Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kur'an-ı Kerim ve Hadisi-i Şeriflerin Toparlanıp Yazılması

A Çevrimdışı

Abu Jafar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1. Sorum:

Kur'an ne zaman yazildi ve ne zaman Mushaf olarak birlestirildi? Ve kimler yazdi? Kaynakli lütfen ve tarihli olsada cok güzel olurdu.

2. Sorum:

Hadis ne zaman baslandi yazilmaya? Ve kimler yazdi?

Hadisin yazilmanin yasakligi üzeri de bilmek isterdim.

Bu konular üzeri Türkcede kitablar mevcut mudur?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kur'an-ı Kerim'in Ne zaman Yazıldı, Toparlanıp Mushaf Haline Getirildi ?

Peygamber efendimiz (a.s.v.), inen vahiyleri özel kâtiblerine kaydettiriyor, buna mukabil Kur'an ile karışmasın diye kendi sözlerinin kaydedilmemesini ashabından istiyordu.

Kur’an-ı Kerim 42 vahiy katibi tarafından yazılmıştır. En meşhurları Mekke'de Abdullah b. Sâd; Medine'de ise Ubey ibni Kâb'dır.
Kur’an ayetleri kağıt, bez, deri parçaları, taş, tuğla, kürek kemikleri üzerine yazılmıştır. Her Ramadan ayında nazil olan vahiy kısımlarını (Kur'an'ı Kerim'i) baştan sona Cebrail'e arz ediyordu. Karışıklığı önlemek için de gelen vahyin nereye konulacağını belirtiyordu. Peygamber Efendimiz hayatta olduğu sürece vahiy devam ettiğinden, Kur’an metni, iki kap arasında mushaf haline getirilemezdi. Böyle yapılmış olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek birkaç ayeti yerleştirmek için, ikide bir çok sayıda yazılmış metni imha etmek mecburiyeti hasıl olacaktı. Diğer taraftan Kur’an metni birçok hafız tarafından ezberlenip devamlı surette okunuyor ve ashabın bir kısmının nezdinde yazılı nushalar da bulunuyordu. Üstelik Peygamber gibi bir teminat mercii vardı. Bu yüzden metnin muhafazası konusunda endişeye sebeb yoktu.

Ayrıca El-Hakim (Ö 405-1014) Mustedrak’inde “Kur’an metninin biraraya getirilmesi 3 defa yapılıp, birincisi Rasulullah’ın huzurunda olmuştur” dedikten sonra, bu hükmüne esas teşkil eden şu hadisi, Zeyd İbn Sabit’den (Buhari ve Muslim’in rivayet şartlarını taşıyan bir senedle) nakleder.
Zeyd diyor ki: “Biz, Peygamber’in huzurunda Kur’an’ı birtakım parçalardan telif ediyorduk (topluyorduk).”
Beyhaki bu hadis hakkında: “Kanaatimce bundan maksad, birkaç ayrı defada indirilen ayet gruplarını, Peygamber’in nezâretinde sureler halinde derlemektir” demektedir.

Şu halde vahyi tamamlanan sureleri peygamberimiz, mevcud en uygun malzemeye, birtakım sahifeler halinde temize çektirip muhafaza ediyordu. Peygamberimizin hayatında birçok sahabi Kur’an’ı hem hafızalarında hem de sahifelerinde toplamış bulunuyorlardı. O’nun ahirete irtihali üzerine Ali derhal evine kapanmış, “Kur’an’ı cemetmedikçe Cumua namazına çıkmak hariç, ridamı giymemeye yemin ettim” diyerek, sözünü yerine getirmiş, Kur’an’ı cemetmedikçe Ebu Bekir’e biat etmemişti.


Ebubekir (r.anh) Döneminde, Kur'an'ın Mushaf Haline Getirilmesi :

Peygamber’in vefatından sonra ilahi rehber Kur’an metninin, ummetin icmaından geçmek suretiyle, tek kelimesinden şubhe edilmeyecek tarzda; kıyamete kadar hiç kimsenin itiraz edemeyeceği tarzda toplanması gerekmişti.
Zeyd İbn Sabit diyor ki: “Yemame Savaşında ashabın öldürülmesini muteakib, Ebu Bekir beni çağırttı. Yanına vardım. Ömer de orada idi. Ebu Bekir bana dedi ki: 'Ömer bana gelip dedi ki': “Yemame ‘de Kur’an hafızları çok zayiat verdi. Bu gibi vakalarda hafızların ölmeleriyle Kur’an’ın birçoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa Kur’an’ın cem edilmesi için bir emir çıkarman gerekir.”
Ben de Ömer’e şöyle cevab verdim: “Rasulullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”,
Ömer: “Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür, dedi.”
Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah kalbime bu işi yatırdı, ben de onun görüşünü benimsedim.”
Zeyd devamla diyor ki: “Ebu Bekir bana dönüp şöyle dedi: “Sen genç, dinç, zeki bir adamsın. Kimse ittiham edemez. Zaten Rasulullah’ın da vahiy kâtibi idin. Kur’an metnini topla.
Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur’an’ı toplama mes’uliyeti kadar bana ağır gelmezdi.”
Neticede Kur’an’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başladım.”
(Buhârî, "Fezâ'ilu'î-Kur'ân", 3, 4, "Tefsir", 9/20, "Ahkâm", 37; Tirmizî, "Tefsir", Tevbe 10/16 (hadis no: 3102)


Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Ebu Bekir, Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her ayet için 2 delil olmak üzere, 2 şahıstan yazılı nusha aramasını emretti. Bu iş için Zeyd, Ömer’in yardımını şart koşmuş, O da ciddi bir şekilde kendisine yardım etmiştir. Zeyd bizzat kendisi iyi bir hafız olduğu halde, kendisi gibi başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında mukabele görmüş 2 yazılı şahid aramak gibi son derece titiz ve ilmi bir usul takib etmiştir.
Tevbe sûresinin son iki âyeti (9/128-129), bir başka rivayete göre ise Ahzâb sûresinin 23. âyeti sadece Huzeyme b. Sabit el-Ensârî'nin yanında bulunmuş (Buhâri, "Tefsir", 33/3, "Fezâ'ilu'l-Kur'ân", 5, "Menâkib" 3; Tirmizı, "Tefsir, Tevbe 10/17 (hadis no: 3103) ve Peygamber'in onun şahidliğini iki kişinin şahidliğine denk tutması (Buhari, "Tefsir", 33/3; İbn Ebû Dâvûd, Kitâbü'l-Mesâhif (nşr. Muhibbuddin Abdussubhân Vaiz), I-II, Dâru'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 2002,1, 220) sebebiyle istisnaî olarak tek şahitle kabul edilmiştir. (Buhâri, "Ahkâm", 37)
Tevbe süresindeki bu iki âyetin son inen âyetlerden olması sebebiyle hafızalarda taze olduğundan diğer sahâbîler, bu ayetlerin varlığını ezberlerinden desteklemişlerdir. Böylece Kur'ân, yazılı malzeme ve ezber yardımıyla hiç eksiksiz olarak toplanmış ve son arzadaki âyet tertibine riâyet edilmiş, sûre tertibine ise riayet edilmeksizin sadece düzgün bir biçimde yazılarak Halife Ebû Bekir'e teslim edilmiştir.


Osman (r.anh) Döneminde Kurân'ın İstinsahı ve Çoğaltılması


Mushaflaların Kısa Târihi

Ebû Bekir (r.anh)'in girişimi, Kur'ân hakkında ileride ortaya çıkması muhtemel önemli bir ihtilafı ve bir bakıma fitneyi bertaraf ettiği için, her türlü takdirin üstündedir. Ancak Kur'ân'ın cem'i, bu öneminin yanında, ummet arasındaki okuyuş farklılıklarını ve buna dayalı olarak ortaya çıkan tartışmaları tamamıyla kaldıramamıştır. Zira Mushaf, sırasıyla Ebû Bekir, Ömer ve Hafsa'nın yanlarında kalmış topluma intikal etmemiş ve insanlar bu mushaf etrafında toplanmaya davet edilmemiştir. Topluma intikal etmiş olsaydı bile yazım bakımından ihtilaflara musait bir hattı bulunmakta ve sûre tertibini hesaba katmamaktaydı. Ebû Bekir'den sonra Halîfe olan Ömer (634-644) ve ardından Osman (644-656) zamanında fetihler daha da artmış ve Arabistan ile birlikte Irak, İran, Kafkasların bir kısmı, Şam ve Mısır da İslâm topraklarına katılmıştı. Bu bölgelerde bulunan sahâbîler yeni müslüman olanlara, Kur'ân'ı şahsî nüshalarından veya ezbere dayalı okuyuşlarından öğretiyorlardı. Yedi harf ruhsatı gereği şahsî nushalarda ve okuyuşlarda bulunan bazı küçük farklılıklar ve bunların nedenleri yeni müslüman olanlar tarafından tam olarak anlaşılamıyor, Kur'ân'a verilen büyük değer sebebiyle de önemli ihtilaflar olarak görülüyordu. (Mekkî b. Ebû Tâlib, el-İbâne, Sf: 48-49-, Ebû Amr ed-Dânî, el-Mukni' fi ma'nfeti mersûnıi mesâhir ehli'l-emsâr (ıışr. Muhammed Ahmed Dehman), Matbaatu't-Terakkî, Dımaşk 1940, Sf: 14-15, 17-19, 124)
Müslümanlar arasındaki ihtilafı en net olarak ortaya koyan rivayet, îbn Şihâb ez-Zuhrî -Enes b. Mâlik yoluyla gelmektedir. Bu ve benzeri rivayetlerde Irak ve Şam'lılarla birlikte h. 25 (m. 646) yılında Azerbeycan ve Ermenistan seferlerine katılan ve ashâb arasındaki kıraat ihtilaflarına şahid olan İrak ve Şam'lıların komutanını Huzeyfe îbnu'l-Yemân'ın, Halife Osman'a gelerek şöyle dediği nakledilir:
"Ey Emiru'l-mûminin! Kitab hakkında yahûdiler ve hıristiyanlar gibi ihtilâfa düşmeden, bu ummetin imdadına yetiş!" (Buhârî, "Fezâ'ilu'l-Kur'ân", 3; Tirmizî, "Tefsir", Tevbe 10/17 (Hadis no: 3103); Dânî, el-Mukni', Sf: 4)
Aslında Huzeyfe'nin ortaya koyduğu şikayetin benzerleri Osman'a bundan önce de gelmekteydi. (İbn Ebî Dâvûd, Kitâbü'I-Mesâhif, I, 203-204; Dânî, el-Mukni\ s. 7; Süyûtî, el-İtkân, I, 187-188; ismet Ersöz, Kutan Tarihi, Ravza Yayınlan, İstanbul 1996, Sf: 111-112)
Kendisi de bir Kur'ân kârisi olarak meseleye vâkıftı ve toplumda gelişen olayların farkındaydı. Huzeyfe, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile Abdullah b. Mes'ud arasında bile bazı okuyuş ihtilafları görmüş ve onlann aralarında bir süre tartıştıklarını nakletmiştir. (îbn Ebî Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhifl, 180-181, 240)
Bu ve benzeri talebler, hatta şikayetler üzerine Osman harekete geçti ve Hafsa'ya birisini yollayarak elindeki Ebû Bekir Mushaf'ını vermesini ve çoğaltma işinden sonra kendisine Mushafı geri iade edeceğini bildirdi. Hafsa'dan gelen Mushaf, Zeyd b. Sabit başkanlığında Abdullah b. Zubeyr, Saîd b. Âs ve Abdullah b. Haris b. Hişâm'dan oluşan heyete teslim edildi. Bu heyetin sayısı hakkında farklı bilgiler bulunmaktadır. Sayıyı 12'ye kadar çıkaranlar vardır. (Zeyd b. Sabit, Saîd b. el-ÂS, Ubey b. Ka'b, Mâlik b. Âmir, Kesîr b. Eflah, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr b. el-Âs bunlardan birkaçıdır, bk. İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, 1, 213-215)
Ancak muhtemelen, bu dört kişi dışındakiler alt komisyon gibi çalışmışlar ve bunlara muhteiif konularda yardımcı olmuşlardır. Osman'ın heyete verdiği en önemli direktif, Kur'ân'm herhangi bir ihtilaf durumunda Kurayş lehçesine göre yazılmasıydı. Halife, heyetin başkanı olan Zeyd Medineli olduğu için diğer üyelerin gerekirse onun hilafına davranarak mushafları Kurayş lehçesine göre yazmalarım emretmişti. (Buharı, "Fezâ'ilu'l-Kur'ân", 2)
Nitekim "tâbut" kelimesi kapalı te "s" ile değil Kurayş'lilerin yazdığı şekilde açık te "o" ile yazılmıştır. (Tirmizî, "Tefsir", Tevbe 9/17 (Hadis no; 5103); İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, I, 199; Dânî, el-Mukni', Sf: 4)
Osman bu konudaki ısrarını, Kur'ân'ın Kurayş lehçesine göre nazil olmuş olmasına dayandırmaktaydı. Rivayetlerden, Osman'ın sahabe ile görüşerek onların fikrini aldığı ve bunun sonucunda okuma ve imla ettirme işini Saîd b. Âs'a, yazma işini ise Zeyd b. Sâbit'e havale ettiği anlaşılmaktadır. Zira Saîd b. Âs ashabın en fasih konuşanlarmdandı ve lehçesi Rasûl-u Ekram'e benzemekteydi, Zeyd b. Sabit ise Rasûlullah'ın (s.a.v.) vahiy katibi olmakla birlikte yazısı da güzeldi. (Ebû Şâme, el-Murşidu'l-vedz, s. 59, 65. İbn Ebû Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, I, 209-210)

Osman (r.anh) tarafından Zeyd b. Sabit başkanlığında oluşturulan heyet uzun bir süre (26/650 yılı sonrasında muhtemelen 5 yıl) çalışarak Kur'ân'i, arza-i ahîradaki Fatiha, Bakara, Âl-i îmrân, Nisa, Mâide.... îhlâs. Felak, Nâs sıralamasına göre 114 sûre olarak tertib etti ve Ebû Bekir Mushafı'ndaki âyet dizilişine göre yazdı.
Bu şekilde yazılan yedi adet Kur'ân nushasından biri Medine'de bırakıldı diğerleri Mekke, Kufe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn'e (İbn Ebû Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, I, 239) birer rehber kâri'/mukri ile birlikte gönderildi. Çoğaltılan nushalar, parşomen üzerine siyah mürekkeple yazılmıştı ve nokta, hareke, süs, sûre adı, cûz işareti gibi harici şeyler taşımıyordu. Kıraat âlimlerinden Zeyd b. Sabit Medine'de kaldı, Abdullah b. es-Sâib, Mekke'ye, Mugîre b. Ebû Şihâb Şam'a, Ebû Abdurrahman es-Sülemî Kûfe'ye ve Âmir b. Abdulkays Basra'ya tayin edildi. (Mûsâ Cârullah, Târîhu'l-Kur'ân ve'l-mesâhif, el-Matbaatu'I-İslâmiyye, Petersburg 1323/1934, Sf: 29; Zerkânî, Menâhu'l-irfân, 1, 330; Ersöz, Kur'ân Tarihi, Sf: 126-128)

Osman, istinsah işi tamamlanıp ummetin onayı alındıktan yapılan çalışma üzerine icmâ vaki olduktan sonra ashabın ve diğer müslümanların ellerinde bulunan şahsi Kur'ân nushalarının toplanmasını ve yakılmasını emretti. (İbn Ebû Dâvûd, Kitâbu '1-Mesâhif, I, 196, 200-201)
Onun maksadı, özenle derlenmeyen ve yazılmayan şahsi nushalarda bulunan bazı hatalar, eksiklik ve fazlalıklar Kur'ân'm aslındanmış gibi zannedilip ileride müslümanlar arasında bir ihtilaf çıkmasını engellemektir. Zaten Kur'ân bu maksatla toplanmış ve bu maksatla çoğaltılmıştı. Yoksa onun ileride kendi aleyhine olarak yorumlanabilecek delilleri karartmak gibi bir hedefi yoktu. Öyle olmuş olsa idi, o Kur'ân'ın çoğaltılması işini herkesin bilgisi dışında bir gizlilik içinde yapardı. Ancak rivayetler, beş yıl kadar süren çalışma esnasında böyle bir durumun olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.



******



Muhammed (s.a.v.) kendisine 610 yılında Hira mağarasında indirilmeye başlanmış olan Kur’ân-ı Kerim’i ilk okuyan, ezberleyen, açıklayan kişidir (Burhan Çonkor, Taşköprizâdelerin Tefsir Mirası, 2019, Sf: 39). Buna delil olarak Kıyâme Sûresi 16. ve 17. âyetleri zikredilebilir (Kıyâme 75/16, 17).

Muhammed (s.a.v.), kendisine indirilen vahyi, derhal vahiy kâtiblerine yazdırmış, ayrıca hangi sûrenin neresine koyulacağını da bildirmiştir. (Albayrak, 2002, s. 156) Peygamberimiz, âyetler yazıldıktan sonra, şâyet gerekli ise tashihini yapmak üzere, vahiy kâtiplerinden yazdıklarını okumasını isterdi (Ebî Dâvûd, 2018, s. 20). Muhammed (s.a.v.), her sene Ramazan ayı içerisinde kendisine o zamana kadar vahyedilen Kur’ân âyetlerini Cebrail ile mukabele etmiştir ki “arz” ismi verilen bu işlem vefat ettiği sene iki kere gerçekleşmiştir. Arzlarda sahabenin de hazır bulunduğu son arzda ise Zeyd b. Sabit’in yer aldığı kaynaklarda geçmektedir
.(Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/237)
Muhammed (s.a.v.) hayattayken sahâbîlerin pek çoğu Kur’ân’ın tamamını veya bir kısmını ezberlemiştir. Kur’ân’ı Kerim hem yazı ile levha ve sayfalarda hem de ezberlemek sûretiyle hafızalarda muhafaza edilmiştir. (Maşalı, 2015, Sf: 44)


Ebûbekir (r.anh) Dönemi (Kur’ân-ı Kerim’in Cem’i)
Kur’ân-ı Kerim’in tamamının Peygamberimiz zamanında yazılmış olduğu ve birçok sahâbî tarafından ezberlendiğini, fakat bir cilt halinde toplanmadığı bilinmektedir. Peygamberimizin vefatı ile Kur’ân’ın toplanmamasına engel olan durumlar ortadan kalkıp aksine toplanmasını gerektiren hadiseler ortaya çıkmaya başlamıştır.
(Altuntaş, 2018, Sf: 275) Hicretin 12. senesinde meydana gelen Yemâme vakasında birçok kurrâ sahabenin şehit edilmesi, Kur’ân’ın kitaplaştırılmasının en önemli sebebi olarak kabul edilebilir. Bu hadiseyi müşahede eden Ömer, bunun gibi birkaç hadisenin daha zuhur etmesi ile Kur’ân’ı Kerim açısından büyük zararlar doğurabileceğini düşünmüş ve bu endişesini halife Ebû Bekir (r.anh)’e açarak, Kur’ân’ın toplanmasının zaruretine onu ikna etmiştir. (Dağ, 2017, Sf: 90) Ebû Bekir (r.anh), ileri gelen sika ve zabt sahibi sahâbîleri Ömer (r.anh)’in evinde toplamış ve onlarla Kur’ân-ı Kerim’i toplama işinin prensiplerini tesbit etmiş ve karar altına almıştır (İzmirli, 1956, Sf: 11) Ebûbekir (r.anh)’in hilafeti zamanında toplanan bu sayfalara “İncil” veya “esSifr” gibi isimler verilmesi teklif edilmiş ise de, İbnü Mes’ud’un teklifi üzerine “el-Mushaf” ismi verilmiştir. (Subhi es-Sâlih, Mebâhis fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, 1982, Sf: 65)


Osman (r.anh) Dönemi (Mushafların İstinsahı)
Ömer döneminde ve Osman (r.anhuma)’ın hilafetinin ilk yıllarında fethedilen beldelere sahâbîlerin önde gelen kurrâ dağılıyor ve Kur’ân eğitimi hızla devam ediyordu. Öyle ki Abdullah b. Mes’ud Kûfe’ye, Ebû Musa el-Eş’arî Basra’ya, Ubeyy b. Ka’b ve Ebû’d-Derda da Şam’a gitmişlerdi. (İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, 2018, Sf: 53) Müslümanların, Kur’ân’ı çeşitli kimselerden öğrenmesiyle, aralarında kıraat bakımından ihtilaflar çıkıyordu. Bu ihtilaflardan birisi de Ermenistan’ın fethine katılan orduda Iraklılar ve Şamlılar arasındaki ihtilaftır (Dağ, 2017, Sf: 94) Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı Osman (r.anh) muhacir ve ensarı toplamış ve durumu istişare ettikten sonra, istinsah işini, sahâbeden hafız ve sika olan dört kişiye tevdi etmiştir. Bu kişiler: Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. ez-Zubeyr, Said b.el-As, Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm’dır. Bunlardan Zeyd b. Sâbit Ensar’dan, diğerleri ise KurAyş kabilesindendir.
(Mehmet Ünal, Kur'anın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü,
2019, Sf. 49; Subhi es-Sâlih, Mebâhis fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, 1982) Osman tarafından Zeyd b. Sâbit başkanlığında oluşturulan heyet, uzun bir süre çalışarak Kur’ân’ı, Peygamber’in ömrünün sonlarına doğru okuduğu Fâtiha, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide…, İhlâs, Felak, Nâs sıralamasına göre 114 sûre olarak tertib etti ve Ebû Bekir mushâfındaki âyet dizilişine göre yazdı. Bu şekilde yazılan yedi tane Kur’ân nüshasından birisi Medine’de bırakılıp, diğerleri Mekke, Kûfe, Basra, Şam’a ve bazı rivâyetlerde Yemen ve Bahreyn’e (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/166) birer rehber kâri/mukri ile birlikte gönderildi.
Çoğaltılan nüshalar, parşömen üzerine siyah murekkeb ile yazılmış olup nokta, hareke, süs, sûre adı, cüz işareti gibi hârici şeyler taşımıyordu. Kıraât âlimlerinden Zeyd b. Sâbit Medine’de kaldı. Abdullah b. es-Sâib Mekke’ye, Muğire b. Ebû Şihâb Şam’a, Ebû Abdurrahman es-Sulemî Kûfe’ye ve Âmir b. Abdulkays Basra’ya tayin edildi.
(Abdurrahman Çetin, Kur'an-ı Kerim'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatler, 2013, Sf: 216).
Osman (r.anh) , istinsah işi tamamlanıp ummetin onayı alındıktan ve yapılan çalışma üzerine icmâ olduktan sonra sahabenin ve diğer Müslümanların ellerinde bulunan şahsî Kur’ân nüshalarının toplanmasını ve yakılmasını emrettiği nakledilir.
(Muhammed Mustafa el Âzamî, Vahyedilişinden Derlenişine Kur'an Tarihi (Eski ve Yeni Ahit İle Karşılaştırmalı Bir Araştırma) 2014, Sf: 136,137). Yukarıda zikrettiğimiz beldelerde sonradan şöhret bulan ve İbn Mucahid tarafından isimleri tesbit edilen, kıraat imamlarının senedlerinde bu kişilerin bulunması ve imamların rivâyetlerindeki farklılıklar, istinsah edilen Mushafların değişik kıraatları ihtiva ettiğini göstermektedir. Ancak bu farklılıkların hepsi, sahih kıraat vasfına haizdir. (Adem Özgören, Nebe-Nas Sûreleri Arasında Asım ile Diğer İmamlarının Okuyuş Farklılıkları, 2013, Sf: 6)

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz bilgiler ışığında şu hususlar ortaya konulmaktadır:
Osman’ın istinsah ettirdiği Mushafları çeşitli beldelere götürenler ve ayrıca öğretim işi ile görevlendirilenler.
(M. Sırâceddin Öztoprak, Kur'an Kıraatı (Kıraat-ı Aşere). 2012, Sf: 32), gittikleri yerlerde kendi bildikleri kıraatleri öğretmişler ve birçok hafız ve kurra yetiştirmişlerdir. Bu belde sakinleri, Kur’ân’ı, gelenlerden öğrendikleri şekilde okumuşlardır. (Necati Tetik, Başlangıçtan IX. Hicri Asra Kadar Kıraat İlminin. Talimi, 1990, Sf: 53) Osman’ın istinsah ettirdiği Mushaflar ile alakalı şu bilgilerin bilhassa vurgulanması gerektiği kanaatindeyiz. Osman’ın istinsah ettirdiği Mushaflarda, nokta ve hareke bulunmadığı ortadadır. Çünkü bâzı kelimelerde nokta ve hareke bulunsaydı, bir kısım kıraatlerin okunmasını güçleştirmiş olacaktı. (İsmail Karaçam, Kur'an-ı Kerim'in Nuzûlu Ve Kıraati.1995, Sf: 185)
Muhammed Abdulazîm Zurkânî (ö. 1099/1688), Osman’ın istinsah ettirdiği Mushafların, noktadan hali olduğunu bildirmiştir. Çünkü değişik kıraatlerle okunabilen bir kelimeyi tek kıraatle kayıtlamamak, Mushafları tağyirden korumak ve onun yazısına hiçbir şey karıştırmama konusunda gösterilen aşırı titizliktir. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/549) Sonuç olarak şunu da ifade etmemiz gerekir ki Ebûbekir ve Osman, Kur’ân-ı Kerim’i yeryüzünde başka hiçbir kitaba uygulanamayan bir metotla muhafaza etmişler ve yeryüzünü kıyamete kadar aydınlatmasına vesile olmuşlardır.

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz bilgiler ışığında şu hususlar ortaya konulmaktadır:

Osman’ın istinsah ettirdiği Mushafları çeşitli beldelere götürenler ve ayrıca öğretim işi ile görevlendirilenler. (M. Sırâceddin Öztoprak, Kur'an Kıraatı (Kıraat-ı Aşere) Sf: 32) gittikleri yerlerde kendi bildikleri kıraatleri öğretmişler ve birçok hafız ve kurra yetiştirmişlerdir. Bu belde sakinleri, Kur’ân’ı, gelenlerden öğrendikleri şekilde okumuşlardır. (Necati Tetik, Başlangıçtan IX. Hicri Asra Kadar Kıraat İlminin. Talimi, 1990, Sf: 53) Osman’ın istinsah ettirdiği Mushaflar ile alakalı şu bilgilerin bilhassa vurgulanması gerektiği kanaatindeyiz. Osman’ın istinsah ettirdiği Mushaflarda, nokta ve hareke bulunmadığı ortadadır. Çünkü bazı kelimelerde nokta ve hareke bulunsaydı, bir kısım kıraatlerin okunmasını güçleştirmiş olacaktı. (İsmail Karaçam, Kur'an-ı Kerim'in Nuzûlu Ve Kıraati.1995, Sf: 185) Zurkânî (ö. 1099/1688), Osman’ın istinsah ettirdiği Mushafların, noktadan hali olduğunu bildirmiştir. Çünkü değişik kıraatlerle okunabilen bir kelimeyi tek kıraatle kayıtlamamak, Mushafları tağyirden korumak ve onun yazısına hiçbir şey karıştırmama konusunda gösterilen aşırı titizliktir. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/549)

Sonuç olarak şunu da ifade etmemiz gerekir ki Ebûbekir ve Osman, Kur’ân-ı Kerim’i yeryüzünde başka hiçbir kitaba uygulanamayan bir metotla muhafaza etmişler ve yeryüzünü kıyamete kadar aydınlatmasına vesile olmuşlardır.



KUR’ÂN-I KERİM’İN TERTİBİ

Kur’ân’ın metinleşmesi sürecini mevcut bilgiler ışığında anlattıktan sonra, çalışmamızın asıl konusu olan sûrelerin tertibine geçmeden Kur’ân-ı Kerim’in tertibi meselesini ele almak istiyoruz. Bu amaçla önce âyetlerin sonra da asıl konumuz olan sûrelerin tertibine yer vereceğiz.

1. Âyetler Hakkında Genel Bilgiler ve Âyetlerin Tertibi
Âyet, Kur’ân-ı Kerim’in en temel parçasıdır.
آية (âyet) sözlükte “işaret, açık alamet, bir şeyin tanınmasına vesile olan emare ve nişane anlamlarına gelir.” (İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, 2018, Sf: 78)

İstilâhî olarak ise “Kur’ân’ın herhangi bir sûresinde başı ve sonu belli olan, bir veya daha fazla cümleden teşekkül eden söz” anlamındadır. (Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsir Usûlü ve Tarihi, 2013, Sf: 78) Bunun yanında meşhur olan ve ilk hatıra gelen mana, Kur’ân-ı Kerim’in bir veya birkaç kelime veya cümlesinden meydana gelen, başından ve sonundan ayrılmış bölümlerine denir. Bunlar da Allah’ın ilmine ve kudretine, Peygamber’in doğruluğuna, Kur’ân’ın eşsizliğine işaret, alamet oldukları için bu isim verilmiştir. (Abdurrahman Çetin, Kur'an-ı Kerim'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatler. İstanbul: Ensar Neşriyat, Sf: 35)
Âyet kelimesi Kur’ân’da 381 yerde geçmektedir. (Muhammed Fuad Abdulbâki, el-Mû'cemu'l-Müfehres li-Elfâzi'l-Kur'âni'l-Kerîm, 1990, Sf: 103) Kur’ân’da kullanıldıkları mana itibariyle âyet kelimesinden bazen Kur’ân âyetleri bazen de kevnî âyetler kastedilmiştir (Altuntaş, 2018, s. 165). Kur’ân-ı Kerim’in en uzun âyeti “mudâyene âyeti” olarak bilinen Bakara Sûresi’nin 282. âyetidir. (Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsir Usûlü ve Tarihi, 2013, Sf: 78) Kuran-ı Kerim’in en kısa âyeti ise Rahmân Sûresi 64. âyet olan “mudhâmmetân- yemyeşil” kelimesidir. (Mehmet Ünal, Kur'anın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, 2015, Sf: 95)
Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin sayısı hakkında da ihtilaf bulunmakta 6204, 6214, 6219, 6225, 6236 vb. sayılar zikredilmektedir. Âyet sayısı konusundaki farklı yaklaşımların sebebi, Peygamber’in kıraat esnasında vaslettiği bazı âyetlerin sonları, sûre başlarındaki besmelelerin mustakil âyet sayılıp sayılmaması, hurûf-ı mukattanın tek başına âyet olup olmaması gibi hususlardır.
(Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 100)
Sâbûnî, et-Tibyân isimli eserinde, “Kur’ân âyetlerinin sayısının 6200 küsur olduğu konusunda bu alanla ilgilenenler ittifak etmişlerdir, ancak küsurun tesbitinde farklı görüşler vardır.” ifadelerine yer verir. (Muhammed Ali Sâbûnî, et-Tibyân fî Ulûmi'l-Kur'ân, 2006, Sf: 16) Âyetlerin son kelimelerine kendisinden sonra gelen âyeti ayırdığı için fâsıla denir. Fâsıla kelimesinin son harfine “fâsıla harfi” denir. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2016, Sf: 177) Âlimlerin genel kanaatine göre âyetlerin sûrelerdeki dizilişi vahiy ile belirlenmiştir. Bu sebeble tevkîfîdir. Buna göre her âyetin hangi sûrenin neresine konulacağını Muhammed (s.a.v.) tesbit etmiş ve yazılmasını, vahiy kâtiblerine emretmiştir. Bu hususta icmâ-ı ummet vardır. (Mehmet Ünal, Kur'an'ın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, 2015, Sf: 43; İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, 2018, Sf: 79)


Âyetlerin tertibinin tevkîfî oluşuna dair bazı deliller şunlardır:
Mekkî sûreler içerisinde Medenî âyetlerin bulunması:
Örneğin, Hac sûresi Mekkî bir sûredir. Fakat sûrede bulunan 39 ve 40. âyetler Medine’de nâzil olmuştur. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf:
205) Kur’ân’daki bütün “hâmîm”ler Mekke’de nâzil olmuştur. (Burhan Çonkor, Risaletin Mekke Dönemi Ve Sûrelerin Tahlili (Boykotun Bitimi İle Hicret Arası). 2016, Sf: 99) Ancak “Ahkâf” sûresinin 10. âyeti Medine’de Abdullah b. Salman hakkında nâzil olmuştur. Medine’de nâzil olan bir âyetin Mekke’de nâzil olan bir sûre içerisinde yer alması âyetlerin tertibinin tevkîfîliğinin bir delili mahiyetindir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/144) Bu durumun aksine Mekke’de nâzil olan bir âyet de Medine’de nâzil olan bir sûre içerisinde yer alabilmektedir. Enfâl sûresi 30. âyeti de bu duruma örnektir. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: 205) İlave olarak zikredilebilecek diğer deliller de şunlardır: Muhammed (s.a.v.) her sene Ramadan ayında o zamana kadar indirilmiş olan bütün âyetleri Cebrail’e arz eder, böylece gelen bütün vahyin kontrolü murakabe ve mukabelesi yapılmış olurdu. Vefat etmeden önceki son Ramadanda bu mukabele iki defa vuku bulmuş ve daha önce de belirttiğimiz gibi buna “son arz” denir. Bu okumalarında belli bir tertibe göre olacağı gelişigüzel olmayacağı açıktır. (Ziya Şen, Kur'an'ın Metinleşme Süreci, 2014, Sf: 128).

Osman (r.anh) şöyle demiştir: “Peygamber muhtelif sûrelerden birine ait bir âyet nâzil olunca, ilâhî vahyi yazan kâtiblerden birini çağırır ve ona şu sözleri söylerdi: ‘Bu âyetleri şu ve şu âyetleri ihtiva eden sûreye yaz.’” Bu hâdise de bir başka örnektir. (Ebû Dâvûd, es-Sünen, Salât,126).

Bir örnekte de Osman b. Ebi’l As, Muhammed’in (s.a.v) yanında otururken Muhammed (s.a.v.) Cebrail’in kendisine geldiğini ve Nahl sûresinin 190. âyetinin konulacağı yeri bildirdiğini söylemiştir. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 144).
Tevkîfîliği destekler mahiyette bir başka örnek Ömer’dendir. Ömer (r.anh), Muhammed’e (s.a.v.) kelâle’nin, usulü ve furuu bulunmayan kimsenin mirası hükmünü sorunca Muhammed (s.a.v.) şöyle cevab vermiştir: “Ey Ömer, Nisâ sûresinin sonundaki yazın nâzil olmuş bulunan âyet sana kâfi değil mi?(Muslim, Ferâiz, 9)
Her kim geceleyin Bakara Sûresi’nin son iki âyetini okursa bu iki âyet ona kâfi gelir” hadisi de yine bir başka örnektir.
(Muslim, Salâtu'l-Musafirîn, 256)
Sabah ve akşam Haşr sûresinin sonundan üç âyet okumanın fazileti ile ilgili hadisler de rivâyet edilmiştir. (Tirmizî, Fezâil'ul-Kur’ân, 22)
Muslim’in (ö. 261/875) Ebû’d-Derda’dan merfu olarak yaptığı rivâyette de Peygamber şöyle söylemiştir: “her kim “el kehf” sûresinin evvelinden 10 âyet ezberlerse Deccal’ den korunmuş olur(Muslim, Musafirûn, 257)

İbn Abbas ise bu hususta; “Öyle zaman olurdu ki Rasulullah’a birden fazla sûreler bir anda nâzil olurdu. Kendisine bir şey nâzil olduğunda vahiy kâtiblerinden birini çağırır, ‘Bu âyeti şu sûredeki şu âyetin yanına koyunuz’ diye emrederdi” ifadelerine yer vermiştir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye,
2012, I/241)
Zeyd bin Sabit’in Kur’ân’ın toplanması bahsinde geçen “Tevbe sûresinin son âyetlerini Ebû Huzeyme el-Ensarî’de buldum” (Buhârî, Fezâil, 3) şeklindeki sözleri...
Bütün bu haberler Muhammed (s.a.v) zamanından itibaren âyetlerin belli bir tertibinin olduğunu gösterir mahiyettedir. İslam âlimlerinin görüşlerine de kendilerinden nakille yer vermemiz uygun olacaktır. Kur’ân âyetlerinin tertibinin tevkîfî olduğu hususunda İslam âlimleri şu bilgileri vermektedirler: Zerkeşî “el-Burhân” adlı eserinde bu konuda şunları söylemektedir: “Her sûredeki âyetler ile bu sûre başlarındaki besmelenin tertibine gelince, bunlar hakkında ne bir ihtilaf ne de bir şubhe vaki olmamıştır. Çünkü tevkîfîdir, vahye müstenittir. Bunun aksini iddia etmek ve savunmak mümkün değildir.” (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye,
2012, I/256)
Mekki b. Ebi Talib ise: “Sûrelerdeki âyetlerin tertibi ile sûre evvellerindeki besmeleler Peygamber’in emiriyle olmuştur. Bunun içindir ki “Berâe” sûresinin başına besmelenin konmamasını Peygamber emretmiştir” der. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: 202). Suyûti (ö. 911/1505) “Ummet, Peygamber’den her âyetin yerini ve tertibini zabtetmiş ve âyetlerin bulunduğu yerini de bizzat öğrenmiştir.” der. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf:147)
El-Kâdi Ebû Bekir (ö. 375/986): “Âyetlerin tertibi ilâhî bir emir olup yerine getirilmesi gereken bu bir hükümdür. Zira Cebrail her âyeti Rasûlullah’a getirdiğinde: ‘Bu âyeti falan sûresinin falan yerine koyunuz.’ diyordu.” demektedir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/256)
Âyetlerin tertibinin vahye müstenit olduğu hususunda icmâ hâsıl olduğunu söyleyenlerden biri de Ebû Cafer b. ez-Zübeyr (ö.707-1308) dir. O, “Sûrelerdeki âyetlerin tertibi Peygamber’in emriyle olmuştur. Müslümanlar arasında bu konuda herhangi bir ihtilaf vuku bulmamıştır” demektedir
. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 144). Suyûti, İmam Malik (ö. 179/795)’in, “Bu Kur’ân, Peygamber’den işitildiği şekilde yazılmıştır” dediğini nakleder. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 141). İbnu’l-Kassâr (ö. 397/1007) ise: “Sûrelerin tertibi ve âyetlerin yerlerinin belirlenmesi vahiy ile tayin edilmiştir.”(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 149)


2. Sûreler Hakkında Genel Bilgiler ve Sûrelerin Tertibi
Sûre, Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin birleşmesinden teşekkül eden Kur’ân bölümüdür.
Sûre -
سو ر ة - sözlükte “Şeref, rütbe, mevki, güzel ve yüksek bina veya binanın bölümü veya katı” gibi manalara gelir. (Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsir Usûlü ve Tarihi, 2013, Sf: 80)
Istılahta ise sûre “ Kur’ân-ı Kerim âyetlerinden meydana gelen başlangıç ve bitiş noktası bulunan müstakil Kur’ân bölümüdür” (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân,1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka. 2015, I/483). Râğıb el- Isfahânî, içerisinde bazı hükümlerin var olması sebebiyle âyet pasajlarına bu ismin verildiğini aktarır. (Mehmet Ünal, Kur'anın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, 2015, Sf: 97)
Sözlük ve ıstılahî anlamından hareketle sûre, hem bir yücelik ve üstünlük hem de Kur’ân’ın muhtelif bölümleri anlamına gelmektedir.
(Prof. Dr. Muhsin Demirci, Kur'ân Tarihi, 2016, Sf: 180). Kur’ân-ı Kerim, birbirinden farklı 114 sûreden muteşekkildir. (İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, 2018, Sf: 77) Bunların en kısası, 3 âyet olan “el-Kevser” sûresi, en uzun ise 286 âyetten oluşan “el- Bakara” sûresidir. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 102) Bakara ile Kevser sûreleri arasında uzunluk, kısalık ve orta hacimli olma bakımından birbirinden farklı sûreler vardır. Sûrelerin uzun, kısa, orta olması, başlangıç ve sonlarının belirlenmesi sadece Allah’a aittir. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/484). Sûreler isimlerini, kıssalarda geçen şahıslardan, hakkında konu edindikleri topluluklardan, bahsettikleri konulardan, ilk kelimelerinden, hurûf-u mukattalardan almaktadırlar. (Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsir Usûlü ve Tarihi, 2013, Sf: 82) Her sûreye bir ismi verildiği gibi bazı sûrelere birden fazla isim verilmiştir. Örneğin, Fâtihâ’nın yirmi kadar ismi bulunmaktadır. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Kur'ân Tarihi, 2016, Sf: 181) İnsan- Dehr, Fâtır- Melâike, İsrâ- Benî İsrâil gibi. (Prof. Dr. Nihat Temel, Kıraat ve Tecvid Istılahları, 2018, Sf: 149)

Her ne kadar bu husus çalışmamız ile doğrudan alakalı olmasa da Kur’ân sûrelerinin isimlendirilmesi ile alakalı da iki ayrı görüşün bulunduğunu (ictihâdî, tevkîfî) belirtmek gerekir kanaatindeyiz. Biz bu hususta şu ifadelerine katılmaktayız: “Tevkifî olduğunu söylemek daha isabetli olsa gerektir. Çünkü ictihâdî olduğunu kabul ettiğimizde, bu olgunun hâlâ devam ettiğini düşünürsek o takdirde, her müfessire sûrelere isim koyma şansını tanımış oluruz.”(Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 102) Kur’ân sûreleri, ihtiva ettikleri âyet sayısı bakımından bir tasnife tabi tutulmuşlardır. Âyet sayısı yüzden fazla olanlara “tıvâl”, âyetleri yüze yakın yahut yüzü az geçenlere “miûn”, sayı bakımından âyetleri yüzün altında bulunanlara “mesânî”, âyetleri, kısa ve besmeleli olanlara “mufassal” denilmiştir. (Mehmet Ünal, Kur'anın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, 2015, Sf: 99)
Kur’ân-ı Kerim sûreleri Suyûtî’nin İbnu Nâkib’den naklettiğine göre dört kısma ayrılır:
Mekki-Medeni, bir kısmı Mekki bir kısmı Medeni, ne Mekki ne de Medenidir.
(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 19) Sûreler meşhur şekliyle Mekki-Medeni şeklinde ikiye ayrılır. Bu taksimde usul âlimlerinin bir kısmı mekânı bir kısmı zamanı, bir kısmı da hitabı esas almıştır. Mekânı esas alanlar, Mekke ve çevresinde inen sûrelerin Mekki, Medine ve çevresinde inenleri ise Medeni saymaktadırlar. Zamanı esas alanlar da hicret öncesi nâzil olanları Mekki, hicret sonrası nâzil olanları ise Medenî kabul ederler. Hitabı esas alanlara gelince; onlar Mekke ehlini konu edinenlere Mekki, Medine ehlinin konu edinenlere de Medeni demektedir. (Burhan Çonkor, Risaletin Mekke Dönemi ve Sûrelerin Tahlili(Boykotun Bitimi ile Hicret Arası). 2016, Sf: 32).


3. Sûrelerin Tertibi
Sûrelerin tertibi ile alakalı olarak İslam âlimleri arasında geniş bir ihtilaf söz konusudur. Bir kısım âlimler, mevcut tertibin Peygamber (s.a.v.) tarafından yapıldığını bu sebeble tevkîfî olduğunu, bir kısmı ise her iki görüşü uzlaştırıcı mahiyette olup bu tertibin kısmen Peygamber kısmen de sahabenin içtihadıyla olduğunu, diğer bir kısım ise bu tertibin sahabenin içtihadıyla meydana geldiğini ifade eder. (Mehmet Ünal, Kur'anın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, 2015, Sf: 98)

a. İctihadi Yaklaşım:

Bu görüşü savunan âlimlerin başında İmam Malik gelmektedir. Ona göre sahâbîler Muhammed’den (s.a.v.) işittikleri Kur’ân’ı kendi ictihatları doğrultusunda tertib etmişlerdir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/257)

El- Kâdı İyad (ö. 544/1149) da: “Sûrelerin tertibine riâyet etmek ne yazıda ne namazda ne tedriste ne de tâlimde vâcibdir. Zira Muhammed’den (s.a.v.) bu konuda nass olmadığı gibi, buna uymamayı haram kılan bir emir de yoktur. Bunun içindir ki Osman’dan önce sahabe mushafların tertibi konusunda ihtilaf etmiştir.
(M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi, 1989, Sf: 210) İctihâdî olduğu görüşü; Peygamber’in namazda önce Bakara ardından Nisâ daha sonra Âl-i İmran sûrelerinden âyetler okuduğuna ilişkin rivâyetlerin (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, Kur'an Tarihi, 2018, Sf: 241) yansıra Ali, İbni Mes’ud ve Ubeyy bin Kâb gibi sahâbîlerin özel mushaflarında sûre tertiblerinin birbirinden farklı olması gibi delillerle temellendirilmiştir. (Mustafa Öztürk, Peygamber Döneminde Kur'an Ayetlerinin ve Surelerinin Tesbit ve Tertibi Hakkında Bir Değerlendirme, 2005, Sf: 228). Bu görüşe İbni Fâris (ö. 395/1004), el-Mesâilu’l-hamse adlı eserinde şöyle işaret etmiştir:


Kur’ân’ın toplanması iki şekilde olmuştur:
1) Sûrelerin telifi:
Önce yedi tıvâl sûre ardından miûn sûreler konulmuştur ve bunu yapmayı tamamen sahâbî üstlenmiştir.

2) Âyetlerin, sûreler içinde toplanması:
Bunu da tamamen Muhammed (s.a.v.) üstlenmiştir. Cebrail’in Allah’tan kendisine getirdiği emre göre hareket etmiştir.
(Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/487)

İbn Eşteh (ö. 360/971), Kitabu’l-Mesâhif adlı eserinde İsmail İbn Ayyaş’ın (ö. 181/797), Hibbân İbni Yahya (ö.354/965) kanalıyla Ebû Muhammed el Kurayşî’ den naklettiği bir rivâyetteki “Osman (r.anh) çoğaltma komisyonuna sûreleri sıraya koyarken uzunluklarını esas almalarını emretmiştir. Bu nedenle Enfâl sûresi, Tevbe sûresi ile birlikte yedinci sıraya konmuştur” ifadesi de sûrelerin tertibi ictihâdî olduğuna ilişkin deliller arasında görülmektedir.
(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 147)
İbn Cuzey (ö. 741/1340), sûre tertibinin Osman, Zeyd b. Sâbit ve istinsah faaliyetini katkıda bulunan diğer sahâbîlere ait olduğunu belirttikten sonra “Sûrelerin tertibinin Rasulullah’a ait olduğundan söz edilmişse de bu görüş zayıftır. Çünkü konu ile ilgili rivâyetler bunu çürütmektedir” ifadeleri ile sûrelerin tertibinin ictihâdî olduğunu destekler mahiyette bu ifadelere yer vermiştir. (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, 2018, Sf: 241). İctihâdî görüşünün delillerinden biri de Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Tirmizî (ö. 279/892), Nesâî (ö. 303/915), İbn Hibbân (ö. 354/965) ve Hâkim’in (ö. 405/1014) İbn Abbas’tan naklettiği şu rivâyettir:
Osman (r.anh)’a “Hangi gerekçe ile mesâni sûrelerden olan Enfâl sûresini, miûn sûreler arasında yer alan Tevbe sûresinin yanına koydunuz, sonra bunları birbirine birleştirip aralarına Bismillahirrahmanirrahim satırını yazmadınız ve bunu yedi uzun sûre içine yerleştirdiniz?’ diye sordum.
Osman (r.anh) da şöyle cevab verdi: “Muhammed’e değişik sayılarda âyeti olan sûreler iniyordu ona bir vahiy geldiği zaman vahiy kâtiblerinden birini çağırıp Ona ‘Bu âyetleri şu şu konuların anlatıldığı yere koyun’ derdi. Enfâl sûresi, Medine’de inen ilk sûrelerden biridir. Tevbe sûresi ise Kur’ân’ın en son inen sûrelerindendir. Bunların konuları birbirine yakındır. Ben de bu sûrenin o sûrenin bir bölümü olduğunu düşündüm. Muhammed (s.a.v.) bu sûrenin o sûrenin bir bölümü olduğunu açıklamadan vefat etmişti bundan dolayı her iki sûreyi yan yana yazdım ve aralarına besmele satırını yazmadım. Sonra ikisinin birlikte yedi uzun sûrenin arasına yerleştirdim”
(Ebû Dâvûd, Salât, 125)


İctihâdî görüşünün en önemli destekçilerinden biri de Bâkillânî (ö. 403/1013)’dir. “Peygamber’in Kuran’la ilgili beyanının herkesçe bilinecek düzeyde yaygınlaştığını ve birçok sahâbînin Kur’ân’ı bizzat Rasûlullah’tan hıfz ettiğini nasıl iddia edebilirsiniz ki? Sahâbîler Kur’ân sûrelerinin tertib ve düzeni bilmedikleri gibi bu konuda ciddi ihtilaflara da düşmüşlerdir. Ayrıca bazı sahâbîler özel mushaflarına Fâtihâ, diğer sahâbîler ise Alak sûresi ile başlamıştır. Daha açıkçası, Ali (r.anh)’nin kendi mushafının Alak sûresi ile başlarken, İbni Mes’ud, Fâtihâ sûresindeki “mâliki yevmiddîn” ifadesinden başlamış, ikinci sıraya Bakara, üçüncü sıraya Nisâ sûresini koymuştur. Ubeyy b. Kâ’b ise Fâtihâ, Bakara, Nisa, Âl-i İmran, En’âm, Âraf, Mâide şeklinde bir tertib oluşturmuştur. (İsmâil Cerrahoğlu, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 102) Sûrelerin tertibi ile ilgili daha birçok ihtilaf mevcuddur.
Bu ifadelere ek olarak Bâkillânî:

Sahabenin, Kur’ân’daki sûrelerin tertibi hususunda ihtilaf ettikleri bilinen bir husustur. Gerçi bazıları bu ihtilaflar ile ilgili haberlerin haber-i vâhid türünden olduğunu söyleyerek sûrelerin bizzat Peygamber tarafından tevkîfî olarak tertib edildiğini düşünebilir. Fakat gerçekte sûrelerin tertibi sahabenin içtihadı ile gerçekleşmiştir. Sûrelerin tertibi ile Peygamber’e izafe edenler, tâlim, tedris, tilavet ve namaz gibi hususlar da bu tertibe riâyet etmek gerektiğini söylemişlerdir. Keza sûre tertibinin kitabet için gereklilik arz etmesi söz konusu değildir. Bundan dolayı sahâbîlerin özel mushafları tertib yönüyle farklılık arz etmiştir. Gerek Peygamber gerek ilk dönemdeki ilim önderleri ve gerekse sonraki asırlarda yaşamış İslam âlimleri namazda tilâvet edilirse sûrelerin tertibi nereye ait gibi bir şart gözetmemişlerdir. Şâyet bunun aksi söz konusu olsaydı Peygamber’den sûrelerin tertibine riâyetin zorunlu olduğuna dair kesin bir tâlimat sâdır olması ve bunun yaygınlık kazanması gerekirdi. Hâsılı sûrelerin tertibinin Peygamber’in tâlimatına dayanmadığı sabittir. (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, Kur'an Tarihi, 2018, Sf: 241)

Yine Bâkillânî’nin ifadesine göre Dünya üzerinde hiçbir edip ya da hatib, kaside, hitabe ve eserlerinin tertibine riâyet şartından söz etmemiştir. Müellifler sadece eserlerinin nazım ve beyit düzeni gözetilerek okunmasını hazırlamış kendi divanında hangi kasidenin önce hangisinden sonra yazılacağı meselesiyle alakadar olmamışlardır. Tıpkı bunun gibi Peygamber’de Kur’ân’daki sûrelerin öğrenilmesini ve âyetlerin sûre içindeki tertibe göre tilavet edilmesini istemiş dolayısıyla hangi sûrenin önce hangisinin sonra tertib edilmesi gerektiği meselesiyle ilgilenmemiştir (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, Kur'an Tarihi, 2018, Sf: 242)
Bu konuda araştırmalarımızdan hareketle kanaatlerimizi bildirmemiz gerekirse, âlimlerimize saygı duymakla birlikte fikirlerine katılmamaktayız. Çünkü sıkı sıkıya sarıldıkları sahabe mushaflarının farklı tertibler üzere olması deliliyle alakalı olarak bizim kanaatimiz Zurkâni’nin “Menâhil” isimli eserindeki görüşleriyle örtüşür mahiyettedir. Onların mushafları ya sûrelerinin tevkîfiliği hususunun öncesinde karışık bir tertibe sahibdir yahud tevkîfîliğin henüz sabit olmadığı sûrelerle sınırlıdır. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/488)
Bir diğer delillerinden olan Enfâl, Tevbe ve Yunus sûrelerinin tertibidir ki bu sûrelerin tertibiyle alakalı rivâyetler, bu sûrelerin tertibinin mahiyeti ile alakalıdır. Diğer bütün sûreleri kapsar yorumlar yapmak ve ictihâdî olduğuna dair keskin bir görüşe delil getirilmemelidir. Çünkü bu keskin görüşü delillendiremeyecek kadar özel nitelik taşıyan bir rivâyettir. Görümüzü destekler mahiyette Buhârî bu hadisi zayıf saymıştır. Ahmed Şakir de “Bu hadisin aslı yoktur” ifadelerine yer vermiştir.
(Mustafa Öztürk, Peygamber Döneminde Kur'an Ayetlerinin ve Surelerinin Tesbit ve Tertibi Hakkında Bir Değerlendirme, 2005, Sf: 228)
Bâkıllâni’nin ifadesi ile ilgili görüşümüz ise dünyanın herhangi bir yerindeki hatib ve edibin, yazdığı hitabe ve kasideye yaklaşımı ile Kur’ân-ı Kerim’e Peygamber’in yaklaşımının kıyasının muhal olduğu kanaatindeyiz zira ilahî kelama muamele ile beşer kelamına muamelenin, muhafazanın, tertîb hassasiyetinin aynı olması mümkün değildir.


b. Kısmen İctihâdî Kısmen Tevkîfî (Uzlaştımacı) Yaklaşım
Bir kısım İslam âlimleri de Kur’ân sûrelerinin kısmen tevkîfî kısmen de ictihâdî olduğunu iddia etmek sûretiyle her iki görüşü uzlaştırıcı bir yaklaşım içerisine girmiştir. Bu görüş sahiblerine göre Kur’ân’daki bir kısım sûrelerin tertibi bizzat Muhammed (s.a.v.) tarafından yapılmış bir kısmı ise ümmete bırakılmıştır. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 105)

Bu görüşü destekleyenler hangi sûrenin tertibinin tevkîfî hangisinin tertibinin ictihâdî olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, Kur'an Tarihi, 2018, Sf: 239)
Ebû Muhammed İbni Âtiyye (ö. 541/1147): “Seb-ı tıvâl, havâmim ve mufassal sûreler gibi birçok sûrenin tertibi peygamber döneminde bilinmekteydi. Bunun dışındakilerde ise muhtemelen bu mesele peygamberden sonra ümmetine bırakılmıştır.” (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 148) ifadeleriyle uzlaştırmacı yaklaşımı destekleyen bir görüşe sahibdir. Ebû Cafer İbnu’z Zubeyir (ö. 708/1308) ise: “rivâyetler İbni Âtiyye’ nin belirtilen daha fazla sûre için tanıklık etmektedir. Geride çok az sûre kalmıştır. Bunlar konusunda ihtilaf olabilir. Söz konusu rivâyetlere örnek olarak şu hadisler verilebilir: “Zehraveyni; Bakara ile Âl-i İmran sûrelerini okuyun.” (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/491)

Mâ’bed İbni Halid (ö.83/702) hadisi:

“Peygamber bir rekâtta seb-ı tıvâli okudu.
İbni Ebi Şeybe bu rivâyeti musannefinde nakletmiştir.”
(Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/491)
Mezkûr rivâyette şu bilgilere de yer verilmiştir; “Muhammed (s.a.v.) bir rekâtta bütün mufassal sûreleri okurdu” (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/492).
Buhârî’de ise şu rivâyet bulunmaktadır: “İbn Mes’ud, İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ ve Enbiyâ sûreleri için ‘Bu sûreler, ilk incilerdir, ilk olarak nâzil olan Kur’ân pasajlarıdır’ demiştir.” (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/492).
İbni Hacer’e (ö.852/1449) göre de “Sûrelerin bir kısmının ictihâdî bir tertib arz etmesi, bir kısmının tertibinin tevkîfî olmasına engel değildir. Öyle ki bazısı sahabenin ictihâdîyle olsa bile bu durum sûrelerin tertibinin tevkîfî olmadığı anlamına gelmez.”
İbni Hacer bu görüşünü beyan ettikten sonra Huzeyfetu’s Sakâfî’nin şöyle dediğini rivâyet eder: ‘Sakif kabilesinden bir grup Müslümanla beraberdim. Muhammed (s.a.v.)
“Bana Kur’ân’dan bir hizib geldi.’ buyurdu. Ben ona vakıf oluncaya kadar dışarıya çıkmak istemedim. Huzurundan ayrıldıktan sonra ashabına Kuran’ı hiziblere nasıl ayırıyorsunuz diye sorduk. Onlar da bize üç, beş, yedi, dokuz, on bir ve on üç sûre şeklinde Kâf sûresinden itibaren Kur’ân’ın sonuna kadar (elmufassal) (hizib olarak) böldük dediler.”
İbni Hacer bu bilgilerden sonra: “Bu rivâyet gösteriyor ki mushafın bugünkü şekli üzere tertibi Muhammed (s.a.v.) zamanında yapılan tertibin aynıdır. Ancak mufassal sûreleri Muhammed (s.a.v.) döneminde özel olarak tertib edilip geri kalanların sahabe tarafından tertib edilmesi ve birtakım takdim ve tehir yapılması da ihtimal dâhilindedir” ifadelerine yer verir.
(M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi, 1989, Sf: 213) Beyhâkî (ö.458/1066) “Enfâl ve Tevbe sûreleri hariç bütün sûrelerin tertibi tevkîfîdir” görüşüne sahibtir. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 148)
Suyûti, Beyhâkî’nin benimsediği görüşün makul olduğu kanaatindedir. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 148)
Zerkeşî’nin görüşünün de uzlaştırmacı yaklaşım başlığı altında zikredilmesinin uygun olduğu kanaatindeyiz. Zerkeşî; iki grubun, sûrelerin tertibi ictihâdî olduğunu savunanlar ile tevkîfî olduğunu söyleyenler arasındaki ihtilaf değildir. Zira iki görüşü savunanlar şöyle demiştir: Muhammed (s.a.v.) ashabına sûrelerin tertibine işaret etmiştir. Çünkü onlar sebebi nuzulü ve Kur’ân kelimelerinin yerini biliyorlardı. Bundan dolayı olsa gerek İmam Malik şöyle demiştir: “Sahabe, Kur’ân’ı Muhammed (s.a.v.) duyduğu gibi telif etmiştir. Bununla birlikte o sûrelerin tertibinin sahabe icması ile olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla bu konudaki ihtilaf ‘sûrelerin tertibi Peygamber’in sözlü belirlemesi ile mi olmuştur yoksa sadece fiili uygulaması ile mi gerçekleşmiştir?’ noktasına gelmiştir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/257) Zurkânî “Menâhil” isimli eserinde Zerkeşî’nin görüşlerini belirttikten sonra ihtilafın bu soru üzerine daha belirgin bir hal aldığını herkesin görüşünü belirtebileceği bir alanın oluştuğunu ifade etmiştir. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/493)
Kendisi de tertîb konusundaki uzlaştırmacı yaklaşımın kendi fikirlerini barındırdığını belirtmiştir. (Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/491)


c. Tevkîfi Yaklaşım
İslam âlimlerinden bir grup, sûrelerin, bugünkü mushaflarda yazılı olduğu şekilde tertibinin vahiy ile sabit olduğunu, Cebrail’in Muhammed’e (s.a.v.) öğrettiği ve belirtildiği şekilde tertib edildiğini ifade etmektedir. (Osman Keskinoğlu, Nuzûlunden Günümüze Kur'an-ı Kerim Bilgileri, 2012, Sf: 107) Tevkîfîlik görüşünü savunanlar arasında Ebûbekir İbnu’l Enbâri (ö. 328/940), Ebû Cafer en-Nahhâs (ö. 338/,950), Tâculkurrâ el-Kirmânî, Ebû Muhammed et-Tîbî (ö. 743/1343) başta olmak üzere pek çok isim zikredilmiştir. (Mustafa Öztürk - Hadiye Ünsal, Kur'an Tarihi, 2018, Sf: 237)
Ebû Câ’fer en-Nahhâs: “Vâsile hadisinde ifade edildiği gibi sûrelerin bu şekilde tertibi Muhammed (s.a.v.) tarafından yapılmıştır. Vâsilenin rivâyet ettiği bir hadiste peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Bana Tevrat yerine 7 uzun sûre/seb-ı tıvâl verildi’
(Muhammed Abdulazîm Zurkânî, Menâhilu'l-irfân, 1. (D. D. Aldemir, Çev.) İstanbul: Beka, 2015, I/490)

Sûrelerin tertibi, Levh-i Mahfuz’dakinin aynıdır. Allah Teâlâ bu tertib ile yüce kelamını beyan etmiştir. Daha sonra âyet ve sûreler ihtiyaçlar anında ve sırasında nâzil olmuştur. Arza-i âhirede bu tertib üzere karar kılınmıştır. Mushafların farklı olması ise daha önce arza-i âhire gerçekleşmeden önceydi. Daha sonra Muhammed (s.a.v.) sûreleri sıraya koydu. Sûrelerin telifi konusunda tercih edilen görüş, bu şekilde Muhammed (s.a.v.) tarafından tercih edilmiş olmasıdır” der. Bu ifadelerini mezkûr hadis ile delillendirir. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/258)
Nahhâs ayrıca: “Bu hadis Kur’ân’ın tertibinin bizzat Muhammed (s.a.v.) tarafından yapıldığını, Kur’ân’ın, Muhammed (s.a.v.) zamanında telif edildiğini ve mushafta sûrelerin bu tertib üzere toplandığını gösterir.
(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 148) Kezâ, Enfâl sûresinin, Berâe sûresinden sayılmayışı bu görüşün doğruluğuna delildir. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: 214) İbnu’l-Kassar (ö. 397/1007) da tevkîfîlik görüşünü destekler mahiyette; “Sûrelerin tertibi ve âyetlerin yerlerine konması doğrudan doğruya vahiy ile gerçekleştirilmiştir” der. (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 149)
İbni Eşte (ö. 360/971) ise İbn Vehb (ö. 197/813) tarikiyle Suleyman b. Bilal (ö. 172/788)’in şöyle dediğini rivayet eder:
“Kur’ân’ın Bakara ve Âl-i İmran sûreleri Medine’de, bunlardan seksen küsur sûrede Mekke’de indiği halde Bakara ve Âl-i İmran sûreleri Kur’ân’ın tertibinden niye başa alındı” diye sordu. O da şu cevabı verdi: “Bu iki sûre Kur’ân’ın tertibinde başa alınmıştır. Çünkü Kur’ân’ın tertibi Peygamber’in ve kendisi ile beraber olan sahabenin bilgisi, bu konuda aralarında ittifak hâsıl olması neticesinde gerçekleşmiş, hakkında soru sorulacak bir şubhe kalmamıştır”
(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 149)
Ebûbekir el-Enbâri’ye (ö. 577/1181) göre Allah Teâlâ Kur’ân’ı önce bütün olarak dünya semasına sonra da yirmi küsur sene de peygambere parça parça indirdi. Genellikle sûreler meydana gelen bir olay üzerine, âyetler ise soru soranlara cevab olarak inerdi. Cebrail, Muhammed'e (s.a.v.) her sûrenin yerini bildirdi. Sûrelerin yerlerinin birbiri ardınca sıralanması, âyet ve harflerin sıralanması gibiydi. Bunların hepsi de Peygamber tarafından yapılırdı. Bir sûreyi öne alan ya da geriye bırakan Kur’ân’ın tertibini bozmuş olur. (Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân. 1. Beyrut, Lübnan: Daru'l Kütübü'l-İlmiyye, 2012, I/260) Bakara sûresini, En’âm sûresinden sonra almak mümkün değildir. Enam sûresi, Bakara sûresinden önce nâzil olmasına rağmen Enam sûresini öne alma konusunda hiçbir delil yoktur. Çünkü Muhammed (s.a.v.) bu tertib üzerine Cebrail’den almış ve her sûreyi de Kuran’ın neresinde konulacağını beyan etmiştir. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: 215)
Kirmâni’nin görüşü de şöyledir: “Eğer iniş açısından Bakara sûresi Kuran’ın ilk sûresi değildir.” denirse ben de derim ki “Kuran’ın ilk sûresi Fâtihâ sûresidir.” Sonra Bakara Âl-i İmrân ve Nisâ olmak üzere bugünkü tertibte devam etmektedir. Allah Teâlâ tarafından Levh-i Mahfuz’a böyle yazılmıştır. Muhammed'de (s.a.v.) her sene nâzil olan âyetleri bu tertib üzerine Cebrail’e arz etmiştir. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Kur'an Tarihi, 2016, Sf: 188)
Suyûti, bu görüşü şöyle gerekçelendirmiştir:
“Hâmim ve tâsin gibi hurûf-u mukatta ile başlayan sûreler, mushafta birbirini takib ettiği halde “Sebbeha” lafzı ile başlayan Hadid, Haşr, Saff gibi sûrelerin arasında başka sûrelerin yer alması ayrıca Şuarâ ile Kasas sûrelerinin arasında bu iki sûreden daha kısa ve dar hacimli Neml sûresinin bulunması, sûre tertibinin tevkîfî olduğunu gösterir. Şâyet sûreler içtihadi olarak tertib edilseydi “sebbeha” lafzı ile başlayan sûrelerin birbiri ardında gelmesi Neml sûresinin de Kasas sûresinin takib etmesi gerekirdi”
(Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 149).
Begâvî (ö. 516/1122) konuyla alakalı olarak şu ifadelere yer vermektedir: “Sahabe Allah’ın peygamberine indirdiği Kur’ân’da herhangi bir fazlalık ve eksiklik yapmadan, hafızların bir kısmını şehit olması ve bazı âyetlerin kaybı olacağı endişesi ile iki kapak arasında mushafta toplamışlardır. Bunu yaparken de takdim ve tehir yapmaksızın, peygamberden duydukları şekilde yazmışlardır. Ya da Muhammed’den (s.a.v) almadıkları halde kendileri bir tertib işine koymuşlardır. Muhammed (s.a.v.) inen âyetleri ashabına okur ve Cebrail’in kendisine öğrettiği şekilde bugün mushaflarımızdaki tertib üzere onlara öğretir. Her âyetin nüzulünü muteâkib hangi sûrede hangi âyetin akabinde yazılacağını bildirdi. İşte sahabenin gayreti Kur’ân’ın tertibinde değil bir arada toplanmasında olmuştur. Çünkü Kur’ân Levh-i Mahfuz’da bu tertib üzere yazılmıştır. Allah onu dünya semasına bütün olarak indirmiş sonra da ihtiyaca göre peyderpey buyurmuştur” (Suyûtî Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî , 2018, el-İtkân fÎ 'Ulûmi'l-Kur'ân , Sf: 146).

Sûrelerin tertibi tevkîfî olduğunu ifade edenlerden biri de Âlûsî’dir. Ona göre Peygamber, âyet ve sûrelerin yerlerini ya bizzat açıklayarak ya da işaret yoluyla bildiriyordu. Sahabe de bu tertib üzere icmâ etmişti. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usûlu, 2013, Sf: 105) Onlar ne bâtıla karşı en ufak bir yumuşama gösterirler ne de bir söz ve ayıplama onları hakikat abi olmaktan alıkoyardı. Çünkü onlar kesinlik ifade eden tevatür derecesinde ki bilgileri kendileri için en güçlü delil kabul edip şubhe ve zanla dayanan bilgileri iltifat etmezlerdi. (Prof. Dr. Muhsin Demirci, Kur'ân Tarihi, 2016, Sf: 188).
Nisâbûrî’ nin (ö. 730/1329) bu konudaki görüşü ise: “Şu kesin olarak bilinmelidir ki Kur’ân Muhammed (s.a.v.) zamanında cem edilmiştir. Bir âyet nâzil olmadı ki Muhammed (s.a.v.) vahiy kâtiblerine o âyetin nereye yazılacağını emretmesin. Yine bir sûre inmezdi ki Allah rasûlü kâtibe inen sûrenin hangi sûrenin yanına koyacağını söylemiş olmasın. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: Sf: 216)
Sûrelerin tertibinin tevkîfiliği meselesinde Subhi es-Sâlih (ö. 1986) de tevkîfi olduğu görüşünü destekler mahiyette “Sûrelerin tertibi tevkîfîdir. Peygamber hayatında Kur’ân sûrelerinin tamamını biliyordu. Bunun aksini iddia etmek için elimizde hiçbir delil yoktur. Sûrelerin tertibinin sahabe ictihadı ile olduğunu söyleyen yahud bir kısmının ictihâdî ve bir kısmının tevkîfî olduğunu ileri süren görüşlerini kabul edilmesi mümkün değildir” ifadelerine yer verir.
(Subhi es-Sâlih, Mebâhis fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, 1982, Sf: 60)
Nevevî (ö. 676/1277) de; “Âlimler ‘İster namazda olsun ister namaz dışında olsun Kur’ân’ı önce Fâtiha sonra Bakara sonra Âl-i İmrân olmak üzere bugünkü tertibi uygun olarak okumaları hususunda ittifak etmişlerdir. Hatta bir kısım âlimler namazda birinci rekâtta Nas sûresi okunursa ikinci rekâtta Fâtihâ’dan sonra Bakara sûresinden okumak gerekir’ demişlerdir” sözleriyle tertibin tevkîfîliğine vurgu yapmıştır. (M. Kemal Atik, Ayet ve Surelerin Tevkifiliği Meselesi,1989, Sf: 216)
Muasır fakihlerden biri kabul edilen el-Hûli, Peygamber zamanında Kur’ân’ın tesbit, tertibi ile ilgili delilleri zikredip bir değerlendirme yaparak muhaliflerin delillerini reddeder ve şöyle ifadeler kullanır: “Peygamberin ve sahabenin hallerini tedkik ettiğimizde Kur’ân’ın Rasulullah zamanında tesbit ve tertib edildiği sonucuna varırız.”
(Mustafa Öztürk, Peygamber Döneminde Kur'an Ayetlerinin ve Surelerinin Tesbit ve Tertibi Hakkında Bir Değerlendirme, 2005, Sf: 226)
Büyük kıraat âlimi Ebû Amr ed-Dânî (ö. 444/1053) de sûrelerin tertibinin ve isimlendirilmesinin tevkîfî olduğu görüşünü benimsemiştir (Abdurrahman Çetin, Kur'an İlimleri ve Kur'an-ı Kerim Tarihi, Sf: 48).


SONUÇ ve DEĞERLENDİRME

Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri Muhammed’in (s.a.v.) şahsi tasarrufundan tamamen uzaktır. İlahî vahyin gözetimi altında yazılıp, tertib edilmiştir. Bu sebeble İslam âlimleri bu hususta görüş birliği içindedirler.

Sûrelerin tertibiyle alakalı olarak ortaya konan farklı görüşler, bu konudaki farklı yaklaşımları beraberinde getirmiştir. Bir kısım İslam âlimi tertibin ictihâdî, bir kısım tertibin kısmen tevkîfî kısmen ictihâdî bir diğer kısım ise tertibin tevkîfî olduğu noktasında görüşlerini belirtmektedir. İsimlerini zikretmemiz gerekirse ictihâdî olduğu kanaatinde olan âlimler; İmam Malik, el-Kâdi İyad, İbn Fâris, İbn Cuzey, Bâkillânî’dir.

Uzlaştırmacı yaklaşımda olan âlimlerimiz; Ebû Muhammed İbn Âtiyye, Ebû Câ’fer İbnu’z Zubeyr, İbn Hâcer, Beyhâkî, Suyûti, Muhammed Abdulazîm Zurkânî’dir.

Tevkîfi olduğu kanaatinde olan âlimlerimiz; Ebû Câ’fer en-Nahhâs, İbnu’l Kassar, Ebûbekir el-Enbâri, Kirmâni, Begâvî, Âlûsî, Nisâbûrî, Subhi Salih, Nevevî, el-Hûli, Ebû Amr ed-Dânî’dir.

Bizim bu konu hakkındaki kanaatlerimize göre, zikrettiğimiz üç görüşten en tutarlı olanı, sûre tertibinin tevkîfî olduğunu savunanların görüşüdür. Böyle olduğu içindir ki, Zeyd b. Sâbit, Ebû Bekir zamanında Kur’ân’ı cem ederken aynı tertibi esas almış, Osman döneminde de Kur’ân’ı istinsah etmekle görevli heyetin başına getirildiği zaman yine aynı tertibi uygulamıştır. Çünkü Zeyd b. Sâbit arza-i ahirede bulunmuş ve bizzat Muhammed’den (s.a.v.) başından sonuna kadar Kur’ân-ı Kerim’i iki kere dinlemiştir. Tabii ki Muhammed (s.a.v.) sözünü ettiğimiz bu son arzda Kur’ân sûrelerini belli bir tertibe göre okumuştur. Onun kıraat ettiği bu tertib de Levh-i Mahfuzda bulunan ezeli kelamın tertibiyle aynıdır. Şimdi bu durumda Zeyd b. Sâbit’in Muhammed’den (s.a.v.) bizzat dinlediği Kur’ân’ı başka bir tertibe göre cem etmesi ve çoğaltması söz konusu olabilir miydi? Elbette ki böyle bir şeyden söz etmek mümkün değildir. Çünkü bu, Allah Teâlâ tarafından vahyedilmiş ve Muhammed (s.a.v) tarafından da ümmete tebliğ edilmiş bir tertibdir. O nedenle Zeyd b. Sâbit hem Kur’ân’ın derlenmesinde hem de istinsahında sözünü ettiğimiz bu tevkîfî tertibi aynen uygulamıştır. Böyle olduğu için de hiçbir sahabe söz konusu Mushaf’ın tertibine karşı çıkmamış ve sonuçta Kur’ân metni sûre tertibi bağlamında sahabenin icmâına mazhar olmuştur. İşte bu sebeble Kur’ân’daki sûre tertibi de âyetlerin tertibinde olduğu gibi tevkîfî bir nitelik arz etmektedir.
(Sibel Danacı , Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Bölümü, Kur’ân-ı Kerim Okuma ve Kıraat İlmi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi)



******

Hadis Yazımının Yasaklılığı ve Yazılmasına İzin Verilmesi

İslâm'ın ilk dönemlerinde, Kur'an ve hadisleri aynı malzemeler üzerinde yazarak, onları birbirine karıştırabilen vahiy katibleri hakkında ilk dönemlerde Rasulullah (s.a.v.) hadis yazılmasını yasaklamıştır.

"Rasulullah (s.a.v.): "Benden Birşey yazmayın Kim Benden Kur'andan başka bir şey yazdıysa onu imha etsin" buyurmuştur.
(Muslim, Kit. Zuhd bab: 72 hn. 3004; Ebû Dâvûd Kit. İlim bab: 31 Hadis no: 3647, 3648, Dârimî Kit. Mukaddime bab: 47; Musned, İmam Ahıned, c. III sh. 12, 31)

Böyle olmayan insanlar için hadislerin yazılmasının yasaklandığı vaki değildir. Aksine yazmalarına ruhsat verilmiş, hatta emredildiği de olmuştur.
Bunlara örnek olarak daha önce zikredilen Abdullah bin Amr'a; "Yaz. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz. " (Ebû Dâvûd, Kit. İlim, bab: 3 Hadis no: 3646; Darimi, Kit. Mukaddime bab: 13; Musned, İmam Ahmed, c. II sh. 162, 192)

Ebu Hurayra'nin: "Rasulullah'ın sahabilerinden hiç bir kimse benden daha fazla hadis rivayet etmiş değildir. Abdullah b. Amr hariç. Çünkü O yazıyordu, Ben yazmıyordum" (Buhârî, Kit. İlim, bab: 39; Tirmizî Kit. İlim bab: 12 Hadis no: 2668; Musned, İmam Ahmed, c. II, 249) ifadesi; Mekke fethi gününde Peygamberin okuduğu hutbenin kendisine yazılı olarak verilmesini isteyen Ebu Şah'ın olayı (Tirmizî, Kit. İlim, bab: 12. Hadis no: 2666 (Not: Bu hadisin ravilerinden biri olan Halid b. Murra eleştirilen bir ravidir.) ve "Ensar'dan bir zata Rasululah'ın eliyle yazıyı göstererek sağınla (sağ elinle) yardımlaş” buyurması zikredilebilir.

Görüldüğü gibi hadislerin yazılmasının yasaklanması belirli kişiler ve dönem için söz konusu olmuştur.
 
Üst Ana Sayfa Alt