Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sevgi'nin Mektubu ve Gül’ün Cevabı

Ö Çevrimdışı

özgürlüğe hasret

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haksöz Dergisi - Sayı: 64 - Temmuz 96

İlişikteki üç nüshalık yazı, Sevgi Engin'in Uşak Cezaevi'ne, bana gönderdiği mektubun temize çekilmiş hâlidir. Diğer iki sayfalık yazı da, benim ona cevap-mektubumdur.

Çevriye Gül Şen

Uşak Kapalı Cezaevi / Kadınlar Koğuşu

Sevgi'nin Mektubu

Yitik zamanların ezgilerini dinliyorum. Artık tasavvufçuların ilahileri kadar mistik, devrimcilerin marşları kadar sert ve coşkulu bir anlama dönüşüyor benim için. Görkemli bir tiyatro sahnesi gibi alabildiğine genişliyor. Her bir ezgide biri öne çıkıyor. Her bir ezgide kokuları burnuma geliyor cezaevi yemeklerinin, çapaklı gözleriyle kırık geleceklerini anlamaya çalışan, üşüyen, öksüren, büyük yürekli, iri gözlü çocuklarının, baharın, sorgu odalarının, kirli siyah göz bantlarının...

Beni alabildiğine ezen bütün yanına rağmen, ben ezgilerimde bulduğum kendi yaşamımın perdesini aralıyorum. Seni görünce noktanın konulmadığını şaşkınlıkla karışan bir dehşetle farkediyorum. O halde şarkılar da devam etmeli diye devam ediyorum. Kokular harman olup yeniden içime doluştuğunda ben insan sıcaklığını arıyorum.

Hep "kadın" imgelemleri canlanıyor kafamda. "Kadın" üzerine de düşünmüyorum aslında bugünlerde. Kendisi gelip bir yerlerden bana yol gösterici kılavuzluk yapmaya başlıyor. "Kadın" imgelemleri canlanıyor kafamda.

Futbolcuların, çocuklarını kucaklayıp, kocalarına yaslanarak magazin basınına poz veren eşleri değil, yaşamını evinin dört duvarına mahkûm edenler de değil; adı ne olursa olsun kendi olmayı başarmış, tek kişilik hayatından kendini koruyarak geliştirebilmiş, ürkek ama güçlü, tedirgin ama dirençli kadınlar geliyor gözümün önüne. Bütün halleriyle abartısızca, ön yargısızca, cesurca hayatı sorgulayan, sahiplenen ve gerçek anlamıyla yaşayanlar benim saygıyla andıklarım.

Yaşam, salt hayatta kalabilmek midir? diye soruyorum çoğu kez. Zombilerle içice yaşadığımı dehşetle farkediyorum o zaman. Yaşamadıklarını, ölmüş olduklarını fark etmeyen zombiler. Üretmeyen, düşünmeyen, daha kötüsü akletmeyen. Paniklemiyorum. Kadına; varoluş gerçeğini kavramış, dünyanın, yaşamın şifresini çözebilmiş, ayaklarını koyduğu yere sağlamca basmayı becerebilmiş kadına olan inancım zombi dünyasında yalnız olmadığımı anımsatarak güç veriyor bana.

Hapishaneyi düşünüyorum. İçerisini ve dışarısını. Hapishane ürkünç bir tat bırakıyor anan kişinin ağzında. Kapalı kapılar ülkesi. Cüzzamlıkların atıldığı, kendilerine bulaşmasın diye ilişkilerin koparıldığı ücra bir oda. Oraya hep fareli köyün kavalcısının girdiği sihirli kapının ardından giriyorum. Yaşam bir düş gibi sürüyor. Uzun ve belki can yakan bir düş. Bu sihirli kaya kapının ardında hep aykırı dünyaların insanlarını bulursun. Senin temiz dünyanda yeri olmamış insanların dünyalarının havasını solumaya başladığında aslında sen Harikalar Diyarı'nda gezinen Alis'e dönüştüğünü de anlamışsındır. Bir masal kahramanı olup çıkarsın. Uyandığında, gerçekliğini oradan taşıdığın siyah bir mendille anlamlandırırsın belki.

İç evrenin kapılarını açtığında; yine karanlık mekânlarda, sorgu odalarında, kapıları büyük bir gürültüyle açıp kapayarak, elinde tuttuğu kilitlerle kendini senin âmirin gibi hisseden gardiyanların tepeden bakan o abartılı tavırlarında, kopkoyu yalnızlıklarında, duvarların ardından duvarlara açılan kapılara yakalandığında bir senin böyle sorgulanmadığını bilirsin. Otuz yıl öncesi Mısır işkencehanelerinden gelen seslerin nasıl böyle eşinin, arkadaşının, kendinin çığlıklarına dönüştüğünü dehşetle farkedersin.

Sen bir Anka kuşu gibi başını görkemle uzatır, labirentin sonunda beliren ışığı bulmaya yönelirsin. Bilirsin ve iman edersin ki, yüreklerin birlikteliğinin, inançların keskin çığlıklarının o gizemli ülkesi Kaf Dağı'nın ardındadır. Sesini çıkarmak, varlığını duyurmak, yürüdüğün zorlu ve kutlu yola sevdalarını çağırmak istersin.

Yaklaştıkça uzaklaştığı sanısına kapıldığın bu yolculukta görürsün ki, uzak uzak diyarlardan gelenler de seslerini çıkartıp bir yardım, yani bir inanç, bir yudum dua istemekteler. Yürüdükçe yaklaştığın, yaklaştıkça aydınlığının arttığı bu Kaf Dağı'nın yüreğinizde olduğunu anlar, öylelikle ışığa çıkarsın cüzzamlılar ülkesinin karanlıklarından.

Sevgi Engin



...Ve Gül'ün Cevabı


Fakülte kantininin arkasındaki yıkık-dökük banklarda, seninle sonu gelmeyen sohbetlere dalarken yediğim peynirli sandviç ve ayranlarda yaşamıştım özgürlüğü ve dostluğun sıcaklığını... Üç yıl önce...

Ya şimdi? Senin yerine bilinmeyen diyarlarda yazılmış mektubun, okul bahçesi yerine cezaevi avlusu, bankların yerine kirli yer minderleri.

Zaman farklı, mekân çok farklı, nesneler de... Ama kelimeler kesinlikle daha anlamlı. Özgürlük, dostluk, olağanüstü mânâlar taşıyor sınırları dahilinde.

"Özgürlüğün olsa olsa sen onu aradığın sürece ve oranda var olduğunu anlayacaksın" diyen yazarın sözündeki "özgürlük"ün mânâsını kadınlar koğuşunun avlusunda nasıl daha iyi idrak etmişsem, "dost"'un mânâsını da derinden hissettim. Beton duvarlar ve çelik kapılardan oluşan bu mücerret ülkede, elime tutuşturulan bir dost mektubunun tarifsiz sevincini yaşarken. Bedeni bilinmeyen uzak diyarlarda olan dostumun, yüreğinin ise hep yani-başımda olduğunu çiçeğin kokusu gibi doğal hissederken, Hz. Muhammed'den sonra iman eden ilk kişi olan Hz. Hatice'yi ve işkenceyle öldürülen ilk İslam şehidi Hz. Sümeyye'yi düşünüyorum. Ve o mü'min kadınların takipçisi olma azmindeki biz müslüman kadınları...

Bir tarafta günümüzde müslüman erkeklerin kendi elleriyle evin dört duvarı arasına tutsak ettiği kadınları, diğer tarafta cezaevinde özgürlüğü yaşayan kendimi düşünüyorum. Mücadele sürecimizde (kadın olarak) hep zayıflığımızı haykıranlara ben de direncimizi haykırıyorum. Güçlü olduğumuzu haykırıyorum. Bu güç bedenimizdeki kas kuvveti değil. Bu güç, iradedir. İnanmak ve yaşamak iradesi. Bedenleri çok güçlü, zekâları çok kuvvetli erkeklerde bile bulunmayan, ama Sümeyyelerde bulunan... İnancımızın verdiği güç, bizi yaşam sınavımızda her musibeti aşıp, Yaratan'a daha çok yaklaştıracaktır. Ve her şeyden önemlisi de ALLAH'a vereceğimiz hesabın mutluluğunu yaşayabilmektir hesap gününde... Gerçek birlikteliklerin de Rabbin katında olacağını düşünürken, hıçkırıklar boğazımda düğümlendi. Gönlümün derinliklerindeki iman ve fedakârlıktan oluşan gizli hazinelerin ifadesini buldum, zarfın içinden düşen o kurumuş kır çiçeğinin saflığında...

Çevriye Gül Şen
 
hifa Çevrimdışı

hifa

Üye
İslam-TR Üyesi
Hz.Sümeyyenin r.a gibi Hz. Haticenin r.a gibi takipçisi olan bütün müslüman bacilarimdan Rahman razi olsun insallah...

Degerli paylasimin icin Rahman razi olsun eslem bacim... +1
 
H Çevrimdışı

hümam

Üye
İslam-TR Üyesi
cevriye hanımdan bir güzel yazı daha okuyoruz...Rabbim onlardan ve onlar gibi olan kardeşlarımızdan razı olsun...

haksöz dergisi şubat 97
Anne


Cevriye Gül Şen

Yine bir sevk seromonisiyle geldiğim Bandırma Cezaevinde ilk görüş günüm. Heyecanla ziyaretçileri bekliyorum. Uşak'ta -cezaevinde- böyle iple çektiğim bir gün yoktu. Nadir ziyaretçi gelirdi zira.

Gardiyan ziyaretçilerin geldiğini söylüyor. Hemen görüş kabinine gidiyorum. Camın ardındaki karanlığa bakıyorum. Acaba kimleri göreceğim karanlık aydınlanıyor. Asma kilidin gürültüsüyle çıkartıldığını işitiyorum ve kapı açılıyor.

Sen giriyorsun anne. Yorgun gözlerin beni arıyor. Bulanık camdan beni gördüğünde yüzlerce kilometrelik yolculuğunun yorgunluğu bir anda siliniveriyor yüzünden. Aylar sonra yeniden görebilmenin verdiği sevinç ve içten bir gülümseyişle elini uzatıyorsun bana dokunacakmış gibi. Ama çarpınca elin cama yüreğin burkuluyor. Göz pınarlarımın dolduğunu görüyorum, biliyorum ki -bıraksan- sel gibi akacak yaşları içine akıtıyorsun.

"Üzülme kızım, her zaman yanındayız"

Biliyorum anne biliyorum. Sen her zaman yanımızdaydın, yanımızdasın. Sorguluyorum: Annelik nedir? Doğurmak? Büyütmek? Yalnızca bunlar mı? Hayır hayır! Bunların ötesinde bir yürek işidir annelik. Derununu sonsuz sevgiyle dolduran "annelik" hiçbir engel tanımayan dirayetli bir yüreği de yüklemekte sana.

İşte bu yüzden değil midir hem sevginin hem yürek gücünün istendiği demlerde nidaların hep sana olması.

Gözünün önünde polislerin sürükleyip götürdüğü oğlunun ya da kızının ardından duyduğun acıyı yalnız anneler duyumsayabilir yine. Oturup yas tutmazsın ardından. Evladın için bundan öte bir şeyler yapman gerekliği bilinciyle bir çantayı doldurursun bir kaç parça giysiyle. Koşarsın bir Cumartesi sabahı "Emniyet"e. Çantayı danışmaya bırakıp uzaklaşırken binadan o tel örgü kaplı pencerelere dönüp dönüp bakarsın belki oralarda bir yerde yüzünü görürsün ümidiyle. Nereden bileceksin o vakit evladın arka odalarda haykırmakta "ALLAHu Ekber" diye.

Sonra başlar mapushane serencamın:

Kah yüzlerce kilometre kateden bir otobüste, evladını görebileceğin saatlerin hayali içinde, kah ziyaret günleri yağmur altında ya da kızgın güneşte beklemedesin o demir kapı önünde. Özene bezene yaptığın sarmalan içeri sokmayan askerle kavga halinde, ya da oğlun kızın içerde canlarını ortaya koyarken zalimlere sen de sesini duyurmak için gittiğin meydanlarda polisten cop yerken TV ekranlarındasındır çığlık çığlığa.

Aynı kavgaların efsunuyla meydanlarda ya da "mapushane" önü kuyruklarında buluşan aynı seromoniyi yaşayan binlerce ana...

Dövülen ama yılmayan ana, yüreği kan ağlayan ama gözyaşı dökmeyen ana...

Hepsi hepsi senin şahsında anne...

Sen beni doğuran ya da büyüten anne değilsin.

Ama bana yürek veren, hepimizin annesi yalnızca bir "yürek anne"sin.
 
Üst Ana Sayfa Alt