Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Risale-i Nurda Tahrifat Tartişmasi((gerçek Hayat 27 Nisan 2007 Yıl 7)

E Çevrimdışı

esirazat

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
(Gerçek hayat 27 Nisan 2007 yıl 7)

(Sayfa 12–13)

RİSALE-İ NURDA TAHRİFAT TARTIŞMASI

Bediüzzaman Said Nursi’nin geride bıraktığı eseri Risale-i Nur Külliyatı bir devrim niteliğindedir. Üstad’ın hayatta olduğu zamana ve günümüz sorunlarına ışık tutan bu eserler bilhassa Türkiye’de Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’in sünnetinden sonra rehber olarak kabul edilmiştir. Hayattayken ilim hizmetinden bir adım dahi geri atmayan ve bu doğrultuda karşılaştığı siyasi baskılara boyun eğmeyen, ömrünün büyük bir çoğunluğunu hapis ve sürgünde geçiren ‘asrın alimi’ sıfatıyla hafızalarımıza kazınan Sadi Nursi Hazretleri’nin eserlerinde bir takım tahrifatlar yapıldığı geçmiş zamanlarda gündeme gelmiş ve bu iddiaların üstü bir şekilde kapatılmıştı. Bu iddiayı, “ispat ve belgeleriyle ortaya koyacağını” söyleyen sahibi olduğu Tenvir Neşriyat’ta Risale-i Nur’ların tahrif edilmemiş ve eksiksiz bir şekilde basımını yaptığını iddia eden Muhammed Sıddık Şeyhanzade’yle görüştük.




(Ersin çelik gerçek hayat muhabiri)

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Bingöllüyüm. 1969’da Ankara’ya geldim ve Ankara İlahiyat Fakültesi’ni bitirdim. Daha sonra Tenvir Neşriyat’ı kurdum. Bütün hayatımı ‘Nur Hareketi’ne adamış, bu hareket içerisinde hayat bulmuş birisiyim.

Asrın İmamı diye kabul ettiğimiz Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin eserlerinde yani Risale-i Nur’larda birtakım tahrifatlar yapıldığını ve orijinal basımının sahibi olduğunuz ‘Tenvir Neşriyat’ tarafından neşredildiğini söylüyorsunuz. Bu, çok ciddi bir iddia değil mi?

Bu bir iddia değil, birebir tespit ettiğim tahrifatlardır. Şu anda piyasada olan Risale-i Nur’larda bir takım, ciddi değişiklikler yapılmıştır. Kur’an’ın manevi bir mucizesi olan Risale-i Nur, insanlar için içtima-i ve imani hakikatler içerdiği halde, onda yapılacak en küçük bir inhirafın dahi çok büyük yaralar açılmasına sebep olur. Ben bu meselenin ispatına hazırım.

Yapılan değişiklikleri ne zaman fark ettiniz?

Okurken. Daha öncesinden Osmanlıcasını okuduğum için, Türkçe çevirilerde birçok önemli değişikliklerin yapıldığını fark ettim. Üstad zamanında basılan Osmanlıca Risale-i Nur’larda tahrifat yok. Latincelerde var. Daha sonra ben orijinal eserleri tekrar Latinceye çevirdim ve yapılan tahrifatları detaylı bir şekilde ortaya koydum.

Sizce bu değişiklikler kasıtlı olarak mı yapılmış, çevirilerde bir hata olamaz mı? Ustad eserlerinin çevrilmesine izin vermiş mi?

Üstad eserinde şöyle diyor; “Ben Latinceden bir tek harfi bilmediğim için o mübarek gazeteyi (Cihat Gazetesi) bana gönderiyorlardı ben okuyamıyordum, anlamıyordum.” Onun için Üstad, Hattı Kur’an hakim olsun diye bütün gücüyle çalışmış fakat daha sonra bakmış üniversite gençliği Risale-i Nur’lardan mahrum kalıyor, eserlerinin Latinceye çevrilmesine müsaade etmiştir. Bunların detayına fazla girmek istemiyorum. Üstad ancak Latinceye zaruret derecesinde cevaz vermiştir.

Neden girmek istemiyorsunuz?

Tahrifatların yapıldığını tespit ettiğim dönemlerde yapmış olduğum araştırmalarda bu işin içinde o zamanki devlet yönetiminin de eli olduğunu gördüm. Şahısların ismini vermek istemiyorum. Fakat yeri ve zamanı gelince gerçekleri söyleyeceğim.

Yani bu tahrifatlar, “Belli bir amaç doğrultusunda sistemli olarak mı yapıldı” diyorsunuz?

Evet, ben değiştirenlere karşı çıktım Ankara’daki kitap evlerinde bir tek Risale-i Nur yokken benim dükkânımda yüzlerce Risale-i Nur kitapları bulunuyordu. Envar Neşriyat, Risale-i Nur basıyordu. Ben bu yayınevini satın alıyordum, her şey tamamdı. Fakat bazı oyunlar oynandı bu yayınevini alamadım. Bana söylenen, “Devletin yayınevini satın almaya müsaade etmediği” oldu. Alacağımız dükkândaki bütün kitaplar toplanıp götürüldü ve bir daha da geri alamadım. Akıbetlerinin ne olduğunu bilmiyorum

Bahsini ettiğiniz bu değiştirmeler bir kerede mi yapıldı, yoksa zamana yayılan bir durum mu söz konusu?

Değişik zaman ve dönemlerde yapılmış. ‘Vahhabi’, ‘Münafıklar’ ve buna benzer bazı parçalar eserlerden tamamen çıkarılmış.

Bu değişiklikler Bediüzzaman hayattayken de yapılmış mıdır? Yapıldıysa bu durumdan haberi olmuş mudur?
Bediüzzaman hayatta iken Hattı Kuran’larda en küçük bir tahrifat yapılmamış. Fakat Latince kitaplarda tahrifatlar yapılmış. Üstad bu değişiklikleri bizzat tespit etmiştir. Mehmet Fevzi ağabeyle bir görüşmemizde Üstad’dan bir hatırasın ı şöyle nakletti; “Üstadımız yeni basılan risaleleri tetkik ederken yüzünde bir şiddet belirtisi oluştu. Sinirlenerek bıçağını çıkarıp yapılan değişiklikleri bıçağıyla kazarak şöyle buyurdu; ‘Kardeşim Risale-i Nur’a birer lügatçe yap. Yoksa bazı nadenler kendi hissiyatına ters düşen bazı tabirleri değiştireceklerdir.’ Ben de bu emir üzerine Asa-ı Musa’nın ahirine (sonuna) lügatçe yaptım ve basıldı.” dedi. Biz, Risale-i Nur’ları orijinal olarak ne eksik ne de fazla neşrettik. Okuyanlar gerçekleri görmüşlerdir. Eserler ortadadır ve bunun kuru edebiyatını yapmıyoruz. İddiamız soyut değil somuttur.

Bu değişiklikler hangi maksat doğrultusunda yapılmış olabilir?

Siyasi, içtima-i ve milli duyguları ifade eden meselelerde yapılmış.

O halde Nur hareketinin, yıllarca, bir partinin yan kuruluşu gibi görülmesinde değişikliklerin rolü var mıdır?

Mutlaka var. Ümmetçi olan Risale-i Nur Cemaati yapılan tahrifatlarla milliyetçi çizgiye kaydırıldı. Zamanla devlet kademelerine ulaştılar ve ümmetten, vatandaşa geçiş yaptılar.

Bahsini ettiğiniz tahrifatlar daha çok hangi konularda yapılmış?
Daha çok siyasi konularda yapılmış. Böyle bir hareket parti siyasetine bulaştırdı. Gerçek Risale-i Nur talebeleri siyasete girmediler zaten. Bu gün gerçekten Risale-i Nur’a bağlı kalınsaydı hiçbir iç karışıklık, mezhep, meşrep ve ırki çatışmalar olmazdı.

Tahrifatı yapanların bu işten karı ne olabilir?

Bu gün dünyayı bilen bir insan karını, zararını da çok iyi bilir. İslam’ı roman olarak okuyan birçok insan var. Irki, siyasi ve ekonomi zaafı olanlar bu vartaya düşmüşlerdir ve istifade etmişlerdir.






Bediüzzaman’ın ciddi bir muhalif ve çok kesin bir tavrının olduğunu biliyoruz. Bu değişiklikler, Üstad’ın kamuoyundaki imajını değiştirmeye neden olmuş mudur sizce?

Mutlaka gölgeleme olmuştur. Bazı kesimler fikir değişikliğine gidip siyasi hükme boyun eğmiştir. Gerçek manada Said Nursi ve kitaplarını bilen insanlarda imaj erozyonuna uğramaz. Bu değişmeleri yapan fikir yozlaşmasına uğradığı gibi onları taklit edenler de fikri ve duruş erozyonuna uğramıştı r.

Orijinal eserleri size kim verdi?

Envar Neşriyat’ı alma girişimlerimin engellenmesi doğrultusunda yapılan hile ve oyunlar neticesinde, Üstad’ın varisi olan Mustafa Acet ağabeyle Ankara’ya görüşmeye gittiğimde olayları ve hadiseleri kendisine naklettim. Bana dönerek, “Kardeşim hemen bir yayın evi kur ve bu eserleri neşretmeye başla, dün akşam Üstad rüyama gelerek. ‘Sana verdiğim çuvalı sahibine ver’ dedi. Üstad Urfa seyahatine giderken ağzı bağlı bir çuval dolusu kitapları bana emanet bırakmıştı. ‘Bunun günü ve sahibi gelir bu emaneti kendisine tevdi edersin’ demişti. Bende o günden bu güne çuvalı açmamıştım. Fakat bu hadiseler ve olaylar gösterdik ki Üstadın çuvalı sahibine teslim et dediği şahıs sensin. Onun için senin önünde çuvalı açıp sana teslim ediyorum” dedi. 0 zaman bütün hadiseleri bariz bir şekilde önünde serili gördüm. Ve kendiside ayrıca bir vasiyetname yazarak “Bütün hak ve hukuklarını bana verdiğini beyan etti.” Bu vasiyeti kendisi çoğaltarak, Üstad’ın bütün varislerine gönderdi. Buna ek olarak da Cevşenül Kebir ve Tesbihat’ı yazarak basımı için de hediye etti.

Aksini iddia edenler, bir yüzleşme talep ederlerse herhangi bir platforma karşı karşıya gelmeyi kabul eder misiniz?

Ben her görüşe açığım ve nettim. Ama her televizyona çıkmam. Nifak çıkmasını istemiyorum. Bu konuyla ilgili iddiası olan ortaklaşa belirlediğimiz bir yerde karşıma çıkabilir ve tartışırız.



(El Ezher profesörüne ile görüşme)

Nurcular saftır ama siyaseti bilmezler

Son Mısır seyahatimde bir El-Ezher talebesi yanıma gelerek, benden El Ezher profesörüne bahsettiğini ve kendisinin de benimle görüşmek istediğini söyledi. Ben de profesörle görüşmeye gittim. Kendisi, Nurculuk hakkında iki kitap yazdırdığını ve son zamanlarda Türkiye’den bir grup siyasetçinin Mısır’a geldiğini ve Nurculuk hakkında kendisine bir takım sorular sorduğunu belirtti. Profesör, “Nurcular; temizdir saftır, fal<at hareketlerinde siyaset yoktur. Ve ekolleri mistik bir anlayıştır.” Şeklinde
bir cevap vermiş ve Nurculuğa karşı bir mistik kanaati oluşmuştu. Ben ise bütün boyutuyla Bediüzzaman ve Risale-i Nur ekollünün meydana getirdiği atmosferi Şer’i anlayışı delilli ve kitabi olarak izah ettim. Neticede ayağa kalkarak; “Bende Nurculuğu mistik ve Anadolu’ya münhasır bir hareket olduğu kanaati hasıl olmuştu. Bu görüşmeden sonra şu kanaate yardım ki, Risale-i Nur hareketi evrensel bir Kur’an-ı cihanşümul harekettir. Önceden yazdırdığım iki kitap da boşa gitmiş oldu” dedi



BAZI TAHRİFATLARA ÖRNEKLER.


BUNLARI FETHULLAH GÜLEN DE BİLİYOR CEMAAT DE!

Bu konuyu Fethullah Gülen’le görüştünüz mü?

Benim onunla 10 senelik bir beraberliğim var. Köyüne bile gittik. Devletin büyük oyunlar oynadığını kendisine söyledim. 0 da biliyor neyin ne olduğunu. Benim yazdıklarıma en küçük itiraz bile etmesi mümkün değil. Risale-i Nur’un tahrif edildiğini biliyordu ama bu konuya duyarsı kaldı.

Cemaatten başka kimselerle görüştünüz mü?

Hekimoğlu İsmail’le görüşmemiz oldu. Beni ziyarete gelmişti. Kendisine Timaş’da yayınlanan Risale-i Nur’un neşir tarihçesini “niye bastın?” diye sordum. 0 da saf ve temiz bir insan olduğu için hizmet için basıldığını ifade etti. Cevaben; “Üstadımız Bediüzzaman hazretleri buyuruyor ki: ‘Çok iyiler var iyilik zannıyla fenalık ediyorlar.’ Sen o bastığın kitapta neşredenler şunu yazmışlardır. ‘Risale-i Nur’un zerresi değişmemiştir.’ Ben de cevaben şunu söylüyorum ki sadece değişmeyen Allah’ın kelamı Kur’an’ı Hakimdir. Onun dışında ondan önceki kitaplar dahi tahrife uğramışlardır. Hatta Allah’ın Resulü olan Peygamberimize yapılan iftiralar neticesinde yüz binlerce hadis uydurulmuştur” dedim. Kendisine Risale-i Nur’un tahrif edildiğini ezberimden ‘50 tane’ yine kitaplardan yüzlercesini söyleyebileceğimi belirtip ezberimden 10 tanesini nakil edince Hekimoğlu cevaben, “Evet değişiklikler yapılmıştır Fakat biz kendi içimizde böyle bilelim, dış alem de öyle bilsin” dedi. Bunun üzerine, “gerçekleri harfiyen doğru okumak ve doğru yazmak şiarımız olmalıdır. Her nevi tahrifata duyarlı olmalıyız. Böyle tahrifatlara yol vermemeliyiz” dedim. Hekimoğu ayağa kalkarak şu itirafta bulundu; “Senin Risale-i Nur anlayışın farklıdır. Bizim ki ise daha farklı olmuştur. Bizim nurculuğumuz Nihal Atsız nurculuğudur. Biz bu süzgeçten geçtik. Onun için hakikatleri senin gibi anlatmakta zorlanıyoruz.”
 
N Çevrimdışı

NuruLika

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
işte size tahrif (!) :yale

kardesler sizden ricam okuyun sonra birseykler yazın ben resmleri ekleyemedim fakat .doc seklinde upload ettmm ilgilenen varsa indirsin ordan resimlşerde gozukuyo okusun orda ustdın kendisinin degiştirdiği kısımların resmi vardır hadi allaha ement olun.. tabi bu site bir kardeslik ve paylasım sitesi oldugu için bende sizinle paylastım


http://www.file-upload.net/download-271449/Risalede-tahrif-var-m--305-d--305-r.doc.html



"Üstadımız ahir ömründe külliyata; bizzat tashihat yaparak son şeklini vermiştir. Ve Latin harfleriyle tamamını bastırmıştır.

Ancak bazı ağabeylere; kendi zamanında bastırmadığı bazı risale ve eserlerin sonradan neşredilmesine dair müsaadeleri olmuştur.

Üstadın tarzına, tavsiye ve vasiyetine uygun olarak neşredilen eserler tahrif edilme anlamına gelmez.

Tahrif; ortadan kaldırma, asıllarının yerine başka fikir ve düşünceleri ikame etme anlamına gelir.

Üstadın; kendilerine vasiyet ettiği ve eserleri neşretme müsadesi verdiği zevatın meşveretle yaptıkları neşir ve basma meselesi yukarıda izah edilen tahrif mana ve muhtevasına girmez. Bilakis, neşir, basım, yayım, tavzih anlamınadır.

Ancak üstadımızın meslek ve meşrebine muhalif bazı cereyanlar var ki; onlar bazı cümle ve kelimeleri tahrif ederek külliyatı ve üstadı alet edebilirler.
Bunlar maalesef mevcuttur. Bizlerin bu cereyanlara ve fraksiyonlara karşı dikkat ve itinalı olmamız icab eder.

Bunlar ise; malum ve ekalliyet teşkil eden gruplardır.
Ancak, külliyat dünya insanlarının malı olmuştur. Klasik ve Orijinal hale gelmiş olan eserler adeta her tarafta bulunmaktadır. Bu sebebe binaen, Nekadar menfi düşünceler, faaliyetler ve tahrifler olsa da; aslına zarar vermez.
Çünkü bu eser; artık klasik hale gelmiş ve orijinal olarak dünyaya tamim edilmiştir.

Artık iyileri kötülerden, faydalıları, tahrifat ve zararlılarından ayıracak olan; insanların muhakemesi, ciddiyeti, itinası ve hassasiyetidir.


HAZRET-İ ÜSTAD'IN TASHİH VE TASARRUFLARI HAKKINDA



(Asar-ı Bediiyyenin Osmanlıca İkinci Baskısının takdim yazısı olup, tadil edilmiş ve bu yeni harf baskılı Asar'ın ahirine ilhakı münasip görülmüştür.)

Osmanlıca birinci baskısının mukaddemesinde; kitabın muhtevası, neşrinin lüzumu, tesmiyesi ve Hazret-i Üstadın ondaki bazı risaleleri üs¬tünde yaptığı bir takım tasarruf ve tashihleri vesaire hakkında bir nebze izahat verilmiştir. Ancak kitabın birinci tab'ı ile intişarından sonra, geli¬şen hadiseler ve ilk başlarda kitaba uygulanan bir çeşit ambargo ve ihti¬yatî tedbirlerin ve bunların yanında Hazret-i Üstadın özellikle eski eserlerinden bazıları üzerinde -onun tasarruf ve tashihleri kat'î olduğu halde-menfî yönde devam eden dedikoduların mahiyetlerini gün yüzüne çı¬karma hususunda daha biraz etraflıca izahat vermeye lüzum hasıl ol¬muştur. İzahına gerek duyulan hususlar-üst cümlede işaret edildiği gibi— bir kaç maddedir. Bu maddelerin bir kısmı etraflıca, bir bölümü de az temas ile izahları yapılacaktır.

BİRİNCİ MADDE

Hazret-i Nur, aziz Üstadımızın eski eserleri de, yeni eserleri de serapa nur ve huzur vermektedirler. Çünkü menba'ları İslâm'ın aslî pınarıdır. Öyle olduğu için de, hiç bir zaman -başkalarında çoğu kez görüldüğü gibi- hissiyatın taşkın ve mütecaviz sâikiyle yazılmış değillerdir. Taşkın hissiyat karışmadığı için, daima sırat-ı müstakim sayebanlığı ve rehberli¬ğinde neşv ü nema bulmuşlardır. Nitekim pişva-i ümmet olan o hazret, "İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi" eserinde, yani 31 Mart 1325 hadisesi münasebetiyle dehşetli olan Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi pa¬şalarına karşı son derece merdane müdafaatı içerisinde bu husus için şöyle demiştir:

«Ey paşalar zabitler! cemi-i kuvvetimle derim ki: Ceridelerde neşrettiğim umum makalatımdakı umum hakaika nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazî canibinden asr-ı saadet mahkemesin¬den adaletname-i şeriatle davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatınm modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafına, üçyüz sene (1) sonra tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam; yine bu hakikatleri -tevessü' ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber- taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez, hakikat haktır.» (Asarı Bediiye sh: 422)

İşte Hazret-i Üstadın şu kat'î ifadesi, bizce mes'eleyi kökünden hal¬letmiştir. Çünkü o, sırrınca, mutlak vâris-i Nebî olduğu için; havadan konuşmamak, hissiyatın taşkın tesirleri altında ifa¬dede bulunmamak hakikatından nasib-i kâmili vardır.

Öyle ise o zat-ı kerim, 1908'lerde neyi konuşmuş, neyi yazmışsa, aynısıyla hak ve hakikat olduğu ve el'an da ve hatta kıyamete kadar da o hakikat, lüzum-u kat'îsinin bütün cihetleri ve çıplaklığıyla ortada olduğu gibi; o tarihten otuzüç yıl sonra, yani 1951'lerde aynı o hakikatleri, te¬vessü' ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamak, ya da hâs ve hu¬sûsî iken, umumileştirmek ve bir nevi cüz'iyyetten külliyete çıkarmak gayesiyle ufak tefek bazı tasarruflarla yeniden tashih ederek neşrettiği şekliyle de elbetteki haktır, hakikattir ve yerindedir.

Mesela diyelim; eskide yazılmış bir eserinde hâs olarak "Kürd" kav¬mine hitap ettiğinde, İslâmî milliyet çerçevesi içerisinde milliyetçilik hislerini tahrik edip intibaha getirmek niyetiyle; Rüstem-i Zâl ve Selahaddin-i Eyyübî'lerin isimlerini yâd etmiş iken; şimdi aynı o eserini yeniden neşrettiğinde, Türk kavmini de aynı hislerden uyandırmak için Barbaros Hayreddin Paşa ve Celaleddin-i Harzemşah vesairenin isimle¬rini de (2) beraber zikretmesiyle, meselemizin özünü tebarüz ettirmekte olduğunu görüyoruz.

Yoksa, bazılarının zannı gibi; Hazret-i Bediüzzaman'ın eskideki nu¬tuk, makale ve kitaplarının ihtiva eyledikleri büyük, derin ve zarurî olan o hakikatler, bilahere -az üstte izahı yapılmış tarzı ile- onun bazı tasarruflarına uğramış olmasıyla, arz-ı felata (yani çorak arazi) atılmış demek değildir. Bil'akis o eski eserlerinin dile getirdikleri aynı o hakikatler, bu¬gün daha çok kuvvetlenmiş, şiddetlenmiş ve behemehal icabların ya¬pılması zarurî hale gelmişlerdir.
Demek ki onlar, bugünkü halleri ile bir tevessü' ve inbisat kaziyyesi mucibince bir yamalamaya tabi tutulması söz konusudur ve hususîlikten umumîliğe, cüz'îlikten küllîliğe terakki etme ve ettirme durumu vardır. Bu durumların icabına göre de, bir tasarrufu gerektirecektir. Nitekim de öyle olmuştur.

Hal böyle iken, Hazret-i Bediüzzaman'ın o eski eserleri bir çok yer¬lerde ve kütüphanelerde ilk vaziyetleriyle ve kesretle bulunmaları karşı¬sında, tasarruf ve tashih görmüş şimdiki durumlarını müdafaa ederken; bir sadakat ve emre itaat pozisyonunu aşırı derecede gösterircesine olan hâl ve hareketleri ile; o eskilerin ilk aslî vaziyetlerini adeta yanlış, ha¬talı... hatta daha ötelere giderek muzır şeyler tarzında gösterircesine bir davranış göstermek, elbetteki çok yanlış ve aynı zamanda tehlikeli bir tahrik ve pek zararlı bir hâl olur. Bu halin ifratı neticesinde büyük tefrit¬lerin doğmasına sebeb olduklarının farkında olmasalar da, vebalden kur¬tulmuş olmayacaklardır. Zira kat'iyyen biliyoruz ki; Hazret-i Üstad es¬kide yazmış ve neşretmiş olduğu o pek fevkalade mühim, ciddî ve muaz¬zam hakikatlerden geri adım atmış değildir. Evet, her şeyini uhuvvet ve ittihad-ı İslama feda etmiş o aziz ve kerim Üstad, bu hususlarda elbetteki zamanın nezaketini düşünmüş ve ilcaâtını mülahaza etmiş olmasından; ehl-i gaflet olan siyaset erbabına ve dünyaperestlere, iman ve Kur'an hizmetinin selameti yolunda bir nevi taviz verme ve bir çeşit kamufle etme veya üstte izahı yapıldığı tarzda bir küllileştirme kaziyyesi mevzû-u bahistir.

Nitekim Hazret-Üstad, "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi" ese¬rini tashih ve tasarruflardan sonra, son şekliyle tab'ettirmek için An¬kara'ya gönderdiği zaman, onun başına şu yazıyı ilave etmiştir.


«Aziz Sıddık Kardeşim, bu tashihli tarzı hâs dostlar meşveretiyle tek¬sir edebilirsiniz. Bu musahhahın bir suretini İnebolu'ya gönderip, eski harflerle kabil ise teksir edilebilir. Madem eski zamanda iki defa tab' edilmiş, kimse itiraz etmemiş... Hem ilişmek ihtimali bulunan bazı keli¬meler de değiştirilmiş ayn-ı hakikat bir risaleciktir. Hâs dostların tensibiyle, fakat sıhhatine tam dikkat etmek şartıyla neşredebilirsiniz. Eski zamandan ziyade bu zamanın tam bir dersi olabilir. Said-i Nursi»

Bu mevzuda pek mühim ve son derece ciddî bir husus daha vardır, o da şudur:

1908'lerden 1914'e kadarki geçen zaman akışı içerisinde gelişen ibret-âmiz hadiselerle ve Birinci Harb-i Umumî'nin tarrakalarının ihtar et¬tiği derslerle; Hazret-i Üstadın o zamanlarda birinci derecede yürütmek istediği ve pek çok ehemmiyetle üstünde durduğu husus, Osmanlı camia¬sında İslam milletlerinin ve Alem-i İslâmın içtimaî ve büyük hizmetleri merhalesini bir derece askıya almış ve ona, o günden itibaren artık üçüncü, dördüncü derecede bakarak, talî hizmetler sırasında bırakmış de¬sek, yanlış etmiş olmayız tahmin ediyorum. Zira o zat, mezkûr zamanlar şeridine takılı olan hâdisatı ve içindeki esrarengiz ve desiseli inkılapları gördü, ibret ve ikaz derslerini aldı.. Ve bütün kuvvetiyle ve tamam kana¬atiyle müslümanların iman ve akidelerinin takviye ve tahkim hizmetinin her şeyden önce elzemiyetini anladı ve bütün himmet ve gayretiyle ona el attı.

Hem İslâm milletlerinin tek ve yegane kuvvet kaynaklarının iman ve din kardeşliği içindeki tevhid ve ittihad olduğunu tamamıyla anladı. Bu¬nun da, iman ve akideyi tahkim hizmetinden sonra, her şeyden önceki elzemiyetini gördü. Bu yüzden o koskoca Hazret-i Bediüzzaman, mezkûr iman ve İslâm hizmeti ve uhuvveti hizmetlerine çekirdeğinden başlamak üzere, bütün himmetiyle iman, akide, uhuvvet ve tevhid hizmetlerinin unvanı olan Nur Risalelerini te'lif ve neşretme vazifesine koyuldu. Bu hizmetin dağdağasız ve selamet ile yürütülebilmesi için de, siyasî ve iç¬timaî mes'elelerden tamamen elini çekti. Onun yerine iman ve Kur'an hizmetinin çerçevelediği hareketler yörüngesine girdi.

İşte, bu zaviyeden Üstad Bediüzzamana bakıldığı zaman, elbette de¬nilebilir ki; Onun o eski mutasavver hizmetleri daima kendi makamında ve zemininde hak, lâzım ve yerinde olan şeyler olmakla birlikte, bunları bir kaç derece geri iten işler vardı ki; umum âlem-i İslâmı alakadar eden ve müşterek malı olan iman ve akideyi takviye hizmetlerinin dağdağasız yürütülebilmesi hatırına binaen, eskideki içtimaî hizmetleri askıya aldı. Yani bilfiil onları takibten bir derece geri kaldı. Hatta o eski hizmetleri¬nin yeniden derhatır olup da, otuz-kırk sene sonra arasıra müteveccih ol¬duğunda da, yine iman hizmetinin meslek ve meşrebine göre bir renk ve bir ayar verdi ve ona göre tanzim etti. Evet, bize göre şu birinci maddenin aslî izahının kısacası böyledir ve bu kadardır.

İKİNCİ MADDE

Bu madde; Allame-i bîadîl olan Hazret-i Bediüzzamanın eski ve yeni fikir, düşünce ve tedbirlerinin sabit ve layetezelzel değil de, belki (!) za¬manlara ve şartlara münkasim ve tabi' şeyler olduklarını, sözü, hâli ve davranışı ile iddia edenlerin yanlışlarını gösterme hakkındadır, şöyle ki:

Görüyoruz ki, bazı kimseler kalkıyor; (zeka ve ilminin belli bazı hududlarla çevrili olduğunu bilip düşünmeden, yani daha doğrusu had¬dini bilmeden, Bediüzzaman Hazretlerinin istikbalî, içtimaî ve siyasî ted¬birlerini ihtiva eden bazı sözlerini, kendi daracık kafaları ile yorumluyor, işlerine gelen tarafını alıp, pek hararetle ve hatta alet ederek kullanıyor. Amma hissine uygun gelmeyen, düşüncelerine uymayan tarafını ise, ya zamanlar ve devirlere bölüp te'vil ediyor, ya da vakti ve müddeti bitmiş eski şeyler olduğunun zehabına kapılıyor.. Hatta bunları iddia da edebili¬yor.

Bu hususa bir misal vermek gerekirse, Hazret-i Bediüzzamamn eski eserlerinden "Münazarat" kitabında -ki bu kitabı Hazret-i Üstad Yeni Said diye tavsif ettiği zammında dahi inceleyip tashihlerden geçirmiş ol¬masına rağmen- yazacağımız şeyin içindeki noktayı herhangi bir tasarruf ve tashiha tabi' tutmadan ve aynen neşrettirdiği halde; mezkûr kişiler ise: "Bu mesele geçmiş zamanda tatbiki mümkün.. Ve fakat şimdiki halde uygulanmasıyla devletimizin birliğini bozar" diye hüküm koymuşlar.

Halbuki gerçek birlik ve hakikî ittihad ve tam muhabbet bu gibi iddiala¬rının aksindedir. Yani Hazret-i Üstadın getirmiş olduğu tedbirinin aynen uygulanmasındadır.

ÜÇÜNCÜ MADDE

Birinci maddede işaret edilmiş olan Hazret-i Üstadın -özellikle- kendi eski eserleri üzerinde yaptığı bazı tasarruf ve tashihleri meselesidir.

Evet, benzeri tasarruf ve tashih kaziyyesi umum müellif ve musannıflarda görülmüş ve görülmektedir, ve bu yüzden bir çok kitap¬larda nüsha farkları (3) düşmüştür. Hatta en mu'temet ve Kur'andan sonra en kudsî kitaplarda bile musannif veya müellifin bilahare yaptığı bazı ta¬sarruf ve tashihlerinden dolayı nüsha farkları vücuda gelmiş ve bunlara sonradan işaretler konulmuştur.. Misal için, ilk tab' edilen Sahih-i Buharî'nin ve Mecmuat-ül Ahzab'ta tab'edilmiş İmam-ı Ali'nin (R.A) Celcelûtiyesinin kenarlarında yazılmış nüsha farklarına bakılabilir. Hatta İmam-ı Şafi'î Hazretlerinin "Kavl-i Kadim ve Kavl-i Cedid" diye eserle¬rinde büyük tasarruflar uyguladığı ulemaca meşhur ve ma'lumdur.

İşte, Hazret-i Bediüzzaman'da üstteki birinci ve ikinci maddelerde işaret edildiği üzere; kendi te'lifi olan eserlerinde, hususiyle eski eserle¬rinin bazılarında bir takım tasarruf ve tashihleri vaki' olmuştur. Ve bu kaziyye kat'îdir, şüphesizdir. Lâkin buna rağmen, Hazret-i müellifin mü¬barek eli ve kalemi ile yapılmış mezkûr tasarrufların varlığı ortada iken; bazı insanları menfi yönden şüpheye sevk eden ve dedikodu içerisinde bırakan dâî ve sebeb bizce üç noktadır.

Birincisi: Kendisinin bizzat gözüyle görmediği bir şeyi -ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin- kabul etmeme ve hatta inkâr etme cesare¬tini göstermedir. O ise, hakikatte vaki' olan müsbet bir işi, bir mes'eleyi; menfice inkar etmek için, bütün dünyanın her tarafını, her mekânı ve herkesi delik delik arayıp keşfettikten sonra, görülmezse "yoktur" diye¬bilir. Müsbet şey ise, yani varlığı isbat ise, sadece o şeyin bir tekini, ya da o meselenin bir köşesini ibraz edip göstermekle, varlığı ispat edildiği için, davasını kolaylıkla ispat edebilir.

İşte bu esaslı kaide-i Şer'iye ve Nuriye, böylesi mes'elelerde daima kıstas ve ölçüdür ve öyle de olmalıdır. Ve bu kaide ve kıstas son derece keskindir, yanıltmaz. Şu mukaddememizin Hazret-i Üstadın bizzat kendi mübarek elleriyle değiştirdiği mühim bazı şeylerin klişelerini derc etmişizdir ki, şimdi halen bazı eşhasın dil ve hareketleriyle bu mev¬zuda menfî yönden yapılan işâalar ile; bir çeşit vesvese ve şüpheler üre¬ten bir ifsad mekanizmasının hüviyetini nasıl gösterdiklerini ispatlı şe¬kilde ibraz etmektedirler.

Bu meselede ikinci mühim husus; Şer'an ve dinen iki şâhid-i âdilin müşahadeye dayanan ifade ve şahitlikleridir. Yani: İki şahid deseler ki: "Biz, evet gördük ki; Hazret-i Üstad şunları şöyle yaptı." İşte iki şahidin birleşerek ve müşahadeye dayandırarak verdikleri bu ifade ve hüküm, hiç bir vesvese, zan ve şüphe ile zedelenemez. Üstelik o şâhidler Hazret-i Bediüzzaman gibi en keskin ve dûrbin manevî radarlara malik bir mane¬viyat sultanının senelerce itimad edip, hâs hizmetinde bıraktığı ve manevî evlad kabul ettiği kimseler olsa!.. Evet, şu iki müsbet şer'î kaidelerden birisi; yapılmış bir şeyin vücudunu ispat eden en şeksiz vesikadır. İkincisi de: İki âdil şahidin ifade ve beyanları meydanda olduktan sonra, bütün dünya menfî yönden itiraz da etse, hakikatte ve şeriatça onun hiçbir de¬ğerinin olmadığını ispat eden kat'î hükümdür.

Aman bütün bu şeksiz vesika ve kat'î hükümlere rağmen hiss-i inti¬kamını ve adavet ve gayz ve tarafgirlik kinini tatmin etmek yönünde Şia mesleğini ihtiyar edip de, bu mesleğin sâliklerinin Kur'an'a ve sahabe-i Resulullah'a (A.S.M) dil uzattıkları gibi; şu her şeye itiraz eden ve bahanelerle teşkikât üreten mu'terizler yollarında devam ederlerse; hi¬dayet ancak ALLAH’tandır, der ona bırakırız.

İkinci Nokta: Risale-i Nurun en ekmel ve en râsih ve en müstakim ve en hakikatli ve keşfiyatlı ilimlerine; ve en derin hakaikte ve Dinin en gizli sırlarında en nafiz ve keskin buluşlarına; ve sırat-ı müstakim-i Kur'ânî yolunda hikmet-i İslâmiyenin irşad ve tenviri çerçevesindeki en hakimane metodlarına tamamıyla âşinâ olmayan. veya Hazret-i Nur Üs¬tadın meslek-i pâkine yeterince sadıkane intibak edemeyen, ya da ona kemaliyle gerdandâne-i teslim olamayan bazı kimseler; kafalarındaki ba¬sit ilimciklerine göre hariçte, orada burada bazı malumat ve mes'eleleri toplar, getirir ve kendi zihninin bulanık ayinesinden baka¬rak, onları en doğru ve hakikatli şeyler telakkî eder, gelir; Risale-i Nurun o meseledeki kafacığına uymayan hükmünü yanlış görür ve kendi ken¬dine karar vererek der: "Risale-i Nûr'un burası tahriflidir.. Çünki benim bulduğuma uymuyor." der. Evet, ben şahsen böylesi bîçare insanlara çok rastlamışımdır.

Bu meseleye bir misal olarak, Hazret-i Üstadın "İki mekteb-i Musi¬betin Şehadetnamesi" eseri ilk matbu' nüshasında "Biz ki Kürdüz, alda¬nırız. Fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz." cümlesi bilahere Hazret-i Üstad tarafından şöyle bir tasarrufla tashih edilmiştir: "Biz ki hakikî müslümanız ilaahir..."

İşte bazı insanlar buna itiraz ediyor ve Üstadın tashihi değildir diyor. Çünki, hadis var: "Bir mü'min iki defa parmağını aynı deliğe sokmaz" hükmüne mugayir düşmektedir. Bu hadisin hükmüne göre, bir müslüman iki defa aldanmaz. Öyle ise bu tasarruf Üstadın olamaz" diye hüküm ba¬sıyor.

Adam düşünemiyor ki; Kürd aldanırsa, -onun bu görüşüne göre-müslüman sayılmaması lazım gelir. Çünkü asıl matbu' nüshada "Biz ki Kürdüz, aldanırız. Fakat aldatmayız." dır. Sonraki tasarruf görmüş nüs¬hada ise, "Biz ki hakikî müslümanız..." ifadesiyledir. Mânâsı da, "Biz Kürdler ki hakikî müslümanız" olur. Başka bir mânâ değildir. Ortada me¬selenin bir kamuflaj durumu vardır.

İşte, tahrif teranesini kendilerine şiar edinenler iyi bilsinler ki; yap¬tıkları iş, masum müslüman evlatlarının kalblerini Risale-i Nur'a karşı teşviş edip bulandırmaktan başka birşey değildir.
Hatta belki o körpe ve masum dimağların Nûr'a müştak duygularını haktan çevirmektir.
Bunlar eğer Şia'nın müfterî kısmının mesleğini şiar edinmemiş iseler; Risale-i Nur'un ailesi içerisinde bu mesele samimîce ve hususî olarak ele alınır, hakperestlik ve kavaid-i şeriata iltizamkârlık duyguları içerisinde tartışılır ve halledilir.. Ki zaten ortada halledilecek bir mes'ele de yoktur.

Bu fakir, bu meseleyi "Risale-i Nur'un Neşir Tarihçesi" eserimizde ve "Mufassal Tarihçe-i Hayat" kitabımızın son cildinin ahirinde ele almış ve tahlil ederek mahiyetini ortaya koymuşuzdur. İsteyenler bu eserlere bakabilir.

Üçüncü Nokta: Hazret-i Üstad tarafından bazı risalelerde yapılmış olan tasarruf ve tashih kaziyyesinin vuku'u, mahiyeti ve onun bu husus¬taki izni hakkında bir nebze izahat vermeye dairdir.

Evet -yukarıdaki maddede geçtiği üzere- Üstadın gerek eski eserle¬rinde, gerekse yeni eserlerinde bazı tasarruf ve tashihleri kat'iyyen vâki olmuştur. Bu tasarrufların en çoğu da eski eserlerinden olan "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi" eseri üzerinde görülmektedir. Zeten bu esere; -Hazret-i Üstadın ta o zamanlardaki bazı ifadelerinden anlaşıldığına göre- onu ilk neşreden muharrir ve gazetecilerin kelimeleri çokça karıştığı meselesi vardır. Mesela, Arapça El Hutbet-üş Şamiyenin bir zeyli olan "Teşhis-ül İllet" eseri son kısmında, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi kitabından bahsederken, dipnotta: "Maalesef heyecan o eseri teşviş ettiği gibi, matbaacı da onu tahrif etmiştir (4) demektedir.

Yine eski eserlerinden -yanılmıyorsam Sünûhatın- Birisinin arka ka¬pağında eserlerinin isim listesi verilirken, bu kitap için "Gazetecilerin sözleri karışmasıyla bir derece müşevveş kalmıştır" demektedir.

Bu hâle göre, "İki Mekteb-i Musibet" eserine, o zamanlar onu neşre¬den muharrirlerin edîbâne bazı tasvirleri ve fazla lügatçilik izhar eden kelimeleri karışmıştır diyebiliriz. Bundan dolayı olsa gerektir ki; Hazret-i Müellif 1950'lerden sonra, onu yeniden neşrettirmeye başladığında, ayrı ayrı zamanlarda bir kaç defa tashih ve tasarruflardan geçirdi. Tasarruf görmüş nüshaların tamamı bizde mahfuzdur.

Dördüncü Nokta: Hazret-i Üstadın mal sahibi ve müellif olarak kendi eserleri üzerinde yaptığı tasarruf ve tashihlerinin mahiyeti ise, az üstte bir nebze izahı geçmiş olan şudur ki: Umumileştirme ve küllileştirme ve benzeri olan durumların hikmetlerinden ileri gelmiştir. Bunun yanında o eserlerin ilk asıllarında aynı hakikat olan ağaçlarının çekirdeklik faziletleriyle devam edip kalırlar, ki bu iki durum arasında -evham, vesvese ve su-i zanlar müdahele etmemek şartıyla- fazla bir fark ve ayrı¬lık yoktur.

Küllileştirme veya umumileştirme kaziyyesi dışında, bir de o eski eserlerin yönlerini Risale-i Nur mesleğine çevirme ve ona tabi' kılma işi de vardır. Bu hususa Hazret-i Üstad bazı mektuplarında işaret buyur¬muşlardır. Yani: Üstadın eski Said tabir ettiği kendi gençliği yıllarında gerçekleştirilmesine çalıştığı içtimaî ve millî mes'eleleri; Yeni Said fas¬lında başlayıp açtığı iman ve Kur'an hizmeti mesleği, umum Âlem-i İslâmın müşterek malı olan iman ve akide esaslarını ispat etme ve yayma; Ve uhuvvet-i İslamiye ve Ittihad-ı İslamı hedef alan mes'eleleri perçin¬leştirme gibi büyük ve geniş ve birinci derecede lazım mes'eleleri engel¬siz yürütmesi bakımından, eski hizmetleri üçüncü ve dördüncü plana bı¬rakması vaziyetidir.

Bu meseleye dair Hazret-i Üstadın bir mektubundan bir pasaj arzetmek istiyorum, işte: "... Hususan eski Divan-ı Harb-i Örfîdeki müdafaatım, Risale-i Nur mesleğine uymayan bazı cümleleri tayye¬dilsin..." (Elyazma Emirdağ-I, S: 215)

Beşinci nokta: Hazret-i Üstadın gerek eski eserlerinin, gerekse Ri¬sale-i Nur olan yeni eserlerinin bazı yerlerinin tayy, ıslah ve tashih etme yetkisini talebelerine çokça verdiği hususudur ki; Risale-i Nur'da ve hu¬susiyle lahika mektuplarında bu izin numunelerinin mevcudiyeti, bu eserlere aşina olan kimselerin malumudur. Lâkin burada çok mühim ve kritik bir nokta vardır ki; herhangi bir maslahat, icab veya zaruret karşı¬sında Nur talebelerinden yüksek seviyeli ve âşinâ sınıfının bazı tasarruf¬ları olmuşsa da, bunların hepsini mutlaka Hazret-i Üstad görmüş ve bakmış; ya tasdik veya tashih ederek neşrettirmiş olduğu yerlerdir. Bun¬ların haricinde yoktur ve olamaz.

Demek ki; Hazret-i Üstadın o gibi izinleri -yukarıda geçen bir mektu¬bundan verilen pasajının numunesinde görüldüğü gibi- onun hayatta ol¬duğu zamana ve mutlaka nazarında geçtiği şeylere aittir. Amma Hazret-i Üstadın vefatından sonra - ki Nurlar tamamen kemalini bulmuş, tashih ve tasarruf meselesi bütünüyle sona ermiştir., herhangi bir kimse; bilmem edebiyatmış, şuymuş, buymuş gibi sebeblerle Nurların bir tek cümlesini, hatta bir noktasını tashih veya ıslah gayesiyle tebdil edemez., nerede kaldı, başka niyetler!.. Zira ki Hazret-i Üstad hayatta değildir ki görsün, kontrol etsin, tashih veya tasvib etsin. Öyle ise, dar-ı dünyada Hazret-i Müellifin maddî varlığı yok ise, Nurlarda -bir asl-ı tashih-i Üstadîye da¬yandırmadan - yapılacak herhangi bir tebdil veya tağyir velev bir tek harf olsun, elbette ve hiç şüphesiz kabih bir tahriftir, çirkin bir bid'attir.

Bakınız, Hazret-i Üstadın kendi sağlığında, bazı durumlarda bir kısım eski eserleri için talebelerine verdiği tasarruf iznini sarihan gösteren bir çok mektuplarından ezcümle şu tek bir mektubu içerisindeki bir parçasını takdim edelim:

"... Fakat oniki adet parçalarda, (Tarihçe-i Hayat için hazırlanan Nur'un parçaları) onlar münasib görmedikleri cümleleri kaldırma¬sına onlara izin veriyorum ve ıslahı da onlara havale ediyorum..." (Elyazma Emirdağ-I s: 215)

NETİCE

1- Hazret-i Müellif kendi eserleri üstünde istediği kadar tasarruf ve tashih etme selahiyetine-şer'an ve aklen ve örfen-sahip olduğu için; özel¬likle eski eserlerinin bir kısmının bazı yerlerini tasarrufla tashih etmiş ol¬duğu kafidir, şüphesizdir.

2- Şu mukaddemenin nihayetinde klişelerini vereceğimiz Hazret-i Bediüzzamanın kendi kalemiyle olan tasarruf ve tashihlerini gösteren numunelik belgelerle; ilk asıllarıyla farklılıkları göze çarpan sair yerlerin tamamının da müellifi tarafından tashih görmüş olduklarını gösterir. Ya da hiç olmazsa, hayatında onun emri ve izni dahilinde bazı yerlerde ufak tefek ta'dilat yapan talebelerinin yaptıklarını görmüş olan Üstadın tasdi¬kini ifade eder. Zira o gibi yerler, Hazret-i Üstadın sağlığından beri neş¬redilip gelen yerlerdir.

Evet, Hazret-i Üstadın bu tashih ve tasarruflarının zahir ve ayan - beyan numunelerini gösterdikten sonra, müsbet meseledeki şer'î ispat hakikatim ortaya konmuş oluyor. Amma menfiliğini ispat için -az üstte arz olunduğu veçhiyle- bütün dünyayı ve bütün herkesin kütübhanelerini arayıp taradıktan sonra, görülmediği zaman belki diyebilir ki: "bu yok¬tur". Aksi takdirde iddiaları hezeyanvâri şeylerle bir boşboğazlıkta kal¬mayıp, fesad ve ifsad hududuna dahil olmuş olur.

3- Hazret-i Üstadın vefatından sonra, Nur naşiri bazı zatların bizzat itirafları ile, Nurların onbir yerinde yaptıkları basit, bazı tasarrufları; Envar Neşriyatça düzeltilmiş ve sona ermiştir. Buna rağmen bazı yayı¬nevleri o hatalı ve basit yanlışlıklarında devam ediyorlarsa; haksızlıkta, münasebetsizlikte ve hatalı yolda ısrar ediyorlar demektir. Temennimiz, bir an evvel dedikoduya ve serrişte-i bahaneye medar olmuş olan o yan¬lışlıkların düzeltilmesidir.

4- Hazret-i Üstadın kendi elleriyle üstünde bazı tashih ve tasarruflar icra ettiği aynı eserlerinin ilk asıllarını tamamen yok etmeye, yok saymaya veya ortadan kaldırmaya dair herhangi bir hareketi, emri, işareti ve ifadesi mevcut değildir. Öyle ise, bizim de o eski asılları yok etmeye veya yok saymaya haddimiz ve hakkımız değildir. Her iki tarzını da -eğer Üstada sadık talebe isek- kabul edip, hırz-ı cân etmeye mecbur ve mükellefiz.

5- Hazret-i Üstad kendi eski eserlerinden bazılarını alıp tashih ederek ve Risale-i Nurlarla birleştirerek, beraber neşrettiği halde, bir kısmına da hiç dokunmadan ilk asılları ile bırakmıştır. Mesela: Türkçe olan "Lemaat, Münazarat, İki Mekteb-i Musibet ve Muhakemât"ı ve bunlarla beraber eski olan bazı nutuk ve makalelerini ele alıp, gözden geçirip neşrettirdiği halde; Sünûhat, (sünûhattan olan rüyada bir hitabe bölümü hariç) Tuluat, Rumuz, İşârât ve Şuaât" gibi diğer eserlerine ve bunlarla birlikte bir kaç nutuk ve makalesine dokunmadan öyle bırakmış, neşrettirmemiştir. Amma Arapça eserlerinden El Mesneviy-ül Arabî Mecmuasına dahil et¬tiği parçaları -bir iki zeyl müstesna- ve fakat hepsini önemle ele almış, okumuş ve bazı tashihlerden geçirdikten sonra; Türkçe olan "Nokta" ri¬salesinin baş kısmıyla birlikte neşrettirmiştir.

Keza, eski eserlerinden Arapça "El Hutbet-üş Şamiye"yi fazla ehemmiyetine binaen, önemle ele almış ve bizzat Hazret-i Müellif ken¬disi onu Türkçe'ye tercüme etmiş ve neşrettirmiştir. Bir müddet sonra da, kendisinin Türkçe'ye çevirmiş olduğu Hutbe-i Şamiye'sini küçük kardeşi molla Abdülmecid'e tekrar Arapça'ya çevirttirmiştir. İşarât-ül İ'caz ese¬rini zaten hem Arabî aslını hem de Molla Abdülmecid'e tercüme ettirdiği Türkçe'sini ve ayrıca Mesnevi-i Nuriye'yi ve onun Türkçe tercümesini neşrettirmişlerdir.

VE TEKNİK BAZI DEĞİŞİKLİKLER

Asâr-ı Bediiyenin şu Osmanlıca ikinci tab'ında ve şimdi yeni harfle olan 3. baskısında içindeki risale ve makaleleri tertip ve muhtevaca -lüzumuna binaen- bazı değişikliklere tabi' tutulmuştur, şöyle ki:

1- Osmanlıca Birinci ve ikinci tab'ında, içinde Arapça "Kızıl icaz" ve "Arabî Münazarat" ve "Arabî Muhakemat" ve "Arabî Hutbe-i Şamiye" ve "Arabî Hutuvat-ı Sitte" eserleri dercedilmişken, bu yeni harf baskıda konulmamıştır.

2- Makaleler kısmı, bu baskıda, eskideki ilk neşir tarihlerine göre sı¬ralanmaları yapıldığı gibi, pek mühim olan Hazret-i Üstadın dört beş ma¬kalesi daha elde edilip eklenmiştir.

3- Asar-ı Bediiyenin içindeki bütün risale, nutuk ve makaleler yeni¬den ilk asılları ile mukabele edilmiş ve tashih edilmiştir.

4- Kitapta görülebilen bazı nüsha farklarına bu yeni baskıda, dipnot¬larda işaretler edilmiştir.
Böylece, dünyalar kıymetinde olan Asar-ı Bediiyenin bu defaki tab'ı, biiznillah mükemmel bir tarzda, hakikat ve Nur müştakı kardeşlerimizin ve bütün ehl-i imanın ellerine verileceğine rahmet-i ilahiyyeden ümitvârız. Aynı zamanda ilk baskısı sırasında -yanlış bir vehme binaen-koparılan yersiz velveleler, inşaALLAH şimdi zail olmuş olarak, erbâb-ı irfanın ve hususiyle müştak Nur talebelerinin serbestçe mütalaa, tefeyyüz ve istifadelerine takdim edilmiş olacaktır.

15 Safer 1418-21 Haziran 1997
ABDULKADIR BADILLI

(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

İlk matbu' Münazarat nüshasında, sonradan Hz. Üstad bizzat el yazısıyla "Ekrad" kelimesini "Vilayat-ı Şarkiye" kelimesiyle değiştirdiğini gösteren sayfa..


(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

"Nutuk" diye intişar eden ve Hz.Ustad'ın İkinci Meşrutiyet dönemi 1908-1909'lardaki hitabeleri olan bu eserde, bilâhare yaptığı tasarruf ve tashihleri görülmektedir..

(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Elyazma bir Nutuk kitabında "Meşhur Kürd Hoca" unvanım silip kendi ismini "Said-i Nursi" tarzında yazdığım gösteren belge...

(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Yine bir elyazma eserinde "Said-i Kürdî" ismini "Said-i Nursi" olarak düzelttiğini gösteren elyazısı..


(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Yine bir "İki Mekteb-i Musibet" eserine ilave etmiş olduğu Ustad'ın elyazıları..

(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Elyazma bir "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi" kitabında Selahaddin-i Eyyubî yanına Celâleddin-i Harzemşalı ismini de ilave ettiğini gösteren belge..


(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Yine teksir Divan-ı Harbi Örfi müdafaanamesinde kendi ismini Said-i Nursi olarak düzelttiği yazısı..


(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Elyazı bir Münazarat kitabında Hz. Ustad'ın -ortalarda- tashihleri..

(Not: bu kısımda resm var ekleyemedim)

Bu sahifede de, Hutbe-i Şamiye'nin sonunda Hz. Üstad'ın Ahmed Nazif Çelebi için kendi elyazısıyla yazdığı dua görülüyor..


(1) Hazret-i Üstad burada olduğu gibi, diğer bazı eserlerinde, otuz sene sonra olacak olan hadiseler için -perde-i hafada setretmek hikmetiyle- çoğu zaman üçyüz sene sonra gibi ifadeler kullanmıştır. (Naşir)
(2) Hazret-i Üstadın kendi kalemiyle bu isimleri ilave ettiğini gösteren belge, mukaddemeden sonra konulmuştur. Görülebilir. (Naşir)
(3) Nüsha farklarını görmek için (Yani Bediüzzamanın eserlerinde) bu kitabın Nutuklar bölümünde, iki ayrı gazetede hem de aynı günlerde neşredilmiş müellifin bir nutuk ve makalesindeki nüsha farklarına bakdsın. Ya da, yeni eserleri olan Nur risalelerinin bir kısım nüsha farklarını tesbit eden "Risale-i Nurun Neşir Tarihçesi" eserimize atf-ı nazar eylesin...
(4) Es Saykal-ül İslamî S: 260

Bu Çalışma Abdulkadir Badıllı tarafından yapılmış olup, Asar-ı Bed'iyye eserinin arkasına ilhak edilmiştir.

Not:alıntıdır
 
K Çevrimdışı

KırıkGitar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah razı olsun NuruLika kardeşim. Gerekli açıklamayı vermişsin. Devam inşaallah...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR !

bediuzzaman-said-nursi.jpg


https://www.islam-tr.org/tevhid/10458-risale-i-nurlarda-tezat-ve-yanlisliklar-kitap.html
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
konu ile alakasını anlayamadım abdulhak kardeşim. o tahrifat vardır demiş sen tezatları yazmısın. konuyu da okumadım müsait olunca okuyacağım.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
tahrifat yada tezat mühim olan şuan mevcut olan risale kitaplarında var olan kuran ve sünnete ters düşen inanışlar değil mi?
 
H Çevrimdışı

hurafesiz1islam

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Selamunaleyküm kardeşlerim,

ben uzun yıllar nurcu olduğum ve birçok büyük abiyle temas kurduğum için meseleyi az çok biliyorum.

Evet Risalelerde tahrifat var, evet latinceye bütün risaleler tercüme edilmemiş bir kısmı sadece osmanlıcada 'teksir risalelerde' var.

Ama bu demek değilki eskiden Risaleler itikad bakımından doğruydu tam tersine, Nurcular Risalelerdeki aşırı sapıklığı aşırı Aleviliği çıkarmışlar !!!

Bunun için size Said Nursi zamanında Nurcu olan, hatta en faal Nurculardan olan Mehmet Erol abiyi örnek gösterebilirim. O bu 'risalelerdeki tahrifat' meselesini araştırmış ve Risalelerde geçen büyük
abilerle (Hüsrev abi, zübeyr gündüzalp, abdullah yeğin, hüsnü bayram,mustafa Sungur, bayram yüksel velhasıl bütün büyük nurcu abileriyle görüşmüş, bu Gavs ve ebced ve diğer şirkleri Said Nursi mi yazmış yoksa sonradan tahrifat mı yapılmış diye sordu, ve hepside onların bizzat üstadlarından duyup yazdıklarını söylediler kesinlikle bu tahrifat değildir dediler. Ve hiçbiri 'bu Kurana ters,nurculuk yanlış' diye olan uyarıya aldırış etmediler, Kuran ile yüzleşmediler Mehmet Erolu kovdular.

Kaynak http://fecr.de.tl/HURAFELERDEN-H%26%23304%3BDAYETE.htm



Bu anlayışa geldikten sonra bir görevim kalmıştı: Risale-i Nur kitaplarına karıştırılmış bine yakın batıl inançları kimin yazdığını araştırmak. Said Nursi'ye hüsnü zan edenlere göre bu hurafeleri, Said Nursi'den habersiz talebeleri yazmıştı. İşte ben bu meseleyi öğrenmek için, abilerle gö*rüşmek istedim. İlk önce Ankara'da Hacı Bayram semtinde bulunan Nur Dershanesine uğradım. Bekir Berk, Hüsnü ve Bayram Ağabeylere dedim ki; “hak ve batılın karışımın*dan meydana gelen bu eserler gerçekten Said Nursi'ye mi aittir?”

Bu sözüme şiddetli tepki gösterdiler. “Sen Risale-i Nuru anlamış olsaydın, bu soruyu bize sormazdın, çünkü bu risaleleri ne Said Nursi, ne de biz yazdık. Bu eserler baştan sona İlham-ı Rabbani'dir. Üstadımız Said Nursi bile Risale-i Nur talebesidir. Risale-i Nurlarda hata aramak, maksatlı kişilerin işidir”, dediler. Bunlardan net bir cevap alamadığım için Kastamonu'ya hareket ettim. Kastamonu'da Bediüzzaman'a sekiz sene hizmet eden Mehmet Feyzi Efendi’yi ziyaret ettim. O da: “Kur'an-ı Hakimin otuz üç âyeti Said Nursi'ye işaret etmekte ve İmam-ı Ali (r.a.), Celculitiye ve Ercüze kitaplarında Said Nursi'nin bin dört yüz sene sonra zuhur ederek, Risale-i Nurları yazacağını bildirmiştir. Ayrıca Abdulkadir Geylani 9 asır önce Said Nursi ve eserlerinin ortaya çıkacağını müjdeleyerek beyan etmişlerdir” diyerek beni başından savmak istedi. Mehmet Feyzi bu görüşünü, Bediüzzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz 1994, s. 284'te beyan etmektedir.

Oradan doğruca Denizli'ye hareket ederek Ahmed Feyzi Efendiyi ziyaret ettim. Bu meseleleri onunla da konuştum. Yemin ederek; “Risale-i Nurdaki bütün yazılar, Üsta*dımız Said Nursi'ye aittir. Şakirtlerin (öğrencilerin) bütün yazıları Üstadımızın uygun görmesiyle Risale-i Nurlara girmiştir. Ona gösterilmeden ve okumadan hiçbir talebenin yazısı, şiiri, Risale-i Nura alınmamıştır”, dedi. O da bana Said Nursi ve Risale-i Nur hakkında yazmış olduğu Maidetü'l-Kur'an adlı eserini gösterdi. En az kırk elli hadis ile Mehdi'nin geleceğini ve asırlarca beklenen Mehdi'nin Said Nursi olduğunu ispat etmeye çalıştı. Bu eseri Said Nursi tarafından tasdik edilerek tılsımlar mecmuasında neşir edilmiştir[[1]].

Denizli'den Isparta'ya hareket ettim. Husrev Beyle görüştüm. Üç günde ancak muvaffak olabildim. Ona dedim ki: “Bütün Risale-i Nurlar senin elinle yazıldı. Hiç kim*se Risale-i Nurlara senin kadar vakıf değil.” Bir takım hurafeleri anlattım. “Bunları sizler mi, yoksa Üstad mı yazdı?”, dedim O da yemin ederek Üstadın yazdığını söyledi. “Bunlar siz*ce doğru mudur?”, dedim. “Evet”, dedi. Mesela Asa-yı Musa Risalesinde Isparta'daki umum Risale-i Nur talebeleri ve on üç fıkra ile tadil edilmiş bir mektup var. Üstad bunu tas*dik etmiş.



Husrev'e dedim ki; “Levh-i mahfuzu hangi peygamber görmüştür, bir örnek ve*rebilir misiniz?” Bu soru karşısında sustu. “Sen kim oluyorsun da Levh-i mahfuzdaki yazılan Kur'an gibi bir Kur'an yazıyorsun. Orayı görmeden orada yazılış şeklini nasıl bilebiliyorsun? Bu sözden tevbe et” dedim. Etmedi.



Ey Nurcu! Risale-i Nurun içerisinde binden fazla batıl inanç mevcuttur. Bu zih*niyetin yıkılması, Kur'an'ı okuyup, anlayıp, yaşamakla mümkündür.

Nurculuğun din içinde ayrı ayrı bir din olduğunun farkına vardım. Hemen yazılı bir bildiri yayınlayarak Nurculuktan da tevbe ettim. Yeniden şehadet getirerek Kur'an-ı Kerim'deki İslâm'a dönüş yaptım. Allah bana ömür verdi ve hidayet etti de böylece müşrik olarak ölmekten kurtulmuş oldum. Eğer 1950 ile 1970 arası ölmüş olsaydım, ebediyen cehennemi boylamış olurdum.

Benim gibi hızlı ve samimi bir kimsenin bu ekolden ayrılışı Nurcuları çok üzdü. Malatya Nurcuları, Risale-i Nurun tokatını yedikten sonra tekrar döneceğim hususunda yer yer ihtarda bulundular. Elhamdülillah o günden bu güne otuz yıl geçtiği halde tokat yemedim. Ak*sine Rabbimin bitmez tükenmez nimetlerine kavuşmuş oldum.




Onun ve onun gibiler yüzünden zaten Said Nursi risalelerinde yazmışki
Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-yı Kur'âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.(21.Lema)

Bunun benzerini bende yaşadım. Daha yeni cemaaten ayrılırken, nurcuların büyük sorumlu abisi bana dediki 'yahu bir bahçede çürük elma varsa onları ayıklamak lazım, sen bize söyle nerede şirk var, biz onları BİRDAHAKİ BASKIDAN ÇIKARTALIM !
Peki önceki baskılarda ne olacak, mesela benim elimdeki Külliyat 1997 de basılmış, tekzib yayınlamadan, risalelerde şirk var demeden YENİ BASKIDAN şirkleri tahrif etmekle neye hizmet etmiş olurdum, tabiki bu haince teklife olumlu yanıt vermedim. Zaman içinde demekki şirkleri tek tek çıkarmaya alışmışlarki bana öyle bir teklif getirdiler. Mesela eskiden
Risalede 'sekinde bahsi' varmış, alevilerin sekine inancı orda yazıyorduki
Sekine hz Ali (rh) hz Muhammedın(asm) yanındayken onun kucağına düşmüş (sanki hz Alı (rh) peygamber, niye Hz Muhammedin (asm) kucağına değilde Hz Alinin kucağına düşmüş, bu fazlaca rafizilik olduğu için bunu latinceden çıkartmışlar sadece osmanlıcada yazar, ama cevşeni hala Hz Alinin Kitabı gibi lanse etmeyede devam ederler. Cevşen uydurma gizli vahz falan haşa yok, vahy olarak Kuran var başka yok, ilhamla falanda asla Allah kitab indirmez Kurandan sonra, buna inanan Kuranın yanında başka bir kitaba inanmış olur, tövbe haşa.

 
E Çevrimdışı

ekenciz

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Kuran'dan başka kitaplara kudsiyet atfedilirse onların da tahrifatından bahsedilebilir. İnsanların Kuran'dan başka bir kitaba bağlanmaları, her ne kadar bu kitap ta Kuran tefsiridir deseler, onu savunmaları bu tür mahzurları da beraberinde getirir. Risalelerin müellifi Kuran'ı yazdığı başlıklasr ve konular için desteklemek için referans gösterebilir. Ama tüm risalelerin doğruluğuna Kuran'ı delil gösteremez. Hele bir de bunları doğruluğu tartışmalı ebced hesabı ile yaparsa düşünenler için inandırıcı olmaz. Müellif için alim zat idi, herşeyi hemen öğrenirdi diyorlar ama latin harflerini okuyamazdı da diyorlar. Böyle bir kimse kısa sürede latin harfleri okuyup yazabilirdi. Sanırım şeyh uçmaz mürit uçmaz durumu da söz konusu değil, yazdıklarında böyle biri olduğunu kendisi de ifade ediyor. Risaller içinde şirk olduğunu ve gerektiğinde çıkarılması gerektiğini kabul edenlerin kendilerini Nurcu olarak tanımlamları da bu saatten sonra biraz garip kaçmaz mı? Ancak burada yazanların bir kısmında gördüğüm ve ifade etmek istediğim bir şey var ki, o da hep kardeş olduğumuz. Eleştirirken kişilik haklarına saldırmadığımız gibi, şahsi olarak kimsenin imanını da sorgulayıp, " Sen imansızsın " demeyelim. Doğrudan böyle denilmemiş ise de bunu ima eden sözler sarf ediliyor.
 
bekle Çevrimdışı

bekle

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ya birde o çuvaldakileini yayınlasalar varya siz ozaman görün piyasadan mı okuruz yoksa dağ başındamı yoksa kuytu köşelerde mi bunları saklayanların boynundadır vebali dahada da bişiler sölemek isterdim ama bu site üstada karşı olduğu için
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Arkadaşlar bazıları: Kuranın bile tahrif olduğu yönünde yalan yanlış makeleler yazıyorlar. Bu ahlaksızlara teklifim önce, insanların elleriyle yazıpta ,sonrada bu Allah cc katındandır dedikleri şirk ve bidat dolu kitapları gündeme almalarıdır. Ama yapamazlarlar garip Kuranın savunucuları bir avuç insan öyle ya uyduruk bir kitabın ise milyonları buluyor, tabiki bütceleride.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt