Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale mezhepsizler!!

karafi Çevrimdışı

karafi

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bir çok konuda olduğu gibi mezheb ve mezheblerin kurucusu olan imanlar’ı taklit suretiyle sünnete uyma noktasında da kalıplaşmış, hatta betonlaşmış beyine sahip insanlar bulunmakta. Bu insanlar, tıpkı takım tutan cehalet ehli insanlar gibi mezheb taasubu içindedirler, kendileri gibi düşünmeyen insanları ya mezhebsizlikle ya haricilik ile yada sünnet ehli olmamakla beraber bu din’in düşmanı olarak görmekteler.
Bir çok şeyde olduğu gibi bu düşüncelerinin kaynağı da cehaletten başka bir şey değildir ki, taassub (körü körüne bağlılık) ancak cahil ve sırf kulaktan dolma bilgilerle donanmış olan beyinlerde bulunur. Bunun doğal sonucu olarak da mezhebinin görüşü dışında yine diğer hidayet imamlarının mezhebine ait görüşler daha muteber olsa da asla o görüşere uyulmaz ve yine dahil olduğu mezhebinin görüşü ile hareket eder. Bu şekildeki körü körüne tabi olma ve taklit’in aslında, ondan gerçek anlamı ile istenen “Resulullah (s.a.v)’a tabi olma” sonucuna ulaştırması tamamen zanni olacaktır.
Aslında hiç bir mezheb imamı kalkıp da başka görüşleri dikkate almaksızın sadece kendisinin getirdiği görüşleri yine kendisine tabi olanlarca yapılmasını istememiştir. Her imam, bir çok konuda görüşler bildirdiği gibi en muteber olan görüşe ulaşılması durumunda o görüşün baz alınmasını söylemiştir ki sünnet’e dair her bilgi tam olarak bir imama ulaşmamış olması şaşılacak bir şey değildir. Aslında bu şekilde körü körüne bağlılık ve sadece kendisinin ait olduğu mezhebin görüşü dışında görüşü alıp uygulamamak mezhebsizliğin ta kendisidir. Çünkü mezheblere tabi olmanın amacı tabi olanı Resulullah (s.a.v)’a tabi olma sonucuna ulaştıracaktır.
Bu gözle bakıldığında Resulullah (s.a.v)’a tabi olmanın yolu hepsi birer hidayet imamı olan mezheb imamlarının görüşlerine tabi olmaktan geçiyorsa eğer, o halde görüşü en sağlam olan, getirdiği deliller itibariyle hedefe en uygun olan görüş alınır ve görüşü getiren imam’ın kendini dahil gördüğü mezheb’in görüşü olduğuna bakmadan alır ve tabi olur. Tabi bu davranış taklitte aşırılığa gitmiş, beynini ve dinini sorgusuz sualsiz hocalarının eline teslim etmiş olan cehalet ehlinden beklenemeyecek bir davranıştır. Ama her şeye rağmen kendileri gibi davranmayanlara karşı “Bu mezhebsizdir, bu haricidir” diyerek aslında kendisinin mezhebini putlaştırmış ve bu sebeple de yavaş yavaş din’den harici bir hale gelmiş gerçek bir harici olduğunu görmekten bile uzaktırlar.
Bu şekildeki bir taklit’in ve tabiyet’in hak olmadığını aksine mukallit’in bir an önce taklitten uzaklaşmak için bilgisini arttırıp, kendisini gerçek anlamı ile Resulullah (s.a.v)’e tabiyete ulaştıracak olan görüşleri öğrenip uygulamaya sevketmesi gereklidir. Bunun aksi davranış ise onu tıpkı yahudi ve hıristiyanların durumuna sokar ki onlar da Tevrat ve İncil’e tabi olduklarını söylerler ama bu tabiyet aslında Allah’a ve Resulü’ne olmayıp bilakis o kitapları değiştiren, anlamını bozan kendi alimlerinedir. İsterseniz bu minvalde taklit ve imam’lara tabiyet noktasının olması gerektiği şekli ile ve günümüzün gerçek haricileri olanların (dinde olmayan hali ile getirenlerin bu dinden hariç olması durumu) batıllıklarına bakalım.
Allah (azze ve celle) şöyle buyuruyor: “… Her fırka, kendisinde bulunan ile sevinip övünmektedir.” (Müminun: 53)
“Onlara (müşrik ve kafir olanlara): ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman, ‘Hayır! Biz atalarımızın üzerinde bulunduğu yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış ve doğruyu da bulamamış iseler.” (Bakara: 170)
“Senden önce hangi memlekete uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın ileri gelenleri, ‘Biz babalarımızı bir din üzerine bulduk, biz de onların izlerine uyarız’ derlerdi.” (Zuhruf: 23)
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin’ denildiği zaman, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler.” (Maide: 104)
“Yüzleri ateşte çecrildiği gün, ‘Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik peygambere de itaat etseydik’ derler. ‘Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar’ derler.” (Ahzab: 66-67)
Bilineceği üzere, ayetlerin hitabında her ne kadar hususi ayetler olduğu düşünülse de bir fıkıh kaidesi olak “Ayetlerin hususiyeti, onların umumi olması engel değildir”
“Allah’ı bırakıp hahamlarını (bilginler) ve rahiplerini rabler edindiler…” (Tevbe: 31)
Bu ayetin anlamına dair bir kaç söz söylemek gerekirse eğer, bilindiği gibi ayet’in anlamı “Allah’ı bırakıp da onlara ibadet edişiniz, onlar helali haram, haramı da helal kıldıklarında sizin de onlara tabi olmanızdan dolayıdır” şeklinde olduğunu biliyoruz. Bunu da aşağıdaki hadiste daha net bir şekilde görmemiş mümkündür.
Adiy b. hatem der ki: Boynumda haç asılı olduğu halde Resulullah (s.a.v)ın yanına vardım. Resulullah (s.a.v): “Ey adiyy! Şu putu boynundan çıkar at” buyurdu. Bu sırada Resulullah (s.a.v) Tevbe suresini okuyordu. “Allah’ı bırakıp hahamlarını (bilginler) ve rahiplerini rabler edindiler…” ayetine gelince: “Ey Allah’ın Resulü! Biz onlara ibadet etmiyoruz ki” dedim. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Hayır dxediğin gibi değildir. Allah’ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram kıldıklarında siz de itaat etmiyor muydunuz?” dediğinde “Elbette” dedim. “İşte bu onlara ibadet etmektir” dedi…
Görüldüğü gibi bu alimler, bilginler yahut diğerleri, halka hitaben “Ey halk! Gelin bize ibadet edin” demiyorlardı ki. Zaten böyle bir şey söyleseler itibar edilmeyecek ve halk belki de yanlarına bile yaklaşmayacaktı. Ancak onlar, Allah’ın serbest bıraktığını yasakladılar, yasakladığını da serbest bıraktılar. Halk da bunlara uyunca dolaylı da olsa uyduklarını Rab olarak tanımış oldular. İyi niyette kurtaramadı onları ki zaten iyi niyet haramı helal kılıcı değildir.
Böylece bu ayeti mahiyet itibari ile anladıktan sonra, bu ve diğer ayetleri de göz önünde tutarak dört mezheb’e bakıldığında ne demek istediğimiz de net bir şekilde ortaya çıkmış olacaktır. Yoksa insanların kalkıp, ben şuna tabiyim, ben buna tabiyim demeleri ve bu tabiyetlerinin kökenini araştırmalarına engel değildir ve bir gerekliliktir. Yoksa bir hıristiyan’ın, “Ben İsa (a.s)’a tabiyim” dediği, yahut bir yahudinin “Ben Musa (a.s)’a tabiyim” demesi gibi ancak iddiadan ibarettir. zaten din’de Bid’atlerin yayılması ve bu şekildeki sapıklıkların artması da bağlı bulundukları şeyhler’e ve hocalara sorgusuz sualsiz tabi olmalarından kaynaklıdır ki zaten yukarıdaki ayet ve hadis direk olarak bu gibi insanları yeriyor.
Hiç kimse, her birisi birer hidayet imamı olan mezheb imamlarımızı beğenmediğimizi yahut onları sevmediğimizi ileri süremez ki bu ancak apaçık bir iftira ve en hafifinden Su’i Zann’dır. Biz dört imam’ın da hak imamlar ve bizlerin de dahil olmak üzere tüm Mü’minlerin imamlarıdır. Allah hepsinden de razı olsun. Bu açıklamadan sonra da kalbinde hastalık bulunmayan her insan ne demek istediğimizi ve bakış açımızı anlamıştır diye düşünerek konumuza devam ediyoruz.
“Sonra seni, din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy ve bilmeyenlerin isteklerine uyma. Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiç bir fayda veremezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar. Allah da takva sahiplerinin dostudur. Bu (Kur’an) kalp gözü açık olan insanlar ve kesin olarak inanan bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. Yoksa kötülük işleyenler kendilerini, inanıp da iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı sandılar?..” (Casiye: 18-21)
“Heva ve hevesini ilah edinen ve Allah’ın bilgisine rağmen saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” (Casiye: 23)
“Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar sırf heveslerine tabi olanlardır…” (Kasas: 50)
Taklit Ama Nasıl?

İbni Kayyim el-Cevziyye diyor ki: “Allah (azze ve celle) tüm yolları iki yol üzerine topladı; Bu yollardan birisi Resulullah (s.a.v)’in yoluna yani şeriatına uymak ki Allah’u Teala kendisini de bu şeriat üzere gönderdi ve kullarının da bu yola tabi olmalarını emretti. Diğer bir yol ise kendi heva ve heveslerini ilah edinenlerin yolu ki bu yola girişi Tevbe suresi 31. ayetini Adiyy b. Hatem’in hadisi ile açıkladığımızda görmüştük.
Konuyla ilgili olarak mezheb imamları söz konusu olduğunda biz deriz ki: Allah hepsinden razı olsun, onlar yaşadıkları toplumların da bu toplumun da önderleridirler. Onlar’ın her birinin icması bizler için delil ve birbirilerine göre ihtilaf ettikleri meseleler bizler açısından ancak rahmettir. O zaman her Müslüman’ın ayrı ayrı her birinin rahmetinden yararlanmasında ne gibi bir sakınca vardır, yahut bu rahmetten faydalanma amacı ile getirdikleri delillere bakarak bu delillerin birbirine olan sağlamlık ve getirebnlerin getiriş yolları itibari ile seçilip, alınarak uygulanmasının adı mı mezhebsizliktir yoksa bunun tam tersi olan davranış mı? Vicdanı ve basireti olan her Mü’min bu konuda ne demek istediğimiz anlamıştır diye düşünüyoruz vesselam.
İşte bu ihtilafların neticesi olarak da taklit konusunda imamlar kendi aralarında görüşleri itibari ile ihtilaf etmişlerdir. Buna göre her insanın görevi dinlerinin gereliliklerini bilmek ve öğrenmek olmalıdır. Ama gelin görün ki bazı insanlar örneğin; “Ben Hanefi’yim” diyorlar da daha mezheblerinin görüşlerini dereceleri ile beraber zayıflık ve sağlamlığını bilmiyor. Bu durumda bu insanın bir delile tabi olduğu ve bu delile binaen amel ettiği söylenemez.
Bu minvalde, bir kısım alim taklidin ancak zaruret dahilinde olacağını bunun dışında ise taklidin geçerli olmadığını söylemektedir. Diğer bir grup da dahil oldukları mezheblerinin imamlarının söylediklerinin dışına çıkmamışlardır. Onlara göre imamları tartışma esnasında kendilerine başvurulacak kimseler oluşları ve yine kendilerine eğer sünnetten bir şey ulaşmaması halinde ondan mazur olacakları durumudur. Bu alimler sünnet’e dair ne çıkarılabilirse onları ortaya çıkarmışlar ve tabileri için de yapılabilecek her şeyi yapmışlardır. Tabi imamlar aynı şekilde de sünnete uygun olmayan konular içinde kendilerinin taklit edilmesini men etmişlerdir. İsterseniz bu konuyu daha da açacak olan imamların görüşlerine yer verelim:
İbni Kasım, Malik (r.h)’in şöyle dediğini rivayet eder: “Değerli bir kişi de olsa, bir kişinin söylediği her söze uyulur diye bir şey yoktur. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: “…Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele…” (Zümer: 17-18)
Ebu Yusuf (r.h) şöyle der: “Hiç kimsenin, nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzle konuşması (yani fetva vermesi) caiz değildir.”
Ne kadar net ve etkili bir ifade ki alim olan kişiye ait fetvanın kaynağına inmeksizin sadece dediğinden dolayı alınması ve buna bağlı olarak da fetva vermesini caiz görmüyor. Buna göre, günümüzde körü körüne taklit edenin durumunu siz düşünün artık.
İmam Ebu Hanife (r.h) da şöyle diyor: “Bu bir reydir. (görüştür) Kim daha hayırlı bir şey getirirse onu kabul ederiz.” yine der ki: “Bir kimsenin sözü ile, Resulullah (s.a.v)’in sözü bir midir?”
Anlamak isteyen insan için ne kadar açık bir ifade değil mi? Yani size gelen bir haberden en hayırlısına tabi olursunuz aksi halde bu tabiyet taassubdan ileri gelen bir tabiyet olur ki bu da caiz olmayan tabiyet şeklidir.
İmam Malik (r.h) şöyle der: “İnsanların sözü hem alınır, hem de geri çevrilir. Ancak şu kabrin sahibi Muhammed (s.a.v)’in sözü başka. O reddedilmez”
Yani mezheb imamlarımız ve alimler, her ne kadar sözlerin en güzelini getirmişlerse de yine onların her sözü mutlak anlamda Resulullah’ın sözü gibi tartışılmaz değildir.
İmam Malik (r.h) şunu da söyler: “Bir kimse, İbrahim en-Nehai’nin sözünü Ömer b. Hattab (r.a)’ın sözüne tercih ederse, bundan dolayı tevbe etmesi gerekir. Peki ya İbrahim en-Nehai ve benzerlerinin sözünü, Resulullah (s.a.v)’ın sözüne tercih ederse ne demeli?”
İmam Şafii (r.h) şöyle der: “Hiç bir delil olmaksızın ilim iddiasında bulunan kimse, geceleyin odun demetleri toplarken aralarında zehirli yılanı da toplayan kimse gibidir. Yılan kendisini sokarak zehirleyecektir de adamın bundan haberi yoktur.”
Yine İmam Şafii (r.h) şöyle diyor: “Eğer hadis sahihse, benim mezhebim o dur. Başkası değil.”
Ebu davud der ki: “Ahmed b. Hanbel’e; “Evzai mi Malik mi taklit edilmeye daha layıktır?” diye sordum. Dedi ki: “Dinin konusunda bunlardan hiç birisini taklit etme. Ancak Resulullah (s.a.v)’den geleni al.” Yani bir bakıma da “ara” denmek istenmiştir ve aynı zamanda bir diğer rivayette de “Onların aldığı kaynaktan al” demiştir.
Ahmed b. hanbel (r.h) şöyle diyor: “Hadisin isnadını ve sahihliğini bildiği halde Süfyan’ın reyine uyanlara şaşarım. Oysa Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “…O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur: 63)
Bu durumda mutlaka dört mezhebden sadece kendisinin tabi olduğu görüşe mutlak anlamda tabiyetin körü körüne bir taklit ve aslında kendi imamının bile istemediği bir tabiyet şekli olduğunu anlamamak şaşılacak şey doğrusu. İşte böyleleri için İbni Abbas’ın şu dediği şey tam anlamı ile bizim de hislerimize tercüman oluyor: “Yakında gökten üzerinize taş yağacağından endişe etmekteyim. Ben ‘Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu’ diyorum siz ise ‘Ebu Bekir ve Ömer şöyle dedi’ diyorsunuz.”
Bu ifadelerin de kendisini, tabiri caiz ise kesmediklerinden olanlara İbni Mesud’un şu farklı sözlerini söyleriz: “Hiç biriniz başkasını taklit edip, taklit ettiği adam inanmışsa inanır, inkar ederse inkar eder bir halde olmayın. Çünkü hiç kimse kötülükte örnek alınmaz.” Yine bir başka sözünde de: “Ya öğreten ol, yada öğrenen. İkisi arasında (asalak gibi) olma”
Evet, insan bilmediğinin cahili ve onuın da düşmanı olur. Bu sebeple hidayet önderleri olan mezheb imamlarının sözlerinden, görüşlerinden en iyisine tabi olanları mezhebsizlik ile suçlayanların kendilerine çeki düzen vermeleri ve tevbe edip haklarını aldıkları Müslüman’lardan helallik dilemeleri gerekmektedir. Tabi öncelikle imanlarını bir kez daha gözden geçirip Allah’u Teala’nın dışında, alimlerini, bilginlerini Rab edinip edinmediklerini bir kez daha Adiyy b. Hatem’in hadisi ile Tevbe suresinin 31. ayeti ile beraber düşünmelerini tavsiye ediyoruz.
Rabbim bizlere her zaman için Hak’kı hak olarak tanıyıp tabi olmayı ve batılı da batıl olarak bilip reddetmeyi nasip etsin. (amin)
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Allah razi olsun olay budur.. Allah anlamak istemeyen kullarina hidayet nasip ettsin inseallah..
 
Üst Ana Sayfa Alt