Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Müminler Her Durumda kardeşini Desteklemelidir.

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Müminler Her Durumda kardeşini Desteklemelidir.



Öteyandan Müslim'de yer aldığına göre yukardakine benzer bir olayı sahabilerden Cabir şöyle anlatıyor:
Bir defasında biri muhacirlerden ve öbürü Ensar'dan olan iki genç arasında kavga çıktı. Bunun üzerine Muhacir ler kendi taraflarını:
"Ey Muhacirler, buraya bakın" ve Ensar da kendi taraf larını:
"Ey Ensar, buraya bakın"diye kışkırtmaya kalkıştılar.
Durumdan haberdar olan Rasulullah ortaya çıkarak
"Nedir, bu yoksa cahiliyye usulü kışkırtma mı var?" diye seslendi. Sahabiler kendisine
"Hayır, ya Rasulallah, sadece iki genç biribirleri ile kav ga etti ve arkasından biri öbürünün kaba etine hakaret mak satlı bir tokat vurdu" diye karşılık verince Peygamberimiz sözlerini şöyle bağladı:
"İyi o zaman mesele yok. Kişi ister haksızlık etmiş ol sun, isterse haksızlığa uğramış olsun, kardeşine yar dımcı olmalıdır. Eğer haksızlık etmiş ise onu bundan vazgeçirsin, bu ona yardım etmektir. Eğer haksilığa uğ ramış ise de onu desteklesin."[115]
Bu iki isim, yani "Muhacirler" ile "Ensar" isimleri Kur'an'da ve hadislerde kullanılan şeriat kaynaklı (meşru) terimlerdir. Cenab-ı Allah bu iki zümrenin mensuplarını ve bizleri:
"Gerek daha önceki kitaplarda ve gerekse bu ki-tab'da (Kur'an'da) Müslümanlar" olarak adlandırdı.[116] Buna göre bir kimsenin "Muhacirlere" veya "Ensara" men sup olduğunun söylenmesi Allah ve Rasulullah katında gü zel ve makbul bir nîsbet şeklidir, bunlar kabile ve şehir nisbetleri gibi sırf tanıtma maksadı ile kullanılan mubah nis-bet belirtme şekillerine benzemedikleri gibi bidata ve güna ha götüren mekruh ve haram nisbet şekillerinden de başka dırlar.
Böyle olmasına rağmen bunlar mensuplarını biribirleri-ne karşı kışkırtmaya kalkışınca Rasulullah bu davranışına karşı çıkarak onu:
"Cahiliyye kışkırtması, cahiliyye taasubu" olarak ad landırdı. Fakat kendisine bu kışkırtmanın topluluk tarafın dan değil, sadece iki genç tarafından yapıldığı anlatılınca haksızlık edene engel olunmasını ve haksızlığa uğrayana da arka çıkılmasını emretti. Böylece Peygamberimiz böylesi ne durumlarda sakıncalı olanın sadece tıpkı cahiliyye döne minde olduğu gibi kişinin haklı-haksız ayırım yapmaksızın kendi tarafını tutması olduğunu, buna karşılık insanının haklı yere ve ölçüyü kaçırmaksızm kendi tarafına arka çık masının bazan vacip ve bazan da müstehap olan yerinde bir tutum olduğunu belirtmek istemiştir.
Nitekim Ebu Davud ve İbn-i Mace de yer aldığına göre sahabilerden Vasile b. Aşka[117], (r.a.) diyor ki:
Bir defasında Rasulullah'a: "Taassub nedir?" diye sordum. Bana: Yine Ebu Davud'da [118]yer aldığına göre Süraka b. Ma lik[119] şöyle diyor:
Bir defasında Peygamberimiz bize verdiği bir hutbede:
"Aranızdaki hayırlılar, günah işlemedikçe, aşiretini savunan kimselerdir"[120] buyurmuştur.
Yine Ebu Davud'un sahabilerden Cübeyr b. Mutim'e[121] dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuru yor:
"İnsanları zümre tassubuna çağıran (kışkırtan) kim se sizden değildir. Zümre taassubu uğruna savaşan biz den değildir. Zümre taassubu uğruna ölen bizden değildir."[122]
Ayıca Ebu Davud'un, İbn-i Mesud'dan rivayet ederek kaydettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine bu konuda şöyle buyuruyor:
"Kim haksız bir konuda kendi kavmini desteklerse onun hali uçurumdan düşmüş de kuyruğundan yukarı ya çekilmeye çalışılan bir deveninkine benzer."[123]
Bu iki zümre ismini benimsemek ve bu zümrelere mensup olmak Allah'ın ve Rasulullah'ın sevgisini kazandırdı ğına göre, ya mubah veya mekruh olan nisbet ve ilişkilere taassupla nasıl bağlanabilir? Sözün kısası, şeriatta yeri olan bir zümre ismine mensup olmak, başka her hangi bir gurup-landırma ismine bağlanmaktan daha iyidir. Baksana bu ko nuda Ebu Davud'un, bildirdiğine göre İran asıllı bir köle olan sahabilerden Ebu Ukabe[124] ne diyor?:
Peygamber Efendimizle birlikte Uhud savaşma katıl mıştım. Bir ara "Al sana, bu da İran asıllı bir köle olan benden sana bir ders olsun" diyerek karşıma çıkan bir müşrike bir darbe vurmuştum. Bunun üzerine bana doğru dönen Rasulullah "Al sana, bu da Ensar'dan bir köle olan ben den sana bir ders olsun-desen olmaz mıydı?"[125]buyurdu.
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz, bu sahabiyi Ensar'a mensup olduğunu söylemeye teşvik ediyor. Her ne kadar bu bağlılık kölelik ilişkisine dayansa da, bu bağlılığı benimse meyi, aslında doğru olan ve haram da olmayan İran asıllı-ğa bağlılığından daha makbul tutuyor. Anlaşılan bu titizli ğin hikmetlerinden biri, insan nefsinin mensup olmayı benimsediği tarafı savunma eğiliminde oluşudur. Yukardan beri gözden geçirdiğimiz hadislerin tümü bir şeyin cahiliyye dönemi ile ilişkili olmasının o şeyin kınanmış ve yasak ol masını gerektirdiğini açıkça gösteriyorlar. Bu da kayıtsız şartsız olarak bütün cahiliyye adet ve davranışlarını kesin likle yasaklamayı gerektirir ki bu kitabın maksadı da budur.
Bu hadislerin bir diğer benzeri Ebu Davud'da yer alan ve Ebu Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilen aşağıdaki hadis tir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hadiste şöyle buyuru yor:
"Allah sizin cahiliyye gururu ve o dönemin atalarla öğünme zihniyeti ile ilginizi kesti. İster takva bağlısı bir mümin, isten günahkar bir kimse olunuz bu zihniyetten uzak olmalısınız. Sizler hepiniz Adem'in torunlarısınız, Adem de topaktan yaratılmıştır. Bazı kimseler kavimle ri ile öğünmeyi mutlaka bıraksınlar. Böyleleri birer ce-hehennem kömürüdürler veya Allah katında burunları ile koku kovalayan pislik böceğinden daha geçersizdir ler."[126]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz gururu ve övünmeyi "Cahiliyye" dönemine bağlayarak onu kınıyor. Yani bu huylar cahiliyye zihniyetinin unsurları oldukları için kınanmaya uğruyorlar. Bu durum cahiliye zihniyeti ile irtibatlı olan her adet ve davranışın kınanmasını, hor görülmesi ni gerektirir. Aynı ana fikri işleyen başka bir hadis de Müs lim'de yer alan ve yine Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadistir. Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Kim başa itaati bırakıp cemaatten ayrılır da, bu halde iken ölürse cahiliye ölümü ile ölür. Kim zümre ta assubu ile öfkelenir, zümre taassbunu kışkırtır veya zümre taassubunu destekleyerek kör döğüşünü sembo lize eden bir sancağın altında savaşır da ölürse, cahiliye dönemindekilere benzer bir şekilde öldürülmüş olur. Kim ümmetime karşı isyan eder de iyi-kötü ayırımı yap maksızın herkesin boynunu vurur ve müminlerin kana girmekten bile kaçınmaz, ayrıca yaptığı antlaşmalara bağlı kalmazsa Ben'den değildir, ben de ondan deği lim."[127]
Peygamberimiz bu hadiste fıkıh alimlerinin ölüm cezasına müstehak gördükleri üç gurubu, yani asilleri, saldırganları ve zümre taassubuna kapılarak ayrılıkçılığa kalkışanları saymaktadır.
Bu gurupların birincisi hükümdara isyan edenlerdir. Peygamberimiz bu hadiste başa itattan sıyrılıp, cemaatten ay rılmayı yasaklıyor ve başa (imama) itaattan sıyrılmış olarak ölenlerin cahiliye ölümü ile öleceklerini belirtiyor. Çünkü tarihten öğrendiğimize göre gerek Araplar ve gerekse diğer milletler cahiliye dönemlerinde yaygın egemenliğe sahip bir hükümdara itaat etmekten uzaktılar.
Peygamberimiz bunun arkasından sözü kavimcilik, hem şehrilik ve benzeri taassublarla savaşa girişenlere getirerek böylelerinin gölgesi altında savaştıkları sancağı "Kördöğüşü sancağı" diye adlandırıyor. Çünkü böylesine bir hare ket, hedefi belirsiz bir körler eylemidir. Bu uğurda Öldürü lenleri de cahiliye dönemindeki öldürülmelerle aynı görü yor. Bu kimseler isterse zümre taassubu uğruna Öfkelenmiş olsunlar, isterse doğrudan doğruya bu amaçla çatışmaya girmiş olsunlar farketmez. Peygamberimiz, Müslim'de yer alan ve yine Ebu Hureyre tarafından rivayet edien aşağıda ki hadiste bu durumu şu şekilde açıklıyor:
"Öyle bir zaman gelecek ki öldüren niçin öldürdüğünü ve öldürülen de neden öldürdüğünü bilemeyecek tir."
Peygamberimiz sahabilerden birinin:
"Bu nasıl olur?" şeklindeki sorusuna da:
"Herc-ü Merc (kargaşalık) yüzünden bu böyle ola caktır, O durumda öldürülen de ölen de cehennemlik tir."[128] diye cevap vermiştir.
Bir önceki hadiste sözü geçen gurupların üçüncüsü de islam ümmetine karşı çıkanlardır. Bunlar amaçlan mal yağ macılığı olan yol kesiciler ile benzerleri olabilecekleri gibi mevki ve iktidar hırsına kapılan kimseler de olabilirler. Asker-sivil ayrımı yapmaksızın kendi egemenliğinde ol mayan bir şehrin halkını tümü ile öldüren zorbalar ile, sün netten ayrılıp başkaldırarak ayrımsız bir şekilde kıble ehli nin kanlarını mubah görenler gibi. Ali'nin savaştığı Haru-riler[129]bu gurubun bir Örneğidirler.
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hadisler de anlattığı ölümleri ve vuruşmaları kınama ve yasaklama hedefi ilan ederek "cahiliye ölümleri" ve "cahiliye vurulma ları" olarak isimlendiriyor. Aksi halde bunları yasaklamaz -dı. Bundan anlıyoruz ki, cahiliye dönemi ile irtibatlı olan ölüm, vurulma ve diğer faaliyetler kınanmış ve yasaklanmış faaliyetlerdir. Bu da cahiliye dönemi ile ilgi olan tüm dav ranış ve adetlerin kınanmasını gerektirir ki, bizim vurgula mak istediğimiz de budur.
Yine Buharı ile Müslim'in Marur b. Suveyd'e[130] dayan dırarak anlattığı şu olay da bu kabildendir. Marur diyor ki:
Bir defasında sahabilerden Ebu Zerr'in üzerinde yeni bir takım elbise gördüm, kölesi üzerinde de aynı elbiseden bir takım vardı. Sebebini kendisine sorduğumda bana Pey gamberimizin zamanında bir adamın anasına dil uzattığını anlattı. Adam Peygamberimize varıp bu olayı anlatınca Ra-sulullah:
"Ebu Zerr'in "Sen şahsında cahiliye döneminden kalıntılar bulunan bir adamsın" diye azarladı.
Başka bir rivayete göre Peygamberimiz sözlerine de vam ederek Ebu Zerr'e şöyle buyurdu:
"Köleleriniz sizin kardeşlerinizdirler. Allah onları sizin ellerinizin altına verdi. Kardeşini elinin altında bulun duranlarınız onlara yedikleri yemekten yedvrsinler, giy dikleri elbiseden giydirsinler ve kendilerine güçlerinin üze rinde işler vermeyiniz. Eğer onların güçlerinin yetmeyece ği işler verirseniz kendilerine yardım ediniz."[131]
Görüldüğü gibi, Peygamberimiz bu hadiste cahiliye ha yatı ile ilgili adetlerin kınanmış olduğunu bildiriyor. Çün kü Rasulullah'm "Sen de cahiliye döneminden kalıntılar var" şeklindeki ifadesi sözkonusu huyu kınamak, kötüle mektir. Çünkü eğer cahiîiye niteliği içerdiği unsurları kınan masını gerektirmesiydi, kullanılış maksadı gerçekleştirme miş olurdu.
Bu arada bu hadiste neseblere dil uzatmanın bir cahiliye huyu olduğu belirtiliyor. Yine bu hadisten anladığımıza göre ilminin genişliği, fazileti ve dindarlığı ile tanınan bir kimsede "cahiliyet" "yahudilik" ve "hristiyanlık" diye ad landırılan özellikler sisteminin bazı unsurları bulunabilir ve bu yüzden adamın kafir veya fasık olması gerekmez.
Yine Müslim'in, İbn-i Abbas'a dayandırarak kaydettiği ne göre Peygamberimiz aynı gerçeği vurgulayan başka bir hadisinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın sevmediği insanlar şu üç kimseler:
1) Harem-i şerife mahsus yasakları çiğneyen kimse,
2) İslamda cahiliye geleneklerini hortlatmak isteyen kimse,
3) Haksız yere bir insanın kanını dökmek isteyen kimse."[132]
Peygamber Efendimiz, insanlar arasında Allah'ın en sevmediği kimselerin sözkonusu üç kimse olduğunu haber
veriyor.
Bunu şöyle açıklayabiliriz. Çünkü fesad ya dinle ilgili ve ya dünya ile ilgili olur. Dünya ile ilgili en büyük fesad hak sız yere insan öldürmektir. Bu yüzden adam öldürmek, en büyük dini fesad ve yıkım olan kafirlikten sonraki ikinci en büyük günah sayılmıştır.
Dinle ilgili fesad ve yıkıma gelince bu iki kısma ayrılır. Bir kısmı davranışın (amelin) kendisi ile ve öbür kısmı da davranışın işlendiği yerle ilgilidir. Davanışın kendisi ile ilgili olanı cahiliye gelenekleri peşinde koşmak, onları hort latmaya çalışmaktır. Davranışın yeri ile ilgili olan kısma ge lince Harem-i Şerifin (Kabe'nin) saygınlığını çiğnemektir. Çünkü en önemli, en seçkin amel işleme yeri Harem-i Şe riftir. Davranışın (amelin) işlendiği yerin saygınlığını çiğ nemek davranışın zamanla ilgili yasaklamaları tanımamak tan daha önemlidir. Bu yüzden Harem sınırlan içinde bazı hayvanları avlamak ve bazı bitkileri yolmak haram kılındı. Oysa aynı davranışları haram aylarda işlemek yasaklan mıştır. Yine bu yüzdendir ki, sahih kaynakların ispatladığı gibi savaşma Harem sınırları içinde her zaman haram oldu ğu halde, haram aylarda böyle değildir. Allahü alem bu yüzden Peygamberimiz Harem-i Şerifin saygınlığını çiğne meyi cahiliye geleneklerini hortlatmaya çalışmakla birlik te saymıştır.
Sözün kısası, bu üç kimse İslam'da cahiliye gelenekle rini hortlatmak isteyen kimselerdir. İslam'da her hangi bir cahiliye adetini uygulamak isteyen herkes bu hadisin kapsamına girer.
Cahiliye geleneği (yolu, sünneti) o dönemin insanlarının uyguladıkları adetlerin bütünüdür. Yani sürekli şekilde gi dilen yoldur. Bu yol çeşitli halk kesimlerini kapsamına alır ve ibadet sayılan ve sayılmayan davranış ve tutumları tümü ile içine alır. Nitekim Cenab-i Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizden önce de nice gelenekler (sünnetler) gelip geç miştir." Yeryüzünde geziniz de yalancıların akıbetleri nin nasıl olduğunu görünüz." (Al-i İmran: 3/137)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:
"Sizden öncekiler geleneklerine (yaşama tarzlarına) noktası noktasına uyacaksınız."[133]
"Uymak" izlemek ve örnek edinmek demektir. "Onların" geleneklerinin herhangi bir unsurunu uygulayanlar cahiliye döneminin yaşama tarzına uymuş olurlar. Bu ilke cahiliye geleneklerinden olan herhangi bir adete -ister bir bayram tö reni olsun, isterse bunun dışında bir davranış olsun- uyulma sının haram olmasını gerektiren genel bir kuraldır.
"Cahiliye" terimi kimi zaman belirli bir tutum -ki Kur'an ve hadislerde çoğunlukla böyledir- kimi zaman da bu belir li tutumun sahibini ifade eder. Peygamberimiz, Ebu Zerr'e:
"Sen şahsında cahiliye zihniyetinden kalıntılar bulu nan bir adamsın" Ömer'in "Ben cahiliye döneminde bir ge ce itikafa girmeyi (bir yere kapanmayı) adadım" Aişe'nin:
"Cahiliye döneminde dört türlü nikah vardı" ve sahabi-ierin:
"Ya Rasulallah, cahiliye ve kötülük içinde idik" şeklin deki sözleri cahiliye teriminin bu anlamına örnektirler. Bu cümlelerde "cahiliye" terimi "cahiliye halinde", cahiliye yolunda" ve "cahiliye adetine göre" gibi anlamlara gelir. Bu örneklerdeki cahiliye terimi, aslında sıfat olduğu halde kul lanılan isim halini almıştır.
Terimin ikinci anlamının örnekleri "cahiliye zümresi", "cahiliye şairi" gibi deyimlerdir. Terimin bu anlamı "bilgi sizlik" veya "bilgiye uymamak" demek olan cahillikle ilgilidir. Biraz açıklarsak, bir kimse gerçeği bilmezse o basit an lamı ile cahildir. Fakat eğer bu kimse gerçeğin zıddını ger çek biliyorsa o katmerli (mürekkeb) cahildir. Bir kimse gerçeği bilerek veya bilmeyerek zıddını söylerse o da cahil adını alır. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rahman'ın (has) kulları yeryüzünde tevazu içinde yürürler ve cahiller kendilerine laf atınca "selam" der ler." (Furkan: 25/63)
Peygamberimiz de bir hadisinde bu terimi şöyle kullanı yor:
"Herhangi biriniz oruçlu iken çirkin söz söylemesin» kötü iş yapmasın ve cahillik etmesin"[134]
Öteyandan ünlü muallaka şairi Arar b. Gülsüm de[135] bir beytinde bu terime şöyle yer veriyor:
Hey bize karşı hiç kimse cahillik yapmasın.
Yoksa biz cahillerinkinden daha baskın cahillik yaparız.
Terimin bu anlamdaki kullanımı çoktur. Tıpkı bunun gibi gerçeğin tersine davranan kimseye de davranışın ger çeği ters olduğunu bilse bile cahil denir. Nitekim Cenab-ı Al lah şöyle buyuruyor:
"Tevbe, ancak cahillik sonucu "kötülük yapanlar içindir." (Nisa: 4/17)
Yine bazı sahabiler de bu anlamda "kötülük yapan her kes cahildir."[136] demişlerdir.
Çünkü kalbde kökleşmiş gerçek bilgi kendisine ters dü şen söz ve dayanışın meydana çıkmasına engel olur. Buna rağmen eğer bilgi ile çelişen, ona ters düşen bir söz veya dav ranış ortaya çıkarsa, bu durum mutlaka ya kalbin o tersliğe karşı farketmediğini (ondan gafil kaldığını) ya bu tersliğe karşı direnmede zayıf kaldığını gösterir. Bu durumların her ikisi de bilginin özüne ters düştüğü, onunla çeliştiği du rumlar bu anlamda cahillik olurlar.
Bundan amelerin mecazi anlamda değil, hakiki anlamı ile iman teriminin kapsamına girdikleri anlaşılıyor. Gerçi her hangi bir ameli terkeden^ kimsenin kafir olduğu veya iman teriminin kapsamı dışında kaldığı söylenemez. "Akıl" ve benzeri terimler de böyledir.
Böyle olduğu için Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'da cahi-liye örneğine uygun bir hayat tarzı sürenleri "ölüler", "kör ler", "sağırlar", "dilsizler", "sapıklar", "cahiller", "düşünmeyenler" ve "işitmeyenler" diye nitelendiriyor. Buna kar şılık müminleri de "düşünce sahipleri", "izan sahipleri" "doğru yolda olanlar", "nur sahipleri" ve "işitenler" gibi sı fatlarla tanıtıyor.
Bu noktayı açıkladıktan sonra hemen belirtelim ki, insan lığın tümü Peygamberinizin (s.a.v.) gönderilişinden önce bil gisizliğe dayalı bir cahiliyet hayatı yaşıyordu. Söyledikle ri sözler ve yaptıkları davranışlar cahiller tarafından ortaya konmuş ve ancak cahillerin benimseyip işleyebilecekleri şeylerdi. Bu arada peygamberlerin getirdikleri ve sonra dan bozulan, gerçeklerle bağdaşmayan yahudilik ve hristiyanlık gibi inanç ve hayat sistemleri de cahiliye teriminin kapsamına dahildirler. Bu dönem yaygın ve genel bir cahi liye dönemi idi.
Buna karşılık Peygamberimizin gelişinden sonra cahili ye niteliği genel olmaktan çıkarak yerel ve sınırlı bir karak tere bürünmüştür. Yani artık şu Veya bu şehirde, şu veya bu kimsede cahiliyenm varlığından sözedilebilir. Mesela falan ca kafir ülke ile müslüman diyarında yaşasa bile henüz müslüman olmamış filanca şahıs cahiliye dönemindedir de nir. Buna karşılık, mutlak anlamda artık cahiliye dönemin den söz edilemez. Çünkü bu ümmetin içinde Kıyamet günü ne kadar hakkı destekleyen, gerçeğin taraftarı olan bir züm re her zaman varolacaktır. Yalnız müslümanların yaşadık ları bazı yörelerde ve bazı müslümanlarda sınırlı bir cahili ye zihniyeti varolabilir. Peygamberimizin yukarda yer ver diğimiz "ümmetim arasında şu dört şey cahiliye zihniyeti nin uzantısıdır." şeklindeki hadisi ve Ebu Zerr'e "sen şah sında cahiliye zihniyetinin tortusu bulunan birisin" şeklin de hitap eden sözleri gibi.
Şunu da hemen belirtelim ki, Peygamberimizin yukarda-ki hadiste geçen "Müslümanlık içinde cahiliye geleneğini arayan, güden kimse" şeklindeki ifadesi genel, yaygın, sı nırlı, yahudilik, hristiyanlık, ateşperestlik, yıldızları tapıcı-lık, putperestlik, müşriklik gibi zihniyet ve sistemlerin tü münü, bunların kısmi veya karma yapılmış şekillerini, hat ta bunların sonradan uydurulmuş veya daha önce yürür lükten kalkmış biçimlerini tümü ile kapsamına alır. Gerçi "Cahiliye" terimi çoğunlukla sadece Arapların İslam'dan ön ce hayat tarzlarını ifade etmek için kullanılıyor ama anlam aynıdır.
Nitekim Buhari ile Müslim'de yer'aldığına göre sahabiIerden İbn-i Ömer[137](r.a.) şöyle diyor:
Müslümanlar Peygamber Efendimizle birlikte vaktiyle Semud kavminin yaşadığı yöreye vardıklarında oranın ku yularından su çekmiş ve hamur yoğurmuşlardı. Fakat Pey gamberimiz sahabilere çektikleri suları dökmelerini, yo-ğurduklan hamurları develere yedirmelerini ve sadece vak tiyle yörenin develere su sağlamak için yararlanılan kuyu dan su almalarını emretmiştir."[138]
Aynı olayın yine İbn-i Ömer'e dayandırılan değişik ka naldan gelmiş başka bir rivayetindeki rivayet de Buhari'de yer almıştır. Şöyle deniyor:
Peygamber Efendimiz Tebük savaşında Hicr adı verilen ve bir zamanlar Semud kavminin yaşamış olduğu bölgeye girince sahabilere oranın kuyusundan içmemelerini ve bu su yu kullanmamalarını emretti. Sahabiler:
"Ya Rasulallah, biz bu kuyunun suyu ile hamur yoğurduk, kablarımızı doludurduk" deyince Peygamberimiz onlara yoğrulan hamurları atmalarını ve su dolu kablanm dökme lerini emretti."[139]
Bu arada sahabilerden Cabir'in aynı olayla ilgili olarak rivayet ettiği bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyur muştur:
"Şu azaba çarptırılmışların diyarına ancak ağlaya ağlaya giriniz. Eğer ağlar durumda değilseniz, buraya ayak basmayınız ki, onların başın gelenler sizin başınız da gelmesin."[140]
Görülüyor ki Peygamber Efendimiz müslümanları vak tiyle azaba çarptırılmış bir kavmin diyarına ağlar durumda olmaksızın girmemeye çağırıyor ve buna gerekçe olarak oraya ağlamaksızın ayak basacak olanların başına o kavmin başına gelenlerin gelebileceğini, böyle bir ihtimalin varol duğunu belirtiyor. Ayrıca Müslümanların giriştikleri en zorlu savaş olduğu için İslam tarihinde "sıkıntı savaşı" di ye geçen bu savaşta o yörenin suyu ile yoğurulmuş hamur ların develere yedirilmesini emrediyor. Başka bir rivayete göre Peygamberimizin "Vaktiyle toplu azaba sahne olan topraklar üzerinde namaz kılmayı yasakladığı" bildiriliyor.
Nitekim Ebu Davud'un, Ebu Salih Gifari'ye[141] dayana rak bildirdiğine göre bir defasında Ali, Babil'e vardı. Fakat orada eğlenmeyerek yoluna devam ediyordu. Bu sırda mü ezzin yanına gelerek ikindi namazının vakitinin girdiğini söyledi. Ama Ali ancak kasaba dışına çıkınca müezzine ezan okumasını emrederek namazı kıldı. Namazın bitimin de de böyle yapmasının sebebini:
"Sevgili Peygamberimiz bana mezarlıkta ve Babil topra ğı üzerinde namaz kılmamamı, çünkü buranın lanete uğramış olduğunu söyledi." diye açıkladı."[142]
Ahmed b. Hanbel de Ali'nin bu sözlerini değişik ve az Ön cekine göre daha sağlam iki kanaldan nakletmiştir. Bu yüz den kendisi de Ali'ye uyarak böyle yerlerde namaz kılma yı mekruh saymıştır. Şüphe yok ki, Ali'nin:
"Peygamberimiz bana Babil toprağı üzerinde namaz kıl mamamı, çünkü buranın lanete uğramış olduğunu söyle di." şeklindeki sözü diğer herhangi bir "lanete uğramış" yerde de namaz kılmamayı gerektirir. Daha önce gördüğü müz Semud kavminin diyarı ile ilgili hadis ile Ali'nin bu söz lerinin biribirleri ile bağdaştığı görülüyor. Çünkü Peygam berimiz toplu azaba sahne olan yerlere ayak basilmaması-nı emrettiğine göre bu yasağın kapsamında öyle bir yerde na maz kılmak veya başka birşey yapmak gibi eylemler haydi haydi girer. Ayrıca bu sözler Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Mes-cid-i Dırar" ile ilgili şu ayeti ile uyum halindedir:
"Orada asla namaza durma... Yapısı Allah korkusu ve rızası üzerine kurulan bina mı, yoksa bir yarın kena rına kurulup o yarla birlikte cehennem ateşine yuvarla-nanhina mı daha hayırlıdır? Allah zalimler güruhuna hi dayet vermez." (Tevbe: 9/108-109)
Çünkü söz konusu yer azaba sahne olmuş yererden biri idî ve rivayete göre üzerinde yapılan bu mescid yıkılınca yıkıntılarından havaya duman yükselmişti.[143] Bu noktaya baş ka bir açıdan bakarsak, nasıl ki üç seçkin mescid[144](Beytul-lah, Beytülmukaddes ve Mescid-i Nebevi ile Küba[145] mes cidinde namaz kılmak teşvik edilmişse de, vaktiyle azaba sahne olmuş yerlerde namaz kılmak da yasaklanmıştır.
Bu arada azaba sahne olmamış olan küfür ve günah yer leri eğer iman ve ibadet yerlerine dönüştürülürse, bu hare ket iyi ve övülmeye değerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Taiflilere[146] kralların saraylarını ve Yemame halkına çevrelerindeki bir manastın mescid yapmalarını emret mişti.[147] Bunlardan başka Peygamberimiz Medine'deki mes cidi de müşrik mezarlığı idi. Burası mezarlar sökülerek mescid yapılmıştır.[148]
Şimdi düşünelim. îslam şeriatı kafirlerle azaba uğradık ları yerlerde ortak olunmasını yasakladığına göre, söz konu su azaba çarpılmalarına yolaçan davranış ve tutumlarda onlarla ortak olmaya nasıl göz yumabilir? . Şöyle diyen belki çıkabilir: Onların söz konusu herhan gi bir hareketi onlara benzemekten soyutlanacak olursa aslında haram ve yasak değildir. Bizim de o hareketi yaparken onlara benzeme niyetimiz yoktur. Cevabımız şudur: Azaba sahne olan bir yere ayak basmak orada azaba çarpılanların izlerinin bulunduğu gerçeğinden soyutlanacak olursa as lında günah değildir. Biz de oraya girerken onlara benzeme amacı gütmüyoruz.
Oysa, onlara davranışlarında ortak olmak belirli bir ye re girmekten daha güçlü bir azab gerektirici gerekçedir. Çünkü onların kendilerinden önceki müslümanlarla ortak ol mayan bütün davranışları ya doğrudan doğruya kafirlik se bebidir ya günahtır ya kafirlik ve masiyet sembolüdür ya kafirlik ve masiyete sürükleyicidir veya günaha sürükleye ceğinden endişe edilecek bir harekettir. Hiç kimsenin bu yar gıya karşı çıkacağını sanmıyorum. Eğer bu yargıya karşı çı kan olsa bile böyle bir kimse bu tip davranışlarda müslüman olmayanlara karşı olmanın daha güçlü bir şekilde kafirlik ve günaha karşı çıkmak olacağını inkar edemez. Ayrıca bu amacın yerlere nazaran davranışlarında daha öncelikle ger çekleşeceğini de reddedemez,
Baksana, peygamberlerin, sıddıklarm, şehidlerin ve sa-lih kulların davranışlarım örnek edinmek onların evlerini ör nek edinmekten ve bıraktıkları izleri görmekten daha yarar lı ve önceliklidir (evladır). Zaten bu konuda Ebu Davud'da yer alan açık delaletli bir hadis vardır. İbn-i Ömer'den riva yet edildiğine göre Peygamberimiz:
"Kim bir kavme özenirse, benzerse o onlardandır."[149]buyuruyor.
Bu hadisin rivayet zinciri sağlamdır. Çünkü bu zincirin halkaları olan Ebu Şeybe[150] Ebu Nadr[151]ve Hassan b. Atıyye[152] Buhari ile Müslim'in rivayetlerinde yer verdiği çok ün lü ve güvenilir hadis nakilcileridirler. Hatta bu kimseler rivayetlerine Buhari ile Müslim'de yer verildiğini söyleme ye lüzum bırakmayacak derecede büyük hadis ravileridir. Yi ne bu hadisin rivayet zincirinin bir halkası olan Abdurrah-man b. Sabit b. Sevban[153]ele alırsak Yahya b. Main[154] Ebu Zar'a[155]ve Ahmed b. Abdurrahman b. İbrahim:[156] "O güve nilir bir riyayetçidir." demekte ve Ebu Hatem[157] de "O is tikamet sahibi bir hadis adamıdır." şeklinde görüş belirtmek tedir. Yine bu hadisin bir diğer rivayet halkası olan Ebu Mu-nib Cerşi'ye gelince Ahmed b. Hanbel Aceli onun "güveni lir" olduğunu bildirmektedir.
Ben onun hakkında kötü söyleyen hiç kimse bilmiyorum. Ayrıca Hassan b. Atıyye ondan hadis Öğrenip nakletmiştir. Bu arada İmam Ahmed b. Hanbel ve başka alimler bu hadi si delil olarak göstermişlerdir.
Bu hadisin en toleranslı yorumu müslüman olmayanlara Özenmenin yasak oluşunu gerektirdiği şeklindedir. Oysa zahiri ve kabaca anlamı bu özenmenin kafirlik olacağı yo lundadır. Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c):
"Kim onları (yahudi ve hrisiyanları) dost edinirse on lardan olur." ayetindeki buyruğu gibi. (Maide: 5/51)
Abdullah b. Amr'ın şu sözü de bu hadisin ana fikrini pe kiştirir. O diyor ki; "Kim müşriklerin semtinde ev yaparsf. (oturursa), onların Nevruz ve Mihrican bayramlarını be nimseyip kuîlarsa ve Ölünceye kadar onlara özenir, onları taklit ederse Kıyamet günü onlarla birlikte haşrolur.[158]



 
Üst Ana Sayfa Alt