Dârimî (2/175) Ahmed (2/117)
Buhârî ve Müslim'de, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Abdurrahman b. Semura'ya şöyle dediği belirtilmiştir:
"Ey Abdurrahman İbni Semure! Sakın emir olmak isteme, (kimseden başkanlık isteğinde bulunma). Eğer sen isteyerek sana emirlik ve başkanlık verilirse, istediğin şey ile (yalnız) bırakılırsın (Allah'ın yardımına nail olmazsın). Eğer emirlik ve başkanlık sen istemeden verilirse (Allah tarafından) yardım olunursun, (güzel idare edersin) Bir de, ey Abdurrahman! Sen bir şeye yemin ettiğinde başkasını ondan (yemini bozmanın) daha hayırlı görürsen yeminini boz ve kefaret verip de o hayırlı işi işle. (Buhârî (11/608) Müslim (3/1273) Ebu Dâvûd (3/574) Tirmizî (3/42) Nesâî v7/225) Darimî (2/176) Ahmed (5/62)
Veba hastalığı konusunda da şöyle buyurduğu yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edilir:
"Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya yaklaşmayın, ama bulunduğunuz yerde meydana gelirse, ondan kaçarak oradan çıkmayın".(Buhârî (10/178) Müslim (4/1838)
Yine Buhârî ve Müslim'de şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Düşmanla karşılaşmayı temenni (arzu) etmeyin ve Allah'tan afiyet dileyin. Ama düşmanla karşı karşıya gelirseniz, direniniz (sabrediniz) ve cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu biliniz" (Buhârî (6/120) Müslim (3/1362) Ebu Dâvûd (3/95) Ahmed (4/353)
Bunlar ve benzerleri, kişinin yerine getirmekten kaçınacağı kendisine birtakım şeyleri vacip kılacak, birtakım şeyleri de haram kılacak, çaba göstermesinin doğru olmadığını gösterir. Bilindiği gibi birçokları bazı işler için Allah'a sözler vermekte, ama çoğu da yerine getirmemektedir.
İnsanın başına bir şey geldiği zaman sabır ve sebat göstermesi, vacipleri yerine getiren kesin inanç sahiplerinden olması için ceza verme yoluna gitmemesi gerekir. Bütün bunlar sabrı gerektirir.
Onun için bütün müslümanların ittifakı ile vaciplerin yerine getirilmesinde sabretmek vaciptir.
Musibetler karşısında çileden çıkmamak ve Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak durmak konusunda sabretmek de bunun içindedir.
Kur'an'da sabır, doksandan fazla yerde geçmektedir. Şu ayetlerde de namazla birlikte geçmektedir:
"Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir."(2 Bakara/46),
"Ey iman edenler!Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir." (2 Bakara/153)
"Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür. Sabret, Allah iyi davrananların ecrini elbette zayi etmez." (11 Hud/114-115)
"Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin." (20Taha/130)
"Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et." (40 Mumin/55)
Allah, dinde önderliğin sabır ve yakin (kesin inanç) sonucu verilen bir şey olduğunu belirterek şöyle buyurur:
"Sabredip ayetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık." (32 Secde/24)
Şüphe yok ki dinin tümü, hakkı bilmek ve onunla amel etmektir.
Onunla amel etmek için de sabretmek gerekir. Hatta dini öğrenmek de sabrı gerektirir.
Muaz b. Cebel (r.a.) bu mevzuda şöyle demiştir:
" İlim öğreniniz.Çünkü:
- İlmi Allah için öğrenmek ibadettir,
- (İlmi) elde etmek (bilmek) Allah için bir haşyet (korku)dur,
- (İlmi) araştırmak, Allah için bir cihaddır,
- Bilmeyene ilim öğretmek sadakadır;
- (İlmi) müzakere etmek Allah'ı tesbih etmektir,
- İlim sayesinde Allah azze ve celle bilinir ve O'na ibadet edilir,
- İlimle Allah'a tazim olunur (yüceltilir) ve birlenir,
- Allah O ilim vasıtasıyla milletleri yüceltir (yükseltir) ve onları ilimle insanlara doğru yolu gösreren liderler ve önderler yapar ve başkaları onların görüşlerine başvurur" (İbn Abdilberr, Camiu beyani'l-İlm 1/55.)
Muaz b. Cebel (r.a.), ilmi öğrenmek için araştırmayı cihad saymaktadır. Cihad için de sabır kaçınılmazdır. Onun için Yüce Allah şöyle buyurur:
"Asra and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır." (103 Asr suresi)
"Güçlü ve anlayışlı olan kullarımız İbrahim, İshak ve Yakup'u da an. Biz onları âhiret yurdunu düşünen, içten bağlı kimseler kıldık. Şüphesiz onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdendirler." (38 Sâd/45-47)
- Faydalı ilim, hidayetin kaynağıdır.
- Hak ile amel etmek, reşad / doğru yolun kendisidir.
Birincinin zıddı dalalet / sapıklık, ikincinin zıddı da şaşkınlıktır / azıtma ve sapıtmadır.
Sapıklık / dalalet, ilimsiz, bilgisizce amel etmektir,
Şaşkınlık / azıtma ve sapıtma da, heva ve hevese uymaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Batmakta olan yıldıza and olsun ki, Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır. O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir." (53 Necm/1-4).
Hidayet, ancak ilimle elde edilir, doğru yol (reşad) da ancak sabırla bilinir. Onun için Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh şöyle der:
"İmana göre sabır, vücuda göre baş konumundadır. Baş kesilirse, vücut ortada kalır."
Sonra sesini yükselterek:
"Sabrı olmayanın imanı da olmaz." dedi.
Rıza / hoşnutluğa gelince; İmam Ahmed'in ashabından alimler ile şeyhler ve başkaları Allah'ın hükmüne razı olma konusunda tartışarak vacip veya müstehap olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Ortaya çıkan iki görüşten;
birincisine göre rıza, muktasid kişilerin amellerinden iken,
ikinci görüşe göre mukarreb olanların amellerindendir.
Ömer b. Abdulaziz şöyle der:
"Razı olmak zordur, ama sabretmek mümin kişinin dayanağıdır." (Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evliya 1/342. Yanımızda bulunan nüshada bu söz el-Hasen el-Basrî'ye nisbet edilmiştir. Hılyetu'l-Evliya'da da böyle geçmektedir. Ancak İmam Ahmed'in Kitabu'z-Zuhd'ünde Ömer b. Abdulaziz'in sözü olarak geçmektedir.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in de İbni Abbas'a şöyle dediği rivayet edilir:
"Kesin inanç (yakîn) ile beraber razı olarak amel edebilirsen,yap. Ama buna gücün yetmezse, hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte büyük hayır vardır" (Ahmed (1/308)
Onun için Kur'an'da, vacip şeklinde değil, razı olanlar sadece övülmüştür. Bu da Allah'ın kulun başına getireceği hastalık, fakirlik, deprem gibi musibetlere razı olmakla olur.
Yüce Allah buyuruyor:
"...zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak Onlardır." (2 Bakara/177)
"Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Alah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (2 Bakara/214).
Böyle durumlarda zorluk canlarda, darlık mallarda ve deprem kalplerde olur.
"Allah'ın emrettiği şeylere razı olmak" ise, vaciptir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sahih hadiste belirttiği gibi imanın bir parçasıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
"Allah'a rab olarak, İslama din olarak, Muhammed'e peygamber olarak razı olan kişi imanın lezzetini alır" (Müslim (1/62) Ahmed (6/208) Tirmizî (4/126)
Rıza da, belirteceğimiz gibi sevmenin tabilerindendir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (4 Nisa/65)
"Eğer onlar Allah ve Peygamberinin kendilerine verdiğine razı olsalardı ve "Allah bize yeter; Allah ve Rasûlu bize kendi fazl-u keremlerinden (bol nimetinden) vereceklerdir. Biz her halde Allah'a rağbet edicileriz (gönül bağlayanlardanız)" deselerdi, daha hayırlı olurdu." (9 Tevbe/59)
"Bu, Allah'ı gazaplandıran şeye uymaları ve O'nun rızasından hoşnut olmamalarından ötürüdür. Allah da onların işlerini boşa çıkarmıştır." (47 Muhammed/28)
"Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'a ve peygamberine küfretmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir." (9 Tevbe/54)
Rıza'nın birinci türü ile ilgili olarak Ahmed, Tirmizî ve başkaları Sa'd'dan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
"İnsanın Allah'tan hayır dilemesi ve kendisine verdiğine razı olması, mutluluğundandır. Allah'tan hayır dilemeyi terketmesi ve Allah'ın kendisine verdiğine razı olmaması da onun bedbahtlığındandır".Ahmed (1/168) Tirmizî (3/309) bu hadis "ğarîb"dir, demiştir.)
Yasaklanan şeylere razı olmak ise; küfür, isyan ve fasıklıktır.
Alimlerin çoğu, bunları sevmek meşru olmadığı gibi, onlara razı olmanın da meşru olmadığını söylerler. Çünkü Allah onları takdir etmiş ve belirlemiş ise de, onları ne sever ne de onlardan razı olur. Şöyle buyurur:
"Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah ise bozgunculuğu Sevmez." (2 Bakara/204-205)
"Eğer küfrederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının küfretmesinden hoşnut olmaz. Eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur..." (39 Zumer/7)
"Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'dan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir." (4Nisa/108)
"Bu, Allah'ı gazaplandıran şeye uymaları ve O'nun rızasından hoşnut olmamalarından ötürüdür. Allah da onların işlerini boşa çıkarmıştır." (47 Muhammed/28)
Alimlerden bir grup, Allah tarafından yasaklanmış olması yönü ile razı olunur, ama kullar tarafından işlenmesi yönü ile razı olunmaz, demişlerdir.
Bu da önceki görüşe aykırı olmayıp ikisi aynı ilkeye döner. O da, Allah'ın eşyayı bir hikmet için takdir ettiği ve bizzat kendisi çirkin ve nefret edilen bir şey olsa da o hikmet yönü ile sevilen ve razı olunan bir şey olduğu düşüncesidir. Çünkü bir şeyde iki nitelik bulunur, biri açısından sevilir diğeri açısından sevilmez.
Sahih bir hadiste şöyle buyrulur:
"Ölümden nefret eden mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka bir işte tereddüt etmedim, onu üzmek istemem ama ölümden kurtuluş yoktur". (Buhârî (11/340) Ahmed (6/256)
Kararlaştırılan / verilen hükme değil de, Allah'ın vasfı ve fiili olan kada'ya razı olmak gerektiğini söyleyenlere gelince; bu, maksadını aşan ve yerini bulmayan bir sözdür. Çünkü söz konusu olan, Allah'ın zatı ve sıfatlarıyla kaim olan değil, sadece yapmış olduğu şeylerle ilgilidir. Bununla ilgili söylenecekleri de başka yerde belirttik.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kalbin amellerinden bir diğeri de, rızanın kemali olan hamd etmektir. Hatta bazıları rıza'yı hamd ile açıklar. Onun için Kur'an ve sünnette her halükârda Allah'a hamd etmek geçmektedir. Bu da Allah'ın hükmüne razı olmayı içerir.
Hadiste şöyle buyrulmaktadır:
"Cennete ilk çağrılanlar, sıkıntıda ve sevinçte Allah'a hamd edenlerdir".
(Taberani üç Mu'cem'indede değişik senetlerle rivayet etmiştir. Bu senetlerden birinde Kays b. Rabi' vardır. Onu Şu'be, Sevrî gibileri tevsik ederken, Yahya el-Kattan tadîf etmiştir. Diğer ricali ise sahih'in ricalidir. Bezzar da hasen bir senetle rivayet eder. Bkz.: Mecmau'z-Zevaid (1/95) Hakim (1/502): "Müslim'in şartına göre hadis sahihtir" der. Zehebî de buna muvafakat eder. Beyhakî "Şuab"da İbn Abbas'dan rivayet edip hasendir, der. el-Elbânî ise hadisi şiddet göstererek tadîf eder. (Daîfu'l-Camiu's-Sağîr ve ziyadetuh 2/240 hadis no: 2146)
Yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in tavrı ile ilgili şöyle rivayet edilir:
"Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) başına sevindirici bir iş geldiğinde:
"Elhamdülillahillezi bini'metihi temimmü's-salihat"; "İyi ve faydalı şeyler ni'metiyle tamam olan Allah'a hamdolsun." derdi.
Başına hoş olmayan üzücü bir şey geldiğinde de:
"Elhamdülillahi ala külli hal"; "Her halükârda (her durum için) Allah'a hamdolsun" derdi."
(İbn Mâce (2/1250) Mecmau'z-Zevaid'de: "İsnadı sahih, ricali sika'dır" denilmiştir. Hakim (1/499), Zehebî hadis hakkında sukut etmiştir.)
İmam Ahmed, Ebu Musa el-Eşarî'den Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Bir kulun çocuğunun ruhu alınınca (öldüğünde) Allah Teala Melaikesine (meleklerine):
"Kulumun çocuğunun ruhunu mu (canını mı) aldınız?" der . Melaike:
"Evet, aldık", diye cevab verirler. Kalbinin meyvesini mi aldınız? der . Melaike:
"Evet, aldık", diye cevab verirler. Kulum ne dedi? der. Melaike:
"Sana hamd etti ve 'inna lillahi ve inna ileyhi raciun (Bizler Allah'ınız ve ona döneceğiz)' dedi", derler.Bunun üzerine Allah Teala, Meleklerine:
"Kulum için cennette bir ev yapın ve adını hamd evi koyun, buyurur."
(Ahmed (4/515) Tirmizî (2/243): Hadis hasen-ğaribdir, der.)
Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Hamd sancağının sahibidir. (Ahmed (1/281) Tirmizî (5/245): Hadis hasen-ğarîbdir, der. İbn Mâce (2/1440) Hakim (1/30): Hadis sahihtir, der. Zehebî de muvafakat eder.)
Ümmeti de sevinçte ve tasada Allah'a hamd edenlerdir.
Şu iki şey tasa için hamd etmeyi gerektirir:
1 - Allah'ın hamd edilmeyi hak ettiğini ve ona layık olduğunu kulun bilmesi.
Çünkü Allah her şeyi en güzel, en mükemmel şekilde yaratmıştır. O her şeyi bilen (alim), her yaptığı yerinde olan (Hakim), rahîm ve habîr olandır.
2 - Allah'ın mümin kulu için yaptığı seçimin kendisinin kendine yaptığı seçimden daha iyi olduğunu bilmesi. Müslim ve başkaları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
"Allah'a yemin ederim ki Allah'ın kulu için verdiği her karar, mutlaka onun yararınadır. Bu da sadece mümin içindir. Sevindiği zaman şükreder ve hayır kazanır, tasalandığı zaman da sabreder ve hayır kazanır". (Müslim (4/2290) Ahmed (4/332)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sevindirici şeylere şükreden ve belalara sabreden mümin kulu için Allah'ın vereceği her karar, onun için hayır olduğunu belirtmiştir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Bunlarda, pek sabırlı ve çok şükreden herkes için dersler vardır." (31 Lokman/31)
Kur'an'da dört yerde bu şekilde geçmektedir.
Belaya karşı sabretmeyenler ve sevindirici şeylere şükretmeyenler için Allah'ın verdiği hükmün (kada)nın hayır olması gerekmez. Onun için mümin hakkında kararlaştırılan / kada edilen günahlarla ilgili sorulan soruya iki şekilde cevap verilir:
1 - Bunlar, kulun işlediklerini değil, başına gelenleri içerir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter." (4 Nisa/79)
Yani sevindirici şeyler Allah'tandır, ama üzücü şeyler kişinin kendisindendir.
"Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; iyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık." (7 Araf/168)
Yani sevindirici ve üzücü şeylerle onları sınadık. Tıpkı:
"Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz." (21 Enbiya/35) buyurduğu gibi.
"Size bir iyilik gelse, onların fenasına gider; başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Sabreder ve sakınırsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsini ilmiyle kuşatmıştır." (3 Âl-i İmran/120)
İyi ve kötü şeylerden maksat, sevindirici ve üzücü şeyler olup onlardan maksat da itaat ve isyan olan şeylerdir.
2 - Bu, sabreden ve şükreden mümin kişi ile ilgilidir. Günahlar imanı azaltır. Kul tevbe ederse, Allah onu sever ve tevbe ile derecesi yükselebilir de. Seleften biri şöyle der:
"Tevbeden sonra Davud'un durumu, tevbeden öncekinden daha iyi oldu".
Kimin tevbe etmesini Allah kararlaştırmış / kada etmişse, Said b. Cubeyr'in dediği şekilde olur:
"Kul, iyilik işler ve onunla cehenneme girer, yine kul kötülük işler ve onunla cennete girer. Şöyle ki:
İşlediği iyiliği göz önünde bulundurup onunla mağrur olur, ama işlediği kötülük gözünün önünden gitmeyip ondan sürekli Allah'a tevbe edip istiğfar eder."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in de şöyle dediği sahih hadiste belirtilmiştir:
"Amellerin son hali önemlidir". (Buhârî (11/499) Ahmed (5/335)
Bir mümin kötülük işlediği zaman onun sonucundan on sebeple kurtulur:
1 - Tevbe etmesi ve Allah'ın tevbesini kabul etmesi. Çünkü günahtan tevbe eden kişi, hiç günah işlememiş gibi olur.
2 - Veya Allah'a istiğfar eder ve Allah onu bağışlar.
3 - Veya işlediği iyilikler o günahı siler. Çünkü iyilikler günahları yok eder.
4 - Veya sağlığında veya öldükten sonra mümin kardeşleri onun için dua ve istiğfar ederler.
5 - Veya amellerinin sevabından Allah'ın kendisini yararlandıracağı bağışta bulunurlar.
6 - Veya Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in onun hakkında şefaati kabul olur.
7 - Veya Allah, dünya hayatında başına musibetler getirir ve onlara karşılık günahlarını siler.
8 - Veya kıyametten sonra hesap anına kadar geçen süre içinde günahlarını silecek şeylere müptela eder.
9 -Veya Kabir hayatının, keffaret olacak dehşetli sayha ve azabına maruz kılar.
10 - Veya Erhammürrahimin (merhamet edenlerin en merhametlisi) olan Allah ona merhamet eder.
Kim bu on şeyden yararlanamıyorsa, artık sadece kendini kınasın.
Kutsi hadiste şöyle denir:
"Ey kullarım, işlediğiniz şu amellerinizi sizin için teker teker zaptetmekteyim. Sonra Kıyamet günü onların karşılığını size ödeyeceğim. Yaptıklarının karşılığını hayır bulan, Allah'a hamdetsin. Ceza olarak bulan, sadece kendi nefsine levmetsin (sebebini kendi nefsinde) arasın" (Müslim (4/1995)
Mümin, sabredip şükrediyorsa veya Allah'ın verdiğinin hayırlı olduğuna inanıyor ve Allah'ın kendisine verdiğinin en hayırlı olduğunu bilip razı oluyorsa, o zaman kendisi için en hayırlı olana razı olmuş demektir.
Sahih hadiste Ali radıyallahu anh'den şöyle rivayet edilir:
"Allah karar verir, ona razı olandan Allah'da razı olur, razı olmayandan da Allah razı olmaz".
Burada razı olmak ve olmamak belirtilmektedir.
Razı olmak, Allah'ın hükmü / kada'sından sonra olur.
Hayırlı görmek ise, karardan önce olur. Bu da başa gelen belaya karşı sabırdan daha mükemmeldir.
Bundan dolayı önceki için rıza, bunun için ise sabır zikredilmiştir.
Allah'ın hükmü / kada, sabırla beraber hayırlı ise, rıza ile beraber nasıl hayırlı olmasın!
Onun için hadiste "Musibetzede, sevaptan yoksun kalandır" buyrulmuştur.
İmam Şafiî'nin Müsned'inde rivayet ettiği haberde şöyle denir:
"Rasûlullah öldüğü zaman birinin şöyle dediği duyuldu:
Ey Rasûlullah'ın ailesi, her türlü musibet için Allah yeter, gidenin yerini o doldurur, yitirilenin yerine o verir, Allah'a güveniniz, ona dönünüz, esas musibetzede, sevaptan yoksun olandır". (Şafiî (361)
Onun için rızaya aykırı olan matem hiçbir zaman emredilmemiştir. Zaten matemin bir yararı olmadığı gibi, zararı da olabilir. Ancak matemle beraber Allah'ın sevmediği şeyler işlenmediği taktirde Allah onu affeder.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Acıma ve rahmet kabilinden ölüye ağlamak ise müstehaptır. Rıza'ya da aykırı değildir. Ama kendisine yararı kesildiği için ölüye ağlamak böyle değildir. Bu anlaşılınca, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ölen kişiye ağlarken söylediği şu sözlerin anlamı da anlaşılır:
"Bu, kulların kalplerine Allah'ın verdiği bir rahmet / acımadır. Allah, kullarından ancak merhametli olanlara rahmet eder". (Buhârî (3/151), Müslim (2/636), Ebû Dâvûd (3/492), Nesai (3/22),İbn Mâce (1/506), Ahmed (5/204)
Şüphesiz bu, ölüye acımak için değil de, kendi kayıpları için ağlayanın ağlaması gibi değildir.
Fudayl b. lyaz, oğlu Ali öldüğü zaman gülmüş ve "Allah hükmünü vermiş, ben de verdiği hükme razı oldum" demiştir. (Hılyetu'l-Evliya (4/100) Risaletu'l-Kuşeyriyye (1/64)
Onun bu durumu, feryat ve figan edenlerin durumu karşısında güzel durumdur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yaptığı gibi, Allah'ın hükmüne razı olarak ve ona hamd ederek ölüye acımak ise daha mükemmeldir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı tavsiye edenlerden olmaktır." (90 Beled/17)
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İnsanlar dört sınıftır;
1 - Kimileri katılıkla beraber sabrederler,
2 - Kimileri feryatla beraber merhamet ederler,
3 - Kimileri hem katıdır, hem de feryat eder.
4 - Övülen mümin ise, başına gelenlere sabreder ve insanlara merhamet eder.
Bu alanda yazanlardan biri, Allah'tan razı olmanın Allah sevgisinin sonucu olduğunu sanmıştır. Bu ise, kişinin kendi payını gözardı ederek onu hak ettiği için ancak kendisinden razı olduğu birinci durumla ilgili olabilir.
Ama verilen hükmün kendisi için hayırlı olduğunu bildiği için razı olması durumu bunun aksidir. Sevmek, ona bağlı iken, rıza onun hükmü / kada'sına bağlıdır.
Bu yazarın ve başkaların yazdıkları için şöyle denilebilir:
Sevmek iki türlüdür;
1 - Bir şeyin bizzat kendisini / zatını sevmek ve
2 - İçerdiği ihsan / nimet sebebiyle onu sevmek.
Hamd de iki türlüdür;
1 - Bir kimseye bizzat kendisi layık olduğu için hamd etmek,
2 - Bir de yaptığı iyilikten dolayı ona hamd etmek.
Rıza'nın iki durumu da, sevmenin iki durumu gibidir.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en önemli temel ve gereklerindendir. Hatta din ve iman amellerinden her amelin esasıdır.
Nitekim bunu doğrulamak, din ve iman sözlerinden her sözün de esasıdır.
Alemdeki her hareket ancak sevginin sonucu olarak meydana gelir. Bu sevgi, ya övülen ya da yerilen bir sevgidir. Bu konuyu "büyük kaideler" başlığı altında yerinde detaylı olarak açıkladık.
Dinsel imanla ilgili bütün ameller ancak övülen sevginin ürünü olarak meydana gelir.
Övülen sevginin aslı da, Allah'ı sevmektir. Çünkü yerilen sevmenin ürünü olarak meydana gelen ameli Allah salih amel olarak saymaz. Onun için din ve imanla ilgili bütün ameller ancak Allah sevginin ürünü olarak meydana gelir. Zaten Allah ancak rızası için yapılan amelleri kabul eder.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu belirtilir:
"Yüce Allah şöyle buyurur: Benim ortaklığa hiçbir ihtiyacım yoktur, kim işlediği bir amele benden başkasını ortak ederse, ben ondan beriyim ve bütün ameli ortak ettiği kişi için olur". (Müslim (4/2985), İbn Mâce (2/1405)
Cehennemde yakılacak ilk üç kişinin gösteriş için Kur'an okuyan, gösteriş için cihad yapan ve gösteriş için sadaka veren kişiler olduğu sahih hadiste belirtilmiştir.
"Riyakar okuyucu (gösteriş için Kur'an okuyan), riyakar mücahid (gösteriş için cihad yapan) ve riyakar (gösteriş için) sadaka veren" (Müslim (3/1905) Ahmed (2/322)
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Dini Allah'a halis kılmak, Allah'ın başkasını kabul etmediği tek alternatiftir. Önceki ve sonraki bütün peygamberler bunu bildirmek ve sağlamak için gönderilmiş, bütün kitaplar bununla indirilmiş, iman ehlinin bütün alimleri bunun üzerinde ittifak etmişlerdir. Peygamber davetinin özeti budur, Kur'an'ın üzerinde döndüğü eksendir bu.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Biz sana Kitabı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak yalnız O'na kulluk et. Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez" (39 Zumer/2-3)
"De ki: "Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum." "Müslümanların ilki olmakla emrolundum. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim." (39 Zumer /11-14)
"Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın, saptırdığını doğru yola koyacak yoktur." (39 Zumer/36)
"And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki:"Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir. (39 Zumer/38)
"Yoksa putperestler Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?" De ki: "Bütün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döneceksiniz. Allah tek olarak anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka ilahlar / putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler. De ki: "Ey göklerin, yerin yaratanı, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah! Kullarının ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında Sen hükmedeceksin." (39 Zumer/43-46)
"De ki: "Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?" And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: "And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan amellerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun. Hayır; yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (39 Zumer/64-66)
Zumer suresi başından sonuna kadar dini Allah'a halis kılma konusunu işlemektedir.
Yüce Allah, Adem ile İblis kıssasını anlatırken şöyle buyurur:
"İblis: "Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi." (38 Sad/82-83)
"Allah şöyle dedi: "Benim gerekli kıldığım dosdoğru yol budur; "kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır." (15 Hicr/41-42)
"Şüphesiz şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. O'nun nüfuzu sadece, O'nu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir." (16 Nahl/99-100)
Allah, ancak ihlası olmayanlar üzerinde nüfuz kurabileceğini ve ancak onları saptıracağını belirtmektedir. Onun için Yusuf kıssasında şöyle buyurur:
"...İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Şüphesiz o bizim çok samimi kullarımızdandır." (12 Yusuf/24).
Şeytana (ona uyanlar), cehennemlik olanlardır. Şöyle buyurur:
"Allah: "Doğrudur; işte Ben hakikati söylüyorum, sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım" dedi." (38 Sad/84-85)
Yüce Allah:
"Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar." (4 Nisa/48, 116) buyurur.
Ayet, şirkten tevbe etmeyenlerle ilgilidir. Onu için şirk özellikle belirtilmiş ve diğer günahların bağışlanması Allah'ın isteğine bırakılmıştır. Yüce Allah şirkten tevbe etmeyenleri bağışlamayacağını, bunun dışındaki günahları dilediği kişiler için bağışlayacağını bildirmiştir.
"De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." (39 Zumer/53)
Ayeti ise, tevbe edenler içindir. Onun için hüküm genel ve mutlaktır. Ayetin bağlamı ve iniş sebebi bunun böyle olduğunu gösterir.
Yüce Allah, Kur'an'ın pekçok yerinde öncekilerin ve sonrakilerin dini Allah'a halis kılmakla emredildiklerini belirtir.
Rasûlullah'ın tebliğ ederek özellikle Ubey'ye okumasını Allah'ın emrettiği Beyyine suresinde bu durum açıkça görülmektedir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ama, kendilerine kitap verilenler, onlara apaçık belge geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na ibadet etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur." (98 Beyyine/4-5)
"La ilahe illallah" sözünün anlamı ve gerçeği de budur. Bütün peygamberler bununla gönderilmiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Sizden önce gönderdiğimiz, istisnasız her peygambere şöyle vahyettik:
"Şüphesiz ki, Ben'den başka ibadete layık ilah yoktur"; artık Bana kulluk / ibadet edin..." (21 Enbiya/25)
"Senden önce elçi olarak gönderdiğimiz peygamberlere sor, Biz, Rahman olan Allah'tan başka, kulluk / ibadet edilecek ilahlar meşru kılmış mıyız?" (43 Zuhruf/45)
"And olsun ki, her ümmet'e, Allah'a kulluk edip tapın, Tağut'dan kaçının diyerek (uyarıda bulunan) bir peygamber göndermişizdir..." (16Nahl/36).
Bütün Peygamberler (da'vetini, insanlığa olan) çağrılarını bu esas / ilke ile başlatmışlardır.
Nuh aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." (7 A'raf/59)
Hud, Salih, Şuayb aleyhisselam ve diğerleri böyledir. Hepsi de:
"Allah'a ibadet edin. Ondan başka sizin için ibadete layık hiç bir ilah yoktur..." (23 Mü'minun/32) demişlerdir.
Şüphesiz bu peygamberlerin başında Allah'ın dost (halil) edindiği İbrahim (a.s.) ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gelir. Bu ilkeyi onlar eliyle Allah belirtmiş, onların çağrısı ile vurgulamış ve yaymıştır.
İbrahim (a.s.), Allah'ın kendisi hakkında:
"Seni insanlara imam (rehber, bir önder) yapacağım" (2 Bakara/123)buyurduğu kişidir.
Onun soyundan gelenlere peygamberlik, ve kitap vermiş ve Rasûller göndermiştir. Bu risalet ve nübüvvetin ehli, Allah'ın mübarek kıldığı onun ailesinden gelenlerdir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Hani bir vakit İbrahim, babasına ve milletine dedi ki:
"Hakikat ben, sizin taptıklarınızdan uzağım, onlarla bir ilişiğim yoktur. Ancak beni yoktan örneksiz yaratan (Rabbim) müstesna (sadece O'na taparım / ibadet ederim)."
Beni doğru yola eriştirecek olan şüphesiz O'dur. İbrahim ardından geleceklere bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola(Hak'ka) dönerler." (43 Zuhruf/26-28)
(Ayet-i kerime'de bildirilen söz (kelime), Allah için ihlas sözüdür ki, "bizi yoktan yaratan Halik müstesna, bütün tapınılan / ibadet edilen şeylerden uzak olmaktır".
Bu noktayı Allah azze ve celle Yasin suresi'nde şöyle belirtmiştir:
"Beni yoktan yaratıp varlık alanına getiren Allah'a ne diye tapmayayım? Hepiniz ancak O'na döndürüleceksiniz. Artık ben O'ndan başka ilahlar edinirmiyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermeyi dilese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar da. O takdirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum" (Yasin: 36/22-24)
Bazı gezegenleri Allah'ın dışında tapılacak ilahlar edinenlerin sapıklığını belirttikten sonra İbrahim kıssasında şöyle buyurur:
"Güneşi doğarken gördüğünde: "(İşte) bu, benim rabbimdir. Bu daha büyüktür" dedi. (Güneş) kaybolduğunda dedi ki: “Ey kavmim! Muhakkak ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"Muhakkak ki ben, yüzümü gökleri ve yeri yaratana hanif olarak çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim."
"Kavmi onunla tartışmaya girişti. (Onlara) dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O’na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Ancak rabbimin birşey dilemesi başka... Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Hala düşünmüyor musunuz?"
"(O halde) kendisiyle ilgili bir delil size indirmediği halde sizler Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Öyleyse iki grubun hangisi güveni daha hakedendir? Eğer biliyorsanız (söyleyin)." (6 Enam/78-81).
"İbrahim: "Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. âhiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat." (26 Şuara/75-83)
"İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir...." (60 Mumtehine/4)
Yüce Allah, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile halis tevhidi ve din olarak yalnız Allah'ın dinini insanlara öğretmiştir. Hem Kureyş müşriklerini, hem kitap ehlinden daha sonra müşrik olanları onunla dize getirmiştir.
İmam Ahmed ve başkaların rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kıyametten hemen önce ortağı olmayan tek Allah'a ibadet edilmesi için kılıçla gönderildim, rızkım kılıç ve mızrağımın gölgesinde kılındı, getirdiğim dine muhalefet edenler aşağılık ve zelil olmuştur, kim bir topluluğa benzerse, onlardan olur". (Ahmed (2/50), Ebû Dâvûd (4/314)
Tevhidle ilgili olarak Allah'ın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e indirdiğini belirttiğimiz ayetlerden başka yine şöyle buyurmaktadır:
"Sıra sıra duran ve önlerindekini sürdükçe süren ve Allah'ı andıkça anan meleklere and olsun ki, sizin ilahınız birdir; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk. Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir.
Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında Biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdır. Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alıyorlar. Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler. Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar. "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, bir yığın toprak ve kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler. De ki: "Evet hem de zelil ve hakir olarak." Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar. Şöyle derler: "Vay bize! İşte bu ceza günüdür." Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür" denir.
İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun.". "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?" Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır. Birbirlerine dönüp soruşurlar.
İleri gelenlerine: "Şüphesiz siz bize sureti haktan görünürdünüz" derler. Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz." "Bizim sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz. "Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. Şüphesiz azabı tadacağız. "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık". O gün hepsi azapta birleşirler. Şüphesiz suçlulara böyle yaparız. Onlara: "Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur" denildiği zaman şüphesiz büyüklenirler. "Deli bir şair yüzünden ilahlarımızı mı bırakalım?" derlerdi. Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri doğrulamıştı. Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız. Yaptığınızdan başka bir şeyle cezalanmayacaksınız. Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır. İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır. Nimet cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerinde kendilerine ikram olunur." (37 Saffat/1-42)
Ondan sonra Allah'ın birliği ve dini ona halis kılmakla ilgili peygamberlerin kıssalarını anlatır ve şöyle buyurur:
"Allah onların nitelemelerinden uzaktır. Allah'ın içten bağlı kulları bunların dışındadır." (37 Saffat/159-160)
Yüce Allah yine şöyle buyurur:
"Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın. Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'ın Kitabına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdirler. Allah müminlere büyük ecir verecektir." (4Nisa/145-146)
Sonuç olarak;
"Tevhid" ve "dini Allah'a halis kılma" konusu Kur'an'ın ve özellikle Mekke'de inen surelerin birçoğunda sık sık vurgulanmış ve üzerinde ısrarla durulmuştur. Çünkü: Tevhid temellerin temeli (asılların asılı) ve dinin direğidir. (kaidesidir).
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid temellerin temeli (asılların asılı) ve dinin direğidir. (kaidesidir).
Hatta Kafirun ve İhlas surelerinde tek konu bu (Tevhid esası) dur:
"De ki: Ey kâfirler!"
"Ben sizin taptıklarınıza ibâdet etmem"
"Siz de benim ibâdet ettiğime, ibâdet edenler değilsiniz."
"Ben kesinlikle sizin taptıklarınıza ibâdet edecek değilim."
"Siz de benim ibâdet ettiğime ibâdet edecek değilsiniz."
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kafirun suresi)
"De ki: O Allah birdir" "Allah sameddir"
"Kendisi doğurmamıştır ve başkası tarafından doğurulmamıştır."
"Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır." (İhlas suresi)
Bu iki sureyi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazının iki rekat sünnetinde ve tavaf sünneti olarak kıldığı iki rekatta okurdu.
Her iki sure de tevhid esasını içerir.
Kafirun suresi iradî ve amelî tevhidi içerir. Bu da irade ve istekle ilgili dini Allah'a halis kılmaktır. Tasavvuf şeyhlerinin genellikle dile getirdikleri budur.
İhlas suresi ise, sözlü ve amelî tevhidi içerir.
Buhârî ve Müslim'de Aişe'den şöyle rivayet edilir:
"Bir adam namazda ihlas suresini okurdu. Rasûllulah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Bunu niçin okuduğunu sorun", dedi. Adam:
"Rahman'ın sıfatı olduğu için okuyorum, onu okumayı severim, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ona söyleyin, Allah da kendisini seviyor", buyurdu".
Bu sure Allah'ın sıfatlarını işlevsiz kılan(Muattıla) ve onu başka varlıklara benzetenlerin (Müşebbihe) söylediklerini iptal etmekte ve Allah'ın zatı konusunda ölçü ve temeli teşkil etmektedir.
Allah'ın zatı ile ilgili konularda bu sure temeli oluşturur. Bu konuyu ve Allah'ın Samed oluşu konusunda gerek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, gerekse ashabın ve alimlerin söylediklerini başka yerde ayrıntılı olarak açıkladık. (bkz. İhlas Suresinin Tefsiri)
Burada kastedilen, amelî tevhiddir. Tevhidin iki yönü birbirine bağlı da olsa, dini Allah'a halis kılma tevhididir.
Yüce Allah'ın sıfatlarını işlevsiz kılan Cehmiyye ve onu başka varlıklara benzeten Müşebbihe ehlinden hiç kimse yoktur ki bir tür ameli şirk içinde bulunmasın.
Çünkü onların bu konuda söylediklerinde Allah'ı başka varlıklara yahut yokluk olan şeylere "benzetme ve eşitleme şirki" bulunmaktadır.
Çünkü Allah'ın sıfatlarını reddederek işlevsiz kılanlar (Muattıla) onu, övgü ve kemal nitelikleri bulunmayan olumsuzlama / selbi sıfatları bakımından onu başka varlıklara benzetirken, varlıklardan eksiklik sıfatları yönünden eksik olan varlıklara benzetirler.
Sıfatları kabul ettikleri taktirde de bu sıfatların hakikati yönünden yaratıklara benzetirler. Öyle ki o tür varlıklara ibadet ederek onları kendisine denk sayabiliyorlar ve yaratıklara rab adını verebiliyorlar.
Yahudiler çok zaman yaratanı yaratılana benzetirler ve Allah'ı acizlik, fakirlik ve cimrilik gibi Allah'ın tenzih edilmesi gereken eksikliklerle nitelerler. Çünkü bu olumsuz nitelikler onun değil, yaratıkların nitelikleridir.
Hıristiyanlar da çok zaman yaratılanı yaratana benzetirler ve onlara "rububiyyetin niteliklerini ve uluhiyetin sıfatlarını" verirler. Ancak Allah için caiz olan şeyleri, yaratılanlar için caiz görürler.
Allah hepsinin söylediklerinden yüce ve münezzehtir.
"Münezzeh ve yüce olan Allah, onların dediklerinden hem çok yüce, hem de çok büyüktür" (17İsra/43)
Yüce Allah, kendisinden bizi dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) iletmesini istememizi emretmiştir.
Kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler, salihlerin yoluna,kendilerine gazap ettiği kişiler ve sapıtanlar dışında olanların yoluna iletmesini istememizi emretmiştir.
Rasûllulah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Kendilerine gazap edilenlerin yahudiler ve sapıtanların hıristiyanlar" olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî (4/271), Ahmed (4/387)
Bu ümmetin içinde de hem onlara hem bunlara benzer yönleri olanlar vardır.
Buhârî ve Müslim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Sizden öncekilerin yolunu karış karış izleyeceksiniz ve bir kelerin deliğine de girseler siz de gireceksiniz.
Ey Allah'ın Rasûlü, bizden öncekiler yahudiler ve hıristiyanlar mıdır? dediler.
Başka kim olabilir! buyurdu."
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Dinî amelin aslı / temeli, dini Allah'a halis kılmak, yani amelleri sadece Allah için yapmak ise, o taktirde bizzat istenen şey, bizzat sevilen demektir. Bu da sevmenin zirvesidir. Ne var ki istenen şeyler daha çok "ibadet" adıyla adlandırılmıştır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım" (51 Zariyat/56)
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize Kulluk (ibadet) ediniz ki (O'na karşı gelmekten) sakınmış olabilesiniz." (2 Bakara/2) vb.
İbadet; sevmenin zirvesini ve tamamını, boyun eğmenin / itaatin (tezellülün) tümünü ve zirvesini içerir.
Yüceltilmeyen ve kendisine boyun eğilmeyen sevgili, mabud olamaz. Yüceltilip sevilmeyen de mabud olamaz.
Onun için Yüce Allah şöyle buyurur:
"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkalarını (Allah'a) denk tutarlar. Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler. Zulmedenler (ahiretteki) azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu muhakkak göreceklerdir." (2 Bakara/165)
Allah, kendisinden başka ilahlar edinen müşriklerin Allah'ı sever gibi ilahlarını sevdiklerini belirtirken, putları ve ilah dedikleri şeyleri sevmelerinden daha çok müminlerin Allah'ı sevdiklerini belirtmiştir. Çünkü müminler Allah'ı daha çok bilirler.
Sevmek, bilgiye tabidir.
Müminler bütün sevgilerini Allah'a ayırırlar.
Müşrikler ise, sevgilerinin birazını Allah'a, birazını da ilahlaştırdıkları şeylere ayırırlar. Sevgiyi yalnız bir şeye ayırmak elbette daha mükemmeldir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/30)
Sevmek, sözcüğü genel ve mutlaktır.
Mümin, Allah'ı, peygamberlerini ve mümin kullarını sever.
Ancak Allah'a olan sevgiye başkası hiçbir zaman layık ve ehil olamaz.
Onun için Allah sevgisi, kendisine mahsus ibadet, yöneliş, yakarma gibi şeylerle birlikte geçmektedir. Bütün bu isimler, Allah sevgisini içerir.
Allah'ı sevmenin dinin temeli ve aslı olduğunu belirttiği gibi, dinin kemalinin de sevginin kemaline, eksikliğinin de onun eksikliğine bağlı olduğunu belirtmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"İşin başı İslamdır, direği namazdır, zirvesi de Allah yolunda cihaddır". (Tirmizî (5/124): Hadis hasen-sahihtir, der. İbn Mâce (2/1314) Ahmed (5/231)
Cihadın, amelin zirvesi, yücesi ve en üstünü olduğunu belirtmiştir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Hacca gelenlere su vermeyi, Mescidi Haramı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe inanmak ve Allah yolunda cihad etmekde bir mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olmazlar; Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetleri müjdeler. Şüphesiz büyük ecir Allah katındadır." (9 Tevbe/19-22)
Cihadın ve mücahitlerin üstünlüğüne ilişkin ayetler ve hadisler pek çoktur.
Kulun yaptığı en üstün ibadetin cihad olduğu sabit olmuştur.
Cihad tam bir sevginin delilidir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"De ki: "Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler size Allah'tan peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın azap buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimselere yol göstericilik yapmaz." (9 Tevbe/24)
Allah'ı seven ve Allah'ın kendilerini sevdiği kişilerle ilgili olarak da şöyle buyurur:
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden (dönerse)irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir."(5 Maide/54)
Yüce Allah Allah'ı seven ve Allah'ın da kendilerini sevdiği kişilerin müminlere karşı merhametli, kafirlere karşı amansız olduğunu, Allah yolunda cihad ettiklerini ve kınayanların kınamasından korkmadıklarını belirtmiştir.
Allah'ı sevmek, onun yolunda cihad etmeyi gerektirir. Çünkü;
- seven kişi, sevdiğinin sevdiğini de sever ve yerdiğini de yerer,
- ona dost olanlara dost ve düşman olanlara düşman olur,
- razı olduğundan kendisi de razı olur ve kızdıklarına kendisi de kızar,
- emrettiklerini emreder ve yasakladıklarını yasaklar.
Bütün bu şeylerde sevdiği kişiye uyar.
İşte bunların razı olmalarından Allah razı olur ve kızdıklarına kızar. Çünkü bunlar ancak Allah'ın razı olduklarından razı olurlar ve kızdıklarına kızarlar.
Bilal ve Suhayb'ın bulunduğu bir grub için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir'e şöyle buyurmuştur:
"Onları kızdırmış olabilirsin, onları kızdırırsan, Rabbini kızdırmış olursun."
Bunun üzerine Ebu bekir:
Ey kardeşlerim, sizleri kızdırdım mı? dedi,
Hayır, Allah seni bağışlasın ey Ebu Bekir, dediler". (Müslim (4/1948) Ahmed (5/64)
Bir ara Ebu Sufyan b. Harb onların yanından geçerken,
"Kılıçlar Allah'ın düşmanından alacağını almadı" dediler.
Ebu Bekir onlara, Kureyş'in büyüğü için mi böyle dersiniz? dedi ve bunu daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattı. Rasûlullah da kendisine yukarıda verdiğimiz sözleri söyledi. Çünkü bunlar sadece Allah için kızdıklarından, Allah'a ve Rasûlüne besledikleri sevgi ve dostluktan, düşmanlarına besledikleri düşmanlıktan dolayı bunu Ebu Sufyan'a söylemişlerdi.
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kutsi hadiste şöyle buyurmuştur:
"Kulum bana nafile ibadetlerle yakınlaşır, durur nihayet onu severim. Onu sevince kendisiyle işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür. Benden isterse veririm, bana sığınırsa korurum. Mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka hiç bir şeyde tereddüt etmem. O ölmek istemiyor, ben de kendisini üzmek istemiyorum, ama ölümden acı yoktur". (Buhârî (11/340) Ahmed /6/256) Beyhakî (623)
Yüce Allah tereddüt ettiğini belirtir.
Tereddüt etmek ise iki iradenin çatışmasıdır. Allah, kulunun sevdiğini seviyor ve yerdiğini yeriyor. Kulu ölümü kerih gördüğü gibi, Allah da onu öldürmeyi kerih görmekte ve şöyle buyurmakta:
"Onu üzmek istemem". Ölüm hükmünü Allah vermiştir ve kulunun ölmesini irade etmiş. Bunun adına da tereddüt demiştir. Ölümün kaçınılmaz olduğunu da belirtmiştir.
Bu da sevilen, razı olunan ve emredilen ile buğzedilen, nefret edilen ve yasaklananın uyumu ve ittihadıdır. Tür ve nitelik ittihadı da denilebilir. Yoksa iki zatın ittihadı değildir. Çünkü böyle bir şey muhal ve imkansızdır. Böyle diyen, kafir olur. Hıristiyanların, Hallaç ve benzeri sapık tasavvufçu ve Rafızîlerin ekserisinin söylediğidir. Bu da belli bir şeyde sınırlı ittihadtır.
(Yani, hem yaratan hem yaratılan için ortak olarak kullanılan kimi isimlerin kullanılmasından ibaret olan bir birlikteliktir. Örneğin, hem Allah için hem insan için işiten, gören, konuşan, kızan, seven, cezalandıran, ödüllendiren vb. sözcüklerin kullanılması gibi. (Çeviren).
Ama yaratanın varlığı ile yaratılanın varlığının birliğini iddia eden vahdeti vücutçuların söylediği mutlak ittihad, yaratıcıyı işlevsiz kılmak ve inkar etmek demektir. Buysa her türlü şirki içerir.
İttihad iki türlü olduğu gibi, hulul da iki türlüdür. Kimileri bazı kişilerde mukayyed (sınırlı) ittihadı savunurken, kimileri Allah'ın her şeye hulul ettiğini söylerler. Allah'ın zatı her yerdedir, diyen Cehmiyye bunlardandır.
(Yüce Allah ilmi ile işitme ve görmesi ile herbirşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Yüce zatı ise Kur'an ve Sünnet nasslarının apaçık bir şekilde ortaya koyduğu gibi göktedir. O yedi kat göklerin üzerinde bulunan azîm / oldukça büyük arş'a istiva / kurulma buyurmuştur. Onun bu istivası / kurulması gerçek bir istiva olmakla birlikte keyfiyyeti / nasıl olduğu, nasıl meydana geldiği bizce bilinmemektedir. Ehl-i sünnetten ayrılmış birçok sapık fırka ve bu fırkaların davetlerinden etkilenmiş halk tabakası alemlerin Rabbi'nin "hakiki bir varlığı" ve "kemal sıfatları" olduğunu inkar etmekte, Kur'an ve Sünnette Yüce Allah için sabit olan sıfatları aklî gerekçeler ile reddetmektedirler. Ehl-i Sünnet der ki:
Yüce Allah'ın nasıl başka zatlara benzemeyen bir zatı varsa başkasına ait sıfatlara benzemeyen hakiki sıfatları vardır. O'nun subhanehu ve teala "inme"si, "gelme"si "istiva / kurulma"sı, "sevme"si, "kızma"sı, "gülme"si, "hayret etme"si, "el"i, "göz"ü, "kadem"i ve Kur'an ve sahih sünnet ile bize ulaşmış sıfatların hepsi gerçektir. Ama zatının keyfiyyetini / nasıl oduğunu bilmediğimiz gibi "sevme" sinin, "kızma" sının, "gülme" sinin "el"in "göz"ünün, "ayak"ının keyfiyetini / nasıl olduğunuda bilemeyiz. Kur'an ve Sünnet ile sabit olmuş sıfatlara herhangi bir ekleme de yapamayız. Örnek olarak Yüce Allah için kirpik, tırnak, saç gibi şeyler söz konusu olamaz. Çünkü bunlar Kur'an ve sünnet ile bize bildirilmemiştir. O'nun yüce zatı hakkında ise akıl ile konuşulamaz. Ancak kalplerinde hastalık olanlar onun te'vilini / nasıllığını araştırır fitne çıkarmaya uğraşırlar.)
Sevgide fena bulup tutuşanlardan kimileri hem sevgilisinin sevgisinde zikrettiği kişinin zikrinde, bildiği kişinin bilgisinde ve varlığını bildiği kişinin varlığında kendisini kaybedebilir.O kadar ki sadece sevdiğini görür de ayırım yapma bilincini yitirdiği, aklının gittiği ve kendinden geçtiği bir sırada kendisini sevdiği kişi sanır. Şöyle anlatılır:
Bir sevgili nehre düşmüş, seven kişi de arkasından kendini atmış, sevgili "ben düştüm, seni kim düşürdü?" demiş, kendini atan kişi de "kendimi sende kaybettim, seni ben sandım", demiş. Şüphesiz bu yanlıştır ve bir sapmadır.
Ama böyle bir şey, aklı gideren yasak bir sebepten kaynaklanmadan güçlü sevgi ve anmaktan ileri geliyorsa, sahibinin aklı başından gittiği için mazur sayılır ve yasak olmayan bir sebepten aklının gittiği bu durumda söylediği şeylerden sorumlu olmaz. Tıpkı aklı başından giden deliler için "Allah onlara akıllar ve haller verdikten sonra akıllarını almış ve hallerini bırakmış, böylece üzerlerine farz olan şeyleri düşürmüş" denildiği gibi.
Ama akıl, yasak / caiz olmayan bir sebepten veya şeyden dolayı baştan gitmişse, o zaman sarhoş olan kişi, iki görüşten en sahih olanına göre küfrüne hüküm verilmiyor ve eşinden boşanmış sayılmıyorsa da, mazur sayılmaz. Gerçi bu konuda verilen hüküm hakkındaki tartışma çok meşhurdur. Bu ve benzeri konuda söylenecekleri detaylı olarak ilgili yerde belirttik.
Ne olursa olsun, sahibini bu duruma düşüren "fani olmak" hali, sahibi mükellef olmayan biri olsa da, anormallik ve eksiklik halidir. Onun için bu ümmetin en faziletlileri olan ashaptan böyle bir şey nakledilmediği gibi, Rasûllerin en faziletlisi Rasûlullah'ın kendisinden de nakledilmiş değildir. Kendinden geçme halini temellendirmek için bu gibiler Musa aleyhisselam'ın dağa baktığında kendinden geçip bayılmasını delil olarak gösteriyorlarsa da, ilahî varidatın gelmesi durumunda tabiinden ve onlardan sonra gelenlerden bazılarının aklının başından gitmesiyle bunun bir ilgisi yoktur.
Tam sevgi, sevgiliyle sevdiğinde, yerdiğinde, dostluğunda ve düşmanlığında muvafakat etmeyi gerektirir.
Bilindiği gibi Allah'ı vacip olan tam sevgi ile seven kişi, Allah'ın düşmanlarına düşman olmalı ve onlarla cihad etmesi gerektiğini de sevmelidir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Şüphesiz Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanları sever." (61 Saf/4).
Tam seven kişiyi, kınayanın kınaması ve kötüleyenin kötülemesi etkilemez.
Aksine, şairlerin çoğunun bu konuda söyledikleri gibi, onu daha çok sevmesine teşvik eder. Bunlar, övülen kınamayı hak eden kişilerdir ki Allah'ın, düşmanlarına karşı sevdiği ve hoşnut olduğu cihadı yapmalarından dolayı kendilerini kınayanların kınamasından korkmazlar. Şüphesiz bundan dolayı kınama çok olur.
Ama asıl kınama, Allah'ın sevmediği bir şeyi işlemek veya sevdiği bir şeyi terketmekten dolayı yapılan kınamadır. Böyle kınamalara karşı sabretmemek, övülen bir şey olmayıp hakka dönmek, batıl üzerinde devam etmekten daha iyidir.
Böylece Allah'ın ve Rasûlünün sevdiği şeyleri yapan ve bundan dolayı kınayanların kınamasından korkmayanlar ile, Allah'ın ve Rasûlünün nefret ettiği şeyleri yapan ve bundan dolayı kınamalara karşı sabreden Melamîler arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sevgi, dinî her türlü amelin kaynağı olduğu gibi, Allah'tan korkmak ve ümitvar olmak (havf ve reca') ve benzerleri de sevmeyi gerektirir.
Şüphesiz arzu / tamah ederek ümit besleyen kişi, Allah'ı kızdıran şeyleri değil, sevdiği şeyleri umar. Korkan kişi de sevdiğine kavuşmak için korkudan kaçar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onların yalvarıp durdukları, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Zira Rabbinin azabı korkmağa değer." (17 İsra /57).
"Muhakkak ki iman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar! Allah Gafur'dur, Rahim'dir." (2 Bakara/218).
"Allah'ın rahmeti", her türlü iyiliği içeren genel bir isimdir.
"Azabı" da, her türlü kötülüğü içeren genel bir isimdir.
Katıksız rahmet yurdu, cennettir ve katıksız azap yurdu da cehennemdir. Dünya ise, ikisinin karıştığı yerdir.
Reca (ummak), Cennete girme ile ilgili olup cennet her türlü nimeti içeren bir isimdir. Bu nimetlerin zirvesi de, Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır.
Müslim, Sahih'inde şöyle rivayet eder:
"Cennetlikler cennete girdikleri zaman biri şöyle seslenir: Ey cennetlikler, Allah'ın size bir sözü vardır ve onu yerine getirmek ister. Nedir bu? Yüzlerimizi ağartmadı mı? Tartılarımızı ağırlaştırmadı mı? Cennete koymadı mı ve cehennemden kurtarmadı mı? derler. O zaman perde açılır ve Allah'ın yüzüne bakarlar. Onlara, kendisine bakmaktan daha sevimli hiç bir şey vermemiştir." (Müslim (1/163), Tirmizî (4/349), İbn Mâce (1/67), Ahmed (6/15)
"İyi davrananlara; daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar." (10 Yunus/26)
ayetinde geçen "daha iyisi=ziyade" budur.
"Cennetini arzu ettiğim veya cehenneminden korktuğum için sana ibadet etmedim, sadece seni görmek için sana ibadet ettim" diyenlerin (Rabiatu'l-Adeviyye ve Yunus Emre gibi-çeviren.) yanlışlığı burada ortaya çıkmaktadır.
Bunu söyleyen kişiler, cennette sadece yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, güzel şeyler dinlemek vb. dünyadaki eğlendirici şeyler için girildiğini sanıyorlar. Cennette Allah'ın görülmesini inkar eden Cehmiyye ve benzerleri de onlara muvafakat ediyorlar ve kimi fakihlerin söylediği şekilde Allah'ın görülmesi zevkinin olmadığını iddia ediyorlar. Bunlar, cennet ve âhiret isimleri kapsamına yaratılmışlardan zevk almanın dışında şeylerin girmediğinde ittifak ediyorlar. Onun için şeyhlerden:
"Kiminiz dünyayı, kiminiz de âhireti istiyor" (3 Âl-i İmran/152)
ayetini duyunca, "Nerede Allah'ı isteyenler?" diyenler yanlışlık yapmıştır. Bir başkası da:
"Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır..." (9 Tevbe/111)
Ayetini duyunca, cennet malların ve canların karşılığı ise, Allah'a bakmanın karşılığı nerede? demiştir. Bütün bunlar, Allah'a bakmanın cennet kapsamına girmediğini sanmalarından dolayıdır.
Gerçek şu ki cennet her türlü nimeti içeren yerin adıdır. Cennette olan şeylerin en üstünü de Allah'ın yüzüne bakmaktır. O da cennette müminlerin elde edeceği nimetlerdendir. Naslar bunu bildirmektedir. (Örneğin
smile.gif

"O gün aydın yüzler Rabbine bakar" (75 Kıyame/22-23).
Cehennemlikler ise ateşe girecek ve bundan (Yüce Allah'ı görmekten) yoksun olacaklardır.
Bu sözü söyleyen kişi, eğer ne söylediğinin farkında ise:
"Allah'ım, cennet veya cehennem yaratmasaydın, yine de sana ibadet etmek, sana yakın olmak, sana bakmak gerekirdi" anlamında söylemiş olur. Burada cennetten maksadı da, yaratıkların zevk alıp eğlendiği şeylerdir.
Sofulardan bazıları yanlış yaparak vehme kapılmış ve kulun kemale ermesinin iradesini tamamen yitirmesinde olduğunu sanmış olsa da; kişinin sevgi ve irade (istek) olmadan amel etmesi, mümkün değildir.
Bu gibiler fena'dan söz ediyorlar. Halbuki fena derecesine ulaşan, yani sevdiğinde fena bulan kişi, irade ve sevgi sahibidir. Ama bunun farkında değildir.
Sevginin ve iradenin varlığı başkadır, farkında olmak başkadır. Onların farkında olmayınca, yok olduğunu sanmışlardır. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü: kul, irade, sevgi ve nefret olmadan hareket edemez.
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"İsimlerin en doğrusu, Haris (çift süren) ve Hemmam (gayret eden) isimleridir" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd (5/237), Nesâî (7/252)
Her insanın tarlası vardır ve o da ameldir. Herkesin gayreti vardır ve o da iradedir. Ama bazan kalpte öyle bir durum olur ki Allah'a itaat etmeye sevkeder ve ondan öyle utanma ve yüceltme bulunur ki kendisine isyan etmekten alıkoyar.
Ömer şöyle buyurur:
"Suhayb ne iyi adamdır, Allah'tan korkmasaydı, yine itaatsizlik etmezdi". (et-Tearuf li mezhebi Ehli't-Tasavvuf (92), Kutu'l-Kulub (1/224) Makasıdu'l-hasene (449)
Korkmadığı halde Allah'a itaatsizlik etmiyorsa, korkması halinde asla itaatsizlik etmez. Allah'ı yüceltmesi ve büyüklemesi, ona isyan etmekten kendisini alıkoymaktadır.
Havf ve reca sahibi kişinin korkusu Allah'ın kendisinden saklı olmasından, ümidi de Allah'ın ona tecelli / görünmesinden ileri geliyorsa, bu da Allah'ı sevmesinin sonuçlarından sayılır. Sevginin kendisi, görünme / tecelli sevgisini ve örtülü olma korkusunu doğurmuştur.
Ama havf ve recası bir yaratığın saklı veya açık olmasına bağlı ise, böyle bir durum ancak Allah'ı sevmeyi gerektiren Allah'a ibadetle elde edilir.
Allah'ı sevmenin zevkini yaşıyorsa, onu her sevgiden daha tatlı bulur. Onun için cennet ehlinin bununla meşgul olması her şeyden daha büyük olmaktadır.
Hadiste şöyle belirtilir:
"Cennet ehli nefes alıp vermeye ilham olundukları gibi tesbih etmeye ilham olunurlar." (Müslim (4/2181), Darimi (2/335), Ahmed (3/349)
Bu da Allah'ı sevmek ve anmaktan ne büyük zevk aldıklarını gösterir. Bir yaratıktan eziyet görmekten korkmak veya ona umut bağlamak, kişiyi asıl olan Allah sevgisine götürür. Bütün bunlar sevgi esasına bağlıdır.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kur'an ve Sünnet ibadet eden mümin kulların sevgisinden söz eder.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"...İman edenlerin ise Allah'ı sevmesi çok daha köklü ve devamlıdır..." (2 Bakara/165)
"Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." (5 Maide/54)
"... size Allah ve Rasûlünden ve Allah yolundaki cihaddan daha sevgili ve sevimli ise..." (9 Tevbe/24)
Buhârî ve Müslim de, Rasûlullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:
"Üç şey kimde varsa imanın zevkini alır;
- Allah'ı ve Rasûlünü başka herkesten daha çok sevmek,
- Sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek,
- Ateşte atılmaktan nefret ettiği gibi Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar ona dönmekten nefret etmek".(Buhârî (1/60), Müslim (1/66), Tirmizî (4/127) İbn Mâce (2/1338)
Allah'ı sevmekten dolayı Rasûlünü sevmek de vacip olmuştur. Yüce Allah'ın:
"... size Allah ve Rasûlünden ve Allah yolundaki cihaddan daha sevgili ve sevimli ise..." (9 Tevbe/24) buyruğu bunu belirtir.
Yine Buhârî ve Müslim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle rivayet eder:
"Allah'a yemin ederim ki biriniz beni oğlu, babası ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz". (Buhârî (1/58), Müslim (1/67)
Buhârî, Ömer radıyallahu anh'ın şöyle dediğini rivayet eder:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a yemin ederim ki kendimden başka seni herkesten daha çok seviyorum. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Hayır, ey Ömer, canından daha çok sevmedikçe, olmaz" dedi.
Ömer: Allah'a yemin ederim ki canımdan da daha çok severim, dedi.
Rasûlullah: "ey Ömer şimdi oldu, dedi". (Buhârî (11/523), Ahmed (4/233)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabını ve yakınlarını sevmek de böyledir.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Ensar'ı sevmek, imanın alametidir, Ensar'a buğzetmek de münafıklığın alametidir." (Buhârî (1/62), Müslim (1/85), Ahmed (2/501)
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir insan Ensara buğzetmez". (Müslim (1/86), Ahmed (1/309), Tirmizî (5/383): hadis hasen - sahihtir, der.)
Ali de şöyle dedi:
"Rasûlullah'ın bana buyruğudur; Beni ancak mümin olan kişi sever ve ancak münafık olan kişi bana buğzeder". (Müslim (1 /86), İbn Mâce (1 /42), Tirmizî (5/299): Hadis hasen - ğarîbdir, der.)
Sünen kitaplarında Abbas için şöyle dediği rivayet edilir:
"Allah'a yemin ederim ki sizleri ve akrabalarım - Haşimoğullarını - sevmedikçe cennete giremezler". (İbn Mâce (1/50): seneddeki ricali sikadır. Ancak Muhammed b. Ka'b'ın Abbas'tan rivayetinin mürsel olduğu söylenmiştir, der. Ahmed (1/208)
İbni Abbas'tan da merfu olarak şöyle rivayet edilir:
"Size nimetler verdiği için Allah'ı seviniz, Allah'ı sevdiğiniz için beni de seviniz ve beni sevdiğiniz için ehli beytimi seviniz". (Tirmizî (5/329): hadis hasen - ğarîbdir, biz onu ancak bu sened bilebiliyoruz, der. Hakim (3/150): Hadis sahihtir, ancak Buhârî ve Müslim tahric etmemiştir, der. Zehebî de ona muvafakat eder.)
Allah'ın kulu sevmesi konusunda da Yüce Allah şöyle buyurur:
"Muhsin olarak yüzünü Allah’a teslim eden ve hanif olan İbrahim’in milletine tabi olandan din bakımından daha iyi kim vardır. Allah İbrahim’i kendisine dost edinmiştir." (4 Nisa/126)
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir." (5 Maide/54)
"Allah yolunda infak edin (harcayın) ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın! İhsanda bulunun! Muhakkak ki Allah muhsin olanları sever." (2 Bakara:/195)
"...Hep adil davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları (adaletli olanları) sever" (49 Hucurat/9)
"... Onlarla olan anlaşma hükümlerine, süresinin sonuna kadar tamamen bağlı kalın. Şüphesiz ki Allah (haksızlıktan) sakınanları (muttakileri) sever" (9 Tevbe/4)
"... Onlar size doğru / dürüst davrandıkça siz de (mevcut anlaşma hükümlerine uyarak) kendilerine karşı doğru / dürüst davranın. Şüphesiz ki Allah (sözleşme ve anlaşmalara bağlı kalıp hıyanet ve döneklikte bulunmaktan) sakınanları (muttakileri) sever" (9 Tevbe/7)
"Allah kendi yolunda birbirlerine kurşunla kenetlenmiş bir yapı / bina gibi saf halinde savaşanları elbette sever" (61 Saff/4)
"Hayır! (Öyle değildir) Her kim ahdine vefa gösterir(verdiği sözü tutar) ve (Allah'tan) sakınırsa şüphesiz ki Allah muttakileri sever." (3 Al-i İmran/76)
Allah'ın sevdiği açık ve gizli ameller ise, çok olup bilinmektedir. Allah'ın, salih amel işleyen mümin muttaki dostlarını sevdiği de açıktır.
Bu sevgi, Kur'an ve sünnetin anlatımı ile gerçektir.
Ümmetin selefi, imamları, sünnet ve hadis ehli, sözleri tutulan imamlar ve doğru yolda olan bütün şeyhler; Allah'ın zat olarak hakikaten sevildiğini kabul ederler ve bunun en büyük sevgi olduğunu söylerler.
Bu sevgi:
"...İman edenler / Müminler ise en çok Allah'ı severler...." (2 Bakara/165)
"Müminler, Allah'ı daha çok severler" buyruğunda geçtiği gibidir. Allah da mümin kullarını hakikaten sever.
Cehmiyye, iki tarafın da sevmesini inkar eder. Çünkü sevmenin ancak seven ile sevilen arasındaki bir münasebetle olabileceğini ve yaratan ile yaratılan arasında sevmeyi gerektirecek bir münasebetin bulunmadığını söylerler.
İslam tarihinde bunu ilk kez Cad b. Dirhem hicri ikinci yüzyılın başlarında ortaya attı. Vasıt kentinde oturan Irak valisi Halid b. Abdullah el-Kasrî Kurban Bayramı sabahında onu kurban ederek boğazlamıştır. (Hakkında bilgi için bakınız: Mizanu'l-İ'tidal (1 /633) Lisanu'l-Mizan (2/391), el-Bidaye ve'n-Nihaye (10/17) Tehzibu't-Tehzib (3/102)
Bayram sabahında halka yaptığı konuşmasında:
"Ey insanlar, kurban kesiniz, ben Cad b. Dirhem'i kurban kesiyorum, Allah'ın, İbrahim'i dost edinmediği ve Musa ile konuşmadığını iddia ediyor" dedi ve indikten sonra boğazladı. (Bu olayı İmam Buhârî "Halku Ef adi'l - İbad" isimli kitabında nakletmiştir.)
Cad b. Dirhem'in bu düşüncesini Cehm b. Safvan aldı. Bu görüşü yaydı ve tartıştı. Cehmiyye'nin görüşü ona nisbet edilir. Horasan valisi Silm b. Ahvez de Cehm b. Safvan'ı öldürdü. Bu görüş daha sonra Amr b. Ubeyd'in tabileri olan Mutezile'ye geçti. Memun zamanında bunların görüşleri yaygınlaştı. İmamların ona muvafakat etmeleri istendi ve kabul etmeyenlere baskı ve işkenceler uygulandı.
Onlar bu düşünceyi müşriklerden, Sabiilerden, Bırahmanist ve felsefecilerden ve Allah'ın subutî bir sıfatının olmadığını iddia eden bid'atçı kitap ehlinden almışlardır.
Bütün bunlar İbrahim'in düşmanıdırlar. Gezegenlere taparlar, yıldızlar ve akıllar için tapınaklar, heykeller yaparlar.
İbrahim'in gerçekten Allah'ın halili / dostu olmasını ve Musa ile Allah'ın gerçekte konuşmuş olmasını inkar ederler.

Çünkü, "hıllet"; sevenin kendini yitirmesini gerektiren muhabbetin son noktasıdır.
"Bedenimi tıpkı ruhun işgal edişi gibi işgal etti (tehallet).
Bunun içindir ki halile halil denilmiştir."
Beyitinde bu dile getirilir.
Sahih hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'm buyruğu bunu gösterir:
"İnsanlardan bir halil edinseydim, Ebu Bekir'i edinirdim, ama arkadaşınızın halili Allah'tır". (Müslim (4/1855), Tirmizî (5/271): Hadis hasen-ğarîbdir. Der. İbn Mâce (1 /36) Ahmed (1 /377)
Başka bir rivayette şöyle denir:
"Ben hiçbir kimsenin halili değilim, yeryüzünde yaşayanlardan birini halil edinseydim, Ebu Bekr'i halil edinirdim". (Müslim (4/1856), Tirmizî (5/267), Ahmed (1/389) Nesâhhi (Fedailu's-Sahabe/4)
Başka bir rivayette:
"Allah, İbrahimi halil edindiği gibi beni de halil edindi" (Müslim (1/532), Fethul-Bârî (7/23) denir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisi için yaratıklardan halil edinmesinin uygun olmadığını ve böyle bir şey mümkün olsaydı halilinin Ebu Bekir olacağını belirtmiştir.
Diğer taraftan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, birtakım kişileri sevdiğini de belirtir. Muaz'a:
"Vallahi, seni seviyorum" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd (2/181), Malik (2/954), Ahmed (5/228)
Ensarı sevdiğini belirtmesi de bu türdendir. Zeyd b. Harise, oğlu Üsame ve başkaları Rasûlullah'ın sevdiği kişilerdi. Amr b. Âs Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sorar:
"İnsanlardan en çok kimi seversiniz?
"Aişe'yi", der.
Adamlardan en çok kimi seversiniz? deyince:
"Onun babasını", der. (Buhârî (7/18), Müslim (4/1856), İbn Mâce (1/38)
Kızı Fatıma'ya şöyle buyurur:
"Benim sevdiğimi sevmez misin?"
Severim, dedi.
"O zaman Aişe'yi sev." (Müslim (4/1891)
Hasan için de:
" Allah'ım ben onu seviyorum, sen de sev ve onu sevenleri sev" buyurmuştur.
Bunun örnekleri çoktur.
Rasûlullah, bazı kişileri sevdiğini belirtmiş ve:
"İnsanlardan halil edinseydim, Ebu Bekir'i edinirdim.." demiştir.
Bu da gösteriyor ki halil edinmek, mutlak sevmekten daha özel bir şeydir.
Halillik, sevginin kemalindendir. Halillikte kişi başka bir şey için değil, sadece kendisi için sevilir. Çünkü başka bir şey için sevilen kişi, o şeyden sonra gelir, demektir.
Sevginin kemali olan hillet ise, ortaklık ve katılım kabul etmez. Çünkü başkası, sevilen kişinin önüne geçmiş olur. Onun için Allah'a hillet, tevhidin ve sevginin kemalini içerir.
Hillet, ortaklığa aykırıdır. Sevilen kişinin bizzat şahsı için sevilmesi, başkasının ortak olmamasını gerektirir. Bu da ancak Allah için olabilecek bir sevgidir.
Allah'ın sevgisinde kişilerin ortak yapılması caiz olmaz. Çünkü Allah, bizzat kendisi için sevilir.
Gerçek sevgi ile başkasını bir şeyden dolayı sevmek, o şey için sevmek demektir. Başkası için sevilen her şeyin sevgisi de batıldır. Dünya, Allah için olanlar dışında, hem kendisi, hem içindekileri lanetlenmiştir.
Halillik böyle olunca, Allah'ın bizzat kendisinin sevildiğini inkar edenler, Allah'ı sevmeyi de inkar etmiş olurlar. Kullarından birini sevdiğini inkar eden, o zaman kulun onu sevmesi ve kendisinin kulu sevmesi anlamında Allah'ın onu dost edinmesini de inkar ediyor, demektir.
Yüce Allah'ın Musa ile hakikaten konuşmuş olduğunu inkar etmeleri de bu şekildedir. Onlara göre Allah'ın bir sıfatı veya bir fiilî olmaz. Hayat, ilim, kudret, istiva, gelme gibi sıfatlarının olmasını inkar ettikleri gibi, biriyle konuşmasını veya kendisinin konuşmasını da inkar ederler. Söyledikleri budur.
"Bilmeyenler (müşrikler) dediler ki: (Ey Muhammed!) Allah bizimle konuşsa veya bir ayet indirse (de biz de sana inansak). Böylece kendilerinden önce gelenlerin (yahudilerin) söyledikleri gibi söylediler. (Bu sebeple) kalbleri birbirine benzedi. (İşte biz) ayetleri (ancak) yakinen inanan bir kavim için açıkladık."(2 Bakara/118)
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ne var ki İslam, apaçık ve Kur'an, müslümanım diyen kişiler tarafından inkar edilemez olduğundan, bunu göze alamayanlar Allah'ın isimlerini inkar etmeye ve kelimelerin yerlerini değiştirmeye başladılar.
Kulların Allah'ı sevmesini, salt ona itaat ve yakınlık kazanma sevgisiyle tevil ettiler. Bu ise büyük bir cehalettir.
Çünkü yakın olmak isteyenin yaklaşmak istediği kişiye sevgisi, onun sevgisine tabi ve bağlıdır. Bir şeyi sevmeyen kişi, ona yakın olmayı da sevmez. Çünkü yakın olmak vesiledir. Vesileyi sevmek, maksudu sevmeye tabidir. Onun için sevilene vesile olan şeyin o vesile ile kastedilen şey dışında bizzat sevgili olması mümkün değildir.
İbadet ve itaat da böyledir. İtaat edilip ibadet edilen için "Bu ona itaat ve ibadet etmeyi seviyor" denildiğinde, onun sevmesi bunu sevmesine tabidir, demektir. Değilse, sevilmeyen kişiye itaat ve ibadet etmek de sevilmez.
Kim bir karşılığı almak veya bir cezadan kurtulmak amacıyla biri için amel ediyorsa, o kişiyi sevdiği için değil, alacağını almak veya cezadan kurtulmak için amel ediyor demektir. Onun için bu, onu seviyor denilemez ve itaatini ve ibadetini seviyor, şeklinde de açıklanamaz.
Vesileyi sevmeyi içersin veya içermesin, maksudu sevmenin, karşılık ve amelden kurtuluş sözcükleriyle ifade edilmesini gerektirir.
Allah sevgisinin ise, karşılık olan şeyi sevmekle bir ilgisi yoktur. Nitekim bir bedel karşılığında birini ücretle tutan kişinin sırf o ücretten dolayı ücretlinin adamı sevdiği söylenemez. Hatta adam, hiç sevmediği ve kendisine buğzeden birini bile ücretle tutabilir. Azaptan kendini bir amelle kurtaran kişi için de o ameli seviyor veya ondan nefret ediyor, denilemez.
Böylece anlaşılıyor ki;
Allah'ın kendisini kulların sevmesiyle nitelemesinin, sadece yaratılan kimi yararları sağlamak için onu sevmeleri anlamında anlamak ve Allah sevgisiyle bir ilişkisinin olmadığını söylemek mümkün değildir.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
badet sözcüğü de, yukarıda belirtildiği gibi, boyun eğme / itaat (tezellül) ile beraber sevgi anlamını da içerir.
Onun için insanların birbirlerini sevmeleri farklı derecelerde olmaktadır. Şöyle ki;
Alaka: Kalbin sevdiği kişiye bağlanması.
Sabâbe: Kalbin ona yönelmesi.
Garam: Aralıksız sevgi.
Sonra Aşk gelir.
Bunların son aşaması da Teteyyum'dur ki sevgiliye tapınmaktır.
Muteyyem de tapılan, ibadet edilen / ma'buddur.
Teymullah: Allah'ın kulu, demektir. Bu aşamada seven kişi, sevdiğini sürekli anar, ona kul köle olur ve boyun eğer.
Allah'a inabe (yöneliş) adı da sevgiyi gerektirir. Buna benzer başka isimler de böyledir.
Cehmiyye ve benzerlerinin Allah'ı sevmenin veya Allah'ın kullarını sevmesi, anlatımında hazif olduğunu söylerler. Anlatımda hazif olması sebebiyle, söyledikleri gibi mecaz olamaz. Çünkü mecaz olabilmesi için maksadı açıklayan bir karinenin olması gerekir. Halbuki Allah'ı ve Rasûlünü sevmeyi engeleyecek Kur'an'da ve sünnette bir şey olmadığı gibi, muttasıl, munfasıl, hatta aklî delalette sevilen şeyin amellerden başkasının olmasını engelleyecek bir şey de yoktur.
Mecazın doğru olmasının ölçülerinden biri, olumsuzlaştırmanın doğru olmasıdır. Bu anlatım mecaz olsaydı, o zaman Allah'ın sevmediğini ve sevilmediğini söylemek de doğru olurdu. Tıpkı Cehmiyyenin imamı Cad b. Dirhem'in Allah'ın İbrahim'i dost edinmediğini ve Musa ile konuşmadığını söylediği gibi. Halbuki böyle demek, bütün müslümanların icma ile imkansızdır. Böylece Allah ile müminler arasındaki karşılıklı sevginin mecaz değil, hakikat olduğu anlaşılmış olur.
Yine, Allah kendisini sevmek ile amelî sevmeyi birbirinden ayırarak şöyle buyurmuştur:
"Sizin için Allah'tan, Rasûlünden ve Allah yolunda bir cihaddan daha sevimli ise..."
Kendi sevgisi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ın sevgisini de birbirinden ayırarak şöyle der:
"Allah'tan ve Rasûlünden sizin için daha sevimli ise".
Bundan maksat, sadece ameli sevmek olsaydı, o zaman anlatımda tekrar veya özel olanı genel olana atfetmek türünden olurdu. Her ikisi de zahir anlatıma aykırıdır ve ancak gösteren bir karine ile buna gidilebilir.
Allah'ı sevmek, sadece Rasûlünü sevmekle açıklanamayacağı gibi, sadece Allah için amel etmeyi sevmekle de açıklanamaz. Allah'ı sevmek, kendisi için amel etmeyi ve Rasûlünü sevmeyi gerektiriyorsa da, Allah'ı sevmeyi salt bunlarla açıklamak doğru olmaz.
Bir şeyi sevmeyi, bizzat kendisini değil de, ona itaat etmeyi sevmekle açıklamak, dilde ne hakikat, ne de mecaz olarak bilinen bir şeydir. Sözü bu şekilde anlamak, açıkça tahrif etmektir.
Temel kurallardan birkaç yerde belirttiğimiz gibi, bizzat zatı kastedilerek Allah'tan başka bir şeyin sevilmesi caiz olmadığı gibi, Allah'tan bağımsız bir şeyin kendisinin var olması da caiz değildir. Çünkü Allah'tan başka rab yoktur, onun dışında bir tapılan / mabud yoktur. Tam sevgi ve yüceltme ile bizzat sevilmeğe ve yüceltilmeye layık olan ancak O'dur.
Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar. Allah, arzuladıkları ve sevdikleri arasında kalplerin mutmain olacağı ve huzur bulacağı kendisinden başka bir şey olmayacak şekilde kalpleri yaratmıştır.
Sevilenin sevdiği yiyecek, içecek, giyecek, bakacak, duyacak, dokunacak ne kadar şey varsa, kalp hepsinin dışında başka bir şeyi arar.
Bütün bunların dışında kalp, ilah olacak, kendi kendine kaim (samed) olacak, kendisinde huzur bulacak ve bu türden ona benzeyen şeyleri sever. Onun için Yüce Allah, Kur'an'da:
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla yatışıp huzur bulur" (13 Ra'd/28) buyurur.
Sahih hadiste lyad b. Hımar'ın Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle buyurduğu belirtilir:
"Yüce Allah şöyle buyurdu: Ben kullarımı hanifler (tertemiz muvahhidler) olarak yarattım, şeytanlar onları sürüklediler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram ettiler ve izin vermediğim şeyleri bana ortak koşmalarını emrettiler". Müslim (4/2197), Ahmed (4/162)
Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre'den Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğan herkes fıtrat üzere doğar, sonra annesi babası onu yahudi, hıristiyan veya mecusi yapar. Tıpkı hayvan yavrusunun organları tam olarak dünyaya geldiği gibi, onlarda herhangi bir organ eksikliği görüyor musunuz?!"
Sonra Ebu Hureyre, isterseniz şu ayeti okuyun, dedi:
"Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği fıtrata/dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoldur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler." (30 Rum/30) (Buhârî (3/235), Müslim (4/2047), Ahmed (2/233), Ebû Dâvûd (5/86) Malik (1/241) Tirmizî (3/303)
Kalplerin sevdiği bütün mükemmellik nitelemelerinin en mükemmeline Allah layıktır. Onun dışında varlıkların sevilen nesi varsa hepsi Allah tarafındandır. Onun için hakikat ve kemal üzere sevilmeye O layıktır.
Kulun rabbini sevmesinin hakiki olmadığını söylemek, gerçekte onun tapılan, ibadet edilen / mabud bir ilah olduğunu kabul etmemek, inkar etmektir.
Kendisinin de kulunu sevdiğini inkar etmek, onun irade ve dilemesini inkar etmeyi gerektirir. Bu da Allah'ın yaratıcı rab olmasını inkar etmeyi doğurur. Onun için bunu inkar etmek, alemlerin rabbı ve ilahı olduğunu inkar etmeyi gerektirir. Allah'ın sıfatlarını işlevsiz kılan anlayış ve inkar ehlinin söylediği budur.
Onun için bizden önceki iki ümmet, Musa aleyhisselam ve İsa aleyhisselam'ın Vasiyetlerinin en büyüğünün, "Allah'ı bütün kalbinle, aklınla ve kastınla sev" olduğu konusunda ittifak etmiştir.
Bu da Tevrat, İncil ve Kur'anın aslı olan İbrahim'in Hanif dininin hakikatidir.
Bunu inkar etmek, müşriklerden, İbrahim'in düşmanı Sabiilerden ve onlara muvafakat eden felsefeci, kelamcı, fıkıhçı ve bid'atçılardan gelmiştir.
Sonra İsmailiyye Batınıyye mezhebinde olan Karmatilerden ortaya çıkmıştır. Onun için Haniflerin imamı İbrahim aleyhisselam şöyle demiştir:
"İbrahim: Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. âhiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat." (26 Şuara/75-83).
"Üzerine gece (nin karanlığı) çöktüğünde bir yıldız gördü. Dedi ki: "(İşte) bu benim rabbimdir." (Yıldız) kaybolduğunda dedi ki: "Ben kaybolanları sevmem."
"Ay’ı doğarken gördüğünde: "(İşte) bu benim rabbimdir." dedi. (Ay) kaybolduğunda dedi ki: "Şayet rabbim bana hidayet etmeseydi muhakkak ki ben sapmış olan kavimden olurdum."
"Güneşi doğarken gördüğünde: "(İşte) bu, benim rabbimdir. Bu daha büyüktür" dedi. (Güneş) kaybolduğunda dedi ki: "Ey kavmim! Muhakkak ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"Muhakkak ki ben, yüzümü gökleri ve yeri yaratana hanif olarak çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (6 Enam/76-79).
"..İnsanların diriltileceği gün, Allah'a selim bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme" demişti."(26 Şuara/88)
Selim kalpden maksat, şirkten arınmış / şirkten uzak olan bir kalbdir.
"Kadim olan ile yaratılan arasında onu sevmesini ve kendisine bakmaktan zevk almasını gerektirecek bir münasebet yoktur" sözleri ise, kapalı bir sözdür.
Münasebetten maksatları, aralarında babalık oğulluk ilişkisinin olmadığı ise, bu doğrudur. Karı ile koca, yiyen ve yenilen ve benzeri şeyler arasındaki ilişkinin bulunmadığı anlamında ise, bu da doğrudur.
Ama birinin seven ve ibadet eden, diğerinin de sevilen ve kendisine ibadet edilen olmasını gerektirecek bir münasebetin olmadığını söylemek istiyorlarsa, işte esas mesele budur. Bunu delil göstermek, istenen şeye ambargo koymak olup bunu sağlamak için yasaklamak yeterlidir.
Yaratan ile yaratılan arasındaki münasebet dışında tam sevmeyi gerektirecek bir münasebet olmadığını söylerler. Yaratan Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. Yerde ve gökte ilah odur. Yerde ve göklerde en yüce örnek O'nundur.
Bunların söyledikleri aslında Allah'ın mabud olmasını inkar etmektir. Onun için bu meseleye kelamla uğraşan kimi tasavvufçular muvafakat etmiştir ki bunlar da Allah'ın gerçekte sevilen olmasını kabul ederken, seven olmasını inkar ederler. Çünkü beraber oldukları o kelamcıların görüşlerini benimseyerek tasavvufçu olmuşlardır. Tasavvufçuların sevgi konusunda söylediklerini almışlar ama onu da karıştırmışlardır. İnkar etmeleri, aslında Mutezilenin ve benzerleri olan Cehmiyyenin görüşüdür. Allah'ın kulunu sevmesini ise daha çok inkar ederler. Bunu inkar edenler iki kısımdır:
1 - Bir kısım, kulun sevgisini, belirttiği kelimelerle tevil ederler ve Allah'ın sevmesini yaratması anlamında alırlar.
2 - Bir kısım da, o işleri irade etmesi anlamında alırlar. Bu konuyu "Sıfatlar ve kader kaideleri" bölümünde detaylı olarak açıkladık. Burada detaylarını anlatamayacağız.
Allah'ın yapılmasını emrettiği vacip ve müstehap şeyleri, mevcut olmasalar da, sevdiğini ve bundan razı olduğunu, maddi ve manevi fasıklık, küfür gibi şeyleri sevmediği ve nefret ettiği, kimi şeylerin varlığını isteyebileceğini Kitap, sünnet ve ümmetin selef alimleri belirtmiştir.
"Allah bozgunculuğu (fesadı) asla sevmez." (2 Bakara/205)
"... O, kulları için küfürden razı olmaz..." (39 Zümer/7) buyurmuştur.
Burada söylenmek istenen, kulların Allah'ı ("ilah" larını) sevmelerini belirtmektir. Bunun da iman amellerinin aslı olduğu anlaşılmıştır artık.
Bu konuda ümmetin selefi, ashab, tabiin ve yolundan gidenler arasında bir anlaşmazlık olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Bu sevgiyi onlar, Allah'ın iman bilgileri ve Kur'an ibadetleri gibi yapılmasını emrettiği ibadetlerle yerine getirirlerdi.
Yüce Allah buyurur:
"İşte sana da buyruğumuzla Cebrail'i gönderdik; Sen Kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin, fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerde olanlar, yerde olanlar kendisinin olan Allah'ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki işler sonunda Allah'a döner." (42 Şura/52-53)
Aradan uzun zaman geçince kelamcılar ve Mutezile arasından bu sevgiyi inkar edenler çıktı.
Tasavvufçular arasından da sema'/meşk, ıslık çalmak ve el çırpmak suretiyle bunları hareketlendirmek isteyenler çıktı.
Kalbte bulunan her türlü sevgiyi tahrik edip hareketlendirecek şiirler ve müzikaller dinliyorlar. Böylece kalpleri ile putları, haçları, kardeşleri, vatanları, taze gençleri ve kadınları sevdiği gibi Rahman'ı da sevmeğe elverişli duruma geliyorlar.
Halbuki şeyhlerden bunu gündeme getirenler, onun için yer, zaman ve imkan şartını koşarlardı. Hatta onun için şeytandan korunmak için bir şeyhin olmasını şart koşarlardı. Sonra başkaları bu işte gevşeklik göstererek günahlara, hatta ahlaksızlıklara düştüler. Hatta onlardan kimileri işi apaçık küfre kadar götürdüler. Bunlar küfür ve ilhad içeren şiirlerle coşuyorlar ki bu da en büyük fesad şekillerindendir. Tıpkı kitap ehline ve müşriklere ibadetlerinin oluşturduğu birtakım haller gibi, onlar için de bu durumlar o biçim haller oluşturuyor.
Cuneyd'in dediği gibi tahkik ehli şeyhler, meşk yapmaya çalışanlar, onunla baştan çıkarlar, ama tesadüfen dinleyenler için dinlendirici olur, derlerdi. Yani bu uydurma sema (müzik, meşk) ayinlerini dinlemek için bir araya gelmek meşru olmadığı gibi, emredilmesi de, din ve Allah'a yaklaştıran bir şey kabul edilmesi de caiz olmaz.
Çünkü ibadetler ve Allah'a yaklaştıran şeyler ancak Peygamberlerden öğrenilir.
Çünkü haram, ancak Allah'ın haram kıldıklarıdır ve din, ancak Allah'ın bildirdiğidir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin karar bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı azap vardır." (42 Şura/21)
"(Ey Muhammed!) De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur'dur, Rahim'dir."
"(Ey Muhammed!) De ki: "Allah'a ve rasul (Muhammed)e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse (bilsinler ki) Allah (şüphesiz) kafirleri sevmez." (3 Âl-i İmran/31-32)
Yüce Allah onlara, Allah'ı sevmelerinin Rasûlunü sevmelerini de gerektirdiğini belirtmiş, Rasûlune uymanın da Allah'ı sevmeyi gerektirdiğini söylemiştir.
Ubey b.Ka'b şöyle der:
"Allah'ın yoluna ve Sünnete sarılınız. Allah'ın yolunda ve sünnet üzere olup Allah'ı andığı zaman Allah korkusundan tüyleri ürperen hiçbir kul yoktur ki ağaçtan kuru yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülmüş olmasın. Allah yolunda ve sünnet üzere olan hiçbir kul yoktur ki tenhada Allah'ı andığında Allah korkusundan gözleri yaşarsın da ateşten kesin olarak kurtulmuş olmasın. Allah yolunda ve sünnet üzere olmakla yetinmek, ona ve sünnete aykırı düşmeğe çalışmaktan daha iyidir. Amellerinizin peygamberlerin yolu ve sünneti üzere ve onunla sınırlı olmasına gayret ediniz." (Hılye (1/250), Sıfatu's-Safne (1/446) Kitabu'z-Zuhd Li'bnu'I-Mubarek (4/21)
Bunlar başka yerlerde detaylı olarak anlatılmıştır.
Sema' / meşk, emredilen ve sevilen bir şey olsaydı, sevilen ve ibadet edilen Allah'a karşı kalpler onunla salah bulsaydı, şeri deliller ona delalet ederdi. Bilindiği gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in:
"Kuşakların en hayırlısı, içinde bulunduğum kuşaktır, sonra ikinci ve üçüncü kuşaktır" (Buhârî (7/3), Müslim (4/1926), Tirmizî (3/376), İbn Mâce (2/791) Ahmed (1/378) dediği en hayırlı kuşaklarda Hicaz, Şam, Yemen, Irak, Mısır ve Horasan'da iyilik ve din ehlinden kalplerin salah bulması için bid'at olan sema / meşk için bir araya gelen kimse yoktur.
Onun için İmam Ahmed ve başka imamlar sema'ı / meşki mekruh görmüştür. Hatta Şafiî, semai zındıkların uydurduğunu söyleyerek şöyle der:
"Bağdad'ta zındıklar sema diye bir şey uydurmuşlar, onunla insanları Kur'an'dan alıkoyuyorlar". (Telbisu İblis İbnu'l-Cevzî (230)

Ama insanın kastı olmaksızın dinlediği şeylere, imamların ittifakı ile, ne kötüleme, ne yasak terettüp eder. Onun için kötülenen ve yasaklanan şey, salt dinlemek değil, dinlemek için gayret ve kastetmektir.
Kur'an dinleyen kişi sevap kazanır, ama kast ve gayret etmeden Kur'an dinlemenin bir sevabı olmaz. Çünkü ameller, niyetlere göredir.
Dinlemenin yasaklandığı eğlenceli şeyler de böyledir. Kişi elinde olmadan ve kastetmeden dinlerse, ona zarar vermez. Kişi bir beyit dinlese ve bu da onun iç dünyasının övülen boyutunu tahrik etse veya benzeri bir beyiti örnek verse, yasak bir şey yapmış olmaz.
Övülen ve güzel olan şey, Allah ve Rasûlünün sevdiği şeyler için kalbinin hareket etmesidir ki bu da Allah'ın sevdiğini işleme ve yerdiğini terketme sevgisini içerir.
Örneğin, adamın biri bir yerden geçerken birinin "Hergün okuyorsun, bunu değiştirsen iyi olur" sözünü söylediğini duyar ve bundan kendi durumuna uygun bir işaret alır. Çünkü işaretler, kıyas, ders çıkarma ve atasözleri türündendir.
Sema' / meşk, meselesi büyük ve yaygın bir meseledir. Başka yerde detaylı olarak açıkladık.
Belirtmek istediğimiz şudur:
Müridler için arzu edilen şeyler, Peygamberlerin, alimlerin, müminlerin ve ariflerin dinlediği şer'î, dinî, nebevî, imanî ve Kur'anî dinleme ile gerçekleşir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kitapta İbrahim'e dair anlattıklarımızı da an, o şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi. Babasına şöyle demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?" "Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim." "Babacığım! Şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman'a baş kaldırmıştır." "Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın." Babası: "Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım; uzun bir süre benden uzaklaş git." dedi. İbrahim şöyle cevap verdi: "Sana selam olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lutufkardır." "Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım." İbrahim onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp çekilince ona İshak ve Yakup'u bahşettik ve her birini peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.
Kitapta Musa'ya dair anlattıklarımızı da an. O seçkin kılınmış bir insan, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Ona Tur'un sağ yanından seslenmiş ve konuşmak için onu yaklaştırmıştık. Rahmetimizden, kardeşi Harun'u bir peygamber olarak ona bağışladık.
Kitapta İsmail'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, zekat vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti. Kitapta İdris'i de zikret, çünkü o dosdoğru bir peygamberdi. Biz onu yüce bir yere yükselttik.
İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı."(19 Meryem/41-58)
"De ki: "Kur'an'a ister inanın, ister inanmayın, O'ndan önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri üzerine secdeye varırlar" ve "Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz'in sözü şüphesiz yerine gelecektir" derler. Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar; bu, onların gönüllerindeki saygıyı artırır." (17 isra/107-109)
"İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en yakın "Biz hıristiyanız" diyenleri bulursun. Bu, onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve büyüklük taslamamalarındandır. Peygambere indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolarak, "Rabbimiz! İnandık, bizi de şahitlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle birlikte bulundurmasını umarken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" dediklerini görürsün. Allah onlara, dediklerine karşılık, temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyi davrananların mükafatıdır." (5 Maide/82-85)
"İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıkdan yerli yerince sarf ederler. İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır." (8 Enfal/2-4).
"Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz." (39 Zumer/23)
Allah, şerî, dinî, nebevî, imanî ve Kur'anî dinleme yapan Peygamberleri, alimleri, müminleri ve arifleri övmesine karşın, bundan yüz çevirenleri de yermiştir. Şöyle buyurur:
"İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir. Ayetlerimiz sapık kimseye okunduğu zaman sanki kulaklarında ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir. İşte ona can yakıcı azabı müjde et." (31 Lokman/6-7).
"Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar." (25 Furkan/73).
"Öyleyken, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler." (74 Müddessir/49-51).
"Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi, zaten dönektirler." (8 Enfal/22-23).
"İnkar edenler: "Bu Kuran'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız" dediler. İnkar edenlere çetin bir azap tattıracağız. İşledikleri en kötü işlere karşılık onların cezasını vereceğiz."(41 Fussilet/26-27).
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur. Ümmetin selefinin, ashabın, tabiin imamlarının, İbrahim b.Edhem, Fudayl b. lyaz, Ebu Süleyman ed-Daranî, Maruf el-Kerhî, Yusuf b. Ebsat, Huzeyfe el-Meraşi ve benzeri önde gelen şeyhlerin dinlediği budur.
Yine Ömer radıyalhhu anh, Ebu Musa el-Eşarî'ye "Ey Ebu Musa, bize rabbimizi hatırlat" derdi. O da Kur'an okur, kendileri de dinler ve ağlarlardı. Ashap bir araya geldikleri zaman içlerinden birine Kur'an okumasını söyler, okur, onlar da dinlerlerdi.
Sahih hadiste şöyle sabit olmuştur:
"Ebu Musa el-Eş'a-rî Kur'an okurken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oradan geçti ve okumasını dinlemeye koyuldu ve:
"Bu adama Dâvûdî bir ses verilmiştir." buyurdu. (Buhârî (9/92), Müslim (1/546), Tirmizî (5/356): Hadis ğarîb hasen-sahihtir, der. Nesai (2/18), Darimi (1/349), Ahmed (2/261)
Yine:
"Dün sana uğradım, Kur'an okuyordun, ben de seni dinlemeye başladım, buyurdu. Bunun üzerine Ebû Mûsâ: Dinlediğini bilseydim senin için daha güzel okurdum, dedi." (İbn Sa'd (4/107) Fethu'l-Bârî (9/93) İbn hacer: İbn Sa'd bunu Muslimin şartına uygun sahih bir isnad ile rivayet etti, der. Hakim (3/466)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Seslerinizle Kur'an'ı süsleyiniz." (Ebû Dâvûd (2/155), Nesâî (2/179), İbn Mâce (1/426) Darimî (2/474), Ahmed (4/283).
"Allah, güzel sesle Kur'an okuyan kişinin sesini, şarkıcı kadının sesini dinleyen kişinin dinlediğinden daha çok dinler." (Ahmed (6/19), İbn Mâce (1/425) Hakim (1/571): Hadis Buhârî ve Müslim'in şartına göre hasen-sahihtir ancak onlar tahric etmedi, der. Zehebî: Bilakis hadis munkatı'dır, der. Mecmau'z-Zevaid'de: İsnadı hasendir, denilir.)
(Ayet-i kerime'de de şöyle buyurulur:
"... Rabbının buyruğuna kulak verip (dinleyip) boyun eğdiği zaman..." (84 İnşikak/2)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yine şöyle buyurmuştur
smile.gif

"Allah, Kur'an'ı güzel sesle okuyan Peygamberinin okumasına kulak verip dinlediği kadar başka hiçbir şeyi dinlememiştir". (Buhârî (9/68), Müslim (1 /545), Ebû Dâvûd (2/157), Darimî (1 /350) Ahmed (2/271)
"Kur'an'ı güzel okumayan, bizden değildir". (Buhârî (3/501), Ebû Dâvûd (2/156), Darimi (1/349), Ahmed (1/172)
Bu okuma insana güzel coşkular, değerli zevkler ve anlatılamayacak kadar geniş bilgiler ve büyük haller verir. Bunları bir kitapta anlatmak zordur. Kur'an'ı anlamaya çalışmak ve üzerinde düşünmek kişiye anlatılamayacak kadar büyük ilim ve iman kazandırır.
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"De ki, Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz, işte o zaman Allah da sizi sever". (3 Al-i İmran/31)
Seleften bir grup şöyle derler:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bir topluluk Allah'ı sevdiklerini iddia etttiler, bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi. Allah, kendisini sevmenin Peygamberi sevmeyi gerektirdiğini ve peygambere uymanın Allah'ın kulu sevmesini gerektirdiğini belirtmiştir. Bu sevgi, Yüce Allah'ın kendisini sevdiğini iddia eden kişileri imtihan ettiği bir sevgidir. Şüphesiz bu konuda şüpheler ve iddialar çok olur.
Onun için Zinnun Mısrî'nin, yanında Allah'ı sevmekten söz edenlere "Bu konuyu kapatınız ki insanlar duymasınlar ve iddia etmesinler" dediği rivayet edilir." (Risaletu'l-Kuşeyriyye (2/622)
Bazıları şöyle der:
- Yalnız sevgi ile Allah'a ibadet eden zındık olur,
- Yalnız korku ile ibadet eden Haricilerden (Harurilerden)olur,
- Yalnız ümit (reca') ile ibadet eden Mürcie'den olur,
Sevgi, korku ve ümit (reca') ile ibadet eden, muvahhit mümin olur.
Çünkü Allah korkusu yönlendirmezse, soyut sevgide nefisler alabildiğine açılır ve heveslerine daldıkça dalar. Onun için yahudiler ve hıristiyanlar:
"Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" (5 Maide/18) dediler.
Sevgi iddia edenlerin şeriata muhalefetleri, sadece korku ile ibadet edenlerin muhalefetinden çok daha fazladır. Onun için şu ayetlerde sevgi ve korku bir arada yeralmıştır:
"Onlara: "İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun buyruklarına riayet eden; görmediği Rahman'dan korkan, Allah'a yönelmiş bir kalple gelen sizlere, hepinize söz verilen yerdir. Oraya esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur" denir." (50 Kâf/32-34)
Sünnet konusunda kitap yazan şeyhler, Allah korkusu olmadan sadece sevgiden çokça söz eden ve ona dalan kişilerden uzak durmayı inançları arasında sayarlardı. Çünkü bu, tasavvufçulardan kitlelerin içine düştüğü bir bozukluktur. Bunlarda meydana gelen inanç ve amel bozukluğu, kitlelerin tasavvuf yolunu tümden inkar etmesini gerektirmiştir. Böylece insanlar iki sınıf olmuştur:
1 - Bir sınıf, fıkıh ve kelam ehlinden bazılarında olduğu gibi, tasavvuf yolunun hak ve batıl yönlerinin bulunduğunu itiraf eder,
2 - bir sınıf da hak ve batıl olarak tümünü birden inkar eder.
Doğru olan, tasavvufta olsun, başkasında olsun, Kur'an'a ve sünnete uygun olanı kabul etmek, tasavvufta olsun, başkasında olsun Kur'an'a ve sünnete aykırı olanı inkar etmektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..." (3 Al-i İmran/31
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şeriatına ve sünnetine zahirde ve batında uymak, Allah'ın sevmesini gerektirir. Nitekim onun yolunda cihad etmek, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olmak, bu sevginin hakikatidir.
Hadiste şöyle belirtilir:
"İman kulplarının en sağlamı, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir." (Ahmed (1/89), Mecmau'z-Zevaid'de: Senedinde Leys b. Ebî Selim vardır ve çoğunluğa göre zayıftır, denilir. Hakim (3/79) Bkz: Sahihu Camiu's-Sağîr (2/343), Silsiletu'l-Ehadîsu's-Sahîha (1728)
Yine:
"Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse, imanını tamamlamış olur." buyurdu. (Ebû Dâvûd (5/60), Ahmed (3/438) Tirmizî (4/87)
Muhabbet davasında bulunanların (Allah'a sevgi iddia edenlerin) birçoğu; sünnete uyma, iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama ve Allah yolunda cihad etme konusunda başkalarından daha uzaktır.
Bununla beraber sevgi tarikatı için, onun başkasından daha mükemmel olduğunu iddia ederler. Çünkü iddiasına göre sevgi tarikatında gayrete gelmek ve Allah için kızmak yoktur. Halbuki bu, Kur'an ve sünnetin söylediğine aykırıdır.
Hadiste şöyle gelmiştir:
"Kıyamet günü Allah şöyle buyurur:
"Benim yüceliğim için birbirini sevenler nerededir, gölgemin dışında gölgenin bulunmadığı bugün onları gölgemde gölgelendireceğim." (Müslim (4/1988), Darimî (2/312), Malik (2/952) Ahmed (2/237)
"Benim yüceliğim için birbirini sevenler " sözü, o kişilerin Allah karşısında kalplerinde besledikleri yüceliği, onun için birbirlerini sevmesini, kalplerinde iman zayıf olduğu için Allah'ın ölçülerini gözetmeyenlerin aksine, Allah'ın ölçülerini koruduklarını belirtir.
Bunlarla ilgili hadiste şöyle denir:
"Benim için birbirini sevenleri sevmem hak oldu, benim için bir araya gelenleri sevmem hak oldu, benim için birbirini ziyaret edenleri sevmem hak oldu, benim için mallarını sarfedenleri sevmem hak oldu." (Malik (954), Ahmed (5/229), Hakim (4/169), Şeyhayn'ın şartları üzerine sahihtir, der.)
Birbirini Allah için sevenlerle ilgili hadisler çoktur.
Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder:
"Gölgesi dışında hiçbir gölgenin bulunmadığı günde Allah yedi kişiyi gölgesinde gölgelendirir; Bunlar:
- Adaletli devlet başkanı,
- Allah'a ibadet ederek yetişen genç,
- Camiden çıktıktan sonra tekrar camiye gelinceye kadar kalbi camilere bağlı olan adam,
- Birbirini Allah için seven, onun için bir araya gelen ve ayrılan iki adam,
- Sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak kadar verdiği sadakayı gizli veren kişi,
- Tenhada Allah'ı anarak gözleri yaşaran adam,
- Makam / asalet ve güzellik sahibi bir kadın kendisine beraber olmayı teklif ettiğinde "Ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım" diye red eden adam".(Buhârî (2/142), Müslim (2/715), Tirmizî (4/24): Hadis hasen-sahihtir, der. Malik (2/952), Nesâî (8/222), Ahmed (2/439)
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt