Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Riya Ve Ucûb Kavramı Arasındaki Fark

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Birçok insan "riya" ile "ucûb" kavramlarını aynı kavramlar sanır. Oysa bunlar birbirinden farklı kavramlardır. Sözgelişi:
"Riya", yaratıkla Allah'a ortak koşma kapsamına dahil bir "şirk" çeşididir,
"Ucûb" ise, kişinin kendi nefsi ile Allah'a ortak koşması demektir; "müstekbirlerin" durumu böyledir.
Mürâî (gösteriş için ibâdet eden kimse):
" إِيَّاكَ نَعْبُدُ iyyake na'budu" (yalnız Sana ibâdet ederiz) ilkesini gerçekleştirememiştir.
Ucûb eden kimse ise:
" وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ve iyyâ ke'nestaîn" (yalnızca Senden yardım dileriz) ilkesine hakikat kazandıramamıştır.
Kim " إِيَّاكَ نَعْبُدُ iyyake na'budu" ilkesini gerçekleştirmeyi başarırsa "riyâ" dan kurtulur.
Öte yandan kim de " وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ve iyyâke nestaîn" ilkesini pratiğe geçirebilir (onunla amel eder) se o da "ucûb" sınırlarından çıkar.
Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Üç şey insanı helake sürükleyen özelliklerdendir:
- İtaat edilen cimrilik,
- Peşisıra gidilen dizginlenemeyen arzular (hevâ) ve
- Kişinin kendini beğenmesi"
(Hadis, Enes, Abdullah b. Abbas, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ebu Evfâ ve Abdullah b. Ömer'den rivayet edilmiştir. Beyhâkî Şu'ab'ul-İman, şube: II, El-Albanî "Sahiha" adlı kitabında bu hadisten söz etmiştir, s. 1802)
Bu özelliklerin ve bu özellikleri kendi benliğinde taşıyan kimselerin böylesine kötü olarak tanımlanması, o kimsenin ibâdetlerinin Allah için olmadığı, Allah'tan yardım dilemediklerinden dolayı değil; Aksine O'ndan başkasına kulluk etmeleri ve O'ndan başkasından yardım dilemeleridir. İki nedenden dolayı böyle hareket eden kimseler müşrikler sınıfındadırlar.
Şeytanî durumlar gösteren, yalan söyleme, facirlik yapma şeytanların sevdiği dualarla ona duâ etme, şeytanların itaat ettikleri işleri yapmaya kesin karar verme gibi şeytanların sevdikleri işleri sevenler de, şeytanları Allah'a eş koşan müşriklerdendir.
Başka yerlerde bu konular hakkında daha detaylı malûmat verilmiştir.
Bu sınıfa dahil müşrikler evliyanın kerametinden olduğunu sandıkları bazı olağanüstülükler gösterebilme yeteneğini elde ederler. Bütün bu olağanüstülükler büyücüler ve kâhinler (falcılar)ın özelliklerindendir.
Bu yüzden Kur'ân kaynaklı iman ile nefsânî ve şeytanî özellikler taşıyan iman arasındaki nüansı belirlememiz gerekir.
Bunların dışında kalan dördüncü bir grup vardır ki bunlar dinin sadece Allah'a ait olduğunu kabul eden (dinlerini Allah'a has kılan), yalnızca O'na kulluk eden ve yalnızca O'na bağlanıp O'na güvenen ve dayanan "tevhid ehli" olan kimselerdir.
Sıkıntıya düşen Hz. Yunus'un " لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ Lâ ilahe illa ente = Senden başka ibadete layık ilâh yoktur" sözü bu konunun iki türünden birisini hatıra getirmektedir.
Cenâb-ı Hak kime nimetini tamamlamışsa o kimse iki türünde de tevhidi gerçekleştirmiş olur.
Çünkü sıkıntıya düşen bir kimsenin yalvarıp yakarması, içinde bulunduğu zor durumun giderilip, ondan kaynaklanacak yararı elde etme noktasında odaklaştırmıştır. Bu yüzden:
"Lâ ilâhe İllallah -Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur-" derken, "Senden başka sıkıntıyı kaldıracak yoktur" bilinciyle söyler; nimet, başkası değil yalnızca Senden nimet gelir.
Bu düşünce Allah'ın rubûbiyetindeki tekliğini (rubûbiyetin tevhidini) gerçekleştirmeyi hazırlayan nedenlerdir. Ayrıca dilek; talep ve Allah'a tevekkül gibi konularda tevhidi yakalamayı sağlar; ayrıca "ulûhiyetin", Allah'ın sevdiği, razı olduğu, yapılmasını buyurduğu "ulûhiyetin" açığa çıkarılmasıdır. Bunun ifadesi ise şudur:
Allah'tan başkasına ibâdet etmemek, O'na kulluğu ancak O'na ve Resûlü'ne itaatle yapmak.
Her kim " لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ Lâ ilahe illâ ente = Senden başka ibadete layık ilâh yoktur" derken bu bilinçle söylerse işte o gerçekten kulluğunu Allah için yapmış, yalnızca Ona bağlanmış, O'na güvenip dayanmış ve şu âyette ifade edilen ilâhî buyruğun canlı örneğini teşkil etmiş olur;
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"O halde O'na ibâdet et ve yalnızca O'na tevekkül et (güven, bağlan ve dayan)" (Hûd, 11/123)
Diğer bir örnek:
"Yalnızca O'na dayanıp güvendim, ve O'na yöneldim."
"Rabb'inin adını zikret ve benliğini her şeyden boşaltarak tamamen O'na yönel."
"Doğunun da batının da Rabb'i O'dur, O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnızca O'nu vekil edin." (Müzzemmil, 73/8-9)
Şayet kulun elde etmeyi Allah'tan dilediği şey haram kılınmış bir şey ise, dileği yerine getirilse bile günahkâr olur.
Eğer Allah'a itaat ve ibâdet etmek üzere O'ndan yardım isteme amacı olmaksızın mübâh olan bir şeyi isterse ne günahkâr olur ne de sevap elde edebilir.
Bir kul eğer Allah'a ibâdet ve itaat etmek amacıyla O'ndan yardım isterse bundan dolayı hem sevap hem de ilâhî ecir kazanır.
Bu temel ilke ile hareket ederek kul -peygamber ile kral- peygamber kavramları arasındaki farkı belirleyebiliriz.
Nitekim bizim peygamberimiz "kral-peygamber" olmakla, "kul-peygamber" olma arasında serbest bırakılınca O tercihini "kul-peygamber" olmaktan yana kullanmıştır. (Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman H. No 159)
Zira kul-Resûl demek, kendisine verilen emirden başkasını yapmayan demektir. Bu nedenle onun yaptıklarının tümü Allah için yapılan ibâdet mahiyetindedir.
Ayrıca kendisini Resul olarak gönderenin emirlerini tam olarak uygulayan hâlis bir kuldan başkası değildir.
O nitekim Buhârî'nin kaydettiği bir hadiste bu gerçeği şu sözleriyle dile getirmiştir:
"Vallahi ben kendimden ne kimseye bir şey verebilirim ne de verilmesi gereken bir şeyi kimseden engelleyebilirim. Ben yalnızca kendisine emredilen şeyleri yerli yerine koyan bir taksimciyim, o kadar."
(Buhârî, Kitab'ül-Humus, c. IV, s. 49; Ahmed, el-Müsned, c. II, s. 482 Ebû Hüreyre'den)
Peygamber (s.a.v.):
"Ben kendimden kimseye ne birşey verebilirim ne de vermeyebilirim" sözüyle bu noktada, kader ve oluş (kevn) yönünden Allah'ın tekliğini anlatmak istememiştir. Çünkü bütün yaratıklar bu hususta onunla ortak özelliğe sahiptir.
Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın kazası ve kaderi gerekli kılmadan hiç kimse ne birşey verebilme ne de verilmesi gerekeni engelleyebilme gücüne ve yetkisine sahiptir. Bu sözüyle o sadece şeriat ve din açısından Allah'ın tek olduğunu anlatmak istemiştir.
Rasûlullah şunu ifade etmeyi amaçlamış:
Ben sadece vermekle emredildiğim şeyi verir, verilmemesi emredilen şeyi de vermem. Çünkü verme ve vermeme konularında ben Allah'a itaat ediciyim.
Nitekim Rasûlullah fey zekât ve savaşta düşmandan kazanılan ganimetleri, miras bırakılan malları sahiplerine taksim ettiği gibi paylaştırırdı. Çünkü bu taksimi böyle yapmasını ona bizzat Cenâb-ı Hak buyurmuştu.
(Fey: Fethedilen memleketlerden elde edilen mallar)
 
GuLYaRaSi Çevrimdışı

GuLYaRaSi

VuSLaTa HaSReT
Admin
Cok önemli bir konu, ALLah razi olsun, bizi her ikisinden de korusun..
 
Üst Ana Sayfa Alt