Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi

ikraislam Çevrimdışı

ikraislam

Aktif Üye
Site Emektarı
Rü’yet-i Hilâl; Hilâlin Görülmesi


Kamerî aylar, adından da anlaşıldığı gibi, başlangıcı ve bitişi ayın hareketlerine göre belirlenen aylardır. Ramazan orucu, Ramazan ayında tutulduğundan ve Ramazan ayı da ay takvimine göre her sene değiştiğinden, oruca başlayabilmek için öncelikle, Ramazan ayının başladığını tesbit etmek gerekmektedir. İslâm dininin temel ibâdetlerinden olan namazın vakitleri, güneşe göre; oruç ve hac ibâdetlerinin vakitleri ise, ayın dünya etrafındaki dönüşlerine göre belirlenmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (2/Bakara, 189). Kamerî aylar, hilalin batıda görülmesiyle başlar. Hilalin tekrar batıda görünmesi bazen yirmi dokuz, bazen de otuz gün sürdüğünden, kamerî ayın başlangıcını tesbit etmek, ancak onu izlemekle mümkündür. İslâm’ın temel ibâdetlerinden oruç ve haccın tam zamanında yapılabilmesi için hilalin izlenmesi gerekmektedir. Hilâli izleme, ibâdete bir zemin hazırladığı için aynı zamanda bir ibâdettir. “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve hidâyeti/doğruyu eğriden ayırmanın (furkanın) açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın)...” (2/Bakara, 185). Bu âyet, oruç ibâdetinin başlangıcını hilâlin görülmesine bağlamıştır. Dolayısıyla hilâlin rü’yeti/görülmesi ile oruca başlanır.


Peygamberimiz “Hilâli (Ramazan hilâlini) görünce oruca başlayın ve hilâli (Şevval hilâlini) görünce bayram edin. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayın” (Buhârî, Savm 5, 11; Müslim, Sıyâm 3-4, 7-10) buyurmuştur. Bir başka hadiste de “Hilâli görmedikçe başlamayın, hilâli görmedikçe bayram etmeyin. Hava bulutlu olur da hilâli göremeyecek olursanız, ayı otuza tamamlayın” (Buhârî, Savm 11, 5, 13, Talâk 25; Müslim, Sıyâm 9; Ebû Dâvud, Savm 4; Nesâî, Savm 10, 11; Muvattâ, Sıyâm 1) buyurulmuştur. Bunun için Şâban ayının 29. gününden itibaren hilâli görmek için araştırmalar yapmak gerekmektedir. Aynı şekilde, Ramazan ayının çıkıp Şevval ayının girdiğini anlamak, dolayısıyla bayram günü oruç tutmuş olmamak için bu defa Ramazanın 29. gününden itibaren hilâl gözetlenir ve görülmeye çalışılır. Şâban ayının yirmi dokuzunda hava bulutlu olur da ay görülemezse, kamerî aylar bazen 29, bazen 30 çektiğinden, Peygamberimiz’in direktifi doğrultusunda Şâban ayının otuz çektiği farzedilerek ona göre davranmak gerekir.


Bir hadislerinde peygamberimiz “Biz ümmî bir toplumuz; hesap ve okuma yazma bilmeyiz. Şunu biliriz ki ay, ya 29 ya 30’dur.” (Buhârî, Savm 11, 13, Talâk 29; Müslim, Sıyâm 13-15; Ebû Dâvud, Savm 4; Nesâi, Savm 17) buyurmuştur. Rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz hilâli gördüğü vakit Ramazanın bereketli ve huzurlu geçmesi için duâ ederdi.


Hilâlin Görülme Vakti: Hem güneş battıktan sonra daha kolay görüleceği, hem de başlayacak günün hilâli olmasının netleşeceği düşüncesinden dolayı âlimlerin büyük çoğunluğu, hilâlin gündüz değil; güneş battıktan sonra (güneşin battığı yer civarında) görülmesine itibar edileceğini söylemişlerdir. Ebû Hanife, İmam Muhammed, bir sonraki geceye âit olma ihtimalinden dolayı, zeval vaktinden önce veya sonra olmasına bakmaksızın, gündüzün görülen hilâli ile Ramazan orucuna başlanamayacağı gibi, Ramazan orucunun bittiğine de hükmedilemeyeceği görüşündedir. Diğer mezheplerin görüşü de bu yöndedir. Ebû Yûsuf ise, zevalden sonra görülecek hilâli sonraki geceye; zevalden önce görülecek hilâli ise, iki gecelik olmayan hilâlin zevalden önce görülemeyeceğine ilişkin cârî tecrübî bilgiye dayanarak, önceki geceye âit saymıştır.


Hilâlin, güneş battıktan sonra görülmesi, kamerî takvime göre içinde bulunulan ayın sonunu, bir sonraki ayın başlangıcını gösterir. Hilâl, ilk doğduğunda çok ince olduğu ve çok kısa bir süre sonra kaybolduğu için, ilk günün hilâlini görmek, büyük bir dikkat ve tecrübeyi gerektirir. O anda hafif bir sis bulunması durumunda hilâlin görülmesi mümkün olmaz. Bunun için Peygamberimiz bu gibi durumlarda içinde bulunulan ayı, otuz güne tamamlamayı emretmiştir. Hilâli gözetleyen ve gördüğünü beyan eden kimsenin, âdil olması şarttır.


Dünyanın yuvarlak olması sebebiyle hilâlin bir yerde görülürken başka yerde görülmemesi mümkündür. Buna “ihtilâf-ı metâli‘”, yani ayın doğuş yer ve vakitlerinin değişmesi denilir. Oruca başlarken, ihtilâf-ı metâlie itibar edilip edilmeyeceği hususunda Şâfiîler, ihtilâf-ı metâlie itibar edileceğini, dolayısıyla bir yerde görülen hilâlin oraya uzak yerler için geçerli olmayacağını söylemişlerdir. Şâfiîlerin bu konuda sağlam dayanakları bulunmamaktadır. Cumhur ulemâ ise, ilk dönemlerden beri, ihtilâf-ı metâlie itibar edilmeyeceğini, bir yerde görülen hilâlin diğer yerler için de geçerli olacağını söylemişlerdir.


Rü’yet-i hilâl konusundaki asıl tartışma şudur: Ramazan hilâlinin görülmesinde baş gözüyle görmeye mi itibar edilecektir, yoksa bu hususta astronomik hesaplara dayanmak câiz midir? Eski fakîhlerin büyük çoğunluğuna göre rasathane hesaplarına itibar edilmez. Hilâlin görülmesi gerçekleşmediği takdirde önceki ayı otuza tamamlamakla kamerî ay başlar. Şâfiîlerden bazı âlimlerle çok az sayıdaki hanefî âlimlere göre ise, rasathane hesaplarına da itibar edilir. Ancak, eski fakîhlerin dönemlerinde astronomi ilmi bu günkü kadar gelişmemişti. Bugün, ayın çıplak gözle görülebilir esasına göre çok ince hesaplar ve gözlemler yapılabilmektedir. Diğer yandan ise; sahih senedlerle rivâyet edilen hadislerde Rasûlullah, hilâllerin sübûtunu, hilâlin gözle görülmesine bağlamaktadır. Bu anlamda rivâyet edilmiş bütün hadislerin hiçbirinde hesaba itibar edileceğine dair bir işaret mevcut değildir.


İslâm dini, belli bir zümrenin değil; her sınıf ve toplumdan insanların dinidir. Hilâlin gözle gözetlenmesi, havas-avam herkesin imkânı dâhilinde olan bir husustur. Hesap esas alındığı takdirde, ancak bu işten anlayanlar, tahkikî bir bilgiye dayanarak hilâli tesbit edebilirler. Genel halk tabakası ile bu işten anlamayanlar onları taklit etmek zorunda kalırlar. Tahkikî bir bilgiye dayanarak bütün müslümanların Ramazan orucuna başlamaları ve bayram yapmaları mümkün olmaz. Bununla beraber, rü’yeti esas alan âlimlerden bir kısmı, hilâlin hesapla kesin olarak tesbit edilebileceğini (belki o zamandaki âletlerin ve gelişmelerin yetersizliği veya o âlimlerin iletişimsizliği veya güvensizliği ile) de kabul etmezler. Hanefîlerin bu husustaki genel görüşleri, astronomi bilginlerinin ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek Ramazan ayının girdiğinin ilân edilemeyeceği şeklindedir (Fetâvâ-yı Hindiyye, I/197).


Astronomik hesapla hilâlin tesbit edileceğini kabul etmeyenlerin görüşleri şöyledir: Astronomi ilminin sonuçları inkâr ediliyor değildir. Ancak, hilâlin gözlenmesi, nassla sâbit olan bir ameldir. Nitekim Hanefî ulemâsı bunun vâcib olduğunda ittifak etmiştir. İlmin ilerlemiş olması, herhangi bir vâcibi ortadan kaldırmaz. Kaldı ki; gözle görmenin kalbe vereceği güven ve rahatlıkla, takvim yaprağına bakmak arasında büyük bir fark vardır. Hesaplar kesin olsa bile, bunları yapanlar hatâdan mâsum değildir. Nitekim memleketlerin takvimlerinin birbirinden farklı oluşu da bunu göstermektedir.


Rü’yeti esas alanlar, şâhitlerin yalan şâhitlik etme ihtimali üzerinde de durarak, bunun mümkün olduğunu kabul eder ve derler ki: Şeriat zâhir ölçüleri esas almıştır. Her şâhitlik hakkında bu durum söz konusudur. Bâtını ise ancak Allah bilir. Bu ihtimali hesaba katan Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Orucunuz, oruç tuttuğunuz gündür. Fıtır (Ramazan) bayramı, bayram yaptığınız gündür. Kurban bayramınız da, bayram yaptığınız gündür.” (Tirmizî, Savm 11)


Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bir ay yirmi dokuz olabilir. Hilâli görmeden oruca başlamayın ve hilâli görmedikçe orucu açmayın. Şâyet hava kapalı olursa (görmenize engel olursa) onu takdir edin.” (Müslim, Sıyâm 3, Ebû Dâvud, Savm 4). Bu hadis-i şerifte zikredilen “onu takdir edin” ifâdesinden neyin kastedildiği hususunda âlimler arasında görüş farklılıkları vardır:


a) İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ebû Hanife, selef ve halefden cumhûr-i ulemâ, diğer hadisleri delil göstererek, bunun mânâsının “şâyet hilâli göremezseniz ay’ı tam sayı olan otuza göre takdir edin” olduğunu söylemişlerdir.


b) İmam Ahmed bin Hanbel ise, “şâyet hilâli göremezseniz onun bulut altında olduğunu takdir edin” mânâsını ifâde ettiğini bildirmiş ve ayın yirmi dokuzunda hava açık olur da hilâl görülmezse, otuza tamamlanacağını; buna mukabil, hava bulutlu veya sisli olur da görülmezse, hilâlin var sayılacağını ve o ay’ın yirmi dokuz kabul edileceğini söylemiştir.


c) İbn Şüreyh, İbn Kuteybe gibi bir kısım âlimler ise, buradaki “onu takdir edin” ifâdesinden “şâyet hilâli görmezseniz, astronomik hesaplara göre onu takdir edin” anlamının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir.


Hesaba itibar edileceğini söyleyenlerin delilleri: Peygamber (s.a.s.)’in “Biz ümmî bir ümmetiz; yazı bilmeyiz, hesap bilmeyiz” şeklindeki hadisi o günkü bir vâkıayı dile getirmektedir. Hz. Peygamber, İslâm ümmetinin bu hal üzere devam edeceğini söylemiyor. Hesaba başvurmanın müneccimlik ve kâhinlikle de bir ilgisi yoktur. Kâhinler, yıldızların hareketlerinden fert ve toplumun geleceği hakkında mânâ çıkarır, kehânetlerde bulunurlar. Oysa rasathane hesapları bir ilimdi, ilmî usullerle neticeye varır.


Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de güneş, ay ve yıldızların belli ölçüler dâhilinde hareket ettiklerini, kâinatın tamamına bir nizamın hâkim bulunduğunu ve bu nizama bir değişikliğin ârız olmadığını haber vermektedir. Astronomi ile meşgul olanlar, hassas âletlerle donatılmış rasathanelerde bu hareketleri hesap ederler. Hilâlin hesapla tesbiti müslümanlar arasında birliği sağlar. Böylece müslümanlar aynı günde oruca başlama ve aynı günde bayram yapma imkânına kavuşmuş olurlar. Hesaba itibar edilmesini savunan âlimler, bu delillere ek olarak, orucun da namaz gibi bir ibâdet olduğunu, namaz vakitlerini tesbit ederken nasıl hesaba itibar ediliyorsa, oruç konusunda da hesaba itibar edilmesi gerektiğini söylerler.


Şâfiî âlimlerden İmam Sübkî, hesaba itibar etmenin ötesinde, hesabın esas alınması gerektiğini savunur. Ona göre şâhitler, hilâli gördüklerine dâir şâhitlik etseler, hesap ehli de o gün görülmeyeceğini söyleseler, hesap ehlinin görüşüyle amel edilir. Çünkü hesap, kesindir; şâhitlerin şâhitliği ise zannîdir . Aynı mezhebe bağlı İbnu’l-Hacer ise, bu durumda hesaba uyabilmek için hesap uzmanlarının ittifakını şart koşar (İbn Âbidin, s. 227). Bu görüşte olan âlimler, her hesap uzmanına güvenilemeyeceğini, vereceği bilgiye dinî bir ibâdet dayandırılacağından mü’min ve âdil olması gerektiğini belirtirler.



Bir kimse, Şevval hilâlini gördüğünü veliyyü’l-emr veya kadı’ya mürâcaat ederek beyan ederse, onlar tasdik ettiği anda Ramazan bayramı ilân olunmuş demektir. Laik olan (yani din ile devlet işlerini ayrı mütâlaa eden) devletler Ramazan ayının başlangıcını ve bayramını ilân etme hakkına sahip değildirler. Zira bu, dinî (İslâmî) bir meseledir. Onların bu konuda velâyet hakkı yoktur. Velev ki ilân etsele dahi, hükmen geçerli değildir. Zira velâyet hakkı bey’at sonucu ortaya çıkar. Halbuki laik devlet, hangi dinden olursa olsun, bütün vatandaşları eşit kabul etmek durumundadır. Nasıl yahûdilerin ve hıristiyanların bayram günlerini ilân etmiyorsa, müslümanların bayram günlerini de ilân edemez. Ettiği takdirde, vatandaşlar arasında eşitliği bozmuş ve din istismarı yapmış olur.


Son yıllarda rü’yet-i hilâl konusunda, farklı siyasî coğrafyalarda bulunan müslümanlar arasında bir ihtilâf görülmektedir. Bunun giderilmesi için rü’yet-i hilâl toplantıları yapılmış ve bazı kararlar alınmıştır. Fakat pratikte bu kararların hiçbir faydası olmadığı müşâhede edilmektedir. Müslümanlar yine ayrı ayrı günlerde Ramazan orucuna başlamakta ve farklı günlerde bayram etmektedirler. Bunun sebebini Kemâlüddin İbnü’l-Hümam’ın şu tesbitinde bulmak mümkündür: “Müslümanların kendi içlerinden bir emîr seçmelerinin sebebi; İslâm’ın emirlerini (ve hükümlerini) hakkı ile edâ etmek içindir” (K. İbnü’l-Hümâm, Kitâbu’l-Müsâyere, s. 265). O, bu ifâde ile siyâsî şuurun temelini tesbit etmiştir. Mü’minlerin kendi içlerinden seçtikleri bir emîre itaat etmeleri, nassla emrolunmuştur. Günümüzde bu mâhiyette bir emîr sahibi bulunmadığı için rü’yet-i hilâl konusundaki ihtilâflar devam edecektir. Mükellef olan her mü’min, bu durumu iyi düşünüp tâğûtî güçlerin din istismarı karşısında direnmelidir. Tâğûtî güçleri reddetmenin bir iman meselesi olduğu asla unutulmamalıdır. (10)
 
Üst Ana Sayfa Alt