Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Münkeri Gördüğü halde Susan, Dilsiz Şeytan Gibidir

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Müslümanların günümüzdeki hallerinin zelil ve fasid oluşlarının sebebi, hayat nizamı olarak İslâm'ı terk etmiş olmaları ve bunun akabinde de aralarındaki ilişkilerinde beşeri nizamları esas almaları hülasa gayri İslami hükümlerin hayatlarına hakim oluşuna sükut etmeleridir. Bütün bunların semeresini en acı şekilde ödemek zorunda kalmışlardır. Bu zillet dolu hayat devam ettiği müddetçe de kötülük sürekli toplum içerisinde yayılacaktır.

Aslında bu halden rahatsız ve şikâyetçi olunmasına rağmen kimse gerektiği gibi bu kötülüklerin önüne geçmemektedir. Bu yayılan kötülüklerin kökünü kazıyan ve biz Müslümanları feraha huzura ulaştıran çok önemli bir görevimiz olduğu halde ne acıdır ki bizler bu görevimizi unutmuş bir konumdayız. Kötülüğü kaldıran bu görev, İslam'a davet ve insanlara iyiliği emretmek kötülükten ise arındırmaktır. İslâm'a davet; İslâm'ı akidesi ve nizamı ile hayatta hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar.

Müslümanların hallerinin bu fasid olan bozuk vakıasını değiştirmesi mucize değildir. Yüce Allah, Müslümanlara taşıyamayacağı yükü yüklemiş değildir. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metod ve hükümler koymuştur. Rasulullah (S.A.V) ve ashabı da o metod ve hükümler doğrultusunda yürümüşlerdir. Bu yolla da İslâm Devleti'ni kurarak kokuşmuş cahiliyye toplumunu İslâmi topluma dönüştürmüşler ve O İslâm Devleti de dünyanın büyük bir kısmını Dar-ul Küfürden Dar-ul İslâm'a dönüştürerek münkerleri ortadan kaldırmak için küfürle savaşmış ve marufu emretmiştir.

Emr-i bi'l Maruf ve Nehy-i anil Münker İslam davasını taşımanın en önemli bir parçasıdır. Maruf: Allah'ın emrettiği (iyilik) Münker ise: Allah'ın yasakladığı (kötülük) hükümlerdir. Yani marufu emretmek iman ve itaate çağırmak, münkerden nehyetmek ise küfür ve Allah'a başkaldırmaya karşı durmaktır. Bu kadar önemli bir imani görevi yerine getirmek son derece önemli bir görev olduğu için, onlarca ayet ve hadis-i şerifte bu konu işlenmiş ve biz Müslümanların dikkatleri çekilmiştir. Allah'u Teâla şöyle buyurmuştur:

"Mü'min erkek ve mü'min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler." (Tevbe Suresi, 71)

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)

Bu ayetlerde marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi Ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün Müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemişlerdir. Yani bu hüküm Farz-ı Kifaye dir. Lakin ulemalar bu içtihadı İslam devleti varken yapmışlardır. Vakıaları farklıydı. Oysa bugün bir İslam devleti yoktur. Bu yüzden bu yalnızca İslam'ın yönetimde var olmasıyla mümkündür. Şu anda Müslümanların bir devleti olmadığı için bu emir Farz-ı kifaye değil farz-ı ayındır. Ne zaman İslam devleti kurulur ve İslam yeryüzüne hakim olur, işte o vakit farz-ı kifaye olur. Çünkü İslam devletinin olmayışı en büyük münkerdir ve devlet kurulasıya kadar bu farziyet Müslümanlardan düşmez. Farz-ı kifaye bir grup Müslüman'ın emri yerine getirmesiyle o emrin farziyeti diğer Müslümanlardan kalkması demektir. Örneğin: Allah'ın selamı verildiği vakit bir kısmı selamı aldığında bu farziyet diğerlerinden kalkar. Ama farz-ı ayın böyle değildir bir grup Müslüman emri yerine getirse dahi farz diğer Müslümanlardan kalkmaz. Bu yüzden günümüzde Maruf olanı emretmek Münker olanı ise nehyetmek farz-ı ayındır. Bir grup Müslüman bunu yerine getirse dahi farziyet diğer Müslümanlar üzerinden kalkmaz. Emri yerine getirmeyen herkes günahkâr olur. Rabbimiz buyuruyor ki:

"Mü'min erkek ve mü'min kadınlar, birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. Ma'rufu emrederler ve münkeri nehyederler." (Tevbe Suresi, 71)

Ayette de görüldüğü üzere bu emir, kadın ve erkeği ayırmaksızın bütün Müslümanlar üzerine farz kılınmıştır. Maruf olanının emredilmesi ve Münker olanın önüne geçilmesi bu büyük emri yerine getirmekle sonuçlanır. Bu emri yerine getiren hiç kimsenin olmadığını düşünecek olursak ne kötülüğün önüne geçilmiş olur nede iyilik yayılmış. Bizden önceki Müslümanların bu emri yerine getirmesiyle İslam bizlere doğru bir şekilde ulaştı. Bizim evlatlarımıza, torunlarımıza da İslam'ın doğru ulaşması yine buna bağlıdır.

Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmiş bir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden kim bir münker (kötülük) görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).

Yani münker 3 şekilde nehyedilir. Ya elle düzeltilir, ya hak dille anlatılır ya da kalple buğuz edilir. Münkeri eliyle kaldırmak, ancak güç sahiplerin görevidir. Bir örnek verecek olursak: Bir evlat ve bir baba düşündüğümüz zaman burada güç sahibi yani emir sahibi olan babadır. Evlat içki manasında oturup içki içerse baba masayı devirmeye rahatlıkla gücü yetebilir. Bu münkeri eliyle kaldırabilir. Veya Halife Müslümanlardan biri haram işlediği zaman ceza uygular. Böylece münkeri eliyle kaldırmış olur. bu görev daha çok Halifenindir. Çünkü Ümmet üzerine güç sahibi olan halifedir. Diliyle anlatmak ise, yapılan işin Allah'ın yasakladığını delillerle anlatma şeklidir. Kalbi ile buğuz etmek ise münkere rıza göstermemek ve hoşnutsuzluğunu belli etmektir ki bu imanın en zayıf olanıdır. Münkeri eliyle veya diliyle değiştirmeye güç yetiremediği zaman yapacak son iş kalple buğuz etmektir. Bu 3'ü de Şeriatın koyduğu ölçüdür. Kalbi ile buğuz edenin imanı yoktur denilmez. O zaten elle veya dille değiştirmeyi başaramadığı (aciz kaldığı) için son olarak kalbi ile buğuz etmiştir. Yalnız münkeri gördüğü halde hiç bir şey yapmadan kalbi ile buğuz ederse bu iman zayıflığını gösterir.

Müslim'in Sahih'inde yer alan bir başka hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:

"(Kötülük yapanlara ve özellikle de kötülük yapan yöneticilere karşı) Eli ile cihad eden kişi mü'mindîr. Dili île cihad eden kişi mü'mindir. Kalbi ile cihad eden kişi mü'mindir. Bunun ötesinde ise, hardal tanesi kadar bile iman yoktur." (Müslim, İman, 80) Yani üçünden en az birini dahi yapmayanın imanı yoktur.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Benim sözümü işitip ezberleyen, kavrayan ve diğerlerine anlatan kulun yüzünü Allah nurlandırsın. (mutlu etsin)" (Tırmizi, İbni Mace)

Allah Sübhanehu ve Teala:

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) diye buyurmaktadır.

Görüldüğü üzere Allah Subhanehu Ve Teala iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı emrettiği gibi kurtuluşunsa ancak bununla mümkün oldugunu bildirmektedir. Aynı zamanda Ali İmran 110. ayettin mealinde Hayırlı Ümmet vasfına nail olmanın sebeplerinden biride bu yüce emri yerine getirmekle olduğunu bildirmektedir ve şöyle buyurmaktadır Rabbimiz:

‘‘Siz, insanlar için çıkartılmış hayırlı bir Ümmetsiniz; Marufu olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz'' (Al-i İmran 110)

İslam'a davetin önemini belirten, iyiliği emretme ve kötülükten menetmeyi teşvik eden bu ve benzeri birçok ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu yüzden günah işleyen bir kimseyle karşılaşıp ona mani olmamak ve onu günahıyla baş başa bırakıp ertesi gün de onunla birlikte yemek, içmek hiç bir şey yokmuş gibi muhabbette bulunmak Müslüman'a yakışmayan bir davranıştır. Müslümanlar böyle yaptıkları zaman Allah, İsrailoğullarına yaptığı gibi onların kalplerini birbirine benzetir. İsrailoğullarının durumunu Allah'u Teala bizlere şöyle bildirmektedir:

‘‘İsrail oğullarından küfredenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir. Yapmakta oldukları münkerlerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!. Onlardan çoğunun küfre sapanlarla dosluk kurduklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazaplandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır. Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat orlardan çoğu fasık olanlardır.'' (Maide 78-81)

İbn-i Mes'ud (r.a)'dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Benî İsrail arasında noksanlık (bozgunluk) şöyle başladı : Bunlardan birisi, günah işleyen diğer birisine rastlar,- Be adam, Allah'tan kork yapmakta olduğun işi bırak. Zira o iş sana helal değildir. der. Ertesi gün yine o adama aynı halde rastlar. Böyle olduğu halde, o adamla yiyip içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi. Onlar öyle yapınca Allah'u Teala bunların kalplerini birbirine benzetti. Sonra; "İsrail oğulları içinde kafir olanlar, isyanları ve hudûdu aşmaları yüzünden, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlendiler. Onlar, yaptıkları günahlardan birbirini men etmeye uğraşmazlardı. Bu ne çirkin bir şeydi. Bunlardan birçoğunun, kafirleri dost tuttuklarını görürsün. Onların nefisleri kendileri ne fena şey, Allah'ın gazabına götürdü. Onlar azabda daim kalacaklardır. Bunlar Allah'a, peygambere ve ona gönderilen kitaba inanmış olsaydılar, Kafirleri dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu fasıktırlar" mealindeki ayeti okudu, sonra şöyle buyurdu : Hayır, ya mâğrûfu emreder ve münkerden nehyeder, zalimi zulmetmekten meneder, onu hakka çevirir ve hak üzerinde durdurursunuz; yahut Allah'u Teala kalplerinizi birbirine benzetir, sonra sizi de Benî İsrail'i lânetlediği gibi lânetler." (Ebu Davut, Tirmizi)

Genelde insanlar bir kardeşinin haram işlediğini gördüğü halde onu uyarmaya ve hesaba çekmeye çekinip, onu haramıyla baş başa bırakırlar. Bunun birçok sebebi vardır. Ama en büyük sebebi İslam'i mefhumlara sahip olunmayışıdır. Bu yüzdende arkadaşlığı kesilir veya uyardığı vakit sevilmeyen insan konumuna gelir korkusuyla bu emirden geri kalmaktadırlar. Oysa bu caiz değildir ve Allah Subhanehu ve Teala kişiyi bundan dolayı hesaba çekileceği gibi onları azab beklemektedir.

Bakın Rasulullah (s.a.v.) bu konuda ne buyuruyor:

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, siz ya iyiliği emretmeye ve kötülükten nehyetmeye devam edersiniz ya da Allahu Teala yakında sizin üzerinize azabını gönderir. Sonra siz dua edersiniz ama Allahu Teala duanızı kabul etmez." (Tirmizi)

Müslüman bir kardeşimizin Allah'u Teala'nın neyhyettiği bir ameli sergilediğini gördüğümüz zaman yani haram işlediğine şahit olduğumuzda her zaman ‘mutlaka Allah'ın o ameli/işi haram kıldığını bilmiyordur.' diye bir düşünceye sahib olmak gerekir. Çünkü Müslüman bile bile haram işlemez, zaten bu münafıkların özelliğidir. Müslüman haram olan bir işi yaptığı zaman ya onu bilmiyordur ya da o konu onda mefhum olmamıştır. Aksi takdirde o işi yapması beklenmez. İşte burada o kişiye yaptığı amelin haram olduğu bilenlerce açıklanmalı ki kardeşi ondan uzak dursun.

Rasulullah (s.a.v.) de ümmetin buna ne kadar da fazla muhtaç olduklarını bir örnek vererek şu hadiste açıkça ortaya koymaktadır:

"Allah'ın hudutlarını koruyan ile bunları aşan kimseler; kura sonucunda bir kısmı geminin güvertesine bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler: ‘Biz bulunduğumuz yerde bir delik açarsak ve yukarıdakilere hiç dokunmasak' derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helâk olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur."

Yüce Allah bu çok önemli vazifenin ikamesini Müslümanlardan talep ederken bu vazifenin kadir ve kıymetini yüceltmiş, onu ikame edene büyük mükâfatlar hazırlamıştır.

"Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde Suresi: 17)

Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu buyruğu ortaya koymaktadır: "Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388)

Bu emri yerine getirenleri mükafat beklediği gibi, yerine getirmeyenleri ise büyük bir azab beklemektedir.

Ebu Sa'id Radıyu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin" buyurmuştu. Yanındakiler: "Ey Allah'ın Rasulü! Bizden biri kendisini nasıl tahkir eder?" diye sordular. "Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili bir şey söylemesi Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz. (Yani, insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allah Teâla hazretleri de Kıyamet günü, ona: "Şu şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?" diye hesaba çeker. Adam: "Konuşmamı insanlardan korkmam engelledi" der. Allah Teâla da: "Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın" der." (Kûtûbû Sitte)

İnsanlar fikren çökmüş durumdadırlar. Bu çöküntü de insanları hayvanların seviyesine düşürmüştür. Bu durumda, İyiliği emretmeyip kötülükten sakındırmazsak kalkınmayı nasıl bekleyebiliriz? Ahlaksızlıktan, namussuzluktan herkes şikâyetçi ama bunun için bir şeyler yapan çok az insan vardır. Yahudilerin meşhur atasözü olan ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın' Müslümanların dilindedir bugün. Çünkü kapitalist düzen insanlara bencilliği ve egoistliği aşılamıştır. Yeryüzüne hakim olan bu insanlık dışı sistem insanları sadece kendini düşünmeye sevk etmiştir. Oysa Rabbimiz bunu haram kılmıştır. Müslüman, kardeşinin haram ameline şahid olduğu zaman ‘aman banane, hayat onun hayatı' demez. Aksine onu düzeltmek için elinden gelen çabayı sarfeder.

Hz. Peygamber'in çeşitli buyruklarında Müslümanların her birinin birer çoban olduğu, elleri altındakilerden sorumlu bulunduğu, mü'minler arasında canlı ve sürekli bir toplumsal birliktelik ve beraberliğin olması, dâima zayıfın hakkının güçlüden alınmasından yana tavır takınılması, cihadın en faziletlisinin zâlim bir devlet başkanına karşı hak bir söz söylemek olduğu belirtilmektedir.

Hz. Lokman'ın oğluna öğüdü her zaman ve mekanda uyarıcının hâlini beyan eder: "Yavrum, namazı gereği üzere kıl; iyiliği emret ve fenâlıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir" (Lokman, 31/17).

Değerli Kardeşlerim!

Sahabeler Halifeleri hesaba çekmeye çekinmiyorlardı. Onları hiç bir şey korkutmuyordu. Onların tek korkusu Allah'ı razı edememekti.

Bilal b. Rebah, Zübeyr ve diğerleri, Irak arazisinin gazilere taksim etmemesi dolayısıyla Ömer'e karşı çıktıkları gibi, kadınlardan birisi de 400 dirhemden fazla mehir verilmesini yasaklaması üzerine Ömer'e karşı çıkmış ve şöyle demişti: " Ey Ömer! Böyle bir sınırlandırma yapamazsın,. Sen, yüce Allah'ın: "Ve onlardan birisine bir kantar (altın) dahi vermiş olsanız dahi ondan hiç bir şeyi geri almayınız" (Nisa Suresi: 20) buyurduğunu hiç mi duymadın?" demesi üzerine Hz. Ömer: "Kadın isabet etti ve Ömer hata etti" diye cevap vermişti.

Bugün küfürle yönetilmemize, her yerde zulme uğramamıza rağmen sessiz kalmamız kesinlikle caiz değildir. Ya var olan münkerleri kaldırmak için çalışırız yada Allah'ın azabını bekleriz. Bunun başka bir alternatifi yoktur..

Rabbim bizleri hakkı bildiren, Marufu emreden Münkerden nehyeden Saliha kullarından eylesin. Dilsiz şeytan konumuna düşürmesin. Çünkü Münkeri gördüğü halde hakkı bildirmeyen dilsiz şeytandır.


"Onlar ki, eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti Allah'a aittir." (Hac Suresi:41)

Alıntı : Sümeyye Avcı
 
temin_dari Çevrimdışı

temin_dari

Üye
İslam-TR Üyesi
deli ' Alıntı:
[Bugün küfürle yönetilmemize, her yerde zulme uğramamıza rağmen sessiz kalmamız kesinlikle caiz değildir. Ya var olan münkerleri kaldırmak için çalışırız yada ALLAH'ın azabını bekleriz. Bunun başka bir alternatifi yoktur..

Rabbim bizleri hakkı bildiren, Marufu emreden Münkerden nehyeden Saliha kullarından eylesin. Dilsiz şeytan konumuna düşürmesin. Çünkü Münkeri gördüğü halde hakkı bildirmeyen dilsiz şeytandır.


"Onlar ki, eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti ALLAH'a aittir." (Hac Suresi:41)

Alıntı : Sümeyye Avcı
:helalsana :helalsana Allah c.c razı olsun abi...
 
Üst Ana Sayfa Alt