Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nefrete değil vahdete doğru

Kuteybe Çevrimdışı

Kuteybe

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillahirrahmanirrahim!
Nefrete değil vahdete doğru
2013407132608-b.jpg
Ey Evs ve Hazrec'in kalplerini İslam çatısı altına birleştiren Rabbim, mezhep ve meşreb kavgasına tutuşmuş kardeşlerimin kalplerini, İslam çatısı altında birleştir. Bizlere Müslümanca, kardeşçe yaşayabileceğimiz bir İslam devleti nasip eyle. Müslümanları, batının seküler paradigmasından ve demokrasi necasetinden koru.
Bülent Koca'nın yazısı:


NEFRETE DEĞİL VAHDETE DOĞRU!

Ümmetin üzerine adeta yağmur gibi yağan fitnelerin zihinlerin ve aklıselimin dengesini zaafa uğrattığı, öfke ve kinin tavan yaptığı bir dönemde; istikamet, vahdet, vicdan, insaf ve merhamet adına bir şeyler konuşmanın etkisinin fazla olmayacağının farkındayım. Fakat artık ehli vicdanın “el insaf” demesinin vaktinin çoktan geldiğini müşahede ediyorum. Hatta bu şahitlik sorumluluğu yerine getirilmediği takdirde fitneden emin olunamayacağı endişesi taşıyarak, her şeye rağmen, nefrete değil - vahdete doğru cesur ve kararlı adımların atılması gerektiği kanaatini taşıyorum.
İnsan kardeşliği değil, İslam kardeşliği
Kendisine kul olmakla şeref duyduğumuz Rabbimiz, bizi: “Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında şefkatli ve merhametli” (48/29) sıfatıyla sıfatlandırmıştır. Allah (c.c) dünyaya imtihan vesilesiyle gönderdiği kullarının, insan kardeşliğiyle değil; ancak İslam kardeşliğiyle birbirleriyle kucaklaşmalarını murat etmiştir. Allah (c.c) sevdiği kullarını en güzel şekilde sıfatlandırır. Muhakkak ki bu sıfatta bir insanın, mümin bir kulun, sıfatlanabileceği en güzel sıfatlardan biridir. Öfkemizin ve şiddetimizin Allah’ın düşmanlarına, Şeytan’ın dostlarına hasredilmesi ve bu sınırlamanın Kur’ani bir niteleme sonucu ortaya çıkması önemlidir. Aynı ayette belirtildiği üzere “kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli olan” ve Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde bulunma izzetini taşıyan bu topluluğun, bir özelliği de “ruküya varırken, secde ederken” görünmeleridir. O halde; haber niteliğinde gelen Kur’an ibarelerinden anlamamız gerekenlerin ve sorumlu tutulduğumuz şeylerin davranış kalıbına uydurarak şu şekilde ifade edilmesinde bir sakınca yoktur sanırım.
- Ey Allah’ı ve Resulünü seven, onlarla beraber olmanın ümit ve sevdasıyla tutuşan, namaz kılan, rükû eden, kıbleye yönelip secde kılan Müslümanlar; size yakışan kendi aranızda her ne pahasına olursa olsun şefkatli ve merhametli olmayı kendinize ilke edinmektir! Bununla beraber size tıpkı şefkat ve merhamet gibi bahşedilen öfke, şiddet ve nefret duygularınızı da; açıkça Allah’a düşmanlık edenlere, yani kâfirlere karşı kullanmanız, itikadınıza ve istikametinize en uygun olandır.
Allah için sevmek, Allah için buğz etmek
Belki Allah (c.c) için sevmenin ve yalnız Allah Teâlâ için buğz etmenin hakikatinin sırrı burada gizlidir. İslami yaşantının temel dinamiklerinden biri; Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir. Bir bitkinin yeşerip kök salması ve faydalı meyve vermesi için ışık ve su ne kadar önemliyse, İslamȋ kişiliğin oluşturmasında Müslüman’ın sevdikleri şeyler ve buğz etmesi gerekenler de, o kadar önemlidir. Kur’an okurken dahi, düşmanına karşı uyanık ve onun şerrinden emin olmak için ‘eǔzu’ çekmeyi gerekli kılan bir anlayışın tabiȋleri için, elbette dostunu ve düşmanını tespit etmek ve hayatını ona göre düzenlemek hayati bir önem taşır. Allah’ın buğz edilmesini istediği bir şeyi bilmeden sevmek, gıda niyetine zehir almakla eşdeğerdir. Sevginin Allah dışında her hangi bir şeye yönelmesi, Müslüman’ın ruhȋ ve imanȋ dengesini temelden sarsacağı gibi; buğzun ve nefretinde, Allah düşmanlarından başka bir tarafa yönelmesi, Müslüman’ın ruhȋ ve imanȋ dengesinin sarsılmasına vesile olabilir. Allah için sevmenin ve Allah için buğz etmenin gündemde olmadığı bir dünyada veya bir yaşam tarzında, İslamȋ bir kimliğin yeşermesi, mümince bir duruşun sergilenmesi neredeyse imkansız hale gelir. Takvanın üstünlüğünü ve muhabbetini bir kenara bırakarak, kavmin üstünlüğü ve muhabbeti üzerinden gıdalanmaya çalışan nice insanın düştüğü acıklı durum ortadadır. Allah için sevme, Allah için buğz etme üzerine kurulmuş olan İslam itikadı; kendisine eşdeğer oranda ikinci bir sevgiyi bünyesine kabul etmeyecek kadar azizdir. Her ne kadar nefsimize, stratejilerimize ve düşüncelerimize ters hareket etse de; bizimle aynı fikirleri paylaşmasa da veya kendince doğru kabul ettiği, bizden farklı bir çözüm yolu, farklı bir yöntem deniyor olsa da; bir Müslüman kardeşimize karşı öfke ve buğz beslemek, onun için hayırdan başka bir şey dilemek, biz Müslümanlara yakışmaz. Unutmamalıdır ki Ali (r.a) ölüm döşeğinde kendisini arkadan hançerleyen Harici için dahi, merhametli sözler söylemiş; çevresindeki müminlere: “Kardeşinize zulmetmeyiniz” diye nasihatte bulunmuştur. Kendi canına kasteden ve kısas gereği öldürülecek olan katile bile merhamet etmiş, kısas edilirken aşırıya kaçılarak ona zulmedilmemesini istemiştir. Çünkü Allah (c.c) “Müminler ancak kardeştir” buyuruyor. Resulullah’ın halifesi, Allah’ın sınırlarının korunmasında son derece titiz davranmıştır. Kendisini öldürmeye geleni dahi tekfir etmemiş, “Kardeşinize zulmetmeyiniz” diyerek onun her ne hata yaparsa yapsın en nihayetinde bir “kardeş” olduğuna vurgu yapmıştır. Çünkü o harici yanlış bir düşünceye kapılarak, zanlarını kat’ileştirerek, Ali’yi (r.a) sevmese dahi; Allah’ı ve Resulünü seviyor, namaz kılıyor ve rukü ediyor. Müminler için kardeşlik ilkesinin hakikati cüzi diye adlandırdığımız bireysel alanda ne kadar geçerli ve gerekli ise, ümmetin kimliğinin netleşmesi ve rahmet rüzgârının esintilerinin dertlerimize deva olması için külli hususlarda ve toplumsal kimliğin oluşmasında da o kadar gereklidir.
Müminin yolu, af ve merhamettir
Müslümanların oluşturduğu bir yapı, Allah ve Resülünü seven (veya bu iddiada bulunan; çünkü kimsenin kalbini yarıp bakamayız), namazını kılan, bütün kardeşlerinin haklarını ve izzetlerini koruyabilmenin mücadelesi içerisinde olmalıdır. Hele Allah düşmanlarının gasp ve tecavüzlerine maruz kalmış Müslümanların yanında olmamak, daha da ileri giderek tam tersi bir istikamette, Allah düşmanlarının Müslümanlara yaptığı zulümlerine ses çıkarmamak veya onları tervic ve teşvik etmek; Allah’ın müminler için vasfettiği vasıfların hakkını verememek manasını taşır. Ve tehlikeli çizgilerde seyredildiğinin açık bir göstergesidir. Bir kısım kardeşlerimizin, Allah’ın bizim için belirlediği kardeşlik hukukuna riayet etmemesi, bizimde tepkisel davranarak kardeşlik hukukunu ilga edeceğimiz, yok sayacağımız veya onları din dışı ilan edeceğimiz manası taşımamalıdır. Bir beşer olarak her birimiz hata edebilirken, bir veya birkaç hatasından dolayı kardeşimizi affetmemek, onu silip atmak bize yakışmaz. Allah Resülü’nün (s.a.v) kapsayıcı bir üslupla dile getirdiği “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” uyarısının, özellikle bireysel ve toplumsal ilişkilerimizde akıldan çıkarılmaması gerekir. Kardeşlik hukukuna hassasiyet gösterilmemesi ve dolayısıyla bu hukukun zedelenmesi maazallah insanı fısk ve nifaka kadar sürükleyen bir sürecin başlangıcı olabilir. Daha da önemlisi bu durum, İslami kimliğe ve İslam toplumunun sosyal birlikteliğini ifade eden “ÜMMET” anlayışına vurulmuş büyük bir darbe olur. Bundan dolayı müminler, bir kısım hataları olsa dahi; Allah’ı ve Resülünü seven kardeşlerinin, (hiç olmazsa kalben) yanında olmaya, büyük özen göstermeli ve onların hayrı için dua etmelidir.


Kardeşlik bağı hakikatin coşkusunu ve muhabbetini beraberinde taşır
İslam ümmeti, kökleri bütün enbiyayı kuşatan, insanlık tarihi kadar eski, dimdik ve sarsılmadan duran, hakkın ve hakikatin sembolü bir ağaç gibidir. Bizler ise bu ağacın dallarına kardeşlik bağlarıyla tutunmuş, çağlar üstü tevhit ağacının, çağdaş yapraklarıyız. Bu bağlamda müminlerle, ümmet arasındaki kardeşlik bağına vurulan her darbe, asırlardır süregelen nebevi mücadeleye vurulmuş bir darbe manasını taşır. Ümmetle kardeşlik bağı kopanlar, ümmetten ümidini kesenler, kendilerini karanlıklara sürükleyen batıl rüzgârları arkasına alırlar ve kimi zaman demokrasi, kimi zaman liberalizm, kimi zaman sosyalizm, kimi zaman rölativizm çalılıklarına tutunarak, oradan oraya savrulur dururlar. Bundan dolayı öncü kadrolardan kaynaklanan kardeşlerimizin, ümmete olan inancını zedeleyecek her hareket, her düşünce, her strateji, batılda sürüklenen yaprakçıkların sayılarının artmasına sebep olur. Maalesef yapraklarını bir bir kaybeden ağaçlar, baharını değil; sonbaharını yaşıyor demektir. Kardeşlik bağı, hakikatin coşkusunu ve muhabbetini beraberinde taşır, yapraklara enbiyadan süzülen saf tevhid akidesini ulaştırır. Onların tutundukları dala daha büyük bir azimle bağlanmalarını sağlar. Kardeşliğin zedelenmesi ümitsizlik mikrobunun yayılmasının en büyük sebebidir. Ümitsizlik ise helakin ve şeytan tuzağının ilk habercisidir.
Siyasetler İlkeleri Değil, İlkeler Siyasetleri Belirler
Müminlerin kardeşliği meselesi sadece duygusal sohbetlerde, birkaç damla gözyaşı eşliğinde, iki üç kıssayla işlenmesi gereken cüzi bir konu değildir. İslam ümmetinin kimliğinin temelleri üzerine oturmuş, vazgeçilmez bir şiardır. Müminlerin kardeşliği, Allah’ın bizim için belirlediği, olmazsa olmaz niteliğe sahip bir ilkedir. İlkeler; stratejilere, kaprislere, kıyaslara ve günübirlik hesaplara feda edilemez. Müslümanlar kendi yanlarından uydurdukları herhangi bir sebeple, kardeşlik ilkesini hiçe sayarak hareket edemezler. Bu husus fertlerin, cemiyetlerin, cemaatlerin veya devletlerin; içtihadına veya keyfiyetine bırakılmış bir husus olmayıp, muhkem olarak sabit olmuş, teabbudi bir husustur. Namaz için, oruç için, hac için gösterilen ibadȋ hassasiyet ve sorumluluğun; kardeşlik ilkesinin ihyası içinde ortaya konulması ve hassasiyetle takip edilmesi gerekir. Her ne pahasına olursa olsun bu ilkeyi korumak, bütün ümmetin sorumluluğu altındadır.

Kardeşlik hukukunu hiçe sayarak fitne ortamına sebebiyet vermek, büyük bir vebaldir.
Müslümanlar arasında kardeşlik ilkesinin ihlal edildiği, tekfirin azgınlaşıp, kılıçların savrulduğu bütün haller, ortamlar, savaşlar ve taassupçu ayrılıkların sonu her zaman hüsranla bitmiştir. Kardeşlik ilkesinin hiçe sayılması, kimi zaman Allah Resulünün (s.a.v) pak torununu katledecek kadar azgınlaşma ve basiretsizleşmeye kadar gitmiştir. Barbar Moğol işgalinin akabinde; Bağdat’ta, Fırat ve Dicle nehirlerinin kan ve mürekkep renginde akmasının, bir medeniyetin merkezinin ayaklar altına alınmasının temel sebebi, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ilkesinin zedelenmesi sonucunda, ihtilafların artması ve gücün kaybolmasıdır. Haçlı seferlerinin, Osmanlı’nın parça parça edilişinin, Kudüs’ün Siyonist azgınların eline geçmesinin temel sebebi, müminler arasındaki kardeşlik ilkesinin toplumsal ve siyasal hayattan uzaklaştırılmasıdır. Hatta bugün yaşadığımız birçok acının ve ızdırabın temel sebebi; kardeşliğin, Allah’a karşı sorumlu olduğumuz bir ilke bilinciyle değil, sohbetlerde dinlenilen bir hikâye olarak algılanmasındandır. Kardeşlik ilkesinin ihlal edildiği her vakıȃ, Müslümanların tarihinde bir buhran olmuş ve hak ettiği şekilde isimlendirilip ‘Fitne’ kavramıyla tarih sayfalarında layık olduğu yere oturtulmuştur.
Allah düşmanlarının temsil ettiği batıl zihniyetin işgalinin, iliklerimize kadar siyaret ettiği bir dönemde; ümmetin, Müslümanların arasında yaşanan çekişmeleri ve yeni yeni fitneleri kaldırmaya tahammülü yoktur. Herkes haddini bilmelidir. Bu din bizlerin keyfimize göre, kimilerini iman ettirip, kimilerini aforoz edeceğimiz ve kimilerini Allah düşmanı ilan edip kılıçtan geçireceğimiz, bir din değildir. Allah’ın sınırları korunmalı, Allah’ın kardeş dedikleri kardeş, düşman dedikleri düşman kabul edilmelidir. Hiçbir gerekçe Allah düşmanını dost, Allah dostunu düşman görmek için yeterli değildir. Bu noktada kardeşlik hukukunu hiçe sayarak, fitne ortamına sebebiyet vermek, büyük bir vebal olarak bilinmelidir.

Emperyalist sömürgelerin; kimliğimizin, kişiliğimizin, yaşam tarzımızın, değerlerimizin üzerine leş kargaları gibi üşüştüğü bir dönemde, Müslümanların yaşadığı topraklardaki fikri ve fiili işgal sürerken, işgalciden ve onun sinsice dönüştüren necis hilelerinden daha fazla, kardeşlerinin yanlışlarını gündemleştirenlerin, fitne ortamını körüklediklerini açıkça idrak etmeleri gerekir. İslam kardeşliğini, mezhep kardeşliği, meşrep kardeşliği, cemaat ve tarikat kardeşliği, örgüt kardeşliği gibi alt cüzlere indirgeyenler, Allah’ın razı olduğu kardeşliği bırakıp, kendi rızalarına göre kardeşlik ihdas ediyorlar demektir. Bu büyük bir bid’attır. Allah’ın ilkelerini ve Resülü’nün sünnetini görmezden gelmedir. Bu türden düşüncelere sahip Müslüman kardeşlerimizin, bir an önce kardeşliğin içini boşaltan bu fasid düşünceden vaz geçmeleri gerekmektedir. Kitabullah’ın izinde, kardeşlik çerçevesinde, ÜMMET bilincini yeniden harekete geçirerek; Allah düşmanlarına karşı tek vücut, tek yürek olarak hareket etme sorumluluğunu elde etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde 90’lı yıllarda Afganistan’dan, Rusları kovan mücahid kardeşlerimizin, çeşitli fitnelere maruz kalıp, birbirlerini katledip, birçok sıkıntıya sebep olmaları gibi; bizlerde şu anda elimizdeki kısmi kazanımlarımızı da kaybedebilir ve mevzilerimizden çekilmek zorunda bırakılabiliriz.
Allah’a itaatsizliğin sonu FEŞEL
Ayrılığa düşmemek, Allah ve Resülüne itaatin bir gereğidir. (8/46) Yalnız Allah’a ve onun emirlerine sarılmayıp, Allah’a ve Resülüne itaat etmeyip, ayrılığa düşenlerin sonu yine Allah tarafından belirlenmiştir. Onların sonu “feşel” dir. Yani; cesaretini kaybetmek, ümitsizliğe düşmek, yılmak, gözü korkmak, muvaffak olamamak, başarısız olmak, sonuca ulaşamamak, moral bozukluğu ve kısaca çabaların sonunun kocaman bir fiyaskoyla sonuçlanmasıdır. Zaferin yolu, Müslümanların birbirini yok sayarak, kendince stratejiler geliştirmesinde, kendi hizbini merkeze alarak boş hayallere sürüklenmesinde değil; topyekün Allah’ın ipine sarılan (3/103) bir ümmet olma bilinciyle birbirine yaslanarak, sabırla ve metanetle omuz omuza saf tutmasındadır.
Birileri Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle Sünnisiyle, Süryanisiyle Yezidisiyle, Ermenisiyle, Yahudisiyle, homoseksüeliyle, lezbiyeniyle, faiziyle, kumarıyla, fahişesiyle, pezevengiyle; laik, demokratik, kapitalist bir sistem içinde, barış içinde yaşamayı hedefliyor ve arzuluyorken; bunun için projeler üretiyor ve hayata geçiriyorken ve ortak yaşamı bir ütopya olarak değil, bir ideal olarak kabul edebiliyorlarken, bize ne oluyor?
Ortak müştereklerde anlaşarak neden birlik olmayalım
Kitabullah’ta adı MÜSLÜMAN olarak anılan (22/78) bizler; Allah’ın sınırlarını çizdiği kardeşlik doğrultusunda, Sünnisiyle, Şiisiyle, Vahhabisiyle Mutezilisiyle Kur’ancısıyla, Hadiscisiyle, Muttakisiyle, Günahkârıyla, ortak müştereklerde anlaşarak neden birlik olmayalım. Neden güneşiyle, ayıyla, rüzgârıyla, yağmuruyla, yıldızlarıyla, gezegenleriyle, hayvanlarıyla, bitkileriyle, bir bütün Allah’a secde eden kâinatın düzenine uyarak Kâbe’yi merkeze alan bir secde medeniyetinin, bir kulluk uygarlığının, temsilcileri olamayalım. Neden güçlerimizi birleştirerek, evvela bölgeye necaset kusan İsrail’i hedef alıp, Kudüs’ü, Mescidi Aksa’yı, Filistinli kardeşlerimizi, Siyonist işgalden kurtarmayalım. Allah’ın Arzında, Allah düşmanlarının hâkim olacağına aklımız eriyor da, Allah dostlarının kulluk merkezli yönetimlerine aklımız ermiyor mu? Allah (c.c): “ol” deyince, her şeyin olacağına inanan biz Müslümanlara, şeytana teslim olmuş, liberal değerler üzerine kurulu, demokratik bir dünya, reel geliyor öyle mi?
Bir secde medeniyeti oluşturmak
Ne yazık ki “Fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya dek” (2/193) Müslümanların bir bütün çaba ve gayret sarfettikleri bir secde medeniyeti, birçok Müslüman tarafından bir hayal, bir ütopya olarak kabul ediliyor. Oysa ki Müslümanların hâkimiyetinin önündeki engel, Allah kitabında açıkça uyarmasına rağmen, ısrarla aralarında ihtilafa düşmeleri, birbirleri ile cedelleşmeleri ve bu şekilde rüzgârlarını kaybetmeleridir. Kardeşlik hukuku bütün yönleriyle harekete geçirilip, Sünnetullah’a karşı gelinmediği müddetçe, Müslümanlar için hiçbir korku yoktur. Fakat herkes kendince oluşturduğu sahada, kendi içtihadıyla belirlediği kardeşleriyle, kendine göre bir cephe açıp mücadele etmeye kalkar ve diğer Müslüman kardeşlerini görmezden gelmeye veya karalamaya devam ederse elbette ki hüsranımız arttıkça artacaktır.

Allah’ın kitabına mı, yoksa şeytanın hesabına mı daha yakınız?
30 küsür yıldır karşılıklı katliam ve zulümlere imza atmış, nice analar ağlatmış, nice körpecik gençleri bir hiç uğruna heder etmiş, faşist ve seküler iki yapı olan Türkiye ve PKK dahi; emperyalistlerin çıkarları ve emirleri doğrultusunda kısa sürede barıştan söz edebiliyorken, bize ne oluyor da; Allah’ın kardeşlik ilkesini inkâr edercesine, azgın kavimler gibi “işittik ve isyan ettik” edasıyla, birbirimize saldırıyor, tekfir ediyor, yüzyıllar öncesinden kalan sıkıntıları gündeme getiriyor, kin, öfke ve nefret kusuyor ve artık hiçbir şekilde Müslümanlar arasında barış ve kardeşlik umudu kalmamış gibi ümitsizliğe kapılıyoruz. Bu durumda kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Acaba bu halimizle, Allah’ı mı yoksa Şeytanı ve dostlarını mı razı ediyoruz? Allah’ın kitabına mı, yoksa şeytanın hesabına mı daha yakınız?
Zaman Müminlerin vahdetini sağlamak için susmanın veya sorunları sineye çekmenin, zamanı değildir. Zaman, İslamȋ kimlikten asla taviz vermeden, sorumlulukların bilincinde olmayı dengeli ve tutarlı adımlar atmayı ve akabinde ümit var olmayı gerektirmektedir.
Yeniden kardeşlik bilinci içerisinde hareket ederek, ümmetin rüzgârına (8/46) ivme kazandırmak ve bu rüzgârla batılın kalelerini yerle bir etmek, bizlerin elindedir.
Bu süreçte birbirimize karşı eleştirilerimizi şiddete ve hakarete varmayacak şekilde, kardeşlik hukuku çerçevesinde, gerektiğinde belki de en sert uslupla, açık açık ve çekinmeden dile getirmeliyiz. (3/110) Bunu yaparken tekfirci değil; tenkitçi, ıslahı önceleyen bir yaklaşımı esas almalı ve Allah için Kardeşlik ilkesini, ümmet olma bilincini, hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız. Tartışıyorsak bile, çatışmak için değil; anlaşmak için, kucaklaşmak için, günün birinde hak safında batıla karşı beraberce şehit olmak için tartışmalıyız.

Ey Evs ve Hazrec'in kalplerini İslam çatısı altına birleştiren Rabbim, mezhep ve meşreb kavgasına tutuşmuş kardeşlerimin kalplerini, İslam çatısı altında birleştir. Bizlere Müslümanca, kardeşçe yaşayabileceğimiz bir İslam devleti nasip eyle. Müslümanları, batının seküler paradigmasından ve demokrasi necasetinden koru.
Ey rahmetiyle seyyiatı hasenata çeviren Rabbim; Şiisiyle Sünniye, Selefisiyle, Mutezilisiyle, senin kıblene yönelen ve sana kulluğu dileyen bütün kardeşlerimin kalplerindeki öfkeyi, şefkat ve merhamete tebdil et. Sosyalizmi, Kapitalizmi, Liberalizmi, Faşizmi, Laikliği, Kemalizmi, Sekülerizmi, Hinduizmi, Paganizmi, Şamanizmi ve lanet Demokrasiyi pak İslam itikadıyla sentezleme vehmine kapılmış ve senin dininin izzetini ve ortak kabul etmezliğini idrak edemeyen gafilleri, içine düştükleri karanlık çukurlardan uyandır. Bizi layık olduğumuz gibi kâfirlere karşı heybetli, şiddetli ve azametli; kardeşlerimize karşı şefkati ve merhametli kıl (48/29) Senin her şeye gücün yeter. Âmin…
Bülent Koca

VAHDET HABER
 
Üst Ana Sayfa Alt