Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haber Pkk - Hizbullah Çatışması Mı?

H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
26561.jpg



PKK-Hizbullah Çatışması mı?
"Bu noktada asıl sorulması gereken soru şudur: PKK/KCK böylesine bir sulhe yanaşma potansiyeline sahip midir?"

ISLAH HABER
Batman’da açık alanda gerçekleştirilen düğün sırasında BDP’li bir gencin yaşamını yitirmesinin alevlendirdiği gerilim sürüyor. Olay Kürt illerinde uzun bir süredir hakim olan sulh ve güven ortamını sabote ederken, kamuoyunda ciddi bir endişe oluşturdu. Doksanlarda bu bağlamda yaşanan acı hadiseleri tekrar yaşamak istemeyen Kürdistan halkı, tarafların sağduyulu hareket etmesini ve provakasyona gelmemesini istiyor.
Bilal Medeni de bugün kaleme aldığı köşe yazısında bu kaygısını dile getirerek, olayların bu noktaya gelmesine neden olan gelişmeleri irdeliyor.
Doksanlarda yaşanan PKK-Hizbullah çatışmalarına dair ciddi bir yüzleşmenin gerçekleştirilememesinin olayları besleyen nedenlerin başında geldiğine işaret eden Medeni, öncelikle medyaya yansıyan biçimiyle bir PKK-Hizbullah çatışmasının olmadığını altını çiziyor ve ekliyor; “Aksine sürekli bir biçimde bir tarafın saldırı durumu söz konusudur. Bu anlamıyla ortada bir “çatışma” değil sürekli bir “saldırı” durumu vardır…”
Sorunun çözümünün, BDP/PKK ve HÜDA-PAR/HİZBULLAH yetkililerinin kendi aralarındaki fiili çatışmasızlığı resmi bir hüviyete dönüştürmelerinde yattığına dikkat çeken Medeni, Kürdistan’daki herkesi bu çatışma ihtimalini ortadan kaldırmak için zemin oluşturma sorumluluğunu yerine getirmeye çağırıyor.
Bilal Medeni’nin yorumu:
PKK-Hizbullah Çatışması mı?
Doksanlarda yaşanan PKK-Hizbullah çatışmalarına dair ciddi bir yüzleşmenin gerçekleştirilememesinden kaynaklı olarak bugün Kürdistan’da yeniden aynı kesimler arasında çatışmaların tohumları atılıyor.
Birçok açıdan doksanlardaki sürece benzeyen bugünkü durum politik ve alan kaygıları gözetilmeksizin engellenmeye çalışılmazsa herkesin zararlı çıkacağı bir anafora gireceğimiz kesindir.
Bu mesele bütün politik çıkarlarımızın, kazanımlarımızın, kinlerimizin ötesinde ele almamız gereken bir mevzudur. Doksanlarda bunu gerçekleştiremediğimiz için yüzlerce insanımız hayatını kaybetti ve halkımızın arasına belki bir daha kapanmayacak düşmanlıklar yerleşti.
Yüzleşmek durumunda kaldığımız bu müessif süreci aşmamız için elzem olan şey doğru bilgilen(dir)medir. Bu bilgilen(dir)me ameliyesi geçmişi ve şimdiyi kapsayacak bir nitelikte olmalıdır. Zira yaşanılan şey kimsenin kuşkusu olmasın ki geçmişin devamından başka bir şey değildir.
Öncelikle medyaya yansıyan biçimiyle bir PKK-Hizbullah çatışmasının olmadığını vurgulamamız gerekmektedir. Aksine sürekli bir biçimde bir tarafın saldırı durumu söz konusudur. Bu anlamıyla ortada bir “çatışma” değil sürekli bir “saldırı” durumu vardır.
Hizbullah tabanının legalleşip önce dernekleşmesi ardından partileşmesi ile başlayan sürece düzenli bir biçimde eşlik eden şey saldırılar oldu. Hizbullah kökenli kurumların farklı illerdeki şubelerine yüze yakın bombalı, molotoflu saldırılar yapıldı ve nihayetinde Yüksekova Mustaz’af-Der başkan yardımcısı Ubeydullah Durna bu saldırıların birinde katledildi. Bu saldırılara karşı -Ubeydullah Durna’nın katledilmesi de dâhil- Hizbullah hareketi hiçbir misillemede bulunmadı.
Yüze yakın ve ölümle sonuçlanan bu saldırıların hiçbirisine karşı PKK/BDP tarafından bir tepki verilmemesi ve hatta bunun yanında saldırıların yer yer meşru müdahaleler biçiminde sahiplenilmesi işi daha çetrefilli bir hale getirdi.
Yine PKK/BDP tarafınca, yaşanan saldırıların her gündem oluşunda, çok bilinçli bir biçimde geçmişe yani doksanlardaki kaotik ortama göndermeler yapılıp, bugünkü saldırılar geçmişteki kimi yaşanmışlıklar, konumlandırmalar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Bu yönüyle geçmişteki PKK-Hizbullah çatışmasının bir devamı olarak bugünkü saldırılar devam ettirilmektedir. Bu durum aynı zamanda zımnen de olsa taraflar arasındaki fiili saldırmazlık durumunun PKK (YDG-H) tarafından ihlal edildiği anlamını taşımaktadır.
Doksanlardaki PKK-Hizbullah çatışmasının aslında bitmediğini, fiili bir aşamadan “soğuk savaşa” terfi ettiğini, Hizbullah’ın görünür olmaya başlamasıyla birlikte PKK tarafından tekrardan fiili saldırıya irca ettiğini söyleyebiliriz. İşte mesele tam da bu “bitmemiş savaş” konseptini “sonlandırılmış” bir hale dönüştürmekte yatıyor.
Bu hakikate binaen Hizbullah’ın defalarca dile getirdiği fiili ateşkesi resmileştirme ve Öcalan’ın devlete teklif ettiği “hakikatleri araştırma komisyonları”nın bir benzeri olan doksanlardaki çatışmalara dair “hakikatleri araştırma komisyonu” kurma teklifleri sürekli olarak PKK tarafınca cevapsız bırakıldı.
Adı geçen adımların atılması Kürdistan’da ve siyasetinde normalleşmeyi getireceği kesinken bu adımların mütemadiyen karşılıksız bırakılması düşündürücü olmuştur.
Mevcut sıkıntılı durumun başlaması ve gelişmesinde özellikle PKK medyasının tutumunu not etmek gerekmektedir. Aynı medya salt Hizbullah ile alakalı değil özellikle KDP’yi hedefleyen ciddi bir yalan haber üretimi gerçekleştirmektedir. Hassaten son dönemlerde sahte belgeler yayımlayarak ne denli manipülatif bir medya anlayışına sahip olduklarını göstermişlerdir. Aynı medya dilinin doksanlardaki çatışmalarda da işlevsel olduğunu vurgulamak önemli bir husustur. (PKK medyası ayrı bir yazı konusu yapılabilir)
Bu bağlamda PKK-Hizbullah çatışmalarına dair oluşturulan yargıların tamamı ve özellikle de “Hizbullah”ın ne’liğine dair tanımlamaların bütünü sorunsallaştırılmalıdır. Zira PKK merkeze alınarak yapılan Hizbullah yorumlarının kahir ekseriyeti yukarıda zikrettiğimiz medya üzerinden inşa edilmiş hakikatler(!) bütünüdür.
PKK saldırılarının varlığı, Hizbullah’ın görünür olmaya başlamasıyla yakından alakalıdır. Bu “görünür olma” hali aslında doksanlardaki çatışmanın da temel sebebiydi. Zira Kürdistan’da “görünür olma” hali PKK için çok rahat kabul edilebilir bir şey değildir. Doksanlarda illegal olarak “görünür” olan Hizbullah hedefe alınırken bugünlerde legal olarak “görünür” olan Hizbullah’ın dernekleri ve partisi hedef tahtasına oturtulmuştur.
“İktidar”, doğası gereği şiddeti mündemiçtir. Hizbullah’a yönelik saldırıların temelinde önemli bir hisse de PKK’nin sahip olduğu iktidarı ne örgütsel zemin üzerinden ve ne de legal siyaset düzleminde paylaşmak istememe güdüsüdür. Hele ki, bu yeni aktör kendi “ideolojik” konumlanmasının tam karşısında yer alıyorsa...
Bu durum aslında Kürdistan’ın fiili tek partili siyasal hayatının “çok partili” siyasal hayata geçişinin, siyasal çoğullaşmanın getirdiği sancılardır. Bu açıdan PKK’nin bu sürece direnmesi bir yanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili hayata geçiş sürecini, buna direnen baskıcı çevrelerin reflekslerini anımsatmaktadır.
BDP/PKK (buna şimdi HDP’de eklendi)’deki üstenci, kendini merkeze alan, kendisini Kürtler ile eşitleyen indirgemeci dilin, kendi politik hedeflerini Kürdistan mücadelesinin yol haritası görecek kadar mutlakçı yapısının bir türevi olarak yaşanıyor aslında tüm bu gerilimler.
Bu kesimin tüm sözcüleri Kürtler’i kimin temsil ettiğini, Kürtler’in kimi Kürdistan’da isteyip istemediğini söylemeye yeltenecek kadar otoriter, buyurgan bir söylemi temsil ediyorlar. Tanımlamaları kendileri yapıp o tanımlara uygun davranış kodlarını kendileri belirliyorlar. Bu yapılan şey aslında tam anlamıyla bir “epistemik şiddet”tir.
Bütün bu seyir içinde aslında ilk inşa edilen şey bir “Hizbullah” algısıdır. Medyası, örgütü, siyaseti ile tesis edilen bu “Kurgusal Hizbullah” üzerinden gerçek Hizbullah’a ve onun kurumlarına fiziki şiddet uygulanma şansı oluşmaktadır. Talep oluşturup arzı gerçekleştirme de diyebiliriz buna. Dolayısıyla bu meseleyle ilgilenen herkesin ilk yapması gereken şey yaratılan, kurgusal gerçeklik ile asıl olanı tefrik etme olmalıdır.
Açıkça ifade etmek gerekirse Hizbullah’ın silaha sarılması, şiddeti yeniden bir politik enstrüman olarak kullanmaya başlaması birçok kişi için silaha sarılmamasından, şiddete başvurmamasından daha tercih edilir bir durumdur. Bu anlamıyla Hizbullah’ın eyleme kalkışması adeta “istenilir”, “teşvik edilir” bir hal almış, sivilleşmesi, siyasal bir zemin üzerinden politik bir aktöre dönüşmesi engellenmeye çalışılmıştır.
Kısacası Hizbullah/Hüda-Par faktörü kriminalize edilerek “iktidar” paylaşımından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Bu çevreye yapılan saldırıların temel motivasyonu bundan ibarettir. PKK/KCK yönetiminin bugüne dek bu saldırıları örgütsel hiyerarşi içerisinde alenen sahiplenmemesi ve bu saldırıların YDG-H eliyle gerçekleştirilmesi de aslında aynı amaca hizmet etmektedir. Amaç Hizbullah ile ilan edilmiş bir çatışma yaşamadan Hizbullah’ı kriminalize ederek kamuoyunda etkisizleştirmektir.
Tekrar başa dönecek olursak, geçmişe dair hakikatli bir yüzleşme, hesaplaşma gerçekleştirmeden bugün değerler ve ilkeler üzerinden bir siyaset yürütmenin olanaksız olduğu aşikârdır. Dolayısıyla bir an önce BDP/PKK ve HÜDA-PAR/HİZBULLAH yetkilileri kendi aralarındaki fiili çatışmasızlığı resmi bir hüviyete dönüştürmelidirler. Bu normalleşmeyi gerçekleştirmek Kürdistan’ın en etkili iki siyasal öznesinin vazgeçilmez sorumluluğudur.
Kürdistan’da halkımızın zarar göreceği bir çatışmayı geliştirecek adımlara kimsenin yeltenmemesi gerekmektedir. Bu korkutucu senaryoların vücut bulmaması için duyarlı olan herkesin kendi siyasal kimliğini, kabullerini bir tarafa bırakarak çaba sarf etmesi elzemdir. Bu anlamıyla Kürdistan’daki örgütlü bütün çevreler, kanaat önderleri, entelektüel, yazar, sanatçı kısaca toplum üzerinde etkili olan herkese bu çatışma ihtimalini ortadan kaldırmak için zemin oluşturma sorumluluğu düşmektedir.
Unutmayalım ki, barış insanlığımızın ve Kürdistan’ın maslahatınadır... Barış’a yatırım yapacak olanların kazanacağı şiddete meyyal olanların ise kaybedeceği bir zaman ve mekândayız…
Bu noktada asıl sorulması gereken soru şudur: PKK/KCK böylesine bir sulhe yanaşma potansiyeline sahip midir?
Hür Bakış
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PKK/Hüda-Par Gerilimi: 1990'lara dönüş mü?
Kamuoyunda "90'lı yıllara dönüş mü?" kaygısı uyandıran PKK/Hüda-Par gerilimini Fırat Toprak’la konuştuk.
ISLAH HABER

"PKK, Bölgede İslami Kesimlere Saldırarak Neyi Amaçlıyor?"; "Batman Olayı Üzerine KCK’nin Son Açıklaması Ne Anlam İfade Ediyor?"; "Bölge 1990’lı Yıllara Geri Döner mi?"
Son günlerin kamuoyunu en çok kaygılandıran konusunu, PKK'nin Mustazafder camiasına yönelik son saldırı ve açıklaması üzerinden bir kez daha öne çıkan İslami kesimlere yönelik saldırılarıyla ilgili biz sorduk, Fırat Toprak cevap verdi.
Son günlerde PKK'nin bölgedeki İslami çevrelere, hasseten de Mustazafder camiasına yönelik saldırılarında artış yaşandığı görülmektedir. Bunun son örneği de Batman’daki provokasyon oldu. Genel olarak bu gelişmeler hakkında neler söylemek istersiniz?
KURULUŞUNDAN BUGÜNE PKK’NİN ŞİDDET EKSENLİ BİR YÜRÜYÜŞÜ SÖZ KONUSU
Kanaatimce bunlar sürpriz gelişmeler değil. PKK’nin zaten kuruluşundan bugüne şiddet eksenli bir yürüyüşü söz konusu. Kendisine rakip gördüğü oluşumları daima ötekileştirerek onu derin güçlerin bir uzantısı şeklinde sunup imha siyasetine kalkıştığı düşüncesindeyim. Ve bunun İslami olup olmaması da hiçbir anlam ifade etmemektedir.
KONTROLLÜ GERİLİM STRATEJİSİ YÜRÜTÜLMEKTE
Bu manada son süreçte yaşanan gelişmelerin de sürpriz olmadığı kanaatindeyim. Bunlar PKK geleneğinin yapmayacağı şeyler değil. Özellikle de son yıllarda hasseten Suriye savaşıyla beraber bölgedeki İslami oluşumların öne çıkması ve de Mustazafder çevresinin partileşmesiyle birlikte PKK’de rekabet psikolojisinin tavan yaptığı kanaatindeyim. Bunun neticesi olarak PKK’nin kontrollü gerilim stratejisini hayata aktardığı söylenebilir.
PKK’NİN SON ATRAKSİYONLARI SEÇİME DÖNÜK HAMLELER NİTELİĞİNDE
PKK’nin topyekûn bir savaşı göğüsleyebilecek durumda olduğunu zannetmiyorum. Hem barış sürecini bitirmeye yönelik açıklamalarının hem de rakiplerine yönelik saldırılarının seçimi kurtarmaya mebni konjonktürel bir planın ürünü olduğunu düşünüyorum. Üst üste koyduğumuzda aslında bütün bu atraksiyonların önümüzdeki seçimlere dönük hamleler olduğu kanaati güçleniyor.
Çözüm sürecinin ağır aksak da olsa işlediği bir vasatta PKK neden bu saldırıları yapıyor olabilir?
ÇÖZÜM SÜRECİNİN TIKANMASI: KARŞILIKLI SEÇİM HAMLELERİ
Çözüm sürecini kanaatimce hükümet cenahı da ağırdan alıyor. Bu seçime endeksli olabilir. Başka bir deyişle hükümet süreci zamana yayarak önümüzdeki seçimi kurtarmayı amaçlıyor olabilir. KCK tarafının da bunu görüp benzeri bir hamleyle karşılık verdiği söylenebilir. Bunlar sürecin tamamen bitmesi veya bir kopma değil. Bir tıkanma görüntüsü oluşturarak tehdit ve ajitasyon yoluyla önümüzdeki seçimlere daha güçlü girme hedefi güdülmektedir.
ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİM “PARALEL DEVLET İNŞASI”NDA KIRILMA YARATABİLİR
Çünkü önümüzdeki seçim süreci bölgedeki paralel devlet inşası sürecinde muhtemel bir kırılmayı ifade edebilir. PKK’nin bölgedeki tahakkümünü kalıcılaştırmaya dönük bir strateji izlediği ve tamamen her zaman olduğu gibi kendi örgütsel çıkarlarını Kürtlerin çıkarlarına indirgeyerek kendini alabildiğine tahkim etmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu bağlamda seçimlere kadar bu tür gerginlikleri çok sık göreceğimiz kanaatindeyim. Bununla beraber bu gerginliklerin topyekûn bir çatışmaya dönüşeceğini zannetmiyorum. Seçime kadar gerilimi tırmandırma temelinde Hüda-Par çevresini ötekileştirmeye hız verme ve mümkünse AK Parti’yi bölgeden silme gibi bir stratejileri var.
KCK’nın Batman olayı üzerine kaleme aldığı son açıklamasında Mustazafder çevresi açıkça hedef gösterilmekte ve Batman olayının AK Parti ile geçtiğimiz günlerde yapılan görüşmenin akabinde gelişmesi “dikkate değer” bulunuyordu. Oysa siyasi bir parti olarak BDP’nin iktidar partisiyle gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak dirsek teması söz konusu. Hüda-Par’ın hükümet ile görüşmesinin KCK tarafından “dikkat çekici” addedilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, “AKP-Yeşil Ergenekon’un PKK’ye karşı ittifakı”nın kanıtı mıdır?
HÜDA-PAR-HÜKÜMET GÖRÜŞMESİNİ MANŞETE ÇEKMEK KARA PROPAGANDADIR Bir siyasi partinin başbakanla veya iktidar partisiyle görüşmesinden daha doğal bir şey olamaz. BDP için bunu hak addedip aynı hakkı Hüda-Par’dan esirgemek adil olmaz. Siyasi bir partinin meclis ve hükümetle görüşmeler yapması tabiidir. Bu manada BDP veya KCK’nın Hüda-Par’ın hükümetle görüşmesini manşete çekmesi tamamen kara bir propagandadan ibarettir. Bu, karşısındaki siyasi oluşumu ötekileştirmek demektir. KCK çevresi bu konuda ustalaşmış görünmektedir. KCK, hükümet olsun olmasın kendine rakip veya tehdit gördüğü oluşumları itibarsızlaştırmaya dönük propagandada mahirdir. Sadece bu son olayda değil benzeri bütün olaylar üzerinden rakiplerini “derin güçlerle irtibatlı” şeklinde sunarak itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Mustazafder camiasının saldırılar karşısındaki tutumunu nasıl buluyorsunuz?
HÜDA-PAR’IN DURUŞU OLGUN
Hüda-Par’ın her şeye rağmen olgun ve onurlu bir duruş sergilediği kanaatindeyim. Son olayla ilgili olarak da açıklama yapması ve olayı sahiplenmemesi “Beyan esastır!” kabilince gayet yerindedir. Hâlbuki KCK tarafı YDG-H’nın bölgedeki İslami kesimlere yönelik saldırıları karşısında aynı olgunlukta duruş sergilememiştir. Bunların hepsi üzerine durulması, konuşulması gereken şeyler. Bu manada bölgenin temel ihtiyacının sükûnet olduğu hatırlatılmalıdır. Çözüm süreci nihayetinde bir geçiş sürecidir ve bu büyük gerilimlere gebedir. Bu gerilimin daha fazla tırmandırılmaması noktasında herkesin elinden gelen ne varsa onu ortaya koyma gibi bir sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu sükûnet zeminin oluşturulması ve gerilimin düşürülmesi bağlamında tarafların özellikle de liderlik kadrosuna büyük sorumluluklar düştüğü açık. Bu bağlamda BDP’nin duruş ve söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
BDP SIKIŞTIĞINDA TOPU TACA ATIYOR
BDP liderlik kadrosunun özellikle ajite edici yönde bir tavır takındıklarını biliyoruz. “Son sözü KCK söyler!” diyerek topu taca atma gibi bir yaklaşımları söz konusu. Yani sorumluluk mevkiindeki insanların irade sergileyememe gibi bir durum yaşanmakta. Sıkıştıkları durumda hemen topu taca atıyorlar. Aslında sağduyulu ve sorumlu davransalar daha çözümleyici bir irade şekillenebilir. Ama bunlar bence medyada yapılanmış düşünülmüş politik atraksiyonlar olarak değerlendirildiği için onlardan irade üstlenmelerinin beklenip beklenemeyeceği tartışılır. Ama Hüda-Par’da gördüğümüz olgunluğu maalesef KCK-BDP tarafında görmediğimiz kesin.
Gerilimi yükseltmenin araçlarından bir diğeri de “Rojava” olarak adlandırılan Suriye Kürdistanı olmakta. Buradaki sizin deyişinizle “paralel devlet inşası”nı sahiplenmek amacıyla bir seferberlik psikolojisi oluşturulmuş ve bu bağlamda içerisinde Özgür-Der’in de bulunduğu birçok İslami kesime yönelik saldırılar olmuş, olmakta. Hüda-Par’a yönelik olarak da KCK’nın Suriye Kürdistanına gönderme yaptığı son açıklamasından açıkça anlaşılmakta. Buna göre Hüda-Par, bölgedeki “İslamcı çeteler”i AK Parti ile koordineli şekilde örgütleyip finanse etmektedir (!). Hâlbuki bildiğimiz kadarıyla Hüda-Par çevresinin Suriye’ye yaklaşımı hiç de muhaliflerin desteklenmesi yönünde değil. KCK’nın son açıklamasına da yansıdığı üzere PKK’nin Hüda-Par’a yönelik “Rojava’daki çetelerin finansörü” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK ULUSALCILIĞI TÜM RAKİPLERİNİ AYNI TORBAYA KOYUP ÖTEKİLEŞTİRMEKTEDİR Bu, tamamen partiyi dövmeye niyetli bir yaklaşımın ürünüdür. Veya bu durum, kurt-kuzu hikâyesindeki kuzuyu yemeye niyetli kurdun bahane bulma çabasını çağrıştırmaktadır.
Dikkat edilirse ulusalcı çevrelerin yaptığı açıklamalarda çok bilinçli bir tefrik söz konusu değil. Bu “Rojava” meselesinde de böyle, Hüda-Par meselesinde de. PKK ve diğer ulusalcı çevreler genel olarak İslami oluşumları kendine tehdit gördüğü durumlarda hepsini aynı torbaya atarak ötekileştirme kolaycılığına rahatlıkla düşmektedir. Yani rakiplerine karşı çok dikkatli bir ayrım veya analiz yapılmış değil. Örgüt merkezli düşüncenin bir neticesi olarak kendilerini Kürtlerin “ulusal emel”lerini temsil etme pozisyonuna oturtmakta ve kendilerine yönelik tehdit gördükleri unsurları da rahatlıkla “hain” ilan edebilmektedirler. Bunların sağcı Kürt, sosyalist Kürt veya İslamcı olması hiçbir anlam ifade etmemektedir. Örgütün tanımladığı yönde “Kürt ulusal hedefleri”ne tehdit olarak görülenlerin isminin Ahmet-Mehmet olmasının bir önemi yok. Hepsine yönelik hiçbir ayrım gözetmeden itibarsızlaştırma söz konusu.
“ROJAVA” ULUSAL BİLİNÇ İNŞASI İÇİN KULLANILIYOR
“Rojava” meselesi de aslında PKK merkezli bu “Kürt ulusal bilinci”nin inşası için kullanılıyor. Bu manada da “İslamcı çeteler” dediği unsurlara baktığınızda bunun yardım kuruluşlarından siyasi partilere değin çok geniş çerçevede kendileri için tehdit gördükleri hemen tüm unsurları kapsadığını görmeniz mümkündür. “Rojava” konusunda kendilerinden farklı düşündüğünü tespit ettikleri herkesi ve her kesimi listeleyerek bir nevi itibarsızlaştırma siyaseti izlediklerini görmekteyiz. Bunların insaftan uzak olduğu belli. Aynı şekilde kara propagandaya saplandıkları da çok açık.
Bir araya topladığımızda şunu diyebilir ki; karşımızda politik güç olarak insaf-izan sahibi kabul edilebilecek bir güç yok. Kendisini merkezde gören bir ulusalcı zihnin kendisi dışındaki tüm unsurları tehdit olarak algılaması söz konusu. Bu algının bizatihi kendisi bölge için en önemli sorun. PKK, rakiplerini, tehdit unsuru olarak gördüklerini adım adım pasifize etme sürecini işletmektedir.
KCK’ın son açıklamasında “AKP ve yeşil Ergenekon” adı altında birçok kesimi hedef göstererek "özsavunma" ve "demokrasi güçleri”ni ivedi ve güçlü şekilde cevap vermeye çağırdı. Sürmesi durumunda bu dilin bölgeyi 1990'lı yıllara geri götüreceği yönünde kamuoyunda bir endişeli ruh halinin oluştuğu gözlenmekte. Siz de bu kaygıyı duyuyor musunuz? Bölge 90'lı yıllara yeniden döner mi?
“ÖZSAVUNMA” TERKİBİ, RAKİPLERİNİ EZMENİN MEŞRU KILIFI
“Özsavunma” manifestolarında da “gerici-faşist güçler” gibi muğlak ve genel bir ifadeyle kendileri dışındaki bütün politik güçleri o kategoriye sokacak bir tarif söz konusu. “Özsavunma”, kendileri dışındaki bu güçlerin tümüne karşı “Kürt halkının kendini savunması” şeklinde tanımlanıyor. Onların dilinde “özsavunma” veya “aktif savunma”nın rakip gördükleri kesimlere karşı şiddeti meşrulaştırma aracı olarak algılandığını biliyoruz. Ulusalcı çevrelerin ve PKK’nin diline, edebiyatına ve jargonlarına aşina olan herkes çok iyi bilmektedir ki aslında barış ve demokrasi dediklerinde bile yine savaşı kastediyorlar.
BUGÜNKÜ GELİŞMELER “ÖZSAVUNMA”NIN RAKİPLERE DÖNÜK YÜZÜNÜN GELECEKTE NASIL OLACAĞININ GÖSTERGESİ “Özsavunma” derken de tamamen kendilerinin karşısındaki oluşumlara yönelik şiddeti kastetmektedirler. YDG-H adı altında son zamanlarda farklı İslami kesimlere yönelik yoğunlaşan saldırılar da “özsavunma” söyleminin pratik açılımı mahiyetindedir. Daha bugün işaretleri böyle olan “özsavunma” yarınlarda daha tahkim edilmiş ve paralel devletin inşa edildiği durumlarda kim bilir rakip görülenlere dönük yüzü nasıl olacaktır.
1990’LARA DÖNÜŞ SİYASİ AKLIN İNTİHARI OLUR
Bugünkü gerilimin bölgeyi 90’lı yıllara geri götüreceğini zannetmiyorum, en azından temenni etmiyorum. Herhangi bir siyasi akıl eğer bu yönde bir karar almışsa bu açıkça intihardır. Kürt siyasal aklı, ister İslamcısı ister ulusalcısı her kim böyle bir karar almışsa bu bölgeyi ateş topuna çevirmekten başka bir anlam taşımaz. Bu “devrimci halk savaşı” olarak ifade edilen gelişmenin bölgeyi yaşanılmaz kılması anlamına gelir.
BÖLGESEL DENKLEM 90’LARA DÖNÜŞÜ KALDIRAMAZ
Doğrusu reel olarak hiç kimsenin böylesi bir karar almaya cesaretinin olacağını zannetmiyorum. Çünkü bölge denklemini her halde herkes okuyordur. 90’lı yıllardaki çapına rağmen bunu kaldıramayan güçlerin bugünkü çaplarıyla bunu kaldırmalarının mümkün olamayacağı kanaatindeyim. Öte yandan bölgedeki daha başka dinamiklerin de buna kolay kolay izin vermeyeceğini düşünüyorum.
BÖLGESEL TAHAKKÜM STRATEJİSİ GERİLİMLİ GELİŞMELERE HER ZAMAN GEBE Bu tip gelişmeleri konjonktürel zeminde değerlendirmenin, bugüne özel olarak seçim sürecine kadar götürülmesi planlanan bir süreç olarak okumanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Bununla birlikte Kürt ulusal hareketinin bölgesel tahakküm stratejisi çerçevesinde bölgenin yarınında oluşturmak istediği sosyal, siyasal dokunun bu tür gerilim ve gelişmelere her zaman gebe olduğunu da unutmamak lazım.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Ana Sayfa Alt